TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ SUAT ERTOSUN (4)
|
(Başvuru Numarası: 2013/1967)
|
|
Karar Tarihi: 21/5/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Ali Suat ERTOSUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Rabiya BALKANLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Anadoluda
Vakit gazetesi köşe yazarı olan Sibel Eraslan’ın yazdığı bir köşe yazısında
kullandığı ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiaları
hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 12/3/2013 tarihinde
Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/9/2014
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014
tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 15/1/2015 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği,
başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yapmıştır. Başvurucu halen
Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır.
9. Anadoluda Vakit isimli günlük gazetenin 26/7/2009 tarihli nüshasında Sibel Eraslan imzası ile “Halk olmak suçunu işleyen bizler...”
başlıklı bir yazı yayınlanmıştır.
“İnsanın soluğu kesiliyor...
Kan revan içinde hafızalara kazınmış bir ölüm parolası gibi: “Hayata Dönüş
Operasyonu”... Ardından Çin Seddi gibi derin ve uzun duvarlarla
yapılandırılmış, içinde çirkinliklerin ve adaletsizliklerin sürüp gittiği “Adli
Tıp”ın yapılandırılması süreci... Sonra herkesi şok
eden Özdemir Sabancı suikastı ve zanlı Mustafa Duyar’ın Nuriş
Çetesine öldürtülmesi mevzu... Bu kirli işlerin hepsi, şu anda HSYK üyesi Ali
Suat Ertosun´un Ceza ve Tevkif İşleri Genel Müdürü olduğu döneme denk geliyor
her ne hikmetse... Devlette kariyer yapmak dediğimiz hadisenin yaşayan bir
örneği Ertosun... Şimdilerde görülmekte olan Ergenekon davalarının savcı ve hakimlerinin farklı yerlere atanması konusunda HSYK’yı kilitlediği söyleniyor... Feci bir kariyer! Tabii
bunların hepsi, “hakkındaki iddialar”dandır..Hakkındaki iddiaları en kısa zamanda aydınlatmasını
isterim şahsen. Hatta ayağa kalkarak bağıra çağıra isyan ederek, bu iddiaların
gerçek dışı olduğunu söylemesini... Kendisini ve aslında hepimizi ağartabilmek
adına ciddi bir performans sergilemesini... İsterim. Bu “denk gelişlerin”,
hakkında üreyen bu negatif bilgilerin aslında doğru olmadığını ispat etmesini
isterim... Çünkü bu iş, artık kişisellikten çıktı, salt kendisini temizleme eforu olmaktan çıkmış boyutta bu iş... Böyle gider ve çorap
söküğü gibi çözülmeye başlarsa kirli işlerin tümü... Toplumu oluşturan tüm
küçük ve gerçek adamlar olarak hepimiz...Aklımızı
kaybedeceğiz... Hasta düşeceğiz...
Devlet, sahip olduğu mutantan gücüyle,
hepimizi asfalt döken bir silindir gibi ezip geçiyor bu süreçte... Farkında
mısınız? Generaller, rektörler, yargıçlar, medya patronları, polis şefleri,
sermaye sahipleri... Neyi paylaşamadınız? Sahip olamadığınız neydi? Halka karşı
özenle bileylenmiş bu nefreti nasıl biriktirdiniz,
niçin biriktirdiniz?
Devlete hizmetten madalyalar almış adamların, kiralık katil tutup adam
öldürtmeye dayalı kariyerlerini, ister gerçek isterse yalan olsun, her sabah ve
her akşam dinliyor olmak... Bu kirli, şaibeli durumların yol açtığı zihin
sarsıntısını yaşamak... Alın terimizden kesilen vergilerle onları müthiş
kariyerleriyle bugünlere taşımış olmak... Bindiğiniz otobüs veya alışveriş
yaptığınız marketlerin birazdan havaya uçurulacağı bilgisi...
Telefonlarınızdan, bilgisayarlarınıza kadar kiralık gözetleyicilerce izleniyor
olduğunuzu bilmek... Bahçenizdeki ağaçların altından veya yüzerken ayağınıza
takılan yosunların arasından her an çıkabilecek lav silahları... Irmak
kenarlarında veya uzak otlaklarda üzeri örtük ölüm mezarlıklarında bulunmayı
bekleyen kırık kemik parçaları... Yakılmış köyler, kesik kafalar, bombalanmış
mezralar... Hemen her zuladan çıkan ölüm listelerinde
inşallah benim adım yoktur diye tırnak yiyişleriniz... Katillerin ceplerinden
sarkan suikast krokileri... Kan gölleri, kan gölleri..
Bunların hepsi bizi hasta ediyor. Hayatı, umudu, varoluşu kesip yok ediyor...
Bunları niçin yaptınız?
Bu berbat cinayetleri niçin işlediniz ve işlettiniz?Hepsi ama hepsi, berbat
bir kariyer saplantısının, güç sahibi olmanın patetik, hastalıklı
tezahürleri... Ve işin trajikomik yönü, sizler zaten başından beri “güçlü ve
kariyer sahibi”ydiniz... Kime karşı açılmış bir
savaştır bu? Yoksul muydunuz? Güçsüz müydünüz? Vatansız mıydınız? Sizin
çocuklarınızı mı öldürmüştü kafasına kurşun sıktırttığınız bu insanlar? Yok ettiğiniz veya yok etmeyi planladığınız insanlardan
niçin bu kadar nefret ediyordunuz? Suçları neydi imha ettiğiniz, ettirdiğiniz
kişilerin? Ve bizim suçumuz neydi, halk olmaktan başka, sizin nazarınızda?
Bu sorular cevaplansa da, cevaplanmasa da, bizlerin hayatını kararttınız...
Devlet, hiç bu kadar suçüstü yakalanmamıştı...”
10. Başvurucu, söz konusu yazı nedeniyle kişilik haklarına
saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 26/7/2010
tarihinde Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi
tazminat davası açmıştır.
11. İlk Derece Mahkemesi 14/12/2010
tarihli kararla manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. İlk Derece
Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:
“Toplanan delillerin takdiri ve
değerlendirilmesi neticesinde, davacı vekili davalı şirketin yayımladığı Anadoluda Vakit Gazetesinin 26/07/2009
tarihli nüshasında ‘Halk olmak suçunu işleyen bizler…’ başlıklı yazıyı yazan
Sibel Eraslan'ın yazısından dolayı davalı şirket ile Sibel Eraslan aleyhine
müvekkilinin kişisel haklarına saldırı olduğundan bahisle manevi tazminat
davası açmıştır. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişisel haklara
saldırının olması, bu saldırının hukuka aykırı olması, kişinin haksız olan
eylemden dolayı bir manevi zarar görmesi gerekir. Basın özgürlüğünün sınırı da
gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi, konu ile düşünce arasındaki
düşünsel bağlılık temel kuralları ile sınırlı bulunmaktadır. Dava konusu yazıda
her ne kadar davacı vekilince kişisel haklarına saldırı olduğu belirtilmiş ise
de yazının tamamında düşüncelerin açıklandığı, eleştiri sınırlarında kaldığı ve
davacı tarafın kişisel haklarına her hangi bir saldırı olmadığı kanaatine
varıldığında davacının açmış olduğu manevi tazminat davasının reddine karar
vermek gerekmiştir.”
12. Kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Yargıtay 4.
Hukuk Dairesi, 16/4/2012 tarihli ilamıyla usul ve
yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararına karşı
yapılan düzeltme başvurusu, aynı dairenin 16/1/2013
tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını, vekiline 13/2/2013 tarihinde tebliğ edilmesiyle öğrenmiştir.
13. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 12/3/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun 49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 21/5/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/3/2013 tarihli ve 2013/1967 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu,
i. Davaya konu yazıda davalının
kendisini, görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan, halkı ezen,
çeteleri idare eden, yönlendiren ve onlara öldürme talimatı veren, adam
öldürten, hapishanelerdeki infazlarda etkin rol oynayan, Sabancı Cinayetinin
hükümlüsü Mustafa Duyar’ın öldürülmesini sağlayan, Ergenekon silahlı terör
örgütünün şüpheli ve sanıklarını koruyan, onları soruşturan ve yargılayan
Cumhuriyet savcısı ve hakimlerin görevden alınması için çaba harcayan, taraflı,
derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan bir kişi olarak gösterdiğini, terör
ve çıkar amaçlı suç örgütlerinin açık hedefi haline getirildiğini,
ii. Söz
konusu yazıda, ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının
aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde
olduğunu, derece mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile
kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını,
iii. Açmış
olduğu davanın hakkaniyete aykırı olarak reddedildiğini, ret kararının temyizi
üzerine Yargıtayca verilen onama ve karar düzeltme
ilamlarının gerekçeden yoksun olduğunu,
ileri sürmüş, Anayasa’nın 17., 25.,
26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve 20.000,00 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
17. Başvurucu tahkir içeren sözler nedeniyle şeref ve
itibarın korunması hakkının, derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin
kendisini korumaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
belirterek Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve
90. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun şikâyet
ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu
şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
18. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları hatırlatılmıştır. Bakanlık görüşüne
karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrar etmiştir.
19. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler
ilk olarak İlhan Cihaner
kararında (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konulmuştur.
Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş
(bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§
35-66; Nihat Özdemir, B.No: 2013/1997, 8/4/2015 [GK], §§ 29-61) ve Bölümler
önlerine gelen şikayetlerde sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun, B.No:
2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat
Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015,
§§ 19-50).
20. Başvuruya konu sözler ve iddialar (§ 9) nedeniyle
başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul
edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel
itibarın korunmasını isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin ve şikâyet konusu
makalenin yazarı gazetecinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan
basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde
güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması
gerekmektedir.
21. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah
Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözel
saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin
korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş
olabilir (Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §
36; İlhan Cihaner,
B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42). Anayasa Mahkemesi,
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için
kişinin itibarına yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini
isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek
şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 39; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 45, 56).
22. Öte yandan ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini
oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için
gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından
kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için
değil, incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de
geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara
tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının
ikna edici olması gerekir (bkz. Abdullah
Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014
[GK], § 95; Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 48; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 55; başka kararlar yanında
bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
23. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip
olarak, başvurunun ihtilaflı makale ve sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın
26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu makaleye veya sözlere konu
olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak
yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde Anayasa’nın anılan maddelerinde
korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya
çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa
Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun
bir şekilde bir denge kurmaları gerekir.
24. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu
şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp
sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya
sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi), haber veya makalenin
konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
ile haber veya makalenin yayımlanma şartları (bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 66-73; Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§ 58-66; Nihat
Özdemir, B.No: 2013/1997, 8/4/2015 [GK],
§§ 54-61; Ali Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No:
2013/1640, 15/4/2015, §§ 42-50).
25. Başvurucu, Ceza ve Tevkif Evleri
Genel Müdürü olduğu dönemde Özdemir Sabancı suikastının sanığının cezaevinde
öldürülmesi olayı ile ilişkilendirildiğini, faili meçhul cinayetlerin üstünü
kapatan ve Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün şüpheli ve sanıklarını koruyan,
onları soruşturan ve yargılayan Cumhuriyet savcısı ve hâkimlerin görevden
alınması için çaba harcayan bir kişi olarak gösterildiğini iddia etmektedir. Ayrıca başvurucu, söz konusu yazıda
kendisinin görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan, halkı ezen,
çeteleri idare eden, yönlendiren ve onlara öldürme talimatı veren, adam
öldürten, hapishanelerdeki infazlarda etkin rol oynayan bir kimse olarak
tanımlandığını ileri sürmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi,
başvurucunun olayların gerçekleştiği tarihlerde Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü olduğunu hatırlatmıştır. İlk Derece Mahkemesine göre söz konusu
yazı basın özgürlüğü sınırlarını aşmayan eleştirel nitelikte bir yazıdır.
26. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına
yönelik bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine karşı davalı, söz
konusu makaledeki bilgilerin gerçek ve güncel olduğunu ve hukuka aykırı bir
yönünün de bulunmadığını ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi söz konusu
davaya benzer davalarda manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişisel haklara
saldırının olması, bu saldırının hukuka aykırı olması ve kişinin haksız olan
eylemden dolayı bir manevi zarar görmesi gerektiğini ifade etmiştir. Mahkemeye
göre, basın özgürlüğünün sınırı, gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal
ilgi, konu ile düşünce arasındaki düşünsel bağlılıktır. İlk Derece Mahkemesi,
dava konusu yazının bir bütün olarak açıklanan düşüncelerin eleştiri
sınırlarında kaldığını ve davacı tarafın kişisel haklarına her hangi bir
saldırı olmadığını kabul etmiştir.
27. Başvurucu ayrıca, başvuru konusu yazıda kendisinin
görevini kötüye kullanan, yasa dışı işler yapan, halkı ezen, çeteleri idare
eden, yönlendiren ve onlara öldürme talimatı veren, adam öldürten,
hapishanelerdeki infazlarda etkin rol oynayan bir kimse olarak tanımlandığını
ve böylece kendisine hakaret edildiğini ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi,
davalının kullandığı şikâyet konusu sözlerin “davacı
tarafın kişisel haklarına herhangi bir saldırı” oluşturmadığını
kabul ederek davayı reddetmiştir. Somut
davada İlk Derece Mahkemesi, davalının kullandığı sert sözlere onun verdiği
anlamın ötesinde anlam yüklemeyi reddetmiştir.
28. İlk olarak, davalının başvuruya konu gazete yazısında
dile getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı
sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının
kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya
makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine, yazının
bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok
üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 74). Basının genel yarar
nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna,
kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
29. Şikâyet konusu gazete makalesinin yayımlandığı dönem,
ülkede sivil hükümete karşı darbe hazırlığı yapıldığına ilişkin iddialar
üzerine başlatılan ve “Ergenekon
soruşturmaları” adı verilen bir dizi soruşturmanın devam ettiği bir
dönemdir. Üstelik daha önce cezaevlerinde bazı hükümlü ve tutuklular ile asker
ve sivil görevlilerin ölümü ve yaralanmasına neden olan olayların meydana
geldiği sırada Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü yapmış olan başvurucu
makalenin yayınlandığı tarihte Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)
üyesidir. O dönemde basın ve yayın organlarında, başvurucunun Ergenekon
davalarına bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmasına ilişkin
talepleri olduğu, Ergenekon davası sanıklarından bazıları ile görüştüğü yönünde
pek çok haber yayımlanmaktadır.
30. Davalı, bir bütün olarak yazıda, başvurucu da dâhil olmak
üzere bazı faili meçhul cinayetlere ve hukuksuzluklara adları karışan kişilerin
güçlü ve kariyer sahibi olmalarına rağmen toplumsal sarsıntılara yol açan
olaylara neden olmalarını sorgulamaktadır. Davalı, başvurucu hakkındaki
iddiaları oldukça sert bir biçimde eleştirmiştir. Söz konusu sert sözlerde davalı, makalenin yayımlanma tarihine kadar
geçen süreçte Türkiye’de “devlete hizmetten
madalyalar almış adamların… ister gerçek ister yalan
olsun” şaibeli durumlarının yol açtığı toplumsal sarsıntılardan
bahsetmekte, “generaller, rektörler,
yargıçlar, medya patronları, polis şefleri, sermaye sahipleri”
olarak saydığı bazı kişilerin isimlerinin karıştığı cinayet ve faili
meçhullerin, “kirli işlerin”
toplumu hasta ettiğini, toplumun yaşama arzusunu ve ümidini yitirmesine neden
olduğunu ileri sürmektedir. Bu bakımdan söz konusu makalede sarf edilen
sözlerin, genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sundukları kabul
edilmelidir.
31. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu
görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu
görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için
bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan
hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan
korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı
sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum
yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve
itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir
(benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 85).
32. Buna karşılık başvurucu, makalede sözü edilen Ergenekon
soruşturmalarına ve davalarına bakan hâkim ve savcıların görevden alınmasına
ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyelerince seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın yönetsel bir kurul olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. Başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde ve halen
Türkiye kamuoyunda oldukça tanınan bir yüksek bürokrat olduğu ve itiraz
götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, onun az bilinen bir kişi olduğu
iddia edilemez. Dolayısıyla başvurucu Türk yargı sistemi için son derece önemli
olan ve gazete makalesinin yayınlandığı sırada bulunduğu HSYK üyeliği görevi
nedeniyle ve daha önce yaptığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü nedeniyle
eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
33. Diğer yandan, söz konusu gazete makalesi nedeniyle
başvurucunun kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde etkilenmediği göz
önünde tutulmalıdır. Nitekim başvurucu, gazete makalesinin yayınlandığı dönemde
HSYK üyeliğini devam ettirmiştir ve halen Yargıtay üyesi olarak kariyerine
devam etmektedir.
34. Son olarak başvuruya konu sözlerde abartıya kaçılmadığı
da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın
ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir
(Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §
76; Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).
35. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle
aktarılacağına ancak bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu
bağlamda Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin
içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu
hatırda tutulmalıdır (bkz. Ali Suat Ertosun,
B.No: 2013/1047, 15/4/2015,
§ 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57).
36. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın
özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının
korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, söz konusu yazının “gerçeklik,
güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi, konu ile düşünce arasında düşünsel
bağlılık temel kuralları” ile belirlenen basın özgürlüğü sınırları
içerisinde kaldığına karar vermiştir.
37. Bu şartlarda, yukarıdaki
değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken
sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece
mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik
saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 21/5/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.