TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSAMETTİN GÜLER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2188)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail
Emrah PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Hüsamettin
GÜLER
|
Vekili
|
:
|
Av.
Melih ERYAMAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında “sahte çek düzenleme” suçundan yürütülen
yargılama sonunda yeterli delil olmadan ve mevcut delillerde hataya düşülerek
mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını
belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, hükmün
infazının durdurulmasını, mahkeme kararının ortadan kaldırılmasını ve manevi
tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 28/3/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön
incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığı 17/11/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu hakkında Adana
Cumhuriyet Başsavcılığının 9/10/1996 tarih ve 1996/571
sayılı iddianamesi ile “sahte çek
düzenlemek” suçundan kamu davası açılmıştır.
8. Adana 2. Ağır Ceza
Mahkemesi, 16/10/2002 tarih ve E.1996/295, K.2002/311
sayılı kararıyla 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 342.
maddesi uyarınca başvurucunun 1 yıl 8 ay ağır hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar vermiş, bu karar Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 3/3/2004
tarih ve E.2003/14244, K.2004/2212 sayılı ilâmı ile onanmıştır.
9. 1/6/2005 tarihinde 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin ardından, başvurucu hakkındaki ilam ve
infaz evrakı, 5237 sayılı Kanun'un lehe olan hükümlerinin uygulanması ve
gerektiği takdirde yeni bir karar verilmesi amacıyla, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Bürosunun 6/6/2005
tarihli talebi ile Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmiştir.
10. Adana 2. Ağır Ceza
Mahkemesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve
İnfaz Bürosunun talebi üzerine duruşma açarak yaptığı açık yargılama sonunda, 27/12/2005 tarih ve E.1996/295, K.2002/311 sayılı ek karar
ile başvurucunun 5237 sayılı Kanun'un 204. maddesi uyarınca 1 yıl 8 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
11. Başvurucu verilen karar için
temyiz başvurusunda bulunmuş, Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 21/11/2008
tarih ve E.2008/12688, K.2008/12147 sayılı ilâmında, İlk Derece Mahkemesi
kararının, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının takdiri ve
değerlendirilmesi yapılmadan verildiğini belirterek bozmaya hükmetmiştir.
12. Bozma kararı üzerine Adana
2. Ağır Ceza Mahkemesi, 20/3/2009 tarihli ek kararı
ile başvurucu hakkında yeniden hüküm tesis ederek 16/10/2002 tarih ve
E.1996/295, K.2002/311 sayılı ilk mahkumiyet kararının başvurucu lehine
olduğuna, bu kararda yer alan ağır hapis cezasının hapis cezasına çevrilmesine,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 13/7/1965 tarih ve 647 sayılı mülga
Cezaların İnfazı Hakkında Kanun uyarınca cezanın ertelenmesine yer olmadığına
karar vermiştir.
13. Bu karar Yargıtay 11. Ceza
Dairesinin 6/2/2013 tarih ve E.2012/25985, K.2013/1726
sayılı ilamı ile onanmıştır.
14. Başvurucuya 21/3/2013 tarihinde mahkumiyetine ilişkin çağrı kağıdı
tebliğ edilmiş, hakkındaki ilamın infazı amacıyla on gün içinde Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaat etmesi gerektiği bildirilmiştir.
15. Başvurucu, 28/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
16. 765 sayılı mülga Kanun’un
342. maddesinin birinci fıkrası, 59. maddesinin ikinci fıkrası, 4/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrası,
26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin (2) numaralı
fıkrası, 204. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin (5) numaralı fıkrası.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 10/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
28/3/2013 tarih ve 2013/2188 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, hakkında “sahte çek düzenleme” suçundan yürütülen
yargılama sonunda yeterli delil olmadan ve mevcut delillerde hataya düşülerek
mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, verilen mahkûmiyet hükmünün ertelenmediğini, bu
kararın kesinleşmesinin ardından ise 5237 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi
nedeniyle yapılan uyarlama davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmediğini dolayısıyla hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmadığını,
ayrıca söz konusu yargılama sürecinin makul süreyi aştığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun, hakkında yapılan ilk yargılamada yeterli delil
olmadan ve mevcut delillerde hataya düşülerek mahkûmiyet hükmü kurulduğunu,
verilen mahkumiyet hükmünün ertelenmediğini, bu
kararın kesinleşmesinin ardından ise 5237 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi
nedeniyle yapılan uyarlama davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilmediğini dolayısıyla hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmadığını,
ayrıca söz konusu yargılama sürecinin makul süreyi aştığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Başvurucunun
Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 3/3/2004 tarihli ilâmı ile
kesinleşen yargılama sürecine ve uyarlama davası sonucu Yargıtay 11. Ceza
Dairesinin 6/2/2013 tarihli ilamı ile kesinleşen yargılama sürecine ilişkin
ihlal iddiaları ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 3/3/2004 Tarihli İlamı ile
Kesinleşen Yargılama Sürecine İlişkin İhlal İddiaları
20. 30/3/2011 tarih 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
21. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012
tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Niteliği
itibarıyla kamu düzenine ilişkin olan bu başvuru şartını taşımayan bireysel
başvuruların incelenebilmesi mümkün değildir.
22. Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve
Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği
ilkesinin bir gereğidir (B. No: 2012/51, 25/12/2012, §
18).
23. Başvurucu, 9/10/1996 tarihli
iddianame ile hakkında başlatılan soruşturma ve kovuşturma süreci sonunda,
yeterli delil olmadan ve mevcut delillerde hataya düşülerek mahkûmiyet hükmü
kurulduğunu, verilen mahkûmiyet hükmünün ertelenmediğini ve makul sürede
yargılama yapılmadığını, dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
24. Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında 9/10/1996 tarihli iddianame ile Adana 2. Ağır Ceza
Mahkemesinde açılan davada, anılan mahkemece 16/10/2002 tarihinde verilen
karar, Yargıtay 6. Ceza Dairesinde temyiz incelemesinden geçerek 3/3/2004
tarihli ilam ile kesinleşmiştir. Bu kapsamda başvuruya konu yargılama sürecinin
bu kısmı zaman bakımından Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle, yargılama
sürecinin bu kısmına ilişkin kararın 23/9/2012
tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "zaman
bakımından yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargıtay
11. Ceza Dairesinin 6/2/2013 Tarihli İlamı ile Kesinleşen Yargılama Sürecine
İlişkin İhlal İddiaları
aa. Yargılamanın
Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
26. Anayasanın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel
başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
27. 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
28. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
29. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan
sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu
olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz
takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez
(B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
30. Somut
olayda başvurucu, Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/10/2002
tarihli kararı ile hakkında verilen ve Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 3/3/2004
tarihli onama ilamı ile kesinleşen mahkumiyet hükmünün 5237 sayılı Kanun’a göre
yeniden değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilen uyarlama davasında, yeterli
delil olmadan ve mevcut delillerde hataya düşülerek mahkûmiyet hükmü
kurulduğunu, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmediğini
dolayısıyla hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
31. Başvuruya
konu, başvurucu hakkında “sahte çek
düzenleme” suçundan verilen mahkûmiyet kararına ilişkin olarak
yapılan uyarlama davasında, Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesince, 765 sayılı mülga Kanun’un
başvurucu lehine olduğu gerekçesiyle uyarlama talebinin reddine, başvurucunun
sabıkasının olduğu ve suç işleme hususundaki eğilimi dikkate alınarak verilen 1
yıl 8 ay hapis cezasının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına takdiren yer olmadığına karar
verilmiştir.
32. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında
isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
33. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
34. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
bb. Yargılamanın
Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
35. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
36. Başvurucu, hakkında
gerçekleştirilen uyarlama yargılamasının makul süre içinde sonuçlanmaması
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
37. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18),
Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
38–39).
38. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
39. Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul
sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç
işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup, kişiye cezai
alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde;
iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek
niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının
değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil
yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
40. Başvuru konusu olayda,
başvurucu hakkında, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 9/10/1996 tarihli iddianame ile kamu davası açılmıştır.
Başvurucu hakkında isnat olunan suç 765 sayılı mülga Kanun’un 341. maddesinde
ağır hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu
hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence
kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
41. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı andır. Bu bağlamda başvurucu, 18/7/2002 tarihinde söz konusu iddianame kapsamında
arandığından haberdar olup, ifade vermeye gittiğini bildirmiştir. Başvurucunun
ifade vermesinin ardından İlk Derece Mahkemesi 16/10/2002
tarihinde esasa ilişkin kararını vermiş, bu karar ise Yargıtay tarafından
3/3/2004 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Dolayısıyla 3/3/2004
tarihinde kesinleşen bu süreç Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi
dışında kalmaktadır (§§ 20-25).
42. 1/6/2005 tarihinde 5237 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girmesi ile birlikte, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Bürosu tarafından, başvurucu hakkında
verilen mahkumiyet hükmünün yeniden değerlendirilmesi amacıyla, Adana
Cumhuriyet Başsavcılığına 6/6/2005 tarihli yazı gönderilmiş ve söz konusu yazı
ile başvurucu hakkında, daha önce sona eren yargılama sürecinin ardından yeni
bir yargılama süreci başlatılmıştır. Nitekim, 6/6/2005
tarihli bu talep ile Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından duruşma açılarak
yeniden yargılama yapılmıştır. Somut olayın bu nitelikleri dikkate alındığında,
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı, başvurucu hakkında 765 sayılı
mülga Kanun ile verilen mahkumiyet hükmünün, 5237 sayılı Kanun uyarınca yeniden
değerlendirilmesinin talep edildiği tarih olan 6/6/2005
tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararın
verildiği tarihtir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin
bitiş tarihi, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının Yargıtay 11. Ceza
Dairesince onandığı 6/2/2013 tarihidir.
43. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunu “sahte çek düzenleme” suçunun oluşturduğu, 6/6/2005 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı İlamat ve İnfaz Bürosunca, Adana Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilen yazıyla, o tarihte henüz yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun uyarınca,
başvurucu hakkında daha önce kesinleşmiş olan mahkumiyet hükmünün yeninden
değerlendirmesinin istenildiği, Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesince duruşma
açılarak yapılan yargılama sonucunda 27/12/2005 tarihli kararla başvurucu
hakkında yeni bir hüküm tesis edildiği, temyiz incelemesi sonucu anılan kararın
Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 21/11/2008 tarihli ilâmı ile bozulduğu, bozmaya
uyularak yapılan yargılama sonunda Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/3/2009
tarihli kararı ile tekrar hüküm kurulduğu, bu hükmün Yargıtay 11. Ceza
Dairesinin 6/2/2013 tarihli ilamı ile onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.
44. 5271 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014,
§§ 23-41; B. No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
45. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu ceza davasının; hukuki meselenin çözümündeki
güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan
engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate
alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun tutum ve
davranışlarıyla ve usulü haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla
yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Dolayısıyla
somut başvuru açısından, daha önce verilen kararlar dışında farklı karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yedi yıl sekiz ay devam eden
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
46. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
47. Başvurucu, yargılama
sürecinde yeterli delil olmadan ve mevcut delillerde hataya düşülerek hakkında
mahkûmiyet hükmü kurulması ile yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması
nedeniyle 25.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
48. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
49. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl sekiz ay devam eden yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya net 5.850,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
50. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 3/3/2004 tarihli ilamı ile
kesinleşen yargılama sürecine ilişkin ihlal iddialarının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 6/2/2013
tarihli ilamı ile kesinleşen yargılama sürecine ilişkin olarak yargılamanın
sonucunun adil olmadığı iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması " nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 6/2/2013 tarihli ilamı ile kesinleşen yargılama sürecine
ilişkin olarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 5.850,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.