TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAŞAR DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2506)
|
|
Karar Tarihi: 20/11/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Seyit Abdulhakim ŞAHİN
|
Başvurucu
|
:
|
Yaşar DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Bahattin YAVUZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu 1997 yılında açtığı hukuk davasının yaklaşık on
altı yıl sonra hükme bağlandığını ve verilen kararda tapu kayıtlarının nazara
alınmadığını, bu nedenle Anayasa’nın 10., 35., 36.,
138. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek,
ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi
zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 15/4/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
3. Bölüm tarafından 17/9/2013
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği
görüş için 23/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 25/11/2013 tarihli görüş yazısı başvurucuya
tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal
süresi içerisinde 10/12/2013 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama
dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek
köyü 534 parsel sayılı taşınmaz Ankara Tapulama Mahkemesinin E.1961/256 sayılı
dava dosyasında yargılama konusu olmuş, ancak mahkeme tarafından keşif sonrası
bilirkişi tarafından çizilen krokide (a) harfi ile gösterilen bu taşınmaz
hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulmamıştır.
7. Bu durum üzerine aynı mahkeme tarafından 6/12/1975 tarih ve E.1961/256, K.1975/23 müteferrik sayılı
karar ile taşınmazın tavzih yolu ile tapuya tesciline karar verilmiş, taşınmaz
27/11/1987 tarihinde 3366 yevmiye numarası ile 534 parsel numarası altında tapu
kütüğüne tescil edilmiştir.
8. Mahkeme tarafından verilen bu tavzih kararı temyiz
üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin E.1991/14174, K.1992/10545 sayılı ilamı
ile bozulmuş, bozma ilamı doğrultusunda Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin 12/8/1997 tarih ve E.1996/1,K.1997/1 sayılı kararı ile
Ankara Tapulama Mahkemesinin tavzih kararının usulsüzlüğüne ve hükümsüzlüğüne
karar verilmiştir.
9. Başvurucu tarafından 24/9/1997
tarihinde Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyü 534
parsel sayılı bu taşınmaza ilişkin tapu kaydının yolsuz tescil nedeniyle iptali
ve tescili için tapu iptal ve tescil davası açılmıştır.
10. Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 3/3/1998
tarih ve E.1997/372, K.1998/183 sayılı kararıyla bir mahkeme kararı ile tapu
siciline kaydedilen ayni bir hak için yolsuz tescil iddiasında bulunulamayacağı
gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.
11. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk
Dairesinin 28/10/1998 tarih ve E.1998/4818,
K.1998/11113 sayılı ilamı ile “…Gölbaşı
Kadastro Mahkemesinin 1996/1 esas ve 1997/1 sayılı kararı taraflara tebliğ
edilip kesinleşmemiştir. Bu nedenle temyize konu iş bu davada Gölbaşı Asliye
Hukuk Mahkemesinin kadastro mahkemesinin kararının kesinleşmesini beklemesi
gerekmektedir…” şeklindeki gerekçe ile ilk derece mahkemesince
kurulan hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
12. Yargıtayın bozma ilamı doğrultusunda
yargılamaya devam eden Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/3/2008
tarih ve E.1999/38, K.2008/142 sayılı kararı ile Tapulama Mahkemesi dosyasında
535 parsel sayılı taşınmaz yönünden hükmen oluşturulan sicildeki hak sahibi
kişi ve payların dava konusu 534 parsel sayılı taşınmaz için de geçerli olduğu
ve davacıların davayı açmakta haklı oldukları gerekçesi ile davanın kabulüne
karar vermiştir.
13. Belirtilen hüküm temyiz edilmekle Yargıtay 8. Hukuk
Dairesinin 6/10/2008 tarih ve E.2008/3012, K.2008/4626
sayılı ilamı ile “… davacıların
dava konusu taşınmazı edinip edinmediklerinin belirlenmesi, bu konuda
kendilerine delillerini sunmak üzere süre ve imkan tanınması, mülkiyet hakkının
doğduğu belirlendikten sora davalıların kazanımlarında kötü niyetli olup
olmadığı hususunda davacıların delillerinin sorulması, davalılar karşı delil
gösterdikleri takdirde onların da toplanıp birlikte değerlendirilerek sonucuna
göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler üzerinde durulmaksızın yazılı
şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir…” şeklindeki
gerekçe ile bozulmuştur.
14. Bozma kararı sonrası Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin
E.2009/480 sırasına kaydı yapılan davanın yürütülen yargılaması neticesinde
Mahkemenin 24/3/2011 tarih ve E.2009/480, K.2011/216
sayılı kararı ile davacı tarafın mülkiyet hakkının ispat edilemediği
gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.
15. Tarafların temyizi üzerine bu karar Yargıtay 8. Hukuk
Dairesinin 22/5/2012 tarih ve E.2012/1967, K.2012/4684
sayılı ilamı ile onanmıştır.
16. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 14/3/2013
tarih ve E.2012/11319, K.2013/3551 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
17. Bu karar başvurucu vekiline 12/4/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından bu karar aleyhine 15/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
18. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 1023. maddesi şöyledir:
“Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle
dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı
korunur.”
19. 4721 sayılı Kanun’un 1024. maddesi şöyledir:
“Bir ayni hak yolsuz olarak
tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile
dayanamaz.
Bağlayıcı olmayan bir hukuki
işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.
Böyle bir tescil yüzünden ayni
hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü
kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/4/2013 tarih ve 2013/2506 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, dava konusu taşınmazın daha önce dava konusu
yapıldığı Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin E.1961/256 sayılı dosyasında bulunan
1/11/1974 tarihli raporda belirtilen 292/a bölümünün maliklerinden olduğunu, bu
mahkemece dava konusu 292/a bölümünün eksik bırakıldığını, kesinleşen bu
hükümden sonra Ankara Tapulama Mahkemesinin 6/12/1975 tarih ve E.1961/256,
K.1975/23 müteferrik sayılı kararı ile sahte bir tavzih kararının ihdas
edildiğini, bu sahte tavzih kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16.
Hukuk Dairesinin E.1991/14174, K.1992/10545 sayılı ilamı ile sahte tavzih
kararının usul ve esastan bozulduğunu, Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin bu ilama
uyarak sahte tavzih kararının usulsüzlüğüne ve hükümsüzlüğüne karar verdiğini,
sahte bir tavzih kararı ile oluşturulan tapu kütüğü nedeniyle mülkiyet hakkının
ortadan kalktığını, Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından, Gölbaşı/Ankara
Kadastro Mahkemesinin E.1996/1, K.1997/1 sayılı dosyası içerisindeki müşterek
rapor adlı belgenin ve tapu kayıtlarının göz ardı edildiğini, söz konusu
kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından onaylandığını, taşınmaz hakkında
1997 yılında açmış olduğu davanın makul bir sürede sonuçlandırılmaması, ayrıca
verilen hükümde 1/11/1974 tarihli raporda belirtilen 292/a bölümüne ait tapu
kaydı ve tespit tutanaklarının göz önünde bulundurulmaması nedeniyle
Anayasa’nın 10., 35., 36., 138. ve 141. maddelerinde
tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun, açmış olduğu tapu iptali ve tescil davasında,
davanın kanıtlanmamış olması nedeniyle reddine dair verilen kararın Yargıtay 8.
Hukuk Dairesi tarafından onanması suretiyle, kanun önünde eşitlik ilkesinin ve
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmış ise de, ihlal
iddiaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu iddiaların özü, söz konusu
kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple
başvurucuların ihlal iddiaları adil yargılanma hakkı çerçevesinde
değerlendirilmiştir
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın
Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
23. Başvurucu Ankara ili Gölbaşı ilçesi
İncek köyünde bulunan 534 parsel sayılı taşınmazın
sahte ve düzmece tavzih kararı ile oluşturulduğu iddiası ile söz konusu tapu
kaydının iptali ve hak sahipleri adına tescili için açılan davada, Gölbaşı
Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından, Gölbaşı/Ankara Kadastro Mahkemesinin
E.1996/1, K.1997/1 sayılı dosyası içerisindeki müşterek rapor adlı belgenin ve
tapu kayıtlarının göz ardı edildiğini, söz konusu kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi
tarafından onaylandığını, bu suretle kanun önünde eşitlik, mülkiyet ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz”
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı
45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
26. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme,… açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
27. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının
belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir.
29. Bir anayasal hakkın ihlali
iddiası içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden
incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve
Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin
olduğu açıktır. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 25).
30. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
31. Başvurucu her ne kadar derece
mahkemeleri tarafından dosya içerisindeki kayıt ve belgelerin hatalı
yorumlandığını ve bir kısmının dikkate alınmadığını iddia etmiş ise de başvurucunun
ileri sürdüğü bu iddiaların derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesine
ve konuya ilişkin hukuk kurallarının mahkemeler tarafından yorumlanmasına
ilişkin olduğu, nihai olarak lehe olmayan mahkeme kararının sonucundan şikâyet
edildiği, bununla birlikte başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin
derece mahkemeleri tarafından değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
32. Somut olayda Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi, karara
bağladığı tapu iptali ve tescil davasında, davacı tarafın mülkiyet hakkının
ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkemece 4721
sayılı Kanun hükümleri dikkate alınarak oluşan vicdani kanaate ve
değerlendirmeye göre hukuki bir sonuca ulaşılmış olup verilen karar Yargıtay
denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından açılan davanın hangi
nedenlerle reddedildiğine derece mahkemelerince hüküm gerekçelerinde yer
verilmiş olup söz konusu kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları
deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir
sonuca ulaşılmıştır. Bu çerçevede, derece mahkemesi kararlarında bariz takdir
hatası veya açıkça keyfilik bulunmadığı anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının
bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik de içermediği anlaşıldığından
başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli
Karar Hakkına İlişkin Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
34. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır.”
35. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
37. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup, bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede
yargılanma hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar
hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,§
38).
38. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine
göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir
gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır (B. No:
2012/1034, 20/3/2014, § 33).
39. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme
kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven
duymalarını sağladığı gibi, tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını
mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara
karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi
bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (B.
No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
40. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin
ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin
onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (B. No:
2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile
getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara
ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usuli
haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde
tartışılmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (B. No:
2012/603, 20/2/2014, § 49).
41. Somut olayda, yukarıda açıklandığı üzere (§ 32) ilk
derece Mahkemesi, tarafların iddialarını dinleyip delillerini topladıktan sonra
hak ve nasafet kurallarından ve emredici hukuk
normlarından hareketle bir sonuca ulaşmıştır. Mahkeme kararında da açıkça
vurgulandığı üzere “başvurucu tarafından
dava konusu yerin edinildiği kesin olarak belgelendirilememiştir.”
Başvurucu tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında davanın niteliği
gereği davalı tarafın edimlerinde kötü niyetli oldukları yönündeki ispat
külfeti davacı tarafa yani bir başka anlatımla başvurucuya aittir. Mahkeme
tarafından 4721 sayılı Kanun’un 1023. maddesi dikkate alınarak “tescil talebinin üzerinden uzun yılların geçmiş
olması, tescilden sonra bir çok kez devir ve temlik
ile taşınmazın bulunduğu yerde imar uygulamasının yapılmış olması ve bu
işlemlerin tapu sicilindeki kayda dayalı olarak gerçekleştirilmesi karşısında
yolsuz tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka ayni hak elde eden
üçüncü kişilerin bu haklarının korunmasındaki zorunluluk” gerekçe
gösterilerek davacı tarafından dosyaya ibraz edilen belgelere ve ileri sürülen
iddialara üstünlük tanınmamış ve davanın hangi gerekçelerle reddedildiğine
ayrıntılı olarak gerekçeli kararda yer verilmiştir. Bu itibarla ilk derece
Mahkemesinin kararının gerekçesiz olduğundan bahsedilemez.
42. Öte yandan ilk derece Mahkemesi
kararı, temyiz merciince, “…dosya
muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan
bozma ilâmında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu dairesinde hüküm tesis
edildiğine göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul, kanun ve
bozma gereklerine uygun bulunan hükmün onanmasına…” şeklinde gerekçe
belirtilerek onanmıştır. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını
uygun bulması halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da atıf yaparak
kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, onama veya bozma
kararında temyiz merciinin, derece mahkemesinin kararını ana unsurlarıyla
incelediğini göstermesidir (B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 50).
43. Açıklanan nedenlerle, derece Mahkemeleri kararları ve
gerekçelerinde açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası
da “açıkça dayanaktan yoksun”
bulunmuştur.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı
İddiası
44. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede
yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
45. Başvurucu, açılan tapu iptali ve tescil davasında
yargılamanın 16 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru formu ve
eklerinin incelenmesi neticesinde başvurucunun 24/9/1997
tarihinde Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın makul sürede
tamamlanmamış olduğunu ileri sürdüğü anlaşıldığından incelemenin bu dosyaya
münhasıran yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
46. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013,
§ 18).
47. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
48. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
49. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
50. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
51. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
52. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından ayrı ayrı
değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
40).
53. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41–45).
54. Ancak, belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın
gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
55. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gerekir.
56. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı,
başvurucu tarafından bireysel başvuruya konu edilen tapu iptali ve tescil
davasının açıldığı tarih olan 24/9/1997 tarihidir.
57. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut
yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar
düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin karar tarihi olan
14/3/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
58. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın
başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
59. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, 24/9/1997 tarihinde, Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyü 534 parsel numaralı taşınmaza ait sahte ve
hukuka aykırı olarak oluşturulduğu iddia edilen tapu kaydının iptali ile hak
sahipleri adına miras payları oranında tescili talebiyle açılan tapu iptali ve
tescil davasında ilk derece mahkemesince davanın kabulüne karar verildiği,
kararın temyiz incelemesi neticesinde bozulduğu, bozma kararı doğrultusunda
yargılamaya devam eden Mahkemece, bozma ilamı gereğince gerekli noksanlıkların
ikame edildiği ve 24/3/2011 tarihli kararla davanın reddine karar verildiği,
anılan kararın, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilamı ile
onandığı, başvurucunun karar düzeltme talebinin ise 14/3/2013 tarihinde reddedildiği,
bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin toplam 15 yıl 5 ayı
aştığı anlaşılmaktadır.
60. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi
önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları
konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu
olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.
61. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§§ 54-64). Başvuruya konu alacak davası, hukuki meselenin çözümündeki güçlük,
maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller,
taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında
karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucuların tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmalarıyla
yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Söz konusu
davanın niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki
menfaati dikkate alındığında, 15 yıl 5 ayı aşan yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucu, adil yargılanma
hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle 5.000.000,00 TL maddi, 5.000.000,00 TL
manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
64. 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Kararlar” kenar
başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık 15 yıl 5 ayı aşkın yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net
16.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Davanın
sonucuna ilişkin kanun önünde eşitlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlali iddialarının "açıkça dayanaktan
yoksunluk " nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 16.600,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.