TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ERGÜN POYRAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2809)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Ergün POYRAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mustafa Hüseyin BUZOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hakkında açılan dava
kapsamında tutuklu devam eden yargılama nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği
ile adil yargılanma hakkı başta olmak üzere anayasal haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/5/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/5/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm, 24/7/2013
tarihinde kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemesinin birlikte
yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 31/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir.
Adalet Bakanlığı görüşünü 27/9/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından sunulan
görüş başvurucuya 10/10/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını süresinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet
Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülmekte olan ve kamuoyunda “Ergenekon soruşturması” olarak bilinen soruşturma kapsamında
27/7/2007 tarihinde gözaltına alınmıştır.
9. Başvurucunun 30/7/2007
tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ve
Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınmıştır. Başvurucu İstanbul 9. Ağır
Ceza Mahkemesinin 30/7/2007 tarih ve Sorgu No:
2007/102 sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
10/7/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucunun “silahlı terör örgütüne üye olma, açıklanması yasak
belgeleri temin etmek ve açıklamak, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri
çalmak ve bulundurmak, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek,
hükümete karşı silahlı isyana tahrik, 6136 sayılı kanununa muhalefet”
suçlarından kamu davası açılmıştır.
11. Başvurucunun,“Ergenekon” adlı yasadışı silahlı örgütün üyesi
olduğu, bu örgütün amaçları doğrultusunda kaos ortamı
oluşturup darbeye zemin hazırlanması sürecine hazırladığı kitaplarla katıldığı,
kitaplarında devletin üst kademelerindeki seçilmiş yöneticileri, yahudi olmak veya ermeni olmak gibi asılsız isnatlarla
yıpratıp halkın gözünde hedef ve düşman haline getirmeye çalıştığı ve
“Ergenekon terör örgütünün talimatları doğrultusunda kendisine hedef olarak
seçtiği Alman vakıfları davası ve misyonerlik davalarına müdahil olarak katılıp
davaların Ergenekon terör örgütünün menfaatleri doğrultusunda sonuçlaması için girişimlerde bulunduğu iddia edilmiştir.
12. Dava kapsamında 20/10/2008
tarihinde ilk duruşma yapılmış, başvurucunun savunması 25/11/2008 tarihinde
alınmıştır. 22 ayrı iddianameyle açılan kamu davalarının birleştirilmesiyle
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas sayılı dosyasında yürütülen
dava kapsamında yargılama tutuklu olarak devam etmiştir.
13. İlk derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk halinin
devamına karar verirken belirli bir süre “suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol
tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK100/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması” hususlarını gerekçe göstermiştir.
14. 6352 sayılı Kanun kapsamında
tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi konusundaki talep Mahkemece, 27/7/2012 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesi
şöyledir:
"a-Sanık hakkında 30/7/2007
tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b-Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının
henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını
değiştirmeleri konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde
soruşturma ve bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma
şüphesinin devam ettiği,
c-Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt
yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısmı sanıkların
haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma
aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs
iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında
yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma
şüphesinin bulunduğu,
d-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.
maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her
bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak
belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve
nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa
atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul
edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk
suresinin
üst sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının
alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer
yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu
sürenin makul olduğu,
e-Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın
başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı
dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz
yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok
ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi
halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç
şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, inceleme raporları,
telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda ve diğer
sanıkların bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler, sanığa ait aşama
ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz önüne alındığında, sanığın
atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi
yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle
atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha
hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı
…"
15. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 8/2/2013 tarihinde tutukluluk incelemesinde “27/7/2012 tarihli oturumda tutuklu sanıklar için belirtilen ortak gerekçeler ile
her bir sanık için belirtilen kısmın (g) bentlerinde ayrıntılı şekilde tutuklu
sanıkların tutuklamayı gerektirir mevcut somut delillerin gösterildiği, ayrıca,
tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu, AİHM uygulamalarında tutuklama için makul suç şüphesinin
dahi yeterli görüldüğünün AİHM içtihatlarında da kabul edildiği, bu nedenlerle
atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan tutuklu sanıklar
hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbirinin uygulanmasının
yetersiz kalacağı” gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir.
16. Bu karara yapılan itiraz İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/2/2013 tarih ve Değişik
İş 2013/162 sayılı kararıyla, tutukluluk
için gösterilen gerekçenin usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle
reddedilmiştir.
17. İtirazın reddine ilişkin karar 9/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 2/5/2013
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
19. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin
5/8/2013 tarihli kararıyla başvurucunun isnat edilen
suçlardan 28 yıl 19 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.
20. 6/3/2014 tarihinde yürürlüğe giren
21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun sonrasında başvurucu
İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesince 11/3/2014 tarihinde serbest bırakılmıştır.
21. Başvuru konusu yargılama temyiz
aşamasındadır.
B. İlgili
Hukuk
22. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
135. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hukuka
aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis
cezası verilir”
23. 5237 sayılı Kanun’un 136.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kişisel
verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren
kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
24. 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bu
kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla,
silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.
(2) Birinci
fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası
verilir.”
25. 5237 sayılı Kanun’un 327.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Devletin
güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla,
gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar
hapis cezası verilir.”
26. 5237 sayılı Kanun’un 334.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yetkili
makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve
niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”
27. 5237 sayılı Kanun’un 336.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yetkili
makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve
niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye üç yıldan
beş yıla kadar hapis cezası verilir.”
28. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
10.
Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
11.
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,
312, 313, 314, 315),
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 26/2/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/5/2013 tarih ve 2013/2809
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
30. Başvurucu, yakalama emrine aykırı
olarak daha erken bir saatte yakalandığını, kuvvetli suç şüphesi olmadan
tutuklandığını ve somut gerekçe olmadan tutukluluk halinin sürdürüldüğünü,
silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılandığı halde duruşmalarda bu
konuda mahkemece araştırma yapılmadığını, soru sorulmadığını, yakalama sonrası
isnat edilen suçların kendisine anlatılmadığını, tutukluluğun makul süreyi
aştığını, yargılamayı yapan mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını,
yargılamanın makul süreyi aştığını, masumiyet karinesinin ortadan
kaldırıldığını, savunma hakkının kısıtlandığını, çelişmeli yargılanma ilkesinin
uygulanmadığını, düşünce ve ifadelerinden dolayı yargılandığını, tüm bu
nedenlerle Anayasanın 2., 9., 10., 11., 19., 25., 26.,
28., 29., 36., 37., 38., 39. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini iddia ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
a. Masumiyet Karinesinin, Düşünce ve İfade Özgürlüğünün, Adil Yargılanma
Hakkının İhlali ile Mahkemenin Bağımsız Ve Tarafsız Olmadığı İddiaları Yönünden
31. Başvurucu yargılamayı yapan
mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını, masumiyet karinesinin ortadan
kaldırıldığını, savunma hakkının kısıtlandığını, çelişmeli yargılanma ilkesinin
uygulanmadığını, düşünce ve ifadelerinden dolayı yargılandığını ileri
sürmüştür.
32. 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
33. Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, ikincil nitelikte bir hukuk yoludur. Bu nedenle, kanunlarda yer alan
idari ve yargısal başvuru yollarının bireysel başvurudan önce tüketilmiş olması
gerekir (B. No: 2012/363, 5/3/2013, § 17).
34. Başvuru konusu olayda, düşünce ve
ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemler nedeniyle somut bir delil olmadan,
savunma hakkı kısıtlanarak verildiği ileri sürülen mahkûmiyet kararının temyiz
edildiği ve ileri sürülen iddiaların temyiz merciince inceleneceği dikkate
alındığında, şikâyetler bakımından etkili bir yargısal başvuru yolunun henüz
tüketilmemiş olduğu açıktır.
35. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu
kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Suç Şüphesi Olmadığı Halde Tutuklama Kararı Verildiği İddiası Yönünden
36. Kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı
halde tutuklama kararı verildiği iddia edilmiştir.
37. Adalet Bakanlığı görüşünde bu
kapsamda şu hususlar belirtilmiştir:
“…O.Y.’nin işyeri ve evinde 13 Haziran 2007
tarihinde arama yapılmıştır. Bu aramalarda bir adet tabanca, şarjör ve
mermiler, bulundurulması ruhsata tabi olan komando bıçağı, bilgisayar belleği
ile bir flaş belleğe el konulmuştur. Flaş bellekte yapılan incelemede “Lobi,
Çok Gizli - Aralık 1999/İstanbul” isimli bir belgeye rastlanmıştır (Bkz. 13
Haziran 2007 tarihli Arama ve El Koyma Tutanağı ve İstanbul Emniyet
Müdürlüğü’nün 16 Haziran 2007 tarihli O.Y.’nin evinde
ve işyerinde yapılan aramalarla ilgili yazısı). Bu belgenin “Giriş” bölümünde,
“(…) Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren “Ergenekon”a
bağlı olarak, “Sivil Unsurların” örgütlenmesi zorunluluğu kaçınılmaz bir
gerçektir” ifadelerinin bulunduğu tespit edilmiştir (Bkz. LOBİ-ARALIK
1999/İSTANBUL isimli doküman).
Ergenekon ismiyle bilinen davada yargılanan birçok kişinin ev ve
işyerlerinde aramalar yapılmış, bu kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da
yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır. Yapılan aramalarda ve ilgililerin
bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman ve örgütün yapısını gösteren
belgeler ele geçirilmiştir (İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8 Mart 2009
tarihli İddianamesinin 30,31 ve 67. sayfaları)
…
Ergenekon Soruşturmasının başlangıç evresinde elde edilen delillerden
yola çıkılarak soruşturmanın bilâhare Cumhuriyet Başsavcılığı’nca
genişletildiği ve bu süreçte özellikle bazı emekli veya muvazzaf general ve
subayların soruşturmaya dâhil edildiği görülmektedir. Bu kişilerin ev ve/veya
işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını gösterdiği iddia
edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia edilen bazı
planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında “Sarıkız”,
“Yakamoz”, “Eldiven”, “Ayışı”, “Kafes” ve “İrtica ile Mücadele” isimli eylem
planları bulunmaktadır.
…
Bazı sanıklarda ele geçirilen “Ergenekon - Analiz Yeni Yapılanma
Yönetim ve Geliştirme Projesi” isimli belgede, medyanın işlevi ve toplum
üzerindeki etkileri incelenerek, örgütün kendi medya kuruluşlarını oluşturması
ve mevcut medya kuruluşlarını da kontrol altına alması gerektiği ifade
edilmiştir.
Bazı sanıkların ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda ele
geçirilen “Ulusal Medya 2001” isimli belgenin, yukarıda ifade edilen amacın
gerçekleştirilmesi için hazırlandığı savcılıkça iddia edilmiştir (Bkz. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının 26 Ağustos 2011 tarihli iddianamesinin 5. Sayfası).
Başvuran ile aynı dava kapsamında yargılanan M. L. G.,
L. B., E. K. vd. ve A. T. Ö.’ın, aynı gerekçelerle ve
özellikle tutuklanmalarının ulusal mevzuata ve AİHS’in
5/1-c maddesine aykırılık iddiası ile yaptıkları başvurularda AİHM, söz konusu
başvurucuların “suçu işlediklerine dair inandırıcı nedenler olmadığı halde
özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları” yönündeki şikâyetlerini “açıkça
dayanaktan yoksun” bularak reddetmiştir (B. no.
59374/10,13 Aralık 2011, B. no. 70026/10, 7 Şubat
2012; B. no. 15869/09, 13 Aralık 2011;B. no. 59194/10, 7 Şubat 2012).
«Şüpheli BÜLENT (kod) İ.Y.'dan
elde edilen bilgiler üzerine şüpheliler K.Ş., M.M.Y., F.R.N. ile, yine aynı
şüpheli ile irtibatlı ve bir zamanlar S. sitesinde çalışan şüpheli H.B.G.'ın bilgisayarından elde edilen bilgiler ve bazı orjinal kitaplara ait olup yayınlanmadan önce şüpheliye
verildiği anlaşılan word formatındaki yazı ve
bilgilerin Ergün POYRAZ'a ait olduğunun anlaşılması
ve diğer şüphelilerden ele geçirilen dokümanların incelenmesi sonucu Ergün POYRAZ'ın bu oluşumun içinde olduğu, yakın ilişki kurduğu
askeri şahıslardan elde ettiği gizli bilgi ve belgeleri diğer şüphelilere
aktarmak suretiyle örgütün hareket ve stratejisinin oluşumuna katkı sağladığı
bu sebeple BÜLENT (kod) İ. Y.'daki gizli bilgilerin
Ergün POYRAZ'da da bulunabileceği
değerlendirildiğinden şüpheli Ergün POYRAZ'ın da ev
ve iş yerlerinde mahkeme kararlarına istinaden yapılan aramalar sonucunda
"k.k. İstihbarat arşivi" isimli dosya
klasörü ile Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait bir çok
gizli bilgi ve belgeler ile birçok kamu görevlisi memur, milletvekili, bakan ve
hatta başbakanlara ait gizli fişleme bilgileri ile notların bulunduğu CD ve
bilgisayar dosyaları ele » geçirildiği belirtilmiştir. Savcılıkça başvurucunun
bu oluşumun [Ergenekon-eklendi] içinde olduğu, yakın ilişki kurduğu askeri
şahıslardan elde ettiği gizli bilgi ve belgeleri diğer şüphelilere aktarmak
suretiyle örgütün hareket ve stratejisinin oluşumuna katkı sağladığı iddia
edilmiştir (Bkz. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 10 Temmuz 2008 tarihli
iddianamesi s. 37).
…
Başvurucunun, tutukluluğu hakkında kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama
nedenleri bulunmadığı halde özgürlüğünden mahrum bırakıldığı şikayetinin
dayanaktan yoksun olup olmadığı, başvurucunun isnat edilen suçu işlemiş
olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgilerin olup
olmadığı ve bu suretle başvurucunun tutuklanmasına yetecek makul şüphe
oluşturacak inandırıcı nedenler bulunup bulunmadığının da dahil
tüm kabuledilebilirlik şartları ve esas yönünden
incelenirken göz önüne alınmak üzere, AİHM’in benzer
başvurularda verdiği kararlar da dahil yukarıda belirtilen hususların Anayasa
Mahkemesinin dikkatine sunulması gerekmiştir.”
38. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne
karşı başvuruda belirttiği hususları tekrarlamıştır.
39. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci
fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke
olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda
gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının
kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
40. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti
bulunmasına bağlıdır. Bu unsur tutuklama tedbiri için olmazsa olmaz
niteliktedir. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı
delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve
bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
41. Buna bağlı olarak yakalama veya
tutuklama anındaki deliller mutlaka kişinin suçla itham edilebilmesini sağlayacak
düzeyde olmayabilir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya
kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin
doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir
şekilde yürütmek ve ilerletmektir. Buna göre, suç isnadına esas teşkil edecek
şüpheye dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında
tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde
değerlendirilmemesi gerekir (B. No: 2012/1272, 4/12/2013,
§ 73).
42. Tutuklamaya ve tutukluluğun
devamına ilişkin hususlar 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair
kuvvetli şüphenin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu
da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya
kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın
davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı
verilebilecektir. Düzenlemede ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe
bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar belirtilmiştir.
43. Somut olayda başvurucu, soruşturma
kapsamında 27/7/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve
isnat edilen suç kapsamında tutuklanmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucudan
ve diğer sanıklardan ele geçirilen deliller dikkate alındığında, başvurucunun
kanunun suç olarak nitelendirdiği ve ceza yaptırımı öngördüğü eylemleri işlemiş
olabileceğine ilişkin somut bulguların bulunduğu sonucuna varılmıştır.
44. Başvurucunun isnat edilen suçlara
ilişkin somut deliller olmadan tutuklama kararı verildiği iddiası dayanaktan
yoksundur. Bununla birlikte, tutuklama tarihi itibarıyla suç şüphesini ortaya
çıkaran veya daha sonra elde edilmiş delillere dayalı olarak, isnat edilen
suçların işlenip işlenmediğine karar vermek yargılama makamlarının görevidir.
45. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığı İddiası
46. Başvurucuların şikâyeti açıkça
dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
47.
Başvurucu, gerekçesiz kararlarla uzun süre tutukluluğun devam
ettiğini ileri sürmüştür.
48. Adalet
Bakanlığı, tutukluluk
süresinin hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk kez yakalanıp
gözaltına alındığı tarih olduğunu, kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece
mahkemesi kararıyla da olsa bir mahkeme kararıyla mahkûmiyetine karar verildiği
tarihte tutukluluğun sona ereceğini, bu tarihten itibaren tutmanın nedeninin “bir suç şüphesi üzerine tutma” olmaktan
çıkıp “mahkemelerce verilmiş hürriyeti
kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi”
haline dönüşeceğini, başvurucunun gözaltına alınması ile derece mahkemesince
karar verilmesi arasında yaklaşık beş yıl altı ay tutuklu kaldığını, suç
işlediği şüphesiyle bir kişinin hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için
ilgilin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin
bulunmasının gerekli olduğunu, bu koşulun kişinin tutukluluğunun devam
ettirildiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini ve makul şüphenin
ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini belirtmiştir.
49. Adalet
Bakanlığı ayrıca, belirli bir sürenin ötesine geçen bir tutukluluk
süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken, somut olayın kendine özgü
koşullarının dikkate alınarak öncelikle makul şüphenin varlığını sürdürüp
sürdürmediğinin, derece mahkemelerinin kararlarında gösterilen tutuklama
nedenlerinin, yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona erdirmesi
açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının
adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının, davanın
karmaşıklığının, suçlamaların niteliği ve yargılama süresince yargılamayı
uzatma ya da makul sürede sona erdirme açısından başvurucunun tutum ve davranışlarının
dikkate alınması gerektiğini, AİHM’in özellikle
organize suçlulukla mücadelede tutuklu yargılanan bazı başvurucuların dört yıl
üç güne kadar uzayan tutukluluk sürelerini makul kabul ettiğini, Almanya’ya
karşı yapılan ve yaklaşık beş yıl altı ay süren bir tutukluluk süresine ilişkin
başvuruda olayın istisnai koşullarını, karmaşıklığını ve başvurucunun
soruşturulmasına neden olan eylemlerin ağırlığını dikkate alarak, söz konusu
süreyi makul bulduğunu belirtmiştir.
50.
Başvurucu,
Adalet Bakanlığının görüşüne karşı önceki beyanlarını tekrarlamıştır.
51. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
52. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın
makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
53. Tutukluluk süresinin makul olup
olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün
değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup
olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifadesini
bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas,
tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak
masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 61).
54. Bir davada tutukluluğun belli bir
süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu
amaçla, yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece
mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin
kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 62).
55. Tutuklama tedbirine kişilerin
suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar
tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra,
uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin
gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili”
ve “yeterli” görüldüğü
takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir.
Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı
gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde
dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul
olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).
56. Dolayısıyla Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde
esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz
başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince
gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun
olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve
tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke
olarak belli bir süreye kadar tutukluluk halinin makul kabul edilmesi gerekir
(B. No: 2012/1137, 2/7/2013, §§ 63-64).
57. Diğer taraftan kişi hürriyeti, adli
makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir
şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde
yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendinin, Sözleşmeye taraf devletlerin güvenlik görevlilerinin,
bilhassa organize suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede
güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini
vurgulamaktadır (Dinç ve Çakır/Türkiye,
B. No: 66066/09, 9/7/2013, § 46).
58. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması
kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler
gösterilerek bir zanlı ya da
sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı
derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu
çerçevede değerlendirilmemelidir (B. No: 2014/85, 3/1/2014,
§ 46).
59. İtiraz veya temyiz merciinin,
itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki
gerekçelere katıldığı durumlarda, buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak
gerekçelendirmemesi, kural olarak, gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil
etmez (B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
60.
Bakanlık görüşüne göre, ilk
derece mahkemesi başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verirken
belirli bir süre “suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol
tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK100/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması” şeklindeki gerekçeye dayanmıştır.
61.
6352 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girmesinin ardından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tutukluluk
durumunu değerlendirerek;
“a-Sanık hakkında 30/7/2007
tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b-Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının
henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını
değiştirmeleri konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde
soruşturma ve bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma
şüphesinin devam ettiği,
c-Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt
yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısmı sanıkların
haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma
aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs
iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında
yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma
şüphesinin bulunduğu,
d-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5.
maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her
bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel
olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı,
nitelik ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı,
sanığa atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında
kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk
suresinin
üst sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının
alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer
yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu
sürenin makul olduğu,
e-Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın
başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı
dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz
yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok
ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi
halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç
şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları,
inceleme raporları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait
bilgisayarda ve diğer sanıkların bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler,
sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz önüne
alındığında, sanığın atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul
suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da
belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi
bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının
yetersiz kalacağı anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile
tutukluluk halinin devamına” karar vermiştir.
62.
Adalet Bakanlığı, bu
tarihten sonraki değerlendirmelerde ilk derece mahkemesinin 27/7/2012
tarihli kararına atıfla başvurucunun tutukluluk durumunun değerlendirildiğini
belirtilmiştir.
63.
Makul sürenin
hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına
alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama
tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir.
Ancak kişinin, tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkumiyetine karar
verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer (B. No:
2012/237, 2/7/2013, §§ 66- 67). Somut olayda başvurucu
gözaltına alındığı tarihten mahkûmiyet kararının açıklandığı tarihe kadar 6 yıl
8 gün tutuklu kalmıştır.
64. Tutuklamanın devamına karar
verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin
durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini
inceleyen mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri
karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
65. Mahkemenin, 6352 sayılı Kanun
kapsamında tutukluluk halinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında
yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine
bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki
gerekçeleri, diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak
değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı
olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle,
aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme
yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak, tutukluluk
gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi, özgürlüğün esas,
tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede
tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 117).
66. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol
hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma
imkanı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen, anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla
yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından, mevcut adli
kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda,
tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden
beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin
makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
tutukluluğunun makul süreyi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi
Yönünden
68. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
69. Başvuruda, Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu
maddi ve manevi zararlarına ilişkin yasal hakları saklı kalmak kaydıyla
bireysel başvuru kapsamında tazminat talebinde bulunmamıştır.
70. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1. Kuvvetli suç şüphesi
bulunmadığı halde tutuklama kararı verildiğine ilişkin kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Masumiyet karinesinin,
düşünce ve ifade özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının ihlali ile mahkemenin
bağımsız ve tarafsız olmadığı iddialarına ilişkin kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Tutukluluğun makul süreyi
aştığı iddiasına ilişkin kısmının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Tespit edilen ihlal nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği şikâyetinin ayrıca incelenmesine yer olmadığına,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak
başvurudan itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması halinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
26/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.