logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ali Suat Ertosun (3) [2.B.], B. No: 2013/2060, 20/5/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2013/2060)

 

Karar Tarihi: 20/05/2015

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Ali Suat ERTOSUN

Vekili

:

Av. Rabiya BALKANLI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, bir internet sitesinde yayınlanan makalede kullanılan sözlerin kişilik haklarını zedelediğini ve şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 20/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 6/11/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 15/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği, başmüfettişliği, daha sonra Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yapmıştır. Başvurucu halen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır.

9. Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı olan avukat Taylan Tanay tarafından, 31/7/2009 tarihinde, Ertuğrul Kürkçü'nün sahibi olduğu www.bianet.org adlı internet sitesinde “Ali Suat Ertosun’un Yeri HSYK Koltuğu Değil Sanık Sandalyesidir” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Makale şöyledir:

“Adalet Bakanlığı tarafından 6 Temmuz'da, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) "Adli Yargı Unvanlı Hâkim ve Cumhuriyet Savcıları Hakkındaki Kararname" ile "İdari Hâkim ve Savcılarına Ait Kararname" Taslakları sunuldu. Her iki taslağın görüşülmesi sırasında, Kurul'un doğal üyesi olan Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile Kurul'un diğer seçilmiş ve atanmış beş üyesi (üç Yargıtay ve iki Danıştay) arasında "tartışmalar" yaşandı.

Kamuoyunun da yakından takip ettiği bu tartışmalar özellikle Ergenekon Davasını/Soruşturmasını yürüten hâkim ve savcıların atanması ve Kurul'un Yargıtay kökenli üyesi Ali Suat Ertosun ismi üzerinden yürütüldü. HSYK'nin beş üyesi ile hükümet (Adalet Bakanı ve Müsteşarı) arasında yapılan pazarlık sonucu oluşan geçici mutabakat sonucunda, 27 Temmuz'da, kararnamelerin kalan kısmı yayımlandı ve Kurul çalışmalarını tamamladı.

Kriz bitmedi, en iyimser tabirle ancak bir sonraki kararname dönemine kadar ertelendi. Kriz, HSYK'nin yapısında ve işleyinde kapsamlı değişiklikler yapılmadan, savcı ve hakimlerin örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadan, hakim alt kültüründe bir dönüşüm yaşanmadan ve daha da önemlisi adil bir yargı sistemi kurulmadan bitmeyecek. Kurul'un çalışmalarını tamamlanmasına rağmen karşılıklı açıklama ve suçlamaların sürmesi de bunu gösteriyor.

Tanık olduğumuz, "adalet"i sağlamayı kendine dert etmeyen, sadece yargıya egemen olma amacını taşıyan hükümet ile yargı eliti arasındaki bir iktidar mücadelesiydi. Taraflar açıklamalarında her ne kadar krizi doğuran nedenleri kendileri açısından "ilkesel" olarak nitelendirmişse de sözlü çözümün "pazarlıkla" gelmiş olması bu söylemlerini yalanlamakta. Diğer taraftan "süren davaya müdahale ettirmeyiz" şeklinde demokrasi ve yargı bağımsızlığının en büyük savunuculuğuna soyunan hükümetin, süren başka davalara nasıl müdahale ettiğini hepimiz biliyoruz.

Yine Ergenekon Davasını/Soruşturmasını sürdüren hâkim ve savcılara müdahaleyi, bu hâkim ve savcıların İnsan haklarını ve temel hak ve hürriyetleri ihlal etmesi gerekçelerine dayandıranların, kitlesel katliamların altında imzası olan kimseler olduğu gerçeğini de... Her zaman olduğu gibi kendi "çıkarları" için ama bizim adımıza mücadele etmişler.(!) Bu hikâye size akıl yoksunu gelebilir. Ama unutmamalısınız ki bu hikâye bu topraklarda her zaman inanan birilerini bulmuştur. Yakın zamanda da bulmaya devam etmeyeceğine dair iyimser bir düşünceye kapılmak için hiçbir neden de yok.

Tüm bu tartışma süreci boyunca ismi en çok tartışılan ve daha önceki faaliyetleri mercek altına alınan kişi Ali Suat Ertosun oldu. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi önemli ve saygın bir makama yakışmadığı, bu makam için gerekli hiçbir yeterliliğe sahip olmadığı söylendi ve yazıldı. Bunların tamamına katılmakla birlikte, bu söz ve yazı sahipleri, suçlamalarına dayanak aldıkları olayları, vaktinde alkışlamaktan yorulduklarını nedense unuttular. Yine bu olayların, bu zat'ın bugün işgal ettiği makama getirilmesinin tek gerekçesi olduğunu da...

Suçlama ve iddialara konu yapılan olayları "dün" alkışlayanlar, "bugün" katil diye bağırıyorlardı. Demek ki tarafların en büyük on Türk devlet büyüğü arasında sayacakları zat-ı muhterem tarafından söylenmiş o veciz söz hâlâ siyasetin temel kodu olmayı sürdürüyor: "Dün dündür, bugün bugündür."

Ali Suat Ertosun kendisine yöneltilen iddia ve daha doğru tanımlamayla suçlamalara dün (30 Temmuz) yaptığı basın toplantısıyla cevap verdi. Ali Suat Ertosun, bu basın toplantısı ile yalan söylemek ve gerçekleri çarpıtmaktaki hüner ve ısrarını bir kez daha gösterdi. Hem de "Aynı cümle içerisinde üç kere 'terör' lafı edersem karşımdakinin mantığı ve aklı durur, söylediğim sözün üstüne konuşamaz" şeklinde özetlenebilecek ilkel bir sıradanlıkla. Hem de ülkenin en iyi korunan binalarının birinde olmasına rağmen, etrafa saldırıp duran bir koruma ordusunun oluşturduğu olağan dışılıkla. Bir foto muhabirini, bastığı deklanşörün sesinden ötürü, kendisine intihar (feda) eylemi yapacak militanla karıştıran korkuyla.

Peki, neydi bu ödüllerin, terfilerin, suçlamaların ve de korkunun kaynağı: 19 Aralık Operasyonu. 19-22 Aralık 2000 tarihi, tüm hakların, devletin bekası için rafa kaldırıldığı bir milattır. Bu tarihte Türkiye hapishanelerinde tutulan siyasi tutuklu ve hükümlüler devasa bir askeri güç tarafından saldırıya uğradı. Ülke çapında 20 ayrı hapishaneye aynı anda yapılan operasyonla 28 tutuklu ve hükümlü ile 2 asker hayatını kaybetti, yüzlerce tutuklu ve hükümlü ağır yaralandı.

Bu operasyonu "katliam" kılan sadece bilançosu değil, asıl olarak operasyonda uygulanan vahşet. Bu vahşet öyle bir noktaya vardı ki insanlar diri diri yakılarak katledildi. Ahlaksız bir şekilde "Hayata Dönüş" adı verilen operasyon sonrasında sağ kurtulan tutuklu ve hükümlülere onlarca yıl hapis istemine konu davalar ardı ardına açılırken, operasyonu planlayanlar, yönetenler ve bizzat katılanlar hakkında ise soruşturma dahi açılmadı. Dönemin İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü başta olmak üzere bu operasyonun planlamasında ve icrasında görev alanlar bırakınız yargılanmak, ödüllendirildiler Bu kimselerin siyasi ve mesleki kariyer basamaklarında hızlı yükselişleri kelimenin gerçek anlamıyla hukukun bittiği yer oldu.

Bu dönemde Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olan Ali Suat Ertosun ise, ilk olarak Yargıtay üyeliği ile onurlandırılmıştır(!). 2004 yılında, bu kez, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in önerisi üzerine, bu operasyondaki büyük katkısı nedeni ile Bakanlar Kurulu Kararı ve dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in onayı ile Devlet Üstün Hizmet Madalyasıyla ödüllendirildi. Ali Suat Ertosun'un akıl durduracak nitelikteki hızlı yükselişindeki bir sonraki durak HSYK üyeliği oldu. Düşünün, operasyondan birinci dereceden sorumlu biri sanık sandalyesi yerine yargının en tepesine çıkarıldı.

Bu operasyonla ilgili; siyasi tutuklu ve hükümlülerin, ailelerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve avukatların uzun uğraşları sonucu açtırmayı başardığı davalar bir süre sonra ya beraat ya da zamanaşımı ile "cezasızlık" güvencesine alındı. Operasyonun planlanmasının ve uygulamasının başında yer alanlardan Ertosun'un, yargılama yapan yargıçların yasaya göre "en yetkili amiri" olduğu bir hukuk sisteminde başkaca bir sonucun alınması zaten mümkün değil.

19-22 Aralık 2000 Operasyonu tek bir merkezden yönetilip aylar öncesinden hazırlanılarak gerçekleştirildi. Yargılama dosyalarına gelen bilgi ve belgeler göz önüne alındığında Silahlı Kuvvetlerin en tepesinden planlanıp, organize edildi, talimatı Genelkurmay Başkanlığının ilgili Harekât Emri ile verildi. Yine operasyon İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının oluşturdukları kriz merkezleri tarafından yönetildi.

Ali Suat Ertosun bugün kendini kurtarmak için "Bu karar salt benim kararım değildir. Hükümetin kararıdır, Milli Güvenlik Kurulu'nun kararıdır, öz olarak devletin kararıdır" diyor ve bu gerçeği itiraf ediyor. Operasyon kararının "devlet" tarafından alınması Ali Suat Ertosun'un savunmasının aksine suçunu ortadan kaldırmıyor, ancak suç ortaklarının da onunla birlikte yargılanması ve cezalandırılması gereğini doğuruyor. Tarih, vicdan ve adalet, zamanaşımına uğramaksızın, hepimizden bunu bekliyor.”

10. Başvurucu, yukarda alıntılanan yazıda kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla davalılar aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

11. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/4/2011 tarihli kararla manevi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

Toplanan delillerin takdiri ve değerlendirilmesi neticesinde, davacı tarafından davalı ... internet sitesinde diğer davalı tarafından kaleme alınan yazıda sarf edilen sözlerden dolayı davacının kişisel haklarına saldırı olduğundan bahisle mahkememize manevi tazminat davası açılmıştır. İfade ve düşünce özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini teşkil eder. Saldırgan gelen, sarsıcı nitelik taşıyan yada rahatsız eden fikirler de demokratik toplumun vazgeçilmez özellikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereğidir. Yüksek derecede devlet yetkilerini kullanan kamu görevlileri hakkında eleştiri sınırları geniş tutulmalıdır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları, dosyadaki tüm belge ve kanıtlar kül halinde değerlendirildiğinde dava konusu yazının davacının kişilik haklarına saldırı mahiyetinde değil sert eleştiri niteliğinde olduğu, davacının kişilik haklarına doğrudan doğruya bir saldırının da söz konusu olmadığı, manevi tazminatın şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından dosyadaki tüm deliller de birlikte değerlendirilerek davanın reddine karar verilmesi yönünde mahkememizde tam ve sağlam bir vicdani kanaat hasıl olmuş(tur.)”

12. İlk Derece Mahkemesinin kararının temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 9/4/2012 tarihli ilamla usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir.

13. Onama kararına karşı yapılan karar düzeltme başvurusu aynı Dairenin 9/4/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu ret kararını, 13/2/2013 tarihinde tebliğ edilmesiyle öğrenmiştir.

14. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 13/3/2013 tarihinde yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

15. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

 Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 20/5/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/3/2013 tarihli ve 2013/2060 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu,

 i. Davaya konu makalede davalının kendisini, görevini kötüye kullanan, derin devlet görevlisi ve ajanı, adalet dağıtımını engelleyen ve yönlendiren, faili meçhul cinayetleri ve Ergenekon silahlı terör örgütünün şüpheli ve sanıklarını koruyan, onları soruşturan ve yargılayan Cumhuriyet savcısı ve hâkimlerin görevden alınması için çaba harcayan, taraflı derin ve kirli ilişkiler içerisinde bulunan, yalancı, katliam yapan, taraflı komplocu, operasyonlara zemin hazırlayan, ilkel ve olağandışı bir kişi olarak gösterdiğini,

 ii. 2013 yılı Ocak ve Şubat aylarında silahlı terör örgütü DHKP-C’ye karşı yürütülen operasyonda gözaltına alınıp tutuklanan Taylan Tanay ve üyesi olduğu Çağdaş Hukukçular Derneği’nin, açıklamalarıyla kendisine yönelik husumetlerini gösterdiğini,

 iii. Söz konusu yazıda, ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde olduğunu, derece mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını, kararlarda bu hususların tartışılmadığını ve gerekçelerinin yetersiz olduğunu ileri sürmüş, Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve tazminat talebinde bulunmuştur.

 iv. Başvurucu, dava konusu makalede sözü geçen ve “Hayata Dönüş” adı verilen müdahale hakkında da bilgi vermiştir. Başvurucuya göre, hayata dönüş operasyonundan önce Devlet, uzun yıllar cezaevlerinde kontrolü sağlayamamış, cezaevleri terör örgütlerinin üyelerine eğitim verdiği, içeriye silah ve mermilerin sokulduğu, eylem planlarının hazırlandığı, disiplinin sağlanamadığı yerler olmuştur. Bu sebeplerle yapılan kanuni değişikliklerle terör suçlarından mahkûm edilenlerin bir ve üç kişilik odalarda kalması ilkesi getirilmiş, F tipi kapalı cezaevleri faaliyete geçirilmiştir. Başvurucu, koğuş sisteminden oda sistemine geçmek istemeyen tutuklu ve hükümlülerin ölüm oruçları başlattığını, ölüm oruçları için kritik eşik olan altmışıncı gün Cumhuriyet Başsavcılıklarının kararı ile kolluk güçlerinin cezaevlerine girdiğini iddia etmektedir. Bir kısım terör suçundan mahkûm ve tutuklular ile güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmalar sonucu bazı ölüm ve yaralanmalar meydana gelmiştir. Başvurucuya göre söz konusu “Hayata Dönüş Operasyonu” Cumhuriyet Başsavcılıklarının inisiyatifi ile gerçekleşmiş, operasyon sonunda terör örgütlerinin cezaevlerindeki hâkimiyeti sona ermiştir.

B. Değerlendirme

18. Başvurucu, tahkir içeren sözler nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek, Anayasa’nın 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmekte ise de başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

19. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin görevinin, başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde korunan itibarının korunması hakkı ile Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü arasında adil bir denge kurulup kurulmadığını tespit etmek olduğu belirtilmiştir. Bakanlık yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları hatırlatılmıştır. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrar etmiştir.

20. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak İlhan Cihaner kararında (İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konulmuştur. Daha sonra aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§ 35-66; Nihat Özdemir, B.No: 2013/1997, 8/4/2015 [GK], §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikayetlerde sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).

21. Başvuruya konu sözler ve iddialar (§ 9) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile bianet.org isimli internet sitesinin ve söz konusu sitede makalesi yayınlanan Taylan Tanay’ın Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.

22. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah Doğtaş, B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 36; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42). Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 39; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 45, 56).

23. Öte yandan ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (bkz. Abdullah Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014 [GK], § 95; Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 48; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 55; başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

24. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip olarak, başvurunun, ihtilaflı makale ve sözlerin sahibi tarafından, Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu makaleye veya sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde, Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları gerekir.

25. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi), haber veya makalenin konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ile haber veya makalenin yayımlanma şartları (bkz. İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 66-73; Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§ 58-66; Nihat Özdemir, B.No: 2013/1997, 8/4/2015 [GK], §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 42-50).

26. Başvurucu, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olduğu dönemde cezaevlerinde “Hayata Dönüş” ismi verilen operasyonun yapılması talimatını vermek ve müdahaleyi planlamak ile ilişkilendirildiğini, operasyonun “vahşet” olarak nitelendirildiğini ve kendisinin cezaevlerinde yaşanan ölümlerin sorumlusu olarak gösterildiğini ileri sürmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun olayların gerçekleştiği tarihlerde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü olduğunu hatırlatmıştır. İlk Derece Mahkemesine göre cezaevlerinde gerçekleşen ve ölümle sonuçlanan olaylarla başvurucu arasında yapılan ilişkilendirme sırasında kullanılan sözler sert eleştiri niteliğindedir ve başvurucunun kişilik haklarına doğrudan bir saldırı oluşturmamaktadır. Mahkemeye göre söz konusu makale basın özgürlüğü sınırlarını aşmayan eleştirel nitelikte bir yazıdır.

27. Başvurucunun, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına yönelik bir saldırı olduğu yönündeki değerlendirmelerine karşı davalı, söz konusu makalenin hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığını ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temellerinden olduğu ve başvurucu gibi yüksek dereceli devlet görevlilerinin eleştiri sınırlarının geniş tutulması gerektiği gerekçesi ile reddetmiştir.

28. Davalı, doğrudan başvurucuyu hedef alarak onu, hayata dönüş operasyonundaki rolü nedeniyle sert bir şekilde eleştirmiştir. Davalı, söz konusu operasyonlarda 28 tutuklu ve hükümlü ile 2 askerin ölümü olaylarını vahşet olarak nitelendirmektedir ve başvurucunun Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) gibi önemli ve yüksek bir makamda bulunmak yerine yargılanması gerektiğini savunmaktadır. Davalı, makalede söz konusu edilen operasyonu, “ahlaksız”, “katliam”, “vahşet” olarak nitelendirmekte ve operasyonda sorumluluğu olduğunu düşündüğü başvurucunun yargılanmak yerine daha önemli görevlere atanmasını, devlet üstün hizmet madalyası ile ödüllendirilmesini eleştirmektedir.

29. İlk olarak, davalının başvuruya konu internet yazısında dile getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine, yazının bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 74). Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.

30. Şikâyet konusu internet makalesinin yayınlandığı dönemde başvurucu HSYK üyesidir ve başvurucunun Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olduğu dönemde ülke çapında 20 ayrı hapishanede, 28 tutuklu ve hükümlü ile 2 askerin hayatını kaybetmesine neden olan olaylara ilişkin soruşturma ve kovuşturmalar hakkında zamanaşımı kararları verilmeye başlanmıştır. Makalenin yayınlandığı sırada başvurucunun adı bu kez HSYK üyesi olarak yeniden basın ve yayın organlarında sıklıkla dillendirilmektedir. Söz konusu makalede, Adli ve İdari Yargı Kararnamelerinin görüşülmesi sırasında, Kurul'un doğal üyesi olan Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile Kurul'un diğer seçilmiş ve atanmış beş üyesi arasında meydana gelen tartışmalara değinilmiş ve HSYK üyelerinin adaleti dert edinmedikleri sürece krizlerin yaşanmaya devam edeceği ileri sürülmüştür. Davalı, başvurucunun çok tartışmalı bir kişi olduğunu belirterek HSYK gibi önemli ve saygın bir makama yakışmadığını, bu makam için gerekli hiçbir yeterliliğe sahip olmadığını iddia etmiştir. Davalı cezaevlerinde meydana gelen ve ölüm ve yaralanmalarla neticelenen olaylardan başvurucuyu sorumlu tutmakta, mahkûm ve tutuklulara “vahşet” uygulandığını ileri sürmektedir. Davalı, başta başvurucu olmak üzere olaylarda sorumluluğu bulunanların yargılanmaları gerekirken ödüllendirildiklerini ileri sürmektedir.

31. Bu bakımdan söz konusu makalede sarf edilen sözlerin, bir ölçüde, genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sundukları kabul edilebilir. Bu hususla ilgili olarak, basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.

32. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, § 33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 85).

33. Buna karşın başvurucu, makalede sözü edilen Ergenekon soruşturmalarına ve davalarına bakan Hâkim ve Savcıların görevden alınmasına ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyelerince seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın yönetsel bir kurul olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde ve halen Türkiye kamuoyunda tanınan bir yüksek bürokrat olduğu ve itiraz götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, onun az bilinen bir kişi olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla başvurucu Türk yargı sistemi için önemli olan ve internet makalesinin yayınlandığı sırada bulunduğu HSYK üyeliği görevi nedeniyle ve daha önce yaptığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü nedeniyle eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.

34. Diğer yandan, söz konusu gazete makalesi nedeniyle başvurucunun kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde etkilenmediği göz önünde tutulmalıdır. Nitekim başvurucu, gazete makalesinin yayınlandığı dönemde HSYK üyeliğini devam ettirmiştir ve halen Yargıtay üyesi olarak kariyerine devam etmektedir.

35. Son olarak başvuruya konu sözlerde abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 76; Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).

36. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini belirleyemezler. Bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına ancak bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (bkz. Ali Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, § 57).

37. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, ifade özgürlüğünün demokratik toplumun temellerinden olduğu hatırlatması yapmış ve başvuruya konu sözlerde eleştiri sınırının aşılmadığına karar vermiştir.

38. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

Başvurunun, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 20/5/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Ali Suat Ertosun (3) [2.B.], B. No: 2013/2060, 20/5/2015, § …)
   
Başvuru Adı ALİ SUAT ERTOSUN (3)
Başvuru No 2013/2060
Başvuru Tarihi 13/3/2013
Karar Tarihi 20/5/2015

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, bir internet sitesinde yayınlanan makalede kullanılan sözlerin kişilik haklarını zedelediğini ve şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Şeref ve İtibarın Korunması (İfade Özgürlüğü Hariç) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6098 Türk Borçlar Kanunu 49
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi