TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞENEL TUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/1995)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
|
Başvurucu
|
:
|
Şenel TUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Deniz AKA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, iş kazasından
doğan zararın tazmini istemiyle 18/1/2005 tarihinde
açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, Ordu İş Mahkemesince düşük
hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim yapılarak hükmedilen maddi
tazminatın Yargıtay tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer
Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını belirterek adil yargılanma hakkı
ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat
isteminde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 12/3/2013
tarihinde Ordu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet
Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 23/8/2013 tarihli görüş yazısı 13/9/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını
23/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle
şöyledir:
7. Başvurucu, iş sözleşmesine
bağlı olarak çöp toplama işinde çalışmakta iken 5/4/2000
tarihinde geçirdiği iş kazası nedeni ile malul olduğunu belirterek, maddi ve
manevi zararlarının tazmini ve diğer işçi alacaklarının tahsili istemiyle
18/1/2005 tarihinde Ordu İş Mahkemesinde, Ordu Belediye Başkanlığı, Torunlar
İnşaat Taah. Nakliyat Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. ve Or-bel İnşaat Ticaret ve
Sanayi A.Ş. aleyhine dava açmıştır.
8. Diğer işçi alacaklarının
tahsiline ilişkin davanın tefrik edildiği maddi ve manevi tazminat talebine
ilişkin dava, Ordu İş Mahkemesinin 14/4/2009 tarih ve
E.2005/17, K.2009/134 sayılı kararıyla, “Davacının
[başvurucu], 5/4/2000 tarihinde
geçirdiği iş kazası sonucu %12,1 derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda
davacının %25, davalı belediyenin %25, davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50
oranında kusurlu oldukları, davalı Orbel İnşaat
şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, davacının kusur tenzili maddi zararının
20.591,37 TL olduğu, bundan 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı [mülga] Borçlar Kanunu’nun 44. maddesi uyarınca %35
hakkaniyet indirimi sonucu 13.384,39 TL olacağı, bu miktardan en son peşin
sermaye değeri olan 12.161,56 TL’nin düşülmesi sonucu talep edebileceği maddi
zararının 1.222,83 TL olacağı, olayın oluş şekli, maluliyet oranı ve kusur
durumu dikkate alındığında manevi tazminat talebinin kısmen kabulü gerekeceği…”
belirtilerek davanın kısmen kabulüne, 1.222,83 TL maddi tazminat
alacağının ve 500,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
9. Taraflar tarafından temyiz
edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/11/2010
tarih ve E.2009/10925, K.2010/10997 sayılı ilamıyla, “manevi tazminat tutarını belirleme görevi hâkimin
takdirine bırakılmış olmakla birlikte hâkimin bu hakkını kullanırken olaya özgü
bazı unsurları göz önünde bulundurması gerektiği, belirlenecek tazminat
miktarının caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği göz önünde
bulundurulduğunda hükmedilen tazminat miktarının çok az olduğu, zararın
tazmininin borçluları zor durumda bırakmayacağının anlaşılması nedeniyle 818
sayılı [mülga] Kanun’un 44.
maddesinin ikinci fıkrasının uygulanma koşullarının bulunmadığı gözetilmeksizin
hakkaniyet indirimi yapılmasının isabetsiz olduğu, hakkaniyet indirimi
uygulanmasına ilişkin kabule göre ise, tazminat miktarının belirlenmesinde
maluliyet oranı, kusur oranı, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin
sermaye değerinin ve diğer yasal indirimlerin yapılmasından sonra tazminat
miktarının belirlenmesi gerekirken, önce hakkaniyet indirimi yapılıp daha sonra
peşin sermaye değeri indirimi yapılmasının hatalı olduğu” gerekçesiyle
bozulmuştur.
10. Ordu İş Mahkemesi bozma
kararına uyarak verdiği 24/3/2011 tarih ve E.2011/10,
K.2011/98 sayılı kararıyla, “davacının [başvurucu] 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu %12,1
derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda davacının %25, davalı belediyenin %25,
davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50 oranında kusurlu oldukları, davalı Orbel İnşaat şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı,
davacının kusur tenzili maddi zararının 20.591,37 TL olduğu, bu miktardan en
son Peşin Sermaye Değeri olan 12.161,56 TL’nin düşülmesi sonucu talep
edebileceği maddi zararının 8.429,81 TL olacağı, manevi tazminat talebinin ise
olay nedeni ile uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün kısmen de olsa
giderilmesi amacına yönelik olup, haksız zenginleşmeye neden olmayacak
hakkaniyete uygun bir miktarda takdir edilmesi gerektiği, olayın oluş şekli, müterafik kusur oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu,
hak ve adalet kurallarına göre 5.000,00 TL manevi tazminata hak kazandığı” gerekçesiyle
davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.
11. Davalılar tarafından
tümüyle, davacı (başvurucu) tarafından ise yalnızca manevi tazminat miktarı ve
tazminat miktarlarının davalıların kusurları oranında tahsiline hükmedilmesi
yönünden temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin, 26/11/2012 tarih
ve E.2011/10269, K.2012/21230 sayılı ilâmıyla, “dosyadaki
yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre…, davalıların tüm, davacının ise tazminatın tahsiline
ilişkin itirazı dışındaki temyiz itirazlarının reddine” şeklindeki
gerekçe ile tazminat miktarının davalılardan müştereken tahsili yerine
kusurları oranında tahsiline hükmedilmesinin yerinde olmadığı belirtilerek
düzeltilerek onanmıştır.
12. Onama kararı başvurucuya 13/2/2013 tarihinde Mahkeme kaleminde tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu, 12/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
14. Bkz. B.No:
2013/6792, 18/6/2014, §§ 16-20.
15. 818 sayılı mülga Kanun’un
47. maddesi şöyledir:
“Hâkim, hususi halleri nazara alarak cismani,
zarara duçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi
zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine
karar verebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
12/3/2013 tarih ve 2013/1995 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 18/1/2005
tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, Ordu İş Mahkemesince
düşük hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim yapılarak hükmedilen maddi
tazminatın Yargıtay tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer
Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını belirterek adil yargılanma hakkı
ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Maddi Tazminat Miktarına İlişkin İhlal
İddiası
18. Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemli
davasının temyiz incelemesinde olduğu sırada 11/1/2011
tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiğini, söz konusu
Kanun’un 55. maddesi gereği, bedensel zararlara ilişkin tazminat miktarı
belirlenirken Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenen gelirlerin ilk
peşin sermaye değerinin rücu edilebilen kısmının hesaplanarak zarar tutarından
indirilmesi gerektiğini, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin bu hükmü dikkate
almaksızın onama kararı verdiğini, benzer davalarda söz konusu hüküm
uygulanarak kararların bozulduğunu, bu nedenle adil yargılanma hakkının ve
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19. Başvurucu, benzer davalarda
Yargıtay’ın bozma kararı vermesine rağmen, kendi davasında onama kararı
vermesinin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüşse de başvurucunun
anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında
değerlendirilmiştir.
20. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, başvurucunun iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlara yönelik olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
21. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı
beyanında, başvuruya konu davanın temyiz incelemesinde olduğu sırada 6098
sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiğini ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin bu hükmü
esas alarak bozma kararları verdiğini, kendi davasında ise bu hususu gözden
kaçırdığını belirtmiştir.
22. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
23. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
24. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu
yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.
25. Temel hak ve özgürlüklere
saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun
davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari
mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
26. Bireysel başvurunun ikincil
niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği
iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne
uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu
mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için
gerekli özeni göstermiş olması gerekir (B. No: 2012/946, 26/3/2013,
§ 19).
27. Bireysel
başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (B. No:
2012/946, 26/3/2013, § 20).
28. 6100 sayılı Kanun'un 26.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla
bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep
sonucundan daha azına karar verebilir.”
29. Somut olayda başvurucu, Ordu İş Mahkemesinin 14/4/2009 tarihli kararına karşı verdiği 29/4/2009 tarihli
temyiz dilekçesinde ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/11/2010 tarihli bozma
ilamından sonra verdiği 7/2/2011 tarihli bozma ilamına karşı beyan dilekçesinde
Mahkeme tarafından hükmedilmesi gereken maddi tazminat miktarının 8.429,81 TL
olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, Ordu İş Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli kararıyla 8.429,81 TL maddi tazminata
hükmetmesinin ardından verdiği 18/4/2011 tarihli temyiz dilekçesinde de
hükmedilen maddi tazminat miktarına dair bir itiraz ortaya koymamıştır. Sonuç
olarak, başvurucunun kendi davasına uygulanmadığını ileri sürdüğü düzenlemenin
uygulanmasının maddi tazminat miktarının hesaplanmasına ilişkin olduğu ve
başvurucunun maddi tazminat miktarına ilişkin bir uyuşmazlığı temyiz aşamasına
taşımadığı anlaşılmaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru
yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Manevi Tazminat Miktarına İlişkin İhlal
İddiası
31. Başvurucu, iş kazasından
doğan zararın tazmini istemli davasının yargılaması sonucunda hükmedilen manevi
tazminat miktarının düşük olduğunu, Yargıtay’ın benzer davalarda tazminatı az
bularak bozma kararları vermesine rağmen bu kararı onamasının çelişki
oluşturduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
32. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, başvurucunun taleplerinin Derece Mahkemeleri tarafından incelenerek
davanın kısmen kabulüne karar verildiği, bu durumda başvurucunun iddialarının
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara yönelik olup olmadığının
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
33. Başvurucu Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
35. 6216
sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
36. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
37. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
38. Başvuru konusu olayda
Mahkemece, başvurucunun iddiaları ve tüm deliller birlikte incelenmiş,
Yargıtay’ın 8/11/2010 tarihli bozma kararı da
değerlendirilerek (bkz. § 9), manevi tazminat talebinin olay nedeni ile
uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi
amacına yönelik olduğu ve manevi tazminatın haksız zenginleşmeye neden
olmayacak hakkaniyete uygun bir miktarda takdir edilmesi gerektiği göz önünde
bulundurularak, olayın oluş şekline, müterafik kusur
oranlarına, başvurucunun duyduğu elem ve ızdırabın
derecesine, tarafların sosyal ve ekonomik durumuna, hak ve adalet kurallarına
göre, 5.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Yargıtay tarafından,
Mahkemece verilen karar, manevi tazminat miktarı yönünden usul ve yasaya uygun
bulunarak başvurucunun bu yöndeki temyiz itirazları reddedilerek onanmıştır.
39. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, sonuç olarak iddiaların özünün Derece
Mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
40. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
dinlenmediğine ilişkin bir iddia, bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi, Derece
Mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan
herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
41. Başvurucu ayrıca, benzer
davalarda Yargıtay’ın bozma kararı vermesine rağmen, kendi davasında onama
kararı vermesinin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun
anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında
değerlendirilmiştir.
42. Aynı hukuki metne ilişkin
olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat
farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak
tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45). Ayrıca, manevi tazminat miktarı her
davanın somut gereklilikleriyle yakından ilişkili olup, olayın oluş şekli,
kusur oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın
derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu gibi birçok değişkene sahiptir.
Bu durumda benzer davalarda manevi tazminat miktarlarına ilişkin farklı
sonuçlar ortaya çıkabileceği hususu dikkate alınmalıdır.
43. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Yargıtay Kararının Gerekçesiz Olduğu İddiası
44. Başvurucu, temyiz incelemesi
sonucu verilen kararın gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
45. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında, temyiz mahkemesinin İlk Derece Mahkemesi kararının hukuka uygun
olduğunu belirtmesinin yeterli olduğu, ayrıca bir gerekçe yazılmasına gerek
bulunmadığı, somut olayda Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin İlk Derece Mahkemesi
kararını, “davacının aşağıdaki bendin
kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine” şeklindeki
ifade ile düzelterek onadığı belirtilmiştir.
46. Başvurucu Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
47. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
48. Anayasa’nın 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.”
49. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak
ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını
sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün
mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden
141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
50. Temyiz merciinin yargılamayı
yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi
kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli
olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da
bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 57).
51. Başvuru konusu olayda, Ordu
İş Mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından, tazminat miktarının davalılardan
müştereken tahsili gerekirken kusurları oranında tahsiline hükmedilmesinin
yerinde olmadığı belirtilerek düzeltilerek onanmış, diğer temyiz itirazları ise
dosyadaki yazılara, dayanılan delillere ve kanuni nedenlere dayalı olarak
reddedilmiştir (bkz. § 11). Dolayısıyla Yargıtay kararının gerekçesiz
olduğundan söz edilemez.
52. Açıklanan nedenlerle,
gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
53. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, başvurucunun yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Başvurucu, 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede
tamamlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
55. Adalet Bakanlığı görüş
yazısında; başvuruya konu yargılama sürecinin, tanıkların dinlenmesi,
delillerin toplanması, keşif ve bilirkişi süreçlerinin tamamlanması için geçen
süreler ve dosyanın iki kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gitmesi
sebepleriyle yaklaşık yedi yılda tamamlandığını, makul süre değerlendirmesinde
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.
56. Başvurucu Adalet Bakanlığı
görüşüne karşı beyanında, davanın karmaşık nitelik taşımadığı, yargılamayı
uzatmaya yönelik usuli işleminin bulunmadığı,
yargılama sürecinin uzamasında ilgili kamu kurumları ve Mahkemenin kusuru
bulunduğu hususlarını ifade etmiştir.
57. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18),
Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
38–39).
58. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
59. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iş kazasından doğan zararın karşılanması istemine ilişkin bir davanın
söz konusu olduğu görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer
alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak
ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 49).
60. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 18/1/2005 tarihidir.
61. Sürenin bitiş tarihi ise
yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 52). Somut yargılama faaliyeti
açısından sürenin bitiş tarihinin, Ordu
İş Mahkemesi kararının Yargıtay tarafından düzeltilerek onandığı 26/11/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
62. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği
gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir
itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı
koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel
mahkemelerin dışında, sözlü yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması
sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce, mümkün
olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B.
No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
63. 6100 sayılı Kanun’un 447.
maddesiyle, daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri
yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da
uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü
yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir
incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek
dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §§ 64-65).
64. Başvuruya konu yargılama
süreci incelendiğinde, dosyanın iki kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne
gittiği, İlk Derece Mahkemesi önündeki toplam yargılama süresinin yaklaşık dört
yıl sekiz ay olduğu, yaklaşık üç yıl üç aylık bir sürenin de Yargıtay önünde
geçtiği anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılama süresinin
büyük oranda delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi, keşif ve bilirkişi
incelemelerinin tamamlanması aşamalarında geçtiği anlaşılmaktadır. İş
ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği, başvurucu açısından taşıdığı
değer ve başvurucunun davadaki menfaati de dikkate alındığında sonuç olarak
yargılamanın, makul görülemeyecek derecede uzun bir süre olan yedi yıl on ay
sekiz günde tamamlandığı görülmektedir.
65. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü
görülmekle, 5521 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için
geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı
Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521 sayılı
Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır (§ 14).
66. İş kazası nedeniyle doğan
zararın tazmini istemiyle açılan ve 5521 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama
usullerine tabi mahkemeler önünde görülen yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet
eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2013/4701, 23/1/2014,
§§ 35-51).
67. Başvuruya konu yargılama
sürecinin değerlendirilmesi neticesinde, hukuki meselenin çözümündeki güçlük,
maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında davanın
karmaşık nitelik taşımadığı, başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ya da usuli haklarını kullanırken özensiz davranarak yargılamanın
uzamasına önemli ölçüde sebep olmadığı da dikkate alınarak, somut başvuru
açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz
konusu yedi yıl on ay sekiz günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
68. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
69. Başvurucu, adil yargılanma
hakkının ihlali nedeniyle başvuru
tarihinden itibaren işleyecek
yasal faiz ile birlikte 46.778,94 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
70. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
71. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl on ay sekiz günlük yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya net
7.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
73. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Maddi
tazminat miktarına ilişkin ihlal iddialarının “başvuru
yollarının tüketilmemesi”,
2. Manevi
tazminat miktarına ilişkin ihlal iddialarının “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
3.
Yargıtay kararının gerekçesiz olduğu yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Yargılama
süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 7.600,00 TL manevi
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.