TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÖKHAN YILMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2130)
|
|
Karar Tarihi: 21/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Gökhan YILMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Kurbani
ODABAŞI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun uzun sürmesi ve
bu hususta tazminat hakkının tanınmaması nedeniyle özgürlük ve güvenlik
hakkının, telefon görüşmelerinin şartları oluşmaksızın ve farklı bir dosya
üzerinden dinlenmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin, soruşturma evresinde
görev yapan hâkimin yargılamaya da katılması, telefon görüşmelerinin (görüşme
dökümleri) verilmemesi, kayıtların farklı anlama gelecek biçimde
birleştirilmesi, dinleme kararlarının dosyaya konulmaması, hukuka aykırı
nitelikteki görüşme dökümlerinin, babası ve kardeşiyle yaptığı konuşmaların
hükme esas alınması, bu kayıtlara dayanılarak dinleme kararı verilemeyecek
suçlardan da mahkûm edilmesi, kovuşturmaya ilişkin araştırma yapılması,
bilirkişi incelemesi ve tanık dinlenmesi taleplerinin reddedilmesi, tanıkların
büyük kısmının talimatla dinlenilmesi ve kararlarda yeterli gerekçe gösterilmemesi
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/3/2013 tarihinde
Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu
ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen
eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/1/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 31/3/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 5/5/2014
tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi kanalıyla erişilen belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
a. Dinleme
Kararları
8. Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 18/4/2006
tarihli ve 2006/2385 Muhabere sayılı yazısı ile ihaleye fesat karıştırmak
suçuna ilişkin olarak başvurucuya ait cep telefonunun üç ay süreyle dinlenmesi
talep edilmiştir.
9. Aynı soruşturma kapsamında diğer şüpheliler İ.M., Y.A., A.B., A.Y. (başvurucunun babası), M.C. ve T.B.
hakkında da iletişimin tespiti kararlarına istinaden dinlemeler yapıldığı
anlaşılmaktadır.
10. Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 18/4/2006
tarihli ve 2006/378 Müteferrik sayılı kararı ile ihaleye fesat karıştırma
suçuna ilişkin olarak suç işlendiğine dair kuvvetli şüphenin oluştuğu ve başka
suretle delil elde etme imkânının bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun telefonunun
üç ay süreyle dinlenmesine, tespitine, kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesine karar verilmiştir.
11. Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 18/7/2006
tarihli ve 2006/2358 Muhabere sayılı, 18/10/2006 tarihli ve 2006/2561 sayılı,
17/11/2006 tarihli ve 2006/2561 Hazırlık sayılı yazıları ile iletişimin
dinlenmesi tedbirinin uzatılması talep edilmiştir.
12. Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 18/7/2006
tarihli ve 2006/887 Müteferrik sayılı, 18/10/2006 tarihli ve 2006/1233
Müteferrik sayılı, 17/11/2006 tarihli ve 2006/1332 Müteferrik sayılı kararları
ile tedbirin sırasıyla üç ve birer aylık sürelerle uzatılmasına karar
verilmiştir. Mahkeme, her defasında önceki kararına/kararlarına atıf yapmış ve operasyonel faaliyet gerektirecek yeterli delillere ulaşılamamasına
ve başka türlü delil elde etme imkânının bulunmamasına dayanarak iletişimin
dinlenmesi süresinin uzatılmasına karar vermiştir.
13. Başvurucu 10/11/2009 tarihinde Kars
Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/2561 Hazırlık sayılı dosyasının akıbetine ilişkin
olarak dosyanın gönderildiği Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığından bilgi talep
etmiştir. Başsavcılığın 11/11/2009 tarihli yazısında,
soruşturmanın devam ettiği fakat soruşturmanın taraflarından olmaması nedeniyle
başvurucuya bilgi verilemeyeceği bildirilmiştir.
14. Başvurucunun, dinleme kararlarının alındığı dosyalara
ilişkin Kars Cumhuriyet Başsavcılığından da bilgi talep ettiği anlaşılmaktadır.
Başsavcılığın 11/12/2009 tarihli yazısı ile
başvurucuya 2006/2561 Hazırlık sayılı dosyanın farklı kişiler hakkında
yürütülen soruşturmalara ilişkin olduğu, 29/9/2006 tarihinde hazırlık numarası
almasının ardından bu dosyada iletişimin tespiti çalışmalarına başlanıldığı
bilgisi verilmiştir. 2006/3051 Hazırlık sayılı dosyayla ilgili olarak ise 24/11/2006 tarihinde soruşturma defterine kaydedildiği ve
yetkili Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği ifade edilmiştir.
15. Başvurucu 28/3/2012 tarihli
dilekçesi ile Kars Cumhuriyet Başsavcılığından 2006/3051 Hazırlık sayılı
dosyada kendisi hakkında dinleme kararı bulunup bulunmadığını sormuştur.
Başsavcılığın 16/5/2012 sayılı yazısında, iletişimin
tespiti talep edilirken sehven 2006/2561 Hazırlık numarasının kullanıldığı,
belirtilen dosyada başka bir suç örgütüne ilişkin dinleme kararlarının
bulunduğu, 2006/3051 Hazırlık sayılı soruşturma dosyasının ise fezleke ile
Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği ve yargılamanın (kapatılan)
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. maddesi ile görevli) yapılmakta
olduğu belirtilmiştir.
b. Başvurucu
Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Kovuşturma
16. Kars Cumhuriyet Başsavcılığının E.2006/3051 sayılı
soruşturma kapsamındaki yazılarına istinaden Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından başvurucunun ve diğer bazı şüphelilerin ev, oto, ikamet ve iş
yerlerinde aramaya izin verilmesi talep edilmiştir. Başsavcılık yazısında,
ihaleye fesat karıştırma suçunu işledikleri ve bu suçu işlemek için örgüt
kurdukları tespit edilen şüphelilerin yakalanabilmesi ve suç delillerinin ele
geçirilmesi amacıyla arama talebinin yapıldığı belirtilmiştir.
17. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olan hâkim M.K., 15/12/2006 tarihli ve 2006/2213 Değişik İş sayılı
kararıyla istemin kabulüne, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 118. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile 199. maddesi
uyarınca arama yapılmasına izin verilmesine hükmetmiştir.
18. Başvurucu 19/12/2006 tarihinde
gözaltına alınmış ve 21/12/2006 tarihinde ihaleye fesat karıştırma, bu suçu
işlemek için örgüt kurma ve resmî evrakta sahtecilik suçlarından
tutuklanmıştır.
19. 22/12/2006 tarihinde, başvurucuya
ve diğer bazı şüphelilere ait taşınmazlara, hak ve alacaklara 5271 sayılı
Kanun’un 128. maddesi gereğince el konulması talep edilmiştir.
20. Hâkim M.K., 22/12/2006 tarihli ve
2006/2280 Değişik İş sayılı kararıyla şüphelilerin üzerlerine atılı ihaleye
fesat karıştırma, bu suçu işlemek amacıyla örgüt kurma ve resmî evrakta
sahtecilik suçlarına ilişkin soruşturmayla ilgili bir evrak bulunmadığı ve bu
kişilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair herhangi bir delil
gösterilmediği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir.
21. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2007
tarihli ve E.2007/129 sayılı iddianamesi ile başvurucunun da aralarında
bulunduğu elli beş sanık hakkında örgüt yöneticiliği, örgüte üye olmak, ihaleye
fesat karıştırmak, edimin ifasına fesat karıştırmak ve resmi belgede
suçlarından dava açılmıştır. İddianamede Koç Köy Yol Yapım İhalesine (6. ihale)
ilişkin olarak telefon görüşmelerinden İ.M., Y.A. ve
başvurucunun ihaleyi alan A.S.yi tehdit ettiklerinin
ve bu kişiden 40.000 TL değerinde çek aldıklarının tespit edildiği de
belirtilmiştir.
22. (Kapatılan) Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/215
sayılı dosyasında görülen yargılamanın 7/12/2007
tarihli duruşmasında, başvurucuya telefon kayıtları ve dosyadaki diğer belgeler
okunmuştur. Başvurucu, aleyhinde olan hususları kabul etmediğini belirtmiştir.
23. Yargılama esnasında 6. ihaleyle ilgili suçlamaların
müştekisi A.S.nin ifadesi talimat yoluyla alınmıştır.
Müşteki ifadesinde ihaleye katılıp katılmaması hususunda Y.A.nın
kendisine bir şey söylemediğini ve bu kişi tarafından tehdit edilmediğini
belirtmiştir. Müşteki, ayrıca araç alması dolayısıyla Y.A.ya
toplamda 40.000 TL’lik iki çek verdiğini söylemiştir (Gerekçeli karar No: 1, s.
121). Bu ifade 5/2/2008 tarihli duruşmada okunmuştur.
Başvurucu ve vekilleri, bu duruşmada okunan belgelerden aleyhlerinde olanlarını
kabul etmemişlerdir. Müştekinin kolluk aşamasında da bu yönde ifade verdiği
anlaşılmaktadır (Gerekçeli karar No: 1, s. 120, 121).
24. Mahkeme 2/6/2008 tarihli duruşmada,
Savcılığın ve bazı sanık vekillerinin ses CD’leri üzerinde incele yapılması
taleplerini görüşmelerin tarafı olan başvurucunun tevil yoluyla görüşme
içeriğini kabul etmiş olduğu ve yargılamaya yenilik katmayacağı gerekçesiyle
reddetmiştir.
25. Mahkeme, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular
ile mevcut delil durumuna dayanarak ve 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı
maddeleri gereğince yargılama süresince başvurucunun tutukluluğunun devamına
karar vermiştir. Resen ya da başvurucunun talebi üzerine yapılan tutukluk
incelemelerinde ise atılı suçun niteliği, kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösterir olgular ve atılı suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması gerekçesiyle tutukluluk hâlinin
devam etmesi yönünde hüküm kurulmuştur.
26. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi 12/5/2009 tarihli ve
E.2007/215, K.2009/184 sayılı kararı ile başvurucunun örgüt yöneticiliği
suçundan bir kez, ihaleye fesat karıştırmak ya da bu suça teşebbüsten yirmi iki
kez (1., 2., 3., 5., 6., 7., 8., 9., 10., 11., 12.,
13., 14., 15., 16., 19., 21., 22., 23., 24., 25. ve 26. ihaleler), edimin
ifasına fesat karıştırmaktan bir kez (1. ihale) ve nitelikli yağma suçundan bir
kez (6. ihaleyle bağlantılı) mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucunun
örgüt yöneticiliği suçundan 3 yıl 4 ay ve yağma suçundan 8 yıl 4 ay hapis
cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, 4.,
17., 18. ve 20. ihalelere ilişkin suçlamalardan ve 19. ihaleye bağlantılı resmî
evrakta sahtecilik suçundan beraat etmiştir. Haklarında dinleme kararı alınan
kişilerden İ.M. ve Y.A. örgüt yöneticiliği suçundan; A.B.,
T.B. ile A.Y. (başvurucunun babası) ise örgüte üye olmak suçundan mahkûm
edilmiştir. Örgüt üyeliği suçlamalarıyla ilgili olarak hükmün açıklanmasının
geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir.
27. Başvurucunun kardeşi G.Y., diğer
bazı suçların yanı sıra örgüt üyeliği suçundan da mahkûm edilmiş ve hükmün
açıklanması geri bırakılmıştır. G.Y.nin
HAGB’ye karşı yaptığı itiraz, Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesinin 10/9/2009 tarihli ve 2009/989 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
28. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin, telefon görüşmelerinin
delil olarak kabul edilmesine ilişkin değerlendirmesi şu şekildedir (Gerekçeli
karar No: 1, s. 17):
“Sanıklar ve vekilleri
tarafından iletişimin dinlenmesinin hukuka aykırı olduğu CMK.nun 135. maddesindeki katagorik
suçlara girmediği, bu sebeple delil olamıyacağı iddia
edilmiştir. CMK.nun
135/6-a-8 ve 10maddesi “suç işlemek için örgüt kurma ( 2, 7 ve 8. fıkralar
hariç)" ve “ihaleye fesat karıştırma" suçunu katagorik
suçlardan saymıştır. Dolaylı dinlemenin delil olarak kabul edilip edilmeyeceği
hususu Yargıtay içtihatları ile netlik kazanmıştır ve delil olarak
değerlendirilmiştir.
CMK.nun 135/2 maddesine göre“abi - kardeş" arasında geçen konuşmalarındelil
olamayacağı ve dosyadan çıkarılarak imha edilmesi gerektiği iddia edilmiş ise
de bu durumun suça karışmayan ve tanıklıktan çekilme hakkı bulunan kişilerle
ilgili olduğu, suça karışan aile bireyleri hakkında uygulanamayacağı kanaatine
varılmıştır. Nitekim bu hususta çıkartılan yönetmelikte bu doğrultudadır.
Yine sanıklar ve vekilleri başka türlü delil
elde edilememesi halinde iletişimin dinlenebileceğini, zabıtanın başka türlü
delil elde etme yoluna gitmediğini, bu sebeple iletişim kayıtlarının delil
olarak kullanılamayacağını savunmuş ise de olayın mahiyeti icabı başka türlü
delilin elde edilme ihtimalinin çok zayıf olduğu, bir çok sanık ile telefonla
görüşüldüğü, iletişimin dinlenmemesi halinde bu bilgilerin elde edilemeyeceği,en önemli delilin
iletişimin dinlenmesi olduğu, iletişimin dinlenmesinin ihale evrakları ve
sanıklardan bir kısmının beyanları ile desteklendiği anlaşılmaktadır. Sanık ve
vekillerinin istediği diğer deliller ancak iletişimin dinlenmesinden sonra elde
edilebilecek delillerdir.”
29. Mahkeme kararında başvurucunun kardeşi G.Y.nin
2. ihaleye ilişkin olarak başvurucuyla, 5. ihaleye ilişkin olarak başvurucu ve
babası A.Y. ile, 15. ihaleye ilişkin olarak başvurucu ve babası A.Y. ile; 16., 17., 21. ve 23. ihalelere ilişkin olarak başvurucu ile
yaptığı telefon görüşmelerine de yer verilmiştir (Gerekçeli karar No: 1, s. 94,
100, 101, 107, 108, 115, 116, 201, 202, 207, 210, 211, 240, 241, 249).
Başvurucunun 1. ihale kapsamında teslim edilmesi gereken yakıtın niteliklerine
ilişkin telefon görüşmeleri bulunmaktadır. Kararda, başvurucunun ve diğer iki
sanığın örgüt yöneticisi olarak bu eylemden sorumlu olduğu belirtilmiştir.
Başvurucu, bu kayıtlara ilişkin sorularda ya susma hakkını kullanmış veya suçla
ilişkisinin bulunmadığını ileri sürmüştür.
30. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklar İ.M.
ve Y.A.nın iş yeri ortağı oldukları, başvurucunun bu
kişilerle ortak çalıştığı ve diğer örgüt üyelerine talimatlar verdiği, örgüt
içinde gevşek de olsa bir hiyerarşik bağın bulunduğu, bu üç kişinin tüm
ihalelerde şartname alan kişi ve şirketleri arayarak ihalenin önceden
belirledikleri kişilere veya şirketlere verilmesini sağladıkları, çıkma tabir
edilen paralar aldıkları, korku, baskı ve sindirme faaliyetleri ile örgütün
korkutucu gücünden faydalanarak firma veya kişilerin ihaleye girmesini
engelledikleri veya yüksek teklif verdirerek belirlenen isimlerin ihaleyi
kazanmaları hâlinde diğer sanıklar veya firmalar adına çıkma tabir edilen çek,
senet ve para alıp dağıttıkları ve bu şekilde çıkar amaçlı örgütün kurucusu
ve/veya yöneticisi oldukları; örgütün amaç suçu işlemeye elverişli olduğu ve
süreklilik unsuruna sahip olduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme A.B.,
T.B., G.Y., A.Y. ve E.M.nin eylemlerinin ise çıkar
amaçlı suç örgütü üyeliğini oluşturduğu belirtilmiştir (Gerekçeli karar No: 1,
s. 17).
31. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi, yağma suçu yönünden
iddianamede bu olayın anlatılması nedeniyle ek iddianameye gerek olmadığının ve
sanıklara bu hususta ek savunma verildiğinin altını çizmiştir. Mahkeme, telefon
kayıtlarına göre 6. ihaleden sonra müştekiden tehditle çek alındığını sabit
gördüğünden nitelikli yağma suçundan da mahkûmiyet yoluna gitmiştir. Her ne
kadar müşteki A.S., olayı ve telefon kayıtlarını
doğrulamamışsa da Mahkeme, kayıtları dikkate alarak suç örgütünden korktuğu
için müştekinin bu şekilde ifade verdiğini değerlendirmiştir (Gerekçeli karar
No: 1, s. 143).
32. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamaya hâkim M.K.
de katılmıştır ve gerekçeli kararda anılan hâkimin imzası bulunmaktadır.
33. Başvurucu bu kararı; tüm dosya ve telefon kayıtları üzerinde
bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı, görüşmelerin bant kayıtlarının dosyaya
sunulmadığı, ihale tarihinde nerede olduğuna dair baz istasyonu kayıtlarının
getirilmediği, ihaleyi yapan komisyon üyelerinin, ihalelere giren ve ihaleleri
alan firma yetkililerinin ve rapor tanzim eden polislerin dinlenmediği, teknik
araçla izleme kayıtlarının dosyaya getirilmediği, 6. ihalenin 14/4/2006
tarihinde yapılmasına rağmen dinleme kararının 18/4/2006 tarihinde alınmasının
Mahkeme kararı olmaksızın dinleme yapıldığını gösterdiği, dinleme kararlarının
bir soruşturma olmaksızın alındığı, dinleme şartlarının oluşmadığı, baba ve oğullar
arasındaki konuşmalara ilişkin kayıtların delil olarak kullanılamayacağı,
kardeşi G.Y. hakkında alınmış bir dinleme kararı olmadığı, bu nedenle G.Y.ye ilişkin kayıtlara dayanılamayacağı, usul ve yasaya
aykırı elde edilen telefon kayıtlarına dayanıldığı, başka şahıslara ve suçlara
ilişkin farklı bir dosya (E.2006/2561) üzerinden dinleme yapıldığı, kararda
kendisinin susma hakkını kullandığı belirtilmekle birlikte kolluk ve Cumhuriyet
savcılığında bu hakkını kullanmamış olduğu; yağma suçuna ilişkin olarak müşteki
A.S.nin kendisinin arkadaşı ve müşterisi olduğuna
ilişkin tanık dinlenmesi taleplerinin kabul edilmediği, bu suçun iddianamede
geçmediği, ihaleye fesat karıştırma ve örgüt yöneticiliği suçlarının oluşmadığı
ve ilk suça teşebbüsün mümkün olmadığı, hükme esas delillerin kararda
tartışılmadığı, delillerle ilişkilendirilen bir gerekçelendirme yapılmadığı
gibi nedenlerle temyiz etmiştir.
34. Yargıtay 6. Ceza Dairesi 12/10/2012
tarihli ve E.2012/11872, K.2012/17091 sayılı ilâmı ile başvurucu hakkında örgüt
yöneticiliği ve yağma suçlarından verilen cezaları onamış; diğer suçlamalar
yönünden İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. İ.M. ve Y.A.nın örgüt yöneticiliğinden mahkûmiyetleri de Yargıtay
tarafından onanmıştır. Yargıtay, ayrıca başvurucu yönünden 5. ihale 3. olaya
ilişkin hüküm kurulmadığını belirtmiştir.
35. Yargıtayın kısmi onama/bozma ilâmı
başvurucu vekiline 20/2/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
36. Başvurucu 15/3/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
c. Bireysel
Başvuru Sonrasında Yaşanan Gelişmeler
37.Kısmi bozma kararı sonrası dosya, Erzurum 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2013/2 sayısına kaydedilmiş ve yargılamaya başvurucunun
tutukluluğunda devam edilmiştir.
38. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2013
tarihli ikinci duruşmasında sanıklara ve/veya vekillerine Yargıtayın
bozma ilâmına karşı diyecekleri sorulmuştur. Mahkeme aynı tarihli ve E.2013/2,
K.2013/139 sayılı kararı ile bozulan suçlar yönünden önceki hükmündeki gibi
karar vermiş; 5. ihale 3. olaya ilişkin suçlamadan başvurucunun beraatına
hükmetmiştir. Mahkeme, görüşme dökümleri ile müştekinin beyanlarının
örtüştüğünü değerlendirmiş; 1. ihaleyle ilişkili olarak ihaleye fesat
karıştırma ve edimin ifasına fesat karıştırma suçlarından örgüt yöneticisi
olarak başvurucu, Y.A. ve İ.M.nin de mahkûmiyetine
hükmetmiştir (Gerekçeli karar No: 2, s. 55). Bu suçlamaya ilişkin sanıklara
sorulan görüşme tutanakları arasında başvurucunun kardeşi G.Y. tarafından
yapılmış bir konuşma bulunmamaktadır (Gerekçeli karar No: 2, s. 22-55).
39. Yargıtay 6. Ceza Dairesi 27/10/2014
tarihli ve E.2014/6689, K.2014/18617 sayılı ilâmı ile başvurucunun beraatına ve
1. ihaleyle bağlantılı edimin ifasına fesat karıştırma suçundan mahkûmiyetine
ilişkin kısmını onamış; diğer yönlerden ise kararı bozmuştur. Başvurucunun
kardeşi G.Y.nin 1. ihale 4.
olay ve 16. ihale 3. olay kapsamında yöneltilen suçlamalardan beraatı da Yargıtayca onanmıştır.
40. Yargılamaya devam eden Erzurum 1. Ağır Ceza Mahkemesi 1/12/2014 tarihli ve E.2014/327, K.2014/275 sayılı kararı
ile özel yetkili mahkemelerin kaldırılması nedeniyle dosyanın yetkili Kars Ağır
Ceza Mahkemesine devrine ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.
41. Kars Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/179 sayısına kaydedilen
dosyada en son duruşma 10/12/2015 tarihinde yapılmış
ve bir sonraki duruşma tarihi 12/4/2016 olarak belirlenmiştir.
B. İlgili Hukuk
42. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla
örgüt kurma” kenar başlıklı 220. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Kanunun suç
saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün
yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları
işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması
gerekir.”
43. 5271 sayılı Kanun’un “Yargılamaya
katılamayacak hâkim” kenar başlıklı 23. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“(2) Aynı işte
soruşturma evresinde görev yapmış bulunan hâkim, kovuşturma evresinde görev
yapamaz.”
44. 5271 sayılı Kanun’un “Hâkimin
reddi sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler” kenar başlıklı
24. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Hâkimin davaya
bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye
düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.”
45. 5271 sayılı Kanun’un “Tarafsızlığını
şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi”
kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“(1) Tarafsızlığını
şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece
mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye
mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda
görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere
açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar
hâkimin reddi istenebilir.
(2)
Sonradan ortaya çıkan veya öğrenilen sebeplerle duruşma veya inceleme bitinceye
kadar da hâkimin reddi istenebilir. Ancak bu istemin, ret sebebinin
öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde yapılması şarttır.”
46. 5271 sayılı Kanun’un “Tanıklıktan
çekinme” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısımları şöyledir:
“(1) Aşağıdaki kimseler
tanıklıktan çekinebilir:
…
c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya
kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.
…”
47. 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte bulunduğu
hâliyle “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve
kayda alınması” kenar başlıklı 135. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
“(1) (Değişik birinci
cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.)
Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin
kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi
imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon
yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal
bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin
onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört
saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi
halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan
çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma
gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl
yok edilir.
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen
kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği,
iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite
imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en
çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Ancak,
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi
halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar
uzatılmasına karar verebilir.
…
(5) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve
yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
(6) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve
sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan
suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
8. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi
ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
…
10. İhaleye fesat karıştırma (madde 235), (1)
…
(7) Bu maddede belirlenen esas ve usuller
dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez
ve kayda alamaz.”
48. 5271 sayılı Kanun’un “Kararların
yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi” kenar
başlıklı 137. maddesi şöyledir:
“(1) 135 inci maddeye
göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî
kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların
yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin
yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak
istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor
kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi
yapanın kimliği bir tutanakla saptanır.
(2) 135 inci maddeye göre verilen karar
gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler
tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman
aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir.
(3) 135 inci maddeye göre verilen kararın
uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması
halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir.
Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet
savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir
tutanakla tespit edilir.
(4) Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok
edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni,
kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.”
49. 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte bulunan “Soruşturma” kenar başlıklı 251. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) 250 nci Madde kapsamına giren suçların soruşturması ve
kovuşturması sırasında Cumhuriyet savcıları, hâkim tarafından verilmesi gerekli
kararları, varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle
görevlendirilen ağır ceza mahkemesi üyesinden, aksi halde yetkili adlî yargı
hâkimlerinden isteyebilirler.”
5271 sayılı Kanun’un 251. maddesi, 2/7/2012
tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
50. 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte olan “Soruşturmanın sulh ceza hâkimi tarafından yapılması”
kenar başlıklı 163. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Suçüstü hâli ile
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, Cumhuriyet savcısına erişilemiyorsa veya
olay genişliği itibarıyla Cumhuriyet savcısının iş gücünü aşıyorsa, sulh ceza
hâkimi de bütün soruşturma işlemlerini yapabilir.”
51. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri
takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(2) Yüklenen suç,
hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
52. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Yargılamaya katılamayacak hâkim” kenar
başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“(1) Ceza Muhakemesi
Kanununun 23 üncü maddesinin ikinci fıkrası, Kanunun 163 üncü maddesi hükmü
dışındaki hallerde uygulanmaz.”
53. Tanıklıktan çekinme hakkı bulunan kişiler arasında yapılan
görüşmelerin delil olarak kullanılıp kullanılamayacağına ilişkin Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 19/2/2013 tarihli ve E.2011/5.MD-137,
K.2013/58 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
“Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme
şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin
kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu
konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak
şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle
yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır.
Öğretide aksine
görüşler bulunmakla birlikte, CMK'nun 135/2. maddesi
hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı,
tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka
delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK'nun
135/2. maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz
edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme
hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. …
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele
alındığında;
Sanık A... K… ile
yeğeni olan sanık M... K... ve kardeşi olan sanık H... K... arasında yapılan ve
mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon
konuşmaları, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle
belirlenmesi ve bunlar hakkında da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve
kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak
kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu
birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna
ulaşılır ki bunun kabulü de mümkün değildir…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
54. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
55. Başvurucu;
i. Soruşturma aşamasında görev yapan hâkimin kovuşturma
aşamasında da görevli olduğunu, görüşme kayıtlarının kendilerine verilmediğini,
bu nedenle silahların eşitliği ilkesine aykırı davranıldığını, görüşmelerin
kesilip kısaltılarak farklı anlama gelen birleştirmeler yapıldığı, konuşmaların
tamamına yer verilmediğini, görüşme kayıtlarının çözümünün yapılmak üzere
bilirkişiye gönderilmesi ve başvurucunun ihalenin yapıldığı tarihlerde nerede
olduğunu dair telefon baz istasyonu kayıtlarının istenmesi
taleplerinin yetersiz gerekçelerle reddedildiğini ve bu kayıtlara dayanarak
hüküm tesis edildiğini, dinleme kararlarının veya onaylı örneklerinin dosyaya
getirilmesinin kabul edilmediğini, savunma yapmak için kendisine yeterli zaman
ve kolaylığın sağlanmadığını, tanıkların önemli bir kısmının huzura
getirilmeksizin sanıklar, sanık vekilleri ve Mahkemece soru sorulmaksızın
talimatla dinlendiğini, tanık dinletme taleplerinin yetersiz gerekçelerle
reddedildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 36. maddesinin,
ii. Kars Sulh Ceza Mahkemesince verilen iletişimin tespiti
kararlarının hukuka aykırı olduğu, dolayısıyla bu kararlara dayanılarak elde
edilen delillerin de hukuka aykırı delil niteliği taşıdığı, iletişimin tespiti
için gerekli olan şartların bulunmadığı, kendisi hakkındaki soruşturmanın
başlamasından (24/11/2006) yaklaşık yedi ay önce ve farklı bir dosya üzerinden
(2006/2561) dinlemeye başlandığı, hakkında kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı
hâlde dinlendiği, başka yollarla delil elde edilmesi mümkün iken iletişimin
tespiti yoluna başvurulduğu, kardeşi G.Y. hakkında bir dinleme kararı
alınmadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 20., 22. ve 38.
maddelerinin,
iii. Babası ve kardeşi ile yaptığı konuşmaların kayıtlarının
delil olarak değerlendirilmesinin hukuka aykırı olduğunu, tanıklıktan
çekilebilecek kişilerin iletişiminin dinlenmesi ve kayda alınması yasal
olmamasına rağmen babası ve kardeşi ile yaptığı görüşmelerin kayda alınarak
delil olarak kullanıldığını, tüm suçlar yönünden görüşme dökümlerinin hukuka
aykırı delil oluşturduğunu, özelde yağma suçunun dinleme kararı alınabilecek
katalog suçlar arasında yer almadığını, dinleme kayıtları dışında üzerine atılı
suçları işlediğini gösteren başkaca bir delil bulunmadığını belirterek
Anayasa’nın 20., 22. ve 38. maddelerinin,
iv. Mahkeme kararında delillerin
yeterince tartışılmadığını ve delillerin hukuka aykırı olduğu iddiasının
karşılanmadığını, Yargıtayın onama kararında da
temyiz sebeplerine neden itibar edilmediğinin belirtilmediğini ileri sürerek
Anayasa’nın 36. maddesinin,
v. Tutukluluğuna ve tutukluluk
hâlinin devamına soyut gerekçelerle karar verildiğini, temyiz ile birlikte
yaptıkları tahliye taleplerinin Yargıtay tarafından da değerlendirilmediğini,
uzun bir süredir tutuklu olduğunu, tutuklulukla ilgili tazminat elde etme
imkanının olmadığını ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini
iddia etmiştir. Başvurucu, bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesine ve 10.000
TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun hukuka
aykırı biçimde dinleme kararı verildiği iddiasının haberleşme hürriyeti,
tutukluluğuna yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, diğer
iddialarının ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun
görülmüştür.
a. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
57. Başvurucu; soyut gerekçelerle tutukluluğunun devamına karar
verildiğini, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ve uzun tutukluluk süresi
nedeniyle başvurabileceği bir tazminat yolunun bulunmadığını belirterek kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
58. Bakanlığın görüş yazısında, bireysel başvuru hakkının
yürürlüğe girdiği tarihten önce hakkında mahkûmiyet kararı verilen ve hükmen
tutuklu olan başvurucunun şikâyetlerinin incelendiği birçok başvuruda zaman
bakımından yetkisizlik kararı verildiği, somut olayda 12/5/2009
tarihinde başvurucunun mahkûmiyetine hükmedildiği, İlk Derece Mahkemesi
kararının 12/10/2012 tarihinde kısmen bozulmasına rağmen yağma suçundan
hükmedilen cezasının onandığı ve kesinleşen cezaların infazına başlandığı,
kesinleşmiş hapis cezasının infaz edildiği dönemde başvurucunun tutuklu olarak
değerlendirilemeyeceği ifade edilmiştir.
59. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru dilekçesinde
belirttiği tutukluk süresinin uzun olduğuna ve soyut ve genel gerekçelerle
tutukluğun devamına hükmedildiği şikâyetini tekrarlamıştır.
i. Tutukluluğun
Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
60. Başvurucu, tutukluluk süresinin uzun olduğundan ve bu
kapsamda soyut gerekçelere tutukluluğuna ve tutukluluğunun devamına karar
verildiğinden şikâyet etmektedir.
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesi ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi”kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“(2) Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
62. Somut olayda başvurucu 18/12/2006
tarihinde gözaltına alınmış ve 21/12/2006 tarihinde tutuklanmıştır. Yargılama
süresince başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş ve Erzurum 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin 12/5/2009 tarihli kararıyla
çeşitli suçlardan mahkûm edilmiştir. Yargıtay 6. Ceza Dairesi 12/10/2012 tarihli ilâmı ile başvurucunun örgüt yöneticiliği
ve yağma suçlarından mahkûmiyetini onamış, diğer suçlamalar yönünden kararı
bozmuştur. Bozma ilâmını takip eden yargılamaya başvurucunun tutukluluğunda
devam edilmiştir. Başvurucunun üzerine atılı suçlardan tutukluluğu, Erzurum 1.
Ağır Ceza Mahkemesinin 1/12/2014 tarihli tahliye
kararıyla sonlanmıştır (bkz. §§ 18, 25, 26, 34, 40).
63. Başvurucunun tutuklu kaldığı sürenin hesabında ilk derece
mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir.
Zira kişi yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
edilmişse bu kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına bağlı olarak
tutuklu" olma kapsamından çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece
mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma hâline dönüşmektedir. Nitekim
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkûmiyet kararı sonrası tutulma hâlini
tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk
süresinin hesabında dikkate almamaktadır Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel
Kurulunca da benimsenmiş ve temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil
edilmeyeceğine hükmedilmiştir (Hamit Kaya,
B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41).
64. Öte yandan Yargıtayın tutuklamaya
esas suç ya da suçlara ilişkin bozma kararı vermesinin ardından tutuklu geçen
sürenin de dikkate alınması gerekir. Bu durumda tutuklulukta makul süre şartına
uyulup uyulmadığı, temyizde geçen kısmı hariç olmak üzere kişinin bozma öncesi
ve sonrası tutukluluğu toplanarak incelenmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. Solmaz/Türkiye, B. No:
27561/02, 16/1/2007, §§ 34-37; Cahit Demirel/Türkiye, B. No: 18623/03,
7/7/2009,§ 23).
65. Bu tür kesintili tutuklamalarda, ilk derece mahkemesinin
mahkûmiyet kararıyla tutukluluk kesinleşmemekte fakat sadece durmakta ve bozma
kararıyla birlikte tekrar işlemeye başlamaktadır. Dolayısıyla tutukluluğun
mahkûmiyet hükmüyle birlikte bireysel başvurunun başladığı 23/9/2013
tarihinin öncesinde sonlandığı ve Anayasa Mahkemesinin “zaman bakımından yetkisinin haricinde kaldığı”
söylenemez.
66. Bununla birlikte bir suçtan verilen tutukluluk kararı ile
başka bir suçtan verilen mahkûmiyet kararının kesişmesi durumunda mahkûmiyet
kapsamında infaz edilen cezalara ilişkin süreler toplam tutukluluk süresinin
hesabına dâhil edilmemelidir (Fikret Eskin,
B. No: 2012/348, 4/12/2013, § 49; Ramazan Çelik, B. No: 2012/152, 20/2/2014,
§ 54). Bahse konu kuralın aynı yargılamaya konu suçlardan bazılarının infazına
geçildiği, diğerleri yönünden ise tutukluluğun sürdürüldüğü durumlarda da
geçerli olduğu açıktır.
67. Bu itibarla başvurucunun tutukluluk incelenmesine esas
alınması gereken süre 18/12/2006 ile 12/5/2009
arasında geçen yaklaşık 2 yıl 4 ay 22 gündür.
68.Başvurucu hakkında isnat olunan suçun
ağırlığı ile yargılama sürecinin özenli yürütülmediğine dair bir iddia
bulunmaması ve başvuru dosyasında da bunu gösteren bir bilginin olmaması,
başvurucunun yirmi altı ihaleyle bağlantılı çeşitli suçları işlediği şüphesiyle
tutulması hususları birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun yaklaşık 2 yıl 5
aylık tutukluluk süresi Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası yönünden
makuldür. Derece
mahkemelerince verilen tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların
gerekçeleri (bkz. § 25), dikkate alınan tutukluluk süresi de gözönünde bulundurulduğunda tutukluluğun devamının hukuka
uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içeriktedir.
Somut olaydaki tutukluluk hâlinin devamına ilişkin bu gerekçeler ilgili ve
yeterlidir.
69. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin makul
olmadığı şikâyetinin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Uzun Tutukluluk
Nedeniyle Tazminat Hakkının Bulunmadığına İlişkin İddia
70. Başvurucu, uzun süren tutukluluğu nedeniyle tazminat isteme
hakkının tanınmadığından şikâyet etmektedir.
71. Anayasa’nın “Kişi
hürriyeti ve güvenliği” kenar başlıklı 19. maddesinin dokuzuncu
fıkrası şöyledir:
“(Değişik: 3/10/2001-4709/4 md.) Bu esaslar
dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun
genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.”
72. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özgürlük ve güvenlik hakkı” kenar başlıklı
5. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu madde hükümlerine
aykırı bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına
sahiptir.”
73. Anayasa’nın ve Sözleşme’nin yukarıda belirtilen hükümleriyle
kişilerin güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının herhangi bir alt
başlığının ihlal edildiği hâllerde ilave bir hak olarak kişilere tazminat
imkânının da tanınması gerektiği belirtilmiştir. Bununla birlikte bu hak,
özgürlük ve güvenlik hakkına ilişkin diğer unsurlardan bağımsız bir hak
niteliği taşımamakta ve diğer hak ihlallerinin söz konusu olması hâlinde
devreye girmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Benham/Birleşik Krallık, B. No: 19380/92, 10/6/1996,
§ 50). Bu itibarla Anayasa’nın 19. maddesinin birinci ila sekizinci
fıkralarının ihlalinin söz konusu olduğu hâllerde tazminat hakkı ileri
sürülebilmektedir.
74. Mevcut olay bakımından başvurucunun tutukluluk süresinin
makul süreyi aşmadığına dair yukarıda ulaşılan sonuç dikkate alındığında
tazminat hakkını gerektirecek bir durum oluşmadığı anlaşılmaktadır (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Ayhan
Işık/Türkiye (k.k.), B. No: 33102/04, 16/12/2008).
75. Bu nedenle başvurucunun şikâyetinin bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Haberleşme
Hürriyetinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
76. Başvurucu, şartlar oluşmaksızın hakkında bir soruşturma
başlatılmasının öncesinde ve farklı bir dosya numarası üzerinden telefonlarının
dinlendiğini, bu nedenle haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
77. Bakanlığın görüş yazısında 5271 sayılı Kanun’un 135.
maddesinin AİHM içtihatlarıyla uyumlu olarak istismar riskini ortadan
kaldıracak şekilde ve kişilerin davranışlarının sonuçlarını öngörebilecekleri
açıklıkta düzenlendiği belirtilmiştir. Bakanlık, ayrıca bir suçla ilgili
soruşturma açılması ile bu soruşturmanın ilgili Cumhuriyet savcılığında numara
almasının farklı kavramlar olduğuna, kolluk tarafından olayın Cumhuriyet
savcılığına bildirildiği anda Cumhuriyet savcılığı tarafından ceza
soruşturmasını gerektiren bir durum bulunduğu tespit edildiği takdirde
soruşturmanın açılmış olacağına, somut olayda 18/4/2006
tarihli karara ilişkin taleplerin muhabere defterine kaydedilerek işlem
yapıldığına ve yeterli delil elde edildiği kanaatine varılmasının ardından ise
dosyanın Cumhuriyet Savcılığına intikal ettiğine dikkat çekmiştir.
78. Başvurucu, belirtilen hususların somut olayla uyuşmadığını
ileri sürerek Bakanlık görüşüne karşı çıkmıştır.
79. Anayasa’nın “Haberleşme
hürriyeti” kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:
“Herkes, haberleşme
hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve
gizliliğine dokunulamaz. Yetkili
merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin
onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar;
aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların
uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.”
80. Haberleşme özgürlüğü ve haberleşmenin gizliliğine saygı
hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmaktadır. Haberleşme kavramının telefon
vasıtasıyla yapılan iletişimi de içine aldığı dolayısıyla başvurucunun,
telefonlarının dinlenilmesine hukuka aykırı karar verildiği ve haberleşme
özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı kapsamında yer aldığı konusunda tereddüt yoktur (Yasemin Çongar ve diğerleri [GK], B. No:
2013/7054, 6/1/2015, § 33).
81. Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği genel
olarak düzenlenmekle birlikte başvurucunun iddialarına esas olan haberleşme
özgürlüğü Anayasa’nın 22. maddesinde özel ve ayrı olarak düzenlenmiştir.
82. Anayasa’nın 22. maddesi, haberleşme özgürlüğünün yanı sıra
içeriği ve biçimi ne olursa olsun haberleşmenin içeriğinin gizliliğini de
güvence altına almaktadır. Haberleşme bağlamında bireylerin karşılıklı ve toplu
olarak sözlü, yazılı ve görsel iletişimlerine konu olan ifadelerinin
gizliliğinin sağlanması gerekir. Posta, elektronik posta, telefon, faks ve
internet aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetleri, haberleşme özgürlüğü ve
haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmelidir (Yasemin Çongar ve diğerleri, §§ 49, 50).
83. Haberleşmenin içeriğinin denetlenmesi; haberleşmenin
gizliliğine, dolayısıyla haberleşme özgürlüğüne yönelik ağır bir müdahale
oluşturur. Telekomünikasyon yoluyla iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması da
bu kapsamdaki müdahalelerdir (Yasemin Çongar
ve diğerleri, § 52).
84. Somut olayda Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 18/4/2006
tarihli ve 2006/378 Müteferrik sayılı kararlarıyla soruşturma konusu ihaleye
fesat karıştırma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunduğu ve başka
suretle delil elde etme imkânı bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun
telefonunun üç ay süreyle dinlenilmesine izin verilmiştir. Mahkeme, operasyonel faaliyet gerektirecek yeterli delillere
ulaşılamaması ve başka türlü delil elde etme imkânının bulunmaması gerekçesiyle
tedbirin önce üç ay, sonrasında ise iki kez birer ay uzatılmasına karar
vermiştir (bkz. §§ 8-12).
85. Başvurucunun kullandığı telefon, 5271 sayılı Kanun’un 135.
maddesi gereğince hâkim kararına istinaden kolluk görevlileri tarafından
dinlenildiğinden uygulanan bu tedbirin haberleşme hürriyetine yönelik bir
müdahale oluşturduğu açıktır.
86. Haberleşme özgürlüğü, mutlak nitelikte olmayıp meşru
birtakım sınırlamalara tabidir. Bu kapsamdaki özel sınırlama ölçütleri,
Anayasa’nın 22. maddesinde sıralanmaktadır.
87. Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci
fıkrasına göre millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel
sağlık ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak ve usulüne göre verilmiş hâkim
kararı ile veya aynı sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri ile haberleşme
özgürlüğüne ve haberleşmenin gizliliğine müdahale edilebilir. Yetkili merciin kararı yirmi dört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat
içinde açıklar; aksi hâlde karar kendiliğinden kalkar.
88. Sözleşme’nin 8. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında da haberleşme özgürlüğüne yönelik müdahalenin; hukuka uygun
ve demokratik toplumda gerekli olması ile ulusal güvenlik, kamu güvenliği,
ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve
genel ahlak ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla
yapılmış olması gerekli olup bu şartlar altında yapılmayan müdahaleler
yasaklanmıştır.
89. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
90. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun
genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması
zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama
kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 22. maddesinde yer verilen
hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 35).
91. Gizli uygulanmaları nedeniyle kötüye kullanılma riski
barındıran, haberleşmenin gizliliğine yönelen tedbirlerin uygulama alanı ve
usulünün açık kanun hükümleri ile düzenlenmesi şarttır. Buna göre haberleşme
özgürlüğüne yapılan müdahale, öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin
yasal dayanağını oluşturan mevzuatın “ulaşılabilir”,
“yeterince açık” ve belirli bir
eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından “öngörülebilir”
olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma “meşru bir amaca” dayalı olmalıdır. Bunun
yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015 §§ 28-34; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Amann/İsviçre, B. No: 27798/95, 16/2/2000, §§
55, 56).
92. AİHM kararlarında gizli tedbirlere ilişkin kanun
hükümlerinin barındırması gereken asgari unsurlar sıralanmıştır. Bu kapsamda
izleme kararı verilmesine yol açabilecek suçların niteliği, iletişimleri
izlenecek kişi kategorisi, izleme sürelerinin sınırları, elde edilen verilerin
inceleme, değerlendirme ve saklanmalarına ilişkin esaslar, verilerin
başkalarıyla paylaşılmasına ilişkin önlemler ve elde edilen verilerin ortadan
kaldırılmasına ilişkin koşulların kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi
gereklidir (The Association for European Integration and Human Rights ve Ekimdzhiev/Bulgaristan, B. No: 62540/00, 28/6/2007, §§ 76, 77).
93. Somut olayda başvurucunun haberleşmesinin gizliliğine
yönelik müdahalenin dayanağı 5271 Kanun’un 135. ve 137. maddeleridir. 5271 Kanun’un 135. maddesinde, sadece sınırlı sayıda sayılan suç
türleri bakımından yapılan soruşturmalarda suç işlendiğine ilişkin kuvvetli
şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının
bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla
iletişiminin tespit edilebileceği, dinlenebileceği ve kayda alınabileceği,
Cumhuriyet savcısının kararını derhâl hâkimin onayına sunacağı ve hâkimin
kararını en geç yirmi dört saat içinde vereceği, sürenin dolması veya hâkim
tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbirin Cumhuriyet savcısı
tarafından derhâl kaldırılacağı düzenlenmiştir. Aynı maddede hâkim
kararında yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği,
iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite
imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresinin belirtileceği; tedbir
kararının en çok üç ay için verilebileceği düzenlenmiştir.
94.Görüldüğü üzere 5271 sayılı Kanun’un 135. ve 137.
maddelerinde telefon görüşmelerinin dinlenmesine yönelik açık ve detaylı
kurallar ortaya konulmuş, kamu makamlarının değerlendirme yetkisinin kapsam ve
sınırları net bir şekilde belirtilmiştir. Aynı şekilde dinleme tedbirinin hangi
suçlar için verileceği, süresi, kayıtların saklanma, imha edilme şartları
belirlenmiştir. Ayrıca acele hâllerde dahi dinleme tedbirinin alınmasının keyfîliğe karşı yeterli bir güvence sağlayacak şekilde
hâkim onayına tabi tutulması öngörülmüştür. Buna göre müdahalenin dayanağı olan
kanun hükümleri, hak ve özgürlüğe yönelen müdahalelerin sınırlarını yeterli
açıklıkta ortaya koyan, erişilebilir ve öngörülebilir niteliktedir. Yapılan
değerlendirmeler neticesinde 5271 sayılı Kanun’un anılan maddelerinin “kanunilik” niteliğini karşıladığı
anlaşılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gürsel Duran ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 39254/07, 11/1/2011).
95. Haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahalenin meşru kabul
edilebilmesi için bu müdahalenin, Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında
sayılmış olan millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel
sağlık ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına dayanması gerekir.
96. Mevcut başvuruda suç kanıtlarının elde edilmesi amacına
yönelik olarak 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesi uyarınca ve hâkim kararıyla
başvurucunun telefonu dinlenmiştir. Müdahale, bu nedenle Anayasa’nın 22.
maddesinde gösterilen meşru bir amaca dayalıdır.
97. Haberleşme özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa'nın 22.
maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların Anayasa'nın 13.
maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük
ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda da bir değerlendirme yapılması
gerekmektedir (Yasemin Çongar ve diğerleri,
§§ 57, 58).
98. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak
ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple haberleşme özgürlüğü alanında
getirilen müdahalelerde hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin
elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Fatih Taş, B. No: 2013/1461, 12/11/2014, §§ 92-93).
99. Mevcut başvuruya konu olayda, suç kanıtlarının elde edilmesi
amacına yönelik olarak 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesi uyarınca Kars Sulh
Ceza Mahkemesinin kararları uyarınca başvurucunun telefonunu dinlenmiştir.
Anılan mahkeme kararlarında başvurucunun ihaleye fesat karıştırma suçunu
işlendiğine yönelik kuvvetli şüphenin bulunduğu, soruşturma konusu olayın
aydınlatılabilmesi için bu aşamada başkaca delil elde etme imkânı olmadığı
gerekçesine yer verilmiştir (bkz. §§ 10, 12).
100. 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesi telefonların dinlenmesi
tedbirleri karşısında kişilerin özel hayatlarının ve haberleşme hürriyetlerinin
korunması bağlamında yeterli güvenceleri düzenlemekte olup somut olayda da
anılan Kanun hükmüyle getirilen güvencelere uyulmuştur. Daha açık ifadeyle
başvurucu hakkında anılan Kanun'un 135. maddesinde sınırlı sayıda sayılmış olan
bir suç isnadı dolayısıyla (ihaleye fesat karıştırma) ve Sulh Ceza Mahkemesi
kararlarına dayalı olarak telefonunun dinlenmesi tedbirine başvurulmuştur. Buna
göre kamu düzenini tehdit eden nitelikte bir suçun işlenmesinin önlenmesi ve
suç kanıtlarının elde edilmesi amacına yönelik olarak başvurucunun telefon
görüşmelerinin dinlenmesinin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı
söylenemez. Bunun yanı sıra Mahkeme kararlarında öncelikle üç aylık süreyle bu
tedbire hükmedildiği ve uzatma kararlarıyla da üç ve birer aylık sürelerle dahi
dinlemeye izin verildiğinden söz konusu tedbirin açık bir süreyle
sınırlandırılmış olması ve müdahalenin toplamda sekiz ay sürmesi karşısında
orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
101. Başvurucu, ayrıca hakkında bir soruşturmanın
başlatılmasının öncesinde ve başka bir dosya üzerinden dinleme kararı
alındığını iddia etmektedir.
102. Bakanlık yazısında da belirtildiği gibi bir kişi hakkında
soruşturma yürütülmesi ile bu soruşturmanın savcılığın hazırlık defterine
kaydedilerek numara alması farklı hususlardır. Başvurucunun ve diğer sanıkların
suç işlediklerinden şüphelenilmesi üzerine 18/4/2006
tarihinde Kars Cumhuriyet Savcılığı kanalıyla dinleme talebinde bulunulmuştur.
Yürütülen soruşturmanın belirli bir olgunluğa geldikten sonra 24/11/2006 tarihinde Cumhuriyet savcılığı hazırlık defterine
kaydedilmesi, sadece soruşturmada geçilen yeni bir safhaya işaret etmektedir.
103. İkinci olarak, dinleme ve tedbirin ilk kez uzatılması
talepleri Kars Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir hazırlık dosyası
numarasına istinaden değil; 2006/2385 ve 2006/2358 Muhabere sayılı yazılar
üzerinden istenilmiştir (bkz. §§ 8, 11). Kars Sulh Ceza Mahkemesi, dinlemeye 18/4/2006 tarihli ve 2006/378 Müteferrik sayılı kararı ile
izin vermiş ve tedbirin uzatılmasına dair sonraki kararlarında da ilk kararına
atıf yapmıştır (bkz. § 12).
104. Kars Cumhuriyet Başsavcılığı 18/10/2006
ve 17/11/2006 tarihli uzatma taleplerinde 2006/2561 Hazırlık numarasını
belirtmiş ise de bu durum farklı bir dosya kılıf yapılmak suretiyle dinleme
kararları alındığı şeklinde yorumlanamaz. Zira bu uzatma talepleri de Kars
Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/2358 Muhabere sayılı yazısı üzerine verilen
Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/378 Müteferrik sayılı kararına dayanmaktadır.
Muhabere numarası üzerinden alınan dinleme kararlarının ardından belirli bir
aşamaya gelen soruşturmanın 24/11/2006 tarihinde
Savcılığın 2006/3051 Hazırlık numarasına kaydedildiği; 18/10/2006 ve 17/11/2006
tarihli uzatma taleplerinde sehven başka kişiler hakkında yürütülmekte olan
2006/2561 Hazırlık numarasının yazıldığı değerlendirilmektedir. Nitekim Kars
Cumhuriyet Başsavcılığının 11/12/2009 tarihli
yazısında, dosyanın hazırlığa kaydedildiği 29/9/2006 tarihini takiben farklı
kişilere ilişkin 2006/2561 Hazırlık numarasındaki iletişimin tespiti
çalışmalarına başlandığı belirtilmektedir (bkz. § 14). Başvurucu hakkındaki
iletişimin tespitine dair ilki iki karar ise belirtilen dosyanın
kaydedilmesinin öncesinde 18/4/2006 ve 18/7/2006 tarihlerinde
alınmıştır. Kars ve Erzurum Cumhuriyet Başsavcılıklarının yazılarından da
başvurucunun 2006/2561 Hazırlık numaralı dosyada şüpheli olarak yer almadığı ve
uzatma taleplerinde sehven bu numaraya yer verildiği ortaya çıkmaktadır (bkz.
§§ 13, 15).
105. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 22. maddesinde güvence
altına alınan haberleşme hürriyetine yönelik bir ihlalin olmadığı açık
olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. Adil
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
106. Mevcut başvuruya konu yargılamada, bazı suçlamalar yönünden
başvurucu hakkında verilen beraat ve mahkûmiyet hükümleri kesinleştiği ve bazı
suçlamalar yönünden davanın derdest olduğu anlaşıldığından başvurucunun
şikâyetlerinin ayrı başlıklar altında incelenmesi gerekmektedir.
1. Beraatla Sonuçlanan ve
Kesinleşen Yargılamalar Yönünden
107. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılamada 4., 17., 18. ve 20. ihalelere ve 5. ihale 3. olaya ilişkin
suçlamalardan, 19. ihaleye bağlantılı resmî evrakta sahtecilik suçundan
başvurucunun beraatına karar verilmiştir. Bu hükümler, derecattan
geçmek suretiyle kesinleşmiştir (bkz. §§ 26, 36 ve 38).
108. Anayasa’nın “Görev ve
yetkileri” kenar başlıklı 148. maddesinin (3) numaralı fıkrasının
ilk cümlesi şöyledir:
“Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
109. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes, Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine başvurabilir.”
110. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:-
“(1) Bireysel başvuru
ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
111. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar,
başvurucunun kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı “güncel bir hakkının ihlal edildiği iddiasında”bulunması,
iddia edilen ihlalden kişinin “kişisel olarak”
ve “doğrudan” etkilenmiş olması
ve bunların sonucunda başvurucunun “mağdur”
olduğunu iddia etmesi gerekir (Fetih Ahmet
Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
112. Bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece
mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden doğrudan etkilendiğini
yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa
Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi
de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/6/2014, § 24).
113. Diğer yandan bir şüpheli hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının takipsizlik kararıyla sonuçlanması veya açılan davanın
ertelenmesi, düşürülmesi ya da sanığın beraatına hükmedilmesi hâlinde makul
sürede yargılanma hakkına ilişkin iddialara halel gelmemek şartıyla bu kişiler
adil yargılanma hakkının mağduru olduklarını ileri süremez (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Eğinlioğlu/Türkiye
(k.k.), B. No: 31312/96, 21/10/1998;
Koç ve Tambaş/Türkiye
(k.k.), B. No: 46947/99, 24/2/2005; İsak Tepe/Türkiye,
B. No: 17129/02, 21/10/2008, § 30; Bouglame/Belçika (k.k.), B. No: 16147/08,
2/3/2010; Juge ve Ducamp/Fransa
(k.k.), B. No: 66170/09, 12/4/2011).
114. Somut olayda başvurucu hakkında kamu davası açılmış ise de
yukarıda belirtilen suçlamalar yönünden başvurucunun beraatına hükmedilmiştir.
Dolayısıyla bahse konu suçlamaları ilgilendirdiği ölçüde başvurucu mağdur
sıfatını taşımamaktadır.
115. Bu nedenlerle beraat kesinleşen suçlara ilişkin mağdurluk
statüsünün bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun adil yargılanma hakkı
kapsamındaki şikâyetlerinin kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Devam Eden Yargılama Yönünden
116. Başvurucu hakkında açılan davada örgüt yöneticiliği, yağma
ve 1. ihalede edimin ifasına fesat karıştırma suçlarından verilen mahkûmiyet
kararları ile yukarıda belirtilen beraat kararları kesinleşmiş; diğer
suçlamalara ilişkin yargılama ise Kars Ağır Ceza Mahkemesi önünde sürmektedir
(bkz. §§ 38-41).
117. Anayasa’nın “Görevve yetkileri”
kenar başlıklı 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
118.6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(2) İhlale neden
olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
119.Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
120. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak
ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. İkincil niteliğinin gereği orak ise
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi
ve kanıtları zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve
başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, § 17).
121. Somut olayda, başvurucu hakkındaki kovuşturmanın henüz
sonuçlanmayan kısmı yönünden adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen
iddiaların hâlihazırda yargılama sürecinde ve kanun yolunda incelenmesi
imkânını bulunmaktadır.
122. Bu nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Kesinleşen Mahkûmiyet Kararları Yönünden
i. Tarafsız
Bir Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
123. Başvurucu, soruşturma aşamasında karar veren hâkim M.Ç.nin Mahkeme heyetinde yer
almasının tarafsız mahkemede yargılanma hakkına aykırı olduğundan şikâyet
etmiştir.
124. Bakanlık görüşünde, soruşturma aşamasında görev yapan
hâkimin kovuşturma aşamasında görev yapamayacağına ilişkin kuralın sulh ceza
hâkiminin savcılık görevlerini yerine getirmesine ilişkin 5271 sayılı Kanun’un
163. maddesinde belirtilen hâllerle sınırlı olduğu, Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun bu yönde emsal bir kararının bulunduğu, AİHM içtihatları uyarınca
hâkimlerin esas yargılamanın öncesinde kabul ettikleri her kararın onların
tarafsız davranmayacağı anlamına gelmeyeceği, hâkim M.Ç.nin 2006/2280 Değişik İş sayılı kararında el
konulması talebini reddetmesinin hâkimin nesnel ve öznel olarak bağımsız
davrandığını gösterdiği belirtilmiştir.
125. Başvurucu, Bakanlık görüşünün somut olayla ve ilgili kanun
maddesinin lafzıyla örtüşmediğini ileri sürmüştür.
126. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
127. Anayasa’nın 36. maddesinde mahkemelerin tarafsızlığından
açıkça bahsedilmemekle beraber Anayasa Mahkemesi içtihadı uyarınca davanın
tarafsız bir mahkemede görülmesini isteme hakkı da adil yargılanma hakkının
zımni bir unsuru kabul edilmektedir (AYM, E.2002/170, K.2004/54, 5/5/2004). Diğer yandan mahkemelerin tarafsızlığı ve
bağımsızlığının birbirini tamamlayan iki unsur olduğu dikkate alındığında
-Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- Anayasanın 138.,
139. ve 140. maddelerinin de tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır (AYM, E.2005/55, K.2006/4, 5/1/2006; E.1992/39, K.1993/19,
29/4/1993).
128. Genel olarak tarafsızlık, davanın çözümünü etkileyecek ya
da davanın taraflarının leh ve aleyhlerinde bir ön yargı, tarafgirlik ve
menfaate sahip olunmamayı ifade eder (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014,
§ 61).
129. Tarafsızlığın öznel ve nesnel olmak üzere iki boyutu
bulunmakta olup bu kapsamda hâkimin birey olarak mevcut davadaki kişisel
tarafsızlığının yanı sıra kurum olarak mahkemenin kişide bıraktığı izlenimin de
dikkate alınması gerekmektedir (AYM, E.2005/55, K.2006/4, 5/1/2006).
130. Yargılamayı yürüten mahkeme üyelerinin taraflardan biriyle
veya anlaşmazlık konusu ile maddi veya manevi yakın bir bağının bulunması veya
yargılama sürecinde sarf ettiği ifadeleri ile tarafsız olamayacağı yönünde
meşru bir kanaat uyandırması, bunun yanı sıra davadan önce dava ile doğrudan
bağlantılı bir konumda bulunması da tarafsızlığı ihlal edebilir. Ancak belirli
bir uyuşmazlıkta yargılamayı yürüten hâkimin taraflardan birine yönelik ön
yargılı ve taraflı bir tutumunun, kişisel bir kanaatinin veya menfaatinin, bu
bağlamda kişisel bir taraflılığının söz konusu olduğunu ortaya koyan bir delil
bulunmadığı ve bu husus kanıtlanmadığı müddetçe tarafsız olduğunun bir karine
olarak varsayılması zorunludur. Bunun yanı sıra yargılama makamının
tarafsızlığına ilişkin herhangi bir meşru kaygı veya korkuyu bertaraf edecek
yeterli güvenceleri sunması da gerekmekte olup bu husus tarafsızlığın nesnel
boyutuna işaret etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gregory/Birleşik Krallık, B. No: 22299/93, 25/2/1997, §§ 43-49; Hauschildt/Danimarka, B. No: 10486/83, 24/5/1989, §§
46-48).
131. Bu itibarla soruşturma aşamasında karar veren hâkim M.Ç.
kovuşturma aşamasında Mahkeme heyetinde de yer aldığından tarafsız bir
mahkemede yargılanma hakkı kapsamında objektif ve sübjektif tarafsızlık
şartlarının somut olayda karşılanıp karşılanmadığına bakılmalıdır.
132. Somut olayda, sübjektif tarafsızlık koşulu bakımından
kovuşturma aşamasında görev yapan hâkim M.Ç.nin
ön yargı veya tarafgirlikle hareket ettiğine ilişkin herhangi bir iddia
bulunmamaktadır.
133. İkinci olarak ilgili hâkimin yargılamaya katılmasının
nesnel tarafsızlık koşulu bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir.
134. Hâkim M.Ç., 5271 sayılı Kanun’un
250. maddesi ile görevli ağır ceza mahkemesinde görev yapması nedeniyle
Cumhuriyet savcılığı tarafından soruşturma aşamasında yapılan taleplere ilişkin
olarak aynı Kanun'un 251. maddesi uyarınca kararlar vermiştir. Somut olayda bu
itibarla soruşturma aşamasında savcıya ait görevleri yerine getiren sulh ceza
hâkimlerinin kovuşturma aşamasında da görev yapmasını engelleyen 5271 sayılı
Kanun’un 23. maddesinin (2) numaralı fıkrasının uygulanmasını gerektirecek bir
durum bulunmamaktadır (Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 15/4/2008
tarihli ve E.2007/2898, K.2008/3015 sayılı, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin
3/6/2008 tarihli ve E.2010/20436, K.2013/13582 sayılı ilâmları).
135. Öte yandan tutuklamaya ilişkin bir karar vermek de dâhil
olmak üzere soruşturma aşamasında rol almış olan bir hâkimin yargılamaya da
katılması, hâkimin tarafsızlığı hususunda sanıkta şüpheye yol açabilirse de bu
durum tek başına, ortaya çıkan şüphelerin haklı olduğunu ve hâkimin tarafsız
davranamayacağını göstermez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hauschildt/Danimarka, §§ 49, 50; Ökten/Türkiye (k.k.),
B. No: 22347/07, 3/11/2011; Suut Aydın/Türkiye, B. No:
1508/08, 24/9/2013, § 51). Bu hususta her olayın kendi koşulları çerçevesinde
bir inceleme yapılması gerekmektedir.
136. Karakoç ve
diğerleri/Türkiye (B. No: 27692/95, 15/10/2002,
§ 60) davasında AİHM, yargılama öncesinde başvurucunun tutuklanmasına karar
verilirken gösterilen gerekçelerin mahkûmiyet hükmü kurulurken dayanılan
gerekçelerle neredeyse aynı olduğuna ve hâkimlerin, tutuklama için gerekli olan
“suça ilişkin kuvvetli emarelerin bulunup
bulunmadığını tespit” etmenin ötesine geçtiklerine dikkat çekmiştir.
Bu nedenle tutuklama kararını vermeleri ile birlikte hâkimlerin dava esasına
ilişkin görüşlerini zaten açıkladıkları yönündeki başvurucuların iddiası AİHM
tarafından kabul edilebilir bulunmuştur.
137. Bununla birlikte hâkimin dosyadaki olguların kısa bir
değerlendirmesini yaptıktan sonra suç işlendiği şüphesinin ya da kaçma riskinin
bir temelinin olup olmadığıyla sınırlı bir kanaat bildirilmesi, belirtilen
hâkimin yargılamada tarafsız davranamayacağı anlamına gelmez (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Sainte-Marie/Fransa, B. No: 12981/87, 16/12/1992, § 32). Önemli olan husus, yargılama öncesi
kararlarda kişinin suçluluğuna ilişkin bir görüş bildirilmemesidir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Gultyayeva/Rusya,
B. No: 67413/01, 1/4/2010, § 197). Bu anlamda suç
şüphesi ile suçluluğun tespiti birbiriyle eş tutulmamalıdır (Benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Jasiński/Polonya, B. No: 30685/96, 20/12/2005, § 55).
138. Yargıtay uygulamasında da 5271 sayılı Kanun’un 23
maddesinin (2) maddesi kapsamına girmeyen hâllerde soruşturma aşamasında bir
tedbir ya da karara hükmeden hâkim ya da hâkimlerin ana yargılamaya da
katılmaları “tarafsızlık”
yönünden ayrıca incelenmektedir.
139. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 7/6/2011
tarihli ve E.2011/1-75, K.2011/114 sayılı ilâmında görevsizlik kararına yapılan
itirazı inceleyen başkan ve üyelerin davaya da bakmalarına ilişkin olarak şu
değerlendirmelerde bulunmuştur:
“Yargıcın objektif
araştırma ve saptamalarda bulunması tarafsızlığını şüpheye düşürecek işlemler
değildir. Bu işlemleri yapan yargıç, esas hakkında yargılama yapan mahkeme
heyetinde yer alabilir. Burada önemli olan, alınan tedbirlerin ya da kararların
kapsamı ve niteliği itibarıyla sanığın suçluluğu konusunda bir önyargı
oluşturup oluşturmadığıdır.
…
Bilecik Ağır Ceza Mahkemesince …, Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararına
karşı yapılan itiraz incelenirken, suçun sübutu ve nitelendirilmesi konusunda
görüş açıklamasından kaçınılarak özenli bir dil kullanılmış, mercii olarak
görevsizlik kararına yapılan itiraz değerlendirilmiş ve eylemin kasten yaralama
ya da öldürmeye kalkışma suçlarından hangisini oluşturacağı konusunun ağır ceza
mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek görev konusundaki
duraksama giderilmiştir. Bu aşamadan sonra hangi mahkemenin görevli olduğu
konusunda yeni bir karar verilmeyecektir. Anılan kararda, sanığın suçu işleyip
işlemediği ile suçun nitelendirilmesi konusunda dosyanın esas olarak
incelenmesi sonucunda oluşan bir görüş açıklaması bulunmadığından, önceden
belirlenmiş bir kanaate ulaşıldığı kabul edilmemelidir. Yerel mahkemece asliye
ceza mahkemesinin görevsizlik kararında belirtilen hususlara göre değerlendirme
yapılması ve kararların gerekçeli yazılmasının zorunlu olması da dikkate
alınarak tarafsızlığa gölge düşürülmeden yapılan itiraz değerlendirilmesinin
yerinde olduğu görülmektedir.
…
[5271 sayılı]… Yasanın 24.
maddesinde belirtilen tarafsızlığı şüpheye düşüren hallerin varlığı
düşünülebilirse de; aynı Yasanın 25. maddesi uyarınca, tarafsızlığını şüpheye
düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddinin istenmesi, ilk derece
mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya kadar, sonradan ortaya çıkan veya
öğrenilen sebeplerle ise ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde
yapılması ile sınırlı olduğundan ve sanığın 26.09.2008 tarihinde yapılan
sorgusundan sonra 06.03.2009 tarihinde sanık müdafileri tarafından talepte
bulunulduğundan, istem süresinden sonra yapılmıştır.
Kaldı ki, Yasanın 25. maddesinde öngörülen
süre geçirilmemiş olsa dahi, hâkimin görevsizlik kararının itiraz üzerine
değerlendirilmesi gibi bazı kararlara katılmış olması onun taraflı olduğunu
kabul etmek için tek başına yeterli de değildir.”
140. Cezaevinde meydana gelen bir olay nedeniyle kişiye disiplin
cezası işlemi hakkında karar vermiş hâkimin aynı olay ve kişi hakkındaki
suçlamalara ilişkin yargılamaya katılmasının ise tarafsız yargılanma hakkına
uygun olmayacağı kabul edilmiştir (Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 3/10/2012 tarihli ve E.2012/12095, K.2012/42609 sayılı ve
Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 4/4/2013 tarihli ve E.2013/4630, K.2013/2733 sayılı
ilâmları).
141. Somut olayda hâkim M.K., yargılama
öncesindeki 15/12/2006 tarihli ve 2006/2213 Değişik İş sayılı kararıyla
başvurucuya ait yerlerde arama yapılması istemini kabul etmiştir (bkz. § 17).
Ancak karar metni incelendiğinde hâkimin 5271 sayılı Kanun’un 118. ve 199.
maddelerini belirtmenin dışında bir değerlendirme yapmadığı ve başvurucunun
üzerine atılı suçu işleyip işlemediğine dair bir incelemeye girişmediği
görülmektedir. Bu itibarla hâkimin arama talebinin uygun gören kararında,
başvurucunun suçluluğuna ilişkin görüşünü açıkladığı ve tarafsızlığını kaybettiği
ileri sürülemez.
142. Hâkim M.K., 22/12/2006 tarihli ve
2006/2280 Değişik İş sayılı kararıyla ise atılı suçları işlediklerine dair
herhangi bir delil gösterilmediği gerekçesiyle el koyma talebinin reddine karar
vermiştir (bkz. § 20). Bu karar, taraflı olmaktan ziyade hâkimin davayı nesnel
biçimde ele alacağının bir emaresi kabul edilebilir.
143. Yukarıdaki açıklamalara ek olarak Yargıtay içtihatları
uyarınca soruşturma aşamasında bir karar alınması hâkimin reddi sebebi olarak
yargılamayı yapan mahkeme nezdinde ileri sürülebilmektedir. Ancak dosya içinde
başvurucunun böyle bir itirazda bulunduğunu gösteren herhangi bir bilgiye
rastlanmamıştır.
144. Bu itibarla başvurucunun tarafsız bir mahkemede yargılanma
hakkının ihlal edildiği şikâyetinin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Aleyhte Beyanda
Bulunan Tanıkları Sorgulama ve Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddialar
145. Başvurucu; görüşme kayıtlarının savunma tarafına verilmediğini,
görüşmelerin kesilip kısaltılarak farklı anlama gelen birleştirmeler
yapıldığını, konuşmaların tamamına yer verilmediğini, görüşmelerin çözümünün
yapılmak üzere bilirkişiye gönderilmesi ve başvurucunun ihalenin yapıldığı
tarihlerde nerede olduğunu dair telefon baz istasyonu
kayıtlarının istenmesi taleplerinin reddedildiğini, dinleme kararlarının veya
onaylı örneklerinin dosyaya getirilmesinin kabul edilmediğini, tanıkların
önemli bir kısmının talimatla dinlendiğini ve sanıklar ya da Mahkemece bu
kişilerin sorgulanmadığını, bu nedenlerle silahların eşitliği ilkesine aykırı
davranıldığından ve savunmasını hazırlamak için yeterli zaman ve kolaylığın
tanınmadığından şikâyet etmektedir.
146. Bakanlık görüş yazısında AİHM
içtihatları uyarınca silahların eşitliği ilkesine uyulup uyulmadığının önem
taşıdığı, çekişmeli yargılama ilkesini garanti etmek için tüm delillerin kural
olarak sanığın huzurunda ortaya konulması gerektiği, bir mahkûmiyet kararının
sadece ya da esaslı olarak tanık ifadelerine dayanması hâlinde sanığa
soruşturma ya da kovuşturma aşamasında ilgili tanığı sorgulama veya sorgulatma
imkânının tanınması gerektiği belirtilmiştir.
147. Başvurucu, Bakanlık görüşlerine karşı çıkmıştır.
148. Başvurucunun, kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle
ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa
hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu
ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine
eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia
edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti
yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle
ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, 20).
149. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvurucuya aittir. Bununla birlikte dosya üzerinde alınmış bir gizlilik kararı
bulunmadığından Mahkeme tarafından resen verilmeyen görüşme kayıtlarının bir
örneğinin talep üzerine dosyadan alınması mümkün görünmektedir. Başvurucu, böyle
bir talepte bulunmasına rağmen reddedildiğine dair bir bilgi de sunmamıştır.
Başvurucu, tanıkların büyük kısmının ifadesinin talimatla alındığını ve
sorgulanamadıklarını belirtilmiş ise de bu iddianın somut olay çerçevesinde
özelleştirilmeksizin genel ve soyut bir mahiyette dile getirildiği
görülmektedir.
150. Telefon görüşme kayıtlarının farklı biçimde birleştirilerek
gerçeği yansıtmayacak anlamlar çıkarıldığı iddiası bakımından, bu hususun
derece mahkemeleri önünde ileri sürüldüğü başvuru formu ve eklerinden
anlaşılamamaktadır. Başvurucu öte yandan, bu iddiasına dayanak olarak herhangi
bir örnek görüşme dökümü de göstermemiştir. Dinleme kararlarının örneklerinin
dosyaya getirilmediği şikâyeti yönünden ise başvurucunun mahkeme kararı
olmaksızın dinleme yapıldığına ya da kovuşturma aşamasında bu kararlara
ulaşamadıklarına ilişkin herhangi bir iddiası bulunmamaktadır.
151. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
iii. Yargılamanın
Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
152. Başvurucu; görüşme kayıtlarının çözümünün yapılmak üzere
bilirkişiye gönderilmesi ve başvurucunun ihalenin yapıldığı tarihlerde nerede
olduğunu dair telefon baz istasyonu kayıtlarının
istenmesi ile ihaleleri yapan komisyon üyelerinin, ihaleye giren ve alan firma
yetkililerinin ve ihale konusunda rapor tanzim eden görevlilerin dinlenmesi
taleplerinin yetersiz gerekçelerle kabul edilmediğini, hukuka aykırı delil
niteliği taşıyan görüşme dökümlerinin mahkûmiyetine esas alındığı ve mahkeme
kararlarının yeterli gerekçe içermediğini ileri sürmektedir.
153. Bakanlığın görüş yazısında,
dinlenmesi talep edilen bir tanığın dinlenmediğinden şikâyet eden başvurucunun söz
konusu tanığın dinlenmesinin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından neden
önemli olduğunu da göstermesi gerektiği, Sözleşme’nin tüm tanıkların
dinlenmesini öngörmediği, tanığın çağrılmasının maddi gerçeğin ortaya
çıkarılması açısından zorunlu olan tanığın sorgulanması talebinin
reddedilmesinin sanık haklarını zarar verip vermediğinin önem taşıdığı ifade
edilmiştir.
154. Telefon kayıtlarının delil olarak kullanılması bakımından,
başvurucunun babası ve kardeşi ile yaptığı görüşmelerin delil olarak kullanılmasıyla
ilgili olarak anılan kişilerin de aynı dosyada sanık sıfatıyla yargılandığı,
tanıklıktan çekinme hakkı bulunan kişinin de şüpheli olması halinde bu
görüşmelerin delil olarak kullanılıp kullanılmayacağının yargı içtihatları ile
açıklığa kavuşturulması gerektiği, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/2/2013 tarihli ve E.2011/5-137, K.2013/58 sayılı ilamı
uyarınca tanıklıktan çekinebilecek şüphelilerin birbirleri arasında yaptıkları
görüşmelerin de belirli koşullar altında delil niteliğinde olduğu, İlk Derece
Mahkemesinin gerekçeli kararında bu hususun değerlendirildiği belirtilmiştir.
155. Başvurucu; karşı görüşlerinde
silahların eşitliği ilkesi uyarınca sanığın tanıklarının da dinlenmesi
gerektiğini, dinlenmediği durumlarda ret sebebinin gerekçeli olarak açıklanması
gerektiğini; telefon kayıtlarıyla ilgili olarak, kardeşine ilişkin alınmış bir
dinleme kararı bulunmadığını, kanun maddesinin getirilen yoruma izin
vermediğini, dinlemenin sadece katalog tabir edilen suçlar bakımından
uygulanabileceğini, fakat yağmanın bu suçlar arasında yer almadığını ileri
sürmüştür.
156. Anayasa’nın “Görev ve
yetkileri” kenar başlıklı 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
157. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
158. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede
kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz
takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa
Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur
Gür, B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
159. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme
yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin
geçerli olup olmadığını, delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun
olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp
Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığını değerlendirmektir (Muhittin Kaya
ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve
Ticaret Ltd. Şti.,
B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
160. AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt
türünün kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup
olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade
etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere
yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki
bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme
konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B. No: 23909/03, 1/2/2011, § 125;
Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699). AİHM’e
göre delillerle ilgili olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz etme
ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir (Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
§ 700).
161. Somut olayda ihaleye fesat karıştırma suçunu işledikleri
şüphesiyle başvurucunun, babası A.Y.nin ve diğer
kişiler İ.M., Y.A., A.B., M.C. ve T.B.nin
telefonları mahkeme kararıyla dinlenilmiştir (bkz. § 9). Başvurucuyla ilgili
ilk dinleme kararı 18/4/2006 tarihinde verilmiş;
tedbirin süresi 18/7/2006, 18/10/2006 ve 17/11/2006 tarihli kararlarla
sırasıyla üç ve birer aylık sürelerle uzatılmıştır (bkz. §§ 10, 12). Bu
itibarla, başvurucunun telefon görüşmelerinin usulüne uygun biçimde alınmış
mahkeme kararlarına istinaden dinlenildiği ve mahkumiyete
dayanak görüşmelerin bu şekilde kayıt altına alındığı açıktır (bkz. §§ 98-108).
162. Başvurucunun, babası Y.A. ile yaptığı görüşmeler yönünden, bu
konuşmalar mahkeme kararıyla kayda alınmıştır. Yargılama sonucunda Y.A.nın eyleminin örgüt yöneticiliğini değil örgüt
üyeliğini oluşturduğu sonucuna varılarak, belirtilen suçtan mahkûmiyetine ve
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir (bkz. § 26).
Başvurucunun babasının da ilgili kovuşturmada sanık olarak yer alması
nedeniyle, başvurucunun babasıyla olan görüşmelerinin hukuka aykırı delil
niteliği taşıdığı söylenemez (Kader Doğan,
B. No: 2014/7292, 21/5/2015, § 27). Mahkeme kararının
gerekçesinde de bu husus tartışılmış ve görüşme dökümlerinin hukuka aykırı
niteliği taşımadığı belirtilmiştir. Başvurucunun kardeşi G.Y.ye ilişkin alınmış
bir dinleme kararı bulunmamakla birlikte suçun sübutunda esas alınan
görüşmelerin büyük çoğunluğunun usulüne uygun yapılan dinlemelere dayandığından
ve G.Y.nin başvurucu ya da babasıyla yaptığı
görüşmelerine gerçekleştirilen yirmi altı ihaleden sadece 2.,
5., 15., 16., 17., 21. ve 23. ihaleler bağlamında yer verildiğinden (bkz. § 29)
bu görüşme dökümlerinin, diğer delillerin güvenilirliğine zarar vermediği ve
yargılamanın adilliğini zedelemediği sonucuna ulaşılmıştır (Jakob Gabriel, B. No: 2013/2392,
15/4/2015, §§ 49, 50).
163. Başvurucunun gösterdiği tanıkların dinlenmesi, bilirkişi
incelemesi yaptırılması ve baz istasyonu kayıtlarının
istenmesiyle ilgili hususlar da Mahkemenin delillerin kabul edilebilirliği
alanında sahip olduğu takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Anılan kararda
tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek
ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır. Ceza
yargılaması sırasında yapılan duruşmalarda, başvurucunun şahsen ve vekili
aracılığıyla, telefon dinleme kayıtları ve diğer deliller ve iddialara karşı
savunmalarını sunabilmiştir.
164. Başvurucuya yöneltilen suçlamalar, soruşturmanın yürütülüş
şekli ve Mahkemenin kararları dikkate alındığında kesinleşen mahkûmiyet
hükümleri yönünden çözümü yapılan görüşme kayıtlarının ve/veya müşteki
ifadelerinin esaslı deliller olarak kabul edildiği görülmektedir. Yukarıda da
incelendiği gibi başvurucu görüşmelerin gerçeğe aykırı aktarıldığına dair somut
bir husus ileri sürmemiştir; talimatla dinlenen tanıklara dair iddiası ise
genel mahiyette kalmaktadır. Anılan kararda tarafların iddia ve savunmaları,
dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları da
yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır.
165. Somut olayda başvurucunun delillerini sunma ve delillerin
değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna dair somut
bir olgu bulunmamakta olup mahkûmiyet hükmü, duruşmada başvurucu ve vekilinin
huzurunda tartışılmış delillere dayandırılmıştır. Diğer taraftan başvuru
dosyası incelendiğinde "silahların eşitliği" ve "çelişmeli
yargılama" ilkelerine aykırı olarak başvurucuya; delillerini sunma,
inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin
bir tespit bulunmamaktadır.
166. Başvurucu, yargılama sürecinde
karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına,
kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça
sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna
ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir
durum tespit edilmemiştir.
167. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının tutukluluk süresi
dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının tazminat hakkının
tanınmaması dolayısıyla ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların
beraatla sonuçlanan suçlamalar yönünden kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların
devam eden yargılama yönünden başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Kesinleşen mahkûmiyet hükümleri yönünden tarafsız bir
mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
7. Kesinleşen mahkûmiyet hükümleri yönünden aleyhte beyanda
bulunan tanıkları sorgulama hakkının ve silahların eşitliği ilkesinin ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
8. Kesinleşen mahkûmiyet hükümleri yönünden yargılamanın
hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/4/2016tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.