logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(İsmet Kaya [1.B.], B. No: 2013/2294, 8/5/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İSMET KAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2294)

 

Karar Tarihi: 8/5/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Cüneyt DURMAZ

Başvurucu

:

İsmet KAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 9 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 26/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 25/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 4/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Diyarbakır ili, Kulp ilçesi, Akbulak köyünde ikamet etmekte iken 1992 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle köyünden göç etmiştir.

9. Başvurucu, 1992–2002 yılları arasında malvarlığına ulaşamaması nedeniyle uğradığı zararların karşılanması talebiyle, 7/9/2004 tarihinde 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında kurulan Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvuruda bulunmuştur.

10. Komisyon, 5/3/2008 tarih ve 2008/4-9745 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin terör nedeniyle boşaltılmadığını, keşif ve tespit raporunda müracaatçının evinin sağlam olduğunu tespit etmiş ancak terör kaygısıyla arazilerini bir süre ekip biçememesi ve mal varlığına ulaşamaması nedeniyle oluşan zararlarının tazmini amacıyla 6.880,20 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucunun Komisyonca belirlenen zarar miktarını kabul etmemesi üzerine 19/1/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiştir.

11. Başvurucu, Komisyonun verdiği kısmi ret kararının iptali talebiyle 11/2/2009 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesine dava açmıştır. Mahkeme, 6/7/2010 tarih, E.2009/293 ve K.2010/1256 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin tamamen boşaltılan yerlerden olmadığı ve başvurucunun sübjektif güvenlik algısı nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında idarece karşılanmasının mümkün olmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 15. Dairesinin 6/11/2012 tarih, E.2011/6356 ve K.2012/7180 sayılı kararıyla onanmıştır.

13. Onama kararı üzerine başvurucu, zorunlu bir hukuk yolu olmadığı ve sonuç alamayacağı düşüncesiyle, karar düzeltme yoluna başvurmamıştır.

14. Başvurucu, Danıştay 15. Dairesinin temyiz talebinin reddine ilişkin kararının 27/2/2013 tarihinde kendisine tebliğinden sonra 26/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

15. 5233 sayılı Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”

16. Aynı Kanun’un “Kapsam” kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:

d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”

17. Aynı Kanun’un “Zarar tespit komisyonları” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri, sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.”

18. Aynı Kanun’un “Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 28/12/2005 - 5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez.

…”

19. Aynı Kanun’un “Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:

a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.

b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.

c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından

kaynaklanan maddî zararlar.”

20. Aynı Kanun’un “Zararın Tespiti” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

“7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.”

21. Aynı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.”

22. Aynı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna 28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci madde gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, maddelerde öngörülen sonuçlandırılma süresinin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”

23. Aynı Kanun’un geçici 4. maddesi şöyledir:

“(Ek: 24/5/2007-5666/1 md.) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”

24. 5233 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1. maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

25. Danıştay 10. Dairesinin 30.12.2008 tarih ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:

“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.

…”

26. Danıştay 10. Dairesinin 31/12/2008 tarih ve E.2008/5548, K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:

 “…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir.

Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

…”

27. Danıştay 10. Dairesinin 20.2.2009 tarih ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:

“…Dava konusu olayda; komisyonca düzenlenen tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç Köyü'nde herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993 yılında bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam ettiği, diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör olayları sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri hususlarında çekişme bulunmamaktadır.

Buna göre, sadece geçici köy korucularının yaşadığı köyün, güvenli bir yerleşim yeri olduğundan bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik kaygısı nedeniyle köyü terk eden davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında uğradığı bir zararı olup olmadığının tespiti ve saptanan zararının tazmini gerekirken, başvurusunun reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemektedir.

…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 8/5/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/3/2013 tarih ve 2013/2294 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu, Akbulak köyünün 1992 yılında terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında idarece yürütülen askeri operasyonlar nedeniyle güvenlik kaygısıyla boşaltıldığını, 2002 yılına kadar köyde kalan malvarlığına erişemediğini, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı idari başvurudan ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 9 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen adil yargılanma ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası

30. Başvurucu, terör olayları nedeniyle vatandaşların zorunlu göçe tabi tutulduğunu, Akbulak köyünün gayri resmi olarak boşaltıldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı idari başvurudan ve ardından açtığı davadan Akbulak köyünün tamamen boşalan yerleşim yerlerinden biri olmadığı gerekçesiyle reddedildiği için bir sonuç alamadığını, oysa Akbulak köyünde birden fazla terör eylemi ve silahlı çatışma gerçekleştiğini, Akbulak İlköğretim Okulunun 1992-2003 yılları arasında kapalı kaldığını, bu nedenlerle köyü terk etmek zorunda kaldığını ve köyde bulunan taşınmazlarından yararlanamadığını tüm bunlardan dolayı mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Bakanlık görüşünde, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) mülkiyet hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, mülkiyetin korunması hakkının mutlak bir hak olmayıp devlete, özel ve tüzel kişilere ait olan mülkleri yasalarda belirtilen koşullar altında kullanma ve hatta bu kişileri bunlardan mahrum etme yetkisi de tanınabileceği, bu kapsamda ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde 1985 yılından itibaren güvenlik sorunları nedeniyle bazı köy ve kasabaların boşaltıldığı ve AİHM’nin ilgili şahısların köylerine girişlerinin reddedilmesinin, başvuranların mülkiyet haklarına bir müdahale teşkil ettiği sonucuna vardığı, bu karardan sonra bu kişilerin zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun’un kabul edildiği ifade edilmiştir.

32. Bakanlık görüşünde, ayrıca AİHM’nin özellikle silahlı çatışmalar, genel şiddet, insan hakları ihlalleri göz önüne alındığında, yetkili makamların, olağanüstü hal bölgesinde güvenliği sağlamak için istisnai tedbirler almalarını mecbur tutan bu müdahalenin dayanaktan yoksun olmadığı, bu müdahale nedeniyle meydana gelen zararları gidermek için oluşturulan iç hukuk yolunun ulaşılabilir ve etkin olduğu, temel olayların tespit edilmesi veya maddi tazminat hesaplaması gibi konulardaki değerlendirmelerin iç hukuk yolu olarak Komisyon tarafından yapılacağı sonucuna vardığı görüşüne yer verilmiştir.

33. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili özetle şu değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda başvurucu Diyarbakır ili, Kulp ilçesi, Akbulak köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmiştir. Başvurucunun başvurusu sonrasında Komisyon tarafından yapılan araştırma sonucunda Akbulak köyünün terör nedeniyle tamamen boşalmamış olduğu tespitinde bulunmakla birlikte terör kaygısıyla arazilerini bir süre ekip biçememesi nedeniyle oluştuğu belirlenen zararının tazmini amacıyla 6.880,20 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından bu miktarın kabul edilmemesi üzerine Komisyon tarafından uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş, başvurucu da bu karara karşı idare mahkemesinde dava açmıştır. İdare mahkemesi tarafından dava hakkında yapılan araştırmada 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesine uygun olarak ilgili kurum ve kuruluşlardan bilgi ve belge temininde bulunulmuş, Akbulak köyünün boşaltılmadığı, her beş yılda bir muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, köye koruculuk sisteminin getirilmediği, yıllar itibariyle köydeki nüfusun bildirildiği tespit edilmiştir. Tüm bu somut araştırmalar sonrasında Mahkeme söz konusu köyün terör olayları nedeniyle tamamen boşalan köylerden olmadığı sonucuna vararak başvurucunun davasını reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuşsa da bu talep Danıştay tarafından reddedilmiştir. Böylelikle başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı kesinleşmiş kararla tespit edilmiştir.

34. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyanında Adalet Bakanlığının görüşüne katılmadığını belirtmiş, İdare Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde yer verdiği iddiaları özetleyerek yinelemiştir.

35. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).

36. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası veya açık keyfilik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

37. Başvurucunun iddiaları incelendiğinde, idari başvuru ve yargılama aşamasında taşınmaz mallarına erişememekten dolayı uğradığı zararın usulünce tespit edilemediği, talep edilmesine rağmen tanıklarının komisyon ve mahkeme aşamasında dinlenmediği, ileri sürdüğü iddia ve sunduğu delillerinin yeterince araştırılmadığı ve zararının tazmin edilmediği, bu nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği ileri sürülmektedir.

38. Başvurucunun taleplerinin reddine ilişkin 5/3/2008 tarihli Komisyon kararı ve derece mahkemelerinin karar gerekçeleri incelendiğinde, iddiaların özünün 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler içeren 2. maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendinde yer verilen “Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.” ifadesinin Komisyon ve derece mahkemeleri tarafından yorumlanmasında ve ileri sürülen iddia ve delillerin değerlendirilmesinde isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

39. Başvurucu her ne kadar iddialarını mülkiyet hakkına dayanarak ileri sürmüşse de, başvurucunun dava ve temyiz dilekçelerinde de aynen ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının mahkeme tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine olmayan mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri tarafından değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.

40. Nitekim Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 6/7/2010 tarih ve E.2009/293, K.20102/1256 sayılı kararında 5233 sayılı kanun kapsamında hangi hallerde uğranılan zararların tazmin edilebileceği şu şekilde ifade edilmiştir:

“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka deyişle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan ha/k tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Dolayısıyla, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır.

Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürek)i yasayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korutulan ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde, bir başka İfade ile bu şekilde bir yerleşim yeri kısmen boşalmış ise yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolay» malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır.”

41. Mahkemenin kararında Diyarbakır ili Kulp ilçesi Akbulak köyüne ilişkin şu değerlendirmelere yer verilerek davacının (başvurucunun) uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminin mümkün olmadığına ve davanın reddine karar verilmiştir:

“…

Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerden; Diyarbakır ili Kulp ilçesi Akbulak köyünün boşaltılmadığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği, Genel Nüfus Sayımları ve tespitlerine göre 1990 yılında 970, 1997 yılında 639, 2000 yılında ise 877 kişinin köyde yaşadığı, 1995 yılı Milletvekili Genel Seçimlerinde 241, 1999 yılı Milletvekili Genel Seçimlerinde 246 oy kullanıldığı görülmüştür. Bu nedenle yukarıda yer verilen açıklamalara göre Kulp ilçesi Akbulak köyünün boşalan yerleşim yerlerinden olmaması nedeniyle davacının subjektif güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığını ileri sürdüğü zararın, 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanmasına olanak bulunmamaktadır.

…”

42. Mahkemenin bu kararı, ilgili hükmün (5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi) yorumu kapsamında başvurucuların zararının tazmin edilebilmesi için köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması şartını arayan Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına (§§ 25–27) uygun olup herhangi bir keyfilik içermemektedir.

43. Böylelikle başvurucunun mülkiyetinde bulunan mallarını terör dolayısıyla terk etmediği Danıştay’ın onaması sonucu kesinleşen mahkeme kararıyla belirlenmiştir. Bakanlığın görüşünde de ifade edildiği üzere bunun doğal sonucu ise başvurucunun mülkiyet hakkına 5233 sayılı Kanun’un kapsamına girecek şekilde müdahalede bulunulmadığıdır. Anayasa Mahkemesi açısından bu tespitten ayrılmayı gerektirecek herhangi bir husus bulunmadığından mülkiyet hakkı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, §§ 85-88).

44. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, mülkiyet hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve derece mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

45. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

46. Başvurucu, terör olayları dolayısıyla uğramış olduğu zararın tazmini için başvurduğu komisyonun incelemesinin ve devamındaki yargılamanın yaklaşık 9 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

47. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetin kabul edilebilirliği değerlendirilirken, öncelikle AİHM ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, adil yargılanmanın alt unsurlarından biri olan “makul sürede yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirme yapılması gerektiği ve yargılanma süresinin uzunluğunun incelendiği durumlarda sadece bireysel başvurunun başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonraki dönemin değil, bu süreye kadar geçen sürenin de dikkate alınmakta olduğu ifade edilmiştir.

48. Bakanlık görüşünde, AİHM’ye göre hukuk ve idari davalarda sürenin kural olarak davanın mahkemeye getirildiği anda başladığını, ancak idari davalarda sürenin idari yargıda dava açılmadan önce söz konusu işlem aleyhine idareye başvuru yapılmasıyla da başlayabileceği belirtilmiştir.

49. Bakanlık görüşünde ayrıca, yargılama süresinin makul olup olmadığına her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davacının başvurucu açısından taşıdığı önem gibi ölçütler dikkate alınarak karar verildiği görüşüne yer verilmiştir.

50. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

51. Somut başvurunun dayanağını oluşturan “makul sürede yargılanma hakkı” Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce aldığı kararlarda belirtildiği üzere, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:2012/1198, 7/11/2013, § 35-39).

52. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken hususlardır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40–46). Bu nedenle başvuruya konu yargılama süresinin makul olup olmadığı bu hususlar dikkate alınarak değerlendirilecektir.

53. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

54. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B.No: 2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun terör olayları nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla Komisyona başvurduğu kayıt altına alınan 9/9/2004 tarihidir. Bu doğrultuda idari makama başvurulması ile başlayan süreç ile yargılamada geçen süreler ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

55. Somut başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 9/9/2004 tarihinde Komisyona başvurduğu, Komisyonun 5/3/2008 tarihli kararıyla “2 yıl mal varlığına ulaşamama nedeniyle” toplam 6.880,20 TL ödenmesine karar verdiği, başvurucunun sulhname tasarısını kabul etmemesi nedeniyle 19/1/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağının düzenlendiği, bu suretle idari başvurunun karara bağlanmasının 4 yıl 4 ay 10 gün sürdüğü görülmektedir.

56. İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No:2012/1198, 7/11/2013, § 55).

57. Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya benzer başka başvurularla ilgili daha önce verdiği kararlarda (B. No: 2013/3007, 2013/3008, 2013/3202 ve 2013/3309, 6/2/2014), bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluyla, geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan belli bir süreye kadar yaşanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmayacağı, ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devletin, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale geleceği kabul edilmiştir (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 65-67).

58. Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, 5233 sayılı Kanun uyarınca uğranılan zararların giderimi için oluşturulan idari başvuru yolunda iş yükündeki artış geçici olup her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre değerlendirmesi yapılırken bu olgunun dikkate alınması gerektiği görülmektedir. Bu durumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan bu sistemin etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin yeterli çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp almadıklarının ortaya konulması gerekmektedir. Ancak bu değerlendirme yapılırken elbette ki, uğranıldığı ileri sürülen maddi zararların tazmini amacıyla yapılan idari başvurunun ve idari dava yoluna başvurulması halinde yargılama sürecinin kesinleşmesine kadar geçen toplam sürenin çok uzun olmaması, diğer bir ifadeyle, bazı nedenlerle makul kabul edilebilecek gecikmelerin başvurucuların makul sürede yargılanma hakları açısından belirli bir sınırının bulunduğunun kabul edilmesi gerekir.

59. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda bu kanun kapsamında kurulan komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri uyarınca karşılanacak zararları tespit ettiği, bu kapsamda, her bir başvuruda yapılan talebe bağlı olarak, uğranılan zararların tespiti amacıyla keşifler yaptığı, ayrı ayrı ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporları aldığı, başvurucuların taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım arazisi niteliğinde olanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri bitkisi, sebze, meyve ağacı olmasına) bağlı olarak gelirlerini hesapladığı görülmektedir. 360.000’in üzerinde başvuru için çok değişken ve ayrıntılı hesaplamalar yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının tespiti amacıyla yürütülen bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zaman alıcı olduğu ortadadır (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 69).

60. Bu konuda daha önce yapılan başvurular kapsamında yapılan incelemelerde görüldüğü üzere komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30/5/2008) başvuru sayısında çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu tarihten sonra mevcut başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar. Başvuru sayısının çok yüksek olduğu dönemlerde Batman ve Siirt örneklerinde görüldüğü üzere (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 70, B. No: 2013/2625, 8/5/2014, § 73) illerde kurulan komisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının düşürüldüğü ve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke genelinde hem de Siirt, Batman ve Diyarbakır illerinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların sayısına bakıldığında çok az sayıda başvurunun kaldığı anlaşılmaktadır.

61. Ülke genelinde ve Diyarbakır ilinde karara bağlanan başvuru sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz önünde bulundurulduğunda komisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının kabulü gerekmektedir. Komisyonların oluşumunu düzenleyen 5233 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtildiği üzere, bu komisyonların yürüttüğü işlemleri yerine getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahip kişilerin komisyon üyesi olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yarı zamanlı görev alan kamu görevlileri oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirli bir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 72).

62. Somut olayda, Komisyon kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, 9/9/2004 tarihinde Komisyona başvurulduğu, başvuru tarihinden yaklaşık 2 buçuk yıl sonra Komisyonun 5/3/2008 tarihli kararıyla “2 yıl mal varlığına ulaşamama nedeniyle” başvurucuya toplam 6.880,20 TL ödenmesine karar verildiği, başvurucunun sulhname tasarısını kabul etmemesi nedeniyle yaklaşık 10 ay sonra 19/1/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağının düzenlendiği, bu suretle idari başvurunun karara bağlanmasının 4 yıl 4 ay 10 gün sürdüğü görülmektedir.

63. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, Komisyon tarafından uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesinden sonra 11/2/2009 tarihinde dava dilekçesinin Diyarbakır İdare Mahkemesine sunulması suretiyle bu sürecin başladığı, dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat işlemlerinin yapıldığı, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 13/11/2009 tarihli ara kararı ile 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca ilgili mercilerden bilgi ve belgelerin istenilmesine karar verdiği ve 6/7/2010 tarihinde davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır.

64. Başvurucu tarafından 5/10/2010 tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine İlk Derece Mahkemesince 13/10/2010 tarihinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek dosya temyiz incelemesi için 29/11/2010 tarihinde Danıştay’a gönderilmiştir. Temyiz talebine ilişkin olarak yaklaşık 2 yıl sonra 6/11/2012 tarihinde Danıştay 15. Dairesince onama kararı verilmiştir.

65. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin toplam 3 yıl 8 ay 25 gün sürdüğü (11/2/2009-6/11/2012 tarihleri arasında) anlaşılmaktadır.

66. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, ilgili dava dosyasının Diyarbakır 1. İdare Mahkemesince verilen ara karar ile bilgi ve belgelerin istenilmesi nedeniyle yaklaşık 1 yıl 5 ayda esasa ilişkin kararın verildiği, karara ilişkin temyiz talebinin yaklaşık 2 yıl sonra Danıştay tarafından karara bağlandığı anlaşılmaktadır.

67. Başvurucunun idari başvurusunun karara bağlanması ile devamında açılan davanın kesinleşmesi için geçen toplam sürenin (9/9/2004-6/11/2012 tarihleri arası) yaklaşık 8 yıl 2 ay olduğu görülmektedir.

68. Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari başvuru sürecinde komisyonlarda incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvurular öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve bunların karara bağlanması ve bunların yanı sıra yargılama sürecinin göreceli olarak kısa bir süre içerisinde ilk derece, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alınarak toplamda 8 yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (B. No: 2013/3007, 2013/3008, 2013/3202 ve 2013/3309, 6/2/2014).

69. Ancak, bu şekildeki bir kabul, yukarıda değinildiği üzere (§ 58), geçici olarak yaşanan iş yüküne bağlı gecikmelerin her halükarda makul olduğu şeklinde bir değerlendirme yapılması ve makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin doğmayacağı anlamına gelmemektedir. Her ne kadar başvuru konusu olay açısından da hem Komisyonda hem de yargılama sürecinde iş yükünde olağanüstü artış olması ve her bir başvuru kapsamında (zararın ödenmesinin 5233 sayılı Kanun kapsamında mümkün olup olmadığını ve uğranılan maddi zararın miktarını tespit adına) yürütülmesi gereken çok sayıda detaylı işlemin bulunması gibi gecikmelerin makul olduğu değerlendirmesi yapılmasına imkân veren nedenler bulunsa da, başvuru konusu olaydaki gibi, Komisyona yapılan ilk başvurulardan olmasına rağmen (Başvurucunun dosya sıra numarası 691’dir.) hem Komisyonda ve hem de yargılama aşamasında geçen sürelerin göreceli olarak uzun olduğu ve dolayısıyla başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının toplamda 8 yılı aşacak kadar uzun bir sürede gerçekleştiği durumlarda başvurunun karara bağlanmasının makul bir sürede gerçekleştiğinden söz edilemez.

70. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinin gerektirdiği makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

71. Başvurucu, uğradığı zararların giderilmesi amacıyla tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

72. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun yeniden yargılanma ve tazminat talepleri konusunda değerlendirme yapılmamıştır.

73. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

74. Başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamında uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini amacıyla yaptığı başvurunun karara bağlanmasının toplamda 8 yıl 2 ay sürdüğü dikkate alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 3.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

75. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun,

1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 3.500,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 harç ödemesinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

8/5/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(İsmet Kaya [1.B.], B. No: 2013/2294, 8/5/2014, § …)
   
Başvuru Adı İSMET KAYA
Başvuru No 2013/2294
Başvuru Tarihi 26/3/2013
Karar Tarihi 8/5/2014
Resmi Gazete Tarihi 18/7/2014 - 29064

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 9 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) İhlal Manevi tazminat
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 1
2
4
6
7
8
geçici 1
geçici 3
geçici 4
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi