TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
SELAHATDİN AKGÜRE VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2515)
Karar Tarihi: 20/11/2014
R. G. Tarih-Sayı: 14/3/2015-29295
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Recep BENLİ
Başvurucu
1- Selahatdin AKGÜRE
2- Neriman AKGÜRE
3- Songül AKGÜRE
Vekili
Av. Selçuk KAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, askerlik görevini yapan yakınlarının rahatsızlanması üzerine götürüldüğü revirde bozuk serum verilmesi nedeniyle ölümüne sebebiyet verildiğini ve olay hakkında etkin bir soruşturma yürütülmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek yaşam hakkı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 27/3/2013 tarihinde İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 24/4/2014 tarihli görüşü başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 20/5/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Selahattin Akgüre ve Neriman Akgüre’nin oğlu, Songül Akgüre’nin eşi olan Halil İbrahim Akgüre, askerlik görevi sırasında acemi birliğindeki eğitimini tamamladıktan sonra 70. Mekanize Piyade Tugayı Lojistik Destek Bkm. Brl. 2. Bkm. Blk. Komutanlığı Kızıltepe/Mardin’de görevlendirilmiştir.
8. Halil İbrahim Akgüre, askerliğe çağrı üzerine yapılan kontrollerde, Üsküdar Askerlik Şubesi yetkililerine kısmi bel fıtığı dışında ciddi bir rahatsızlığının olmadığını bildirmiştir.
9. Halil İbrahim Akgüre, 15/5/ 2009 günü saat 14.00 sularında yapılan öğle içtiması esnasında baygınlık geçirmiş, arkadaşlarının müdahalesiyle 1-2 dakika içinde kendine gelmiş ve komutanı (T.Y) tarafından revire gönderilmiştir.
10. Bakanlık görüşüne ve askeri savcılığa göre, Halil İbrahim Akgüre’ye revirde görevli tabip teğmen (T.K) tarafından müdahalede bulunularak, nabız ve tansiyon ölçümü yaptırılmış, değerlerde anormallik bulunmaması ve bilinci açık olan hastanın birkaç gündür iştahsız olduğunu beyan etmesi üzerine kendisine serum taktırılmıştır.
11. Başvurucuların iddiasına göre ise, herhangi bir doktor muayenesi yapılmadan, sağlık görevlileri (H.İ.) ve (O.G.) tarafından hastaya 500 cc’lik serum takılmıştır.
12. Bakanlık görüşüne ve askeri savcılığın verdiği kovuşturmaya yer olmadığına dair karara göre, serum önce hastanın sağ koluna takılmış, ancak canının yandığını belirtmesi üzerine sol koluna alınmıştır. Şikayetleri devam eden hasta bir süre sonra serumun çıkartılmasını istemiş, bunun üzerine tabip teğmen (T.K) tarafından damar yolu kontrol edilmiştir. Bu esnada midesi bulanan hasta orada bulunan çöp kovasına istifra etmiştir.
13. Başvurucuların iddiasına göre, Halil İbrahim Akgüre, serumun takılmasından sonra iki defa istifra etmiş ve kendini iyi hissetmediğini belirterek serumun çıkarılmasını istemiştir. Müteveffanın bu isteği görevlilerce yerine getirilmemiştir. Bölük doktorlarının olaydan haberdar edilmesi üzerine, tabip teğmen (T.K) seruma yönelik itirazları dinlemiş fakat hastayı rol yapmakla itham etmiş ve tedaviye devam etmiştir.
14. Akabinde sinirli tavırlar sergileyen hasta bir süre sonra geriye doğru kasılmaya başlamış ve nefes alıp verme düzeni bozulmuştur. Bunun üzerine revir baştabibi (A.B) gelerek solunumu bozulan hastaya müdahale etmeye çalışmış, solunumu düzelmeyince (A.B)’nin talimatı ile hasta doktorlar nezaretinde ambulansla Kızıltepe Devlet Hastanesine götürülmüştür.
15. Bu hastanenin acil servisinde yapılan kontrolde hastanın kalp ritminde herhangi bir düzensizlik olmadığı anlaşılmış, beyin sapında muhtemel bir kanama ya da kitlenin baskı yapması nedeniyle solunumun düzelmediği şüphesi üzerine, hasta, tomografi cihazı bulunan Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilmiştir.
16. Hastanın kalp atışlarının yolda düşmeye başlaması ve bir süre sonra durması üzerine, yol üzerindeki Mardin Devlet Hastanesi acil servisine gidilmiş fakat 15 dakika boyunca kalp masajı yapılmasına rağmen hasta kurtarılamamıştır.
17. Olayın meydana gelmesini müteakip 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı, 2009/950 sayılı dosyayla resen soruşturma başlatmıştır. Başvurucular da, daha sonra yetkili kişilerden şikâyetçi olduklarını beyan etmişlerdir.
18. Mardin Devlet Hastanesinde ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmış fakat müteveffanın ölüm nedeninin tam olarak belirlenememesi nedeniyle, otopsi esnasında alınan kan ve iç organ örnekleri, toksikolojik ve histopatolojik inceleme yapılması amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesine gönderilmiştir.
19. İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince, 24/12/2009 tarihli rapor hazırlanmıştır. Raporda, müteveffadan alınan kanda alkol (etanol-metanol) bulunmadığı, kanda aranan uyutucu, uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
20. Savcılık tarafından, olayla ilgisi bulunan kişilerin ifadeleri alınmıştır. İfadesi alınan kişilerden piyade er (S.A) özetle, olay günü rahatsızlanan askerin ambulansla götürüldüğünü ve hastaya serum verildiğini öğrenince bu olaydan bir iki gün önce (R.H) adlı bir askerin de serum takıldıktan sonra rahatsızlanması nedeniyle serumlardan şüphelendiğini, bu sebeple serumların bozuk olup olmadığını anlamak için revir eczanesine giderek antibiyotik olan İespor adlı 1 gramlık ilaçla serumları karıştırdığını, tepkimeleri gözlediğinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) üretimi olan ve ölen askere de verilen serumların bozuk olduğu kanaatine vardığını, bunun üzerine hastaya refakat eden doktor (A.B)’yi arayarak serumun bozuk olabileceğini söylediğini beyan etmiştir. Tabip üsteğmen (A.B)’de bu konuya ilişkin olarak ifadesinde, özetle Kızıltepe Devlet Hastanesi acil servisindeyken (S.A) adlı askerin kendisini arayarak serumda sorun olabilir dediğini, hastanın serumları zaten burada değişmiş olduğu için kimseye bir şey söyleme gereği duymadığını belirtmiştir.
21. Başvurucuların iddialarına göre, müteveffanın ölümüne sebep olan serumlar, revir görevlisi tarafından ölüm olayından 3 gün sonra imha edilmiştir. Başvuruculara göre ayrıca, adli tıpa gönderilecek tüplerin içindeki serum numuneleri boşaltılmış ve adli tıp kurumunun ölüm nedenini tespit edememesi sağlanmıştır.
22. Soruşturma aşamasında tanık olarak ifade veren askerlerden onbaşı (F.E), serumların imhasıyla ilgili olarak, ölüm olayının meydana geldiği gün (S.A) adlı askerin içinden numune aldığı serumlarla birlikte 3 koli serumu er (U.Ş) ile birlikte lavaboya dökerek imha ettiklerini beyan etmiştir. Er (U.Ş) ise, olaydan 3-4 gün sonra şüphelenilen serumların revirde görevli er (Y.K ) tarafından mutfak lavabosuna dökülerek imha edildiğini beyan etmiştir. (Y.K) isimli er ifadesinde, mayıs ayının başında depoda bulunan serumları eczaneye çektiklerini, mayıs ayı ortasında tugaydan yeni serumlar gelince, son kullanma tarihi 2010 olan 12 adet envanter girişi olmayan 500 cc’lik serumu 9/6/2009 tarihinde astsubay (K.L)’nin talimatı doğrultusunda lavaboya dökmek suretiyle imha ettiğini beyan etmiştir. Şüpheli astsubay (K.L) ifadesinde, 9/6/2009 tarihli imha tutanağındaki imzanın kendisine ait olduğunu, tabip üsteğmen (A.B)’nin talimatı ile envanter dışı gözüken GATA imali serumları tespit ederek komutanına bildirdiğini, imha işlemine katılmadığını, düzenlenen imha tutanağını sonradan imzaladığını söylemiştir. Şüpheli tabip üsteğmen (A.B) ise özetle, bozuk olduğu gerekçesiyle hiçbir serumun imha edilmediğini, 9/6/2009 tarihinde imha edilen 12 adet 500 cc’lik serumun envanterde kayıtlı olmadığı için imha edildiğini beyan etmiştir.
23. Tabip teğmen (T.K) envanter girişi olmadığı için 9/6/2009 tarihinde imha edilen 12 adet serumdan bir tanesinin boş şişesini her ihtimale karşı muhafaza etmekte iken savcılığa teslim etmiştir. Savcılık, 2012/32 emanet numarasına kayıtlı olarak emanete alınan boş serum şişesini incelemek istemiş, bu şişenin boş olması sebebiyle serumun bozuk olup olmadığı konusunda herhangi bir inceleme yapılamamıştır. Bunun üzerine Savcılık tarafından, üretim tarihi 2008 ve son kullanma tarihi Ocak 2010 olan serumların içerisinde bozulma olup olmadığına ilişkin GATA Komutanlığına intikal etmiş bir bilgi olup olmadığı sorulmuştur. GATA Komutanlığı, ürünle ilgili herhangi bir geri bildirimin intikal etmediğini bildirmiştir.
24. Savcılık, kullanılan serumun bozuk olduğu iddiaları kapsamında inceleme başlatarak, başvurucuların yakınının ölüm olayından önce aynı revirde serum takıldığı için rahatsızlandığı iddia edilen (R.H) isimli askere ait tedavi evrakları ile müteveffaya ait tüm tıbbi evrak ve soruşturma dosyasının İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir.
25. Bu Kurul tarafından hazırlanan 25/8/2010 tarihli rapora göre özetle, müteveffadan alınan kanda alkol (etanol-metanol) bulunmadığı, iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı, zamanında kullanılan serum veya serisinden örnek alınarak tetkik yapılamamış olmakla birlikte anlatım, otopsi bulguları ve yapılan tetkikler birlikte değerlendirildiğinde kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanamadığı, mevcut bulgularla ölüm sebebinin belirlenemediği ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir.
26. Bu rapora başvurucular tarafından itiraz edilmesi üzerine, soruşturma dosyası İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kuruluna gönderilmiş ve konuyla ilgili rapor talep edilmiştir. Genel Kurul, 1. İhtisas Kurulunun sunduğu raporla aynı doğrultuda bir rapor sunmuştur.
27. Savcılık, serumların bozuk olup olmadığı hususu ile ilgili olarak bilirkişi Dz. Ecz. Atğm. (O.T)’den rapor talep etmiştir. Hazırlanan raporda özetle, dosyada mevcut tıbbi belgelere ve tanık anlatımlarına göre, müteveffaya uygulanan serumun bozuk olduğunu söylemenin mümkün olmadığı, ölümün bozuk serumdan kaynaklandığını söylemeye yetecek derecede bulgu olmadığı belirtilmiştir.
28. Yaptığı araştırmalar sonucunda Savcılık, 26/12/2012 tarih ve E.2009/72, K.2012/213 sayılı kararıyla, “… tanık beyanları, adli muayene ve otopsi bulguları, İstanbul Adli Tıp Kurumu raporları ile diğer tüm deliller birlikte değerlendirilip yorumlandığında, müteveffanın kesin ölüm nedeni belirlenememekle beraber, olay sırasında kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanmadığının ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunun anlaşılması karşısında, ölüm olayında şüpheliler tabip yüzbaşı (A.B), tabip üsteğmen (T.K), sağlık kıdemli üst çavuş (K.L) ya da başka bir askeri personel/personellerin kusurunun bulunduğuna dair kamu davası açmaya yeter derecede delil bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
29. Başvurucular, ölüm olayının tasarlanarak ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen kasten öldürme niteliğinde olduğunu, bozuk serumların imha edilerek cinayetin örtbas edildiğini, müteveffayı hastaneye götürme sürecinde de çok fazla zaman kaybedildiğini, Adli Tıp Kurumu raporunun gerçeği yansıtmadığını belirterek anılan karara itiraz etmiştir.
30. İtirazı inceleyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi, 26/2/2013 tarih ve E.2013/253, K.2013/218 Müt. Sayılı kararıyla, “Ölüm olayının tasarlanarak ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen bir cinayet olduğu yönündeki iddialara ilişkin, somut delillerin bulunmadığı, buna ilişkin şüphenin de oluşmadığı, müteveffanın ölmeden önce herhangi bir kimseyle husumet içerisinde olduğuna ilişkin bir bilginin bulunmadığı…, yine PKK terör örgütü ve sempatizanlarının müteveffaya yönelik olarak ölüm olayını kurguladıkları iddiasına ilişkin de somut delillerin bulunmadığı…, Halil İbrahim Akgüre’nin ölümü olayında, herhangi bir kişiye kusur atfedilmesini gerektirecek yeterli şüphenin bulunmadığı, dosyada adı şüpheli olarak geçen şahısların uygulamalarının ve eylemlerinin tıp kuralları çerçevesinde olduğu ve bu yönüyle ölüm olayı açısından sorumlulukları cihetine gidilmesinin hukuken mümkün bulunmadığı, kullanılan serumun da yine aynı kapsamda ölümde etkisini, ortaya koyacak herhangi bir bulgunun saptanmadığı, diğer itiraz sebepleri açısından da somut delillerin ve yeterli şüphenin bulunmadığı anlaşıldığından” gerekçeleriyle itirazı reddetmiştir.
31. Kesin olan bu karardan sonra başvurucular 27/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
32. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
33. 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz” kenar başlıklı 107. maddesi şöyledir:
“Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.
Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler...”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 27/3/2013 tarih ve 2013/2515 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
35. Başvurucular, bozuk serumun takılmasına ve olumsuz etkilerinin görülmesine rağmen ısrarla çıkarılmaması sebebiyle askerlik görevini yapan yakınlarının vefat ettiğini, müteveffanın ölümünden iki gün önce serumlar yüzünden bir askerin zehirlenerek yoğun bakıma alınması sebebiyle serumların bozuk olduğunun görevlilerce bilindiğini, hastaneye götürülürken çok fazla zaman kaybedildiğini, olaydaki ihmaller düşünüldüğünde olayın örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen cinayet niteliğinde olduğunun akla geldiğini, olaydan 3 gün sonra gerekli incelemelerin yapılamaması amacıyla bozuk serumların imha edildiğini, olayla ilgili yürütülen soruşturmada gerekli hassasiyet gösterilmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yaptığı itirazın adil ve etkili bir şekilde incelenmediğini belirterek yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin eşi ile annesi ve babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65).
37. Başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının yanı sıra 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma ve 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru haklarının da ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı açısından incelenmiştir.
38. Bakanlığın kabul edilebilirliğe ilişkin görüş yazısında, AİHM’in birçok kararında, yaşam hakkına ya da fiziksel bütünlüğe yönelik ihlallerin kasıtlı olmadığı durumlarda, “etkili bir adli sistem” oluşturmayı kapsayan pozitif yükümlülüğün her davada cezai işlem başlatmayı gerektirmediği, özel, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının mağdurlara açık olmasının yeterli olabileceği, başvuruculardan Songül Akgüre’nin 22/11/2013 tarihli dilekçe ile kendi adına asaleten çocukları adına velayeten Milli Savunma Bakanlığı (idare) aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tazminat davası açtığı, AYİM Başsavcılığı tarafından kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca bilirkişi tarafından tespit edilecek miktarın davacılara maddi ve manevi tazminat olarak ödenmesi yönünde görüş bildirildiği, davanın henüz neticelenmediği, diğer iki başvurucunun uğradıkları zararın tazmini amacıyla yargı yoluna başvurmadıkları, bu itibarla yaşam hakkının ihlal edilip edilmediği incelenirken başvurucuların etkin olan kanun yollarını tüketmesi değerlendirmesinde bu hususun dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
39. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı, yakınlarının ölümüne ilişkin etkili bir ceza soruşturması yapılmaması ve bu yöndeki tüm taleplerinin ilgili makamlarca reddedilmiş olmasının etkin başvuru yollarının tüketilmiş olduğunun kabulü için yeterli olduğunu, bunun için başvurucuların devlet aleyhine tazminat davası açmış olmaları gerekmediğini, zira başvurucuların Türk mahkemelerinden öncelikli taleplerinin maddi tazminat olmayıp, yakınlarının ölümünden sorumlu olanların kanun önünde hesap vermesi ve cezalandırılması olduğunu belirtmişlerdir.
40. Başvurunun incelenmesi neticesinde, yaşam hakkının ihlali iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
41. Başvurucular, olaydaki ihmaller zinciri düşünüldüğünde olayın örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen kasten öldürme niteliğinde olduğunun akla geldiğini, müteveffanın ölümünden iki gün önce serumlar yüzünden bir askerin zehirlenerek yoğun bakıma alınması sebebiyle serumların bozuk olduğunun görevlilerce bilindiğini buna rağmen aynı seriden serumların kullanıldığını, olaydan 3 gün sonra gerekli incelemelerin yapılamaması amacıyla bozuk serumların imha edildiğini, gerekli tıbbi müdahalelerin zamanında yapılmadığını, olayla ilgili yürütülen soruşturmada gerekli hassasiyet gösterilmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yaptığı itirazın adil ve etkili bir şekilde incelenmediğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
42. Bakanlığın görüş yazısında, somut olayda, ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonucunda, Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından, 26/12/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, soruşturma kapsamında, ölü muayenesi ve otopsi işleminin yapıldığı, tanık ifadelerinin tespit edildiği, müteveffaya uygulanan serumun bozuk olduğu iddialarına ilişkin olarak İstanbul Adli Tıp Kurumundan görüş alındığı, bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, neticede iddiaları destekleyici nitelikte bir delil tespit edilemediğinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın da reddine hükmedildiği hususlarının Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiği belirtilmiştir.
43. Başvurucular cevap dilekçesinde, ortada yalnızca bir tıbbi ihmal yahut taksirin söz konusu olmadığını, Halil İbrahim Akgüre’nin yaşama hakkının kasten ihlal edildiğini, ancak bu hususun ölüm olayına ilişkin delillerin kasten yok edildiği gözetilmeksizin “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle kapsamlı bir şekilde soruşturulmadığını ve askeri yargı mercileri tarafından olayın üstününün kapatıldığına ilişkin iddialarını yenilemişlerdir.
44. Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
45. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini, yani maddede belirtilen istisnalar dışında kişilerin ölümüne neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin yaşam hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. Yaşam hakkına saygı, ikinci olarak devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere karşı bireylerin hayatını korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik çok özel ve ciddi bir tehdidin varlığı kanıtlanmışsa, devletin bu tehdide karşı bireyin hayatını korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, yaşam hakkından kaynaklanan devletin pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana gelmişse, devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle, devletin anılan madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
46. Bireyin, bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30).
47. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 111).
48. Ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için, soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57; (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).
49. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini koruyan hususlardan biri de, teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için, soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 58; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109).
50. Somut olayda başvurucular, Halil İbrahim Akgüre’nin yaşama hakkının kasten ihlal edildiğini, ölüm olayına ilişkin delillerin kasten yok edildiği gözetilmeksizin “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle kapsamlı bir soruşturma yapılmadan olayın üstününün kapatıldığını ileri sürmüşlerdir.
51. Bireylerin cezai sorumluluklarının kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp, suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin görev ve yetkisindedir. Ancak yukarıda belirtilen yaşam hakkına yönelik müdahaleleri soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. (B. No: 2013/1335, 6/2/2014, § 19)
52. Askeri savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve bu karara itiraz edilmesi sonucu askeri mahkemece verilen karar bu açıdan değerlendirildiğinde; Halil İbrahim Akgüre’nin 70. Mekanize Piyade Tugayı Lojistik Destek Bkm. Brl. 2. Bkm. Blk. Komutanlığı Kızıltepe/Mardin’de askerlik görevini yapmakta iken 15/5/2009 tarihinde öğle içtiması sırasında rahatsızlanarak revire kaldırıldığı, revirde ve Kızıltepe Devlet Hastanesinde tıbbi müdahalelerin yapıldığı, tomografi cihazı bulunan Diyarbakır Asker Hastanesine ambulansla sevk edildiği sırada durumunun kötüleşmesi üzerine Mardin Devlet Hastanesine götürüldüğü, ancak burada hayatını kaybettiği, ölüm olayının askeri savcılığa bildirilmesi üzerine derhal soruşturmaya başlandığı, Mardin Devlet Hastanesinde ölü muayene ve otopsi işleminin yapıldığı, kesin ölüm sebebi tespit edilemeyince ölenin vücudundan alınan kan örneği ve iç organ parçalarının incelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesine gönderildiği, alınan raporda kanda uyutucu, uyuşturucu maddeye rastlanmadığı, iç organlarda yapılan incelemede aranan maddelerin bulunmadığının bildirildiği, olayla ilgili olarak tanık ve şüpheli beyanlarının alındığı, bu beyanlar doğrultusunda ölene revirde takılan serumun bozuk olduğu yönündeki iddiaların araştırılmaya başlandığı, üzerinde inceleme yapılmak istenen ölen askere takılan serumun bulunamadığı, revirde bulunan aynı seriden serumların da olaydan sonra lavaboya dökülerek imha edildiğinin anlaşıldığı, tanık ve şüpheli beyanlarına göre GATA yapımı aynı seriden serumların envanter kayıtlarının bulunmadığı, bu nedenle sadece olaydan bir gün önce revirde serum takıldıktan sonra rahatsızlanan bir askere ait tedavi evraklarıyla birlikte ölene ait tüm tedavi evraklarının kesin ölüm sebebinin tespiti için Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kuruluna gönderildiği, alınan raporda “Zamanında kullanılan serum ve serisinden örnek alınarak tetkik yapılmamış olmakla birlikte anlatım, otopsi bulguları ve yapılan tetkikler birlikte değerlendirildiğinde; Kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanmadığı, mevcut bulgularla ölüm sebebinin belirlenemediği, yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu”nun bildirildiği, başvurucular tarafından bu rapora itiraz edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulunca hazırlanan raporun da 1. İhtisas Kurulu raporuyla aynı doğrultuda olduğu, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanamadığından ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu anlaşıldığından ölüm olayında kusurlu oldukları iddia edilen şüpheliler hakkında 26/12/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, başvurucuların bu karara itiraz etmeleri üzerine 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 26/2/2013 tarihli kararıyla müteveffanın ölümünde herhangi bir tıbbi ihmalin söz konusu olmadığı, ölüm sebebinin serumlardan kaynaklandığına ilişkin iddiaların doğrulanamadığı, ölüm olayının örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen cinayet olduğu yönündeki iddialara ilişkin somut delil bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddettiği belirlenmiştir.
53. Soruşturma makamları somut olayda resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatmaya çalışmışlardır. Başvurucular her ne kadar yakınlarının örgütlü bir şekilde hareket edilerek kasten öldürüldüğünü iddia etmişlerse de, yapılan soruşturma sonucunda başvurucuların soyut iddiaları dışında buna ilişkin herhangi bir somut delile rastlanmadığı anlaşılmıştır
54. Ancak, kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınan raporlarda, kullanılan serum ve serisinden örnek alınarak tetkik yapılmamış olması bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. Her ne kadar savcılık makamı serumun bozuk olduğuna ilişkin iddialara vakıf olduktan sonra gerekli araştırmaları yapsa da, askeri makamların olaydan hemen sonra aynı seriden olan serumları imha etmiş olmaları nedeniyle serumlar üzerinde gerekli tetkikler yapılamamıştır. Yapılan klasik otopsi sonucu ölen askerin kesin ölüm sebebinin tespit edilememesi dikkate alındığında, serumların ölümün meydana gelmesinde etkili olup olmadığının araştırılamaması soruşturmanın seyri açısından önemli bir eksikliktir. Askeri makamlarca olaydan sonra delil niteliğindeki serumların muhafaza edilmemesini soruşturmanın etkinliğini zedeleyen bir unsur olarak değerlendirmek gerekir. Bu nedenle, başvuru dosyasında oluşa ilişkin belge ve bilgiler dikkate alındığında, ölüme sebebiyet veren olayların doğru bir şekilde tespitine, muhtemel sorumluların belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol açacak nitelikte etkili bir soruşturmanın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.
55. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
56. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların maddi ve manevi tazminat talebi yoktur. Başvurucuların yakınının yaşam hakkının korunmasına yönelik olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle bu aşamadan sonra yeniden yargılama yapılmasında hukuki bir yarar görülmediğinden ve başvurucuların tazminat talebi de bulunmadığından yalnızca ihlal tespitiyle yetinilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
58. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucular tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usuli boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.