TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
YAŞAR DEMİR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2506)
Karar Tarihi: 20/11/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Seyit Abdulhakim ŞAHİN
Başvurucu
Yaşar DEMİR
Vekili
Av. Bahattin YAVUZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu 1997 yılında açtığı hukuk davasının yaklaşık on altı yıl sonra hükme bağlandığını ve verilen kararda tapu kayıtlarının nazara alınmadığını, bu nedenle Anayasa’nın 10., 35., 36., 138. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
3. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 23/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığının 25/11/2013 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içerisinde 10/12/2013 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyü 534 parsel sayılı taşınmaz Ankara Tapulama Mahkemesinin E.1961/256 sayılı dava dosyasında yargılama konusu olmuş, ancak mahkeme tarafından keşif sonrası bilirkişi tarafından çizilen krokide (a) harfi ile gösterilen bu taşınmaz hakkında olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulmamıştır.
7. Bu durum üzerine aynı mahkeme tarafından 6/12/1975 tarih ve E.1961/256, K.1975/23 müteferrik sayılı karar ile taşınmazın tavzih yolu ile tapuya tesciline karar verilmiş, taşınmaz 27/11/1987 tarihinde 3366 yevmiye numarası ile 534 parsel numarası altında tapu kütüğüne tescil edilmiştir.
8. Mahkeme tarafından verilen bu tavzih kararı temyiz üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin E.1991/14174, K.1992/10545 sayılı ilamı ile bozulmuş, bozma ilamı doğrultusunda Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin 12/8/1997 tarih ve E.1996/1,K.1997/1 sayılı kararı ile Ankara Tapulama Mahkemesinin tavzih kararının usulsüzlüğüne ve hükümsüzlüğüne karar verilmiştir.
9. Başvurucu tarafından 24/9/1997 tarihinde Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyü 534 parsel sayılı bu taşınmaza ilişkin tapu kaydının yolsuz tescil nedeniyle iptali ve tescili için tapu iptal ve tescil davası açılmıştır.
10. Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin 3/3/1998 tarih ve E.1997/372, K.1998/183 sayılı kararıyla bir mahkeme kararı ile tapu siciline kaydedilen ayni bir hak için yolsuz tescil iddiasında bulunulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.
11. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 28/10/1998 tarih ve E.1998/4818, K.1998/11113 sayılı ilamı ile “…Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin 1996/1 esas ve 1997/1 sayılı kararı taraflara tebliğ edilip kesinleşmemiştir. Bu nedenle temyize konu iş bu davada Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin kadastro mahkemesinin kararının kesinleşmesini beklemesi gerekmektedir…” şeklindeki gerekçe ile ilk derece mahkemesince kurulan hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
12. Yargıtayın bozma ilamı doğrultusunda yargılamaya devam eden Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/3/2008 tarih ve E.1999/38, K.2008/142 sayılı kararı ile Tapulama Mahkemesi dosyasında 535 parsel sayılı taşınmaz yönünden hükmen oluşturulan sicildeki hak sahibi kişi ve payların dava konusu 534 parsel sayılı taşınmaz için de geçerli olduğu ve davacıların davayı açmakta haklı oldukları gerekçesi ile davanın kabulüne karar vermiştir.
13. Belirtilen hüküm temyiz edilmekle Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 6/10/2008 tarih ve E.2008/3012, K.2008/4626 sayılı ilamı ile “… davacıların dava konusu taşınmazı edinip edinmediklerinin belirlenmesi, bu konuda kendilerine delillerini sunmak üzere süre ve imkan tanınması, mülkiyet hakkının doğduğu belirlendikten sora davalıların kazanımlarında kötü niyetli olup olmadığı hususunda davacıların delillerinin sorulması, davalılar karşı delil gösterdikleri takdirde onların da toplanıp birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler üzerinde durulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir…” şeklindeki gerekçe ile bozulmuştur.
14. Bozma kararı sonrası Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/480 sırasına kaydı yapılan davanın yürütülen yargılaması neticesinde Mahkemenin 24/3/2011 tarih ve E.2009/480, K.2011/216 sayılı kararı ile davacı tarafın mülkiyet hakkının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.
15. Tarafların temyizi üzerine bu karar Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 22/5/2012 tarih ve E.2012/1967, K.2012/4684 sayılı ilamı ile onanmıştır.
16. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 14/3/2013 tarih ve E.2012/11319, K.2013/3551 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
17. Bu karar başvurucu vekiline 12/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından bu karar aleyhine 15/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesi şöyledir:
“Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.”
19. 4721 sayılı Kanun’un 1024. maddesi şöyledir:
“Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.
Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.
Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/4/2013 tarih ve 2013/2506 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, dava konusu taşınmazın daha önce dava konusu yapıldığı Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin E.1961/256 sayılı dosyasında bulunan 1/11/1974 tarihli raporda belirtilen 292/a bölümünün maliklerinden olduğunu, bu mahkemece dava konusu 292/a bölümünün eksik bırakıldığını, kesinleşen bu hükümden sonra Ankara Tapulama Mahkemesinin 6/12/1975 tarih ve E.1961/256, K.1975/23 müteferrik sayılı kararı ile sahte bir tavzih kararının ihdas edildiğini, bu sahte tavzih kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin E.1991/14174, K.1992/10545 sayılı ilamı ile sahte tavzih kararının usul ve esastan bozulduğunu, Gölbaşı Kadastro Mahkemesinin bu ilama uyarak sahte tavzih kararının usulsüzlüğüne ve hükümsüzlüğüne karar verdiğini, sahte bir tavzih kararı ile oluşturulan tapu kütüğü nedeniyle mülkiyet hakkının ortadan kalktığını, Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından, Gölbaşı/Ankara Kadastro Mahkemesinin E.1996/1, K.1997/1 sayılı dosyası içerisindeki müşterek rapor adlı belgenin ve tapu kayıtlarının göz ardı edildiğini, söz konusu kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından onaylandığını, taşınmaz hakkında 1997 yılında açmış olduğu davanın makul bir sürede sonuçlandırılmaması, ayrıca verilen hükümde 1/11/1974 tarihli raporda belirtilen 292/a bölümüne ait tapu kaydı ve tespit tutanaklarının göz önünde bulundurulmaması nedeniyle Anayasa’nın 10., 35., 36., 138. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, açmış olduğu tapu iptali ve tescil davasında, davanın kanıtlanmamış olması nedeniyle reddine dair verilen kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından onanması suretiyle, kanun önünde eşitlik ilkesinin ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmış ise de, ihlal iddiaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucuların ihlal iddiaları adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
23. Başvurucu Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyünde bulunan 534 parsel sayılı taşınmazın sahte ve düzmece tavzih kararı ile oluşturulduğu iddiası ile söz konusu tapu kaydının iptali ve hak sahipleri adına tescili için açılan davada, Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından, Gölbaşı/Ankara Kadastro Mahkemesinin E.1996/1, K.1997/1 sayılı dosyası içerisindeki müşterek rapor adlı belgenin ve tapu kayıtlarının göz ardı edildiğini, söz konusu kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi tarafından onaylandığını, bu suretle kanun önünde eşitlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
26. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme,… açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
27. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
29. Bir anayasal hakkın ihlali iddiası içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 25).
30. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
31. Başvurucu her ne kadar derece mahkemeleri tarafından dosya içerisindeki kayıt ve belgelerin hatalı yorumlandığını ve bir kısmının dikkate alınmadığını iddia etmiş ise de başvurucunun ileri sürdüğü bu iddiaların derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının mahkemeler tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehe olmayan mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri tarafından değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
32. Somut olayda Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesi, karara bağladığı tapu iptali ve tescil davasında, davacı tarafın mülkiyet hakkının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkemece 4721 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınarak oluşan vicdani kanaate ve değerlendirmeye göre hukuki bir sonuca ulaşılmış olup verilen karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından açılan davanın hangi nedenlerle reddedildiğine derece mahkemelerince hüküm gerekçelerinde yer verilmiş olup söz konusu kararda tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek, ilgili hukuk kuralları da yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır. Bu çerçevede, derece mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadığı anlaşılmaktadır.
33. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkına İlişkin Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
34. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
35. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
37. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,§ 38).
38. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır (B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
39. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi, tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
40. Kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanmakla beraber (B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53), başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz başvurularıyla başvurucuların usuli haklarının ihlal edildiğine yönelik somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (B. No: 2012/603, 20/2/2014, § 49).
41. Somut olayda, yukarıda açıklandığı üzere (§ 32) ilk derece Mahkemesi, tarafların iddialarını dinleyip delillerini topladıktan sonra hak ve nasafet kurallarından ve emredici hukuk normlarından hareketle bir sonuca ulaşmıştır. Mahkeme kararında da açıkça vurgulandığı üzere “başvurucu tarafından dava konusu yerin edinildiği kesin olarak belgelendirilememiştir.” Başvurucu tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında davanın niteliği gereği davalı tarafın edimlerinde kötü niyetli oldukları yönündeki ispat külfeti davacı tarafa yani bir başka anlatımla başvurucuya aittir. Mahkeme tarafından 4721 sayılı Kanun’un 1023. maddesi dikkate alınarak “tescil talebinin üzerinden uzun yılların geçmiş olması, tescilden sonra bir çok kez devir ve temlik ile taşınmazın bulunduğu yerde imar uygulamasının yapılmış olması ve bu işlemlerin tapu sicilindeki kayda dayalı olarak gerçekleştirilmesi karşısında yolsuz tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka ayni hak elde eden üçüncü kişilerin bu haklarının korunmasındaki zorunluluk” gerekçe gösterilerek davacı tarafından dosyaya ibraz edilen belgelere ve ileri sürülen iddialara üstünlük tanınmamış ve davanın hangi gerekçelerle reddedildiğine ayrıntılı olarak gerekçeli kararda yer verilmiştir. Bu itibarla ilk derece Mahkemesinin kararının gerekçesiz olduğundan bahsedilemez.
42. Öte yandan ilk derece Mahkemesi kararı, temyiz merciince, “…dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilâmında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu dairesinde hüküm tesis edildiğine göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul, kanun ve bozma gereklerine uygun bulunan hükmün onanmasına…” şeklinde gerekçe belirtilerek onanmıştır. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da atıf yaparak kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, onama veya bozma kararında temyiz merciinin, derece mahkemesinin kararını ana unsurlarıyla incelediğini göstermesidir (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 50).
43. Açıklanan nedenlerle, derece Mahkemeleri kararları ve gerekçelerinde açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da “açıkça dayanaktan yoksun” bulunmuştur.
c. Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
44. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
45. Başvurucu, açılan tapu iptali ve tescil davasında yargılamanın 16 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde başvurucunun 24/9/1997 tarihinde Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmamış olduğunu ileri sürdüğü anlaşıldığından incelemenin bu dosyaya münhasıran yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
46. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
47. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
48. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
49. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
50. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
51. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
52. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
53. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
54. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
55. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gerekir.
56. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başvurucu tarafından bireysel başvuruya konu edilen tapu iptali ve tescil davasının açıldığı tarih olan 24/9/1997 tarihidir.
57. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin karar tarihi olan 14/3/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
58. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
59. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, 24/9/1997 tarihinde, Ankara ili Gölbaşı ilçesi İncek köyü 534 parsel numaralı taşınmaza ait sahte ve hukuka aykırı olarak oluşturulduğu iddia edilen tapu kaydının iptali ile hak sahipleri adına miras payları oranında tescili talebiyle açılan tapu iptali ve tescil davasında ilk derece mahkemesince davanın kabulüne karar verildiği, kararın temyiz incelemesi neticesinde bozulduğu, bozma kararı doğrultusunda yargılamaya devam eden Mahkemece, bozma ilamı gereğince gerekli noksanlıkların ikame edildiği ve 24/3/2011 tarihli kararla davanın reddine karar verildiği, anılan kararın, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilamı ile onandığı, başvurucunun karar düzeltme talebinin ise 14/3/2013 tarihinde reddedildiği, bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin toplam 15 yıl 5 ayı aştığı anlaşılmaktadır.
60. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.
61. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64). Başvuruya konu alacak davası, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucuların tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmalarıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Söz konusu davanın niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, 15 yıl 5 ayı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
62. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle 5.000.000,00 TL maddi, 5.000.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
64. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık 15 yıl 5 ayı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 16.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Davanın sonucuna ilişkin kanun önünde eşitlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddialarının "açıkça dayanaktan yoksunluk " nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 16.600,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.