TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
BEKİR BİROL ÖZDEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2694)
Karar Tarihi: 18/9/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Raportör
Selami ER
Başvurucu
Bekir Birol ÖZDEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, açtığı işçi alacaklarına ilişkin davasının yaklaşık 6 yıl 4 aylık makul olmayan bir sürede tamamlandığını, yargılama sürecinin gereksiz yere uzatılarak kendisi için eziyete dönüştürüldüğünü, davanın makul bir sürede bitirilmemesi ve ihtiyati tedbir talebinin görmezden gelinmesi dolayısıyla emeğinin karşılığını alma şansının ortadan kaldırıldığını belirterek adil yargılanma hakkının, eziyet ve angarya yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde İstanbul Anadolu 3. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/8/2013 tarihli görüş yazısı, 19/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 1/10/2013 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 16/10/1999 tarihinden itibaren makine mühendisi olarak çalıştığı işveren şirket ile olan iş akdini 5/7/2006 tarihinde işverenin ücretini ödememesi üzerine tek taraflı olarak feshetmiştir.
8. Başvurucu, taleplerinin işveren şirketçe karşılanmaması üzerine, 20/7/2006 tarihinde Kadıköy 1. İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde fazlaya dair haklarını saklı tutarak kıdem tazminatı için 2.000,00 TL, ücret alacağı nedeniyle 3.000,00 TL, ücretli izin alacağı nedeniyle 1.000,00 TL olmak üzere toplam 6.000,00 TL talepli alacak davası açmış ve bu taleplerine mevduata uygulanan en yüksek faizin uygulanması isteğini dava dilekçesinde belirtmiştir.
9. Mahkemece, 7/8/2006 tarihli duruşmada taraflar arasında ücret anlaşmazlığı bulunduğu gerekçesiyle “davacının yaptığı iş ile ilgili olarak ilgili meslek kuruluşundan alabileceği aylık brüt ücretin sorulmasına” dair ara kararı verilmiştir.
10. Mahkemece, 22/12/2009 tarihli 8. celsede, ticaret ve makine mühendisleri odalarına tezkere yazılarak başvurucunun çalıştığı dönemlerde şantiye şefi ve ayrıca makine mühendisi olarak görev yapan bir kişinin ne kadar ücret alabileceğinin araştırılarak bildirilmesine karar verilmiştir.
11. Mahkeme 2/2/2009 tarihli celsede dosyanın bilirkişiye tevdiine karar vermiş ve 16/4/2009 tarihli duruşmada taraflara Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunu inceleyip görüşlerini sunmaları için süre vermiştir.
12. Başvurucu, 17/7/2009 tarihli dilekçesi ile davalı işverenin “İstanbul Çevreyolları Bakım İşletme Tesisleri ve İdari Binaların Kalorifer Sistemleri Bakımı, Onarımı ve İşletilmesi” ihalesi için yatırdığı teminata ihtiyati tedbir konulması ve davasının miktarının ıslah edilerek 13.050,53 TL kıdem tazminatı, 23.516,65 TL ücret alacağı ve 10.208,88 TL ücretli izin alacağı talebinde bulunmuş, fakat ıslah dilekçesinde faiz talebinde bulunmamıştır.
13. Mahkeme 13/5/2010 tarih ve E.2006/932, K.2010/210 sayılı kararıyla davayı kabul etmiş ve ilk dava dilekçesinde talep edilen kısmın yasal faizi ile ıslah dilekçesinde faiz talebinde bulunulmadığından ıslah edilen kısmın ise faizsiz olarak tahsiline karar vermiştir.
14. İlk derece mahkemesinin kararını, başvurucu faiz isteminin karar altına alınması, davalı ise kararın bozulması istemiyle temyiz etmiştir.
15. Temyiz süreci devam ederken, başvurucunun, davalı işveren şirkette çalıştığı günlerinin ve buna ait sosyal güvenlik primlerinin eksik hesaplandığı ve primlerin eksik yatırıldığı tespit edilmiştir. Başvurucu başvuru dilekçesinde, bu eksikliklerin giderilmesi amacıyla “hizmet tespit davası” açmak istediğini, ancak bu davada Yargıtay tarafından alacak davasının bekletici mesele yapılacağı düşüncesiyle davayı açmayarak, Yargıtay’da temyiz davasının sonuçlanmasını beklediğini, 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi nedeniyle de hizmet tespit davası açamadığını ifade etmiştir.
16. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 19.11.2012 tarih ve E.2010/29489, K.2012/38205 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiş ve başvurucuya 7/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 4/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Başvurucu, alacaklarını tahsil amacıyla 15/3/2013 tarihinde İstanbul 11. İcra Dairesinde 2013/6024 numaralı dosya ile icra sürecini başlatmış olup, bu süreç devam etmektedir.
B. İlgili Hukuk
19. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
20. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
21. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesinin 3. ve 4. fıkraları şu şekildedir:
“Kanun yoluna başvurulan kararlar, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtayca iki ay içinde karara bağlanır.
Yargıtayın kararlarına karşı karar düzeltme yoluna başvurulamaz.”
22. 5521 sayılı Kanunu’nun Geçici 1. maddesi şu şekildedir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 18/9/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/4/2013 tarih ve 2013/2694 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, açtığı alacak davasının yaklaşık 6 yıl 4 aylık makul olmayan bir sürede tamamlandığını, yargılama sürecinin gereksiz yere uzatılarak kendisi için eziyete dönüştürüldüğünü, davanın makul bir sürede bitirilmemesi ve ihtiyati tedbir talebinin görmezden gelinmesi dolayısıyla emeğinin karşılığını alma şansının ortadan kaldırıldığını, Yargıtay kararlarında hizmet tespit davasının alacak davası için bekletici mesele yapılması nedeniyle bu davayı açmayı ertelediğini ve 5 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, Yargıtay temyiz incelemesinin 5521 sayılı Kanunda geçen 2 ayın çok üzerinde yaklaşık 3 yıl sürdüğünü belirterek adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile zorla çalıştırma yasağı ve hukuk devleti ilkesi ile Anayasa’nın 5. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca mahkeme tarafından karar altına alınan 52.969,86 TL’nin yasal faiziyle kendisine ödenmesinin sağlanması, uzun süren yargılama sebebiyle dava konusu yapamadığı eksik sosyal güvenlik gün ve primlerinin tespiti ve kayıplarının karşılanması ile 100.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi ve yargılama için yapmış olduğu tüm masrafların kendisine ödenmesi taleplerinde bulunmuştur
B. Değerlendirme
25. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun işçi alacaklarına ilişkin açtığı davada ıslah ettiği kısma faiz uygulanmaması ve yargılamanın uzun sürmesi ile hizmet tespit davası zaman aşımı süresinin geçmesi nedenleriyle adil yargılanma ve mülkiyet hakları, zorla çalıştırma yasağı ve hukuk devleti ilkesi ile Anayasa’nın 5. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun şikâyetlerinin özü yargılama sürecine ve verilen kararın sonucu itibarıyla adil olup olmadığına yönelik olup, bu iddialar yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiş, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise ayrıca incelenmiştir.
26. Öte yandan başvurucu Yargıtay’ca bekletici mesele yapılıyor olması nedeniyle hizmet tespit davası açmayı ertelediğini ileri sürse de bu davayı açmayı ertelemek avukatla temsil edilen başvurucunun kendi kararı olduğundan bu konuda herhangi bir kamu gücü kullanımı bulunmadığı açıktır. Başvurucunun sözleşme karşılığı çalıştırıldığı ve ücretlerini alamaması üzerine alacak davası açtığı, yine davanın özel kişiler arasında bir alacak davası olduğu, dava sonunda başvurucu lehine karar verildiği ve icra takibinin devam ettiği anlaşılmaktadır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
27. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
29. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
30. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
31. Başvuru konusu olayda başvurucunun, işçi alacakları için 20/7/2006 tarihinde Kadıköy 1. İş Mahkemesinde açtığı davada, Mahkeme başvurucunun 17/7/2009 tarihli dilekçesi ile ıslah talebiyle birlikte davasını haklı bularak başvurucunun ödenmeyen kıdem tazminatı, ücret alacağı ve yıllık izin ücret alacağının başvurucuya ödenmesine karar vermiş ancak, aynı dilekçede faiz talebinde bulunulmadığından ıslah edilen kısım için faize hükmetmemiş ve yine aynı dilekçede ileri sürülen ihtiyati tedbir talebini ise zımnen reddetmiştir. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi “kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde isabetsizlik görülmemesi” gerekçesiyle temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesi hükmünü onanmıştır.
32. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
33. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
34. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
35. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
36. Başvurucu, işçi alacaklarına ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık 7 yılda tamamlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
37. Adalet Bakanlığı görüşünde, yargılama süresinin makul olup olmadığı incelenirken her olayın kendine özgü koşullarının, davanın karmaşık olup olmadığının, yargılama süresince tarafların gösterdiği davranışlar ve yetkili makamların tutumlarının, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem gibi hususların dikkate alınması gerektiği belirtilmiş, somut başvuruya konu Kadıköy 1. İş Mahkemesinde görülen davanın iki dereceli yargılamada toplam 6 yıl 4 ay sürdüğü ve İş Kanunu’nun 20. maddesinin 3. fıkrasında geçen sürenin düzenleyici nitelikte olduğu ifade edilerek, başvurucunun yargılama süresinin makul olmadığına yönelik şikâyetleri incelenirken bu hususların da göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
38. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanında, ilk derece mahkemesindeki yargılamada 46 ayda 8 duruşma yapıldığını belirterek başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrarlamıştır.
39. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)
40. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
41. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
42. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
43. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
44. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
45. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
46. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
47. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
48. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
49. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, işçi alacağının tahsili için açılan bir alacak davasının söz konusu olduğu görülmekle, 5521 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 20/7/2006 tarihidir.
51. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 19/11/2012 tarihli onama kararı olduğu anlaşılmaktadır.
52. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
53. Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
54. Kanun koyucu, iş davalarının önemini dikkate alarak diğer davalardan farklı olarak temyiz incelemesinin daha hızlı bir şekilde karara bağlanması için 5521 sayılı Kanunu’nun 8. maddesinin 3. fıkrasında özel hükümlere yer vermiştir. Bu düzenleme uyarınca, iş davalarının temyiz incelemesinin iki ay içinde sonuçlandırılması gerekmektedir. Belirtilen bu süreler düzenleyici nitelikte olmakla beraber, iş hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkların en kısa sürede kesin hükme bağlanması noktasındaki menfaate işaret ettiği açıktır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 61-62).
55. Belirtilen hususun yanı sıra 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64-65).
56. Başvuruya konu yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, Kadıköy 1. İş Mahkemesinde 20/7/2006 tarihinde açılan davada yaklaşık 3 yıl 10 ay sonra 13/5/2010 tarihinde karar verildiği, temyiz incelemesinin yaklaşık 2 yıl 6 ay sürdüğü ve 19/11/2012 tarihli onama kararıyla kararın kesinleştiği, derece mahkemesinin 24/6/2008 ve 27/11/2008 tarihlerinde yaptığı duruşmalarda tanıkların dinlendiği, başvurucu vekili davayı takip etmediğinden, mahkemenin 17/9/2009 tarihli duruşmada, dosyanın, yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verdiği, ancak başvurucu vekilinin aynı tarihli yenileme dilekçesinin mahkemece kabulüyle davanın 22/12/2009 tarihli duruşma ile kaldığı yerden devam ettiği, 16/4/2009 tarihli duruşmada, mahkemede 1560 derdest dava bulunmasına ve HSYK’nın 24/2/2009 tarih ve 74 sayılı kararına istinaden sonraki duruşma için 17/9/2009 tarihinin belirlendiği, yargılamadaki gecikmelerin esas olarak ilk derece mahkemesindeki iş yükü nedeniyle duruşma aralıklarının uzun olmasından ve temyiz incelemesinin uzun zaman almasından kaynaklandığı, yargılamanın uzaması üzerinde başvurucunun davranışlarının esaslı bir etkisinin olmadığı anlaşılmıştır.
57. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 5521 sayılı Kanunda yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521 Kanun’un 8. maddesinin 3. fıkrasında yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.
58. 5521 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59-82), başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık 6 yıl 4 aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
59. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
60. Başvurucu, mahkeme tarafından karar altına alınan 52.969,86 TL’nin yasal faiziyle kendisine ödenmesinin sağlanması, uzun süren yargılama sebebiyle dava konusu yapamadığı eksik sosyal güvenlik gün ve primlerinin tespiti ve kayıplarının karşılanması ile 100.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi taleplerinde bulunmuştur..
61. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
62. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık 6 yıl 4 aylık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren 5.400,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
63. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı ve başvurucunun makul süre dışındaki şikâyetleri hakkında kabul edilemezlik kararı verildiği göz önünde bulundurulduğunda başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle, KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 5.400,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
18/9/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.