TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HALİL ATABEY BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3771)
|
|
Karar Tarihi: 16/10/2014
|
R.G. Tarih-Sayı: 10/1/2015-29232
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Halil ATABEY
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, 2008 yılı terfi
değerlendirilmesi sonucunda 4. sınıf emniyet müdürlüğü rütbesine terfi
ettirilmemesine ilişkin işlemin iptali istemi ile açmış olduğu davada
Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin, 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında
tanımlanan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin
giderilmesine ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle uğradığı zararın tazminine
karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 4/6/2013 tarihinde
Sinop 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin
idari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 23/1/2014
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş,
Bakanlık, yazılı görüşünü 21/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı,
başvurucuya 3/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne
cevaplarını içeren dilekçesini 14/3/2014 tarihinde sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, emniyet amirliği
rütbesine 2004 yılında terfi etmiş, dört yıllık bekleme süresinin sonunda durumu
değerlendirilerek Yüksek Değerlendirme Kurulu kararı ile 4. sınıf emniyet
müdürü rütbesine terfi ettirilmemesine karar verilmiştir.
9. Başvurucu, 4 yıllık zorunlu
bekleme süresini doldurduğu ve bu süre içinde sicillerinin olumlu olduğu, sadece
4 günlük maaş kesim cezasının bulunduğu ve bunun da terfisine
engel olacak nitelikte bulunmadığı iddiasıyla terfi ettirilmeme işleminin
iptali istemiyle 29/5/2008 tarihinde Samsun 2. İdare Mahkemesinde dava
açmıştır.
10. Samsun 2. İdare Mahkemesi 31/12/2008
tarih ve E.2008/552, K.2008/2505 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir.
Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir:
“Uyuşmazlığa konu olayda, Emniyet Amiri
rütbesine 30.06.2004 tarihinde terfi eden davacının bulunduğu rütbedeki zorunlu
bekleme süresini doldurduğu ve bekleme süresi içindeki sicillerinin de 2004
yılı 97, 2005 yılı 92, 2006 yılı 66, 2007 yılı 81 olduğu ve ayrıca 13 maaş ve 2
takdirname ile taltif edildiği ve 4 günlük aylık kesimi cezası dışında hakkında
verilmiş bir mahkumiyet veya disiplin cezası bulunmadığı anlaşılmış ise de,
İzmir Emniyet Müdürlüğü emrinde görevli olduğu döneminde İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca 2005/519 nolu dosya üzerinde
yürütülen soruşturma kapsamında İzmir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğünce çıkar amaçlı suç örgütüne yönelik yapılan operasyonlar
sonucunda bahse konu suç örgütü ile irtibatlı olanlar arasında davacının da
bulunduğunun tespiti üzerine aralarında davacının da bulunduğu sanıklar
hakkında İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E:2007/375 sayılı dosyasında açılan
ceza davasının derdest olduğu ve dava hakkındaki iddiaların da UYAP sorgu
sisteminde yapılan sorgulama sonucunda "suç işlemek amacıyla kurulan
örgüte üye olmak, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, tutuklu, hükümlü
veya suç delillerini bildirmeme" olduğu hususları dikkate alındığında
idarenin takdir yetkisi kapsamında tesis edildiği anlaşılan dava konusu işlemde
hukuka aykırılık bulunmamıştır.”
11. Başvurucu tarafından
yürütmeyi durdurma talepli olarak karar temyiz edilmiş, Danıştay Onikinci Dairesi 26/5/2009 tarih ve E.2009/2515 sayılı
kararı ile yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş, başvurucu ikinci kez
yürütmeyi durdurma talep etmesi üzerine Daire 22/4/2011 tarih ve E.2009/2515
sayılı kararı ile yeniden yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş, 12/6/2012
tarih ve E.2009/2515, K.2012/4104 sayılı kararı ile de temyiz istemini
reddederek, Mahkeme kararını onamıştır.
12. Bu karara karşı yapılan
karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 18/2/2013 tarih ve E.2012/11336,
K.2013/598 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
13. Karar, başvurucuya 14/5/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 4/6/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Diğer taraftan, dava
dosyasının temyiz incelemesi devam etmekte iken başvurucu 30/6/2010 tarihi
itibarıyla 4. sınıf emniyet müdürlüğü rütbesine terfi ettirilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
16. 4/6/1937 tarih ve 3201
sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun “Terfî ve atama” başlıklı 55. maddesinin ilgili
kısımları şöyledir:
“Polis Amirleri, rütbe sırası ile Komiser Yardımcısı,
Komiser, Başkomiser, Emniyet Amiri, 4 üncü Sınıf Emniyet Müdürü, 3 üncü Sınıf Emniyet Müdürü,
2’nci Sınıf Emniyet Müdürü, 1 inci Sınıf Emniyet Müdürü ve Sınıf Üstü Emniyet
Müdürüdür.
Bu rütbelere terfiler, bu maddede öngörülen sınav ve eğitim
şartı saklı kalmak üzere, kıdem ve liyakata göre
yapılır.
…
Taksirli suçlar hariç, paraya çevrilse veya tecil edilse
dahi alınan hapis cezaları, aylıksız izinde geçen süreler, uzun ve kısa süreli
durdurma cezaları ile meslekten ve memuriyetten men cezaları, ceza süreleri
kadar rütbe terfiini geri bıraktırır. Her olumsuz sicil, rütbe terfiini bir yıl
geciktirir.
…”
17. Aynı maddenin son fıkrası uyarınca
çıkarılan ve 10/8/2001 tarih ve 24489 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeli Rütbe
Terfileri ve Değerlendirme Kurullarının Çalışmalarına İlişkin Yönetmeliğin “Yüksek Değerlendirme Kurulunun değerlendirme ve karar
usulü” başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Yüksek Değerlendirme Kurulu üyeleri; 22’nci madde
belirtilen terfi edecek personel hakkında;
a) Bulunduğu rütbede, affa uğramış olsa bile, adli
mercilerce verilen kararlar ve bu kararlara dayanak olan fiillerini,
b) Bulunduğu rütbede, affa uğramış olsa bile, disiplin
kurullarınca verilen disiplin cezalarına veya soruşturma bilgilerini ve bu
soruşturmalara dayanak olan fiil ve hareketlerini,
c) Performans değerlendirme, ödül ve başarı belgesi
bilgilerini,
d) Meslek içerisindeki bilgi, beceri ve davranışlarını,
değerlendirerek edinecekleri kanaate göre oy çokluğu ile karar verirler.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 16/10/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/6/2013 tarih ve 2013/3771
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu, 2008 yılı terfi
döneminde 4. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi bekleyen 674 emniyet amirinden 646
amirin terfi ettirildiğini, kendisinin 520. terfi sırasında olmasına rağmen
terfi ettirilmediğini, bekleme süresi içinde sadece 4 günlük aylık kesim cezası
aldığını, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesindeki ceza yargılamasının devam etmesine
karşın Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olarak idari tasarrufta bulunulduğunu,
kendisiyle aynı durumda bulunan birçok kişinin terfi ettirildiğini, bu durumun
eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ve yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik
ilkesinin, 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ve Anayasa’nın
38. maddesinin dördüncü fıkrasında tanımlanan masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesine ve yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini istemiştir.
B. Değerlendirme
20. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir.
Başvurucunun, eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiası idari işlemin tesisine,
bu işlemin hukuki denetiminin yapıldığı yargısal aşamaya ve kararın adil olup
olmadığına ilişkin olması nedeniyle adil yargılanma başlığı altında, diğer
iddiaları da masumiyet karinesinin ihlali ve makul sürede yargılanma hakkı
başlıkları altında değerlendirilmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
21. Kamu görevlisi olan
başvurucunun terfi ettirilmemesine yönelik uyuşmazlığın “medeni hak ve yükümlülük” kapsamında ve
dolayısıyla adil yargılanma hakkı bakımından Anayasa Mahkemesinin konu
bakımından yetkisi kapsamında yer aldığı açıktır.
22. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
23. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
24. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır (B. No:
2012/665, 13/6/2013, § 20).
25. Bireysel başvuruya konu
davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve
uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve
değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından
getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru
incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve
özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece
mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027,
12/2/2013, § 26).
26. Başvuru konusu olayda
başvurucu, terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin mevzuata aykırı olduğunu, 4
yıllık bekleme süresini doldurduğunu ve bu süre içinde sicillerinin olumlu
olduğunu, sadece 4 günlük aylıktan kesme cezasının bulunduğunu ve bunun da terfisine engel oluşturmadığını iddia etmiş, İlk Derece
Mahkemesi ise terfi işleminin idarenin takdir yetkisi içinde kaldığı ve
dosyadaki bilgi ve belgelere göre de başvurucunun "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüte
bilerek ve isteyerek yardım etmek, tutuklu, hükümlü veya suç delillerini
bildirmeme" suçlamaları nedeniyle hakkında ceza yargılamasının
devam ettiğini belirtilerek bu yetkinin hukuka uygun kullanıldığı gerekçesiyle
davayı reddetmiştir. İlk derece Mahkemesi sonuç itibarıyla Yüksek Değerlendirme
Kurulunun, başvurucunun meslek içerisindeki bilgi, beceri ve davranışlarını
değerlendirerek ulaştığı kanaatin hukuka aykırı olmadığına karar vermiştir.
Başvurucunun iddialarının mevzuatın yorumlanmasına, delillerin
değerlendirilmesine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır.
27. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla
ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın
gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan
değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe veya bariz
takdir hatasına ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut
olayda başvurucunun yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine
terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada verilen
kararın sonucunun adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır (B.
No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
28. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece mahkemesi kararının açık bir keyfilik veya bariz takdir hatası
da içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
29. Başvurucu, İzmir 10. Ağır
Ceza Mahkemesindeki ceza yargılamasının devam etmesine karşın Anayasa’nın 38.
maddesine aykırı şekilde masumiyet karinesinin ihlal edilerek terfi işleminin
yapılmadığını ve açılan davanın reddedildiğini ileri sürmüştür.
30. Başvurucunun bu şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
31. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Başvurucunun bu şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun değildir. Kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de görülmeyen bu şikâyet yönünden başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
a. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
33. Anayasa’nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz”
34. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal
olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”
35. Masumiyet karinesi, kişinin
suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul
edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti
iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez.
Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve
kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine
tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
36. Bu çerçevede, masumiyet
karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı bulunan ve henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı kesin hükümle
mahkûmiyete dönüşen kişiler açısından ise, artık “hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için
masumiyet karinesi iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza
davası sonucunda kendisine isnat edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya
suçu işlediğine kesin olarak kanaat getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında
beraat kararı verilen durumlarda ise kişi hakkında masumiyet karinesinin devam
ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (2) numaralı
fıkraları anlamında kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu
sayılamaz (B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 76).
37. Masumiyet karinesi, suç
isnadının karara bağlandığı yargılamalarda geçerli olduğu için, Sözleşme’nin 6.
maddesinde ifade edilen “medeni hak ve
yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar” çerçevesinde değerlendirilen
idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin uygulama alanı dışında
kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan maddi olayın tespitinde
idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza mahkemesinin daha önce
verdiği beraat kararına uygun hareket etmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları
için bkz. X/Avusturya, B. No:
9295/81, 6/10/1982, k.k.; C/Birleşik Krallık, B. No: 11882/85, 7/10/1987, kk.). Bu kural, kişi hakkında verilen beraat kararı
sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay çerçevesinde daha düşük ispat standardı
kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde yaptırıma tabi
tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, §
38).
38. Bu çerçevede, ceza davası
dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari
uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu
karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat
kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari
uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından, kişi beraat etmiş olsa
dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi,
kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal
edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın
gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran kişinin
yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiillere dayanıp dayanmadığının
incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).
39. Öte yandan, ceza ve ceza
muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi
disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin
davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da
gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı
ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi
işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları
açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30). Ancak
bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde delil yetersizliğine dayalı olsa bile
kişi hakkında verilen beraat kararına aykırı olarak kişinin suçsuz olmadığı
yönünde değerlendirmelerden kaçınılması gerekir.
40. Masumiyet karinesinin ihlal
edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk ve idari yargılama
bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, yargılamayı
yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını
sorgulayıp sorgulamadığıdır.
41. Kişinin suçluluğunu ima eden
ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış
olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya
uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).
42. Bireysel başvuruya konu olan
İdare Mahkemesi kararının ilgili kısmı şöyledir:
“… aralarında davacının da bulunduğu sanıklar hakkında İzmir
10. Ağır Ceza Mahkemesinin E:2007/375 sayılı dosyasında açılan ceza davasının
derdest olduğu ve dava hakkındaki iddiaların da UYAP sorgu sisteminde yapılan
sorgulama sonucunda "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüte
bilerek ve isteyerek yardım etmek, tutuklu, hükümlü veya suç delillerini
bildirmeme" olduğu hususları dikkate alındığında idarenin takdir yetkisi
kapsamında tesis edildiği anlaşılan dava konusu işlemde hukuka aykırılık
bulunmamıştır.”
43. Görüldüğü üzere İdare
Mahkemesi kararında, başvurucu hakkındaki yargılamaya değinilmiş, başvurucunun
suçlu olduğunu ifade veya ima eden bir ibareye yer verilmemiştir. Bu çerçevede
başvuruya konu kararın gerekçesinde yer alan ifadelerden, suçluluğu ilgili
mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun bu eylemleri işlediği ve suçlu
olduğu inancının yansıtıldığı görülmemektedir. Mahkemenin gerekçesinin
başvurucunun masumiyet karinesine saygı ilkesiyle bağdaşmadığı söylenemez.
44. Yukarıdaki açıklamalar
çerçevesinde, başvuru konusu olayda masumiyet karinesinin ihlal edilmediği
sonucuna ulaşılmıştır.
b. Yargılama Süresinin Makul
Olmadığı İddiası
45. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
46. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
47. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
48. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
49. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
50. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde
göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
51. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
52. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının
tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 41–45).
53. Ancak belirtilen
kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici
değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti
ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
54. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
55. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 29/5/2008 tarihidir.
56. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
57. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
58. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucu terfi ettirilmemesine ilişkin işlemin
iptali istemiyle 29/5/2008 tarihinde dava açmış, İlk Derece Mahkemesi
31/12/2008 tarihinde davanın reddine karar vermiş, karar 19/2/2009 tarihinde
tebliğ edilmiş, başvurucu 8/3/2009 tarihinde yürütmeyi durdurma talepli olarak
kararı temyiz etmiş, Danıştay Onikinci Dairesi
26/5/2009 ve 22/4/2011 tarihlerinde (başvurucu tarafından ikinci kez yürütmeyi
durdurma talebinde bulunulması nedeniyle) yürütmeyi durdurma taleplerini
reddetmiş ve 12/6/2012 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını
onamıştır. Bu karar başvurucuya 3/8/2012 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu
13/8/2012 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuş ve Danıştay Onikinci Dairesi 18/2/2013 tarihli kararı ile bu talebi
reddedilmiş, uyuşmazlığa konu yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.
59. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44).
60. Bu kapsamda, yargı
sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün
yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
61. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesinde 29/5/2008 tarihinde açılan
dava hakkında 31/12/2008 tarihinde karar verildiği ve yargılama süresinin 7 ay
2 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesi karar tarihinden Danıştay Onikinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddi kararına
kadar geçen sürenin ise 4 yıl 1 ay 18 gün ve toplam yargılama süresinin ise 4
yıl 8 ay 20 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesince makul sürede dava hakkında
karar verilmiş ise de Danıştay Onikinci Dairesinde
geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin yaşandığı tespit edilmekle beraber,
yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından
kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin
yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi
gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde
karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk
sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin yargılama faaliyetinin
makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.
62. Başvurucunun tutumunun
yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.
63. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın terfi ettirilmeme işleminin iptaline
yönelik olmasına ve davanın esastan çözümünün ise İlk Derece Mahkemesince 7 ay
2 gün içinde tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri
hakkında 4 yılı aşan sürede karar verilmiş olması, şikâyete konu yargılamada
makul olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.
64. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
65. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle maruz kaldığı manevi zarar
karşılığında tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
66. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
67. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin 4 yıl 8 ay 20 günlük yargılama süresi nazara alındığında,
başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren net 3.350,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
68. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç tutarından oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması "
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun,
1. Masumiyet
karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 3.350,00 TL MANEVİ
TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan
198,35 yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/10/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.