logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hasan Hüseyin Dal [2.B.], B. No: 2013/2265, 16/10/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN HÜSEYİN DAL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2265)

 

Karar Tarihi: 16/10/2014

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Selami ER

Başvurucu

:

Hasan Hüseyin DAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, işçi alacaklarına ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık 9 yılda tamamlandığını, bozma kararının gereğinin yerine getirilmediğini, davasını ABD Doları üzerinden açmasına rağmen kararın TL üzerinden verildiğini, şartları oluştuğu halde birleştirme kararı verilmediğini, Basın İş Kanunu’nun 29. maddesi gereği işverene izin alacağının üç katı kadar idari para cezasına hükmedilmesi gerektiği halde mahkemece bunun dikkate alınmadığını belirterek hukuk devleti ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 26/3/2013 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/9/2013 tarihli görüş yazısı, 21/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 5/11/2013 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun 14/7/1965 tarihinden itibaren çalıştığı The Associated Press ile olan iş akdi, 18/10/2004 tarihinde işveren tarafından feshedilmiştir.

8. Başvurucu, 6/12/2004 tarihinde İstanbul 7. İş Mahkemesinde fazlaya dair haklarını saklı tutarak kıdem tazminatı fark alacağı için 500 ABD Doları, ihbar tazminatı fark alacağı için 500 ABD Doları, fazla çalışma alacağı için 5.000 ABD Doları, ücretli izin alacağı için 5.000 ABD Doları ve tahakkuk tarihinden itibaren işlemiş faiz alacağı için 9.000 ABD Doları olmak üzere toplam 20.000 ABD Doları talepli alacak davası açmıştır.

9. Başvurucunun talep ettiği alacak kalemlerinin miktarlarının hesaplanması için Mahkemenin kararıyla 3/5/2006 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Bilirkişi raporunda, ücretli izin alacağı dışındaki alacaklar bakımından değerlendirme yapılarak başvurucuya fazladan kıdem tazminatı ödendiği, ihbar tazminatının 16,00 TL eksik ödendiği tespit edilmiş, fakat başvurucunun çalıştığı dönemleri kapsayan ücret bordroları dosyada mevcut olmadığından ücretli izin alacağının miktarı değerlendirilememiştir.

10. Bunun üzerine Mahkemenin kararıyla 24/7/2006 tarihli yeni bir bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Başvurucunun izne hak kazandığı ilk tarih olan 14/7/1966 ile 1991 yılları arasındaki döneme ilişkin ücret bordroları bulunamadığından, başvurucunun 1991 yılındaki brüt alacağının asgari ücrete oranlanması üzerine bulunan katsayı dikkate alınarak tahmini bir hesaplama yapılmıştır. Raporda ücretli izin alacağının miktarı, 5 yıllık zamanaşımı süresinin fesih tarihinden itibaren başlaması hali ile izinlerin kullandırılması gerektiği tarihten itibaren başlaması hali olmak üzere iki seçeneğe göre değerlendirilmiş ve 39 yıllık izin ücret alacağı miktarı 27.610,72 TL ve 5 yıllık izin ücreti 24.949,42 TL olarak hesaplanmıştır.

11. Mahkemenin kararıyla üç kişilik bir bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 5/2/2007 tarihli yeni bilirkişi raporunda da daha önceki raporlarla benzer şekilde başvurucuya fazladan kıdem tazminatı ödendiği, ihbar tazminatının 16,00 TL eksik ödendiği, fazla çalışmasının ispatlanamadığı ve son 5 yıllık izin ücretinin talep edilebileceği gerekçesiyle ve izin hakkının doğduğu tarihteki ücretler esas alınarak 27.504,11 TL izin ücret alacağı bulunduğu yönünde tespitler yapılmıştır.

12. Mahkeme, 18/7/2007 tarih ve E.2004/840, K.2007/392 sayılı kararıyla, kıdem tazminatının başvurucuya fazlasıyla ödendiği, fazla çalışma alacağı ve %5 fazla ödeme alacağı taleplerinin ise fazla çalışmaya ilişkin kanıt bulunmaması ve bu konudaki tanık anlatımlarında yeterli açıklık bulunmaması nedenleriyle reddine; başvurucuya yıllık izinlerinin kullandırılmadığı kanaati ile dava dilekçesinde dava konusu alacakların ABD Doları üzerinden istenmesine rağmen başvurucuya yapılan ödemelerin dolar karşılığı Türk Lirası üzerinden ödendiği ve davacının fazla ödenen kıdem tazminatının mahsup edilmesi talebini uygun bularak 24/7/2006 tarihli bilirkişi raporunun ikinci seçeneği doğrultusunda ve taleple bağlı olarak 7.099,50 TL ücretli izin alacağına ve ödenmeyen 16,00 TL ihbar tazminatı fark alacağının tahsiline hükmederek davayı kısmen kabul etmiştir.

13. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 9/4/2009 tarih ve E.2007/38467, K.2009/10129 sayılı kararıyla, başvurucu fesihten itibaren 5 yıllık süre içinde davasını açtığına göre yıllık izin alacağı bakımından zamanaşımına uğramış alacaktan söz edilemeyeceği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının buna ilişkin hükmünü bozmuştur. Diğer temyiz itirazları ise reddedildiğinden bozma dışında kalan hususlarda karar kesinleşmiştir.

14. Bozma kararından sonra 7/7/2009 tarihinde yapılan celsede, başvurucunun ücretli izin talep ettiği döneme ilişkin başvurucuya ödenen ücretlerle ilgili yazılı belge mevcut ise celbi için işverene yazı yazılmasına dair ara karar verilmiştir.

15. Başvurucu, 29/7/2009 tarihinde fazlaya ilişkin hakları için İstanbul 2. İş Mahkemesinde ayrı bir dava açmıştır.

16. Başvurucu, fazlaya dair alacaklarını talep ettiği dava ile görülmekte olan davanın birleştirilmesi talebinde bulunmuş, fakat bu talebi İstanbul 7. İş Mahkemesince reddedilmiştir.

17. Bozma kararı sonucu davayı inceleyen İstanbul 7. İş Mahkemesi, 6/10/2009 tarih ve E.2009/332, K.2009/483 sayılı kararıyla, yıllık izin ücretinin miktarı konusunda tarafların itirazı olmadığından tekrar hesaplama yapılmaksızın önceki davada alınan bilirkişi raporunda belirlenen rakamlar üzerinden bozma gerekçesi doğrultusunda davayı kabul ettiğini belirtmiş, ancak taleple bağlı olarak 7.099,50 TL ücretli izin alacağının başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

18. Başvurucunun temyiz itirazlarını inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 29/12/2009 tarihli kararıyla 7. İş Mahkemesinin kararını onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

19. Başvurucunun fazlaya ilişkin alacakları için 29/7/2009 tarihinde açtığı dava, İstanbul 2. İş Mahkemesinin 15/6/2010 tarih ve E.2009/645, K.2010/497 sayılı kararıyla, 7. İş Mahkemesindeki dosya kapsamı, davacı ve davalının dilekçeleri ile 24/7/2006 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen miktar doğrultusunda hükme bağlanmış ve İstanbul 7. İş Mahkemesi kararında belirtilen miktardan ayrı olarak 14.488,57 TL izin alacağının ödenmesine karar verilmiştir.

20. İstanbul 2. İş Mahkemesinin kararı da başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 11/12/2012 tarih ve E.2010/29441, K.2012/42165 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

21. Kesinleşen karar başvurucuya 26/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 26/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

22. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

23. 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 16/10/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/3/2013 tarih ve 2013/2265 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu, işçi alacaklarına ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık dokuz yılda tamamlandığını, 13/6/1952 tarih ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’a göre kendisine ödenmesine karar verilmesi gereken fazla çalışma ücreti ile ilgili yeterli delil varken mahkemenin görmezden geldiğini, mahkemece bozma kararının gereği yerine getirilmeden hüküm verildiğini, davasını ABD Doları üzerinden açmasına ve ücretini bu para cinsi üzerinden almasına rağmen kararın TL üzerinden verildiğini, şartları oluştuğu halde fazlaya ilişkin hakları için açtığı dava ile birleştirme kararı verilmediğini, Basın İş Kanunu’nun 29. maddesi gereği işverene izin alacağının üç katı kadar idari para cezasına hükmedilmesi gerektiği halde mahkemece bunun dikkate alınmadığını belirterek hukuk devleti ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve temel haklarının ihlal edildiğinin tespiti ile 97.312 ABD Doları maddi tazminatın kendisine ödenmesi ya da izin ücretinin tahsili amacıyla yeniden yargılama yapılması taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

26. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun işçi alacaklarına ilişkin açtığı davanın kısmen kabulüne karar verildiğini belirterek, hukuk devleti ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılama sürecine ve verilen kararın sonucu itibarıyla adil olup olmadığına yönelik olup, bu iddialar yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiş, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise ayrıca incelenmiştir. Ayrıca başvurucu şikâyetlerine konu davanın 9 yıl sürdüğünü dile getirse de başvurucunun açtığı iki farklı dava olduğu ve bunlardan 7. İş Mahkemesinde açılan davanın Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 29/12/2009 tarihli kararıyla kesinleştiği, 2. İş Mahkemesinde açtığı davanın ise aynı Dairenin 11/12/2012 tarihli kararıyla kesinleştiği göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Zaman Bakımından Yetki

27. Başvurucu İstanbul 7. İş Mahkemesinde açtığı davayla ilgili olarak Basın İş Kanununa göre kendisine ödenmesine karar verilmesi gereken fazla çalışma ücreti ile ilgili yeterli delil varken mahkemenin delilleri görmezden geldiğini, mahkemece bozma kararının gereği yerine getirilmeden hüküm verildiğini, şartları oluştuğu halde fazlaya ilişkin hakları için açtığı dava ile birleştirme kararı verilmediğini, Basın İş Kanununun 29. maddesi gereği işverene izin alacağının üç katı kadar idari para cezasına hükmedilmesi gerektiği halde mahkemece bunun dikkate alınmadığını iddia etmektedir.

28. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın geçici 18. maddesinin yedinci fıkrasında bireysel başvuruya ilişkin düzenlemelerin iki yıl içinde tamamlanacağı ve uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği, 6216 sayılı Kanun’un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanunun 45 ilâ 51 inci maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

29. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

30. 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanunla değişmeden önceki 8. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir;

“İş mahkemelerinden verilen kararlar, Yargıtayca iki ay içinde tetkik olunarak karara bağlanır.

Yargıtay'ın bu kararlarına karşı karar tashihi istenemez”

31. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’na 5308 sayılı Kanunla eklenen geçici 1. madde şöyledir:

“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.”

32. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun’un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle, bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınmaları gerekir (B. No: 2012/947, § 16, 12/2/2013)

33. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir. (B. No: 2012/51, § 18, 25/12/2012)

34. Bir hükme karşı başvurulabilecek kanun yolunun kalmaması veya baştan böyle bir yolun bulunmaması ile hüküm şeklî anlamda kesinleşir. Kesinleşme olağan kanun yollarının tüketilmesi veya tüketilmesi için öngörülen zamanın geçmesi ile gerçekleşmektedir (B. No: 2012/947, § 18, 12/2/2013).

35. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun 6/12/2004 tarihinde İstanbul 7. İş Mahkemesinde fazlaya dair haklarını saklı tutarak açtığı kıdem tazminatı fark alacağı, ihbar tazminatı fark alacağı, fazla çalışma alacağı ve ücretli izin alacağı talepli davasında Mahkemenin, ihbar tazminatı ve ücretli izin alacağı dışındaki talepleri reddettiği ve bu kararın Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 29/12/2009 tarihli kararıyla kesinleştiği anlaşılmaktadır. Başvurucu, 29/7/2009 tarihinde İstanbul 2. İş Mahkemesinde önceki mahkemede talep ettiği yıllık ücretli izin alacaklarının fazlasına ilişkin hakları için ayrı bir dava açmış ve davanın 11/12/2012 tarihinde kesinleşmesinden sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.

36. Bu durumda başvurucunun başvuru dilekçesinde dile getirdiği İstanbul 7. İş Mahkemesindeki görülen davaya yönelik şikâyetlerine konu yargılamanın Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları kabul etmeye başladığı 23/9/2012 tarihinden önce 29/12/2009 tarihli onama kararıyla kesinleştiği anlaşılmaktadır.

37. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu İstanbul 7. İş Mahkemesinde görülen davada verilen kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun, bu davaya konu şikâyetler bakımından diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası

38. Başvurucu, davasını ABD Doları üzerinden açmasına ve ücretini bu para cinsi üzerinden almasına rağmen kararın TL üzerinden verildiğini ve alması gerekenden daha az yıllık izin ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Adalet Bakanlığının görüş yazısında başvurucunun yukarıda geçen iddialarının özünün esas itibariyle derece mahkemesince hukuk kurallarının yorumlanmasına ve uygulanmasına ilişkin olduğu, Yargıtay içtihadına göre ücretin yabancı para olarak ödendiğinin belge ile ispat edilmesini zorunlu tuttuğu, başvurucunun bu durumu mahkeme önünde ispat edemediği, derece mahkemesinin ilgili hukuku yorumunda ve delilleri takdirinde keyfilik bulunmadığı belirtilmiştir.

40. Başvurucu Adalet Bakanlığının görüş yazısına karşı işverenle yaptığı sözleşmede ücretin yabancı para cinsinden kararlaştırıldığını, bordosunda da ücretin yabancı para cinsi karşılığı TL olarak hesaplanarak ödendiğini belirterek mahkeme kararında keyfilik olduğunu iddia etmiştir.

41. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

42. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

43. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

44. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

45. Öte yandan benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, derece mahkemeleri veya temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak, tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/1056, 16/4/2013, § 36).

46. Başvuru konusu olayda başvurucu, işçi alacakları için 7. İş Mahkemesinde açtığı davada Mahkeme başvurucunun yıllık ücretli izin alacaklarına dair iddiasını kabul ederek talep ettiği miktar lehine karar vermiş, başvurucu ise yıllık ücretli izin alacaklarının fazlaya ilişkin hakları için 2. İş Mahkemesinde yeni bir dava açarak 97.312,00 ABD Doları izin alacağının kendisine ödenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme önceki dava dosyası kapsamı ve bu davada alınan 24/7/2006 tarihli bilirkişi raporunda yapılan hesaplamayı dikkate alarak başvurucuya 14.488,57 TL ücretli izin alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir.

47. Başvurucu davasını ABD Doları üzerinden açmasına, ücretini bu para cinsi üzerinden almasına, ücret bordrolarının da ABD Doları cinsinden hazırlanmasına rağmen kararın TL üzerinden verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

48. Başvurucunun yıllık ücretli izin alacaklarının fazlaya ilişkin hakları için açtığı davada Mahkeme, başvurucunun 7. İş Mahkemesinde açtığı işçi alacaklarına dair dava dosyası ile başvurucu ve davalının dilekçelerini inceleyerek değerlendirmiş ve önceki dava dosyası kapsamına atıf yaparak burada yer alan ödemelerin ABD Doları karşılığı TL cinsinden yapılması nedeniyle alacakların da TL üzerinden hesaplanması görüşü ile önceki davada alınan 24/7/2006 tarihli bilirkişi raporunda yapılan hesaplamayı benimseyerek fazlaya ilişkin alacakları TL üzerinden tespit ederek hüküm vermiştir. Başvurucunun başvuruya konu ettiği gerekçelerle yaptığı temyiz üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi “kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde isabetsizlik görülmemesi” gerekçesiyle temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesi hükmünü onanmıştır.

49. Yargıtay içtihatlarında, davacıların ücretin yabancı para cinsi üzerinden ödendiğini iddia etmeleri durumunda, bunun açık ve kesin olarak yazılı belge ile ortaya konması gerektiği, aksi halde kural olarak ülkede tarafların TL üzerinden anlaşmaya vardıklarının kabul edilmesi gerektiği ifade edilmektedir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, E.2011/1081, K.2011/4564, 21/3/2011). Başvuru konusu olayda başvurucunun ibraz ettiği bordrolarından ücretinin ABD Doları karşılığı TL olarak kendisine ödendiği görülmektedir. Derece Mahkemesi bu durumun yabancı para ödemesi sayılmayacağı yönündeki yorumla başvurucunun alacağını TL üzerinden belirlemiştir.

50. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

51. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

52. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası veya açıkça keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası Yönünden

53. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

54. Başvurucu, işçi alacaklarına ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık 9 yılda tamamlanması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

55. Adalet Bakanlığı görüşünde, yargılama süresinin makul olup olmadığını incelerken her olayın kendine özgü koşullarının, davanın karmaşık olup olmadığının, yargılama süresince tarafların gösterdiği davranışlar ve yetkili makamların tutumlarının, davanın başvurucu açısından taşıdığı önem gibi hususların dikkate alındığını belirtmiş, somut başvuruya konu 2. İş Mahkemesinde görülen davanın iki dereceli yargılamada 3 yıl 5 ay sürdüğü, ilk derece mahkemesinin 10 ayda karar verdiği, kalan sürenin temyiz aşamasında geçtiğini ifade etmiş, başvurucunun yargılama süresinin uzun olduğuna yönelik şikâyetleri incelenirken bu hususların da göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunmuştur.

56. Başvurucu, Adalet Bakanlığı’nın görüşüne karşı beyanında, makul sürede yargılanma hakkına yönelik beyanda bulunmamıştır.

57. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)

58. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

59. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

60. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

61. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

62. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).

63. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).

64. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

65. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

66. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

67. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, işçi alacağının tahsili için açılan bir alacak davasının söz konusu olduğu görülmekle, 4857 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

68. Başvurucu açmış olduğu iki davanın toplam yargılama süresinin 9 yılı aşması nedeniyle makul süre şikâyetini dile getirmekle beraber zaman bakımından yetki bölümünde anlatıldığı gibi başvurucunun 6/12/2004 tarihinde İstanbul 7. İş Mahkemesinde açtığı farklı kalemlerde işçilik alacağı talepli davasında Mahkeme, ihbar tazminatı ve ücretli izin alacağı dışındaki taleplerini reddetmiş ve bu karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 29/12/2009 tarihli kararıyla kesinleştiğinden bu davada öne sürülen şikâyetler zaman bakımından yetki nedeniyle kabul edilmez bulunmuştur. Bu sebeple başvurucunun 29/7/2009 tarihinde İstanbul 2. İş Mahkemesinde yıllık ücretli izin alacaklarının fazlasına ilişkin hakları için açtığı dava makul süre şikâyeti yönünden incelenecektir.

69. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından İstanbul 2. İş Mahkemesinde açılan dava açısından bu tarih 29/7/2009 tarihidir.

70. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 11/12/2012 tarihli onama kararı olduğu anlaşılmaktadır.

71. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

72. Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaati kriteri çerçevesinde bireylerin ekonomik geleceği ve çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir (Bkz., B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59). Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 60).

73. Belirtilen hususun yanı sıra 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64-65).

74. Söz konusu başvurunun konusu olan yıllık ücretli izin alacaklarının fazlasına ilişkin haklar için açılan alacak davasında yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, İstanbul 2. İş Mahkemesinde 29/7/2009 tarihinde açılan davada yaklaşık 10 buçuk ay sonra 15/6/2010 tarihinde karar verildiği, ancak temyiz incelemesinin yaklaşık 2 yıl 6 ay sürdüğü, gecikmenin esas olarak temyiz incelemesinde geçen süreden kaynaklandığı ve yargılamanın toplam süresinin 3 yıl 5 ay olduğu anlaşılmaktadır (§ 19-20).

75. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 4857 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 4857 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 66-67).

76. 4857 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59-82), başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık 3 yıl 5 aylık yargılama sürecinde özellikle davanın konusunun daha önce kesinleşen bir davada alınamayan fazlaya ilişkin alacak talepli olması ve detaylı bir incelemeyi gerektirmemesi dikkate alındığında makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

77. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

78. Başvurucu, yargılamanın adil olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

79. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

80. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık 3 yıl 5 aylık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 2.100,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

81. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından ve başvurucunun makul süre dışındaki şikâyetleri hakkında kabul edilemezlik kararı verildiği göz önünde bulundurulduğunda başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

82. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun,

1. İstanbul 7. İş Mahkemesinde görülen davaya konu edilen şikâyetler yönünden “zaman bakımından yetkisizlik”,

2. Yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin şikâyetler yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkına yönelik iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 2.100,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

16/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Hasan Hüseyin Dal [2.B.], B. No: 2013/2265, 16/10/2014, § …)
   
Başvuru Adı HASAN HÜSEYİN DAL
Başvuru No 2013/2265
Başvuru Tarihi 26/3/2013
Karar Tarihi 16/10/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, işçi alacaklarına ilişkin açtığı davanın makul süreyi aşarak yaklaşık 9 yılda tamamlandığını, bozma kararının gereğinin yerine getirilmediğini, davasını ABD Doları üzerinden açmasına rağmen kararın TL üzerinden verildiğini, şartları oluştuğu halde birleştirme kararı verilmediğini, Basın İş Kanunu’nun 29. maddesi gereği işverene izin alacağının üç katı kadar idari para cezasına hükmedilmesi gerektiği halde mahkemece bunun dikkate alınmadığını belirterek hukuk devleti ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) İhlal Manevi tazminat
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Kanun yolu şikâyeti (hukuk) Zaman Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 447
30
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi