TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU (3)
|
(Başvuru Numarası: 2013/2060)
|
|
Karar Tarihi: 20/05/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Ali Suat ERTOSUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Rabiya
BALKANLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, bir internet sitesinde yayınlanan makalede
kullanılan sözlerin kişilik haklarını zedelediğini ve şeref ve itibarının
korunması hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde
Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 20/10/2014
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014
tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 15/1/2015 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği,
başmüfettişliği, daha sonra Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürlüğü ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yapmıştır.
Başvurucu halen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır.
9. Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı olan
avukat Taylan Tanay tarafından, 31/7/2009 tarihinde,
Ertuğrul Kürkçü'nün sahibi olduğu www.bianet.org adlı internet sitesinde “Ali Suat Ertosun’un Yeri HSYK Koltuğu Değil Sanık
Sandalyesidir” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Makale şöyledir:
“Adalet Bakanlığı tarafından 6 Temmuz'da,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) "Adli Yargı Unvanlı Hâkim ve
Cumhuriyet Savcıları Hakkındaki Kararname" ile "İdari Hâkim ve
Savcılarına Ait Kararname" Taslakları sunuldu. Her iki taslağın
görüşülmesi sırasında, Kurul'un doğal üyesi olan Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile
Kurul'un diğer seçilmiş ve atanmış beş üyesi (üç Yargıtay ve iki Danıştay)
arasında "tartışmalar" yaşandı.
Kamuoyunun da yakından takip ettiği bu
tartışmalar özellikle Ergenekon Davasını/Soruşturmasını yürüten hâkim ve
savcıların atanması ve Kurul'un Yargıtay kökenli üyesi Ali Suat Ertosun ismi
üzerinden yürütüldü. HSYK'nin beş üyesi ile hükümet
(Adalet Bakanı ve Müsteşarı) arasında yapılan pazarlık sonucu oluşan geçici
mutabakat sonucunda, 27 Temmuz'da, kararnamelerin kalan kısmı yayımlandı ve
Kurul çalışmalarını tamamladı.
Kriz bitmedi, en iyimser tabirle ancak bir
sonraki kararname dönemine kadar ertelendi. Kriz, HSYK'nin
yapısında ve işleyinde kapsamlı değişiklikler
yapılmadan, savcı ve hakimlerin örgütlenme özgürlüğü
önündeki engeller kaldırılmadan, hakim alt kültüründe bir dönüşüm yaşanmadan ve
daha da önemlisi adil bir yargı sistemi kurulmadan bitmeyecek. Kurul'un
çalışmalarını tamamlanmasına rağmen karşılıklı açıklama ve suçlamaların sürmesi
de bunu gösteriyor.
Tanık olduğumuz, "adalet"i
sağlamayı kendine dert etmeyen, sadece yargıya egemen olma amacını taşıyan
hükümet ile yargı eliti arasındaki bir iktidar mücadelesiydi. Taraflar
açıklamalarında her ne kadar krizi doğuran nedenleri kendileri açısından
"ilkesel" olarak nitelendirmişse de sözlü çözümün
"pazarlıkla" gelmiş olması bu söylemlerini yalanlamakta. Diğer
taraftan "süren davaya müdahale ettirmeyiz" şeklinde demokrasi ve
yargı bağımsızlığının en büyük savunuculuğuna soyunan hükümetin, süren başka
davalara nasıl müdahale ettiğini hepimiz biliyoruz.
Yine Ergenekon Davasını/Soruşturmasını
sürdüren hâkim ve savcılara müdahaleyi, bu hâkim ve savcıların İnsan haklarını
ve temel hak ve hürriyetleri ihlal etmesi gerekçelerine dayandıranların,
kitlesel katliamların altında imzası olan kimseler olduğu gerçeğini de... Her
zaman olduğu gibi kendi "çıkarları" için ama bizim adımıza mücadele
etmişler.(!) Bu hikâye size akıl yoksunu gelebilir. Ama unutmamalısınız ki bu
hikâye bu topraklarda her zaman inanan birilerini bulmuştur. Yakın zamanda da
bulmaya devam etmeyeceğine dair iyimser bir düşünceye kapılmak için hiçbir
neden de yok.
Tüm bu tartışma süreci boyunca ismi en çok
tartışılan ve daha önceki faaliyetleri mercek altına alınan kişi Ali Suat
Ertosun oldu. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi önemli ve saygın bir
makama yakışmadığı, bu makam için gerekli hiçbir yeterliliğe sahip olmadığı
söylendi ve yazıldı. Bunların tamamına katılmakla birlikte, bu söz ve yazı
sahipleri, suçlamalarına dayanak aldıkları olayları, vaktinde alkışlamaktan
yorulduklarını nedense unuttular. Yine bu olayların, bu zat'ın
bugün işgal ettiği makama getirilmesinin tek gerekçesi olduğunu da...
Suçlama ve iddialara konu yapılan olayları
"dün" alkışlayanlar, "bugün" katil diye bağırıyorlardı.
Demek ki tarafların en büyük on Türk devlet büyüğü arasında sayacakları zat-ı
muhterem tarafından söylenmiş o veciz söz hâlâ siyasetin temel kodu olmayı
sürdürüyor: "Dün dündür, bugün bugündür."
Ali Suat Ertosun kendisine yöneltilen iddia ve
daha doğru tanımlamayla suçlamalara dün (30 Temmuz) yaptığı basın toplantısıyla
cevap verdi. Ali Suat Ertosun, bu basın toplantısı ile yalan söylemek ve
gerçekleri çarpıtmaktaki hüner ve ısrarını bir kez daha gösterdi. Hem de
"Aynı cümle içerisinde üç kere 'terör' lafı edersem karşımdakinin mantığı
ve aklı durur, söylediğim sözün üstüne konuşamaz" şeklinde özetlenebilecek
ilkel bir sıradanlıkla. Hem de ülkenin en iyi korunan binalarının birinde
olmasına rağmen, etrafa saldırıp duran bir koruma ordusunun oluşturduğu olağan
dışılıkla. Bir foto muhabirini, bastığı deklanşörün sesinden ötürü, kendisine
intihar (feda) eylemi yapacak militanla karıştıran korkuyla.
Peki, neydi bu ödüllerin, terfilerin,
suçlamaların ve de korkunun kaynağı: 19 Aralık Operasyonu. 19-22 Aralık 2000
tarihi, tüm hakların, devletin bekası için rafa kaldırıldığı bir milattır. Bu
tarihte Türkiye hapishanelerinde tutulan siyasi tutuklu ve hükümlüler devasa
bir askeri güç tarafından saldırıya uğradı. Ülke çapında 20 ayrı hapishaneye
aynı anda yapılan operasyonla 28 tutuklu ve hükümlü ile 2 asker hayatını
kaybetti, yüzlerce tutuklu ve hükümlü ağır yaralandı.
Bu operasyonu "katliam" kılan sadece
bilançosu değil, asıl olarak operasyonda uygulanan vahşet. Bu vahşet öyle bir
noktaya vardı ki insanlar diri diri yakılarak katledildi. Ahlaksız bir şekilde
"Hayata Dönüş" adı verilen operasyon sonrasında sağ kurtulan tutuklu
ve hükümlülere onlarca yıl hapis istemine konu davalar ardı ardına açılırken,
operasyonu planlayanlar, yönetenler ve bizzat katılanlar hakkında ise soruşturma
dahi açılmadı. Dönemin İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Ceza ve Tevkif Evleri
Genel Müdürü başta olmak üzere bu operasyonun planlamasında ve icrasında görev
alanlar bırakınız yargılanmak, ödüllendirildiler Bu kimselerin siyasi ve
mesleki kariyer basamaklarında hızlı yükselişleri kelimenin gerçek anlamıyla
hukukun bittiği yer oldu.
Bu dönemde Ceza ve
Tevkif Evleri Genel Müdürü olan Ali Suat Ertosun ise, ilk olarak Yargıtay
üyeliği ile onurlandırılmıştır(!). 2004 yılında, bu kez, dönemin Adalet Bakanı
Cemil Çiçek'in önerisi üzerine, bu operasyondaki büyük katkısı nedeni ile
Bakanlar Kurulu Kararı ve dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in onayı ile
Devlet Üstün Hizmet Madalyasıyla ödüllendirildi. Ali Suat Ertosun'un akıl durduracak nitelikteki hızlı yükselişindeki bir
sonraki durak HSYK üyeliği oldu. Düşünün, operasyondan birinci dereceden
sorumlu biri sanık sandalyesi yerine yargının en tepesine çıkarıldı.
Bu operasyonla ilgili; siyasi tutuklu ve
hükümlülerin, ailelerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve avukatların uzun
uğraşları sonucu açtırmayı başardığı davalar bir süre sonra ya beraat ya da
zamanaşımı ile "cezasızlık" güvencesine alındı. Operasyonun
planlanmasının ve uygulamasının başında yer alanlardan Ertosun'un, yargılama
yapan yargıçların yasaya göre "en yetkili amiri" olduğu bir hukuk
sisteminde başkaca bir sonucun alınması zaten mümkün değil.
19-22 Aralık 2000 Operasyonu tek bir merkezden
yönetilip aylar öncesinden hazırlanılarak gerçekleştirildi. Yargılama dosyalarına
gelen bilgi ve belgeler göz önüne alındığında Silahlı Kuvvetlerin en tepesinden
planlanıp, organize edildi, talimatı Genelkurmay Başkanlığının ilgili Harekât
Emri ile verildi. Yine operasyon İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının
oluşturdukları kriz merkezleri tarafından yönetildi.
Ali Suat Ertosun bugün kendini kurtarmak için
"Bu karar salt benim kararım değildir. Hükümetin kararıdır, Milli Güvenlik
Kurulu'nun kararıdır, öz olarak devletin kararıdır" diyor ve bu gerçeği
itiraf ediyor. Operasyon kararının "devlet" tarafından alınması Ali
Suat Ertosun'un savunmasının aksine suçunu ortadan kaldırmıyor, ancak suç
ortaklarının da onunla birlikte yargılanması ve cezalandırılması gereğini
doğuruyor. Tarih, vicdan ve adalet, zamanaşımına uğramaksızın, hepimizden bunu
bekliyor.”
10. Başvurucu, yukarda alıntılanan yazıda kişilik haklarına
saldırıda bulunulduğu iddiasıyla davalılar aleyhine manevi tazminat davası
açmıştır.
11. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/4/2011
tarihli kararla manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin
ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Toplanan delillerin takdiri
ve değerlendirilmesi neticesinde, davacı tarafından davalı
... internet sitesinde diğer davalı tarafından
kaleme alınan yazıda sarf edilen sözlerden dolayı davacının kişisel haklarına
saldırı olduğundan bahisle mahkememize manevi tazminat davası açılmıştır. İfade
ve düşünce özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini
teşkil eder. Saldırgan gelen, sarsıcı nitelik taşıyan yada
rahatsız eden fikirler de demokratik toplumun vazgeçilmez özellikleri olan
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereğidir. Yüksek derecede devlet
yetkilerini kullanan kamu görevlileri hakkında eleştiri sınırları geniş
tutulmalıdır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları, dosyadaki tüm belge
ve kanıtlar kül halinde değerlendirildiğinde dava konusu yazının davacının
kişilik haklarına saldırı mahiyetinde değil sert eleştiri niteliğinde olduğu,
davacının kişilik haklarına doğrudan doğruya bir saldırının da söz konusu
olmadığı, manevi tazminatın şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından dosyadaki
tüm deliller de birlikte değerlendirilerek davanın reddine karar verilmesi
yönünde mahkememizde tam ve sağlam bir vicdani kanaat hasıl
olmuş(tur.)”
12. İlk Derece Mahkemesinin kararının temyizi üzerine
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 9/4/2012 tarihli ilamla
usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir.
13. Onama kararına karşı yapılan karar düzeltme başvurusu
aynı Dairenin 9/4/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
Başvurucu ret kararını, 13/2/2013 tarihinde tebliğ
edilmesiyle öğrenmiştir.
14. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 13/3/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
15. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
16. Mahkemenin 20/5/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/3/2013 tarihli ve 2013/2060 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu,
i. Davaya konu makalede davalının
kendisini, görevini kötüye kullanan, derin devlet görevlisi ve ajanı, adalet
dağıtımını engelleyen ve yönlendiren, faili meçhul cinayetleri ve Ergenekon
silahlı terör örgütünün şüpheli ve sanıklarını koruyan, onları soruşturan ve
yargılayan Cumhuriyet savcısı ve hâkimlerin görevden alınması için çaba
harcayan, taraflı derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan, yalancı, katliam
yapan, taraflı komplocu, operasyonlara zemin hazırlayan, ilkel ve olağandışı
bir kişi olarak gösterdiğini,
ii. 2013
yılı Ocak ve Şubat aylarında silahlı terör örgütü DHKP-C’ye karşı yürütülen
operasyonda gözaltına alınıp tutuklanan Taylan Tanay ve üyesi olduğu Çağdaş
Hukukçular Derneği’nin, açıklamalarıyla kendisine yönelik husumetlerini
gösterdiğini,
iii. Söz
konusu yazıda, ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının
aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde
olduğunu, derece mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile
kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını, kararlarda
bu hususların tartışılmadığını ve gerekçelerinin yetersiz olduğunu ileri
sürmüş, Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve 90.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
iv. Başvurucu, dava konusu makalede
sözü geçen ve “Hayata Dönüş” adı
verilen müdahale hakkında da bilgi vermiştir. Başvurucuya göre, hayata dönüş
operasyonundan önce Devlet, uzun yıllar cezaevlerinde kontrolü sağlayamamış,
cezaevleri terör örgütlerinin üyelerine eğitim verdiği, içeriye silah ve
mermilerin sokulduğu, eylem planlarının hazırlandığı, disiplinin sağlanamadığı
yerler olmuştur. Bu sebeplerle yapılan kanuni değişikliklerle terör suçlarından
mahkûm edilenlerin bir ve üç kişilik odalarda kalması ilkesi getirilmiş, F tipi
kapalı cezaevleri faaliyete geçirilmiştir. Başvurucu, koğuş sisteminden oda
sistemine geçmek istemeyen tutuklu ve hükümlülerin ölüm oruçları başlattığını,
ölüm oruçları için kritik eşik olan altmışıncı gün Cumhuriyet
Başsavcılıklarının kararı ile kolluk güçlerinin cezaevlerine girdiğini iddia
etmektedir. Bir kısım terör suçundan mahkûm ve tutuklular ile güvenlik güçleri
arasında yaşanan çatışmalar sonucu bazı ölüm ve yaralanmalar meydana gelmiştir.
Başvurucuya göre söz konusu “Hayata Dönüş
Operasyonu” Cumhuriyet Başsavcılıklarının inisiyatifi
ile gerçekleşmiş, operasyon sonunda terör örgütlerinin cezaevlerindeki
hâkimiyeti sona ermiştir.
B. Değerlendirme
18. Başvurucu, tahkir içeren sözler nedeniyle şeref ve
itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek, Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal
edildiğini iddia etmekte ise de başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve
şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın
17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
19. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin
görevinin, başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde korunan itibarının korunması
hakkı ile Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü arasında adil bir
denge kurulup kurulmadığını tespit etmek olduğu belirtilmiştir. Bakanlık
yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları
hatırlatılmıştır. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki
görüşlerini tekrar etmiştir.
20. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler
ilk olarak İlhan Cihaner
kararında (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konulmuştur.
Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş
(bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§
35-66; Nihat Özdemir, B.No: 2013/1997, 8/4/2015 [GK], §§ 29-61) ve Bölümler
önlerine gelen şikayetlerde sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun, B.No:
2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat
Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015,
§§ 19-50).
21. Başvuruya konu sözler ve iddialar (§ 9) nedeniyle
başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul
edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel
itibarın korunmasını isteme hakkı ile bianet.org isimli internet sitesinin ve
söz konusu sitede makalesi yayınlanan Taylan Tanay’ın Anayasa’nın 28.
maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı
olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü
arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
22. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah
Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözel
saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması
halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 36; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42). Anayasa Mahkemesi,
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için
kişinin itibarına yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini
isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek
şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 39; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 45, 56).
23. Öte yandan ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini
oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için
gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum
tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve
fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve
düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu
halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara
tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının
ikna edici olması gerekir (bkz. Abdullah
Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014
[GK], § 95; Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 48; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 55; başka kararlar yanında
bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, §
49).
24. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu,
prensip olarak, başvurunun, ihtilaflı makale ve sözlerin sahibi tarafından,
Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu makaleye veya
sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına
dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde, Anayasa’nın anılan
maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar
ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında
Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere
uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir.
25. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu
şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp
sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya
sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi), haber veya makalenin
konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
ile haber veya makalenin yayımlanma şartları (bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 66-73; Kadir Sağdıç, B.No:
2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§ 58-66; Nihat
Özdemir, B.No: 2013/1997, 8/4/2015 [GK],
§§ 54-61; Ali Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No:
2013/1640, 15/4/2015, §§ 42-50).
26. Başvurucu, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olduğu
dönemde cezaevlerinde “Hayata Dönüş”
ismi verilen operasyonun yapılması talimatını vermek ve müdahaleyi planlamak
ile ilişkilendirildiğini, operasyonun “vahşet”
olarak nitelendirildiğini ve kendisinin cezaevlerinde yaşanan ölümlerin
sorumlusu olarak gösterildiğini ileri sürmektedir. Buna karşın İlk Derece
Mahkemesi, başvurucunun olayların gerçekleştiği tarihlerde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü olduğunu hatırlatmıştır. İlk
Derece Mahkemesine göre cezaevlerinde gerçekleşen ve ölümle sonuçlanan
olaylarla başvurucu arasında yapılan ilişkilendirme sırasında kullanılan sözler
sert eleştiri niteliğindedir ve başvurucunun kişilik haklarına doğrudan bir
saldırı oluşturmamaktadır. Mahkemeye göre söz konusu makale basın özgürlüğü
sınırlarını aşmayan eleştirel nitelikte bir yazıdır.
27. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına
yönelik bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine karşı davalı, söz
konusu makalenin hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığını ileri sürmüştür. İlk
Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, ifade özgürlüğünün demokratik bir
toplumun temellerinden olduğu ve başvurucu gibi yüksek dereceli devlet
görevlilerinin eleştiri sınırlarının geniş tutulması gerektiği gerekçesi ile
reddetmiştir.
28. Davalı, doğrudan başvurucuyu hedef alarak onu, hayata
dönüş operasyonundaki rolü nedeniyle sert bir şekilde eleştirmiştir. Davalı,
söz konusu operasyonlarda 28 tutuklu ve hükümlü ile 2 askerin ölümü olaylarını
vahşet olarak nitelendirmektedir ve başvurucunun Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) gibi önemli ve yüksek bir makamda bulunmak
yerine yargılanması gerektiğini savunmaktadır. Davalı, makalede söz konusu
edilen operasyonu, “ahlaksız”, “katliam”, “vahşet” olarak nitelendirmekte ve operasyonda sorumluluğu
olduğunu düşündüğü başvurucunun yargılanmak yerine daha önemli görevlere
atanmasını, devlet üstün hizmet madalyası ile ödüllendirilmesini
eleştirmektedir.
29. İlk olarak, davalının başvuruya konu internet yazısında
dile getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı
sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının
kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya
makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine, yazının
bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok
üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 74). Basının genel yarar
nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna,
kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
30. Şikâyet konusu internet makalesinin yayınlandığı dönemde
başvurucu HSYK üyesidir ve başvurucunun Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü
olduğu dönemde ülke çapında 20 ayrı hapishanede, 28 tutuklu ve hükümlü ile 2
askerin hayatını kaybetmesine neden olan olaylara ilişkin soruşturma ve
kovuşturmalar hakkında zamanaşımı kararları verilmeye başlanmıştır. Makalenin
yayınlandığı sırada başvurucunun adı bu kez HSYK üyesi olarak yeniden basın ve
yayın organlarında sıklıkla dillendirilmektedir. Söz konusu makalede, Adli ve
İdari Yargı Kararnamelerinin görüşülmesi sırasında, Kurul'un doğal üyesi olan
Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile Kurul'un diğer seçilmiş ve atanmış beş üyesi
arasında meydana gelen tartışmalara değinilmiş ve HSYK üyelerinin adaleti dert
edinmedikleri sürece krizlerin yaşanmaya devam edeceği ileri sürülmüştür.
Davalı, başvurucunun çok tartışmalı bir kişi olduğunu belirterek HSYK gibi
önemli ve saygın bir makama yakışmadığını, bu makam için gerekli hiçbir
yeterliliğe sahip olmadığını iddia etmiştir. Davalı cezaevlerinde meydana gelen
ve ölüm ve yaralanmalarla neticelenen olaylardan başvurucuyu sorumlu tutmakta,
mahkûm ve tutuklulara “vahşet”
uygulandığını ileri sürmektedir. Davalı, başta başvurucu olmak üzere olaylarda
sorumluluğu bulunanların yargılanmaları gerekirken ödüllendirildiklerini ileri
sürmektedir.
31. Bu bakımdan söz konusu makalede sarf edilen sözlerin, bir
ölçüde, genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir.
Bu hususla ilgili olarak, basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili
olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma
hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
32. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu
görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu
görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için
bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan
hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan
korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı
sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum
yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve
itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir
(benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 85).
33. Buna karşın başvurucu, makalede sözü edilen Ergenekon
soruşturmalarına ve davalarına bakan Hâkim ve Savcıların görevden alınmasına
ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyelerince seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın yönetsel bir kurul olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. Başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde ve halen
Türkiye kamuoyunda tanınan bir yüksek bürokrat olduğu ve itiraz götürmeyen
tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, onun az bilinen bir kişi olduğu iddia
edilemez. Dolayısıyla başvurucu Türk yargı sistemi için önemli olan ve internet
makalesinin yayınlandığı sırada bulunduğu HSYK üyeliği görevi nedeniyle ve daha
önce yaptığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü nedeniyle eleştirilere
sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
34. Diğer yandan, söz konusu gazete makalesi nedeniyle
başvurucunun kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde etkilenmediği göz önünde
tutulmalıdır. Nitekim başvurucu, gazete makalesinin yayınlandığı dönemde HSYK
üyeliğini devam ettirmiştir ve halen Yargıtay üyesi olarak kariyerine devam
etmektedir.
35. Son olarak başvuruya konu sözlerde abartıya kaçılmadığı
da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın
ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir
(Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §
76; Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, §
37).
36. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemezler. Bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına
ancak bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın
26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat
aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır
(bkz. Ali Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, §
57).
37. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın
özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının
korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, ifade özgürlüğünün demokratik toplumun temellerinden olduğu
hatırlatması yapmış ve başvuruya konu sözlerde eleştiri sınırının aşılmadığına
karar vermiştir.
38. Bu şartlarda, yukarıdaki
değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken
sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece
mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı
ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 20/5/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.