TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABDÜLKERİM BABİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2550)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
1- Abdülkerim BABİR
|
|
|
2- Bahattin YILDIZ
|
|
|
3- Ali KESKİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ramazan GÖNEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, hisse sahibi oldukları taşınmazın TOKİ
tarafından kamulaştırılması amacıyla açılan bedel tespiti ve tescil davasının
makul süreyi aşması, dava tarihine göre belirlenen bedelin dava sonunda faiz
işletilmeden kendilerine ödenmesi ve bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuşlardır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 9/4/2013 tarihinde
İstanbul Anadolu 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 7/10/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/9/2014
tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 27/10/2014
tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucularla beraber çok sayıda kişinin hisse sahibi
olduğu Tuzla İlçesi, Orhanlı beldesi, 2 pafta, 871 parsel sayılı 17.500 m2
alanlı taşınmaz hakkında kentsel hizmet alanı olarak kullanılmak üzere TOKİ
Başkanlığı tarafından 7/5/2004 tarihinde kamulaştırma
kararı alınmıştır.
8. Uzlaşma sağlanamaması üzerine TOKİ Başkanlığı, 22/9/2005 tarihinde Tuzla Asliye Hukuk Mahkemesinde
(Mahkeme) bedel tespiti ve tescil davası açmıştır.
9. Mahkeme, 5/7/2006 tarih ve
E.2005/784, K.2006/545 sayılı kararı ile davayı kabul ederek arazi olarak kabul
ettiği taşınmazın m2’si 35 TL bedelle TOKİ adına tesciline karar vermiştir.
Kararla başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e 12.740,00
TL, Bahattin YILDIZ’a 9.240,00 TL ve Ali KESKİN’e 8.890,00 TL kamulaştırma bedeli ödenmiştir.
10. Mahkemenin kararı temyiz edilmiş, temyiz talebinde
değerin olması gerekenden düşük tespit edildiği, daha önce var olan 1/5000 lik imar planının dava tarihi itibariyle iptal edilmesi
nedeniyle idarenin kötü niyetli olduğu ileri sürülmüştür.
11. Dosya birkaç defa eksik evrak gerekçesiyle iade
edilmiştir. Dosyanın ikmali sonrası Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, 18/1/2010 tarih ve E.2009/17732, K.2010/528 sayılı kararıyla
taşınmazın arsa olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle ilk derece
mahkemesi kararını bozmuştur.
12. Davayı tekrar ele alan Mahkeme, bozma kararına uyarak
mahallinde tekrar keşif yapmış ve uzman bilirkişilerden rapor alınmasına karar
vermiştir. 14/3/2011 tarihli yeni bilirkişi raporuyla
m2’si 70 TL üzerinden arsa niteliğindeki taşınmazın değeri belirlenmiştir.
13. Başvurucu vekili m2’si 70 TL üzerinden belirlenen bedelin
de düşük olduğunu, yeni bir bilirkişi raporu daha alınmasını istediklerini,
ayrıca faiz talep ettiklerini Mahkemeye beyan etmiştir.
14. Mahkeme, 25/5/2011 tarih ve
E.2010/465, K.2011/362 sayılı kararıyla davacıların itirazlarını
değerlendirmiş, ancak bilirkişi raporunun dosyanın kapsamı ve Yargıtay
içtihadına uygun olduğu gerekçesiyle itirazları reddederek m2’si 70 TL
üzerinden arsa niteliğindeki taşınmazın TOKİ adına tesciline ve ilk kararı
temyiz eden davalılara fark bedellerinin hisseleri oranında ödenmesine karar
vermiştir. Mahkeme faiz talebini ise hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle
reddetmiştir. Kararla başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e
12.740,00 TL, Bahattin YILDIZ’a 9.240,00 TL ve Ali KESKİN’e 8.890,00 TL fark bedeli olarak ödenmiştir.
15. Temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi,
bu defa 16/4/2012 tarih ve E.2011/20912, K.2012/7865
sayılı kararıyla bir kısım davalılar yönünden kararı bozmuş, başvurucular
yönünden ise kararı onamıştır.
16. Başvurucuların karar düzeltme talebi Yargıtay aynı
Dairesinin, 13/12/2012 tarih ve E.2012/19400,
K.2012/26495 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar başvurucular yönünden aynı
tarihte kesinleşmiştir.
17. Kesinleşen karar başvurucuların vekiline 13/3/2013 tarihli duruşmada tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 9/4/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
19. Davanın temyizde bozulan kısmı ile ilgili yargılama
Mahkemede E.2013/36 sayısı ile devam etmektedir.
B. İlgili Hukuk
20. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece
tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı 10.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile
yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine
müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en
geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya
katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.
…
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hâkim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası
için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler
marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için
mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin
beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz
malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde
mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara
tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hâkim, taraflar veya vekillerini ve
bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa
itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde
gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak
üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve
bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve
hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen
bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir.
… İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına… dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare
adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir
ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil
hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
(Ek fıkra: 11/04/2013-6459
S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde
sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden
itibaren kanuni faiz işletilir.
…”
21. 2942 sayılı Kanun’un 24/4/2001
tarih ve 4650 sayılı Kanunla değişik 11. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer
artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr
dikkate alınmaz.”
22. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 9/4/2013 tarih ve 2013/2550 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
24. Başvurucular, hisse sahibi
oldukları taşınmazın TOKİ Başkanlığı tarafından kamulaştırılması amacıyla
açılan bedel tespiti ve tescil davasının 7 yılı aşan sürede tamamlanması, dava
tarihine göre belirlenen bedelin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine
ödenmesi ve dava sürecinde bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi
nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürerek düşük değer tespiti nedeniyle toplam 114.660,00 TL, faiz ödenmemesi
nedeniyle toplam 215.000,00 TL maddi ve her birine 10.000,00 TL manevi tazminat
ödenmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
25. Başvurucular, somut başvuruya konu bedel tespiti ve
tescil davasının 7 yılı aşan sürede tamamlanması, dava tarihine göre belirlenen
bedelin dava sonunda faiz işletilmeden kendilerine ödenmesi ve dava sürecinde
bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi nedenleriyle mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi,
başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp,
somut dava ve buna bağlı olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder.
26. Başvurucuların bedelin olması gerekenden düşük tespit
edilmesi ve bu nedenle maddi zarara uğradıklarına dair şikâyetlerinin özü,
nihai Mahkeme kararının sonucunun hakkaniyete uygun olmadığına ilişkin olup, bu
şikâyet yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında
değerlendirilecektir. Başvurucuların makul süre ve faiz ödenmemesi nedeniyle
mülkiyet hakkına ilişkin şikâyetleri ise ayrıca incelenecektir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
i. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
27. Başvurucular aleyhlerine açılan kamulaştırma bedelinin
tespiti ve tescil davasında, taşınmazın değerinin olması gerekenden ve yakın
çevredeki taşınmazların önceki kamulaştırma davalarında belirlenen m2 birim
değerinden düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürerek maddi tazminat talep etmişlerdir.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
31. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
32. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun yukarıdaki iddiaları
incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına,
derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümün âdil olmamasına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
33. 2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri uyarınca
tarafların kamulaştırma kararı sonrasında bedel hususunda anlaşamamaları
halinde dava tarihine göre taşınmazın bedelinin mahkemece adil ve hakkaniyete
uygun bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir.
34. Başvuruya konu davada davalıların
arsa vasıflı taşınmazın arazi olarak bedelinin belirlenmesi nedeniyle temyiz
talepleri haklı görülerek Yargıtay’ca bozulmuş, davayı tekrar ele alan Mahkeme,
2942 sayılı Kanun’un 10. maddesi doğrultusunda kamulaştırmaya konu taşınmaza
ilişkin tapu kayıtlarını, kroki bilgilerini ve emsal satış bedellerini gösterir
belgeleri temin etmiş, yerinde keşif yapmış, Yargıtay bozma ilamında gösterilen
şekilde bilirkişi raporuyla bedel tespiti yaptırmış, başvurucular dâhil
taraflara itiraz hakkı tanımış ve usulüne uygun olarak ve gerekçesini
açıklayarak kamulaştırma bedelini tespit etmiştir. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi ise,
yaptığı temyiz incelemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti konusunda bir
isabetsizlik olmadığına karar vermiştir.
35. Başvurucu, yargılama sürecinde
karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi
delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan
delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan
herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
36. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun belirtilen
iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu ve derece
mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik de içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Makul Süre ve Mülkiyet Hakkına İlişkin
Şikâyetler
37. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda,
başvurucuların makul süre ve faiz ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkına ilişkin
şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu şikâyetler yönünden kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
i. Mülkiyet Hakkı
38. Başvurucular dava tarihi itibarıyla tespit edilen
kamulaştırma bedelinin dava sonunda faiz işletilmeden ödenmesinden şikâyet
etmekte ve kamulaştırma bedeline dava tarihinden ödeme tarihine kadar kamu
alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanarak belirlenecek meblağın
tazminat olarak ödenmesini talep etmektedirler.
39. Anayasa’nın “Mülkiyet
Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
40. Anayasa'nın “Kamulaştırma”
kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde,
gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz
malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre,
kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma
bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. …
Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş
yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
…
İkinci
fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş
kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz
uygulanır.”
41. Anayasa'nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
42. Somut başvuruda başvurucu, kamulaştırmanın kamu yararı
şeklinde meşru bir amaca yönelik olmadığı yönünde bir şikâyette
bulunmamaktadır. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucularla beraber çok
sayıda kişinin hisse sahibi olduğu taşınmazın kentsel hizmet alanı olarak
kullanılmak üzere kamulaştırıldığı ve kamulaştırma sürecinin 2492 sayılı
Kanun’a uygun olarak sürdürülerek tamamlandığı görülmektedir. Bu durumda
mülkiyetten yoksun bırakmanın meşru amacının bulunduğu ve kanuna uygun olarak
yapıldığı anlaşıldığından başvurucuların faiz ödenmemesine yönelik şikâyetleri
Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri kapsamında ölçülülük ilkesi yönünden
incelenecektir.
43. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri
ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek
suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük
ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında
adil bir denge kurulması gerekmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 37).
44. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen
kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası
olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından
sona erdirilmesidir. Kamu yararı bulunması, kamulaştırma kararının yasada
gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden
ödenmesi kamulaştırmanın anayasal öğeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
45. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden
arındırılarak güncelleştirilmesi, yani kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi
arasında geçen süredeki hissedilir değer kaybını telafi edecek biçimde faiz
uygulanması gerekir (Scordino/İtalya (no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).
46. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre;
kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun
uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi
taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına
uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan
içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak
kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18.
Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002).
Dolayısıyla dava sonunda tespit edilen kamulaştırma bedelinin dava tarihinden
itibaren devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizle ödenmesi talebinin
yasal bir dayanağı veya yargı kararlarıyla oluşmuş ve istikrar kazanmış bir
uygulaması bulunmamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 50).
47. Bununla beraber uzun süren kamulaştırma bedelinin tespiti
davalarında dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedeli, dava sonunda
faiz işletilmeden taşınmazı kamulaştırılan bireylere ödenerek bireylerin
almaları gereken bedelin enflasyon karşısında aşınmasına neden olunmaktadır.
Taşınmazı kamulaştırılan kişilere ödenen kamulaştırma bedelinin kişinin
uğradığı zararı telafi edebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığı olması
yanında ayrıca ödenen bedelin tespitiyle ödenmesi arasında geçen dönemde
gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir derecede değer kaybetmemiş olması
gerekir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 59).
48. Bir eşyanın devir tarihindeki bedelinin daha sonra
ödenmesi durumunda arada geçen sürede enflasyon nedeni ile paranın değerinde
oluşan hissedilir aşınma ile mülkiyetin gerçek değeri azaldığı gibi bu bedelin
tasarruf veya yatırım aracı olarak getirisinden yararlanmak imkânı da
bulunmamaktadır. Bu şekilde kişiler mülkiyet haklarından mahrum edilerek haksızlığa
uğratılmaktadır (AYM, E.2008/58, K.2011/37, K.T. 10/2/2011).
49. Nitekim kanun koyucu bahsedilen husustaki yasal eksikliği
gidermek ve kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında davanın zamanında
sonuçlandırılamaması halinde yargılama sürecinde kamulaştırma bedelinin
enflasyon etkisiyle uğrayacağı değer kaybını telafi ederek benzer
mağduriyetlerin önlenmesi maksadıyla 6459 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle 2942
sayılı Kanun’un 10. maddesine fıkra ekleyerek “Kamulaştırma
bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması
hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz
işletilir.” hükmünü getirmiş ve zamanında tamamlanamayan
kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında ödemenin yapıldığı tarihe kadar kamulaştırma
bedeline faiz ödenmesi imkânını tanımıştır (B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 53).
50. Somut başvuruya konu kamulaştırma işleminde ise dava,
bahsedilen kanun hükmünün yürürlüğe giriş tarihinden önce sonuçlandığından
yasal faiz ödemesi yapılmamıştır. Bu durumda kamulaştırma sürecinde kamu
yararına ulaşmak için kullanılan yöntemler ile izlenen amaç arasında makul bir
orantılılığın ve mülkünden mahrum bırakılan başvurucunun orantısız ve aşırı bir
yüke maruz kalıp kalmadığının araştırılması gerekmektedir.
51. Başvuru konusu kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili
davası, 22/9/2005 tarihinde Tuzla Asliye Hukuk
Mahkemesinde açılmış, Mahkemenin 5/7/2006 tarihli kararıyla başvuruculardan
Abdülkerim BABİR’e 12.740,00 TL, Bahattin YILDIZ’a 9.240,00 TL ve Ali KESKİN’e
8.890,00 TL kamulaştırma bedeli ödenmiştir. Mahkemenin ilk kararının
Yargıtay’ca bozulmasından sonra davayı tekrar ele alan Mahkemenin 25/5/2011 tarihli kararıyla davalılar adına bankaya bloke
edilen aynı miktarlı fark bedellerinin ödenmesine karar verilmiştir. Bu durumda
dava tarihi esas alınarak tespit edilen kamulaştırma bedeli başvuruculara ilki
dava tarihinden 10 ay sonra diğeri ise 5 yıl 8 ay sonra olmak üzere iki aşamada
ödenmiştir. Merkez Bankası verilerine göre davanın açıldığı ve bedel tespitinde
esas alınan Eylül 2005 ile ilk ödemenin yapıldığı Temmuz 2006 tarihi arasında
enflasyonda meydana gelen artış % 9,63, dava tarihiyle ikinci ödemenin
yapıldığı Mayıs 2011 tarihi arasında enflasyonda meydana gelen artış ise %
61,25’tir.
52. Dava tarihine göre belirlenerek başvurucular Abdülkerim
BABİR, Bahattin YILDIZ ve Ali KESKİN yapılan ödemelerin enflasyon karşısında
uğradığı değer kaybını telafi edecek fark sırasıyla 9.030,00 TL, 6.549,00 TL ve
6.301,00 TL’dir.
53. Yukarıdaki tespitler doğrultusunda, kamulaştırma
bedelinin dava açıldığı tarihteki değeri ile ödendiği tarihteki değeri arasında
gözlemlenen farkın kamulaştırma bedeline faiz eklenmemesinden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır. Ödenmeyen enflasyon farkı, bireylerin mülkiyet hakkının
korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozarak ve
Anayasa’da yer alan ölçülülük ilkesine aykırı bir şekilde başvurucular üzerinde
orantısız ve aşırı bir yük oluşturarak, başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal
etmektedir.
54. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu kamulaştırma bedelinin tespiti davasında dava
tarihine göre belirlenen kamulaştırma bedelinin başvurucuya ilki 10 ay ikincisi
ise 5 yıl 8 ay sonra olmak üzere iki aşamada ve faiz işletilmeden ödendiği, bu
süre zarfında Merkez Bankası verilerine göre enflasyonda meydana gelen artışın
% 9,63 ve % 61,25 olduğu, bahsedilen değer kaybı oranı dikkate alındığında,
başvurucuların üzerine idarenin ulaşmak istediği meşru kamu yararı ile haklı
gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı yüke sebep olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
55. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
56. Başvurucular, 2005 yılında hisse sahibi oldukları
taşınmazla ilgili olarak açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil
davasının kendileri yönünden 2012 yılı sonunda kesinleşmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
57. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18)
58. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.”
59. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması,
yargının görevidir.”
60. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına
sahiptir.”
61. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır.
Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
62. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
63. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
40).
64. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41–45).
65. Ancak, belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
66. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
67. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede
karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi
nezdinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescile ilişkin bir davanın
söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 49).
68. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 22/9/2005
tarihidir.
69. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş
tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Yargıtay 5. Hukuk
Dairesine E.2012/19400, K.2012/26495 sayılı kararın verildiği 13/12/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
70. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın
başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
71. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun hisseli taşınmaza ilişkin kamulaştırma bedelinin tespiti
ve tescil talebi olduğu, 22/9/2005 tarihinde açılan
davanın yargılama sürecinde ilk derece mahkemesince verilen ilk kararın temyiz
incelemesi neticesinde bozulduğu, bozma kararını takiben mahkemenin E.2010/465
sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması sonucunda verilen kararın tekrar
temyiz edildiği ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin E.2012/19400, K.2012/26495
sayılı kararı ile başvurucular yönünden kesinleştiği anlaşılmaktadır.
72. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi
önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları
konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu
olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 22).
73. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64),
başvuruya konu davada yer alan kişi (193 davalı) sayısı ve davanın mahiyeti
nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın
karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında,
somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön
bulunmadığı ve söz konusu yedi yılı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucular, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma
bedelinin dava sonunda kendisilerine enflasyon farkı
uygulanmaksızın ödenmesi ve bedelin olması gerekenden düşük tespit edilmesi
nedenleriyle maddi tazminata hükmedilmesini
talep etmişlerdir. Başvurucular ayrıca yargılamanın makul süreyi aştığını dile
getirerek manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
76. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvuruculara dava tarihine göre
belirlenen kamulaştırma bedelinin başvurucuya ilki 10 ay ikincisi ise 5 yıl 8
ay süren davalar sonunda iki aşamada ve faiz işletilmeden ödendiği, faiz
işletilmeden yapılan ödemeler sonucu kamulaştırma bedelinde bu sürede
gerçekleşen %9,63 ve %61,25 oranındaki enflasyon nedeniyle ciddi bir değer
kaybı oluştuğu, bu durumun başvurucular üzerinde idarenin ulaşmak istediği
meşru kamu yararı ile haklı gösterilemeyecek şekilde orantısız ve aşırı bir yük
oluşturduğu anlaşıldığından, bahsedilen maddi değer kaybını telafi edebilmek
için başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e net 9.030,00
TL, Bahattin YILDIZ’a net 6.549,00 TL ve Ali KESKİN’e net 6.301,00 TL maddi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
78. Başvurucular tarafından bedelin olması gerekenden düşük
tespit edilmesi nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber,
tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından ve başvurucunun bu iddiası açıkça dayanaktan
yoksunluk nedeniyle kabul edilemez bulunduğundan, başvurucuların diğer maddi
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
79. Başvuruya konu asliye hukuk mahkemesinde görülen ve çok
sayıda davalısı bulunan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasının,
yedi yıl aşan sürede sonuçlandırılması sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuların her birine takdiren net 2.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
80. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet ve makul sürede yargılanma haklarına ilişkin
iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların,
1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculardan Abdülkerim BABİR’e net 9.030,00 TL, Bahattin YILDIZ’a
net 6.549,00 TL ve Ali KESKİN’e net 6.301,00 TL maddi
ve başvurucuların her birine net 2.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin
diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine,
10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.