TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELAHATDİN AKGÜRE VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2515)
|
|
Karar Tarihi: 20/11/2014
|
R. G. Tarih-Sayı: 14/3/2015-29295
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Recep BENLİ
|
Başvurucu
|
:
|
1- Selahatdin AKGÜRE
|
|
|
2- Neriman AKGÜRE
|
|
|
3- Songül AKGÜRE
|
Vekili
|
:
|
Av. Selçuk KAR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, askerlik
görevini yapan yakınlarının rahatsızlanması üzerine götürüldüğü revirde bozuk
serum verilmesi nedeniyle ölümüne sebebiyet verildiğini ve olay hakkında etkin bir
soruşturma yürütülmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini
belirterek yaşam hakkı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucuların
vekili tarafından 27/3/2013 tarihinde İstanbul 19.
Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve
Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca, 21/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine
karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 24/4/2014 tarihli görüşü başvurucular vekiline tebliğ
edilmiş olup, başvurucular vekili 20/5/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on
beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Selahattin Akgüre ve Neriman Akgüre’nin
oğlu, Songül Akgüre’nin eşi olan Halil İbrahim Akgüre, askerlik görevi sırasında acemi birliğindeki
eğitimini tamamladıktan sonra 70. Mekanize Piyade Tugayı Lojistik Destek Bkm. Brl. 2. Bkm.
Blk. Komutanlığı Kızıltepe/Mardin’de
görevlendirilmiştir.
8. Halil İbrahim Akgüre, askerliğe çağrı üzerine yapılan kontrollerde,
Üsküdar Askerlik Şubesi yetkililerine kısmi bel fıtığı dışında ciddi bir
rahatsızlığının olmadığını bildirmiştir.
9. Halil İbrahim Akgüre, 15/5/ 2009 günü saat 14.00 sularında yapılan öğle içtiması esnasında baygınlık geçirmiş, arkadaşlarının
müdahalesiyle 1-2 dakika içinde kendine gelmiş ve komutanı (T.Y) tarafından
revire gönderilmiştir.
10. Bakanlık görüşüne ve askeri
savcılığa göre, Halil İbrahim Akgüre’ye revirde
görevli tabip teğmen (T.K) tarafından müdahalede bulunularak, nabız ve tansiyon
ölçümü yaptırılmış, değerlerde anormallik bulunmaması ve bilinci açık olan
hastanın birkaç gündür iştahsız olduğunu beyan etmesi üzerine kendisine serum
taktırılmıştır.
11. Başvurucuların iddiasına
göre ise, herhangi bir doktor muayenesi yapılmadan, sağlık görevlileri (H.İ.)
ve (O.G.) tarafından hastaya 500 cc’lik serum
takılmıştır.
12. Bakanlık görüşüne ve askeri
savcılığın verdiği kovuşturmaya yer olmadığına dair karara göre, serum önce
hastanın sağ koluna takılmış, ancak canının yandığını belirtmesi üzerine sol
koluna alınmıştır. Şikayetleri devam eden hasta bir
süre sonra serumun çıkartılmasını istemiş, bunun üzerine tabip teğmen (T.K)
tarafından damar yolu kontrol edilmiştir. Bu esnada midesi bulanan hasta orada
bulunan çöp kovasına istifra etmiştir.
13. Başvurucuların iddiasına
göre, Halil İbrahim Akgüre, serumun takılmasından
sonra iki defa istifra etmiş ve kendini iyi hissetmediğini belirterek serumun
çıkarılmasını istemiştir. Müteveffanın bu isteği görevlilerce yerine
getirilmemiştir. Bölük doktorlarının olaydan haberdar edilmesi üzerine, tabip
teğmen (T.K) seruma yönelik itirazları dinlemiş fakat hastayı rol yapmakla
itham etmiş ve tedaviye devam etmiştir.
14. Akabinde sinirli tavırlar
sergileyen hasta bir süre sonra geriye doğru kasılmaya başlamış ve nefes alıp
verme düzeni bozulmuştur. Bunun üzerine revir baştabibi (A.B) gelerek solunumu
bozulan hastaya müdahale etmeye çalışmış, solunumu düzelmeyince (A.B)’nin talimatı ile hasta doktorlar nezaretinde ambulansla
Kızıltepe Devlet Hastanesine götürülmüştür.
15. Bu hastanenin acil
servisinde yapılan kontrolde hastanın kalp ritminde herhangi bir düzensizlik
olmadığı anlaşılmış, beyin sapında muhtemel bir kanama ya da kitlenin baskı
yapması nedeniyle solunumun düzelmediği şüphesi üzerine, hasta, tomografi cihazı bulunan Diyarbakır Asker Hastanesine sevk
edilmiştir.
16. Hastanın kalp atışlarının
yolda düşmeye başlaması ve bir süre sonra durması üzerine, yol üzerindeki
Mardin Devlet Hastanesi acil servisine gidilmiş fakat 15 dakika boyunca kalp
masajı yapılmasına rağmen hasta kurtarılamamıştır.
17. Olayın meydana gelmesini
müteakip 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı, 2009/950 sayılı dosyayla
resen soruşturma başlatmıştır. Başvurucular da, daha sonra yetkili kişilerden
şikâyetçi olduklarını beyan etmişlerdir.
18. Mardin Devlet Hastanesinde
ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmış fakat müteveffanın ölüm nedeninin tam
olarak belirlenememesi nedeniyle, otopsi esnasında alınan kan ve iç organ
örnekleri, toksikolojik ve histopatolojik
inceleme yapılması amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesine
gönderilmiştir.
19. İstanbul Adli Tıp Kurumu
Morg İhtisas Dairesince, 24/12/2009 tarihli rapor
hazırlanmıştır. Raporda, müteveffadan alınan kanda alkol (etanol-metanol) bulunmadığı, kanda aranan uyutucu, uyuşturucu
maddelerin bulunmadığı, iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik
analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
20. Savcılık tarafından, olayla
ilgisi bulunan kişilerin ifadeleri alınmıştır. İfadesi alınan kişilerden piyade
er (S.A) özetle, olay günü rahatsızlanan askerin ambulansla götürüldüğünü ve
hastaya serum verildiğini öğrenince bu olaydan bir iki gün önce (R.H) adlı bir
askerin de serum takıldıktan sonra rahatsızlanması nedeniyle serumlardan
şüphelendiğini, bu sebeple serumların bozuk olup olmadığını anlamak için revir
eczanesine giderek antibiyotik olan İespor adlı 1
gramlık ilaçla serumları karıştırdığını, tepkimeleri gözlediğinde Gülhane
Askeri Tıp Akademisi (GATA) üretimi olan ve ölen askere de verilen serumların
bozuk olduğu kanaatine vardığını, bunun üzerine hastaya refakat eden doktor (A.B)’yi arayarak serumun
bozuk olabileceğini söylediğini beyan etmiştir. Tabip üsteğmen (A.B)’de bu
konuya ilişkin olarak ifadesinde, özetle Kızıltepe Devlet Hastanesi acil
servisindeyken (S.A) adlı askerin kendisini arayarak serumda sorun olabilir
dediğini, hastanın serumları zaten burada değişmiş olduğu için kimseye bir şey
söyleme gereği duymadığını belirtmiştir.
21. Başvurucuların iddialarına
göre, müteveffanın ölümüne sebep olan serumlar, revir görevlisi tarafından ölüm
olayından 3 gün sonra imha edilmiştir. Başvuruculara göre ayrıca, adli tıpa
gönderilecek tüplerin içindeki serum numuneleri boşaltılmış ve adli tıp
kurumunun ölüm nedenini tespit edememesi sağlanmıştır.
22. Soruşturma aşamasında tanık
olarak ifade veren askerlerden onbaşı (F.E), serumların imhasıyla ilgili
olarak, ölüm olayının meydana geldiği gün (S.A) adlı askerin içinden numune
aldığı serumlarla birlikte 3 koli serumu er (U.Ş) ile birlikte lavaboya dökerek
imha ettiklerini beyan etmiştir. Er (U.Ş) ise, olaydan 3-4 gün sonra
şüphelenilen serumların revirde görevli er (Y.K ) tarafından mutfak lavabosuna
dökülerek imha edildiğini beyan etmiştir. (Y.K) isimli er ifadesinde, mayıs
ayının başında depoda bulunan serumları eczaneye çektiklerini, mayıs ayı
ortasında tugaydan yeni serumlar gelince, son kullanma tarihi 2010 olan 12 adet
envanter girişi olmayan 500 cc’lik
serumu 9/6/2009 tarihinde astsubay (K.L)’nin talimatı
doğrultusunda lavaboya dökmek suretiyle imha ettiğini beyan etmiştir. Şüpheli
astsubay (K.L) ifadesinde, 9/6/2009 tarihli imha tutanağındaki imzanın
kendisine ait olduğunu, tabip üsteğmen (A.B)’nin
talimatı ile envanter dışı gözüken GATA imali
serumları tespit ederek komutanına bildirdiğini, imha işlemine katılmadığını,
düzenlenen imha tutanağını sonradan imzaladığını söylemiştir. Şüpheli tabip
üsteğmen (A.B) ise özetle, bozuk olduğu gerekçesiyle hiçbir serumun imha
edilmediğini, 9/6/2009 tarihinde imha edilen 12 adet
500 cc’lik serumun envanterde kayıtlı olmadığı için
imha edildiğini beyan etmiştir.
23. Tabip teğmen (T.K) envanter girişi olmadığı için 9/6/2009 tarihinde imha edilen
12 adet serumdan bir tanesinin boş şişesini her ihtimale karşı muhafaza etmekte
iken savcılığa teslim etmiştir. Savcılık, 2012/32 emanet numarasına kayıtlı
olarak emanete alınan boş serum şişesini incelemek istemiş, bu şişenin boş olması
sebebiyle serumun bozuk olup olmadığı konusunda herhangi bir inceleme
yapılamamıştır. Bunun üzerine Savcılık tarafından, üretim tarihi 2008 ve son
kullanma tarihi Ocak 2010 olan serumların içerisinde bozulma olup olmadığına
ilişkin GATA Komutanlığına intikal etmiş bir bilgi olup olmadığı sorulmuştur.
GATA Komutanlığı, ürünle ilgili herhangi bir geri bildirimin intikal etmediğini
bildirmiştir.
24. Savcılık, kullanılan serumun
bozuk olduğu iddiaları kapsamında inceleme başlatarak, başvurucuların yakınının
ölüm olayından önce aynı revirde serum takıldığı için rahatsızlandığı iddia
edilen (R.H) isimli askere ait tedavi evrakları ile müteveffaya ait tüm tıbbi
evrak ve soruşturma dosyasının İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas
Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir.
25. Bu Kurul tarafından
hazırlanan 25/8/2010 tarihli rapora göre özetle,
müteveffadan alınan kanda alkol (etanol-metanol)
bulunmadığı, iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik
analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı, zamanında kullanılan serum veya
serisinden örnek alınarak tetkik yapılamamış olmakla birlikte anlatım, otopsi
bulguları ve yapılan tetkikler birlikte değerlendirildiğinde kullanılan serumun
ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanamadığı, mevcut bulgularla
ölüm sebebinin belirlenemediği ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun
olduğu belirtilmiştir.
26. Bu rapora başvurucular
tarafından itiraz edilmesi üzerine, soruşturma dosyası İstanbul Adli Tıp Kurumu
Başkanlığı Genel Kuruluna gönderilmiş ve konuyla ilgili rapor talep edilmiştir.
Genel Kurul, 1. İhtisas Kurulunun sunduğu raporla aynı doğrultuda bir rapor
sunmuştur.
27. Savcılık, serumların bozuk
olup olmadığı hususu ile ilgili olarak bilirkişi Dz. Ecz. Atğm. (O.T)’den rapor
talep etmiştir. Hazırlanan raporda özetle, dosyada mevcut tıbbi belgelere ve
tanık anlatımlarına göre, müteveffaya uygulanan serumun bozuk olduğunu
söylemenin mümkün olmadığı, ölümün bozuk serumdan kaynaklandığını söylemeye
yetecek derecede bulgu olmadığı belirtilmiştir.
28. Yaptığı araştırmalar
sonucunda Savcılık, 26/12/2012 tarih ve E.2009/72,
K.2012/213 sayılı kararıyla, “… tanık beyanları, adli muayene ve otopsi bulguları, İstanbul
Adli Tıp Kurumu raporları ile diğer tüm deliller birlikte değerlendirilip
yorumlandığında, müteveffanın kesin ölüm nedeni belirlenememekle beraber, olay
sırasında kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu
tanımlanmadığının ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunun
anlaşılması karşısında, ölüm olayında şüpheliler tabip yüzbaşı (A.B), tabip
üsteğmen (T.K), sağlık kıdemli üst çavuş (K.L) ya da başka bir askeri
personel/personellerin kusurunun bulunduğuna dair kamu davası açmaya yeter
derecede delil bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına
karar vermiştir.
29. Başvurucular, ölüm olayının
tasarlanarak ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen kasten öldürme niteliğinde
olduğunu, bozuk serumların imha edilerek cinayetin örtbas edildiğini, müteveffayı
hastaneye götürme sürecinde de çok fazla zaman kaybedildiğini, Adli Tıp Kurumu
raporunun gerçeği yansıtmadığını belirterek anılan karara itiraz etmiştir.
30. İtirazı inceleyen Hava
Kuvvetleri Komutanlığı 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi, 26/2/2013 tarih ve E.2013/253, K.2013/218 Müt. Sayılı kararıyla, “Ölüm
olayının tasarlanarak ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen bir cinayet
olduğu yönündeki iddialara ilişkin, somut delillerin bulunmadığı, buna ilişkin
şüphenin de oluşmadığı, müteveffanın ölmeden önce herhangi bir kimseyle husumet
içerisinde olduğuna ilişkin bir bilginin bulunmadığı…,
yine PKK terör örgütü ve sempatizanlarının müteveffaya yönelik olarak ölüm
olayını kurguladıkları iddiasına ilişkin de somut delillerin bulunmadığı…,
Halil İbrahim Akgüre’nin ölümü olayında, herhangi bir
kişiye kusur atfedilmesini gerektirecek yeterli şüphenin bulunmadığı, dosyada
adı şüpheli olarak geçen şahısların uygulamalarının ve eylemlerinin tıp
kuralları çerçevesinde olduğu ve bu yönüyle ölüm olayı açısından sorumlulukları
cihetine gidilmesinin hukuken mümkün bulunmadığı, kullanılan serumun da yine
aynı kapsamda ölümde etkisini, ortaya koyacak herhangi bir bulgunun
saptanmadığı, diğer itiraz sebepleri açısından da somut delillerin ve yeterli
şüphenin bulunmadığı anlaşıldığından” gerekçeleriyle itirazı
reddetmiştir.
31. Kesin olan bu karardan sonra
başvurucular 27/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
32. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme”
kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan
altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
33. 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karara itiraz” kenar başlıklı 107. maddesi
şöyledir:
“Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a
komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.
Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar
gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş
gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye
yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler...”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
34. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
27/3/2013 tarih ve 2013/2515 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
35. Başvurucular, bozuk serumun
takılmasına ve olumsuz etkilerinin görülmesine rağmen ısrarla çıkarılmaması
sebebiyle askerlik görevini yapan yakınlarının vefat ettiğini, müteveffanın
ölümünden iki gün önce serumlar yüzünden bir askerin zehirlenerek yoğun bakıma
alınması sebebiyle serumların bozuk olduğunun görevlilerce bilindiğini,
hastaneye götürülürken çok fazla zaman kaybedildiğini, olaydaki ihmaller
düşünüldüğünde olayın örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen cinayet niteliğinde
olduğunun akla geldiğini, olaydan 3 gün sonra gerekli incelemelerin
yapılamaması amacıyla bozuk serumların imha edildiğini, olayla ilgili yürütülen
soruşturmada gerekli hassasiyet gösterilmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiğini, bu karara yaptığı itirazın adil ve etkili bir şekilde
incelenmediğini belirterek yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
36. 6216 sayılı Kanun'un 46.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin
bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının
doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir
başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları
tarafından yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin
eşi ile annesi ve babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik
bulunmamaktadır (B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65).
37. Başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinde
düzenlenen yaşam hakkının yanı sıra 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma
ve 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru haklarının da ihlal edildiği ileri
sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinde
düzenlenen yaşam hakkı açısından incelenmiştir.
38. Bakanlığın kabul
edilebilirliğe ilişkin görüş yazısında, AİHM’in
birçok kararında, yaşam hakkına ya da fiziksel bütünlüğe yönelik ihlallerin
kasıtlı olmadığı durumlarda, “etkili bir
adli sistem” oluşturmayı kapsayan pozitif yükümlülüğün her davada
cezai işlem başlatmayı gerektirmediği, özel, idari ve hatta disiplinle ilgili
hukuk yollarının mağdurlara açık olmasının yeterli olabileceği, başvuruculardan
Songül Akgüre’nin 22/11/2013
tarihli dilekçe ile kendi adına asaleten çocukları adına velayeten
Milli Savunma Bakanlığı (idare) aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
(AYİM) tazminat davası açtığı, AYİM Başsavcılığı tarafından kusursuz sorumluluk
ilkesi uyarınca bilirkişi tarafından tespit edilecek miktarın davacılara maddi
ve manevi tazminat olarak ödenmesi yönünde görüş bildirildiği, davanın henüz
neticelenmediği, diğer iki başvurucunun uğradıkları zararın tazmini amacıyla
yargı yoluna başvurmadıkları, bu itibarla yaşam hakkının ihlal edilip
edilmediği incelenirken başvurucuların etkin olan kanun yollarını tüketmesi
değerlendirmesinde bu hususun dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
39. Başvurucular, Bakanlık
görüşüne karşı, yakınlarının ölümüne ilişkin etkili bir ceza soruşturması
yapılmaması ve bu yöndeki tüm taleplerinin ilgili makamlarca reddedilmiş
olmasının etkin başvuru yollarının tüketilmiş olduğunun kabulü için yeterli
olduğunu, bunun için başvurucuların devlet aleyhine tazminat davası açmış
olmaları gerekmediğini, zira başvurucuların Türk mahkemelerinden öncelikli
taleplerinin maddi tazminat olmayıp, yakınlarının ölümünden sorumlu olanların
kanun önünde hesap vermesi ve cezalandırılması olduğunu belirtmişlerdir.
40. Başvurunun incelenmesi
neticesinde, yaşam hakkının ihlali iddialarının açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
41. Başvurucular, olaydaki
ihmaller zinciri düşünüldüğünde olayın örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen
kasten öldürme niteliğinde olduğunun akla geldiğini, müteveffanın ölümünden iki
gün önce serumlar yüzünden bir askerin zehirlenerek yoğun bakıma alınması
sebebiyle serumların bozuk olduğunun görevlilerce bilindiğini buna rağmen aynı
seriden serumların kullanıldığını, olaydan 3 gün sonra gerekli incelemelerin
yapılamaması amacıyla bozuk serumların imha edildiğini, gerekli tıbbi
müdahalelerin zamanında yapılmadığını, olayla ilgili yürütülen soruşturmada
gerekli hassasiyet gösterilmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar
verildiğini, bu karara yaptığı itirazın adil ve etkili bir şekilde
incelenmediğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
42. Bakanlığın görüş yazısında,
somut olayda, ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonucunda,
Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından, 26/12/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildiği, soruşturma kapsamında, ölü muayenesi ve otopsi işleminin yapıldığı,
tanık ifadelerinin tespit edildiği, müteveffaya uygulanan serumun bozuk olduğu
iddialarına ilişkin olarak İstanbul Adli Tıp Kurumundan görüş alındığı,
bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, neticede iddiaları destekleyici nitelikte
bir delil tespit edilemediğinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın da reddine hükmedildiği
hususlarının Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiği belirtilmiştir.
43. Başvurucular cevap
dilekçesinde, ortada yalnızca bir tıbbi ihmal yahut taksirin söz konusu
olmadığını, Halil İbrahim Akgüre’nin yaşama hakkının
kasten ihlal edildiğini, ancak bu hususun ölüm olayına ilişkin delillerin
kasten yok edildiği gözetilmeksizin “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle
kapsamlı bir şekilde soruşturulmadığını ve askeri yargı mercileri tarafından
olayın üstününün kapatıldığına ilişkin iddialarını yenilemişlerdir.
44. Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı" başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir."
45. Bütün diğer haklar için bir
temel oluşturan yaşam hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış
ve bu maddede belirlenen istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son
verilemeyeceği belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme
yükümlülüğü öncelikle kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini,
yani maddede belirtilen istisnalar dışında kişilerin ölümüne neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin yaşam hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. Yaşam
hakkına saygı, ikinci olarak devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere
karşı bireylerin hayatını korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik
çok özel ve ciddi bir tehdidin varlığı kanıtlanmışsa, devletin bu tehdide karşı
bireyin hayatını korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, yaşam
hakkından kaynaklanan devletin pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana
gelmişse, devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma
ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul
yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde devletin negatif
ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu
nedenle, devletin anılan madde kapsamındaki negatif ve pozitif
yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (B. No:
2012/1017, 18/9/2013, § 29).
46. Bireyin, bir devlet
görevlisi ya da özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın
17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin
savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar
başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi
bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/1017, 18/9/2013,
§ 30).
47. Yürütülen ceza
soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir
şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir
şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç
nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları
mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği
anlamına gelmemektedir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 111).
48. Ceza soruşturmaları,
sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve
yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek
için, soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve
sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.
Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması
imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme
riski taşır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57; (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Hugh
Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08,
30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).
49. Yürütülecek ceza
soruşturmalarının etkinliğini koruyan hususlardan biri de, teoride olduğu gibi
pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için, soruşturmanın veya
sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen
kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu
ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§ 58; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109).
50. Somut olayda başvurucular,
Halil İbrahim Akgüre’nin yaşama hakkının kasten ihlal
edildiğini, ölüm olayına ilişkin delillerin kasten yok edildiği gözetilmeksizin
“yeterli delil olmadığı”
gerekçesiyle kapsamlı bir soruşturma yapılmadan olayın üstününün kapatıldığını
ileri sürmüşlerdir.
51. Bireylerin cezai
sorumluluklarının kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların
incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp,
suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin görev ve
yetkisindedir. Ancak yukarıda belirtilen yaşam hakkına yönelik müdahaleleri
soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince
incelenmelidir. (B. No: 2013/1335, 6/2/2014, § 19)
52. Askeri savcılığın kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararı ve bu karara itiraz edilmesi sonucu askeri mahkemece
verilen karar bu açıdan değerlendirildiğinde; Halil İbrahim Akgüre’nin
70. Mekanize Piyade Tugayı Lojistik Destek Bkm. Brl. 2. Bkm. Blk.
Komutanlığı Kızıltepe/Mardin’de askerlik görevini yapmakta iken 15/5/2009
tarihinde öğle içtiması sırasında rahatsızlanarak
revire kaldırıldığı, revirde ve Kızıltepe Devlet Hastanesinde tıbbi
müdahalelerin yapıldığı, tomografi cihazı bulunan
Diyarbakır Asker Hastanesine ambulansla sevk edildiği sırada durumunun
kötüleşmesi üzerine Mardin Devlet Hastanesine götürüldüğü, ancak burada
hayatını kaybettiği, ölüm olayının askeri savcılığa bildirilmesi üzerine derhal
soruşturmaya başlandığı, Mardin Devlet Hastanesinde ölü muayene ve otopsi işleminin
yapıldığı, kesin ölüm sebebi tespit edilemeyince ölenin vücudundan alınan kan
örneği ve iç organ parçalarının incelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg
İhtisas Dairesine gönderildiği, alınan raporda kanda uyutucu, uyuşturucu
maddeye rastlanmadığı, iç organlarda yapılan incelemede aranan maddelerin
bulunmadığının bildirildiği, olayla ilgili olarak tanık ve şüpheli beyanlarının
alındığı, bu beyanlar doğrultusunda ölene revirde takılan serumun bozuk olduğu
yönündeki iddiaların araştırılmaya başlandığı, üzerinde inceleme yapılmak
istenen ölen askere takılan serumun bulunamadığı, revirde bulunan aynı seriden
serumların da olaydan sonra lavaboya dökülerek imha edildiğinin anlaşıldığı, tanık
ve şüpheli beyanlarına göre GATA yapımı aynı seriden serumların envanter
kayıtlarının bulunmadığı, bu nedenle sadece olaydan bir gün önce revirde serum
takıldıktan sonra rahatsızlanan bir askere ait tedavi evraklarıyla birlikte
ölene ait tüm tedavi evraklarının kesin ölüm sebebinin tespiti için Adli Tıp
Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kuruluna gönderildiği, alınan raporda “Zamanında kullanılan serum ve serisinden örnek
alınarak tetkik yapılmamış olmakla birlikte anlatım, otopsi bulguları ve
yapılan tetkikler birlikte değerlendirildiğinde; Kullanılan serumun ölümde etkisinin
olduğunu gösterir bulgu tanımlanmadığı, mevcut bulgularla ölüm sebebinin
belirlenemediği, yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu”nun
bildirildiği, başvurucular tarafından bu rapora itiraz edilmesi üzerine Adli
Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulunca hazırlanan raporun da 1. İhtisas Kurulu
raporuyla aynı doğrultuda olduğu, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı
tarafından tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek kullanılan serumun ölümde
etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanamadığından ve yapılan uygulamaların
tıp kurallarına uygun olduğu anlaşıldığından ölüm olayında kusurlu oldukları
iddia edilen şüpheliler hakkında 26/12/2012 tarihinde kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verildiği, başvurucuların bu karara itiraz etmeleri üzerine
2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 26/2/2013 tarihli kararıyla
müteveffanın ölümünde herhangi bir tıbbi ihmalin söz konusu olmadığı, ölüm
sebebinin serumlardan kaynaklandığına ilişkin iddiaların doğrulanamadığı, ölüm
olayının örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen cinayet olduğu yönündeki
iddialara ilişkin somut delil bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddettiği
belirlenmiştir.
53. Soruşturma makamları somut
olayda resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatmaya çalışmışlardır.
Başvurucular her ne kadar yakınlarının örgütlü bir şekilde hareket edilerek
kasten öldürüldüğünü iddia etmişlerse de, yapılan soruşturma sonucunda başvurucuların
soyut iddiaları dışında buna ilişkin herhangi bir somut delile rastlanmadığı
anlaşılmıştır
54. Ancak, kesin ölüm sebebinin
tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi ve Adli Tıp Kurumu Genel
Kurulundan alınan raporlarda, kullanılan serum ve serisinden örnek alınarak
tetkik yapılmamış olması bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. Her ne kadar
savcılık makamı serumun bozuk olduğuna ilişkin iddialara vakıf olduktan sonra
gerekli araştırmaları yapsa da, askeri makamların olaydan hemen sonra aynı
seriden olan serumları imha etmiş olmaları nedeniyle serumlar üzerinde gerekli
tetkikler yapılamamıştır. Yapılan klasik otopsi sonucu ölen askerin kesin ölüm
sebebinin tespit edilememesi dikkate alındığında, serumların ölümün meydana
gelmesinde etkili olup olmadığının araştırılamaması soruşturmanın seyri
açısından önemli bir eksikliktir. Askeri makamlarca olaydan sonra delil
niteliğindeki serumların muhafaza edilmemesini soruşturmanın etkinliğini
zedeleyen bir unsur olarak değerlendirmek gerekir. Bu nedenle, başvuru
dosyasında oluşa ilişkin belge ve bilgiler dikkate alındığında, ölüme sebebiyet
veren olayların doğru bir şekilde tespitine, muhtemel sorumluların
belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol açacak nitelikte etkili bir
soruşturmanın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.
55. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul
yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
56. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Başvuruda, Anayasa’nın 17.
maddesinin usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların
maddi ve manevi tazminat talebi yoktur. Başvurucuların yakınının yaşam hakkının
korunmasına yönelik olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi
nedeniyle bu aşamadan sonra yeniden yargılama yapılmasında hukuki bir yarar
görülmediğinden ve başvurucuların tazminat talebi de bulunmadığından yalnızca
ihlal tespitiyle yetinilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
58. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucular tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin
ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usuli boyutunun İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE
karar verildi.