TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMAL BAYSEFEROĞULLARI BAŞVURU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2264)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Cemal BAYSEFEROĞULLARI
|
Vekili
|
:
|
Av. Nedim ERKUŞ
|
I.
BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvurucu, hakkında tarh edilen katma değer vergisi (KDV) ve
vergi ziyaı cezasına ilişkin açtığı davada verilen karar nedeniyle Anayasa’nın
18., 36. ve 55. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
II.
BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 2/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.
İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/2/2014 tarihinde kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5.
Adalet Bakanlığının 25/7/2014 tarihli görüş yazısı 30/9/2014
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı
beyanda bulunmamıştır.
III.
OLAY VE OLGULAR
A.
Olaylar
6.
Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade
edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7.
2003 yılı Ekim, Kasım ve Aralık dönemi için sahte belge
kullandığı gerekçesiyle 27/12/2004 tarihli üç adet ihbarnameyle başvurucu aleyhine
353.342,25 TL KDV ve bu tutar üzerinden 1.287.972,30 TL vergi ziyaı cezası tarh
edilmiş ve ihbarnameler 4/1/2005 tarihinde tebliğ edilmiştir.
8.
Başvurucu tarafından ihbarnamelerin terkini istemiyle 16/3/2005
tarihinde açılan davada, Ankara 3. Vergi Mahkemesi 4/2/2005 tarih ve
E.2005/176, K.2005/1296 sayılı kararıyla dava dilekçesinin reddine karar
vermiştir.
9.
Başvurucu tarafından yenilenen davanın ardından Ankara 3. Vergi
Mahkemesi, 9/11/2005 tarih ve E.2005/319, K.2005/1049 sayılı tek hakim kararı
ile davanın kabulüne karar vermiş ise de Ankara Bölge İdare Mahkemesi kararın
tek hakimle verilmiş olması nedeniyle 15/6/2006 tarih ve E.2006/2719,
K.2006/3250 sayılı kararı ile belirtilen kararı bozmuştur.
10.
Bozma kararına uyan Ankara 3. Vergi Mahkemesi, 26/9/2006 tarih
ve E.2006/1514, K.2006/1248 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiş ve
275,00 TL maktu vekalet ücretinin davalı idare olan Hitit Vergi Dairesinden
alınarak başvurucuya verilmesine hükmetmiştir.
11.
Karar, davalı idare tarafından temyiz edilmiş, Danıştay Dördüncü
Dairesi, yeterli araştırma yapılmadan karar verildiği gerekçesiyle 9/4/2008
tarih ve E.2007/566, K.2008/1269 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını
bozmuştur.
12.
İlk Derece Mahkemesi 19/11/2008 tarih ve E.2008/1466,
K.2008/1647 sayılı kararıyla yeniden davanın kabulüne, ihbarnameye konu vergi
ve cezaların terkinine ve 350,00 TL maktu vekalet ücretinin davalı idareden
alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir.
13.
Davalı idare davanın reddi gerektiği gerekçesiyle, başvurucu ise
nispi vekalet ücretine hükmedilmediği gerekçesiyle kararı temyiz etmiş,
Danıştay Dördüncü Dairesi her iki tarafın temyiz talebini reddederek,
24/12/2009 tarih ve E.2009/2583, K.2009/7070 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi
kararının onanmasına karar vermiştir.
14.
Bu karara karşı başvurucu tarafından karar düzeltme talebinde
bulunulmuş, Danıştay Dördüncü Dairesi 31/1/2013 tarih ve E.2010/4764,
K.2013/227 sayılı kararı ile talebi reddetmiş, ret kararı başvurucuya 21/3/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
15.
Başvurucu, 2/4/2013 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
B.
İlgili Hukuk
16.
13/12/2006 tarih ve 26375 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm
(4) numaralı bendi şöyledir:
“Yargı
Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olsa veya Para
ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı Hukuki Yardımlara Ödenecek
Ücret
…
Vergi
mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için
a)
Duruşmasız ise 350,00 YTL
b)
Duruşmalı ise 500,00 YTL”
17.
Aynı Tarife’nin İkinci Kısım İkinci Bölüm (14) numaralı bendi
şöyledir:
“Yargı
Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para
ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret
…
İdare
ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar için
(a)
Duruşmasız ise 325,00 YTL
(b)
Duruşmalı ise 400,00 YTL”
18.
13/12/2007 tarih ve 26729 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm
(4) numaralı bendi şöyledir:
“Yargı
Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olsa veya Para
ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı Hukuki Yardımlara Ödenecek
Ücret
…
Vergi
mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için
a)
Duruşmasız ise 390,00 YTL
b) Duruşmalı
ise 550,00 YTL”
19.
Aynı Tarife’nin İkinci Kısım İkinci Bölüm (14) numaralı bendi
şöyledir:
“Yargı
Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para
ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret
…
İdare
ve vergi mahkemelerinde takip edilen davalar için
(a)
Duruşmasız ise 350,00 YTL
(b)
Duruşmalı ise 450,00 YTL”
20.
Danıştay Sekizinci Dairesinin 23/1/2008 tarih ve E.2007/1110,
K.2008/332 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesinin ikinci kısmının ikinci bölümünde yer alan dava konusu
düzenleme ile vergi mahkemelerinde görülecek uyuşmazlıklar için ödenecek
avukatlık ücreti belirlenmiş ancak, Tarifenin başka bir kısmında yer almayan
bir şekilde azami bir sınır getirilmiştir. Ayrıca yukarıda ifade edildiği gibi
Tarifenin ikinci Kısmının, İkinci Bölümünde konusu para olmayan veya para ile
değerlendirilemeyen uyuşmazlıklar için vergi mahkemelerinde ödenecek avukatlık
ücreti ayrıca sabit olarak belirlenmiş ve 12. maddede yapılan düzenleme ile
konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen uyuşmazlıklar için vergi
mahkemelerinde ödenecek ücretin üçüncü kısımdaki nisbi oranlar üzerinden hesaplanacağı
belirtilmiştir. Dolayısıyla dava konusu düzenleme gözönüne alındığında vergi
mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda alınacak avukatlık ücretleri için
Tarifenin bütünlüğü içindeki tutarlılığı bozacak şekilde düzenlemeler yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Diğer
taraftan dava konusu düzenleme, konusu para olsa ve parayla değerlendirilse
bile maktu ücrete bağlı hukuki yardımlar başlığı altında düzenlendiği halde
anılan hüküm ile konusu para olan ve parayla değerlendirilebilen
uyuşmazlıklarda olduğu gibi nisbi oranlar üzerinden yapılacak hesaplama için
üst sınır getirilmiştir.
Bu
durumda, Tarifenin kendi bütünlüğü içindeki tutarlılığı bozacak şekilde vergi
uyuşmazlıklarında nisbi olarak hesaplanacak avukatlık ücretine dava konusu miktar
baz alınarak üst sınır getirilmesine ilişkin düzenlemede hukuka uyarlık
görülmemiştir.”
21.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 23/1/2008 tarih ve
E.2008/776, K.2009/1605 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin davaların büyük bir kısmında, uyuşmazlık
konusu meblağın yüksek olması nedeniyle, bu tür davalardaki hukuki yardımlar
için ödenecek avukatlık ücretinin tarifenin üçüncü kısmına göre, nispi olarak
hesaplanması halinde, dava aleyhine sonuçlanan tarafın yüksek miktarda
avukatlık ücreti ödeyeceği, bu durumun da haksız vergi salındığını düşünen
kişilerin hak arama yoluna başvurusunu engelleyeceği tartışmasızdır.
Nitekim
vergi davalarının bu niteliği dikkate alınarak, vergi uyuşmazlıklarının konusu
para olmasına karşın, vergi mahkemelerinde görülmekte olan dava ve işlerde
yapılacak hukuki yardımlarda ödenecek avukatlık ücreti, dava konusu düzenleme
ile maktu olarak belirlenmiştir.
İdarenin
düzenleyici işlemlerindeki bir kuralın, hukuka aykırılığı ortaya konulmadıkça,
aynı düzenlemede yer alan diğer bir kurala aykırılığından bahisle iptali söz
konusu olamaz.
Bu
durumda, vergi davalarının niteliği göz önüne alındığında, dava konusu istisnai
düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığından, bu düzenlemenin Tarifenin
bütünlüğünü bozduğundan da söz edilemeyeceği açıktır.
Yukarıda
yer verilen yasal düzenleme uyarınca, ülke çapında kurulu bulunan tüm baro
yönetim kurullarının hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine sundukları
tarifeler dikkate alınarak anılan Birlikçe son şekli verilen ve Adalet Bakanlığının
da incelemesinden geçerek yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin İkinci
Kısım, Birinci Bölüm 4 no'lu alt bendinde; ülkenin ekonomik ve sosyal durumu,
avukatların davanın görümü sırasında harcadığı çaba, gayret ve emeğin karşılığı
ile kişilerin hak arama özgürlüğünün önünün açılması hususu dikkate alındığında
hukuka aykırılık bulunmadığından, Dairenin iptal kararında hukuka uyarlık
görülmemiştir.
Açıklanan
nedenlerle, davalı idarelerden Adalet Bakanlığı'nın temyiz isteminin kabulü ile
Danıştay Sekizinci Dairesinin 23.1.2008 günlü, E:2007/1110, K:2008/332 sayılı
kararının bozulmasına…”
22.
6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun
1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı
fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı
fıkrası ile 60. maddesi.
IV.
İNCELEME VE GEREKÇE
23.
Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 2/4/2013 tarih ve 2013/2264 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A.
Başvurucunun İddiaları
24.
Başvurucu, Danıştay Sekizinci Dairesinin 23/1/2008 tarih ve
E.2007/1110, K.2008/332 sayılı kararıyla 13/12/2006 tarihli Resmî Gazete'de
yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin İkinci Kısım Birinci Bölümdeki
"Vergi Mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için" üst
sınır vekalet ücreti belirlenmesine dair hükmü iptal ettiğini, bu karar üzerine
Tarife’de yapılan ve 23/5/2008 tarih ve 26884 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
değişiklik ile anılan hükmün yürürlükten kaldırıldığını, buna göre İlk Derece Mahkemesinin
19/11/2008 tarihli kararında nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken
maktu vekalet ücretine hükmedilmiş olmasının eşitlik ve tarafsızlık ilkelerine,
Anayasa'nın 18. maddesinde düzenlenen angarya yasağına, yine Anayasa’nın 55. maddesinde
düzenlenen ücrette adaletin sağlanmasına aykırı olduğunu, yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama
yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B.
Değerlendirme
25.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun vekâlet ücretine yönelik hak ihlali şikâyetlerinin
mülkiyet hakkı yönünden, yargılamanın makul sürede bitirilmediği şikayetinin
ise adil yargılanma hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
26.
Başvurucu, 23/5/2008 tarih ve 26884 Resmî Gazete'de yayımlanan
değişiklik ile konusu para olan davalarda vergi mahkemelerinde üst sınır
vekalet ücreti ödenmesi düzenlemesinin kaldırılmasına karşın, İlk Derece Mahkemesinin
19/11/2008 tarihli kararında maktu vekalet ücretine hükmetmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27.
Adalet Bakanlığı görüşünde, Avrupa İnsan Hakleri Sözleşmesi’nin
(AİHS) Ek (1) No'lu Protokolün 1. maddesi kapsamında ihlal iddiasında
bulunabilmesi için verilen kararların başvurucuların kendi mülkleriyle ilgili
olması gerektiği, AİHS’in, sadece mevcut mülke ve varlıklara koruma sağladığı,
bir kişinin hâlihazırda sahip olmadığı bir varlığın mülkiyetini kazanma
hakkının, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun, mevcut
mülke sağlanan bu korumadan yararlanamayacağını, başvuru konusu olayda, başvurucunun
hali hazırda Anayasa tarafından korunan mülkü bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi sırasında göz önüne alınmak üzere yukarıda açıklanan
hususların göz önünde bulundurulması gerektiği bildirilmiştir.
28.
Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
29.
Anayasa'nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
30.
AİHS’e Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her
gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini
isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen
koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve
mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki
hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını
düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının
ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip
oldukları hakka halel getirmez.”
31.
Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı
Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
32.
Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanında yer alan mülkiyet
hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin
hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün, bu mülkte gelecekteki değer artışını da
içerecek şekilde mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme’yle korunan mülkiyet kavramı
içerisinde değildir. Gelecekte elde edileceği iddia edilen bir kazanç,
kazanılmadığı veya bu kazanca yönelik icrası mümkün bir alacak mevcut olmadığı
sürece mülk olarak değerlendirilemez (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Denimark
Ltd/Birleşik Krallık, B. No: 37660/97, 26/9/2000; Kopecky/Slovakya,
B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35).
33.
Yukarıdaki hususun istisnası olarak belli durumlarda, bir “ekonomik
değer” veya icrası mümkün bir “alacak” iddiasını elde etmeye yönelik
“meşru bir beklenti”, Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında
yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir
şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren
yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip
nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece
ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı
meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir. (Bu konudaki AİHM kararları
için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Saghinadze/Gürcistan,
B. No: 18768/05, 27/5/2010, § 103,; SA Dangeville/Fransa, B. No:
36677/97, 16/4/2002, §§ 44-45).
34.
Yukarıda belirtilen Mahkeme içtihatları gereği, mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucunun, öncelikle böyle bir
hakkının var olduğunu, en azından bu hakkın varlığına dair meşru bir beklenti
içinde olduğunu kanıtlaması gerekmektedir (B. No: 2013/5049, 28/5/2014, § 27).
35.
Başvuru konusu olayda, başvurucu tarafından açılan dava İlk
Derece Mahkemesinde devam ederken, vergi uyuşmazlıklarındaki hukuki yardımlar
karşılığında ödenecek avukatlık ücreti için üst sınır belirleyen 13/12/2006 tarih
ve 26375 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2007 yılı Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı bendinin iptali
istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesinde açılan davada, Daire, 23/1/2008 tarih
ve E.2007/1110, K.2008/332 sayılı kararıyla anılan bendin iptaline karar
vermiştir. Bu karar üzerine Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı 23/5/2008 tarih
ve 26884 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tarife değişikliği ile 2008 yılı Avukatlık
Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı bendini
yürürlükten kaldırmıştır.
36.
Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından 2007 yılı Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesi hakkında verilen karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 23/1/2008 tarih ve E.2008/776, K.2009/1605
sayılı kararı ile Daire kararının bozulmasına karar vermiş, Danıştay Sekizinci
Dairesi de 21/6/2010 tarih ve E.2009/9947, K.2010/3668 sayılı kararıyla
tarifeye yönelik açılan davayı reddetmiştir.
37.
Bireysel başvuruya konu olan İlk Derece Mahkemesinin 19/11/2008
tarihli kararında, 2008 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım
İkinci Bölüm (14) numaralı bendi (§ 19) uyarınca vergi mahkemelerinde
duruşmasız takip edilen davalar için öngörülen 350,00 TL vekalet ücretinin
başvurucuya verilmesine karar verilmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi, başvurucu
tarafından vekalet ücreti yönünden yapılan temyiz talebini 24/12/2009
tarihinde, karar düzeltme talebini ise 31/1/2013 tarihinde reddetmiştir.
38.
Bunun yanında, 18/12/2008 tarih ve 27085 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 2009 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nde ve 24/12/2009 tarih ve
27442 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2010 yılı Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesi’nde vergi uyuşmazlıkları için maktu vekalet ücretine hükmedileceği
kural altına alınmıştır.
39.
Görüldü üzere İlk Derece Mahkemesinin karar verdiği 19/11/2008 tarihi
itibarıyla Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin vergi uyuşmazlıklarındaki hukuki
yardımlar karşılığında ödenecek avukatlık ücreti için üst sınır belirleyen 2008
yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin İkinci Kısım, Birinci Bölüm (4) numaralı
bendi Danıştay Sekizinci Dairesinin kararı gereğince yürürlükten kaldırılmış,
aynı Tarifenin İkinci Kısım İkinci Bölüm (14) bendi uyarınca başvurucu lehine
maktu vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiş, daha sonra yayımlanan
Tarifelerde vergi uyuşmazlıkları için maktu vekalet ücreti öngörülmüş, Danıştay
Dördüncü Dairesine yapılan ve vekalet ücreti yönünden kararın bozulması istenen
temyiz başvurusu hakkında Dairenin karar verdiği tarih itibarıyla yürürlükte
bulunan Tarife’ye göre vergi uyuşmazlıkları için maktu vekalet ücreti öngörülmüş,
diğer taraftan Danıştay Sekizinci Dairesinin vergi uyuşmazlıkları için üst
sınır belirlenmesinin hukuka aykırı olduğuna yönelik verdiği karar, Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulunca bozulmuştur.
40.
Bu durumda, İlk Derece Mahkemesinin karar verdiği tarih
itibarıyla yürürlükte bulunan Tarife’de, vergi uyuşmazlıkları için bir üst
sınır getirilmemiş olmakla birlikte, Tarife’de buna ilişkin kuralın
bulunmamasının nedeninin Danıştay Sekizinci Dairesinin kararı olduğu, bu
kararın daha sonra Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca hukuka aykırı
bulunarak bozulduğu ve Dairenin bozma kararı sonrasında üst sınıra ilişkin
kurala karşı açılan davanın reddine karar verdiği, diğer taraftan bireysel
başvuruya konu İlk Derece Mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz ve karar
düzeltme talepleri hakkında Danıştay Dördüncü Dairesince taleplerin reddine
ilişkin kararların verildiği tarih itibarıyla yürürlükte bulunun Tarifelerde de
vergi uyuşmazlıkları için maktu vekâlet ücretine hükmedileceği şeklinde
kuralların mevcut olduğu görülmekle, başvuru konusu olayda, başvurucu mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de; iddia ettiği hakkı elde etme
konusunda başvurucuyu meşru bir beklentiye sevk edecek bir kanun hükmü veya
yerleşik yargısal bir içtihat bulunmadığından, başvurucunun, Anayasa'nın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması
mümkün değildir.
41.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
42.
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
43.
Başvurucu 2005 yılında açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul
sürede tamamlanmayarak, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir.
44.
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının
da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
45.
Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
46.
Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca,
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar
ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da,
Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına
girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler,
başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali
talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır.
47.
Makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih
olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak
uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul
edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya,
B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013,
§ 21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre
değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi,
başvurucuya vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatlarına ilişkin ihbarnamelerin tebliğ
edildiği, 4/1/2005 tarihidir (B. No: 2013/596, 8/5/2014, § 52).
48.
Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut
yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar
düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay Dördüncü Dairesinin E.2010/4764,
K.2013/227 sayılı karar tarihi olan 31/1/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
49.
Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, vergi ziyaı
cezalı KDV tarhiyatlarına ilişkin ihbarnameler 4/1/2005 tarihinde tebliğ
edilmiş, 16/3/2005 tarihinde tarhiyatın kaldırılması için dava açılmış,
9/11/2005 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiş, 15/6/2006 tarihinde Ankara
Bölge İdare Mahkemesince karar bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi 26/9/2006
tarihinde davanın yeniden kabulüne karar vermiş, Danıştay Dördüncü Dairesi
9/4/2008 tarihinde temyiz talebini kabul ederek İlk Derece Mahkemesi kararını
bozmuş, İlk Derece Mahkemesi 19/11/2008 tarihli kararı ile yeniden davanın
kabulüne karar vermiş, Danıştay Dördüncü Dairesi 24/12/2009 tarihli kararı ile
temyiz taleplerini reddederek İlk Derece Mahkemesi kararını onamış, 31/1/2013
tarihli kararı ile de karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir.
50.
İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, 2577 sayılı Kanun’da
yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve
idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için
geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır
(§ 22).
51.
Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara
ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere,
AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle
idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar
düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına
temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki
yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce
bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577
sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No:
2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
52.
Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti
nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın
karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, 2577
sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin
somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön
bulunmadığı ve söz konusu sekiz yıl yirmi yedi gün süren yargılamada makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
53.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
54.
Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmamasına
yönelik tazminat talebinde bulunmamıştır.
55.
6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
56.
Başvuruda, başvurucu tarafından tazminat talebinde bulunulmaması
nedeniyle, yalnızca Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespitinin
yapılması gerekmiştir.
57.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35
TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V.
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.
Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "konu bakımından yetkisizlik"
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B.
Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
C.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.