TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BİLAL TURAN VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2013/2075)
|
|
Karar Tarihi: 4/12/2013
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet
ERTEN
|
|
|
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan
ÜSTÜN
|
|
|
Zühtü
ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt
DURMAZ
|
Başvurucular
|
:
|
Bilal
TURAN
|
|
|
Esma
TURAN
|
|
|
Mutlu
TURAN
|
|
|
Muhammed
TURAN
|
|
|
Ebubekir
TURAN
|
|
|
Nida
TURAN
|
|
|
Çiğdem
TURAN
|
|
|
Ahmet
BAYKAL
|
|
|
Naice BAYKAL
|
|
|
Feyza
BAYKAL
|
|
|
Yaser
BAYKAL
|
|
|
Esra
BAYKAL
|
|
|
Emin
BAYKAL
|
Vekili
|
:
|
Av.
Emine ARSLAN AVCI
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, yakınlarının Hidro Elektrik Santrali (HES) göleti
içinde yer alan enerji nakil hattı direklerinde meydana gelen arızanın
onarımına giderken geçirdikleri iş kazasında kurtarma faaliyetlerinden sorumlu
olan yetkililerin ihmali nedeni ile hayatlarını kaybettiklerinden ve ölüm
olayında ihmali bulunan sorumluların gerekli izin verilmediği için
yargılanamadıklarından bahisle Anayasa’da güvence altına alınan haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 22/3/2013 tarihinde doğrudan yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/6/2013
tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 23/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 5/9/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, görüşünü 2/10/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucuların Aras Elektrik Dağıtım Anonim Şirketinin
(Aras EDAŞ) hizmet alımı sözleşmesi ile bölgedeki elektrik dağıtım
şebekelerinin arıza onarım ve bakım işlerini devrettiği şirkette teknisyen
olarak çalışan yakınları Ahmet Sait Turan ve Şahin Baykal, 3/4/2012
tarihinde Erzurum ili Aşkale ilçesi Karasu 2. HES göleti
içinde yer alan enerji nakil hattı direklerinde meydana gelen arızanın onarımı
için yola çıkmışlardır. Saat 18.00 sularında göl içinde kullandıkları plastik
deniz bisikletinin alabora olması sonucu araç içindeki diğer 3 teknisyenle
birlikte suya düşmüşlerdir.
9. Olaya tanık olan bir kişi takriben 18.17’de 155 ve 112 no’lu telefonlara acil yardım çağrısında bulunmuş, olay
18.21’de İl Jandarma Komutanlığına, 18.30’da Valilik Kriz Merkezine
bildirilmiştir. 18.35’de olay yerine intikal eden İlçe
Jandarma Komutanı biri ayrı yerde 4 kişinin su üzerinde buza tutunmuş vaziyette
gördüğünü bildirmiş, 18.39’da Valilik Kriz Merkezine olay yeri için helikopter
ihtiyacı olduğu bildirilmiş, 18.55’te valilik arama kurtarma ekibi Aşkale
ilçesine hareket etmiş, Aşkale Jandarma Komutanı 19.10’da suda ayrı duran
şahsın, 19.20’de de diğer 3 şahsın artık görünmediğini bildirmiştir.
10. Kazazedeler kısmen buz tutmuş gölette yaklaşık 1,5 saat
kurtarılmayı beklemiş ancak kendilerine ulaşılamayınca suda kaybolmuşlardır.
Yaşamını kaybeden teknisyenlerin cesetlerine arama kurtarma ekiplerinin sonraki
iki gün yapılan çalışmaları sonucunda ulaşılmıştır.
11. Başvurucular, 2/5/2012 tarihinde
Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vermişlerdir. Bu dilekçede,
yakınlarının üç saat su yüzeyinde kalmayı başardıklarını ve can mücadelesi
verdiklerini ancak yetkililerce hiçbir şey yapılmadığını belirterek, kurtarma
çalışmalarında ihmalleri olduğunu düşündükleri Erzurum Valisi, Aşkale
Kaymakamı, Aşkale Belediye Başkanı, Aşkale İlçe Emniyet Müdürü, İlçe Jandarma
Komutanı ve kurtarma çalışmalarında ihmali bulunan diğer tüm sorumlulardan
şikâyetçi olduklarını belirtmişlerdir. Bunun üzerine Aşkale Cumhuriyet
Savcılığı soruşturma başlatmıştır.
12. Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu kişiler
yönünden dosyayı işçilerin ölümüne ilişkin yürütülen E.2012/195 sayılı dosyadan
tefrik etmiş ve Savcılığın E.2012/283 sayılı soruşturma sırasına kayıt
etmiştir. Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı, 17 Mayıs 2012 tarihinde, şikâyet
edilen kişilerin olay tarihinde yürüttükleri görev nedeniyle isnat edilen suç
açısından soruşturma yapmanın kendi görevi kapsamına girmediğinden bahisle
görevsizlik ve dosyanın yetkili ve görevli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesi kararı vermiştir.
13. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, ön inceleme istemiyle
dosyayı İçişleri Bakanlığına göndermiş ve anılan Bakanlıktan 4483 sayılı Kanun
hükümleri uyarınca verilecek karar, dayanağı belgeler ile birlikte gerekçeli
raporun gönderilmesini istemiştir.
14. İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından 13
Temmuz 2012, tarihli bir inceleme raporu hazırlanmıştır. Bu raporda, arama
kurtarma faaliyetlerinde ihmali olduğu iddia edilen kişiler yönünden durum tek
tek ele alınmış, her biri yönünden kendilerine neden sorumluluk yüklenemeyeceği
açıklandıktan sonra haklarında soruşturma izni verilmemesine kararı verilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
15. İçişleri Bakanlığı, 16/7/2012 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk.2012/338
sayılı kararıyla, bu raporda belirtilen hususları dikkate alarak ve her bir
yetkili için ayrıntılı açıklamalara yer vererek soruşturma izni verilmesi
talebini reddetmiştir. Söz konusu karar başvuruculara ve Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderilmiştir.
16. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 1/10/2012
tarihinde, inceleme raporu ve tüm dosya kapsamından ilgililer hakkında verilen
“soruşturma izni verilmemesi”
kararının usul ve kanun hükümlerine uygun olduğundan bahisle karara karşı
Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz edilmesine yer olmadığına ve evrakın işlemden
kaldırılıp kaydının kapatılmasına karar vermiştir.
17. Başvurucular, İçişleri Bakanlığının soruşturma izni
verilmemesi kararına karşı Danıştay’a itirazda bulunmuşlardır. Danıştay Birinci
Dairesi, 26/12/2012 tarihinde, dosyadaki ön inceleme
raporu ve eki belgelere göre ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında
soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından bahisle,
soruşturma izni verilmemesine dair yetkili merci kararına yapılan itirazları
reddetmiştir.
18. Bakanlık, başvuru konusu olaylara ilişkin 23/8/2013 tarihli görüşünde (§ 5), başvurucuların Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarında itiraz etmediği ilave şu bilgilere yer vermiştir:
19. Aşkale Belediye Başkanı hakkında, Aşkale Cumhuriyet
Başsavcılığında görevi kötüye kullanma suçundan halen derdest bir dosya olduğu,
2013/26 soruşturma numarası üzerinden yürütülen soruşturmada, 06/2/2013 tarihinde, belediye başkanı hakkında İçişleri
Bakanlığından soruşturma izni talep edildiği ve sürecin halen devam ettiği
anlaşılmaktadır.
20. Bireysel başvuruya konu olayla ilgili olarak, olayın
sorumlusu olduğu iddia edilen diğer kişiler yönünden Erzurum Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından E.2013/2229, Soruşturma No:2013/4607 sayılı dosya
kapsamında 29/4/2013 tarihinde iddianame
hazırlanmıştır. Söz konusu iddianamede, “olayda
kusuru bulunanların tespiti amacıyla … 2/5/2012 ve
24/7/2012 tarihli bilirkişi raporlarının alındığı, 24/7/2012 tarihli bilirkişi
raporu ile, İdeal Enerji şirketinde proje müdürü olarak çalışmakta olan Ahmet
Duran Kürkçü’nün … baraj göletinde su tutulacağı aşikar olduğu ve direklerin deplase
edilmesi için hazırlanan proje onaylandığı halde gerekli deplaseyi yaptırmamış
olması nedeniyle, Aras Elektrik Şirketinde bakım müdürü olarak görev yapan
Tuncer Yeşilyurt’un gölet alanında kalan dört direğin relokasyonunun
takibini yapmamış olması ve uzun süredir direklerin yer değiştirilmesi işlemi
gerçekleştirilmediği halde gerekli girişim ve eylemde bulunmamış olması
nedeniyle, Temel Elektrik
Şirketinin sahibi olan Fehmi Temel ve aynı şirkette koordinatör mühendis olarak
görev yapan Nurullah Gümüş’ün elektrik bakım, onarım ve tamir işlerinin
yapımında sorumlu kişiler olarak onarım işine giden işçilerin uygun olmayan
şartlarda ve uygun olmayan ekipmanlarla arıza mahalline gitmelerini önlememiş
ve bununla ilgili işyerinde iş disiplinini oluşturmamış olmaları nedeniyle, Aras
Elektrik Şirketi personel müdürlüğüne olay tarihinde vekâleten bakan Şahin
Torun’un eğitim için Erzurum’a giden Aşkale işletme şefi Yalçın Turda’nın yerine bir yetkili görevlendirmemiş olmaları
nedeniyle, Aras Elektrik Şirketinde il müdürü olarak görev yapan Ziya Özpeker’in ise il müdürlüğü bünyesinde yapılan çalışmalarda
gerekli organizasyonu yapmamış ve iş disiplinini sağlamamış olması nedeniyle
kusurlu olduğunun belirtildiği, şüpheliler açısından alınan bilirkişi raporunun
somut olaya, oluşa ve toplanan delillere uygun bulunduğu”
belirtilerek haklarında taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olmak
suçundan Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesine dava açılmıştır. Erzurum 3. Ağır Ceza
Mahkemesi 21/5/2013 tarihinde iddianamenin kabulüne
karar vermiş olup E.2013/121 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılamanın
devam ettiği anlaşılmaktadır.
21. Başvurucular, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
şikayetin işleme konulmaması kararının kendilerine tebliğinden itibaren süresi
içinde 22/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
22. Başvuru konusu olayda şikayet konusu yapılan “görevi kötüye kullanma” suçuna ilişkin 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257.
maddesi şöyledir:
“ (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin
mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç
sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız
bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde,
görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden
kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra
hükmüne göre cezalandırılır.”
23. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) “Bir suçun işlendiğini
öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir
suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu
davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini
araştırmaya başlar.
24. Bununla birlikte, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri izne tabi
olup izin vermeye yetkili merciler ve izlenecek usul 4483 sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir.
25. 4483 sayılı Kanun’un “Hazırlık
soruşturmasını yapacak merciler” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Hazırlık soruşturması genel hükümlere göre
yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılır. Ancak
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri,
müsteşarlar ve valiler ile ilgili olarak yapılacak olan hazırlık soruşturması
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili,
kaymakamlar ile ilgili hazırlık soruşturması ise il Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili tarafından yapılır.”
26. 4483 sayılı Kanun’un “İzin
Vermeye Yetkili Merciler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ile
ve son fıkrası şöyledir:
“Soruşturma izni Yetkisi
…
e) (Değişik : 17/7/2004-5232/1
md.) Bakanlar Kurulu kararı ile veya Başbakanlık ve
bakanlıklar ile bağlı kuruluşların merkez teşkilâtında görevli olup, ortak
kararla atanan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında ilgili bakan veya
Başbakan,
…
Ast memur ile üst memurun aynı fiile iştiraki
halinde izin, üst memurun bağlı olduğu merciden istenir.”
27. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
İnceleme”
başlıklı 5. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci
tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim
elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu
görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme
yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya kuruluşunun
içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci, anılan
incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla yaptırılmasını
da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi, ilgili
kuruluşun takdirine bağlıdır.”
28. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
İnceleme Yapanların Yetkisi ve Rapor” başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya
kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün
yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya
diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp,
görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie
sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler
raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.
Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi
zorunludur.”
29. 4483 sayılı Kanun’un “İtiraz” başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine
veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme
yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye
bildirir.
Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara
karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma
izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili
merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.
İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g
(Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için
Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde
bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.
İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay
içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.”
30. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
31. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
32. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk
hâkimini bağlamaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
33. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 22/3/2013 tarih ve 2013/2075 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucular meydana gelen kaza
sonrasında gerekli kurtarma çalışmalarının zamanında yapılmaması ve sorumlular
hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi suretiyle Anayasa’nın 17.
maddesinde düzenlenen yaşam hakkının; memur yargılamasında öngörülen mecburi
idari soruşturmanın etkili, sonuç alınabilir, işi uzatma ya da özgürlükler
aleyhine kullanma amacı taşımayan bir yol olması gerekirken bunun göz önünde
bulundurulmadığını, soruşturma izni verilmemesi üzerine Danıştay Birinci
Dairesine yapılan itirazın gerekçesiz bir biçimde reddedilmesi suretiyle
Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen adil yargılanma ve etkili
başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Anayasa’nın
17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası
a. Kabul
Edilebilirlik Hakkında
35. Başvurucuların Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde,
şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken,
başvurucuların ilgili kişiler ve idare aleyhine maddi ve manevi tazminat davası
açtıklarına dair bir bilgi bulunmadığı, yetkili makamlar tarafından cezanın
hafifletilmesi veya başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle açıkça veya dolaylı olarak ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar
ile bu ihlalin uygun ve yeterli bir tazminat ile giderilmesi halinde, ilgili
tarafın bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğini, bu nedenle kanun
yollarının tüketilmediği, bireysel başvurunun ancak başvuru yollarının
tüketilmesi sonrasında yapılabileceği hususunun dikkate alınması gerektiği
ifade edilmiştir.
36. Başvurucular, başvurunun kabul
edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, kanunda öngörülen tüm hukuk
yollarının tüketildiğini, soruşturma bulunmadığından ihlalin tespit edilmesi ve
verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli bir tazminatla giderilebilmesi
için iş bu başvurunun kabul edilmesi gerektiğini, sorumlu olduğu düşünülen kamu
görevlileri hakkında soruşturma izni verilmediği ve bu nedenle
sorumluluklarının mahkemelerce tespit edilmediğini, sorumlular hakkında hukuken
tazminat davası açılmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştür.
37. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri
açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken başvuru yollarının
tüketilmesi hususunda karar verebilmek için Devletin Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “ etkili bir yargısal sistem kurma”
pozitif yükümlülüğünün kapsamının tespiti gerekmektedir. Bu nedenle bu konudaki
değerlendirme esas hakkındaki inceleme ile birlikte yapılacaktır.
38. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği,
yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan
ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişilerin anne, baba
ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır.
39. Olayda yaşamını yitiren kişilerin yukarıda sayılan
yakınları tarafından yapılan başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiğine dair bölümünün 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas
Bakımından İnceleme
i. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
40. Başvurucular, Erzurum Valiliği İl
Kriz Merkezinin, Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/176 numaralı hazırlık
soruşturması kapsamında istediği bilgilere cevaben hazırladığı yazıya
istinaden, söz konusu kazanın 18.00 sıralarında gerçekleştiğini, takriben
18.17’de olaya tanık olan bir kişinin 155 ve 112 no’lu
telefonlara acil yardım çağrısında bulunduğunu, olayın 18.21’de İl Jandarma
Komutanlığına, 18.30’da Valilik Kriz Merkezine bildirildiğini, 18.35’de olay
yerine intikal eden İlçe Jandarma Komutanının su üzerinde biri farklı yerde 4
kişiyi buza tutunmuş vaziyette gördüğünü bildirdiğini, 18.39’da Valilik Kriz
Merkezine olay yeri için helikopter ihtiyacı olduğunun bildirildiğini, 18.55’te
valilik arama kurtarma ekibinin Aşkale ilçesine hareket ettiğini, Aşkale
Jandarma Komutanının 19.10’da suda ayrı duran şahsın, 19.20’de de diğer 3
şahsın artık görünmediğini bildirdiğini, bu tespitlerden de anlaşılacağı üzere,
teknisyenlerin bir buçuk saate yakın süre su üzerinde kaldıkları ve
kurtarılmayı bekledikleri halde gerekli kurtarma çalışmaları zamanında
yapılmadığı için hayatlarını kaybettiklerini ileri sürmüşlerdir.
41. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17.
maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (“AİHM”) yaşam hakkı konusunda benimsediği ilkelere
değinilmiş, hayati tehlike içeren koşullar nedeniyle başvurucuların
yakınlarının maruz kaldığı riskin ne zaman gerçekleşebileceği konusundaki
belirsizlik, bu tür koşulların ortaya çıkışında payı olan kişilerin statüsü ve
bu kişilere atfedilen eylem veya ihmalin kasıtlı olup olmadığı hususlarının
belirli bir davanın esasının incelenmesi sırasında, Devletin yaşam hakkı
bakımından taşıdığı sorumluluğu belirlemek için göz önüne alınması gerektiği,
yaşam hakkı kapsamında yetkililerin pozitif yükümlülüklerinin mutlak/koşulsuz
olmadığı, yaşama yönelik varsayılan her tehdidin yetkilileri riski önlemek için
özel önlemler almaya zorlamadığı, özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece
yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri
ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede
hâkimiyetlerinin bulunduğu hallerde ortaya çıkacağı, modern toplumların
güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının öngörülemezliğini
ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre
yapılması gerektiğini akılda tutarak, yetkililere imkânsız veya aşırı bir
sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanması gerektiği ifade edilmiştir.
42. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(“AİHS”) 2. maddesi bağlamında, ölüm olayının kasten ya da saldırı veya kötü
muameleler sonucu meydana gelmesine ilişkin davalar ile ihmal sonucu ölüm
olayının meydana gelmesiyle ilgili olan davalar arasında bir ayrım yapılması
gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda, AİHM’nin, yaşam hakkının veya fiziksel
bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülüğün, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmediği ve mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olmasının yeterli olabileceği sonucuna vardığı görüşüne yer
verilmiştir.
43. Bakanlık görüşünde ayrıca, AİHM’ye
göre adam öldürme ve kamu makamlarının sorumluluğu altında meydana gelen
olayların bir sonucu olarak can kaybının olduğu tehlikeli faaliyetlere ilişkin
davalarda ölümle ilgili doğru bilgilerin genellikle sadece Devlet
görevlilerinin veya makamlarının elinde olduğu veya olabileceği için devletin
resmi soruşturma yapma yükümlülüğü bulunduğunun kabul edildiği ifade
edilmiştir.
44. Bakanlık görüşünde son olarak somut olayla ilgili özetle
aşağıdaki değerlendirmelere yer verilmiştir. Mevcut başvuruda ceza dosyasında
bulunan çeşitli bilirkişi raporlarından ve ifade tutanaklarından da
anlaşılacağı üzere, arızayı gidermek için giden işçilerin (biri Araş EDAŞ çalışanı diğerleri taşeron şirket çalışanları)
resmi bir görevlendirme olmaksızın belediyeden temin ettikleri deniz bisikleti
ile gölete girdikleri belirtilmiştir. İşçilerin suyu donmuş gölet içerisine yetkililer tarafından uygun
araç temin edilmeden ve iş güvenliği kurallarına uymadan deniz bisikleti ile
kapasitesinin üzerinde beş kişi girdikleri anlaşıldığı, su yüzeyinin tamamına
yakınının buzlarla kaplı olduğu, gölet içinde buzları kırarak buzlu kesimde
kalan tamir edecekleri direğe doğru ilerlerken deniz bisikletinin su alarak
devrildiği, bir işçinin su yüzüne tutunamadığı, diğerlerinin buzlara
tutundukları, dördünün birden yardım için seslendikleri, kenarda duran bir
işçinin 155 Polis İmdat hattını aradığı, ayrıca 156 Jandarma İmdat hattına ve
hemen sonrasında da Valilik İl Kriz Merkezine olayın bildirildiğinin anlaşıldığı,
İlçe Jandarma Komutanının da aralarında bulunduğu bir kuvvetin hemen olay
yerine intikal ettiği ve dört şahsı buza tutunmuş vaziyette gördüğü ancak bir
müddet sonra dört şahsın da suda kaybolduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir.
Olayla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığının ön
inceleme raporunda, ilgili evrak, resmi kayıtlar, tutanak ve kamera kayıtları
ile suç isnat edilen her bir kişi hakkında neden sorumluluk isnat edilemeyeceği
ile ilgili ayrıntılı açıklamalara yer verildiği, somut olayda, olayın haber
alınmasından itibaren yetkililerin olay yerine varış için hemen gerekli
hazırlıklara başladıkları ve olay yerine vardıkları ancak göletin
bulunduğu alan, gerekli teçhizat ve personelin bir araya getirilmesi itibariyle
bunun biraz zaman aldığı, olay yerine varış sonrasında da gerekli arama
kurtarma işlerine başlanıldığı ancak havanın karanlık olması, göletin fiziki şartları ile buzla kaplı olmasının arama
kurtarma faaliyetlerini güçleştirdiği, ertesi günlerde yapılan arama çalışmalarında
işçilerin cesetlerine ulaşıldığı anlaşılmakta ve işçilere müdahale süresinin
onların gölette buzlara tutunarak hayatta kalmaya çabaladıkları süreye
yetmediğinin anlaşıldığı belirtilmiştir.
45. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık
görüşüne karşı, başvuru dilekçesinde yer verdikleri görüşleri yineleyerek
itiraz etmişlerdir.
ii. Başvuru
Konusu Olay Hakkında Genel Değerlendirme
46. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
Meşrû müdafaa hali,
yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya
hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin
uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu
durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
47. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez
haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri
bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan
hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı
sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin
yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin
kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü
bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).
48. Anayasa’nın 17. maddesi, devletin
sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda
devlete, öncelikle elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşam hakkını koruma
yükümlülüğünü vermektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 52-53). Devletin yaşam hakkı kapsamında
sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli
yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her
ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir
soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde
uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının
karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için
hesap vermelerini sağlamaktır (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 54).
49. 6216 sayılı
Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı”
kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
(2) İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
…”
50. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu,
bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir
çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle, temel hak ihlallerini
öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması,
kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20-21).
51. Başvuru konusu olayda, HES göletinde gerçekleşen kazada hayatını kaybeden 5
teknisyenin ölümlerinden kaynaklanabilecek sorumluluğun üç aşamalı bir şekilde
değerlendirilmesi gerekmektedir. Birinci aşamada, öncelikle,
temel yapısı gölet içinde sabit durmaya uygun olmadığı iddia edilen enerji
nakil hattı direklerinin olay anına kadar hangi nedenle ve hangi yetkili kişi
veya kurumun ihmali nedeniyle gölet içinde kaldığı ve hangi nedenle yıkıldığı
belirlenmeli ve akabinde direğin yıkılması ile ölüm olayının gerçekleşmesi
arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerekmektedir.
İkinci aşamada ise direğin devrilmesi sonrası olaya müdahale anında
yapılan yanlışlıkların mı ölüme neden olduğu, bu kapsamda, müdahale için giden
teknisyenlerin kendi ihmallerinin mi yoksa başka bir kişi veya kurumun
ihmalinin mi kazaya neden olduğunun ortaya konması gerekmektedir. Son olarak
üçüncü aşamada ise kazanın gerçekleşmesinin sonrasında acil yardım hizmetlerinin
yerine getirilmesinde hangi kişi veya kurumun sorumlu olduğunun ve varsa
ihmalinin ortaya konulması gerekmektedir.
52. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının,
başvurucuların müşteki olarak dâhil olduğu 2013/4607 esas numaralı soruşturma
kapsamında hazırlanan 29/4/2013 tarihli
iddianamesinde, (ölüm olayı açısından yukarıda yer verilen ilk iki aşamada
doğabilecek sorumluluğu ortaya koyabilecek) belirli yetkililerin olası
sorumluluğu ayrıntılı olarak ileri sürülmüş olup iddianame 21/5/2013 tarihinde
Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir. Bu iddianamede yer
verilen şüpheliler, soruşturma kapsamında hazırlanan bilirkişi raporuna
istinaden, “baraj göletinde
su tutulacağı aşikar olduğu ve direklerin deplase
edilmesi için hazırlanan proje onaylandığı halde gerekli deplaseyi yaptırmama”,
“gölet alanında kalan dört direğin relokasyonunun
takibini yapmama”, “elektrik bakım, onarım ve tamir işlerinin yapımında sorumlu
kişiler olarak onarım işine giden işçilerin uygun olmayan şartlarda ve uygun
olmayan ekipmanlarla arıza mahalline gitmelerini önlememe”, Aşkale işletme şefi
…’nın yerine bir yetkili görevlendirmeme” ve “il müdürlüğü bünyesinde yapılan çalışmalarda
gerekli organizasyonu yapmama ve iş disiplinini sağlamama” gibi
eylem ve ihmallerden sorumlu tutularak taksirle birden fazla kişinin ölümüne
neden olma suçundan haklarında dava açılmıştır.
E.2013/121 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılamanın halen devam
ettiği anlaşılmaktadır.
53. 2013/1942
numaralı bireysel başvuruya konu edilen, (ölüm olayı açısından yukarıda yer
verilen birinci aşamada doğabilecek sorumluluğu ortaya koyabilecek) Aşkale
Cumhuriyet Başsavcılığının Enerji Bakanlığına bağlı santral projesinin geçici
kabul işlemlerini yapan ve direklerin gölet içinde kalması konusunda çekince
koymayan yetkililer hakkında yürütülen 2012/215 numaralı soruşturma kapsamında
verilen KYOK kararı Oltu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kaldırılınca dosya
yeniden soruşturma sırasına 2013/36 esas numarası ile kaydedilmiş ve bilirkişi
incelemesine gönderilmiştir. Savcılık, 14 Mayıs 2013 tarihinde gerek Enerji Bakanlığı
personeli, gerekse 2012/213 esas sayılı dosya üzerinden soruşturmasını
yürüttüğü DSİ personeli yönünden taksirle ölüme neden olma suçunun oluşup
oluşmadığı ve illiyet bağının tespiti açısından bilirkişi raporu hazırlanması
için ilgili dosyaları Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
Düzenlenecek rapor sonucunun beklendiği anlaşılmaktadır.
54. Başvuruya konu edilen ve ölüm
olayının meydana gelmesinin olası nedenlerinden biri olarak (yukarıda yer
verilen üçüncü aşamada doğabilecek sorumluluğu ortaya koyabilecek) hızlı ve
yeterli acil yardım ve kurtarma hizmetinin sağlanıp sağlanmadığının tespitine
ilişkin Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2012/283 sayılı bir
soruşturma daha yürütülmüştür. Kurtarma faaliyetlerinde ihmali bulunduğu ileri
sürülen il valisi ve diğer yerel yöneticiler hakkında yapılan bu soruşturmada,
Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığının görevsizlik kararı üzerine Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmaya devam etmiştir. Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ön inceleme
istemiyle dosyayı İçişleri Bakanlığına göndermiş, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, inceleme raporu ve tüm dosya kapsamından ilgililer hakkında
İçişleri Bakanlığınca verilen “soruşturma
izni verilmemesi” kararının usul ve kanun hükümlerine uygun
olduğundan bahisle karara karşı Cumhuriyet Başsavcılıklarınca itiraz edilmesine
yer olmadığına ve evrakın işlemden kaldırılıp kaydının kapatılmasına karar
vermiştir. İçişleri Bakanlığının soruşturma izni verilmemesi kararına
karşı Danıştay nezdinde itirazda bulunulmuş, Danıştay Birinci Dairesi, 26/12/2012 tarihinde, dosyadaki ön inceleme raporu ve eki
belgelere göre ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma
yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından bahisle, soruşturma izni
verilmemesine dair yetkili merci kararına yapılan itirazları reddetmiştir.
55. Diğer yandan, Bakanlık görüşünde
belirtildiği üzere, Aşkale Belediye Başkanı hakkında (yukarıda yer verilen ikinci
ve üçüncü aşamada doğabilecek sorumluluğu ortaya koyabilecek), Aşkale
Cumhuriyet Başsavcılığında görevi kötüye kullanma suçundan halen derdest bir
dosya olduğu, 2013/26 soruşturma numarası üzerinden yürütülen soruşturmada, 06/2/2013 tarihinde, belediye başkanı hakkında İçişleri
Bakanlığından soruşturma izni talep edildiği ve sürecin halen devam ettiği
anlaşılmaktadır.
56. Görüldüğü üzere, 5 teknisyenin
ölümüne neden olabilecek ve üç ayrı aşama içinde değerlendirilebilecek olaylar
zincirine ilişkin idari ve adli makamların yürüttükleri soruşturmalar halen
devam etmektedir. Sadece, üçüncü aşama kapsamında yer alan, il valisi ve diğer
yerel yöneticiler hakkında yürütülen soruşturmanın sona ermesi üzerine devletin
yaşam hakkını koruma ve sorumlular hakkında etkili soruşturma yapma
yükümlülüğünü yerine getirmediği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Başvurucuların uğradıkları zararların tazmini amacıyla ilgili idare ve kişiler
aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmadıkları anlaşılmaktadır.
57. Yaşam hakkına ilişkin bir ihlal söz
konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır. Maddi gerçeğin ortaya çıkması ve yaşanan
olayın nedeninin belirlenmesi için birçok yönü bulunan olayda yukarıda yer
verilen üç aşama içinde yer alan işlem, eylem ve ihmallerden hangilerinin ölüm
olayının yaşanmasına neden olduğunu tespite ilişkin idari ve yargısal
soruşturmaların sonuçlanması gerekmektedir. Bu nedenle, ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir. Bu durumda, başvuru konusu olayda
devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin maddi
boyutunun, yani elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için
oluşturulmuş yasal ve idari tedbirlerin gereği gibi uygulanıp uygulanmadığının
Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi ve bu konuda karar verilmesi mümkün
değildir.
iii.Kurtarma
Faaliyetlerinin Zamanında Yapılmaması Suretiyle Yaşamı Koruma Yükümlülüğünün
İhlali İddiası
58. Anayasa
Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler
açısından benimsediği temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17.
maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş
yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği
gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını
sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya
olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından
geçerlidir. Ancak, özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52-53).
59. Bu bağlamda
ifade edilmelidir ki, Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında, alınacak tedbirlerin
belirlenmesi idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur.
Anayasal hakların güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir
ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız
olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir
(benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005,
§ 96).
60. Devletin yaşamı koruma görevi, bir
kaza sonucu ortaya çıkan yaralanmalarda bir kişinin yaşamının veya sağlığının
tehlikede olduğu ve bu durumun yetkili makamlara bildirildiği durumlarda, acil
yardım ve kurtarma hizmetlerinin sağlanmasını da kapsamaktadır. Devletin bu
konuda sahip olduğu yükümlülük, her bir olayın koşullarına bağlı olmak üzere,
itfaiye, ambulans ve hatta ilgili olayın gerektirdiği durumlarda hava kurtarma
hizmetlerinin sağlıkları ve yaşamları tehlikede olanlara ulaştırılmasını
kapsayabilecektir. Ayrıca, yaşam hakkını koruma pozitif yükümlülüğünün ihlal
edilip edilmediği noktasında değerlendirme yapılırken öncelikli olarak bu
konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin (mekanizmaların) yeterli olup
olmadığı değerlendirilmeli, sonrasında ise mevcut mekanizmaların somut olayda
etkili bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı değerlendirmesine yer verilmelidir
(benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Furdik/Slovakya, B. No: 42994/05, 2/12/2008).
61. Başvurucuların
yakınları yıkılan enerji nakil hattı direğine müdahale için giderken
kullandıkları deniz bisikletinin alabora olması sonucu suya düşmüşler ve
yaklaşık bir saat yirmi dakika suda kurtarılmayı beklemişler ve kendilerine
ulaşılamayınca suda kaybolmuşlardır. Başvuru konusu olayda meydana gelen kaza
olaya müdahale konusunda yetkili makamlara bildirilmiş olduğu için kazazedelerin
hayatlarını korumak adına gerekli kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesi
Anayasa’nın 17. maddesi açısından devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında
yer almaktadır.
62. Başvurucular
yakınları uzun süre suda beklemelerine rağmen kurtarma ekiplerinin zamanında
gelmediği için yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri
sürmektedirler.
63. Bakanlık görüşünde, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş
Kurulu Başkanlığının ön inceleme raporunda, ilgili evrak, resmi kayıtlar,
tutanak ve kamera kayıtları ile suç isnat edilen her bir kişi hakkında neden
sorumluluk isnat edilemeyeceği ile ilgili ayrıntılı açıklamalara yer verildiği,
somut olayda, olayın haber alınmasından itibaren yetkililerin olay yerine varış
için hemen gerekli hazırlıklara başladıkları ve olay yerine vardıkları ancak göletin bulunduğu alan, gerekli teçhizat ve personelin bir
araya getirilmesi itibariyle bunun biraz zaman aldığı, olay yerine varış
sonrasında da gerekli arama kurtarma işlerine başlanıldığı ancak havanın
karanlık olması, göletin fiziki şartları ile buzla
kaplı olmasının arama kurtarma faaliyetlerini güçleştirdiği, ertesi günlerde
yapılan arama çalışmalarında işçilerin cesetlerine ulaşıldığı ve işçilere
müdahale süresinin onların gölette buzlara tutunarak hayatta kalmaya çabaladıkları
süreye yetmediği değerlendirilmiştir.
64. Başvuru konusu
olayda başvurucunun arama kurtarma faaliyetleri açısından mevcut yasal ve idari
çerçevenin eksikliğine ilişkin bir iddia ileri sürmediği görülmektedir. Yaşamı
koruma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olayda bir ihlale neden olduğu
sonucu çıkarılabilecek ve Anayasa Mahkemesi tarafından resen gözetilmesi
gereken bir eksiklik de bulunmamaktadır. Bu durumda sadece mevcut
mekanizmaların gerçekleşen olayda etkili bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı
incelemesi yapılarak yaşam hakkının pozitif yükümlülükler bakımından ihlali
iddiaları konusunda karar verilmesi gerekir.
65. Devletin yaşam
hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülükler uyarınca doğal olmayan her
ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütme zorunluluğu da
bulunmaktadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan
hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin
ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana
gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 54). Ancak bu
yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmemektedir.
İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve
hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir
(B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 59).
66. Bu kapsamda, acil yardım
hizmetlerinden kaynaklanabilecek sorumluluğu ortaya koymaya elverişli olan ve
uğranılan zararların tazmininin sağlanabilmesi gibi etkili bir şekilde
kullanılabilen hukuk mahkemelerine başvuru hakkı bu yükümlülüğü karşılamak
adına yeterli olabilir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Furdik/Slovakya, B. No: 42994/05, 2/12/2008; Byrzykowski/ Polonya,
B. No: 11562/05, 27/6/2006, § 105).
67. Başvuru konusu
olayda yaşanan ölümlerin kasıtlı bir eylem sonucu meydana gelmediği ortadadır.
Bu durumda, kurtarma faaliyetleri konusunda yetkili olan kişilerin muhakeme
hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmalinin, yani olası sonuçların farkında
olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek olayda ortaya
çıkan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almama gibi bir
durumun bulunup bulunmadığına karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu gibi
durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş
olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler
aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17.
maddenin ihlaline neden olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 60-62).
68. Bu çerçevede, başvuru konusu olayda
kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesi konusunda görevli olan ve olay kendilerine
bildirilen acil yardım ve kurtarma birimlerinin kendilerinden beklenen süre ve
yeterlilikte olay mahalline ulaşmak için harekete geçip
geçmediklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde farkında oldukları
ve yetkileri kapsamında önleyebilecekleri bir tehlikenin bulunup bulunmadığı ve
bunun sonucunda da yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi zorunlu soruşturma
yöntemlerinin tespiti yapılabilecektir. Bu değerlendirmeleri yapabilmek için öncelikle başvuru
konusu olayda kazanın gerçekleştiği koşulların ortaya konulması gerekmektedir.
69. Başvuru eki belgeler arasında yer alan ve olay nedeniyle
Aşkale Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü 2012/176 sayılı hazırlık
soruşturması kapsamında alınan tanık beyanları, hazırlanan iş kazası inceleme
ve değerlendirme raporu ve Erzurum Valiliği Kriz Merkezi tarafından hazırlanan
olayın gelişimine ilişkin ayrıntılı rapordan anlaşıldığı üzere, olayın
gerçekleştiği koşullar ve yürütülen kurtarma faaliyetlerinin seyri aşağıdaki
şekilde gerçekleşmiştir.
70. Başvurucuların yakınlarının
devrilen enerji nakil hattı direğine ulaşmak için bindikleri deniz bisikleti
kesin bir dakika verilememekle birlikte 18.00 sularında devrilmiş ve batmıştır.
Gölet yüzeyi yer yer buzlarla kaplıdır ve içinden iki enerji nakil hattı
geçmektedir. Teknisyenlerin iş güvenliğine ilişkin herhangi bir tedbir
almadıkları ve üzerlerinde can yeleklerinin de bulunmadığı tespit edilmiştir.
Güneşin batış saati resmi verilere göre 18.48’dir. Olaya müdahale için kaza
yerine giden kişilerin beyanlarından deniz bisikletinin devrilmesi
üzerine teknisyenlerden birinin su yüzeyinde tutunamadığı ve hemen gözden
kaybolduğu, kalan dört kişinin üçünün bir yerde diğer birinin ayrı bir yerde su
yüzeyinde kalmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Saat 18.17’de olayı gören bir kişi tarafından 155 ve 112 no’lu
telefonlara acil yardım çağrısında bulunulmuş, olay 18.21’de İl Jandarma
Komutanlığına, 18.24’da Valilik Kriz Merkezine bildirilmiştir. 18.30’da İl
Sivil Savunma Müdürlüğüne olay bildirilerek dalgıç ekibi ve kurtarma botu talep
edilmiştir. Olay yerinin Erzurum İl merkezine uzaklığı yaklaşık 55 km.’dir. Erzurum il merkezinde bulunan arama kurtarma ekibinin
teknik nedenlerle ikinci dalgıcın ekibe katılmasının beklenmesi sonucunda
18.55’te Aşkale’ye hareket ettiği ve 19.30’da olay mahalline ulaştığı tespiti
yapılmıştır. Aşkale Jandarma Komutanının ifadesine göre 19.10’da suda ayrı
duran şahıs, 19.20’de de diğer 3 şahıs suda kaybolmuş ve yapılan çağrılara
karşılık vermemişlerdir. 18.39’da Valilik Kriz Merkezine olay yeri için hava
ambulansı (helikopter) ihtiyacı olduğunun bildirildiği, nöbetçi doktorun
olaydan haberdar olduklarını ancak gün batımı nedeniyle helikopterin
havalanamayacağını ifade ettiği anlaşılmaktadır. 18.50’de
Jandarma Bölge Komutanlığı aranarak helikopter ihtiyacı iletildiği, anılan
komutanlığın ellerinde bulunan helikopterin personel taşıma helikopteri
olduğunu, kurtarma donanımı bulunmadığını, su yüzeyine yaklaşması halinde
oluşturacağı basıncın kazazedelerin su yüzeyinde kalmalarını daha da
zorlaştıracağını ifade ettiği, buna rağmen 20.15’de yola çıkan helikopterin
20.40’da Aşkale’ye ulaştığı ancak kaza yerine gitmediği bildirilmiştir. Valiliğin
19.45’de talebi üzerine T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığının, Genelkurmay Başkanlığından kurtarma helikopteri
görevlendirilmesini istediği, Malatya ilinden görevlendirilen kurtarma
helikopterinin saat 22.55’de olay mahalline ulaştığı anlaşılmaktadır.
71. Görüldüğü
üzere, ilçede bulunan güvenlik güçlerinin olayın hemen ardından olay mahalline
gittiği ancak buz tutmuş su içindeki kazazedelere ulaşamadığı, havadan müdahale
için talep edilen il merkezinde bulunan hava ambulansının havanın kararması
nedeniyle hareket edemediği tespit edilmiştir. Jandarma Bölge Komutanlığından
talep edilen personel taşıma helikopterinin de kurtarma tertibatı bulunmadığı,
diğer yandan bu helikopterlerin içinde enerji nakil hatları bulunan gölete karanlıkta yaklaşmaları tehlike arz edeceği için
kurtarma faaliyetlerinde kullanılmalarının mümkün olmadığı belirtilmiştir.
18.30’da haber verilen Sivil Savunma Müdürlüğü kurtarma ekibi il merkezinde
bulunması ve teknik olarak ikinci dalgıcın kurtarma ekibinde bulunması
zorunluluğu nedeniyle olay yerine 19.30’da vardığı anlaşılmaktadır. Kurtarma
botu ile su yüzeyinde arama yapılmaya çalışıldığı ancak su yüzeyinin buzlu,
havanın karanlık olması ve arama işleminin tehlike arz etmesi nedeniyle arama
faaliyetlerine son verildiği bildirilmiştir.
72. Bu bağlamda
Anayasa’nın 17. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülükler, devlete yaşamı veya
sağlığı tehlikeye giren kişilere belirli bir zaman dilimi içinde olay mahalline
gelip kurtarma ve acil sağlık yardımı verilmesi zorunluluğu yükleyecek kadar
genişletilemez. Hava kurtarma hizmetlerinin yerine getirilmesinde hava
koşulları, bölgenin ulaşılabilirliği ve teknik zorunluluklar gibi çeşitli
sınırlayıcı unsurlar böyle genel bir yükümlülüğün yerine getirilmesini
zorlaştıracak ve sorumlular açısından üstesinden gelemeyecekleri aşırı bir yük
oluşturacaktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Furdik / Slovakya (KK),
B. No:42994/05, 02/12/2008).
73. Bu durumda
soruşturma dosyasında yer alan belge ve bilgilerden, kurtarma faaliyetleri
konusunda yetkili olan kişilerin olası sonuçların farkında olmalarına rağmen
kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek harekete geçmedikleri sonucuna
götürecek bir bulguya rastlanılmamıştır. Bu nedenle de başvuru konusu olayda
acil yardım faaliyetlerinden sorumlu kişiler aleyhine ceza soruşturması
yürütülme zorunluluğu olduğu söylenemez. Dolayısıyla etkili bir şekilde
kullanılabilen hukuk ve idare mahkemelerine başvuru hakkı etkili soruşturma
yürütme yükümlülüğünü karşılamak adına yeterli olabilecektir (§ 66-67).
74. Nitekim ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan
eylem ve ihmallere karşı kusura ve hatta kusursuz sorumluluğa dayalı olarak,
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası uyarınca idarenin, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış, 2577
sayılı Kanun ile 6098 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen (§ 29-30) hükümleri ile hukuk ve idare
mahkemeleri önünde uğranılan zararları tazmin yolları düzenlenmiştir. Başvuru konusu olayda cezai
sorumluluğun tespiti için ilgili hukuk yoluna başvuran ancak sonuç alamayan
başvurucular açısından da değinilen hukuki ve idari kanun yollarına başvurma
imkânları bulunmaktadır.
75. Yaşam hakkına
ilişkin bir ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari
makamların ve derece mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır. Başvurucular olayda
ihmali olduğunu ileri sürdüğü yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunarak
ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş olmakla birlikte, yetkililerin
idari ve hukuki sorumluluklarına ilişkin herhangi bir kanun yoluna
başvurmadıkları görülmektedir. Bu nedenle, yürütülen kurtarma ve acil yardım hizmetleri
açısından ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir. Bu durumda,
başvuru konusu olayda kurtarma faaliyetleri açısından devletin yaşam hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin maddi boyutunun, yani elindeki
tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için ihdas edilmiş yasal ve
idari tedbirlerin gereği gibi uygulanıp uygulanmadığının Anayasa Mahkemesince
bu aşamada incelenmesi ve bu konuda karar verilmesi mümkün değildir.
76. Açıklanan
nedenlerle, kurtarma faaliyetlerinin zamanında yürütülmemesi suretiyle yaşam
hakkının ihlali iddialarının “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
iv.Kurtarma
Faaliyetlerinin Yürütülmesinden Sorumlu Olanların Etkili Bir Şekilde
Soruşturulmadığı İddiası
77. Yaşam
hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin etkili soruşturma yürütme boyutu
açısından kesinleşmiş olan ceza soruşturması işlemleri nedeniyle yaşam hakkının
ihlal edilip edilmediği hususunda Anayasa Mahkemesi tarafından bir karar
verilmesine engel bulunmamaktadır.
78. Bununla
birlikte, yukarıda yer verilen kazanın gerçekleştiği koşullar ve yürütülen
kurtarma faaliyetlerinin seyri dikkate alındığında, kurtarma faaliyetleri
konusunda yetkili kişilerin olası sonuçların farkında olmalarına rağmen
kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek, başvuru konusu olayın meydana
gelmesine engel olmak için gerekli ve yeterli önlemleri almadıkları
söylenemeyecektir (§ 70-73). Yaşam hakkının ihlaline kasten
sebebiyet verilmediği durumlarda “etkili bir
yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmemesi nedeniyle yaşam hakkı kapsamında olayın
yine sadece bu boyutu açısından insanların hayatının tehlikeye girmesine neden
olduğu ileri sürülen kişiler aleyhine görevi ihmal suçlamasında bulunulmaması
ya da bu kişilerin yargılanmamasının 17. maddenin ihlaline yol açtığından söz
edilemeyecektir (§ 66-67).
79. Başvuru
konusu olayda yaşam hakkı kapsamında sorumlu olabileceği ileri sürülen kişiler
hakkında mutlaka ceza sorumluluğunun tespitine yönelik bir soruşturmanın yürütülmesi
gerekliliği bulunmamakla birlikte, yaşanan iş kazasının sonuçlarının oldukça
vahim olması, olayın gerçekleşme nedenlerinin tespitinin çok yönlü bir
araştırmayı gerektirmesi ve ileri sürülen ciddi şikâyetler üzerine, Aşkale
Cumhuriyet Savcılığı tarafından derhal soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda soruşturma sürecine bakıldığında, Aşkale Cumhuriyet Savcılığı
tarafından yaşanan kazadan sorumlu olduğu ileri sürülen diğer kişilerin yanı
sıra, kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesinde sorumlu olanlar hakkında da
görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin derhal hazırlık soruşturması
başlatıldığı, sonrasında 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca soruşturma
dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, anılan
Başsavcılığın ön inceleme istemiyle dosyayı İçişleri Bakanlığına gönderdiği ve
soruşturma izni talep edildiği, İçişleri Bakanlığı tarafından arama kurtarma
faaliyetlerinde ihmali olduğu iddia edilen kişiler yönünden durumları tek tek
ele alınarak, haklarında soruşturma izni verilmemesine kararının verildiği
görülmüştür. Başvurucular bu karara karşı Danıştay’a itiraz etmiş, başvurucuların
itirazı üzerine Danıştay Birinci Dairesi dosyadaki ön inceleme raporu ve eki
belgelere göre ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma
yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından bahisle, soruşturma izni
verilmemesine dair yetkili merci kararına yapılan itirazı reddetmiştir. 4483
sayılı Kanun’un konu hakkındaki hükümleri göz önünde bulundurulduğunda,
yürütülen soruşturmanın yetersiz olduğunu ortaya koyacak bir eksiklik veya
soruşturmayı yürüten yetkililere yüklenilebilecek ihmali bir davranış
bulunmamaktadır.
80. Başvurucular bu kapsamda İçişleri Bakanlığı’nın
soruşturma izni verilmemesine dair kararına karşı yaptıkları itirazın Danıştay
Birinci Dairesi tarafından gerekçesiz olarak reddedildiğini ve bu durumun
mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olması gerektiği hükmünü taşıyan
Anayasa’nın 141. maddesi ile adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil ettiğini
ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların bu iddialarının da yaşam hakkı kapsamında
yürütülen soruşturmanın etkililiği incelenirken değerlendirilmesi
gerekmektedir.
81. Temyiz veya itiraz mercilerinin kararlarının tamamen
gerekçeli olması zorunlu değildir. İtiraz merciinin soruşturmayı yürüten adli
veya idari makamın kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi
kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli
olan husus, itiraz merciinin bir şekilde itirazda dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, adli veya idari merciin soruşturma iznine ilişkin kararını
inceleyerek itirazda yer alan talebi reddettiğini veya kabul ettiğini
göstermesidir (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 50).
82. Somut olayda, İçişleri Bakanlığının
il valisi ve diğer yerel idareciler hakkında görevi kötüye kullanma suçu
açısından soruşturma izni verilmemesi yönündeki kararı, müşteki durumundaki
başvurucuların itirazı üzerine Danıştay Birinci Dairesi tarafından incelenmiş
ve dosyadaki ön inceleme raporu ve eki belgelere göre ilgililere isnat edilen
eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte
bulunmadığından bahisle adı geçenler hakkında soruşturma izni verilmemesine
ilişkin karara karşı yapılan itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların itirazının Danıştay
Birinci Dairesi tarafından reddi kararında, suça konu olayın gerçekleştiği
koşulları ve tek tek yetkililere hangi nedenlerle sorumluluk yüklenemeyeceğini
ayrıntılı olarak açıklayan “ön inceleme raporu” ve eklerine atıf yapması
nedeniyle bu kararın gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
83. Öte yandan,
yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam
hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku
bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere
adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun
araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa’nın 17. maddesi hükümleri
başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da
cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir
ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği anlamına gelmemektedir (B.
No: 2012/752, 17/9/2013, § 56). Dolayısıyla, kişinin yaşam hakkının korunması kapsamında
yürütülen ceza soruşturmasının etkisiz olduğuna ilişkin bir sonuca varılmasını
gerektirecek bir husus tespit edilememiştir.
84. Açıklanan
nedenlerle, kişilerin yaşam hakkının korunması kapsamında yürütülen
soruşturmanın etkisiz olduğu şeklinde bir sonuca varılmasını gerektirecek bir
husus tespit edilememiştir.
2. Anayasa’nın
36. ve 40. Maddelerinin İhlal Edildiği İddiası
85. Başvurucular, ayrıca Aşkale
Başsavcılığı tarafından kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesinde yetkili olan
kişiler hakkında talep edilen soruşturma izninin İçişleri Bakanlığı tarafından
verilmediğini, bu şekilde sorumlular hakkında etkili ve erken bir soruşturma
yapılması yükümlülüğünün yerine getirilmediğini, memur yargılamasında öngörülen
mecburi idari soruşturma sebebiyle olayın sorumluları hakkında etkili ve etkin
başvuru yapma haklarının ellerinden alındığını ve bu durumun Anayasa’nın 36.
maddesinde yer alan "hak arama
hürriyeti" ile “adil
yargılanma hakkı”na,
40. maddesinde yer alan "temel hak ve
hürriyetlerin korunmasını isteme hakkı”na ve AİHS’nin 6 ve 13.
maddelerine aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmüşlerdir.
86. Bakanlık görüşünde, başvurucuların bu iddialarına yönelik
herhangi bir değerlendirme yer almamaktadır.
87. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şöyledir:
“Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamaz.”
88. AİHS’de tanınmış olan hak ve
özgürlükleri ihlal edilen herkesin, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin
ifasıyla görevli kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci
önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan AİHS’nin
13. maddesinin asıl karşılığı olan Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve
hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma
imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
89. Yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki usul yükümlülüğü çerçevesinde, başvuru konusu olaya ilişkin,
mağdurlara hukuki ve idari başvuru yollarının yanı sıra, sorumluların
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir ceza
soruşturması yürütülmesi zorunluluğu bulunup bulunmadığına ilişkin
değerlendirmeler yapılırken, başvuru konusu ölüm olayının özel niteliği gereği
böyle bir zorunluluğun bulunmadığı, bununla birlikte kurtarma faaliyetlerinin
yürütülmesinden sorumlu olanlar hakkında yürütülen ceza soruşturmasında
yürürlükteki mevzuat çerçevesinde yaşam hakkının ihlaline neden olabilecek
herhangi bir eksiklik veya ihmalin bulunmadığı değerlendirmesi yapılmıştır. Bu nedenle,
başvurucuların "hak arama
hürriyeti" ile "temel
hak ve hürriyetlerin korunmasını isteme hakkı”nın ihlaline ilişkin aynı doğrultudaki iddialarının ayrıca Anayasa’nın 36. ve
40. maddesi bağlamında yeniden incelenmesine gerek görülmemiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvuruda olayda yaşamını yitiren kişilerin yakınları tarafından
ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetlerinin,
devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu soruşturma yükümlülüğü açısından
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün
yerine getirilmediği yönündeki diğer iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının
İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Başvurucuların sorumlular hakkında etkili bir soruşturma
yürütülmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlaline ilişkin
şikâyetlerinin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
E. Yargılama giderinin başvurucuların üzerine bırakılmasına,
4/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.