TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YÜKSEL HANÇER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2116)
|
|
Karar Tarihi: 23/1/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet
ERTEN
|
|
|
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan
ÜSTÜN
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Şebnem
NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Yüksel
HANÇER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu 1997 tarihinde
açmış olduğu şuf’a davasının yaklaşık on yedi yıl
sonra karara bağlandığını ve yargılama makamına sunduğu dilekçelerin dikkate
alınmadığını, bu nedenle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespiti ile uğradığı zararın tazminine karar
verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/3/2013
tarihinde Çanakkale 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölümün İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik
ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular
ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet
Bakanlığının 10/12/2013 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu tarafından 3/1/1997 tarihinde, Çanakkale ili Gelibolu ilçesi Sütlüce
Köyü Balıkçı Damı mevkiinde kain 631 ve 632 parsel sayılı taşınmazlardaki ¼
hissenin tapusunun şufa hakkına istinaden iptali ile adına tapuya tescili
talebiyle dava açılmıştır.
8. Gelibolu Sulh Hukuk
Mahkemesinin E.1997/13 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması neticesinde,
Mahkemenin 21/7/2008 tarih ve E.1997/13, K.2008/361 sayılı kararı ile, başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir.
9. Karar temyiz edilmekle
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22/3/2012 ve E.2012/2722,
K.2012/3194 sayılı kararı ile onanmıştır.
10. Karar düzeltme talebi
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25/12/2012 ve
E.2012/16268, K.2012/15777 sayılı kararı ile reddedilmiş olup, Yargıtay ilamı
13/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
11. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider
yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
12. Mahkemenin 23/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
13/3/2013 tarih ve 2013/2116 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
13. Başvurucu, 1997 tarihinde
açmış olduğu şuf’a davasının yaklaşık on yedi yıl
sonra karara bağlandığını, Mahkemece gerekli olmadığı halde başka bir dava
dosyasının bekletici mesele yapılması nedeniyle yargılama sürecinin uzadığını,
ayrıca yargılama makamına sunduğu dilekçelerin dikkate alınmadığını beyan
ederek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Adil Olmadığı
İddiası Yönünden
14. Başvurucu, yargılama
makamına sunduğu dilekçelerin dikkate alınmadığını ve bu suretle yargılama
sırasında ileri sürdüğü iddia ve delillerinin gerektiği gibi incelenmediğini
beyan ederek, yargılamanın adil olmadığını iddia etmiştir.
15. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
16. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
17. Yapılan yargılama sırasında
tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve
değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul
edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak da
makul sürede yargılanma hakkı gibi, adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer
alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasanın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir (B. No.2012/13, 2/7/2013,§
38).
18. Taraflar arasında
hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği
ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar
arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında
korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence
gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan
delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belgium, B.
No. 19983/92, 24/02/1997, § 58).
19. Yargılama makamları
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya,
B.No.10590/83, 6/12/1988, § 68). Mevcut yargılamada
geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi kapsamında
olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil
olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir
yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama
ilkeleri ışığında taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma
ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda,
delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddiaları da yargılamanın
bütünü ışığında değerlendirilecektir.
20. Somut başvuru açısından,
başvurucunun muhtelif tarihli dilekçelerinde ileri sürdüğü bilgi, belge ve
delillerin ilgili kurumlardan temin edilerek tetkik edildiği, Mahkeme kararında
başvurucunun iddiasına konu satışın 1988 yılından önce yapılmış olduğu ve
üçüncü kişiye satışın yapıldığı belirtilen bu tarih itibarıyla başvurucunun
henüz kayıt maliki olmadığı ve bu nedenle dava hakkının bulunmadığı gerekçesine
dayanılarak davanın reddine karar verilmekle, bu kapsamda başvurucunun tanık
dinletme talebinin reddedildiği ve bu itibarla başvuru dosyası kapsamından
başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına, yargılamaya
etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu saptanmadığı
anlaşılmaktadır.
21. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul
Olmadığı İddiası Yönünden
22. Başvurucu, karar düzeltme
yoluna başvurulmakla kanun yollarının tüketildiğini beyan etmiştir.
23. Başvuru evrakı kapsamından,
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
24. Başvurucu, 1997 tarihinde
açmış olduğu şuf’a davasının yaklaşık on yedi yıl
sonra karara bağlandığını ve Mahkemece gerekli olmadığı halde başka bir dava
dosyasının bekletici mesele yapılması nedeniyle yargılama sürecinin uzadığını
belirterek, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
25. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18)
26. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
28. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
29. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 38).
30. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
31. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No.2012/13, 2/7/2013, § 40).
32. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B.
No.2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
33. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 46).
34. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
35. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iki adet taşınmaz hakkında görevli sulh hukuk mahkemesinde açılan şuf’a davasının söz konusu olduğu görülmekle, 4721 sayılı
Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut
yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğunda kuşku yoktur (B. No. 2012/13, 2/7/2013, §
49).
36. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 3/1/1997
tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak
şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Somut başvuru açısından bu tarihin,
karar düzeltme talebinin Yargıtay 1. Hukuk Dairesince reddedildiği 25/12/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
37. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil,
uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No. 2012/13,
2/7/2013, § 51).
38. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun iki adet taşınmaza ilişkin şuf’a davası olduğu, 3/1/1997
havale tarihli dava dilekçesi üzerine Gelibolu Sulh Hukuk Mahkemesinin
E.1997/13 sırasına kaydı yapılan davanın 10/1/1997 tarihli tensip zaptı
sonrasında, dört yıl üç ayı aşkın bir süre, dava konusu taşınmazların Gelibolu
Kadastro Mahkemesinin E.1987/8 sırasında davalı olduğu belirtilerek, ilgili
davanın sonucunun beklenildiği ve bu nedenle başvurucunun ihtiyati tedbir talebinin
reddedildiği, sonucu beklenilen Kadastro Mahkemesi dosyasının sonuçlandığının
tespit edilmesi üzerine, belirtilen dosyaya ilişkin yargılamanın yenilemesinin
talep edildiği tespit edilmekle, iki yıl süreyle bu talebe ilişkin olan
Gelibolu Kadastro Mahkemesinin E.2000/14 sayılı dosya sonucunun beklenildiği,
belirtilen davanın sonuçlanmasını müteakip ve başvurucu tarafından dava konusu
taşınmazları da konu alan muvazaa nedeniyle tapu iptal talepli bir dava
açıldığının belirtilmesi üzerine, Mahkemece Gelibolu Asliye Hukuk Mahkemesinin
E.1982/653 sayılı dosyasının incelenmek üzere talep edildiği, yargılamanın
14/1/2003 tarihli celsesinde, Mahkemece Gelibolu Asliye Hukuk Mahkemesinin
E.1982/653 sayılı dosyasının aynı Mahkemenin E.1990/427 sayılı dosyası ile
birleştirilmesine karar verildiği tespit edilmekle, E.1990/427 sayılı dosya
akıbetinin beklenilmesine karar verildiği ve belirtilen dava dosyası sonucunun
dört yıl yedi ayı aşkın süreyle beklenildiği, bu meyanda dosyanın taraflarca
takip edilmemesi nedeniyle bir defa işlemden kaldırılarak, başvurucunun
yenileme talebi üzerine yeniden işleme konulduğu görülmektedir. Gelibolu Asliye
Hukuk Mahkemesinin E.1990/427 sayılı dosyasının sonuçlandığının tespit
edilmesini müteakip, dosyanın iki celse tetkike alındığı ve 21/7/2008
tarihli celsede Mahkemece davanın reddine karar verildiği ve belirtilen tüm bu
yargılama sürecinde defalarca taraf mazeretlerinin kabul olunduğu
görülmektedir.
39. İlk derece mahkemesi kararı
temyiz edilmekle, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 22/3/2012
ve E.2012/2722, K.2012/3194 sayılı kararı ile onandığı ve başvurucunun karar
düzeltme talebinin Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25/12/2012 ve E.2012/16268,
K.2012/15777 sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmaktadır.
40. İlgili yargılama dosyasının
incelenmesinden, muhtelif celselerde taraf mazeretlerinin kabulüne dair karar
tesisi ile yetinildiği, celse harcı tayini gibi usuli
imkânların yargılama makamlarınca kullanılmadığı ve muhtelif celselerde tetkike
alındığı görülmektedir. Ayrıca, toplamda dokuz yılı aşkın
süreyle Gelibolu Kadastro Mahkemesinin E.1987/8 ve E.2000/14 sayılı dosyaları
ile Gelibolu Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1990/427 sayılı dosyasının neticesinin
beklenildiği, ancak gerekçeli kararda, başvurucunun şuf’a
talebine konu satışın 1988 yılından önce yapılmış olduğu ve üçüncü kişiye
satışın yapıldığı belirtilen bu tarih itibarıyla başvurucunun henüz kayıt
maliki olmadığı ve bu nedenle dava hakkının bulunmadığı gerekçesine dayanılarak
davanın reddine karar verildiği anlaşılmakla, belirtilen dosya sonuçlarının
beklenilmesi için geçirilen dokuz yılı aşkın yargılama periyodunun, üzerinde
durulması gereken en önemli süreç ve yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir
etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
41. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu yargılamanın iki adet taşınmaza ilişkin şuf’a davası olduğu, yargılamanın özellikle taşınmazın
aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi
usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip
olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikme periyotları
ayrı ayrı değerlendirildiğinde, özelikle hüküm sonucunu etkilemediği anlaşılan
dava dosyası sonuçlarının uzun süre beklenildiği, usuli
müeyyideler kullanılmaksızın taraf mazeretlerinin defalarca kabul edildiği,
bunun yanı sıra muhtelif defa dosyanın tetkike alındığı anlaşılmaktadır.
42. Medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
43. Yargılama sürecinde
başvurucuların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural
olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de,
yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları
kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu
kapsamda, başvurucu da dâhil olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde
mazeret dilekçeleri sunulduğu ve dosyanın bir defa takipsiz bırakılmak
suretiyle işlemden kaldırılmasına neden olunduğu görülmekle birlikte, dosyanın
işlemden kaldırılmasını müteakip altı gün sonra yenileme dilekçesi sunmuş olan
başvurucunun tutumunun, yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu
tespit edilememiştir.
44. Davanın mahiyeti nedeniyle
icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında söz konusu
yaklaşık on altı yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu
sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Nuri
NECİPOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
46. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması ve adil olmaması nedeniyle 100.000,00 TL
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
47. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
48. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on altı yıllık yargılama süresi nazara
alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 13.950,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
OYBİRLİĞİYLE,
B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, Nuri NECİPOĞLU’nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucuya 13.950,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, Nuri NECİPOĞLU’nun karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
E. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
F. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
23/1/2014 tarihinde karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Başvurucu
1997 tarihinde açmış olduğu şuf’a davasının yaklaşık
on yedi yıl sonra karara bağlandığını ve yargılama makamına sunduğu dilekçenin
dikkate alınmadığını, gerekli olmadığı halde başka bir dava dosyasının
bekletici mesele yapılması nedeniyle yargılama sürecinin uzatıldığını ileri
sürerek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
Başvurucu
hakkında, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının
“kabul edilebilir” olduğuna, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
makul sürede “yargılanma hakkının ihlal edildiğine”, “manevi tazminat” ile
“yargılama giderleri”nin ödenmesine karar
verilmiştir.
22.11.2001
tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “önalım hakkı sahibi” başlıklı 732.
maddesinde, “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen
veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını
kullanabilirler.” “Kullanma yasağı, feragat ve hak düşürücü süre” başlıklı 733.
ve 734. maddelerinde, önalım nasıl kullanılacağı ve şekil şartları
belirtildiği, 733/4 maddesinde açıkça,”önalım hakkı,
satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın
üzerinden iki yıl geçmekle düşer.” denilmektedir.
Başvurucu
3.1.1997 tarihinde Çanakkale ili Gelibolu ilçesi Sütlüce Köyü Balıkçı Damı
mevkiinde kain 631 ve 632 parsel sayılı
taşınmazlardaki ¼ hissenin tapusunun şufa hakkına istinaden iptali ile adına
tapuya tescil talebiyle dava açmıştır.
Başvurucunun
muhtelif tarihli dilekçelerinde ileri sürdüğü bilgi, belge ve delillerin ilgili
kurumlardan temin edilerek tetkik edildiği, Mahkemece başvurucunun iddiasına
konu satışın 1988 yılından önce yapılmış olduğu ve üçüncü kişiye satışın
yapıldığı belirtilen bu tarih itibariyle başvurucunun henüz kayıt maliki
olmadığı ve bu nedenle dava hakkının bulunmadığı gerekçesine dayanılarak
davanın reddine karar verilmiştir.
Halen
yürürlükte olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 732. maddesine göre şuf’a (önalım) hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği
tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle
düşmektedir. Bu süreler hak düşümü süresidir.
4721
sayılı kanun öncesinde şuf’a hakkı konusunda
22.11.2001 tarihine kadar yürürlükte olan 743 sayılı Türk Medeni Kanununun şuf’a davalarına ilişkin MK 658 ve 659. maddeleri
uygulanmakta idi. Kanuni şuf’a hakkını düzenleyen MK
659. maddesinde sükutu hak süresi ile ilgili bir
açıklama bulunmamaktaydı. Ancak şuf’a davasında sükutu hak süresi 26.12.1951 tarih ve 1/6 sayılı YİBK ve MK’nın 658/son maddesine göre bir ay, şuf’a
hakkının gerek doğrudan ve gerekse dava olarak kullanılma süresi, hakka konu
yapılacak payın, satış tarihinden itibaren on yıl olarak belirtilmiştir. Somut
başvuru açısından 22.11.2011 tarihine kadar yürürlükte olan 743 sayılı Türk Medeni
Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Zira,
başvurucunun iddiasına konu satış 1988 yılından önce yapılmıştır.
Şuf’a (önalım)
davalarında davacı olacak kişi veya kişilerin her şeyden önce, önalım hakkının
kullanılacağı taşınmazın maliki olması gerekir (taşınmazın paydaşı). Taşınmazın
hukuken maliki sıfatını almamış bir kişinin dava açma hak ve yetkisi
bulunmamaktadır. Bir taşınmazda bir kişinin malik olup olmadığını belirleyecek
en önemli ve kesin kıstas, taşınmazın yazılı olduğu tapu sicilidir. Bu nedenle,
şuf’a davalarında bu konuda çıkacak sorunun
giderilmesinde esas alınacak delil tapu sicili olacaktır.
Başvurucunun
iddiasına konu satışın 1988 yılından önce yapılması ve üçüncü kişiye satışın
yapıldığı belirtilen bu tarih itibariyle başvurucunun henüz kayıt maliki
olmaması ve dolayısıyla dava açma hak ve yetkisinin bulunmaması dikkate
alındığında, hukuki işlemin yapıldığı tarihten (1988) çok sonra 3.1.1997
tarihinde açılmış bir davada hak sahibi olduğunu ileri sürerek dava yoluyla bir
hak elde etmesi mümkün bulunmamaktadır.
Aksi
takdirde dava hakkı bulunmamasına rağmen, davacı olarak bir kısım kişilere
karşı dava açılması halinde, söz konusu dava ya da davaların yargılama
sırasında şu ya da bu nedenle uzaması ya da uzatılması gerekçesiyle yargılama
süresinin makul olmadığı iddiası ileri sürüldüğünde hak ihlalinin
gerçekleşeceği sonucuna varılır ki, hukuk sistemi buna izin vermemektedir. Diğer bir ifadeyle dava
hakkı bulunmayan kişiler hakkında yapılacak uzun yargılamalarda makul sürede
yargılanmadığı ileri sürülerek hak ihlali iddiasının hukuki zeminde
bulunduğunun kabulü, bir şekilde davada taraf olanlara haksız, adil olmayan
hukuka aykırı iddiaların ileri sürülmesi gibi bir durum yaratılacaktır.
Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması,
öncelikle tarafların dava açma hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının
belirlenmesiyle olur. Hukuk, hiçbir zaman kötü niyetli kişilere ve hukuk dışı
faaliyetlere izin vermemektedir. Dolayısıyla dava hakkı olmayan kişilerce
yapılan yargılamaya dayanılarak yargılama sürecinin makul olmadığı iddiasının
ileri sürülmesinin mümkün olmaması gerekir. Çünkü davacının dava hakkı
bulunmamaktadır. Buna dayanılarak yapılacak hak ihlali iddiası hukuki temelden
yoksun olacaktır. Aksine bu tür iddiaların gerçek hak sahibinin hakkını elde
etmesini engellemesi, kimi makamlarının ve mahkemelerin asılsız ve dayanaksız
iddia ve taleplerle oyalanması şeklindeki kötü niyetle davranışın söz konusu
olduğu göz ardı edilmemelidir.
Dava
açma hak ve yetkisi olmayan, satışın yapıldığı tarihte kayıt maliki bulunmayan
başvurucunun, yargılama süresinin makul olmadığı iddiasının belirtilen
nedenlerle kabulü mümkün değildir. Bu nedenlerle çoğunluğun kararına
katılamadım.