TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ABDULSELAM TUTAL VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2319)
|
|
Karar Tarihi: 8/4/2015
|
R.G.Tarih-
Sayı: 3/7/2015-29405
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Muharrem İlhan KOÇ
|
Başvurucular
|
:
|
Abdulselam TUTAL
|
|
|
Selim AYDIN
|
|
|
Emin KOÇHAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet ERBİL
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvurucular, tutuklu olarak devam eden yargılamada savunma kapsamındaki
taleplerin reddedilmesi, gözaltında fiziksel ve psikolojik baskı altında müdafi
olmaksızın alınan ifadelere dayalı olarak mahkumiyet kararı verilmesi ile
verilen hapis cezasının infazının ölünceye kadar devam edecek olması
nedenleriyle Anayasa’nın 17., 19. ve 36. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru,
28/3/2013 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk
Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci
Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm 22/11/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin
birlikte yapılmasına karar vermiştir.
4. Başvuru
konusu olay ve olgular 22/11/2013 tarihinde Adalet
Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 24/1/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
5. Adalet
Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 10/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular görüşe
karşı beyanlarını 17/2/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucular 30/4/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S. G.’nin evlerinde ateşli silahla öldürülmeleri kapsamında,
yasadışı İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C) örgütüyle bağlantılı
olarak bu suçu işledikleri şüphesiyle 14/5/2004 tarihinde İstanbul’da polis
tarafından gözaltına alınmışlardır.
8.
Gözaltına alındığında Abdulselam Tutal 22, Emin 20
yaşında ve Selim Aydın 19 yaşındadır.
9. İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde başvurucuların müdafileri
olmaksızın 16-17 Mayıs 2004 tarihlerinde isnat edilen suçlamayla ilgili
ifadeleri alınmıştır. Düzenlenen tutanaklarda, başvurucuların bir avukatın
hukuki yardımından yararlanmak istemedikleri ve isnat edilen suçla ilgili ifade
vermek istedikleri beyanı ayrıca yer almaktadır.
10. Başvurucuların gözaltı ifadelerinde, cezaevinde bulunan
İBDA/C örgütü lideri S. M.’ye zihin kontrolü yoluyla
işkence edilmesinden sorumlu olduğu düşünülen İ.G.’nin
öldürülmesine karar verilmesi, bu amaçla adresinin tespiti, silah satın
alınması/temin edilmesi, olay günü bir kısmı dışarıda gözcülük yaptığı sırada
şüphelilerden birinin kurye kıyafetiyle eve giderek anılan kişiyi ve eşini
öldürmesi ile olay sonrasına ilişkin ayrıntılı anlatımlar bulunmaktadır.
11.
Başvurucular gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısına verdikleri ifadelerde,
polis tarafından hazırlanan ifade tutanaklarının baskı altında imzalandığını,
avukat yardımından yararlanmalarına imkan verilmediğini, avukatla görüşme ve
müdafi yardımından yararlanma yönündeki girişimlerin engellendiğini
belirtmişler ve anılan ifadeleri kabul etmediklerini beyan etmişlerdir.
12.
Başvurucu Abdulselam Tutal müdafii,
nöbetçi Cumhuriyet savcısı tarafından 16/5/2004
tarihinde kolluğa havale edilen yazılı müracaatına rağmen şüpheli ile
görüştürülmediğini 18/5/2004 tarihli ifade sırasında soruşturmayı yürüten
Cumhuriyet savcısına bildirmiştir. Diğer başvurucu Emin Koçhan, emniyette
boğazı tutularak ve küfredilerek konuşmaya zorlandığını, “burada avukatın bir fonksiyonu yoktur, avukat
istemenize gerek yok” şeklinde sözler söylendiğini belirtmektedir.
Başvurucu Selim Aydın ise Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, emniyette
psikolojik baskı altında hazırlanan ifadeyi imzalamak zorunda kaldığını beyan
etmiştir.
13.
Başvurucular, 18/5/2004 tarihinde İstanbul Devlet
Güvenlik Mahkemesi Hâkimi tarafından yapılan sorgulama sonrasında 2004/42 Sorgu
sayılı kararla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını zorla tebdil ve ilgaya teşebbüs
etmek ve bu amaçla eylem gerçekleştirmek suçundan tutuklanmışlardır.
Başvurucular sorgularında gözaltı ifadelerini kabul etmediklerini, gözaltında
avukatla görüştürülmediklerini, uykusuz bırakıldıklarını, kendilerine küfür
edildiğini ve baskı uygulandığını belirterek suçlamaları reddetmişlerdir.
14. İstanbul
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların aralarında
olduğu sanıklar hakkında düzenlenen 14/6/2004 tarihli
iddianamede, İBDA/C örgütü lideri S. M.’nin “Telegram-Zihin Kontrolü” isimli kitapta kendisine
uygulanan işkence metotlarının, ismini açıkça yazmadan İ.G.’nin
eseri olduğunu belirttiği, bu kitabın tanıtımı ile ilgili olarak bir dergide İ.G’nin adının açık olarak yazıldığı, başvurucuların bu
nedenle anılan şahsı öldürmeye karar verdikleri ve gözaltı ifadelerinde belirtilen
şekilde eylemi gerçekleştirdikleri belirtilmiştir.
15. Tutuklu
olarak devam eden yargılamada başvurucular, gözaltı ifade tutanaklarının
içeriğini kabul etmediklerini, ifade tutanaklarının baskı ve yanıltmaya dayalı
olarak imzalatıldığını, isnat edilen suçla ilgili kabul etmedikleri gözaltı
ifadeleri dışında maddi bir delil olmadığını belirterek serbest bırakılmalarını
talep etmişlerdir.
16. İlk
Derece Mahkemesi 18/10/2004 tarihli duruşmada,
başvurucuların gözaltı sonrası alınan doktor raporlarını dikkate alarak kötü
muamele iddialarıyla ilgili bir karar vermemiş, başvurucuların bu konuda ilgili
mercilere müracaat etmekte serbest olduklarını belirtmiştir.
17.
28/2/2005 tarihli duruşmada, soruşturma aşamasında şüpheli olarak gözaltına
alınan ve daha sonra tanık olarak beyanda bulunan S. A. ve İ. K., başvuruculara gözaltı sırasında kötü muamelede
bulunulduğunu, başvurucu Abdulselam Tutal’a yemek
fişinin altında avukat istemediğine dair tutanak imzalatıldığını gördüklerini
beyan etmişlerdir.
18. Davanın
11/7/2005 tarihli duruşmasında, olayın meydana geldiği
binanın bazı dairelerinde tadilat olduğu belirtilerek çalışanların tespiti ve
tanık olarak dinlenilmeleri talep edilmiş, ancak bu talep Mahkeme tarafından
reddedilmiştir.
19. Daha
önce duruşma günü olarak belirlenmeyen 2/6/2009
tarihinde başvuru üzerine celse açılarak tanık Ç.E.’nin
beyanı alınmıştır. Bununla birlikte, bu tanık yargılama kapsamında başvurucular
ve müdafilerinin olduğu 23/11/2005 tarihli duruşmada
daha önce beyanda bulunmuş ve İ.G. ve eşinin öldürülmesiyle ilgili görgüye
dayalı bilgisinin olmadığını ifade etmiştir.
20. Yargılama
devam ettiği sırada, gözaltında kötü muamele ve baskıya maruz kalındığı
yönündeki şikayetler üzerine yürütülen soruşturmada Fatih Cumhuriyet
Başsavcılığı 27/4/2006 tarihli ve Soruşturma No:
2004/26798 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
21.
Yargılama sonunda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012
tarihli ve E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararıyla başvurucuların da aralarında
bulunduğu beş sanık, İBDA/C örgütü adına bu eylemi işledikleri gerekçesiyle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir
kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük
Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan
mene cebren teşebbüs suçundan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146.
maddesinin birinci fıkrası kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
mahkûm edilmiştir.
22. Mahkumiyet
kararının gerekçesinin sonuç kısmı, “sanıklar
her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla anlattıkları emniyette alınan
ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu ifadelerini reddetmişlerse de,
yukarıda deliller kısmında izah edilen maktullerin otopsi tutanakları, otopsi
raporları, maktullerin vücutlarından çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları, sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak
olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını destekler, doğrular mahiyette
oldukları, olay mahallinde maktul İ.G.'e kargo paketi
olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca
haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri
hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem öncesinde gerekse eylem
sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu
olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca sanıklardan A.E'nin
emniyetteki anlatımı sonrasında savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan
B.'nin olay sonrasında evine geldiklerinde
maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek bu eylemi
kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün olarak
değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları ifade
değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş, sanıkların bu eylemi yasadışı silahlı
terör örgütü İBDA/C adına… gerçekleştirdikleri
kanaatine varılmış” şeklindedir.
23.
Mahkumiyet kararları Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2/10/2012
tarihli ve E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamıyla onanmıştır.
24. Bu
karar başvuruculara 1/3/2013, 8/3/2013 ve 21/3/2013
tarihlerinde tebliğ edilmiştir.
25.
Başvurucular 28/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. İlgili
Hukuk
26. Olay
tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412
sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:
“Zabıta
amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim
tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1. İfade
verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir.
İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak
cevaplandırmak zorundadır.
2.
Kendisine isnat edilen suç anlatılır.
3. Müdafi
tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro
tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki
yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin
soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname
aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından
istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.
4. İsnad edilen suç
hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.
5. Şüpheden
kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır
ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan
hususları ileri sürmek imkanı verilir.
6. İfade verenin
veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.
7. İfade
veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin
yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında
hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen
kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında
yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine
getirilmemiş ise sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya
çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer
alır.”
27. 1412
sayılı Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:
“İfade
verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici
nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel
cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya
ruhi müdahaleler yapılamaz.
Kanuna
aykırı bir menfaat vaat edilemez.
Yukarıdaki
fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi
delil olarak değerlendirilemez.”
28. 1412
sayılı Kanun’un 136. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi
varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.
Zabıta amir
ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi
hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.
Zabıtaca
yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın
her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla
görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda
bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”
29. 1412
sayılı Kanun’un 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan
kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi
halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya
sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya
dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi
tayin edilir.”
30. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun
146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Türkiye
Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve
tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e
cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur.”
31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Müdafi
hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli
veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”
32. 4/1/2011 tarihli ve 5275 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük
ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1)
Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere
yapılmış sayılır.
(2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk
Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış
olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer
almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
maddelerine yapılmış sayılır. ”
33. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası
şöyledir:
“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım,
"Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar" başlıklı Dördüncü Bölüm,
"Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı
Beşinci Bölüm, "Milli Savunmaya Karşı Suçlar" başlıklı Altıncı Bölüm
altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi
dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu
salıverilme hükümleri uygulanmaz.”
34. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun
17. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Ölüm
cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1
inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen
terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına
dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör
suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında
ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
35.
Mahkemenin 8/4/2015 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda, başvurucuların 28/3/2013 tarihli ve 2013/2319 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
36. Başvurucular,
i. Gözaltında baskı ve tehditle ifade
tutanaklarının imzalatıldığını, müdafi yardımından yararlandırılmadıklarını,
yargılama sürecinde tanıkları sorgulama imkânı verilmediğini, yargılama konusu
olayın araştırılması taleplerinin reddedildiğini, lehe deliller dikkate
alınmadan müdafi olmaksızın alınan ifadelere dayalı olarak ve tutuklu olarak
devam eden yargılama sonunda mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek adil
yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliğinin,
ii. Yargılama
sonunda ölünceye kadar infazı devam edecek bir cezaya hükmedilmesi nedeniyle
yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma
yasağının,
ihlal edildiğini
ileri sürmüşler ve yargılamanın yenilenmesiyle birlikte tazminata
hükmedilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliğine İlişkin İddialar
37. 6216
sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
38.
Başvurucular 14/5/2004 tarihinde İstanbul’da polis
tarafından gözaltına alınmışlar ve 18/5/2004 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi hâkimi tarafından tutuklanmışlardır.
39. Devam
eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda
şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını
haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit
yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına
gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece
kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
40. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun
ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir. Belirtilen
tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir
suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi
yapılacaktır (M. Emin Kılıç, B.
No: 2013/5267, 7/3/2014, § 27).
41. Bu kapsamda “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu olma” durumunda, tutukluluk süresinin
makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun ilk derece yargılaması
devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları
tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında, nihayet bu durumun ortadan
kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi içinde yapılması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) de, mahkumiyet kararından itibaren altı ay
içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına
bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun süresinde olmadığını
belirtmiştir (M. Emin Kılıç, §
28).
42. Somut
olayda başvurucular İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012
tarihli kararıyla müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir.
43. Başvurucuların
yargılama kapsamında 14/5/2004-25/1/2012 tarihleri
arasında “bir suç isnadına bağlı olarak”
özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları, mahkûmiyet kararından sonraki
özgürlükten yoksun bırakmanın “mahkûmiyete
bağlı tutma” olduğu anlaşılmaktadır.
44. Bu
belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına
bağlı olarak” tutukluluğun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru
kapsamındaki yetkisinden önce gerçekleştiği dikkate alınarak, başvurunun bu
kısmının “zaman bakımından yetkisizlik”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkına İlişkin İddialar
45.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
46. Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil
yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3)
numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai
alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan,
yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya
açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
…
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için
gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli
görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak
yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının
da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
47.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 22)
48.
Başvurucuların iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir
kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından, başvurunun adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
49. Adalet
Bakanlığı, Anayasa’nın adil yargılanma hakkına ilişkin hükümlerinin, AİHS’nin
6. maddesi ve bu maddeye ilişkin AİHM’nin içtihatları ışığında yorumlanması ve
uygulanmasının doğru olacağını değerlendirdiğini belirtmekte ve AİHM’nin Salduz/Türkiye kararında ilgilinin kolluk
aşamasında avukattan yararlanma hakkını incelediğini (Salduz/Türkiye [BD], B. No. 36391/02, 27/11/2008),
bu kararda öncelikle adil yargılanma hakkının hazırlık soruşturmasını da
kapsayan en temel haklardan biri olduğunu vurguladığını, delillerin toplanması
aşamasında ilgili mevzuat karmaşık olduğundan, ilgilinin haklarının korunması
için avukat yardımından faydalanmasının zorunlu olduğunu, ayrıca adil
yargılanma hakkının, iddia makamının baskı ve zorlama olmaksızın elde ettiği
delillerle iddiasını ispat etmesi gerekliliğini de kapsadığını belirtmektedir.
Sonuç olarak AİHM’nin, her davanın kendine has koşulları içinde bazı
kısıtlamalar mümkün olmakla birlikte, ilgiliye kolluk tarafından ilk
sorgulanmasından itibaren avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmasının
zorunlu olduğunun belirtildiği ifade edilmektedir.
50. Adalet
Bakanlığı, yargılama kapsamında 18/10/2004 tarihli
duruşmada, başvuruculardan Abdulselam Tutal vekilinin
“…polisteki ifadesinde müvekkilimin 2 ve 6
sayfasındaki imzalar kendisine ait değildir bu hususta adli tıp incelemesi
yapılmasını talep ederim…” şeklindeki talebi üzerine, aynı
duruşmanın 5 no.lu ara kararı ile bu hususun araştırılmasına karar verildiğini,
başvuran vekilinin bu talebi ile ilgili 18/3/2010 tarihli Adli Tıp Kurumu
raporunun, 4/6/2010 tarihli duruşmada başvuruculara bildirildiğini, incelenen
belgedeki imzanın başvurucu Abdulselam Tutal’ın eli
ürünü olduğu yönünde görüşüne yer verildiğini belirtmiştir.
51.
Başvurucular Adalet Bakanlığı görüşüne karşı başvuruda ifade ettikleri
hususları tekrarlamışlardır.
52. Adil
yargılanma hakkı kişilere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama
sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle,
bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için
başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede
yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe
ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013,
§ 22).
53.
Başvurucular genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ve bu
kapsamda esas olarak, gözaltında avukata erişim imkânından
yararlandırılmadıkları sırada, baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul
edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak karar verildiğini ileri
sürmektedirler.
54.
AİHS’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında
bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar
kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir
müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için
gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır.
Dolayısıyla, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması
talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983, Kazım
Albayrak, B. No:2014/3836, 17/9/2014, § 28).
55. Müdafi
yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere
savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu kişilerin
kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan
müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer
bir unsuru olan “silahların eşitliği”
ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B.
No:2014/3836, 17/9/2014, § 29).
56.
AİHS’nin anılan maddesi herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında
bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında
uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından
da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının
güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini
belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B.No:
13972/88, 24/11/1993, § 36-38). Diğer taraftan AİHM,
müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi
aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün
olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının
değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B.No: 18731/91, 8/2/1996, § 63, Magee/Birleşik Krallık, 6/6/2000, B. No:
28135/95, § 41). Bu kapsamda suç isnadı
altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili
bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel unsurlarında biridir
(Poitrimol/Fransa, B.No:
14032/88, 23/11/1993, § 34, Kazım Albayrak, B. No:2014/3836,
17/9/2014, § 30).
57. Bununla
birlikte AİHM, AİHS’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesinin, bu
hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek
şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin
ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013,
§ 48).
58. Adil
yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan
vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir
açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri
içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin
sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 59; Talat
Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, Aksin ve diğerleri/Türkiye).
59. AİHM,
bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin
edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında,
ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren
bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir
hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat
Tunç/Türkiye, § 55, 56; Kazım
Albayrak, § 31).
60. Somut
olayda, başvurucuların 14/5/2004 tarihinde
yakalanmaları sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade
verinceye kadar gözaltında tutuldukları görülmektedir. Gözaltı ifade
tutanaklarında başvurucuların kendileri ve diğer şüpheliler hakkında isnat
edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar yer almaktadır.
61.
Başvurucuların gözaltında bulundukları sırada yürürlükte olan mevzuat kişilerin
bir avukatın hukuki yardımından yararlanmalarını engelleme sonucunu doğuracak
bir kısıtlama öngörmemektedir. Bununla birlikte, avukat yardımı kural olarak
kişinin talebine bağlıdır (§ 28, 29).
62.
Başvurucuların ifade tutanaklarında 1412 sayılı Kanun’un 135. maddesinde
düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve haklar belirtilmektedir.
Başvurucuların kolluk ifade tutanaklarında bir avukatın hukuki yardımından
yararlanmak istemedikleri hususu matbu olarak yer almaktadır.
63. Bununla
birlikte, başvurucular gözaltı sonrasında 18/5/2004
tarihinde Cumhuriyet savcısına verdikleri ifadelerinde, emniyette psikolojik ve
fiziksel baskı altında ifade tutanaklarını imzalamak zorunda kaldıklarını,
tutanakların içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediklerini beyan
etmişlerdir.
64.
Başvurucular hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığınca düzenlenen 14/6/2004 tarihli
iddianamede isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı
ifadelerine dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesi (§ 22) dikkate
alındığında, gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı
görülmektedir.
65. AİHM,
soruşturma aşamasındaki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği
belirtilerek hakim önünde reddedilmesi halinde, bu
konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir
eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki
Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).
66. Sanığın
hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit halinde gözaltında tutulması
nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında, ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete
aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera,
Messegue ve Jabardo/İspanya,
B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87, Magee/Birleşik Krallık, § 43).
67. Bu
kapsamda, başvurucuların gözaltında kötü muameleye maruz kaldıkları ve bu
nedenle ifade tutanaklarını imzaladıkları yönündeki iddialarını doğrulayan
somut bir bulgu sunulmamıştır. Başvurucuların bu iddialar temelinde insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamelede bulunma yasağının ihlal edildiği yönünde
ayrı bir şikâyetleri de yoktur.
68. Baskı
ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade
edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma
hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların göz önünde
bulundurulmasına engel değildir (Kolu/Türkiye,
B. No: 35811/97, 2/8/2005).
69.
Başvurucular, yasadışı bir örgütün amacı doğrultusunda iki kişiyi öldürmek ve
böylece anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle
suçlanmışlar ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm
edilmişlerdir.
70.
Yargılama sırasında suçsuz olduklarını ve suçla ilgilerini ortaya koyan delil
bulunmadığını savunan başvurucuların gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hakim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmedikleri, ifade
tutanaklarının baskı ve yanıltmayla imzalatıldığını belirttikleri görülmektedir.
71.
Başvurucuların savunmaları ve şüpheli olarak gözaltına alınan ancak haklarında
kamu davası açılmayan kişilerin beyanları ile avukata erişim imkânının
sağlanmadığına ilişkin diğer iddialar irdelenmeksizin anılan ifadeler hükme
esas alınmıştır.
72. Bu
çerçevede, suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile gözaltı sonrası
savunmalar ve beyanlar dikkate alındığında, başvurucuların dört günlük gözaltı
sırasında bilinçli ve anlayışlı bir biçimde avukat yardımı istemeyerek ifade
vermeyi kabul ettikleri her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucuların
bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildikleri somut olarak ortaya
konulamamıştır.
73.
Başvurucuların kabul etmedikleri ifadelerinin mahkûmiyetlerine dayanak
oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer
güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı
gideremediği görülmektedir.
74.
Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin
(4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak
nitelikte ise de, dava anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve
bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.
75.
Başvurucuların gözaltında avukat yardımından yararlanamamaları ve bu nedenle
savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını
engellemiştir. Bu sebeple, yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil
yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin
ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
76.
Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
77.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın
17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın tespit edilen ihlal nedeniyle
ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir. Serruh
KALELİ bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı
Kanunun 50. Maddesi Yönünden
78. 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
79.
Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80.
Başvurucular maddi tazminat taleplerinin dayanağını yargılama kapsamında
özgürlükten yoksun kalma nedeniyle elde etmeleri muhtemel çalışma gelirlerinden
mahrum kalmaları olarak göstermişlerdir. Ancak, ihlalin gözaltında avukat
yardımından yararlanamama nedenine dayandığı göz önüne alındığında, maddi
tazminata ilişkin taleplerin ihlalin doğrudan sonucu olmadığından reddine karar
verilmesi gerekir.
81. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki
ihlalin giderilmesi için en uygun yolun başvurucuların yeniden yargılanmaları
olacağı açıktır.
82.
Başvurucular tarafından yapılan 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal
edildiği yönündeki iddialarının “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Başvurucuların adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuların gözaltında avukat yardımından yararlanamamaları
nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki
diğer şikâyetlerin ayrıca incelenmesine yer olmadığına, OYBİRLİĞİYLE,
E. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F. Başvurucuların tazminat
taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G. Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılamaya karar
verildiğinden, ölünceye kadar infazı devam edecek müebbet hapis
cezası verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddiaların ayrıca incelenmesine YER OLMADIĞINA, Serruh
KALELİ’nin karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
H. Başvurucular tarafından yapılan
198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35
TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
İ. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra
Maliye Bakanlığına yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
8/4/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucular,
şikayetlerine konu eylem ve kamu gücü işlemlerini müracaat dilekçelerinde
anlatırken, önce yakalanmalarından başlayarak, savcılıkta ve hakimlikte
verdikleri ifadeleri ve duruşmalarda yapılanları kronolojik sırayla yazmışlar,
ifadelerinden, emniyette uğradıkları kötü muamele, eziyet ve gördükleri
işkenceye dayalı ifade sonucu tutuklu yargılandıkları ve tahliye taleplerinin
de reddedildiği bir yargılama süreci geçirdiklerini anlattıkları anlaşılmıştır.
Başvurucuların
temel şikayeti ilk olarak, Anayasa’nın 17. maddesinde
yer alan kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığının gelişim hakkı ve bu
hakla ilintili, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde yer alan
yaşama hakkı ve 3. maddesinde yer alan işkence yasağı yönündedir. İkinci olarak
da Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile
Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan yargı mercileri önünde iddia ve savunma
hakkına sahiplik olgusu ile bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.
maddesinin ilgili suç ile itham edilen kişilerin sahip olduğu haklar
kapsamından bahsettiği görülmektedir.
Nitekim, bu maddeler kapsamına giren
olayları da başvuru formunda;
-
Tehdit, hakaret, psikolojik ve manevi baskıya uğramak, kafalarına vurulmak,
-
Gözaltında ve emniyette avukat yardımından faydalandırılmamak,
-
Zorla istem dışı yazılı evrak imzalatılmak,
-
Hukuka aykırı alınan ifadelere dayalı hüküm kurmak,
-
Lehe olan tanık ve belgelerin dinlenme ve elde edilme taleplerine itibar
edilmemek,
- Sanık
ve avukatların tanıklara çapraz soru yapma hakkını tanımamak ve,
-
Müebbet hapis cezasının niteliği itibarı ile yaşam hakkını korumadığı şeklinde
ifade etmişlerdir.
Ayrıca
uğradıkları haksızlığın giderimi için ise mahrum kaldığı gelir miktarını ispatlayabilmek
ve çalışmadığı süreyi anlatabilmek için tutukluluk haline vurgu yaparak
tazminat istemişlerdir. Tazminatın hak edilebilirliği için tutuklulukta geçen
süreyi, kaybedilmiş- kazanılamamış kâr dönemini açıklayabilmek için ifade
ettikleri, Asli şikayetlerinin tutuklanma ve tutuklu
yargılanma değil, yargılama sürecinin tutuklu geçmesine sebep olan hukuksuz
uygulamalar ve yargılama sürecindeki hukuka aykırılıklar olarak anlamak
gerekir.
Özetle
başvurucular Anayasa’nın 19. maddesinde ki kişi hürriyet ve güvenliğine yönelik
iddialardan ziyade temelde ifadelerinin alınışından başlayan hukuksuzluklara
atıfta bulunmuş bununda işkence ve eziyet altında alınan ifadeler nedeniyle
oluştuğunu, eylemsel kamu gücü müdahalesinin, netice hukuksal haksız zarara yol
açtığını ifade etmeye çalışmışlardır.
O
halde Mahkemenin incelemesi kabul edilebilirlik yönünden gerçek şikayet konusu olmayan kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin
tutma, tutukluluğun kanuniliği iddiaları açısından değil, kişi
dokunulmazlığını, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkına yönelmiş
Anayasa’nın 17. maddesi yönünden yapmalıydı.
Gerekçeli
kararımızda yer alan kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin iddialar başlığı
altındaki 34 ve 41. paragraflar hukuki içerik itibarı ile doğru olmakla birlikte,
başvurucunun talebinin karşılığı değildir.
Mahkemece
ulaşılan netice değerlendirme adil yargılanma hakkı ihlali iddiası kapsamında
başvurucuların sorgulanmasında Avukat yardımından yararlandırılmamaya
özgülenmiş (45. - 48. paragraflar) ancak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
ilişkin iddialar kabul edilebilirlik yönünde hiçbir incelemeye bu aşamada tabii
tutulmamıştır. Bu eksik inceleme sonucunda esasa ilişkin değerlendirmede ise
Avukat yardımından yararlandırılmadan yapılmış yargılamanın, hak ihlali
olduğunu tespit eden mahkememiz dosyayı yeniden yargılama yapılması için
mahkemesine gönderme kararı vermiştir.
Bu
karar ile yapılacak yeniden yargılamada Avukat yoksunluğunda alınan ifadeler,
gözaltında uğradıklarının iddia edildiği eziyet, işkence, baskıya uğradıklarına
ilişkin itibar edilmemiş iddialar ve lehe tanıkların ifadelerine başvurma
gerekliliği yargılama bütünlüğü içinde yeniden gözden geçirilecektir.
Hal
böyle iken, verilen bu karar gereği gözden geçirilemeyecek tek husus ise
başvurucunun Adil yargılanma hakkı kapsamında görülen ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezasına ilişkin iddiaları olacaktır. Çünkü Mahkememizin bu açık iddiayı,
yapılacak yeniden yargılama sürecinde önceki cezadan sanık lehine çıkabilecek
farklı bir sonuç ihtimaline bırakmış, iddiayı karşılamaktan uzak durmuştur.
Başvurucular,
ölünceye kadar sürecek bir cezanın insan hakkı ihlali olduğunu, kendilerinin de
terör suçlusu sayıldığını ve bu kapsamda hükmedilmiş ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezasın da cezaların infazı hakkındaki kanunda yer alan şartlı
salıvermeye ilişkin hükümlerin uygulanmayacağını ve cezanın ölene kadar devam
edeceğini söylemektedirler.
Anayasa’nın
17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi kapsamındaki bu
iddianın kararımızda esas yönünden incelenmediğine göre kabul edilemez,
incelenemez bulunuşunun ya da kabul edilebilirlik kriterlerine
uymadığının bir açıklanması bulunması gerekirken, bu konuda bir gerekçe
kullanılmamış, somut iddianın dosyada Anayasa’nın 36. maddesi ile karşılanan
Avukat yardımından yararlandırılmamış olması haline ilişkin ihlalin gölgesinde
kaldığı anlaşılmaktadır. Bu kabule katılmaya olanak yoktur.
Mahkememiz
başvuranların iddialarının hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp iddiaları kendisi
niteleyebilmekte ve bu kapsamda karşılamaktadır.
Somut
davada anılan iddia ne kabul edilebilirlik ne de esas yönünden aşamaları da
değerlendirilmeye alınmamıştır. Başvuruda yer alan bir başka iddia kapsamında
Mahkememizce bulunmuş ihlalin varlığı ve onun niteliği, özü insan onuruna saygıya
dayalı İnsan Hakları Sözleşme sisteminin ve temel insan hak ve hürriyetinin
ihlali sayılabilecek son derece önemli bu iddiayı incelemenin önüne geçmemeli,
hukuki değerlendirmesini, yeniden yargılamanın olası sonuçlarına
bırakmamalıydı.
Örneğin,
işkence görüldüğü sabit bir olayda, etkin soruşturma yapılmadığı iddiasının da
kabulü halinde, işkence iddiası yapılacak bir etkili soruşturma içinde tespit
edilebilir, o halde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. maddesinden ihlal
bulduk Sözleşmesi’nin 2. maddesinden ihlal incelemesine gerek yok denilebilecek
midir?
Yeniden
yargılanıp beraat etme veya koşullu salıverme hükümlerinden yararlanma hakkına
sahip olacağı varsayımı başvurucuda insan haysiyeti ile bağdaşmamış bir cezaya
çarptırılmış olmak duygusuyla yaşanmışlığı yok etmiş ya da, ortadan kaldırmış
mı olacaktır.
Bir
ihlal ya da ihlale konu iddianın yer aldığı olgu, somut da ve geçmiş zaman
sürecinde doğmuş ve sabittir.
Anılan
aykırılık tespit edilmeli ve hukuk dünyasında olması gereken etkili alanında
yer almalıdır. Bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 3.madde kapsamında bu
konuda verdiği ihlal kararları önümüzde durduğunda, infazda şartlı salıverme
haklarını ortadan kaldıran düzenlemelerin Anayasa ve Sözleşme’ye
uygunluğu net bir tartışma alanı olup, yasa koyucu ve mahkemelere düşen
(Anayasa Mahkemesi gibi) ihlalleri tespit ve uygulanabilirliğini önlemedir. Bu
nedenle de Anayasa Mahkemesi, somut davada ki gibi bir başka ihlal sonucuna
bağlı olarak somut iddiayı incelemekten kaçınmamalı, bu yönde oluşmuş kararda
yer alan inceleme usulü görüşü Anayasa Mahkemesi’nin hukuk düzeni bütünündeki
etkili Anayasal şikayetleri inceleme görevi karşısında
geçerli olmamalıdır.
Somut
iddianın değerlendirilmesine gelince;
Başvurucular
ölünceye kadar infazı devam edecek bir ceza verilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve
işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.
Adalet
Bakanlığı başvuruya konu somut olaydaki şikâyetin Anayasa’nın 17. maddesi ve
AİHS’nin 3. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirttikten
sonra, AİHM’nin yerleşmiş içtihatlarına göre, AİHS’nin 3. maddesi “Sözleşme’de… tanımlanan hak ve özgürlükleri egemenliği altında bulunan
herkes için güvence altına alır”
diyen AİHS’nin 1. maddesi ile birlikte yorumlandığında, devletlerin kendi egemenlik
alanlarında bulunan bireylerin, özel kişilerin kötü muameleleri dahil, herhangi
bir şekilde işkenceye ve insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye tabi
tutulmalarını engellemeyi amaçlayan tedbirler almalarını gerektirir.
9/7/2013 tarihli Vinter/İngiltere (B. No:66069/09, 130/10,
3896/10) Büyük Daire kararında, müebbet hapis cezasının tek başına AİHS’nin
ihlaline neden olmayacağını, bu tür bir cezanın AİHS’nin 3. maddesi ile uyumlu
olması için, serbest bırakılma olasılığı ile birlikte yeniden gözden geçirme
olasılığının da bulunmasının gerekli olduğu,
Müebbet hapis cezasının süre bakımından hukuki ve fiili olarak
indirilebilir bir ceza olması gerektiği, aksi halde AİHS'nin 3. maddesinin
ihlal edilmiş olacağının belirtildiği, ayrıca, hükmün verildiği an itibarıyla
belirli olan bir süre sonunda yetkililer tarafından cezanın gözden geçirilerek,
hükümlünün rehabilitasyonuna yönelik önemli
gelişmelerin olup olmadığının ve kişiye müebbet hapis cezası verilmesi için
geçerli olan gerekçelerin halen devam edip etmediğinin belirlenmesine yönelik
bir sistem kurulması gerektiği, bununla birlikte yapılacak değerlendirmenin
kişinin serbest bırakılacağı anlamına gelmeyeceği,
Hükümlü şahsın, hüküm verildiği tarih
itibarıyla ne kadar süre sonra cezasının yeniden gözden geçirileceğini, tahliye
şartlarını, serbest bırakılabilmesi için cezaevinde nasıl davranması, neler
yapması gerektiğini bilebilmesi hususları üzerinde durulduğu, yerel mevzuatta
yukarıdaki paragrafta belirtilen mekanizmaların ve imkânların bulunmaması
durumunda, sanığın müebbet hapis cezasına mahkûm edildiği an itibarıyla
AİHS'nin 3. maddesi ihlal edilmiş olacağını ifade etmiştir.
Başvurucular ölünceye kadar infazı devam edecek bir hapis cezası
verilmesi nedeniyle ayrıca yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse
de, ölünceye kadar infazına devam edilecek bir hapis cezasına ilişkin şikâyetin
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye tabi tutulma yasağı
çerçevesinde Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve AİHS’nin 3. maddesi
kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Anayasa'nın
"Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"başlıklı
17. maddesinde "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir" denilmektedir. Buna göre kişinin yaşama,
maddî ve manevî varlığını koruma hakkı birbirleriyle sıkı bağlantıları olan,
devredilmez, vazgeçilmez temel haklardandır. Bu haklara karşı her türlü engelin
ortadan kaldırılması da Devlete görev olarak verilmiştir. Bu itibarla kişilerin
yaşayışlarına ilişkin yasal düzenlemeler "maddî
ve manevî varlığını koruma hakkını” önemli
ölçüde zedeleyecek veya ortadan kaldıracak kuralları içeremez (Anayasa
Mahkemesinin 22/5/2014 tarih ve E.2013/137, K.2014/94
sayılı kararı)
Anayasa'nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasında "Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir
cezaya veya muameleye tabi tutulamaz"denilerek, bireyin
başkalarının ya da kendisinin gözünde küçük düşüren,insan haysiyetiylebağdaşmayan
veya onur kırıcı ceza ya da muameleye tabi tutulamayacağı öngörülmüş ve Anayasa
Mahkemesi kararlarında, insan haysiyeti kavramı da insanın hangi durum ve
şartlar altında bulunursa bulunsun sırf insan olması nedeniyle sahip olduğu
değerin tanınması ve sayılması olarak ifade edilmiştir. Bu bağlamda, işlediği
bir suç nedeniyle bireyin dayak, teşhir, aleni infaz ve benzeri bedensel ceza
ya da muameleye maruz kalmasının insan onuruyla bağdaşmayacağı belirtilmiştir
(E.2013/137, K.2014/94 sayılı karar)
Cezanın
caydırıcılığı ve suçlunun toplumla uyum sağlayabilmesi başka bir deyişle
topluma yeniden kazandırılması, ceza politikasının temel ilkelerden birini
oluşturur. Suçun niteliği ve toplumun buna verdiği önem, cezanın tür ve
miktarına esas olur. Bu husus, devletin cezalandırma politikasına uygun olarak
yasa koyucunun bu konudaki değerlendirmesine ve takdirine göre belirlenir.
Ancak, cezanın infazı, suçlunun topluma uyum sağlamasını ve topluma yeniden
kazandırılmasını amaçlar (E.1991/18, K.1992/20, 31/3/1992).
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına uygun olarak5275
sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" başlıklı 2. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane,
insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." denilmiş; yine Kanun'un 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı
cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının
korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir."hükmüne
yer verilmiştir. Böylelikle, ceza infaz kurumlarında tutulan hükümlülerin
cezaları infaz edilirken, infazın hükümlü üzerinde zalimane, aşağılayıcı ve
insanlık dışı etki yapmasının engellenmesi ve cezanın insan onuruna yakışır bir
biçimde yerine getirilmesi ve infazda gerekli özenin gösterilmesi yükümlülüğü
ifade edilmiştir (E.2013/137, K.2014/94, 22/5/2014)
Bir
mahkûmiyetin sonucu olan hapis cezasının infazının doğuracağı psikolojik
etkilerin de, cezanın insan onuruna yakışır bir biçimde yerine getirilmesi
ilkesine uygun olması gerekir. Bu kapsamda bir cezanın infazının onur kırıcı olmaması,
maddi ve manevi varlığı yok edici nitelik taşımaması gerekir. Bu nedenle
belirli suçlar nedeniyle verilen müebbet hapis cezasının infazının, suçlunun
topluma yeniden kazandırılması amacının gerçekleştirilmesi imkânını ortadan
kaldıracak nitelikte olması nedeniyle temel ilkelere uygun olduğu söylenemez.
Müebbet
hapis cezasından yatanlar dâhil, bütün mahkûmlara rehabilitasyon
ve bu rehabilitasyon başarıyla sonuçlanırsa serbest bırakılma şansının
sunulması ilkesine artık Avrupa ve uluslararası hukukta açık destek
bulunmaktadır (Vinter ve diğerleri/İngiltere,
§ 114).
İnfaz sürecinde belirli bir süre sonunda bu
kapsamdaki cezanın gözden geçirilerek, rehabilitasyona
yönelik önemli gelişmelerin olup olmadığının ve müebbet hapis cezası verilmesi
için geçerli olan gerekçelerin halen devam edip etmediğinin belirlenmesine
yönelik bir uygulama yapılamamaktadır. Bu durum, başvurucuların bir gün serbest
kalma umudu olmaksızın, af veya sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile
cezalarının hafifletilmesi veya kaldırılması durumu olmaması halinde, ölünceye
kadar hapsedilmeleri sonucunu doğurmaktadır.
Kanunda yer
alan suçlar nedeniyle verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının
hafifletilmesi, sonlandırılması veya şartlı tahliye amacıyla gözden geçirilmesi
imkânının sağlamasının, (geçerli nedenlerle cezanın infazına devam edilse dahi)
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza verilmesi yasağı yönündeki Anayasal
ilke bakımından gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan
nedenlerle, başvurucuların müebbet hapis cezalarının sabit ve gözden geçirilmez
bir şekilde infaz edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza verilmesi
yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Nitekim, 18/3/2014 tarihli 2.
Dairenin B. No: 24069/03, 197/04, 6201/06, 10464/07sayılı başvurularına karşı
verilen ÖCALAN kararında,
- Şikayetin hiçbir kabul edilemezlik engeli ile
karşılaşmadığını(bizim kararın aksine) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3.
maddesi kapsamında inceleneceğini mahkemenin müebbet hapis cezasına mahkum
edilen bir mahkumun serbest kalma şansına sahip olup olmadığının
değerlendirileceğini Mahkemenin bu konudaki içtihatına
bakıldığında, ulusal hukukun, müebbet hapis cezasının infazını askıya alındığı
veya sonlandırıldığı veyahut da hükümlünün şartlı tahliyesi amacıyla cezasının
indirilmesi amacıyla tekrar gözden geçirilmesine imkan tanıdığı durumlarda,
3.maddenin gereklerine uygun davranıldığı sonucu ortaya çıkacağına vurgu yaparak
(Vinter ve diğerleri (BD) kararı, par. 108 ve 109)
Cezalandırmanın BİEBER davasında denildiği gibi caydırıcılığı, kamu korumasını
ve ıslahını içermesi gerektirdiğini, bu temeller müebbet hapis cezası
verildiğinde de mevcut olmalıdır demektedir.
Ayrıca,
şartlı tahliye olmaksızın bir müebbet hapis mahkumu
serbest bırakılma ümidi olmaksızın ve cezasının gözden geçirilmesini isteme
ihtimali olmadan hapsedilirse, suçunu asla telafi edememe riski bulunmaktadır:
mahkûm cezaevinde ne yaparsa yapsın, ıslah yoluyla gelişimi ne kadar olağanüstü
olursa olsun, cezası sabit ve gözden geçirilemez kalacaktır. Gerçek şu ki,
cezalandırma zamanla daha ağır hale gelmektedir: mahkûm ne kadar çok yaşarsa,
cezası da o kadar çok olacaktır. Böylece, bir şartlı tahliye olmaksızın müebbet
hapis cezası uygulanma zamanında hak edilmiş bir ceza olsa bile, zamanın
geçmesiyle birlikte - Wellington davasında Lord Justice Laws’ın kelimeleriyle
ifade edilirse – adaletin ve orantılı cezalandırmanın zayıf bir güvencesi
haline gelecektir(…).
Mahkeme
aynı zamanda, önündeki karşılaştırmalı ve uluslararası hukuk materyallerinin,
müebbet hapis cezasının uygulanmasından sonra yirmi beş yılı geçmeyecek bir
gözden geçirmeyi ve sonrasında da periyodik gözden geçirmeyi güvence altına
alan özel bir mekanizma kurulmasına açık bir destek verdiğini de gözlemler.
Dolayısıyla
iç hukukun böyle bir yeniden değerlendirme ihtimalini düzenlemediği durumlarda,
bir mutlak müebbet cezası Sözleşme’nin 3. maddesinin gereklerine aykırı olarak
kabul edilecektir.
Gerekli
yeniden değerlendirme, zorunlu olarak hükmün verilmesinden sonra ileriye dönük
bir olgu olmasına karşın, bir mutlak müebbet hapis cezası mahkumu,
cezasına eklenen hukuki koşulların 3. madde gereklerini bu açıdan yerine
getirmediği şikayetini ileri sürebilmeden önce, süresi belli olmadan yıllarca
beklemek ve cezasını çekmek yükümlülüğünde olmamalıdır. Bu hem hukuk güvenliği
ilkesine hem de Sözleşme’nin 34.maddesinde mağdur kavramına verilen anlam
kapsamında mağdur statüsü hakkındaki genel ilkelere aykırı olacaktır. Bundan
başka, bir cezanın verildiği zaman iç hukuka göre indirim yapılamaz olduğu
durumlarda, belirsiz, gelecekteki bir tarihte, gösterdiği ıslaha göre serbest
bırakılmasının değerlendirilmesine olanak sağlayacak bir mekanizmanın uygulanacağını
bilmeden, bir mahkumun kendi ıslahı yönünde
çalışmasını beklemek tutarsız olacaktır.
Dedikten
sonra özetle, şikayetleri haklı ve Sözleşme’nin 3.
maddesini ihlal eder nitelikte bulmuştur.
Yukarıda
açıklanan gerekçeler ile Genel Kurul’un 8/4/2015 günlü
toplantıda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların
incelenmesine yer olmadığına şeklinde oluşan çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|