logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ahmet Teyit Keşli [2.B.], B. No: 2013/2237, 18/9/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET TEYİT KEŞLİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2237)

 

Karar Tarihi: 18/9/2014

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör

:

Bahadır YALÇINÖZ

Başvurucu

:

Ahmet Teyit KEŞLİ

Vekili

:

Av. Ayşen ARAS

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Ticaret Hukuku Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada verilen karar ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 2., 8., 10., 11., 17., 27., 36., 70., 123., 128., 130. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 28/3/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 4/2/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığının görüş yazısı 14/2/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve başvurucu vekili de 3/4/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, 1999 yılında Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Ticaret Hukuku Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak göreve başlamış, daha sonra Marmara Üniversitesinde doktora çalışması yapmak için izin talebinde bulunmuş, Uludağ Üniversitesi Yönetim Kurulu 11/10/2001 günlü kararı ile talebi uygun görmüş ve kararını Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına göndermiş, ancak Üniversite Rektörlüğü başvurucunun talebini yeniden değerlendirerek hizmetine ihtiyaç duyulduğundan bahisle 1/2/2002 tarihli işlemi ile Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına gönderilen yazının geri çekilmesine karar vermiştir. Başvurucu tarafından bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Bursa 2. İdare Mahkemesi 22/5/2002 tarih ve E.2002/538 sayılı kararıyla, başvurucu talebinin kabul edildiği dönemdeki şartlarda bir değişiklik olmadığı gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar vermiştir.

9. Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, Uludağ Üniversitesi Rektörlüğünün anılan Mahkeme kararına rağmen kadro aktarımı yapmaması ve başvuru formunun eksik doldurulduğu gerekçesiyle 13/3/2003 tarihli işlem ile başvurucunun doktora kaydını silmiş, bu işlemin iptali istemiyle açılan davada İstanbul 2. İdare Mahkemesi 21/1/2004 tarih ve E.2003/444, K.2004/39 sayılı kararıyla, başvurucunun başka bir üniversitede araştırma görevlisi kadrosunda bulunmasının doktora öğrenci kaydının silinmesi için geçerli bir neden olmadığı gerekçesiyle iptal kararı vermiştir.

10. Bunun yanında başvurucunun araştırma görevlisi olarak 4/11/1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33. maddesi uyarınca 9/9/2002 tarihli olur ile bir yıl süreyle yeniden ataması yapılmış, ilgili Anabilim Dalı Başkanı tarafından Bursa 2. İdare Mahkemesinde bu işleme karşı dava açılmış, her ne kadar dava sürecinde yürütmeyi durdurma kararı verilmişse de anılan Mahkeme 28/10/2004 tarih ve E.2002/1586, K.2004/1480 sayılı kararıyla davanın esası hakkında ret kararı vermiştir. Bu arada üniversite yönetimi yürütmeyi durdurma kararına istinaden 10/4/2003 tarihinde başvurucunun üniversite ile ilişiğinin kesilmesine dair işlem tesis etmiş, başvurucu bu işleme karşı da Bursa 2. İdare Mahkemesinde dava açmış, anılan Mahkeme 12/7/2005 tarih ve E.2005/274, K.2005/766 sayılı kararıyla, 2002/1586 esasına kayıtlı davada verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine işlem tesis edilmiş ise de daha sonra anılan davanın reddedilmesi nedeniyle işlemin dayanaksız kaldığından bahisle ilişiğin kesilmesine ilişkin işlemin iptaline karar vermiştir.

11. Başvurucu hakkında Marmara Üniversitesinde doktora çalışmasına devam ettiği süreye ilişkin olarak disiplin soruşturması başlatılmış ve 20 gün göreve gelmediğinden bahisle 28/7/2004 tarihli Yükseköğretim Kurulu Yüksek Disiplin Kurulu kararı ile başvurucu kamu görevinden çıkarma cezasıyla tecziye edilmiş ve bu nedenle Mahkeme kararları uygulanamamış, ancak anılan disiplin cezasına karşı başvurucunun Bursa 3. İdare Mahkemesinde açtığı davada 2/5/2005 tarih ve E.2005/201 sayılı kararla yürütmenin durdurulmasına hükmedilmesi üzerine 22/06/2005 tarihli onayla başvurucu 21/09/2004 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle yeniden eski görevine atanmıştır.

12. Başvurucunun göreve başladıktan 2 ay 13 gün sonra görev süresi sona ermiş, üniversite yönetimi başvurucunun doktora programını tamamlayamadığı, birlikte görev yapacağı öğretim üyesinin bulunmadığı, düzen ve disiplini sağlayamadığı, çalışmalarının memnun edici olmadığı gerekçeleriyle 21/9/2005 tarih ve 21183 sayılı işlem ile görev süresinin uzatılmamasına karar vermiş ve böylece başvurucunun üniversite ile ilişiği tekrar kesilmiştir.

13. Başvurucu, görev süresinin uzatılmamasına ve ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 2/10/2006 tarihinde Bursa 2. İdare Mahkemesinde dava açmış, Mahkeme 30/1/2008 tarih ve E.2006/2373, K.2008/52 sayılı karar ile davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

"Karar veren Bursa İkinci İdare Mahkemesince önceden belirlenerek taraflara duyurulan 06.12.2007 günlü duruşmaya davacı ve davacı vekilinin gelmediği, davalı idare vekilinin geldiği görülmekle gelen tarafa usulüne göre söz verilip dinlendikten sonra duruşmaya son verildi. Aynı gün yapılan ara kararına davalı idarece verilen cevaptan sonra dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:

Dava dosyasının incelenmesinden, 2000 yılında Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak göreve başlayan davacının görev süresinin uzatılmasına ilişkin 09.09.2002 günlü işlemin iptali istemiyle Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Anabilim Dalı başkanı tarafından açılan 2002/1586 esas sayılı davada verilen 31.01.2003 günlü dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulması kararı üzerine davacının görevden ilişiğinin kesildiği, davacının bu karar uyarınca görevine son verilmesi işleminin iptali istemiyle 2003/1062 esas sayılı davayı açtığı, bilahare ise 2002/1586 esas sayılı davada yürütmeyi durdurma kararı kaldırılarak 28.10.2004 gün ve 2004/1480 sayılı kararla davanın reddine karar verildiği, bu karara bağlı olarak ise 2003/1062 esas sayılı davada aynı tarihte “iptal” kararı verildiği, bu kararların, 28.07.2004 günlü YÖK Disiplin kurulu kararı ile davacıya kamu görevinden çıkarma cezası verilerek görevi ile ilişiğinin kesilmesi nedeniyle uygulanamadığı, ancak YÖK Disiplin kurulu kararı ile verilen kamu görevinden çıkarma cezasının iptali istemiyle Bursa 3. İdare Mahkemesinde açılan davada, anılan mahkemenin 02.05.2005 gün ve 2005/201 esas sayılı “yürütmeyi durdurma” kararı üzerine davacının 22.06.2005 günlü onayla 21.09.2004 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle eski görevine iade edildiği, 20.09.2005 tarihinde biten görev süresinin uzatılmamasına ilişkin dava konusu işlemin tesis üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Olayda, mahkeme kararları sonucunda 21.09.2004 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle atanmasına ilişkin 22.06.2005 günlü kararnameye karşı davacı tarafından yargı yoluna başvurulmadığı, görev süresinin bitimine bir ay kala Ticaret Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı tarafından yazılan 22.08.2005 tarihli yazıda “davacının bu güne kadar yapması gereken doktora programını tamamlayamadığı, 2547 sayılı Yasanın 33. maddesi gereğince yapması gereken araştırma, inceleme v.b görevlerini yerine getirmediği, davacının görev yaptığı ana bilim dalında doktora eğitimi yaptırılamadığı ve davacının birlikte görev yapacağı öğretim üyesinin bulunmaması nedeniyle sadece maaş alan bir görevli haline döneceği, görevine iade edildikten sonra düzen ve disiplini sağlayamadığı, başka kurumda yaptığı doktora öğrenciliğinin tescilini sağlamaya çalıştığı, çalışmalarının memnun edici olmadığı, boş bulunan bir anabilim dalında görev yapmasının hem kurum hem de kendisi açısından bir yarar sağlamayacağının” belirtildiği, davacı hakkında işletme bölüm başkanlığının 29.08.2005 günlü ve fakülte yönetim kurulunun 06.09.2005 günlü görüşlerinin de olumsuz olduğu anlaşılmaktadır.

 Her ne kadar davacının mahkemelerde açılan davalar nedeniyle uzun bir süre görevinden ayrı kalması sebebiyle doktora çalışmalarını yerine getiremediği ve verilen araştırma, inceleme v.b görevlerini yerine getirmediği yönünde dosyaya somut bilgi ve belge sunulamadığı anlaşılmakta ise de; davacının görev yaptığı ana bilim dalında eğitimine, araştırma ve incelemelerine yön verecek öğretim üyesinin bulunmaması, ilgili bölümden araştırma görevlisi kadrosu talebinin olmaması, ana bilim dalı başkanı, işletme bölüm başkanı ve fakülte yönetim kurulu tarafından davacının hizmetine ihtiyaç bulunmadığı yönünde görüş belirtilmesi hususları göz önüne alındığında ve araştırma görevlisi kadrosu talep edilmesi konusunda davalı idarenin yargı kararı ile zorlanmasına imkân bulunmadığından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır."

14. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Sekizinci Dairesi 23/1/2012 tarih ve E.2008/6148, K.2012/39 sayılı kararı ile temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Kararda Danıştay savcısının düşüncesine de yer verilmiştir.

15. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 21/12/2012 tarih ve E.2012/3706, K.2012/11136 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

16. Karar, başvurucuya 28/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 28/3/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

17. 2547 sayılı Kanun’un “Araştırma görevlileri, uzman, çevirici ve eğitim - öğretim planlamacıları” kenar başlıklı 33. maddesinin (a) bendi şöyledir:

“a) (Değişik: 12/8/1986 - KHK 260/3 md.) Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer.(Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.)Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler.”

18. 6/1/1982 tarih ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların görevleri” kenar başlıklı 61. maddesinin 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Savcılar, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler. Bu süreler geçirilirse durumu sebepleriyle birlikte Başsavcıya bildirirler. Danıştay Başkanının ve Başsavcısının vereceği diğer görevleri yerine getirir; çalışma düzeninin korunması ve iş veriminin artırılması için Başsavcının alacağı tedbirlere uyarlar”.

19. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun’un “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkrası şöyledir:

 Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesi taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebilirler.”

20. 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

 “1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

 2. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.

 3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.

 4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.

 5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”

21. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın düzeltilmesi” kenar başlıklı 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“ Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;

a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,

b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,

c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,

d) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,

Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 18/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 28/3/2013 tarih ve 2013/2237 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

23. Başvurucu, doktora programını tamamlayamamış olması ve ilgili ana bilim dalında araştırma görevlisine ihtiyaç kalmaması sebepleri ile idare tarafından hakkında tesis edilmiş olan görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin amaç, konu ve maksat yönlerinden hukuka aykırı olduğunu, işlemin iptali için idare mahkemesinde açılan davada yerel mahkemenin delilleri toplamaksızın ve dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaları karşılamaksızın hüküm kurduğunu, aynı şekilde temyiz mahkemesinin kararının da matbu ifadelerden ibaret olup gerekçe içermediğini, duruşma talebinin haksız bir şekilde reddedildiğini, Danıştay savcısı görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini, yaklaşık 7 yıl süren yargılamanın makul süreyi aştığını, bunun yanında uzun yıllar idare ve yargının yaptığı hatalar ile mücadele etmek zorunda kalması nedeniyle manevi cebre maruz kaldığı gerekçesiyle işkence ve kötü muamele yasağına aykırı hareket edildiğini, kamu hizmetine girme hakkının engellendiğini, görevine son verilmesinden yaklaşık bir yıl sonra hizmet ihtiyacında hiçbir değişiklik olmadığı halde aynı kadroya başka bir araştırma görevlisinin alınmasının eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini belirterek, Anayasa’nın 2., 8., 10., 11., 17., 27., 36., 70., 123., 128., 130. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucunun, çalışma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlali iddiasının ayrı bir başlık altında, yargılamanın adil yapılmadığı, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediği, duruşma talebinin kabul edilmediği ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları, adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü şikâyetlerine bağlı olduğundan, başvurunun bu kısmının ise birlikte incelenmesi gerekmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Çalışma Hakkı ve Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiği İddiası

25. Başvurucu, kamu hizmetine girme hakkının engellendiğini, görevine son verilmesinden yaklaşık bir yıl sonra hizmet ihtiyacında hiçbir değişiklik olmadığı halde aynı kadroya başka bir araştırma görevlisinin alınmasının eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmüştür.

26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

27. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’unBireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

28. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”

29. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

30. Bireyin dilediği alanda çalışma özgürlüğü ve çalışma hakkı Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde güvence altına alınmış olmakla birlikte AİHS’de düzenlenen haklardan değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de kamu hizmetine girme ya da dilediği kamu görevinde çalışma hakkının Sözleşme’de ya da protokollerinde korunan bir hak olmadığını açıkça ifade etmektedir. (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 24).

31. Diğer yandan başvurucu, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

32. Sözleşme’nin “Ayırımcılık yasağı” kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:

“Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”

33. Başvurucunun, Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme’nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının, bahsi geçen maddelerdeki ifadeler dikkate alındığında, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bir başka ifadeyle ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için, ihlal iddiasının, kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda ayrımcılığa maruz kaldığı sorularına cevap verebilmesi gerekmektedir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

34. Başvuru konusu olayda başvurucu, görevine son verilmesinden yaklaşık bir yıl sonra hizmet ihtiyacında hiçbir değişiklik olmadığı halde, aynı kadroya başka bir araştırma görevlisi alınarak eşitliğe aykırı hareket edildiğini, dolayısıyla ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de söz konusu ayrımcılığın hangi temel hak ve özgürlüğün kullanımına yönelik olarak gerçekleştiğini belirtmemiştir. Başvuru dilekçesinin içeriğinden de, başvuru konusu olayın Anayasa ve Sözleşme kapsamındaki hak ve hürriyetlerden her hangi biri ile bağlantısının kurulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

35. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

36. Başvurucu, yargılamanın adil yapılmadığını, Danıştay Savcılığı düşüncesinin tebliğ edilmediğini, duruşma talebinin kabul edilmediğini ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını ileri sürmüştür.

37. Başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetlerinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.

i. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası

38. Başvurucu, dava konusu ettiği görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin amaç, konu ve maksat yönlerinden hukuka aykırı olduğunu, işlemin iptali için idare mahkemesinde açılan davada yerel mahkemenin delilleri toplamaksızın karar verdiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

39. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

40. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

41. Anılan kurallar uyarınca, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

42. Başvurucu, araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken görev süresinin uzatılmamasına ilişkin 21/9/2005 tarih ve 21183 sayılı işlemin iptali istemiyle açtığı davaya ilişkin dilekçesinde, 2002 yılında görev süresinin uzatılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açan Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Anabilim Dalı başkanının daha sonra ağır ceza mahkemesinde yargılandığını, görevine iade edilmesi gerektiği sırada 20 gün görevine gelmediğinden bahisle kamu görevinden çıkarıldığını, bu işleme karşı Bursa 3. İdare Mahkemesince iptal kararı verildiğini, görevine iadesinin 6 ay süreliğine olmasının 2547 sayılı Kanun’a aykırı olduğunu, haksız şekilde ve kasıtlı olarak uzun bir süre doktora çalışmalarını yerine getirmesinin engellendiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.

43. Bursa İdare Mahkemesi ise daha önce verilen mahkeme kararları uyarınca başvurucunun 21/9/2004 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle atamasının yapılmasına ilişkin 22/6/2005 tarihli işleme karşı dava açmadığı, görev yaptığı ana bilim dalında eğitimine, araştırma ve incelemelerine yön verecek öğretim üyesinin bulunmadığı, ilgili bölümün araştırma görevlisi kadrosu talebinin olmadığı, ana bilim dalı başkanı, işletme bölüm başkanı ve fakülte yönetim kurulu tarafından başvurucunun hizmetine ihtiyaç bulunmadığı yönünde görüş belirtildiği ve araştırma görevlisi kadrosu talep edilmesi konusunda idarenin yargı kararı ile zorlanmasına imkan olmadığından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

44. Başvurucu iddialarının mevzuatın yorumlanmasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

45. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararların değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucu yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.

46. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay Kararlarının Gerekçesiz Olduğu İddiası

47. Başvurucu, açtığı davada ileri sürdüğü iddialarının karşılanmadığını ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

48. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).

49. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (bkz. García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvuruları ile başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).

50. 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesinin (a) bendinde, araştırma görevlilerinin eğitim yardımcıları oldukları belirtilmiş ve bunların ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, bölüm başkanı, dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü alındıktan sonra rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanabilecekleri, süresi dolanların görevlerinin kendiliğinden sona ereceği ve görevi sona erenlerin aynı usul ile yeniden atamalarının yapılabileceği düzenlenmiştir.

51. Başvuru konusu olayda İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun görev yaptığı ana bilim dalında eğitimine, araştırma ve incelemelerine yön verecek öğretim üyesinin bulunmaması, ilgili bölümün araştırma görevlisi kadrosu talebinin olmaması, Ana Bilim Dalı Başkanı, İşletme Bölüm Başkanı ve Fakülte Yönetim Kurulu tarafından başvurucunun hizmetine ihtiyaç bulunmadığı yönünde görüş belirtilmesi hususları göz önüne alındığında ve araştırma görevlisi kadrosu talep edilmesi konusunda davalı idarenin yargı kararı ile zorlanmasına imkân bulunmaması nedeniyle işlemin hukuka aykırı olmadığına karar vermiştir.

52. Bu durumda İlk Derece Mahkemesi başvurucunun durumunu 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesinin (a) bendi kapsamında değerlendirerek dava konusu işlemin tesisinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş olup, kararda başvurucunun iddialarının karşılanmadığından söz etmeye imkân yoktur.

53. Bunun yanında Danıştay, İlk Derece Mahkemesi kararına atıf yaparak ve Mahkemenin gerekçesini aynen kabul ederek temyiz talebini reddetmiş ve kararı onamış, karar düzeltme nedenleri bulunmadığı gerekçesiyle de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Dolayısıyla Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.

54. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Danıştay Savcılığı Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği İddiası

55. Başvurucu, Danıştay savcısı görüşünün kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

56. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM’in ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık görüşü kendisine tebliğ edilmiş olsaydı, mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine dair başvurucu tarafından herhangi bir açıklamada bulunulmadığı durumda, başvurucunun ilk derece yargılaması sırasında Başsavcılık düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığının söylenemeyeceğine karar verdiğini (Liga Portuguesa de Futebol Profissional/Portugal , B. No.49639/09, 3/4/2012, § 38), başvuruya konu olayda, temyiz aşamasında Başsavcılık görüşünün önceden taraflara tebliğ edilmediğinin anlaşılmasına karşın başvurucu tarafından da Başsavcılık görüşünün kendisine tebliğ edildiğinde hangi ilave tezleri ileri süreceği yönünde herhangi bir açıklamada bulunmadığı hususun dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.

57. Başvurucu cevap dilekçesinde, haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini, savcılık düşüncesinin kendisine tebliğ edilmemesinin adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu belirtmiştir.

58. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Danıştay savcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Meral/Türkiye, B. No: 33446/02, 27/11/2007). Bu nedenle savcı düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).

59. Bu kapsamda kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 2575 sayılı Kanun’un 61. maddesine göre Danıştay savcılarının kendilerine havale olan dosyaları Başsavcı adına inceleyeceği ve düşüncelerini gerekçeli ve yazılı olarak verecekleri düzenlenmiş iken bu maddede 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle değişiklik yapılmış ve yapılan yeni düzenleme sonrasında Danıştay savcılarına yalnızca ilk ve son derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından incelenen davalarda düşünce sunma yükümlülüğü verilmiştir.

60. Bunun yanında 2577 sayılı Kanun’un 16. maddesine 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkra uyarınca Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesinin taraflara tebliğ edileceği ve tarafların, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebileceği düzenlenmiştir.

61. 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinde ise Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlara karşı bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde esas kararı vermiş olan daire, kurul veya bölge idare mahkemesinden kararın düzeltilmesinin istenebileceği belirtilmektedir.

62. Başvuru konusu olayda, temyiz yargılaması sırasında dava dosyasına sunulan Danıştay savcı düşüncesi başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Başvurucu bu düşünceyi temyiz başvurusunun reddine ve İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına ilişkin Danıştay Sekizinci Dairesi kararında öğrenmiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme talebi hakkında karar verilmesinden önce 6352 sayılı Kanun’un 54. maddesiyle 2576 sayılı Kanun’un 61. maddesinde değişiklik yapılarak Danıştayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar dışında Danıştay savcısının düşünce verme yükümlülüğü ortadan kaldırılmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında Danıştay savcısı düşünce vermemiştir.

63. Bu durumda, başvurucu temyiz talebi hakkında verilen Danıştay savcı düşüncesinden temyiz talebinin reddine ilişkin kararın kendisine tebliği ile haberdar olmuş ve karar düzeltme aşamasında bu düşünceye yönelik görüşlerini hazırlama ve Danıştay Sekizinci Dairesine sunma imkânı bulmuştur.

64. Diğer taraftan başvurucu eğer temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesi tebliğ edilmiş olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun temyiz yargılaması sırasında savcı düşüncesinin önceden tebliğ edilmemesi sebebiyle yargılamanın sonucunu etkileyecek usuli bir imkândan mahrum bırakıldığı söylenemez. Sonuç olarak somut olayda çelişmeli yargılama hakkının ihlal edilmediği anlaşılmaktadır.

65. Açıklanan nedenlerle, çelişmeli yargılama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

66. Başvurucu, kanun yolu incelemesinde duruşma yapılmamak suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

67. Adalet Bakanlığı görüşünde, AİHM'e göre her davada mutlaka duruşma yapılmasının zorunlu olmadığı, dosya üzerinden rahatlıkla çözülebilecek davalarda, davanın şartlarında bir tartışma yoksa, duruşma yapılmadan dosya üzerinden de karar verilebileceği, AİHM içtihatlarına göre temyiz incelemelerinde de mutlaka duruşma yapılması şartı aranmadığı, eğer ilk derece mahkemesinde taraflar iddialarını açıkça ortaya koymuşlarsa, bu durumda Danıştay önünde tekrar duruşma yapılmasına gerek olmadığı, 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Danıştayda temyiz üzerine bakılan dosyalarda duruşma yapmanın tarafların isteği ve ilgili dairenin uygun görmesi şartlarına bağlandığı, somut olayda başvurucu Bursa 2. İdare Mahkemesinde açtığı davada duruşma talebinde bulunmuş ancak yapılan duruşmaya ne kendisinin ne de avukatının katıldığı, davanın temyiz aşamasında ise duruşma yapılması talebinin Daire tarafından uygun görülmeyerek reddedildiği anlaşılmaktadır. Başvuruya konu yargılama sürecinde adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, yukarıdaki hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.

68. Başvurucu cevap dilekçesinde, haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

69. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No: B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 107).

70. 2577 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 17. maddesinde, temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu, bunun yanında Danıştay veya bölge idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebileceği düzenlenmiştir.

71. Somut olayda başvurucu Bursa 2. İdare Mahkemesinde gerçekleşen yargılama sürecinde dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesinde iddialarını ileri sürebilmiş, duruşma talebi kabul edilmiş, ancak duruşma günü ne kendisi ne de avukatı duruşmaya iştirak etmiş veya mazeret dilekçesi sunmuştur. Başvurucu, idare mahkemesi kararına karşı yaptığı temyiz başvurusunda da duruşma yapılması talebinde bulunmuş, Danıştay Sekizinci Dairesi duruşma talebini kabul etmeyerek işin esasına geçmiş ve idare mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.

72. Bu bilgiler ışığında, yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı kurala bağlanan ve temyiz aşamasında duruşma yapılması talebe veya Danıştay Dairesinin takdirine bağlı kılınan idari yargılama sürecinde, temyiz dilekçesi ve buna karşı sunulan savunma dilekçesi yazılı olarak alındıktan ve dava dosyası bir bütün olarak incelendikten sonra karara bağlanan temyiz yargılamasının salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.

73. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

v. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası

74. Başvurucu, yaklaşık 7 yıla yaklaşan yargılamanın makul süreyi aştığını ve bunun yanında yaklaşık 10-15 yıl boyunca idare ve yargının yaptığı hatalar ile mücadele etmek zorunda kalması nedeniyle manevi cebre maruz kaldığı gerekçesiyle işkence ve kötü muamele yasağına aykırı hareket edildiğini ileri sürmekte ise de, başvurucunun bu iddialarının özü yargılamanın uzun sürmesinden kaynaklanmış olup, başvuru, davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.

75. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde, yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 21-30).

76. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

77. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

78. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

79. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

80. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

81. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

82. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).

83. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

84. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

85. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

86. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

87. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Başvuru konusu olaya bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruya konu edilen ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dahilinde olan dava, başvurucunun görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 2/10/2006 tarihinde Bursa 2. İdare Mahkemesinde açılan davadır. Bu durumda, makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıç tarihi somut başvuru açısından 2/10/2006 tarihidir.

88. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

89. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

90. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden, başvurucu, görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 2/10/2006 tarihinde Bursa 2. İdare Mahkemesine dava açmış, İlk Derece Mahkemesi dosyanın tekemmülünün ardından 7/12/2007 tarihinde duruşma yapmış, aynı tarihli ara kararı ile uyuşmazlığın çözümü için davalı idareden başvurucunun görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin tesis edildiği tarihten sonra ilgili kadroya atama yapılıp yapılmadığı hakkında bilgi ve belge istemiş, ara kararına verilen cevaptan sonra 30/1/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiş, bu karar 17/4/2008 tarihinde davalı idareye, 22/4/2008 tarihinde ise başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 2/5/2008 kayıt tarihli dilekçe ile başvurucu vekili kararı temyiz etmiş, 10/6/2008 tarihinde davalı idare temyiz dilekçesine cevap vermiş, dava dosyası 17/6/2008 tarihinde Danıştaya gönderilmiş ve Danıştay Sekizinci Dairesi 23/1/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karar başvurucu vekiline 21/2/2012 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu vekili 7/3/2012 tarihinde karar düzeltme başvurusunda bulunmuş, 11/4/2012 tarihinde davalı idare karar düzeltme dilekçesine cevap vermiş, dava dosyası 17/4/2012 tarihinde Danıştaya gönderilmiş, Danıştay Sekizinci Dairesi 21/12/2012 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş ve uyuşmazlığa konu yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.

91. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).

92. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).

93. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesinde 2/10/2006 tarihinde açılan dava hakkında 30/1/2008 tarihinde karar verildiği ve yargılama süresinin 1 yıl 3 ay 28 gün olduğu, bu kararın 2 ay 23 gün sonra başvurucu vekiline tebliğ edildiği ve karar tarihinden 4 ay 18 gün sonra dava dosyasının temyiz incelemesi için Danıştaya gönderildiği, Danıştay Sekizinci Dairesinin temyiz ve karar düzeltmeden oluşan kanun yolu incelemesini 4 yıl 6 ay 4 günde tamamladığı ve toplam yargılama süresinin ise 6 yıl 2 ay 19 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesince makul sürede dava hakkında karar verilmiş ise de Danıştay Sekizinci Dairesinde geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin yaşandığı tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.

94. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

95. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucunun araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken görev süresinin bitmesinin ardından bu sürenin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptaline yönelik olmasına ve davanın esastan çözümünün ise kararın başvurucu vekiline tebliği de dahil olmak üzere İlk Derece Mahkemesince 1 yıl 6 ay 25 gün içinde tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri hakkında 4 yıl 6 ay 4 günde karar verilmiş olması, ve toplam yargılamanın 6 yıl 2 ay 19 gün sürmesi şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.

96. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

97. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle maruz kaldığı manevi zarar karşılığında tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

98. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

99. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin 6 yıl 2 ay 19 günlük yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 4.150,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

100. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Çalışma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının "konu bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğu yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Danıştay Savcılığı görüşünün tebliğ edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

6. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 4.150,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

18/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Ahmet Teyit Keşli [2.B.], B. No: 2013/2237, 18/9/2014, § …)
   
Başvuru Adı AHMET TEYİT KEŞLİ
Başvuru No 2013/2237
Başvuru Tarihi 28/3/2013
Karar Tarihi 18/9/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Ticaret Hukuku Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak görev yapmakta iken görev süresinin uzatılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada verilen karar ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 2. , 8. , 10. , 1 , 17. , 27. , 36. , 70. , 123. , 128. , 130. ve 14 maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) İhlal Manevi tazminat
Aleni yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Silahların eşitliği ilkesi / çelişmeli yargılama ilkesi (İdare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Gerekçeli karar hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Ayrımcılık yasağı Ayrımcılık Konu Bakımından Yetkisizlik
Kapsam dışı haklar Kapsam dışı (hak) Konu Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2547 Yükseköğretim Kanunu 33
2575 Danıştay Kanunu 61
6352 Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun 47
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 16
6352 Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun 54
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 17
54
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi