TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASAN HÜSEYİN DAL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2265)
|
|
Karar Tarihi: 16/10/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan
ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.
Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami
ER
|
Başvurucu
|
:
|
Hasan
Hüseyin DAL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, işçi alacaklarına
ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık 9 yılda tamamlandığını,
bozma kararının gereğinin yerine getirilmediğini, davasını ABD Doları üzerinden
açmasına rağmen kararın TL üzerinden verildiğini, şartları oluştuğu halde
birleştirme kararı verilmediğini, Basın İş Kanunu’nun 29. maddesi gereği
işverene izin alacağının üç katı kadar idari para cezasına hükmedilmesi
gerektiği halde mahkemece bunun dikkate alınmadığını belirterek hukuk devleti
ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 26/3/2013
tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 27/9/2013 tarihli görüş yazısı,
21/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet
Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 5/11/2013 tarihinde
ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucunun 14/7/1965 tarihinden itibaren çalıştığı The
Associated Press ile olan
iş akdi, 18/10/2004 tarihinde işveren tarafından feshedilmiştir.
8. Başvurucu, 6/12/2004 tarihinde İstanbul 7. İş Mahkemesinde fazlaya dair
haklarını saklı tutarak kıdem tazminatı fark alacağı için 500 ABD Doları, ihbar
tazminatı fark alacağı için 500 ABD Doları, fazla çalışma alacağı için 5.000
ABD Doları, ücretli izin alacağı için 5.000 ABD Doları ve tahakkuk tarihinden
itibaren işlemiş faiz alacağı için 9.000 ABD Doları olmak üzere toplam 20.000
ABD Doları talepli alacak davası açmıştır.
9. Başvurucunun talep ettiği
alacak kalemlerinin miktarlarının hesaplanması için Mahkemenin kararıyla 3/5/2006 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Bilirkişi
raporunda, ücretli izin alacağı dışındaki alacaklar bakımından değerlendirme
yapılarak başvurucuya fazladan kıdem tazminatı ödendiği, ihbar tazminatının
16,00 TL eksik ödendiği tespit edilmiş, fakat başvurucunun çalıştığı dönemleri
kapsayan ücret bordroları dosyada mevcut olmadığından ücretli izin alacağının
miktarı değerlendirilememiştir.
10. Bunun üzerine Mahkemenin
kararıyla 24/7/2006 tarihli yeni bir bilirkişi raporu
düzenlenmiştir. Başvurucunun izne hak kazandığı ilk tarih olan 14/7/1966 ile 1991 yılları arasındaki döneme ilişkin ücret
bordroları bulunamadığından, başvurucunun 1991 yılındaki brüt alacağının asgari
ücrete oranlanması üzerine bulunan katsayı dikkate alınarak tahmini bir
hesaplama yapılmıştır. Raporda ücretli izin alacağının
miktarı, 5 yıllık zamanaşımı süresinin fesih tarihinden itibaren başlaması hali
ile izinlerin kullandırılması gerektiği tarihten itibaren başlaması hali olmak
üzere iki seçeneğe göre değerlendirilmiş ve 39 yıllık izin ücret alacağı
miktarı 27.610,72 TL ve 5 yıllık izin ücreti 24.949,42 TL olarak
hesaplanmıştır.
11. Mahkemenin kararıyla üç
kişilik bir bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 5/2/2007
tarihli yeni bilirkişi raporunda da daha önceki raporlarla benzer şekilde
başvurucuya fazladan kıdem tazminatı ödendiği, ihbar tazminatının 16,00 TL
eksik ödendiği, fazla çalışmasının ispatlanamadığı ve son 5 yıllık izin
ücretinin talep edilebileceği gerekçesiyle ve izin hakkının doğduğu tarihteki
ücretler esas alınarak 27.504,11 TL izin ücret alacağı bulunduğu yönünde tespitler
yapılmıştır.
12. Mahkeme, 18/7/2007
tarih ve E.2004/840, K.2007/392 sayılı kararıyla, kıdem tazminatının
başvurucuya fazlasıyla ödendiği, fazla çalışma alacağı ve %5 fazla ödeme
alacağı taleplerinin ise fazla çalışmaya ilişkin kanıt bulunmaması ve bu
konudaki tanık anlatımlarında yeterli açıklık bulunmaması nedenleriyle reddine;
başvurucuya yıllık izinlerinin kullandırılmadığı kanaati ile dava dilekçesinde
dava konusu alacakların ABD Doları üzerinden istenmesine rağmen başvurucuya
yapılan ödemelerin dolar karşılığı Türk Lirası üzerinden ödendiği ve davacının
fazla ödenen kıdem tazminatının mahsup edilmesi talebini uygun bularak
24/7/2006 tarihli bilirkişi raporunun ikinci seçeneği doğrultusunda ve taleple
bağlı olarak 7.099,50 TL ücretli izin alacağına ve ödenmeyen 16,00 TL ihbar
tazminatı fark alacağının tahsiline hükmederek davayı kısmen kabul etmiştir.
13. Karar, başvurucu tarafından
temyiz edilmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 9/4/2009 tarih ve E.2007/38467, K.2009/10129 sayılı
kararıyla, başvurucu fesihten itibaren 5 yıllık süre içinde davasını açtığına
göre yıllık izin alacağı bakımından zamanaşımına uğramış alacaktan söz
edilemeyeceği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının buna ilişkin hükmünü
bozmuştur. Diğer temyiz itirazları ise reddedildiğinden bozma dışında kalan
hususlarda karar kesinleşmiştir.
14. Bozma kararından sonra 7/7/2009 tarihinde yapılan celsede, başvurucunun ücretli
izin talep ettiği döneme ilişkin başvurucuya ödenen ücretlerle ilgili yazılı
belge mevcut ise celbi için işverene yazı yazılmasına dair ara karar
verilmiştir.
15. Başvurucu, 29/7/2009 tarihinde fazlaya ilişkin hakları için İstanbul 2.
İş Mahkemesinde ayrı bir dava açmıştır.
16. Başvurucu, fazlaya dair
alacaklarını talep ettiği dava ile görülmekte olan davanın birleştirilmesi
talebinde bulunmuş, fakat bu talebi İstanbul 7. İş Mahkemesince reddedilmiştir.
17. Bozma kararı sonucu davayı
inceleyen İstanbul 7. İş Mahkemesi, 6/10/2009 tarih ve
E.2009/332, K.2009/483 sayılı kararıyla, yıllık izin ücretinin miktarı
konusunda tarafların itirazı olmadığından tekrar hesaplama yapılmaksızın önceki
davada alınan bilirkişi raporunda belirlenen rakamlar üzerinden bozma gerekçesi
doğrultusunda davayı kabul ettiğini belirtmiş, ancak taleple bağlı olarak
7.099,50 TL ücretli izin alacağının başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
18. Başvurucunun temyiz
itirazlarını inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 29/12/2009
tarihli kararıyla 7. İş Mahkemesinin kararını onamıştır. Karar aynı tarihte
kesinleşmiştir.
19. Başvurucunun fazlaya ilişkin
alacakları için 29/7/2009 tarihinde açtığı dava,
İstanbul 2. İş Mahkemesinin 15/6/2010 tarih ve E.2009/645, K.2010/497 sayılı
kararıyla, 7. İş Mahkemesindeki dosya kapsamı, davacı ve davalının dilekçeleri
ile 24/7/2006 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen miktar doğrultusunda hükme
bağlanmış ve İstanbul 7. İş Mahkemesi kararında belirtilen miktardan ayrı
olarak 14.488,57 TL izin alacağının ödenmesine karar verilmiştir.
20. İstanbul 2. İş Mahkemesinin
kararı da başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz talebini inceleyen
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 11/12/2012 tarih ve
E.2010/29441, K.2012/42165 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını
onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
21. Kesinleşen karar başvurucuya
26/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu
26/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
22. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir
biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
23. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili
hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf
yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri
uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/10/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
26/3/2013 tarih ve 2013/2265 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, işçi alacaklarına
ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık dokuz yılda tamamlandığını,
13/6/1952 tarih ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar
Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’a göre kendisine ödenmesine
karar verilmesi gereken fazla çalışma ücreti ile ilgili yeterli delil varken
mahkemenin görmezden geldiğini, mahkemece bozma kararının gereği yerine
getirilmeden hüküm verildiğini, davasını ABD Doları üzerinden açmasına ve
ücretini bu para cinsi üzerinden almasına rağmen kararın TL üzerinden
verildiğini, şartları oluştuğu halde fazlaya ilişkin hakları için açtığı dava
ile birleştirme kararı verilmediğini, Basın İş Kanunu’nun 29. maddesi gereği
işverene izin alacağının üç katı kadar idari para cezasına hükmedilmesi
gerektiği halde mahkemece bunun dikkate alınmadığını belirterek hukuk devleti
ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve temel
haklarının ihlal edildiğinin tespiti ile 97.312 ABD Doları maddi tazminatın
kendisine ödenmesi ya da izin ücretinin tahsili amacıyla yeniden yargılama
yapılması taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
26. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun işçi alacaklarına ilişkin açtığı davanın kısmen
kabulüne karar verildiğini belirterek, hukuk devleti ilkesinin ve adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa
Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı
olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılama
sürecine ve verilen kararın sonucu itibarıyla adil olup olmadığına yönelik
olup, bu iddialar yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında
değerlendirilmiş, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali
iddiaları ise ayrıca incelenmiştir. Ayrıca başvurucu şikâyetlerine konu davanın
9 yıl sürdüğünü dile getirse de başvurucunun açtığı iki farklı dava olduğu ve
bunlardan 7. İş Mahkemesinde açılan davanın Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 29/12/2009 tarihli kararıyla kesinleştiği, 2. İş
Mahkemesinde açtığı davanın ise aynı Dairenin 11/12/2012 tarihli kararıyla
kesinleştiği göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
i. Zaman Bakımından Yetki
27. Başvurucu İstanbul 7. İş
Mahkemesinde açtığı davayla ilgili olarak Basın İş Kanununa göre kendisine
ödenmesine karar verilmesi gereken fazla çalışma ücreti ile ilgili yeterli
delil varken mahkemenin delilleri görmezden geldiğini, mahkemece bozma
kararının gereği yerine getirilmeden hüküm verildiğini, şartları oluştuğu halde
fazlaya ilişkin hakları için açtığı dava ile birleştirme kararı verilmediğini,
Basın İş Kanununun 29. maddesi gereği işverene izin alacağının üç katı kadar
idari para cezasına hükmedilmesi gerektiği halde mahkemece bunun dikkate
alınmadığını iddia etmektedir.
28. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
herkesin, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü
tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği
hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın geçici 18. maddesinin yedinci fıkrasında
bireysel başvuruya ilişkin düzenlemelerin iki yıl içinde tamamlanacağı ve
uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların
kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun’un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
ise Kanunun 45 ilâ 51 inci maddelerinin 23/9/2012
tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.
29. 6216 sayılı Kanun’un geçici
1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel
başvuruları inceler.”
30. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu’nun 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanunla değişmeden önceki
8. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir;
“İş mahkemelerinden verilen kararlar, Yargıtayca
iki ay içinde tetkik olunarak karara bağlanır.
Yargıtay'ın bu kararlarına karşı karar tashihi istenemez”
31. 5521 sayılı İş Mahkemeleri
Kanunu’na 5308 sayılı Kanunla eklenen geçici 1. madde şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235
sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce
verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar
Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri
Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri
uygulanır.”
32. Anayasa ve 6216 sayılı
Kanun’un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme,
ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan
bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında,
anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde
yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından
yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle,
bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınmaları gerekir (B. No:
2012/947, § 16, 12/2/2013)
33. Öte yandan, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve
Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği
ilkesinin bir gereğidir. (B. No: 2012/51, § 18, 25/12/2012)
34. Bir hükme karşı
başvurulabilecek kanun yolunun kalmaması veya baştan böyle bir yolun
bulunmaması ile hüküm şeklî anlamda kesinleşir. Kesinleşme olağan kanun
yollarının tüketilmesi veya tüketilmesi için öngörülen zamanın geçmesi ile
gerçekleşmektedir (B. No: 2012/947, § 18, 12/2/2013).
35. Başvuru dilekçesi ve ekleri
incelendiğinde, başvurucunun 6/12/2004 tarihinde
İstanbul 7. İş Mahkemesinde fazlaya dair haklarını saklı tutarak açtığı kıdem
tazminatı fark alacağı, ihbar tazminatı fark alacağı, fazla çalışma alacağı ve
ücretli izin alacağı talepli davasında Mahkemenin, ihbar tazminatı ve ücretli
izin alacağı dışındaki talepleri reddettiği ve bu kararın Yargıtay 9. Hukuk
Dairesinin 29/12/2009 tarihli kararıyla kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Başvurucu, 29/7/2009 tarihinde İstanbul 2. İş
Mahkemesinde önceki mahkemede talep ettiği yıllık ücretli izin alacaklarının
fazlasına ilişkin hakları için ayrı bir dava açmış ve davanın 11/12/2012
tarihinde kesinleşmesinden sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
36. Bu durumda başvurucunun
başvuru dilekçesinde dile getirdiği İstanbul 7. İş Mahkemesindeki görülen
davaya yönelik şikâyetlerine konu yargılamanın Anayasa Mahkemesi’nin bireysel
başvuruları kabul etmeye başladığı 23/9/2012
tarihinden önce 29/12/2009 tarihli onama kararıyla kesinleştiği
anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle,
başvuru konusu İstanbul 7. İş Mahkemesinde görülen davada verilen kararın
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012
tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun, bu davaya konu
şikâyetler bakımından diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
ii. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı
İddiası
38. Başvurucu, davasını ABD
Doları üzerinden açmasına ve ücretini bu para cinsi üzerinden almasına rağmen
kararın TL üzerinden verildiğini ve alması gerekenden daha az yıllık izin
ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
39. Adalet Bakanlığının görüş
yazısında başvurucunun yukarıda geçen iddialarının özünün esas itibariyle
derece mahkemesince hukuk kurallarının yorumlanmasına ve uygulanmasına ilişkin
olduğu, Yargıtay içtihadına göre ücretin yabancı para olarak ödendiğinin belge
ile ispat edilmesini zorunlu tuttuğu, başvurucunun bu durumu mahkeme önünde
ispat edemediği, derece mahkemesinin ilgili hukuku yorumunda ve delilleri
takdirinde keyfilik bulunmadığı belirtilmiştir.
40. Başvurucu Adalet
Bakanlığının görüş yazısına karşı işverenle yaptığı sözleşmede ücretin yabancı
para cinsinden kararlaştırıldığını, bordosunda da ücretin yabancı para cinsi
karşılığı TL olarak hesaplanarak ödendiğini belirterek mahkeme kararında
keyfilik olduğunu iddia etmiştir.
41. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
42. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
43. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
44. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
45. Öte yandan benzer konularda
aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, derece
mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak, tarafların
talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil
yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 36).
46. Başvuru konusu olayda
başvurucu, işçi alacakları için 7. İş Mahkemesinde açtığı davada Mahkeme
başvurucunun yıllık ücretli izin alacaklarına dair iddiasını kabul ederek talep
ettiği miktar lehine karar vermiş, başvurucu ise yıllık ücretli izin
alacaklarının fazlaya ilişkin hakları için 2. İş Mahkemesinde yeni bir dava
açarak 97.312,00 ABD Doları izin alacağının kendisine ödenmesi talebinde
bulunmuştur. Mahkeme önceki dava dosyası kapsamı ve bu davada alınan 24/7/2006 tarihli bilirkişi raporunda yapılan hesaplamayı
dikkate alarak başvurucuya 14.488,57 TL ücretli izin alacağının dava tarihinden
itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir.
47. Başvurucu davasını ABD
Doları üzerinden açmasına, ücretini bu para cinsi üzerinden almasına, ücret
bordrolarının da ABD Doları cinsinden hazırlanmasına rağmen kararın TL
üzerinden verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmektedir.
48. Başvurucunun yıllık ücretli
izin alacaklarının fazlaya ilişkin hakları için açtığı davada Mahkeme,
başvurucunun 7. İş Mahkemesinde açtığı işçi alacaklarına dair dava dosyası ile
başvurucu ve davalının dilekçelerini inceleyerek değerlendirmiş ve önceki dava dosyası
kapsamına atıf yaparak burada yer alan ödemelerin ABD Doları karşılığı TL
cinsinden yapılması nedeniyle alacakların da TL üzerinden hesaplanması görüşü
ile önceki davada alınan 24/7/2006 tarihli bilirkişi
raporunda yapılan hesaplamayı benimseyerek fazlaya ilişkin alacakları TL
üzerinden tespit ederek hüküm vermiştir. Başvurucunun başvuruya konu ettiği
gerekçelerle yaptığı temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi “kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici
sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde isabetsizlik görülmemesi”
gerekçesiyle temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesi hükmünü
onanmıştır.
49. Yargıtay içtihatlarında,
davacıların ücretin yabancı para cinsi üzerinden ödendiğini iddia etmeleri
durumunda, bunun açık ve kesin olarak yazılı belge ile ortaya konması
gerektiği, aksi halde kural olarak ülkede tarafların TL üzerinden anlaşmaya
vardıklarının kabul edilmesi gerektiği ifade edilmektedir (Yargıtay 9. Hukuk
Dairesi, E.2011/1081, K.2011/4564, 21/3/2011). Başvuru
konusu olayda başvurucunun ibraz ettiği bordrolarından ücretinin ABD Doları
karşılığı TL olarak kendisine ödendiği görülmektedir. Derece Mahkemesi bu
durumun yabancı para ödemesi sayılmayacağı yönündeki yorumla başvurucunun
alacağını TL üzerinden belirlemiştir.
50. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
51. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
52. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası veya açıkça
keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın
Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden
53. Başvurucunun yargılamanın
uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54. Başvurucu, işçi alacaklarına
ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık 9 yılda tamamlanması
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
55. Adalet Bakanlığı görüşünde,
yargılama süresinin makul olup olmadığını incelerken her olayın kendine özgü
koşullarının, davanın karmaşık olup olmadığının, yargılama süresince tarafların
gösterdiği davranışlar ve yetkili makamların tutumlarının, davanın başvurucu
açısından taşıdığı önem gibi hususların dikkate alındığını belirtmiş, somut
başvuruya konu 2. İş Mahkemesinde görülen davanın iki dereceli yargılamada 3
yıl 5 ay sürdüğü, ilk derece mahkemesinin 10 ayda karar verdiği, kalan sürenin
temyiz aşamasında geçtiğini ifade etmiş, başvurucunun yargılama süresinin uzun
olduğuna yönelik şikâyetleri incelenirken bu hususların da göz önünde
bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur.
56. Başvurucu, Adalet
Bakanlığı’nın görüşüne karşı beyanında, makul sürede yargılanma hakkına yönelik
beyanda bulunmamıştır.
57. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18)
58. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
59. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
60. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
61. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin
lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer
vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
62. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
63. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
64. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
65. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek
başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının
ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle,
hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
66. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
67. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, işçi alacağının tahsili için açılan bir alacak davasının söz konusu
olduğu görülmekle, 4857 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri
konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
68. Başvurucu açmış olduğu iki
davanın toplam yargılama süresinin 9 yılı aşması nedeniyle makul süre
şikâyetini dile getirmekle beraber zaman bakımından yetki bölümünde anlatıldığı
gibi başvurucunun 6/12/2004 tarihinde İstanbul 7. İş
Mahkemesinde açtığı farklı kalemlerde işçilik alacağı talepli davasında
Mahkeme, ihbar tazminatı ve ücretli izin alacağı dışındaki taleplerini
reddetmiş ve bu karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 29/12/2009 tarihli kararıyla
kesinleştiğinden bu davada öne sürülen şikâyetler zaman bakımından yetki
nedeniyle kabul edilmez bulunmuştur. Bu sebeple başvurucunun 29/7/2009
tarihinde İstanbul 2. İş Mahkemesinde yıllık ücretli izin alacaklarının
fazlasına ilişkin hakları için açtığı dava makul süre şikâyeti yönünden
incelenecektir.
69. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin
işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup,
somut başvuru açısından İstanbul 2. İş Mahkemesinde açılan dava açısından bu
tarih 29/7/2009
tarihidir.
70. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut
yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, temyiz incelemesi yapan
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 11/12/2012 tarihli onama
kararı olduğu anlaşılmaktadır.
71. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil,
uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 51).
72. Makul sürede yargılanma
hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaati kriteri çerçevesinde
bireylerin ekonomik geleceği ve çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara
alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı
organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir (Bkz.,
B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59). Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun
çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak
genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş
davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz
bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 60).
73. Belirtilen hususun yanı sıra
6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda
yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku
uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit
yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha
kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür
(B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64-65).
74. Söz konusu başvurunun konusu
olan yıllık ücretli izin alacaklarının fazlasına ilişkin haklar için açılan
alacak davasında yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı
değerlendirildiğinde, İstanbul 2. İş Mahkemesinde 29/7/2009
tarihinde açılan davada yaklaşık 10 buçuk ay sonra 15/6/2010 tarihinde karar
verildiği, ancak temyiz incelemesinin yaklaşık 2 yıl 6 ay sürdüğü, gecikmenin
esas olarak temyiz incelemesinde geçen süreden kaynaklandığı ve yargılamanın
toplam süresinin 3 yıl 5 ay olduğu anlaşılmaktadır (§ 19-20).
75. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü
görülmekle, 4857 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için
geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı
Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 4857 sayılı
Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin,
uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu
anlaşılmaktadır (§ 66-67).
76. 4857 sayılı Kanun’un
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin
etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar
verilmiş olup (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59-82),
başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası
gereken usul işlemlerinin niteliği çerçevesinde davaya bütün olarak
bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek
bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık 3 yıl 5 aylık yargılama sürecinde
özellikle davanın konusunun daha önce kesinleşen bir davada alınamayan fazlaya
ilişkin alacak talepli olması ve detaylı bir incelemeyi gerektirmemesi dikkate
alındığında makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
77. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
78. Başvurucu, yargılamanın adil
olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
79. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
80. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık 3 yıl 5 aylık yargılama süresi nazara alındığında,
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren
net 2.100,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
81. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından ve
başvurucunun makul süre dışındaki şikâyetleri hakkında kabul edilemezlik kararı
verildiği göz önünde bulundurulduğunda başvurucunun maddi tazminat taleplerinin
reddine karar verilmesi gerekir.
82. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan ibaret yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun,
1.
İstanbul 7. İş Mahkemesinde görülen davaya konu edilen şikâyetler yönünden “zaman bakımından yetkisizlik”,
2.
Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin şikâyetler yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkına yönelik iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 2.100,00 TL manevi
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.