TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TÜLİN SOYHAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2212)
|
|
Karar Tarihi: 25/3/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 30/6/2015-29402
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Tülin SOYHAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevgi EPÇELİ ARSLAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yeniden yargılama
esnasındaki tutukluluğunun haksız olduğunu ve tutukluluğunun uzun sürdüğünü,
Mahkeme tarafından kendisinden “sanık” değil “hükümlü” olarak bahsedildiğini,
yeniden yargılamanın eskisinin devamı niteliğinde olduğunu belirterek, özgürlük
ve güvenlik ile adil yargılanma haklarının ve masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu varlığını iddia ettiği ihlallere
dayanarak, tahliyesine ve 30.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 18/3/2013
tarihinde İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca,
24/11/2014 tarihinde başvurunun karara bağlanması için
Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
5. İstanbul 6. Devlet Güvenlik
Mahkemesinin 25/10/2002 tarih ve E.1998/297,
K.2002/240 sayılı kararı ile başvurucu "Devletin
egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya
çalışmak" suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır.
6. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2/7/2003 tarih ve E.2003/1034, K.2003/1255 sayılı ilamıyla
başvurucunun mahkumiyetini onamıştır.
7. Başvurucu, gözaltında kötü
muameleye uğradığını ve mahkûmiyetine konu yargılamanın adil olmadığı iddialarıyla
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur.
8. AİHM, 6/10/2009
tarih ve B. No: 4341/04 sayılı kararı ile başvurucunun Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar vermiştir.
9. Başvurucu, AİHM'in ihlal kararına dayanarak, 4/12/2004
tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinin birinci
fıkrasının (f) bendi gereğince yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
10. İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi (CMK 250. Maddesi ile Görevli) 25/11/2011
tarihinde yeniden yargılamaya karar vermiştir ve duruşma açmıştır.
11. Başvurucu ve vekilleri, 29/2/2012, 23/5/2012, 11/9/2012, 4/12/2012 ve 25/12/2012
tarihli celselerde tahliye ve infazın durdurulması talebinde bulunmuştur.
Mahkeme, hükümlü olan başvurucunun infazın durdurulması taleplerinin reddine ve
infazın devamına hükmetmiştir. 4/12/2012 ve 25/12/2012
tarihli duruşmalardaki taleplere ilişkin ise herhangi bir karar verilmemiştir.
12. Başvurucu, 25/12/2012 tarihli duruşmada tahliye talebinin zımnen
reddedildiğini ileri sürerek, itiraz etmiştir. Mahkeme, 3/1/2013
tarih ve 2013/7 D.İş sayılı kararıyla “zımnen veya açıkça verilen “tutukluluk halinin
devamına” şeklinde bir karar olmadığı” gerekçesiyle, karar vermeye
yer olmadığına hükmetmiştir.
13. Başvurucunun itirazı üzerine
dosyayı inceleyen İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi, 30/1/2013
tarih ve 2013/22 D.İş sayılı kararıyla “Hükümlülüğü halen infaz edilen Tülin Soyhan’ın
tutuklu olmadığı, hakkındaki infazın durdurulması talebinin Mahkemesince
reddine karar verildiği, Mahkememizce de 03/10/2012 tarih ve 2012/219 değişik
iş sayılı kararla bu konudaki itirazın reddine karar verildiği”ni belirterek, karar
verilmesine yer olmadığı kararı vermiştir.
14. Bu karar başvurucu vekiline 18/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi yeniden yargılama neticesinde, 5/3/2013
tarih ve E.2011/178, K.2013/38 sayılı kararı ile "Hükümlü TÜLİN SOYHAN hakkında mahkememizce verilen
25/10/2002 tarih ve 1998/297 esas, 2002/240 karar sayılı ilamının 5271 sayılı
CMK 323/1 maddesi gereği ONAYLANMASINA,
Mahkememizin 25/10/2002 tarih ve 1998/297 esas, 2002/240
karar sayılı ilamıyla Hükümlü TÜLİN SOYHAN hakkında; yasadışı silahlı terör
örgütü DHKP/C'nin amaçlarına uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın
tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil ve ilgaya ayrıca Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ni ıskata ve vazifesini yapmaktan men etmeye teşebbüs etmek suçundan
dolayı mülga 765 sayılı TCK 125/1, 59/1, 31, 33 ve 40 maddeleri gereği
neticeten verilen müebbet hapis cezasına dair ilamının İNFAZININ DEVAMINA,..."
hükmetmiştir.
16. Başvurucu vekili 6/3/2013 tarihinde süre tutum dilekçesi vermiştir. Gerekçeli
kararın tebliğinin ardından ise 21/6/2013 tarihinde
kararı temyiz etmiştir.
17. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 13/11/2014 tarih ve E.2014/5694, K.2014/11416 sayılı
ilamıyla, İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
18. Başvurucu, 18/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
19. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun “İnfazın geri
bırakılması veya durdurulması” 312. maddesi şöyledir:
“(1) Yargılamanın yenilenmesi istemi hükmün
infazını ertelemez. Ancak mahkeme, infazın geri bırakılmasına veya
durdurulmasına karar verebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 25/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
18/3/2013 tarih ve 2013/2212 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, uzun süredir
tutuklu olduğunu, yeniden yargılamaya karar verilmesine rağmen cezasının
infazına devam edildiğini, tahliye taleplerinin gerekçesiz veya yeterli gerekçe
gösterilmeksizin reddedildiğini, yasal tutukluluk süresinin aşıldığını, özel
yetkili mahkemeler kaldırıldığından, artık “yasayla kurulmuş” bir mahkeme
tarafından verilmiş tutuklama kararının bulunmadığını ve yeniden yargılama
esnasında esasa ilişkin hiçbir işlem yapılmadığını ve usuli
işlemlerde eksiklik olduğunu belirterek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde
güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, yargılamanın yenilenmesi kararıyla birlikte
“sanık” statüsüne geçmesine rağmen, Mahkeme tarafından “hükümlü” olarak
nitelendirilmesinin masumiyet karinesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
22. Başvurucu varlığını iddia
ettiği ihlallere dayanarak, tahliyesine ve 30.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Özgürlük ve
Güvenlik Hakkı Yönünden
23. Başvurucu yeniden
yargılanması sırasında tutuklu yargılanmasının ve tahliye taleplerinin gerekçesiz
veya yetersiz gerekçeyle reddedilmesinin özgürlük ve güvenlik hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar
başlıklı 19. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen:
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve
güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; . halleri
dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
. "
25. Sözleşme'nin "Özgürlük
ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
"Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir.
Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç
kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş
mahkûmiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;
..."
26. Anayasa'nın
19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına
sahip olduğu, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise bireylerin bu haktan şekil ve
şartları kanunda gösterilen bazı istisnai durumlarda mahrum edilebileceği
kuralı yer almaktadır (Bkz. B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 38). "Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların yerine
getirilmesi" amacıyla kişilerin hürriyetinden yoksun
bırakılması maddenin ikinci fıkrasında sayılan hallerden birisidir.
Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde de benzer bir
düzenlemeye yer verilmiştir.
27. Sözleşme'ye göre, özgürlüğe getirilen
sınırlamanın meşru kabul edilebilmesi için mahkûmiyet kararı sonrası "tutma" hali veya hapsedilmenin,
"yetkili mahkeme" kararına dayalı ve hukuka
(kanuna) uygun olması şartları aranmaktadır. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
yönünden "tutma" hali,
geniş anlamda kullanılmakta olup; gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet sonrası
tutukluluk ve hükümlülük hallerini içine almaktadır. Sözleşme maddesindeki
"yetkili mahkeme"
vurgusu, kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması sonucunu doğuran ceza veya
güvenlik tedbiri uygulama konusunda kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme
organı ve taraflardan bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organı
ifade etmektedir. Bunlara ek olarak böyle bir makamın, tutmanın hukukiliğini ve
yerindeliğini denetleme ve gerekirse kişiyi salıverme yetkisinin bulunması da
aranmaktadır (Bkz. B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 18; benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. 35 De Wilde, Ooms ve Versyp/Belçika, B. No: 2832/66, 2835/66,
2899/66, 18/6/1971, § 78; ve McKay/Birleşik Krallık, B. No: 543/03,
03/10/2006, § 35).
28. Anayasa'nın 19. maddesinin
ikinci fıkrası ve Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fırkasının (a) bendi
kapsamına, mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet hükmünün yerine getirilmesi
hallerinde ortaya çıkan özgürlükten yoksun bırakma halleri dâhil ise de anılan
kurallar, mahkûmiyet kararının değil, tutmanın hukuka uygun olmasını güvence
altına almaktadır. Ancak, bu güvence kapsamında, kişi hakkında hükmedilen hapis
cezasının yerindeliği veya orantılılığı incelemeye tabi tutulamaz (Bkz. B. No:
2013/8114, 17/9/2014, § 18).
29. Somut olayda başvurucu,
Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen İstanbul 6. Devlet Güvenlik Mahkemesinin 25/10/2002
tarih ve E.1998/297, K.2002/240 sayılı kararı uyarınca hükümlü olarak cezasını
çekmekte iken AİHM’in 6/10/2009 tarih ve B. No:
4341/04 sayılı ihlal kararına dayanarak yeniden yargılanma talebinde
bulunmuştur.
30. İstanbul (Kapatılan) 14.
Ağır Ceza Mahkemesi yargılama süresinde başvurucunun tahliye taleplerini
reddetmiş ve infazın devamına karar vermiştir. Başvurucu, 25/12/2012
tarihli duruşmada tahliye talebinin zımnen reddedildiğini ileri sürerek itiraz
etmişse de talebi Mahkemece ve İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesince kabul
edilmemiştir. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, yeniden yargılama incelemesi
sonrasındaki mahkûmiyet kararında da infazın devamına karar vermiştir.
31. Görüldüğü üzere başvurucunun
yeniden yargılama incelemesi süresince tahliye edilmemesine, yani “tutulma”sına
yetkili mahkeme olan İstanbul (Kapatılan) 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ve
daha önceki kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü temelinde verilmiştir.
32. Diğer yandan, 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı “Terörle Mücadele Kanunu
ve Ceza Muhakemesi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 1. maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu’na eklenen Geçici 14. madde uyarınca özel yetkili
mahkemeler kaldırılmıştır. Bununla birlikte bu değişiklik, geçmişe yönelik
olarak İstanbul (Kapatılan) 14. Ağır Ceza Mahkemesini “yetkili mahkeme” olmaktan çıkarmayacak ve
bu mahkemenin geçmişte verdiği kararları geçersiz hale getirmeyecektir.
33. Yukarıda da belirtildiği
üzere, yetkili mahkemece verilmiş bir mahkûmiyet hükmüne dayalı tutmanın aynı
zamanda kanuni olması gerekmektedir.
34. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal
güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut
eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların
kamu otoritesine hangi müdahale yetkisini sağladığını, kanundan öğrenebilme
imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (Bkz. B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 22; AYM, E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010
ve AYM, E.2011/18, K.2012/53, K.T. 11/4/2012).
35. Kanunilik şartı, hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi
ile sınırlı olmayıp, bunların içerik olarak da belirli bir amacı
gerçekleştirmeye elverişli olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir.
Bu açıdan kanun metni bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle,
hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını
belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme
alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve
sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte,
kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden,
aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği
alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak
belirlenebilir. Bu özelliklere sahip bir kanunun, aynı zamanda kolaylıkla
erişilebilir nitelikte olması gerekir (Bkz. B. No: 2013/8114, 17/9/2014, § 23 ve AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T.
12/1/2012).
36. Somut olay bakımından, 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 312. maddesinin incelenmesi gerekmektedir.
Anılan hükümde, yeniden yargılama talebinin cezasının infazını durdurmayacağı
fakat ilgili mahkemenin infazın geri bırakılması veya durdurulması yönünde bir
karar alabileceği herhangi bir tereddüde yer bırakılmayacak açıklıkta ifade
edilmektedir. Dolayısıyla, yeniden yargılama halinde salıverilmeye ilişkin söz
konusu düzenlemenin; belirli, kesin, erişilebilir ve öngörülebilir nitelikte
olduğu açıktır.
37. Bu itibarla, başvurucu
hakkında verilen infazın devamı kararının, Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci
fıkrası çerçevesinde, yetkili mahkemece verilmiş bir mahkûmiyet kararına dayalı
ve kanuna uygun bir tutma mahiyetinde olduğu, dolayısıyla kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
38. Serruh KALELİ bu görüşe
katılmamıştır.
2. Adil
Yargılanma Hakkı Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
39. Başvurucu, yeniden yargılama
süresince esaslı işlemlerin yapılmadığından, eski iddianame ile AİHM kararının
okunulmasıyla yetinildiğinden, bunun haricinde bir soruşturma işlemine
girişilmediğinden ve usulü işlemlerde eksiklikler bulunduğundan şikâyet
etmektedir.
40. Anayasa’nın 148. maddesinin
(3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.”
41. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
42. Anılan hükümler uyarınca
bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin
tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir.
Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır.
43. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi
hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru
yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur.
Başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve
süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu
konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (Bkz. B. No: 2012/403, 26/3/2013, §
17).
44. Başvuruya konu olayda,
İstanbul (Kapatılan) 14. Ağır Ceza Mahkemesi 5/3/2013
tarihinde başvurucunun yeniden yargılama incelemesine konu mahkumiyetinin
onaylanmasına karar vermiştir. Başvurucu vekili 6/3/2013
tarihinde süre tutum dilekçesi vermiş, gerekçeli kararın tebliğinin ardından
ise 21/6/2013 tarihinde temyiz talebinde bulunmuştur. Görüldüğü gibi, başvurucu
henüz temyiz dilekçesi dahi vermeden, 18/3/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargılama süreci,
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13/11/2014 tarihli onama
ilamıyla ve bireysel başvuru dosyası Anayasa Mahkemesinde derdest iken
tamamlanmıştır.
45. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, ihlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka
bir deyişle bireysel başvuru yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının
sağlanmış olması gerekir. Bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları
etkili değilse, Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını dikkate alarak bir
başvurunun incelenmesine karar verebilir. Bununla birlikte başvuru konusu olay
dikkate alındığında, başvuru yollarının tüketilmesi kuralına istisna
tanınmasını gerektiren bir durumun olmadığı görülmektedir.
46. Açıklanan nedenlerle,
yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı
anlaşıldığından, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki
şikâyetlerinin, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
47. Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.
b. Masumiyet
Karinesinin İhlali İddiası
48. Başvurucu, Mahkeme
kararlarında kendisinden “sanık”
yerine “hükümlü” olarak
bahsedilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.
49. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Mahkeme,… açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine
karar verebilir.”
50. Anılan kanuni düzenlemeye
göre açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar
verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret olan ya da temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular açıkça dayanaktan
yoksun kabul edilebilecektir.
51. Bireysel başvuru
incelemesinde, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki
alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı esas alınmaktadır (Bkz. B. No: 2012/1049, § 18, 26/3/2013).
52. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse
suçlu sayılamaz.”
53. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fırkası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes,
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
54. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (Bkz. B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
55. Bu kapsamda, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı mahkûmiyete dönüşen
kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı
olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi iddiasının
geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davasının herhangi bir nedenle
düştüğü, belirli bir süre sonra şarta bağlı olarak düşeceği veya sanık hakkında
mahkûmiyet hükmü kurulmaksızın davanın ertelendiği durumlarda kişi hakkında
masumiyet karinesinin devam ettiğini kabul etmek gerekir. Çünkü bu durumlarda,
ortada henüz verilmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmamaktadır (Bkz. B. No:
2012/665, 13/6/2013, § 27).
56. Somut başvuruya konu
yargılama, başvurucu hakkında verilen ve kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün
yeniden yargılama yoluyla incelenmesine ilişkindir. Yeniden yargılama talebinin
kabul edilmesi, kesinleşmiş mahkûmiyet kararlarının doğrudan geçersiz sayılması
gibi bir sonuç doğurmaz. Başvurucu, yeniden yargılama esnasında “hakkında suç isnadı olan kişi” konumunda
değildir ve kesinleşmiş hapis cezasının infazı halen devam etmektedir.
57. Dolayısıyla, Mahkeme
kararlarında başvurucudan “hükümlü” olarak bahsedilmesi, başvurucunun mevcut
hukuki statüsünü tanımlamakta ve masumiyet karinesine aykırılık
oluşturmamaktadır.
58. Açıklanan nedenlerle,
başvurunun bu kısmının, “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
59. Serruh KALELİ bu görüşe
katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Yukarıda
açıklanan nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Özgürlük ve güvenlik hakkı
ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olmaları”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Serruh KALELİ’nin karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
2. Yargılamanın sonucunun adil
olmadığına yönelik şikâyetinin “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Serruh KALELİ’nin karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OY BİRLİĞİYLE,
25/3/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucunun,
hakkında aleyhine onanan Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2003/1032 E.,
2003/1255 K. sayılı kararı, başvurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince,
06.10.2009 tarih ve B. No: 4341/04 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6/1 ve 3/c maddelerinin ihlali olarak değerlendirilmiştir.
İhlal
kararı üzerine süresinde yeniden yargılama talep eden başvurucu hakkında,
kapatılan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada 05.03.2013
tarih ve E. 2011/178, K. 2013/38 sayılı kararı ile hükümlü başvurucu TÜLİN
SOYHAN hakkındaki mahkumiyetine neden olan 25.10.2002 tarih ve 1998/297 E., 2002/240 K. sayılı önceki ilamın tekrarı anlamına gelen,
hükmün onaylanmasına karar verildiği, 21.06.2013 de temyiz edilen kararın
13.11.2014 tarihinde ise onandığı görülmektedir.
AİHM
başvurucu Tülin SOYHAN hakkında yapılmış yargılamanın Sözleşme’nin 6. maddesini
ihlal ettiği sonucuna ulaşırken, 4341/04 sayılı başvurusunun Dışişleri
Bakanlığı tarafından Fransızca’dan yapılmış
çevirisinden anlaşıldığı üzere,
Başvurucunun
gözaltı sırasında önce güvenlik güçleri sonrasında Cumhuriyet Savcısı ve
nöbetçi hakim tarafından sorgulandığını, dosyası
incelendiğinde avukat yardımı almadığı, kendini suçlu gösteren ifadelerin diğer
unsurlarla birlikte Devlet Güvenlik Mahkemesi kararına gerekçe teşkil eden
delilleri oluşturduğunu, AİHM tarafından Avukat erişiminden yoksun bırakılmasının
(Salduz kararı Pr. 45-46) Sözleşme’nin 6. madde 3/c
ihlali olduğu, başvurucunun vücudunda bulunan lezyonlar karşısında aldığı iş
göremez nitelikli doktor muayene ve raporunun 6. madde kapsamında dile
getirdiği diğer şikayetlerle birlikte değerlendirme
kapsamında kaldığını, itirafların aleyhe delil sayılmasının mahkemede
reddedilen ikrarlar karşısında belirleyici sonuç olarak kabul edilemeyeceğini,
neticeten dava koşulları tespitinin bir kısmının kötü muameleye başvurarak ve
avukat yokluğunda elde edilen belgelere dayandığını tespit ettiğini ve bütün
bunların sunulan usul teminatlarının dolayısıyle
kendi kendini suçlamama hakkının göz ardı edilerek anılan itirafların
kullanıldığını, bunun engellenmediğini Yargıtay’ında bu eksikleri düzeltmemiş
olduğunu ve tüm unsurlar dikkate alınarak AİHS’nin 6. maddesi 1 ve 3c
paragraflarının ihlal edildiğini ve hatta başvurucunun sözleşmenin 6. maddesi
2. paragraf anlamında “suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum
sayılır” hükmüne yönelik şikayetlerine de temelde cevap verildiği kanaati ile
bu konunun ayrıca incelenmesine gerek görülmediğinin karar altına alındığı
anlaşılmaktadır.
Mahkememiz
1. Bölümü yaptığı değerlendirmede; şikayet konusu
edilen yeniden yargılanma sırasında tutuklu yargılanmayı Anayasa’nın 19.
maddesinin kişi hürriyet ve güvenliği hakkı kapsamında görmüş, somut olayda
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 312. maddesinin açıkça “Yargılanmanın
yenilenmesi istemi hükmün infazını ertelemez, ancak mahkeme infazın geri
bırakılmasını veya durdurulmasını karar verebilir” hükmünü referans alarak,
tahliye taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarının daha önce başvurucu
hakkında kesinleşmiş mahkumiyet hükmü temelinde verildiği ve infazın devamına
ilişkin kararlarının kanuna uygun bir tutma kapsamında olduğunun kabulü ile
başvuruyu “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
Ayrıca
yargılama süreci ile ilgili başvurucunun diğer şikayetlerinden
“yeniden yargılanma sürecinde esaslı işlemlerin yapılmamış olması” olgusunu yargılanmanın
yenilenmesi üzerine verilen onaylama kararının, temyiz edilip bireysel başvuru
tarihinden önce neticelenmediği anlaşıldığından başvuru yollarının tüketilmemiş
olması, “masumiyet karinesinin ihlal iddiasını” da ayrı bir başlık altında
yeniden yargılama talebinin kabul edilmesinin, kesinleşmiş mahkumiyet
kararlarını geçersiz sayılması sonucunu doğurmayacağı ve yeniden yargılama
esnasında başvurucunun hakkında suç isnadı olan kişi konumunda olmadığı ve
başvurucunun hükümlü statüsünün masumiyet karinesine aykırılık oluşturmadığı
nedenleri ile Açıkça Dayanaktan Yoksunluk olarak niteleyip oy çokluğu ile karar
vermiştir.
Mahkemenin
üç başlık altında ayrı ayrı incelediği başvuru şikayetlerine
ilişkin varılan sonuçlara katılma imkanı bulunmamıştır.
Değerlendirme:
AİHM’nin,
verdiği 6 Ekim 2009 tarihli anılan ihlal kararında, bir suç ile itham edilen
herkesin suçluluğu yasal sayılana kadar masum sayılacağını söyleyen sözleşmenin
6/2 maddesini hatırlatan ve başvuranın kendisine karşı yürütülen yargılamalar hakkında
ki şikayetleri hakkında yaptığı inceleme ve bulduğu
ihlaller karşısında temel noktada cevap verildiği için ayrıca 6/2 maddesinin
incelenmesine gerek olmadığı şeklindeki kararı dikkate alınarak başvuru
dosyasının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargılanmanın
yenilenmesinden ne anlaşılması gerektiği:
AİHM’nin
Sözleşme’nin 6. maddesinin 3/c paragrafından bulunan ihlallerde (Salduz prf.72) ihlalin telafi biçiminin başvuranı bu madde
ihlal edilmeseydi bulunabileceği duruma getirmeyi temin etmek olduğunu
hatırlatmakta olduğunu bilmekte yarar vardır.
Yargılanmanın
yenilenmesi, AİHM yorumları karşısında, uğradığı hak ihlali olmasaydı
bulunacağı hukuki statüye hukuken saygı gösterilme mecburiyeti şeklinde kapsamlandırılabilir. Masumiyet ilkesi de bu kapsamdan
ayrık düşünülemez. Ancak bu haldedir ki hak ihlali giderilebilir ya da ortadan
kaldırılmak için işlemlerin yeniden eksiklikler doğrultusunda giderilmeye
çalışıldığı yargılama sürecinden anlaşılmalıdır.
Başvurucunun AİHM’nin ihlal
kararı üzerine, müracaatı ile 25.11.2011 tarihinde yargılanmanın yenilenmesi
talebini 2011/178 E. sayılı dosya ile kabul eden mahkeme, 29.02.2012 tarihli
duruşmasında sanık ya da şüpheli sıfatı ile ifade alınmada CMK’nun
147. maddesinin öngördüğü sorgu usulü gereği ve kabulü ile Tülin SOYHAN’ın sorgusuna geçmiş ise de başvuranın yargılama
sürecinde, infazın ertelenmesi ya da tahliyesine ilişkin tüm taleplerini, sanık
Tülin SOYHAN hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunduğu ve bu nedenle
kendisini infazı devam eden hükümlü statüsü kapsamında görmüş, kararlarını bu
şekilde kurmuş, başvurucuyu ihlal olmasaydı bulunacağı hukuki statüye saygı
kapsamında mütalaa etmemiştir.
Türk hukukunda konuya
ilişkin uygulamalara bakıldığında; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.07.2004 tarih
3780/89 tarihli kararında, yargılanmanın yenilenmesi kararına dayanılarak
yeniden yapılan yargılanmanın eskisinden tamamen bağımsız bir yargılama olması
ilkesine uygun biçimde duruşmaya ilişkin yasa kurallarının tümüyle uygulanmasını,
iddianamenin okunması gerektiğini, kanıt niteliğindeki belgelerin duruşmada
okunup buna karşı diyeceklerin sorulmasını, gösterilen savunma tanıklarının
dinlenmesi gibi hususların yerine getirilmesini aksi halleri bozma nedeni
sayıldığını ifade ettiği görülmektedir.
Örneğin:
Ankara
1. Nolu DGM’nin 21.04.2004 gün ve 1994/119 1994/183
Ek karar sayılı kararında AİHM’ce bulunan ihlal
kararı üzerine yapılan yeniden yargılamanın temyiz incelenmesi aşamasında
iddianamenin okunmaması, sadece AİHM kararının okunması ile yetinilmesi ve
yeniden yapılan duruşmada tanık dinletme taleplerinin reddinin, bozma nedeni
yapıldığı görülmektedir.
AİHM’in Sözleşme’ye taraf ülkeler yönünden 46.
maddesi uyarınca Sözleşme’nin bağlayıcılığı gereği uygulanması zorunlu olan
ihlal kararları karşısında, eskisinden tamamen bağımsız yapılması gerekli yeni
duruşma aşamasında, bu süreçte eski hükmün hukuki varlığını sürdürüp
sürdüremeyeceğine ilişkin konularda yasalarımızda bir açıklık yok ise de,
öğretide birçok görüşün yargılamanın yenilenmesi kararının, eski hükmü hukuki
olarak ortadan kaldıracağı yönünde olduğu görülecektir.
AKADEMİSYENLER
ÖNDER VE ÖZGEN, anılan nedenler ile eski mahkumiyet
hükmü, yeni yargılama önünde temel alınacak yargılanma sürecinde üzerine hüküm
kurulacak bir esas teşkil etmemelidir demektedirler. Hukukumuzda yeniden CMK
311/1.f’ye göre istenen yargılamanın yenilenmesi talebi üzerine verilecek
hüküm, CMK madde 323’e göre önceki hükmün onayı veya hükmün iptali ile yeniden
hüküm verilmesi şeklindedir. Somut olayda ki gibi önceki hükmün onaylanması
şeklinde verilmiş bir karar, AİHM’nin bulduğu ihlal hallerinin teker teker
tartışılıp eksikliklerin giderildiği usül
kurallarının yerine getirildiği, ihlalin ortadan kaldırıldığını gösteren hususların
gerekçesinde cevaplandırıldığı yeni bir hüküm olmalıdır.
Kurulan hüküm, yeniden yargılama yapan
mahkemenin davaya ilk derece mahkemesi sıfatı ile yeniden kabul edip baktığı ve
kurduğu yeni hükmün adının yasaya göre “onay”da olsa
yeniden temyizen tetkik’e
açık bir mahkeme kararı olduğunu hatırlamakta yarar vardır.
Bu halde, somut başvuruda yeniden yargılanma
aşamasında yapılanların beklentileri karşılayıp karşılamadığı, usul kurallarına
uygunluğu içerik olarak değerlendirilmelidir.
Duruşma
tutanaklarına bakıldığında;
29. 02.2012 tarihli
1. celsede, başvurucu HÜKÜMLÜ sıfatı ile yerine alınmış, AİHM kararı kendisine
okunmuş, beraberinde avukat getiren başvurucuya, kendisine müdafii
seçme, bulundurma hakkının varlığı ile delil toplanması isteyebileceğinin
hatırlatılmış, AİHM’ inde özellikle belirttiği ve başvurucunun sorgusunda
tekrarladığı ikrara yönelik ifadelerin işkenceyle alındığı, zorlama olduğu
ifadeleri tespit ve infazın durdurulması ve tahliyesine yönelik talebi de,
“dosya kapsamı” şeklinde ifade edilen genel gerekçe ile reddedilmiştir.
2. celsede, ilk celse
okunmayan iddianame okunarak, bu gerek geç de olsa yerine getirilmiş ise de
tekrar avukat yardımından yararlanabileceği, delil toplanmasının istenebileceği
şeklindeki önceki tutanakta ki hazır paragraf yeniden yazılmış, başvurucu
yapılan sorgu ve savunmasında ihlal nedeni bulunan hususları tekrar edip
aleyhte olan beyanları kabul etmediğini, kolluğun ifadeleri işkence altında
aldığı ve delil sayılan belgeler dışında delil de bulunmadığını ileri sürmüş,
ilk celsede kendisinden mütalaasını vermesi istenen savcılık makamının,
hazırlayamadığı mütalaa nedeni ile yeniden mütalaa yazma için süre istediği
başvurucunun, infazın durdurulması talebi de hiçbir gerekçe gösterilmeden
reddedilmiştir.
3. celsede başvurucu vekillerinin
kovuşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerinin olduğu, beraberinde işkence
gördüğüne ilişkin adli tıp uzman raporu sundukları, soruşturma sırasında
işkence gördüğünün anlaşılmasına yarayacak video kayıtlarının izlenmesini ve
tahliyesini talep etmiş ise de, savcılık makamının “işkence yoktur eski hüküm
aynen okunarak karar verilmelidir” şeklinde bir mütalaa da bulunduğu
anlaşılmaktadır.
4. celsede Mahkeme “dosyaya katkı sağlamayacağı”nın ifade edildiği soyut bir gerekçe ile
başvurucu ve vekillerinin kovuşturmanın genişletilmesine yönelik tüm
taleplerini ve tanık dinletme istemlerini reddetmiştir.
5. celse, taraflar yönünden mazeret kabul ve redlerine ilişkin usulü işlem duruşması olmuş,
6. celsede, Mahkemenin duruşmayı sonlandırıp
gerekçesini sonradan yazacağı karara atıf yaparak başvurucu hakkında gerekçesi
“önceki ilamı onayladığının” bildirilmesinden ibaret kararını açıkladığı görülmektedir.
Yeniden yargılama aşamasında duruşmada izlenen
yolun yukarıdaki detaylara sahip olduğu gözetildiğinde, yapılanların AİHM
kararında bahse konu ihlal bulunan konularda Mahkemece 2011/178 E., 2013/36 K. sayılı dosyada gerekenlerin yapılıp
yapılmadığı noktasında değerlendirilmesi zorunludur.
Bulunan
ihlal nedenlerinden ilki, Avukat erişiminden yoksun bırakılmadır. AİHM’ce yapılan değerlendirmede avukat yardımı alamadan
kendini suçlu gösteren ifadelerin mahkumiyet kararına
gerekçe teşkil etmesi kabul edilmemektedir. Yeni yapılan duruşmada kendisini
bir Avukat marifeti ile temsil ettirmiş olması, bu anlamda bir yerine getirme
olmayacağından, önceki ifadelerin Avukat yardımı ile alındığı anlamını taşıyıp
o ifadelere hukuki geçerlik kazandırmayacaktır. Sanığın kendini Avukat
yardımından yararlanmak suretiyle savunması AİHS 6. madde 3/c kapsamında
tartışılmaz bir olgudur. Avukat temsilen değil, adil yargılanma sürecinin yasal
teminatı olarak var kabul edilen yargı sujesidir ve
katıldığı yargılamanın yenilenmesi sürecinde önceden gözaltında ve sorguda
avukat yokluğunda alınmış ve delil haline gelip kararda kullanılmış ifadeler
hüküm konulmuş önceki davada ki gibi yargılanmanın yenilenmesi sürecinde de
reddediliyorsa, mahkemenin bunu kabul ile bu eksikliğin, yargılama sürecine
sair deliller kapsamında etkisini gözetmeli, işkence kötü muamele ifadeleri
sorgulanmalı, bu hukuki zorunluluk yerine getirilmemiş ise dosyada mevcut
başvurucuya mahkumiyete götürüldüğüne inanılan sair
sübut delilleri ikrar, kötü muamele iddialarından arındırılmış şekilde ortaya
konmalı, desteklenmeli, sonuç kararın bu ifadeler üzerine kurulmadığı
inandırıcı deliller ile ve gerekçede bunların açıkça tartışıldığı gösterilmeli
ve ifade edilmelidir.
Mahkeme
yeniden yarılama sonucu verdiği kararında önce; yeniden yargılamaya esas önceki
AİHM’nin ihlal tespit ettiği 1998/297 E., 2002/240
sayılı kararın nelerden ve nasıl oluştuğu anlatılmış, Avukat gözetiminde
alınmadığı AİHM’ce tespit edilen polisteki ifade özetlerinde
yer alan suçların oluşumuna esas, gelişme ve süreci anlatan ve savcılık ve
İzmir DGM yedek üyeliğinde alınan önceki ifadeleri teyit ettiğini ifade eden
beyanlar açıklanmış, mahkemede ki sorgusunda ve savunmasında emniyette uğradığı
baskı ile vermek zorunda kaldığı ifadeleri reddettiğini söyleyen ifadesine yer
verilmesi yanında, poliste düzenlenmiş yer gösterme tutanakları, başka bir
sanığa ait örgütsel doküman bilgisi, olay yerinde elde edilen parmak izi ve
sanığa aitliğine ilişkin ekspertiz raporları, bomba yapımında kullanılan
malzemelerin bulunmasına dair tutanak, otobüs bileti, bir olay öncesi görüştüğü
kişinin sanık şahıs olduğuna dair tanık beyanı, diğer sanıklarla yüzleştirme,
teslim tutanakları, olay yeri gösterme tutanakları, üzerinden çıkan para vb.
diğer sanıkları da içeren bir dizi benzer deliller karşısında başvurucunun
hazırlık tahkikatı, emniyet, savcılık ve DGM yedek hakimliğinde verdiği ancak
mahkemede kabul etmediği İFADE, yakalama tutanakları, diğer sanık beyanları ve
ele geçen örgütsel doküman vb kapsamında suçu inkar
beyanına itibar edilmeyerek cezalandırmış olduklarını tespit etmiştir.
Bilahare
Yargıtay onaması karşısında sanığın eylemlerinin sübutunda tereddüt
olamayacağı, işkence gördüğüne ilişkin ifadelerini destekleyecek belge ve bilgi
bulunmadığı, yeni delilde olmadığı nedenleri ile cezalandırılmasının savcılıkça
mütalaa edildiği belirtilmiş, başvurucunun oturum ifadelerinde suçunu inkar ettiğini ve ancak ulaşılan kanaat başlığı altında
önceki aynı hükmün “onay” adı altında birebir tekrar kurulduğu
görülmüştür.
Mahkeme,
AİHM’nin bulduğu ihlallere rağmen;
Önceki
kararında var sayılan, bir insanın avukatının yokluğunda davada sunulan usul
teminatlarından kendi kendini suçlamama hakkı göz ardı edilerek, itirafların
karar sonucu mahkumiyette belirleyici düzeyde kullanılmış olması nedeniyle
ihlal bulunmasına karşı takip edilmesi gereken yeniden yargılamada yerine
getirilmesi gerekli usul prosedürleri yerine, 5271 sayılı CMK’nun
311/1 maddesinde belirlenen koşullarının içeriğinin olayda uygulanması
zorunluluğunda bahisle, adeta bulunan ihlal gerekçeleri ile duruşmada ileri
sürülen soruşturmanın genişletilmesi ve dosyada mübrez
gözaltından 6 gün sonra alınmış 14.10.1998 tarih ve 98/9211 sayılı adli rapor
formu başlıklı uzman doktor imzalı ve AİHM’sinin de kararında işaret ettiği
vücutta mevcut ciddi ekimoz ve lezyon tespitine
ilişkin rapor dikkate alınmamış, gözaltı, savcılık ve yedek hakimlikte
alınan ifade içerikleri vurgulanarak (suçu kabul, ikrar) ifadelerin baskı
altında alındığının ve Avukat yardımından faydalandırılma iddiasının doğru
olmadığı belirtilerek, AİHM kararına karşı bir savunmaya girişilmiş, yasa
kurallarının (CMK’nun 311. maddesi) normatif-lafzi
değerlendirmesini AİHM’in adil yargılanma hakkı
kapsamında yaptığı yorumların önüne geçirerek, yeniden yargılanma sürecinde
verilen onay kararına gerekçe yapılmış ve böylece temel hak ihlalinin
giderilmesi yönünde gösterilmesi gerekli ilke ve maddi gerçeğin saptanmasına
ilişkin arayıştan uzaklaşıldığı kanaati oluşmuştur.
Soruşturma
esnasında alınan ve ihlal kapsamında kaldığı anlaşılan savunmaların kararın ana
gerekçesi olmaması gerektiği bir zorunluluktur. Mahkeme yeni
kararını, ihlal sayılan ifadeleri doğrulayan diğer sanık anlatımları, yer
gösterme tutanakları, örgütsel malzeme, teşhis yüzleştirme tutanağı ve tüm
dosya içeriğine dayandırdığını ifade etmiş ise de, söylenilenler AİHM’ce işaret edilen kendini suçlamama hakkına karşı
öngörülmüş usulü güvenceler kapsamında kalan bir yargılama sürecine işaret
etmekten ziyade, ikrar ile var kabul edilen sübutu kısmen sağlamaya yönelik
yardımcı delillere işaret etmiştir. İşkence, kötü muamele ve tehditler
yapıldığı iddiasının var olduğu yerde suç ve yakalama tarihlerinde yaptırtılan
hazırlık tahkikatı sırasındaki yardımcı delillerden sayılan yer gösterme
tutanaklarının, ihlale konu olgular kapsamı dışında kaldığı söylenemeyeceği
gibi, sübut için objektif delil gibi gösterilmesi bu delillerin ihlale konu
edilmiş ifade tutanaklarından bağımsız oldukları sonucunu doğurmayacaktır.
AİHM
kararları karşısında yargılamanın yenilenmesinden beklenen, ihlalin tüm
sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıdır. Yeniden yapılan yargılama nedeniyle
verilen yeni kararda, eski kararın tüm unsurlarına aynen atıf yapılmış, Avukat
yokluğu iddiasının doğru olmadığı savunulmuş ve kurulan cezalandırma hükmüne
asli gerekçe yapıldığı görülmüştür. İhlal sonuçlarının izlenen yargılama
usulünde ve karar gerekçesinde giderilmiş olduğu söylenemeyecektir.
Salduz/Türkiye B. No: 36391,
27.11.2008 kararında Avukata erişimi sağlamayan sanığın kolluk soruşturması
sırasındaki ifadelerinin mahkumiyet kararında
kullanılması durumunda savunma haklarına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş
sayılacağı belirtilmektedir. Nitekim somut dosyada da isnat edilen suçlamaya
ilişkin başvurucu ve dosya sanıklarının hem kendileri hem de birbirleri
aleyhine bir çok beyanının yer aldığı, mahkemenin de
yeni kararında bu anlatımlara atıf yaptığı, değerlendirmeye esas aldığı
görülmektedir.
Başvurucu
hakkında yargılamanın yenilenmesi aşamasında yapılan yargılama sürecinde okunan
iddianame, isnat edilen suçun işlenişine dair başvurucu ve diğer sanık
anlatımlarına dayanmakta, başvurucu 14.04.1999 tarihinde (ihlal bulunan ilk
yargılamanın duruşmasında) emniyette kendisine yapılan baskıyı (İzmir Emniyet
Müdürlüğü’nde gözaltı sırasında kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmesi ve
13 Kasım 1998- 14 Nisan 1999 tarihinde DGM’nde Filistin askısı, elektrik şoku,
cinsel taciz vb. kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin beyanları) ve
neticesinde emniyet, savcılık ve DGM yardımcı hakimliğinde
vermek zorunda kaldığı ifadeleri kabul etmeyerek tutanakların doğru olmadığını
ifade ettiğine işaret etmek gerekir.
Mahkeme yeni kararında, önceki kararın inceleme aşamasını işaret
ettiği (Sy 20/21) 1. paragrafında ki bölümde, başvurucuya
müdafii görevlendireceğinin açıkça anlatıldığı, dolayısıyle istediği halde müdafii
bulundurulmadığına ilişkin bir bulgu olmadığı yönünde cümle kaleme almış ise
de, ifade ve delil durumu, adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan Avukat
yardımından vazgeçme, yararlanmak istememe durumlarının geçerli ve etkin
olabilmesi için bunların her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta ve sonuçların
ağırlığı itibari ile asgari garantileri içermesi gerektiği sonucunu karşılar
nitelikte değildir.
Emniyet
dahil aşamalarda kötü muamele karşılığı baskı ile
ifade alındığının iddia edildiği süreçte yargılama üstün özen istemektedir. Bir
ceza davasında kendi aleyhine beyan ve delil vermeye zorlamama hakkı, suç
isnadını zorla ve baskıyla sanığın kendi isteğine aykırı olarak elde edilen
delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Bu hak AİHS 6/2
maddesinin yer verdiği suçsuzluk karinesi ile yakından bağlıdır. (Kolu Türkiye
B.No:35822/97, 36391/02 Salduz Türkiye) (İkrarın
dayanak olarak kullanılması önemli bir eksiklik olduğuna ilişkin AİHM’nin ihlal
kararı Hulki Güneş/Türkiye 28490/95-19.06.2007)
AİHM’nce, müdafii
olmaksızın, DGM’nin karar gerekçesinde kullandığı ve kurduğu hükme esas
unsurlar, özellikle başvuranın gözaltı sırasında verdiği ifadeye, olay yeri denetim,
kimlik tespiti, yerleştirme, tutuklama tutanakları, parmak izi ve suç
ortaklarının uyuşan ifadelerine dayandırılmış, başvuranın duruşmalarda düzenli
şekilde verdiği ifadeler ile bunların delil olarak kullanılmasına yaptığı
itirazlara rağmen ve ayrıca kesin olarak bir Avukat yardımından
yararlanılmadığının tespiti ile bu ifadelerin kanıt olarak mahkumiyet
için kullanılması karşısında yargılamanın bu hali ile başvurucunun savunma
hakkına verilen zararı gidermiş sayılamayacağı görüşü ile adil yargılama hakkı
kapsamındaki güvencelerin yerine gelmemesi nedenleri ile ihlal bulmuştur.
Yukarıda
somut yeniden yargılama süreci kapsamı ve mahkeme gerekçesi okunduğunda
AİHM’nin verdiği ihlal kararında öngörülen eksiklerin giderildiği ve usuli güvenceler sağlanarak yapılmış bir yeni yargılamadan
ziyade önceki hükmün tesirinde ve esası kapsamında sadece başvurucunun aynı
ihlal iddialarını tekrarından ibaret sorgu ve savunması tahtında hazırlanan
yeni kararı karşısında AİHM’ce tespit edilmiş hak
ihlalinin giderildiği sonucuna katılma şansı yoktur.
Nitekim yeni kararda mütalaa sunan savcılık makamı kötü muamele
yapıldığı iddiasına karşı Cumhuriyet Başsavcılıklarınca soruşturma yapıldığı ve
başvurucunun iddialarını destekleyecek işkence izine rastlanmadığı, işkence yaptığı
iddia edilen polislerle ilgili bir kısmında takipsizlik kararı verilirken,
İstanbul da açılan kamu davasında sanık polisler hakkında beraat kararı
verilmiş olmasını, savunmanın yersizliği ve atılı suçun işlendiğinin kanıtı
olarak sunmuş ise de, 13 Ekim 1998 tarihli adli tıp raporunda yara bere izine
rastlanmadığı ifadesine karşı, aynı gün İzmir Üniversitesi Hastanesi, adli tıp
kurum raporu (14 Ekim 1998 tarihli) ve Uşak Devlet Hastanesi raporları
başvuranın vücudunda darp izlerini tespit etmiş iken, savcılıkça bunların
mahkemeye iletildiği ve mahkemece kararında tartışıldığına rastlanılmamıştır.
Beraat
eden polisler yönünden ise, başvurucunun davet edildiği mahkemeye katılmamış
olması ve bu nedenle sanık polislerin teşhis edilememiş olması ile dosyada yeterli
kanıt olmadığı gerekçesi ile beraat etmiş olmalarını, suçlanan polislerin
suçsuzluğunun kanıtı olduğuna yönelik bir yorum ile mütalaaya esas alınması ve
bu hususunda mahkemece gözetilmemesi ve başvurucu aleyhine değerlendirilmesi de
dikkat çekicidir.
Kaldı ki, başvuran hakkında yeniden yargılama sonucu hüküm kuran
Mahkeme kararının gerekçesi incelendiğinde, AİHM’nin vermiş olduğu ihlale esas
olan unsurlar yönünden değerlendirmeyi, 5271 sayılı CMK 311/1 maddesinde sayılı
kesinleşen hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi yolunda tekrar görülmesi
şartlarında yer alan fıkralar karşısında, kovuşturmayı genişletmeye yarayacak
yeni delil ve olay sunulmamış olması üzerine yapmış, AİHM’nin Avukat
erişiminden mahrum edilmesine atfettiği öneme ve anlama katılmamış, AİHM’nin
gerekçeli kararda gösterilen “delilerin elde edilmesi” yönünde bir ihlal
tespiti yapmadığını, AİHM’nin bizzat ikrar ve bağlantılı delillerin hukuki hak
ihlali niteliğinde olduğu ifadesine rağmen, aksine diğer delillerinde AİHM’nin
denetiminden geçmiş olduğunu söyleyerek, başvurucunun kendi aleyhine ifade
vermeme hakkı ve baskı ile alındığı iddiaları gibi davanın bütününün üzerine
kurulu olduğu hususların iddialar kapsamında değerlendirilmemiş olması açık
takdir hatası içerir olup adil yargılanma hakkının ihlali kapsamında kaldığı
düşünülmüştür.
Mahkememiz,
benzer yönde 2013/2319 sayılı bir başvuru üzerine Genel Kurulca verilen
kararında yer alan;
72.
paragrafında,
“Başvurucuların gözaltında kötü muameleye
maruz kaldıkları ve bu nedenle düzenlenen ifade tutanaklarını imzaladıklarını
iddiasını doğrulayacak somut bir delil bulunmamaktadır. Başvurucuların bu
iddialar temelinde kötü muamele yasağının ihlal edildiği yönünde ayrı bir şikayetleri de bulunmamaktadır.”
73.
paragrafında,
“Başvurucuların,
kötü muamele iddialarının ayrı bir şikayet olarak
ifade edilmemesi veya buna ilişkin somut bulguların ortay konulamaması, adil
yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların göz
önünde bulundurulmasına engel değildir(Kolu/Türkiye).”
70.
paragrafında,
“AİHM,
soruşturma aşamasında ki ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiğinin
belirtilerek hakim önünde reddedilmesi halinde, esasa
geçilmeden bu konunun irdelenmeksizin ikrarın, dayanak olarak kullanılmasını
önemli bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki GÜNEŞ/Türkiye, B. No:
28490/95, 19/6/2007).
Neticede,
suça ilişkin sorumluluğun yüklendiği ifadelerin Avukat erişimi sağlanmadan
alınmış olunması ile oluşan ve bu nedenle savunma haklarına zarar verilmiş
olması nedeniyle kararda adil yargılanma yönünden hak ihlali bulurken, sonraki
aşamalarda ki diğer taleplerin değerlendirilmemiş olmasını hak ihlali sayan
başvurucu şikayetini bu aşamada değerlendirmeye bile
almaya gerek görmemiştir.
Ve
yine 2012/543 sayılı Mahkememiz Genel Kurul’una ait bir başka dosyada ise,
Baskı
altında ve müdafii alınmaksızın alınan ifadelerin
hükme esas alınması ile verilen karara karşı yapılan başvuruda gözaltı
aşamasında avukata erişim imkanı sağlanmaması ve bu
sırada elde edilen ifadelerin mahkumiyet kararına esas alınması bir bütün
olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi sonucunu doğurmuştur
diyerek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğine oybirliği ile karar vermiş
olduğu görülecektir.
Başvurucunun,
yeniden yargılama sürecinde esaslı işlemlerin yapılmadığı, bir soruşturma
işlemine girişilmediği, usuli işlemlerde eskillikler bulunduğuna ilişkin şikayetler
bölümü, Mahkememizce 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 05.03.2013 tarihli yeniden
yargılamanın onaylanması kararına karşı 06.03.2013 tarihinde verdiği süre tutum
dilekçesi akabinde 18.03.2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunduğu,
21.06.2013 tarihinde temyiz dilekçesi verdiği, kararın Yargıtay 9. Ceza
Dairesince 13.11.2014 tarihinde onandığı gözetildiğinde, 25.03.2015 tarihinde
yaptığı toplantıda yargısal yollar tüketilmeden yapılmış başvurunun, Başvuru
Yolları Tüketilmiş Olmadan Yapılmış Olması nedeniyle “Kabul Edilemez Olduğuna”
karar vermiştir.
Mahkememiz,
başvuruya karşı 25.03.2015 tarihinde (yani Yargıtay onamasından 3,5 ay sonra) karar
vermiştir. AİHM’nin 1/2/2011, 23205/08- Karoussiotis/Portekiz kararının 57. paragrafı
gözetildiğinde adil yargılanma hakkı kapsamında mahkememizce bir inceleme
yapılmadığı ve bu süreçte başvuru yollarının da tüketildiği öğrenilecek
olduğunda hak ihlali denetimi yapmanın önünde hukuki bir engelin var olduğunun
söylenemeyeceği, bu nedenle hakların etkin korunması ilkesi adına, başvurunun
kabul edilemez olduğu kararına katılınmamıştır.
Bireysel
başvurudan sonra, başvurunun son aşamasının bitirilmiş olmasını anlayışla
karşılayan ve Başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin konu hakkında verilmiş
aşağıdaki kararlara dikkat çekmek gerekir. E.K/Türkiye (K.K) B.No:28496/95, 28/11/2000 -Yakup Köse ve Diğerleri/Türkiye (B.No:50177/99.
2/5/2006 ) - Yelden ve Diğerleri/ Türkiye, B.No:16850/09, 3/5/2012) (Eringeisen/Avusturya B.No.2614/65,16/7/1971)
6216
sayılı Yasa’nın 45/2 maddesinde başvuru yapabilmek için idari ve yargısal
başvuru yollarının tüketilmiş olmasının aranmasına etkili bir denetim yolu
bulunmadığında başvurunun kabulüne getirilen istisnai yolun, hak lehine geniş
yorumla AİHM kararları dikkate alındığında bu dosyada da kullanılması zorunlu
olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Bu durumda Mahkememizin başvurucunun anılan şikayeti hakkında başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle başvurunu kabul edilemez olduğuna yönelik kararına katılma olanağı
yoktur.
Benzer
başvurularda, bu karar yolunun kullanılması halinde başvurucunun başvurusu
somuttaki gibi reddedilecek, bilahare temyiz incelemesinden geçip kesinleşmiş
bu karar yeniden gelebilecek ise de Mahkememiz başvuruyu kararın kesinleşmiş
olmasına takiben 30 gün geçtikten sonra bakarsa, başvurucu bu süreyi de
kaçırdığı için bir daha gelemeyecek ve hak ihlali denetimi yaptıramayacak,
Anayasa Mahkemesine erişim hakkı bizzat Anayasa Mahkemesinin dosyaya bakma
tarihi itibarı ile engellenmiş olabilecektir. AİHM’nin yaptığı
değerlendirmede sayılan ihlal unsurlarının yeniden yargılama sürecinde sonunda
verilen kararda yerine getirildiği sonucuna ulaşılamadığından, başvuranın, yeni
yargılamada sanık yerine hükümlü olarak nitelenmesi, tutukluluğun uzun ve
haksızlığı, sözleşmenin 6/2 maddesi kapsamında masumiyet ilkesinin ihlal
edildiği yönündeki şikayetlerinin, adil yargılanmanın
yukarıda sayılan ihlal edilmiş unsurları karşısında ayrıca inceleme ve
değerlendirilmesine bu aşamada gerek bulunmamıştır. 2013/2319
sayılı kararımıza da atıfla, somut dava ile de birebir benzeşen müebbet hapis
cezası ile cezalandırılmış başvurucunun cezasının insan haysiyeti ile
bağdaşmayan, bir muameleye tabi tutulma yasağı yönünden Anayasa’nın 17.
maddesini de ihlal eder niteliği karşısında, bu türden yüksek hassasiyete
sahip, ceza muhatabı dosyaların yeniden yargılama aşamalarının mahkemelerini
yüksek özen borcu altına soktuğuna dikkat çekilerek usul yönünden kabul
edilebilir ve esas yönünden Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında hak ihlali
içerir nitelikli işbu dosyada ki çoğunluk görüşlerine anılan nedenlerle katılınmamıştır.