logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Tahir Aytiş [1.B.], B. No: 2013/3054, 8/5/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TAHİR AYTİŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3054)

 

Karar Tarihi: 8/5/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Cüneyt DURMAZ

Başvurucu

:

Tahir AYTİŞ

Vekili

:

Av. Kemal DERİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 7 yıl 4 ay sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam, özgürlük ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 2/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Adana 1. İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 26/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı cevap olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Siirt ili, Pervari ilçesi, Okçular köyünde ikamet etmekte iken 1992 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle köyünden göç etmiştir.

9. Başvurucu, 20/5/2005 tarihinde, göç etmesi nedeniyle uğramış olduğu zararların karşılanması talebiyle, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında kurulan Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına başvuruda bulunmuştur. (Komisyon kayıtlarında başvuru tarihi 31/8/2005 olarak yer almaktadır.)

10. Komisyon, 18/5/2010 tarih ve 2010/1-4588 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin boşaltılmadığını, köydeki seçimlerin düzenli yapıldığını ve nüfus sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit edildiğini belirterek talebi reddetmiştir.

11. Komisyonun verdiği ret kararı üzerine başvurucu, Diyarbakır İdare Mahkemesine 17/8/2010 tarihinde dava açmıştır. Dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat işleminin yapılmasının ardından Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/12/2011 tarihli ara kararı ile dava dosyasının yetki yönünden reddedilerek 25/7/2011 tarihinde faaliyete geçen Batman İdare Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmesine karar verilmiştir. Mahkeme, 23/3/2012 tarih, E.2012/1175 ve K.2012/2049 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin tamamen boşaltılan yerlerden olmadığı, köydeki seçimlerin düzenli yapıldığı, nüfus sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit edildiği ve başvurucunun sübjektif güvenlik algısı nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı zararların idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 15. Dairesinin 6/12/2012 tarih, E.2012/7130 ve K.2012/13161 sayılı kararıyla onanmıştır.

13. Onama kararı üzerine başvurucu, zorunlu bir iç hukuk yolu olmadığı ve sonuç alamayacağı düşüncesiyle, karar düzeltme yoluna başvurmamıştır.

14. Başvurucu Danıştay 15. Dairesinin temyiz talebinin reddine ilişkin kararının 11/4/2013 tarihinde kendisine tebliğinden sonra 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

15. 5233 sayılı Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”

16. Aynı Kanun’un “Kapsam” kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:

d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”

17. Aynı Kanun’un “Zarar tespit komisyonları” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri, sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.”

18. Aynı Kanun’un “Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 28/12/2005 - 5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez.

…”

19. Aynı Kanun’un “Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:

a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.

b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.

c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından

kaynaklanan maddî zararlar.”

20. Aynı Kanun’un “Zararın Tespiti” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.”

21. Aynı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.”

22. Aynı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna 28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci madde gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, maddelerde öngörülen sonuçlandırılma süresinin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”

23. Aynı Kanun’un geçici 4. maddesi şöyledir:

“(Ek: 24/5/2007-5666/1 md.) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”

24. 5233 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1. maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

25. Danıştay 10. Dairesinin 30.12.2008 tarih ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:

“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.

…”

26. Danıştay 10. Dairesinin 31/12/2008 tarih ve E.2008/5548, K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:

 “…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir.

Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

…”

27. Danıştay 10. Dairesinin 20.2.2009 tarih ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:

“…Dava konusu olayda; komisyonca düzenlenen tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç Köyü'nde herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993 yılında bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam ettiği, diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör olayları sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri hususlarında çekişme bulunmamaktadır.

Buna göre, sadece geçici köy korucularının yaşadığı köyün, güvenli bir yerleşim yeri olduğundan bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik kaygısı nedeniyle köyü terk eden davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında uğradığı bir zararı olup olmadığının tespiti ve saptanan zararının tazmini gerekirken, başvurusunun reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemektedir.

…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 8/5/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/5/2013 tarih ve 2013/3054 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünde çatışmasız bir ortam temin edilemediği ve köy korucusu olmayı kabul etmediği için köyünü terk etmek zorunda kaldığını, bu dönemde köyde kalan malvarlığına erişemediğini, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı idari başvurudan ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını, bu yargılama esnasında tanık beyanlarının dikkate alınmadığını, yeterli ve etkin bir araştırma yapılmadığını, silahların eşitliği ilkesine aykırı davranıldığını, kendi lehine olan delillerin toplanmadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 8 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam, özgürlük ve güvenlik, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası

31. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı idari başvurudan ve ardından açtığı davadan Okçular köyünün tamamen boşalan yerleşim yerlerinden biri olmadığı gerekçesiyle reddedildiği için bir sonuç alamadığını, oysa Okçular köyünün bir çok defa silahlı saldırıya uğradığını, köy merkezinde ve civarında silahlı çatışmalar yaşandığını, Jandarma Genel Komutanlığının 3/6/2010 tarihli cevap yazısında bu durumun teyit edildiğini, bu nedenlerle köyü terk etmek zorunda kaldığını ve köy merkezi dışında kalan taşınmazlarından yararlanamadığını, tüm bunlardan dolayı mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Başvurucu, ayrıca, Okçular köyü ve civarında yıllar itibariyle gerçekleştiğini ileri sürdüğü baskınlara ve çatışmalara yer vererek güvenliğin nesnel olarak sağlandığı ve köyün güvenlik nedeniyle boşalmadığı/boşaltılmadığı iddialarının yersiz olduğunu ve bu suretle yaşam, özgürlük ve güvenlik ile etkili başvuru haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

33. Başvurucunun söz konusu haklara dayanarak doğrudan kendisine yönelen eylemlere ilişkin bir ihlal iddiası bulunmamakta olup bu bölümde ileri sürülen iddiaların köyün güvenlik nedeniyle boşaldığı ve bu nedenle kendisinin maruz kaldığı zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanması gerektiğini ortaya koymak adına yapıldığı görülmektedir. Başvurucunun bu yöndeki iddiaları bu başlık altında incelenecek olup söz konusu haklar kapsamında ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

34. Bakanlık görüşünde, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) mülkiyet hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, mülkiyetin korunması hakkının mutlak bir hak olmayıp devlete, özel ve tüzel kişilere ait olan mülkleri yasalarda belirtilen koşullar altında kullanma ve hatta bu kişileri bunlardan mahrum etme yetkisi de tanınabileceği, bu kapsamda ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde 1985 yılından itibaren güvenlik sorunları nedeniyle bazı köy ve kasabaların boşaltıldığı ve AİHM’nin ilgili şahısların köylerine girişlerinin reddedilmesinin, başvuranların mülkiyet haklarına bir müdahale teşkil ettiği sonucuna vardığı, bu karardan sonra bu kişilerin zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun’un kabul edildiği ifade edilmiştir.

35. Bakanlık görüşünde, ayrıca AİHM’nin özellikle silahlı çatışmalar, genel şiddet, insan hakları ihlalleri göz önüne alındığında, yetkili makamların, olağanüstü hal bölgesinde güvenliği sağlamak için istisnai tedbirler almalarını mecbur tutan bu müdahalenin dayanaktan yoksun olmadığı, bu müdahale nedeniyle meydana gelen zararları gidermek için oluşturulan iç hukuk yolunun ulaşılabilir ve etkin olduğu, temel olayların tespit edilmesi veya maddi tazminat hesaplaması gibi konulardaki değerlendirmelerin iç hukuk yolu olarak Komisyon tarafından yapılacağı sonucuna vardığı görüşüne yer verilmiştir.

36. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili özetle şu değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda başvurucu Siirt ili, Pervari ilçesi, Okçular köyünde ikamet etmekte iken, meydana gelen terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmiştir. Hâlbuki Komisyon tarafından yapılan araştırma sonucunda Okçular köyünün terör nedeniyle tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı tespit edilmiştir. Bu araştırma yapılırken 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesine uygun olarak ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan bilgi ve belge temininde bulunulmuştur. Komisyon tarafından Okçular köyünde keşif yapılarak başvurucuya ait taşınır ve taşınmaz malların tespiti yapılmıştır. Yapılan bu araştırma sonucunda, Okçular köyü ve mezralarının boşalan/kısmen boşalan köyler arasında yer almadığı, her beş yılda bir muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, köyde korucu ve korucu aileleri dışında da vatandaşların ikamet ettiği, köy okulunun 1989 yılından araştırma tarihine kadar açık olduğu, yıllar itibariyle köydeki nüfusun bildirildiği tespit edilmiştir. Tüm bu somut araştırmalar sonrasında Komisyon söz konusu köyün terör olayları nedeniyle tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı sonucuna vararak başvurucunun talebini reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu tarafından idari yargıda iptal davası açılmışsa da bu dava da aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Böylelikle başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı kesinleşmiş kararla tespit edilmiştir. Komisyon ve devamında idari yargı tarafından yapılan bu araştırma Danıştay içtihatlarıyla da uyumludur.

37. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

38. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.

39. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

40. Başvurucunun iddiaları incelendiğinde, 5233 sayılı Kanun’un İdare tarafından yanlış yorumlanması sonucu “ikamet edilen yerin boşaltılması” şartının arandığını, ancak ikamet ettiği alanlarda gerçekleşen şiddet olayları nedeniyle güvenliğin bulunmadığını ve malvarlığından “barışçıl” olarak yararlanamadığını ileri sürmektedir.

41. Başvurucunun taleplerinin reddine ilişkin 18/5/2010 tarihli Komisyon kararı ve derece mahkemelerinin karar gerekçeleri incelendiğinde, iddiaların özünün 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler içeren 2. maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendinde yer verilen “Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.” ifadesinin Komisyon ve derece mahkemeleri tarafından yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

42. Başvurucu her ne kadar iddialarını mülkiyet hakkına dayanarak ileri sürmüşse de, başvurucunun dava ve temyiz dilekçelerinde de aynen ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının mahkeme tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine olmayan mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri tarafından değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.

43. Nitekim Batman İdare Mahkemesinin 23/3/2012 tarih ve E.2012/1175, K.2012/2049 sayılı kararında 5233 sayılı Kanun kapsamında hangi hallerde uğranılan zararların tazmin edilebileceği şu şekilde ifade edilmiştir:

“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka deyişle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Dolayısıyla, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır.

Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yasayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde, bir başka ifade ile bu şekilde bir yerleşim yeri kısmen boşalmış ise yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır.”

44. Mahkemenin kararında Siirt ili Pervari ilçesi Okçular köyüne ilişkin şu değerlendirmelere yer verilerek davacının (başvurucunun) uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminin mümkün olmadığına ve davanın reddine karar verilmiştir:

“Batman İdare Mahkemesinin E:2012/1429 sayılı dava dosyasında ve Mahkememizin bu köye ait muhtelif dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerden; Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı’nın 28.01.2010 tarih ve 417 sayılı yazısı ekinde bulunan Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı'na Bağlı Köy ve Mezralara Ait Çizelgede Siirt İli Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün tamamen boşalan/boşaltılan köyler arasında yer almadığı, köyün durumunun dolu olarak ifade edildiği, genel nüfus sayımları ve tespitlerine göre Okçular Köyü'nde 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000 yılında ise 1002 kişinin yaşadığı, köyde 1989, 1994, 1999, 2004 ve 2009 yıllarında muhtarlık seçiminin düzenli olarak yapıldığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği görülmektedir.

Davacı vekili tarafından Okçular Köyü'nde askeri bir üssün bulunduğu ve nüfus sayımı sonuçlarının bu nedenle fazla çıktığı iddia edilmekte ise de; bu hususun açıklığa kavuşturulması için Mahkememizin E.2012/1429 sayılı dava dosyası ve Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi'nin 2010/1924 esasına kayıtlı davada ara karan ile Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığımdan köy halkından olup köyde yaşayan şahısların sağlıklı olarak tespit edilebilmesi amacıyla Pervari İlçesi Okçular Köyü'nde bulunan jandarma karakolunda sayım yapılan 1990, 1997 ve 2000 yılında görevli personel ve asker sayılarına ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı'nın ara kararına cevabi yazısında ara kararıyla talep edilen düzeyde bilgi derlenmediği, bu nedenle istenen bilgilerin gönderilemeyeceğinin bildirildiği görülmektedir. Bunun yanısıra, Mahkememizin E.2012/1429 esasına kayıtlı dosyasında 13.01.2011 tarihli ara karan ile davalı idareden köy korucusu (ve ailesi) ve asker (ve ailesi) olanlar dışında köyde yaşayanların bulunup bulunmadığı, varsa sayısına ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği, ara kararına cevaben gönderilen 02.02.2011 tarihli Jandarma Tutanağında 1990 yılına ait istenilen belgelere ulaşılamadığı, 1997 yılında köyde 90 korucunun bulunduğu, bunlar dışında 20 hanenin korucu olmadığı ve korucu olmayanların ise yaklaşık 250 kişi olduğu. 2000 yılında ise köyde 85 adet korucunun bulunduğu, korucu hariç köyde 13 hanenin, yaklaşık 100 kişinin yaşadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Türkiye istatistik Kurumu Başkanlığı Siirt Bölge Müdürlüğü'nün 15.01.2010 tarih ve 67 sayılı yazısında, Okçular Köyünün 1997 yılına ilişkin 899 kişilik nüfusunun 489'unun ikametgaha göre nüfus olduğu ve nüfus tespit günü ikametgahlarını Okçular Köyü olarak beyan ettiklerinin bildirildiği görülmektedir.

Yukarıda yer verilen açıklamalara göre, Siirt İli Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün boşalan ve/veya boşaltılan yerleşim yerlerinden olmadığı, nüfus sayımlarında köyde bulunan askeri birlik personelinin sayısı konusunda açık ve net bir bilgi bulunmamakla birlikte, köyde askeri personel ve geçici köy korucudan dışında yaşayan/ikamet eden sivil vatandaşların bulunduğunda, köyün tamamen boşalmadığı/boşaltılmadığında kuşku ve duraksamaya yer bulunmamaktadır.”

45. Mahkemenin bu kararı, 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin yorumu kapsamında başvurucuların zararının tazmin edilebilmesi için köyün ya da mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde sadece geçici köy korucularının kalması şartını arayan Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına (§§ 25–27) uygun olup herhangi bir keyfilik içermemektedir.

46. Böylelikle başvurucunun mülkiyetinde bulunan mallarını terör dolayısıyla terk etmediği Danıştay’ın onaması sonucu kesinleşen mahkeme kararıyla belirlenmiştir. Bakanlığın görüşünde de ifade edildiği üzere bunun doğal sonucu ise başvurucunun mülkiyet hakkına 5233 sayılı Kanun’un kapsamına girecek şekilde müdahalede bulunulmadığıdır. Anayasa Mahkemesi açısından bu tespitten ayrılmayı gerektirecek herhangi bir husus bulunmadığından mülkiyet hakkı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, §§ 85-88).

47. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, mülkiyet hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve derece mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Silahların Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiği İddiası

48. Başvurucu, komisyona yaptığı başvurunun incelenmesi sırasında kendi lehine olan delillerin toplanmaması ve tanık beyanlarının dikkate alınmaması suretiyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini sürmüştür.

49. Adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olan silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).

50. 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesinde aynı Kanun’un 7. maddesinde belirtilen zararların, “zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile” belirleneceği kurala bağlanmıştır.

51. Komisyonların oluşumu ve çalışma usulü göz önünde bulundurulduğunda onların bir “Mahkeme” olarak görev ifa ettikleri söylenemez. Bakanlığın görüş yazısında belirtildiği üzere, komisyonların temel görevi, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin bu zararlarını tespit etmek ve ayni ifa ya da nakdi ödeme suretiyle zararları karşılamaktır. Bu nedenle komisyonların bir mahkeme gibi silahların eşitliği ilkesinin gerektirdiği tüm usuli güvenceleri sağlama zorunluluğu bulunmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İçyer/Türkiye, 18888/2, 12/1/2006, § 79). Diğer yandan, 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklı tutulmuş olup komisyonların verdiği kararlarda başvurucunun ileri sürdüğü şekilde ilgili kanun hükmünün yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin gerçekleşmesi söz konusu ihlallere yönelik iddialarını bir mahkemeye sunma imkânı bulunmaktadır.

52. Başvuru konusu olayda Komisyon, 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı, Milli Eğitim Müdürlüğü, Siirt İl Mahalli İdareler Müdürlüğü, Pervari İlçe Müftülüğü, İlçe Seçim Kurulu ve Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı Siirt Bölge Müdürlüğünden aldığı bilgileri değerlendirerek başvurucunun talebini reddetmiş, başvurucu da Komisyon’un bu kararına yönelik itirazlarını Mahkemeye sunabilmiştir.

53. Açıklanan nedenlerle, silahların eşitliği ilkesine yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

54. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

55. Başvurucu, terör olayları dolayısıyla uğramış olduğu zararın tazmini için başvurduğu komisyonun incelemesinin ve devamındaki yargılamanın yaklaşık 8 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

56. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetin kabul edilebilirliği değerlendirilirken, öncelikle AİHM ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, adil yargılanmanın alt unsurlarından biri olan “makul sürede yargılanma hakkı” kapsamında değerlendirme yapılması gerektiği ve yargılanma süresinin uzunluğunun incelendiği durumlarda sadece bireysel başvurunun başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonraki dönemin değil, bu süreye kadar geçen sürenin de dikkate alınmakta olduğu ifade edilmiştir.

57. Bakanlık görüşünde, AİHM’ye göre hukuk ve idari davalarda sürenin kural olarak davanın mahkemeye getirildiği anda başladığını, ancak idari davalarda sürenin idari yargıda dava açılmadan önce söz konusu işlem aleyhine idareye başvuru yapılmasıyla da başlayabileceği belirtilmiştir.

58. Bakanlık görüşünde ayrıca, yargılama süresinin makul olup olmadığına her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar, kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davacının başvurucu açısından taşıdığı önem gibi ölçütler dikkate alınarak karar verildiği görüşüne yer verilmiştir.

59. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

60. Somut başvurunun dayanağını oluşturan “makul sürede yargılanma hakkı” Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce aldığı kararlarda belirtildiği üzere, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 35-39).

61. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40–46). Bu nedenle başvuruya konu yargılama süresinin makul olup olmadığı bu hususlar dikkate alınarak değerlendirilecektir.

62. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

63. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B.No: 2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun terör olayları nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla Komisyona başvurduğu kayıt altına alınan 31/8/2005 tarihidir. Bu doğrultuda idari makama başvurulması ile başlayan süreç ile yargılamada geçen süreler ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

64. Somut başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 31/8/2005 tarihinde Komisyona başvurduğu ve Komisyon tarafından 4 yıl 9 ay 18 gün sonra 18/5/2010 tarihinde karar verildiği görülmektedir.

65. 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde komisyonlara yapılan başvuruların başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılacağı, anılan Kanun’un geçici 4. maddesinde bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulunun bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabileceği kurala bağlanmıştır. Bu kapsamda yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1. maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.

66. Kaldı ki, komisyonlar için 5233 sayılı Kanun’da belirtilen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Uğranılan zararların tazmini için yapılan başvurular için 5233 sayılı Kanun’da öngörülen süreler, komisyonlara yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup komisyonlar bu sürede başvuruyu sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur (B. No:2013/772, 7/11/2013, § 62).

67. İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, personel ve yargıç sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No:2012/1198, 7/11/2013, § 55).

68. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya benzer başka başvurularla ilgili daha önce verdiği kararlarda (B. No: 2013/3007, 2013/3008, 2013/3202 ve 2013/3309, 6/2/2014), bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması koşuluyla, geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan kaynaklanan belli bir süreye kadar yaşanan gecikmelerden devletin sorumluluğunun ortaya çıkmayacağı, ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna dönüşmesi ve halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda devletin, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale geleceği kabul edilmiştir (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 65-67).

69. Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra Ekim 2012 tarihine kadar tüm komisyonlara toplam 361.279 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 307.789’u karara bağlanmıştır. Yine bu tarih itibarıyla, ülke genelinde kurulan toplam 105 komisyondan 66’sı çalışmasını tamamlamış ancak 39 komisyon çalışmaya devam etmiştir.

70. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, tazminat komisyonları, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması amacıyla kurulmuştur. Ancak, komisyonlara gelen başvuruların çok büyük çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesine dayalı olarak 1987-2004 yılları arasında gerçekleşen aynı kapsamdaki eylem ve faaliyetler nedeniyle oluşan zararların tazmini amacıyla yapılan başvurular oluşturmaktadır. 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte bu döneme ilişkin bir anda çok yüksek miktarda başvurunun geldiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi ile bu döneme ilişkin başvuruların anılan Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde yapılabileceği belirtilmiş fakat bu süre son olarak 5233 sayılı Kanun’a 5666 sayılı Kanunla eklenen geçici 4. madde ile 30/5/2008 tarihine kadar uzatılmıştır. Dolayısıyla komisyonlara bir dönem çok sayıda başvuru yapıldığı, fakat söz konusu başvuru yoğunluğunun devam etmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.

71. Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, 5233 sayılı Kanun uyarınca oluşturulan idari başvuru yolunda iş yükündeki artış geçici olup her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre değerlendirmesi yapılırken bu olgunun dikkate alınması gerektiği görülmektedir. Bu durumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan bu sistemin etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin yeterli çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp almadıklarının ortaya konulması gerekmektedir.

72. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda bu komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri uyarınca karşılanacak zararları tespit ettiği, bu çerçevede, her bir başvuruda yapılan talebe bağlı olarak, uğranılan zararların tespiti amacıyla keşifler yaptığı, ayrı ayrı ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporları aldığı, başvurucuların taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım arazisi niteliğinde olanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri bitkisi, sebze, meyve ağacı olmasına) bağlı olarak gelirlerini hesapladığı görülmektedir. 360.000’in üzerinde başvuru için çok değişken ve ayrıntılı hesaplamalar yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının tespiti amacıyla yürütülen bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve zaman alıcı olduğu ortadadır (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 69, benzer değerlendirmeler içeren AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, § 69-70).

73. Bu kapsamda, 5233 sayılı Kanun kapsamında Siirt ilinden yapılan başvurular hakkında karar almak üzere anılan Kanun’un 4. maddesi uyarınca bir komisyon kurulduğu, başvuru sayısının çokluğu nedeniyle komisyon sayısının arttırıldığı, 21/9/2011 tarihine kadar 3 komisyon halinde çalışıldığı, kurulan komisyonlara 3/3/2014 tarihi itibarıyla toplam 21.554 başvuru yapıldığı, 5233 sayılı Kanun’un yürürlülük tarihi olan 27/7/2004 tarihinden 29/9/2005 tarihine kadar yaklaşık 11.000 başvuru yapıldığı, başvurucunun komisyona 15/4/2005 tarihinde başvuruda bulunduğu, başvurucunun dosya kayıt numarasının 7.846 olduğu anlaşılmaktadır. Komisyona 2004 yılı öncesi olaylara ilişkin sadece 30/5/2008 tarihine kadar başvuruların yapılabildiği, bu tarihten sonra 5233 sayılı Kanun kapsamında sadece yeni ortaya çıkan olaylara ilişkin başvuru yapılabileceği, dolayısıyla toplam başvuru sayısındaki artışın çok sınırlı olduğu, 10/1/2014 tarihi itibarıyla yapılan toplam 21.554 başvurudan 20.881’inin karara bağlandığı, komisyon sayısının bire düştüğü ve 673 başvurunun komisyon önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır.

74. Görüldüğü gibi komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30/5/2008) başvuru sayısında çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu tarihten sonra mevcut başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar. Başvuru sayısının çok yüksek olduğu dönemlerde Batman (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 70) ve Siirt örneklerinde görüldüğü üzere illerde kurulan komisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi sonrasında bu sayının düşürüldüğü ve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir. Hem ülke genelinde hem de Siirt ilinde komisyonlarda karara bağlanmamış başvuruların sayısına bakıldığında çok az sayıda başvurunun kaldığı anlaşılmaktadır.

75. Ülke genelinde ve Siirt ilinde karara bağlanan başvuru sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz önünde bulundurulduğunda komisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının kabulü gerekmektedir. Komisyonların oluşumunu düzenleyen 5233 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtildiği üzere, bu komisyonların yürüttüğü işlemleri yerine getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahip kişilerin komisyon üyesi olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yarı zamanlı görev alan kamu görevlileri oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirli bir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir (2013/3007, 6/2/2014, § 72).

76. Somut olayda, başvuru dilekçesinden anlaşıldığı kadarıyla, 31/8/2005 tarihinde komisyona başvuru sonrasında başvurucunun talebi 18/5/2010 tarihinde toplam 4 yıl 9 ay 18 günde karara bağlanmıştır.

77. Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya çıktığı açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu iş yükü artışının yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda üzerine düşeni yapmadıkları söylenemeyecektir.

78. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, Komisyon tarafından başvurucunun taleplerinin reddi sonrasında 17/8/2010 tarihinde dava dilekçesinin Diyarbakır İdare Mahkemesine sunulması suretiyle bu sürecin başladığı, dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat işleminin yapıldığı, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/12/2011 tarihli ara kararı ile dava dosyasının yetki yönünden reddedilerek 25/7/2011 tarihinde faaliyete geçen Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, dava dosyasını 6/2/2012 tarihinde devralan Batman İdare Mahkemesinin 23/3/2012 tarihinde davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır.

79. Başvurucu tarafından 18/4/2012 tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince 16/5/2012 tarihinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek dosya temyiz incelemesi için 11/7/2012 tarihinde Danıştay’a gönderilmiştir. Temyiz talebine ilişkin olarak yaklaşık beş ay sonra 6/12/2012 tarihinde Danıştay 15. Dairesince onama kararı verilmiştir.

80. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin toplam 2 yıl 3 ay 19 gün sürdüğü anlaşılmaktadır.

81. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, ilgili dava dosyasının Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare Mahkemesine devri söz konusu olmasına rağmen hem ilk derece aşamasında hem de temyiz aşamasında kayda değer herhangi bir gecikmenin yaşanmadığı anlaşılmaktadır.

82. Sonuç olarak, idari başvuru sürecinde komisyonlarda incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve bunların karara bağlanması ve bunların yanı sıra yargılama sürecinin (dosyanın Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare Mahkemesine devri söz konusu olmasına rağmen) 2 yıl 3 ay 19 gün içerisinde ilk derece ve temyiz aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate alındığında, her ne kadar komisyon incelemesinin sonuçlanmasının 4 yıl 9 ayı geçmesi göreceli olarak oldukça uzun bir süre olmakla birlikte toplamda 7 yıl 4 ay 6 günde (31/8/2005-6/12/2012 tarihleri arasında) başvurunun karara bağlanmasının makul sürede yargılanma hakkının ihlalini doğuracağından söz edilemez.

83. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinin gerektirdiği makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun,

1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının, kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve “açıkça dayanaktan yoksunluk”,

2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksunluk”,

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

8/5/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Tahir Aytiş [1.B.], B. No: 2013/3054, 8/5/2014, § …)
   
Başvuru Adı TAHİR AYTİŞ
Başvuru No 2013/3054
Başvuru Tarihi 2/5/2013
Karar Tarihi 8/5/2014
Resmi Gazete Tarihi 18/7/2014 - 29064

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 7 yıl 4 ay sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam, özgürlük ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) İhlal Olmadığı
Silahların eşitliği ilkesi / çelişmeli yargılama ilkesi (İdare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5233 Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 1
2
4
6
7
8
geçici 1
geçici 3
geçici 4
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi