TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUKADDER SAĞLAM VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2511)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucular
|
:
|
Mukadder SAĞLAM
|
|
|
Zeki SAĞLAM
|
|
|
Firdevs ÇELİKEL
|
|
|
Kadriye SAĞLAM
|
|
|
Yılmaz SAĞLAM
|
|
|
Mesut SAĞLAM
|
|
|
Fazilet SAĞLAM
|
|
|
Nihal SAĞLAM
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Mustafa BOSTANOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, murislerine ait
taşınmaza üzerine enerji nakil hattı çekilmek suretiyle kamulaştırmasız el
atılması nedeniyle açtıkları tazminat davasında Yargıtay’ın bozma kararı
doğrultusunda bedelin düşük belirlendiğini, Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan
faiz yerine yasal faiz uygulandığını, davanın makul süreyi aşarak 9 yıla yakın
bir zamanda sonuçlandığını belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 9/4/2013 tarihinde
Küçükçekmece 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 27/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanının 26/9/2014
tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına, bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 27/10/2014
tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer
aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların murisine (Hüseyin SAĞLAM) ait Kartal
ilçesi, Samandıra mahallesi 1686 parsel sayılı 11.800
m² alanlı taşınmaz üzerinde kamulaştırma yapılmaksızın 1966 ve 1968 yıllarında
enerji nakil hattı tesis edilmiştir.
8. Samandıra Belediye Meclisinin 31/10/2003 tarih ve 2003/27 sayılı kararı ile 1/5000 ölçekli
nazım imar planı ve 1/1000 ölçekli imar planı ile söz konusu taşınmaz ticari
imarlı olarak planlanmış, ancak imar terkleri yapılmamıştır.
9. Başvurucular, 15/6/2004
tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazlarında meydana gelen değer
düşüklüğü karşılığını tazmin talebiyle Kartal 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme)
Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (idare) aleyhine tazminat davası açmışlardır.
10. Mahkemece 16/7/2004 tarihinde
bilirkişi eşliğinde taşınmazda keşif yapılmıştır. 11/10/2004
tarihli bilirkişi raporuyla emsal taşınmaz fiyatları karşılaştırılarak ve imar
durumu değerlendirilerek dava tarihine göre 11.800 m² taşınmazın m² birim
fiyatı 280,00 TL, toplam değeri 3.304.000,00 TL olarak belirlenmiş, enerji
nakil hattı geçişi nedeniyle taşınmazın 4.465 m²’lik kısmında irtifak hakkı
tesis edilmesi gerektiği ve bu durumun taşınmazın imar durumuna uygun
kullanımını önemli ölçüde engellemekte olduğu gerekçesiyle değer düşüklüğü %30
ve bu değere göre karşılığı 991.200,00 TL olarak belirlenmiştir. Raporda
Yargıtay içtihatları gereği taşınmaza el atıldığı tarihteki niteliği itibariyle
dava tarihindeki değerinin belirlendiği, taşınmazın 1/1000 ölçekli imar planı
içinde olmasına rağmen imar parseli olmayıp, kadastral
parseli oluşunun dikkate alındığı belirtilmiştir.
11. Mahkeme, 8/11/2004 tarih ve
E.2004/496, K.2004/624 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kanunun geçici 6.
maddesinde 20 yıllık hak düşürücü süre bulunsa da Anayasa Mahkemesi’nin söz
konusu maddeyi iptal etmesi nedeniyle hak düşürücü süreyi nazara almadığını
belirterek davayı kabul etmiş ve bilirkişi raporu doğrultusunda 991.200,00
TL’nin başvuruculara ödenmesine ve taşınmaz üzerinde idare lehine 4.465 m²
irtifak hakkı kurulmasına karar vermiştir.
12. İdarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk
Dairesi, 3/10/2005 tarih ve E.2005/5463, K.2005/10172
sayılı kararıyla Anayasa Mahkemesinin 10/4/2003 tarih ve E. 2002/112, K.2003/33
sayılı kararı ile Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinin “Kamulaştırma yapılmış, ancak işlemleri tamamlanmamış
veya kamulaştırma hiç yapılmamış iken kamu hizmetine ayrılarak veya kamu
yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmaz
malın malik, zilyed veya mirasçılarının bu taşınmaz
mal ile ilgili her türlü dava hakkı yirmi yıl geçmekle düşer. Bu süre taşınmaz
mala elkoyma tarihinden başlar.” hükmünü
iptal ettiği, ancak iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği gerekçesiyle
idarenin talebini kabul ederek Mahkemenin kararını bozmuştur.
13. Bu süreçte 18/6/2010 tarih ve 5999
sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanun’da değişiklik yapılmıştır.
14. Başvurucuların karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay
5. Hukuk Dairesi, bu defa 12/7/2010 tarih ve
E.2006/513, K.2010/14171 sayılı kararıyla 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı
Kanun’a eklenen geçici 6. maddeyi gerekçe göstererek bu talebi kabul etmiş ve yeni
düzenlemeye göre işlem yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği farklı
gerekçesiyle ilk derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
15. İlk Derece Mahkemesi davayı tekrar ele alarak kabul etmiş
ve 19/1/2011 tarih ve E.2010/599, K.2011/6 sayılı kararı
ile yine 991.200,00 TL’nin başvuruculara ödenmesine karar vermiştir.
16. Bu kararın da temyizi üzerine idarenin temyiz taleplerini
inceleyen Yargıtay 5. Hukuk Dairesi, bu defa 19/9/2011
tarih ve E.2011/8914, K.2011/14141 sayılı kararıyla, taşınmazın geometrik
durumu, yüzölçümü, henüz parsellenmemiş arsa niteliğinde olması ve enerji nakil
hattının güzergâhı dikkate alınarak irtifak hakkı nedeniyle değer düşüklüğü
karşılığının taşınmazın tüm değerinin %20’sini geçemeyeceği gözetilmeden yüksek
oranda değer düşüklüğü tespiti yapan rapora göre hüküm kurulmasının doğru
görülmediği gerekçesiyle Mahkemenin kararını bozmuştur.
17. Mahkeme Yargıtay bozma kararı doğrultusunda 19/3/2012 tarihli yeni bilirkişi raporu aldırmıştır. Raporda
m² birim fiyatı önceki rapordaki gibi 280,00 TL belirlenmiş, ancak Yargıtay’ın
bozma kararı doğrultusunda taşınmazın üzerinden geçen enerji nakil hattı
nedeniyle taşınmazın değer kaybının %20 olarak kabul edildiği ifade edilmiştir.
18. Mahkeme Yargıtay’ın bozma kararına uyarak ve yeni
bilirkişi raporunu esas alarak 17/5/2012 tarih ve
E.2011/674, K.2012/275 sayılı kararı ile yine davanın kabulüne ve bu defa %20
değer kaybı karşılığı olarak 660.800,00 TL’nin başvuruculara ödenmesine karar
vermiştir.
19. İdarenin temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay 5. Hukuk
Dairesi, 17/12/2012 tarih ve E.2012/19187,
K.2012/26803 sayılı kararıyla Mahkemenin kararını onamıştır.
20. Karar başvuruculara 11/3/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucular 9/4/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
22. İdare, 7/3/2013 tarihinde asıl
alacak karşılığı 660.800,00 TL, yasal faiz karşılığı 701.046,00 TL ile
yargılama giderlerinden oluşan toplam 1.504.059,58 TL’yi İcra Müdürlüğü
dosyasına ödemiştir.
B. İlgili Hukuk
23. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun “İrtifak Hakkı Kurulması”
başlıklı 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması
yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi,
yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı
kurulabilir.”
24. 2942 sayılı Kanunu’nun 8. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
“Kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırmayı yapacak
idare, bu Kanunun 11 inci maddesindeki esaslara göre ve konuyla ilgili uzman
kişi, kurum veya kuruluşlardan da rapor alarak, gerektiğinde Sanayi ve Ticaret
Odalarından ve mahalli emlak alım satım bürolarından alacağı bilgilerden de
faydalanarak taşınmaz malın tahmini bedelini tespit etmek üzere kendi bünyesi
içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla kıymet takdir
komisyonunu görevlendirir.”
25. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma
bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili”
kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile
yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine
müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren
en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya
katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.
…
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde
anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde
keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede
sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın
değerini tespit için mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin
beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz
malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde
mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara
tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya
vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi
raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı
beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde
gerektiğinde hakim tarafından onbeş
gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve
hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından
yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder.
Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının
kamulaştırılma bedelidir. … İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına … dair makbuzun
ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma
bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve
paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların
bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır.
(Ek fıkra: 11/04/2013-6459
S.K./6. md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde
sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden
itibaren kanuni faiz işletilir.
…”
26. 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesinin üçüncü ve dördüncü
fıkraları şöyledir:
“Taşınmaz malın değerinin tespitinde,
kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer
artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate
alınmaz.
Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde,
bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet
düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma
bedelidir.”
27. 2942 sayılı Kanun’a 18/6/2010
tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen geçici 6. maddenin 24/5/2013 tarih ve
6487 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişmeden önceki birinci, ikinci ve
altıncı fıkraları şöyledir:
“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya
kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956
tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu
yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan
taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis
etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle,
malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde,
öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.
Tazminat müracaatı
üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak
hakkının malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci
maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu
marifetiyle, taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu
Kanunun 11 inci ve 12 nci maddelerine göre
hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten
sonra, bu Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma
komisyonunca, müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde 7201
sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile,
tahmini değer bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet
edilir.
…
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı
takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin
uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik
tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el
konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki
değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve
taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat
ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların
hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.”
28. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul
ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
29. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 15/11/2011
tarih ve E.2011/5396, K.2011/22096 sayılı kararında şöyle denilmektedir:
“…Kamulaştırmasız el atma davaları uygulamada
sıklıkla karşılaşılan davalardan olmakla birlikte, yasa ile düzenlenmiş
değildir. Bu konuya ilişkin tek yasal düzenleme olan 2942 Sayılı Kamulaştırma
Kanununun 38. maddesi de 10.04.2003 tarih ve 2002/112 E. 2003/33 K. sayılı
Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiştir. Uygulamada kamulaştırmasız el
atma davaları; İBK, HGK ve Hukuk Dairelerinin içtihatlarıyla yön bulmaktadır.
Konunun Dairemizi ilgilendiren yönü ise, bu nevi davalarda hükmedilen
tazminatların zamanında ödenmemesi halinde uygulanacak faizin ne tür ve oranda
olması gerektiği noktasındadır. Zira kamulaştırma yasası gecikme faizini
öngörmemektedir. Bu cümleden olmak üzere, HGK kararları ve
Dairemizin istikrar bulmuş içtihatlarında; “Kamulaştırma bedelinin arttırılması
ilamlarında uygulanan T.C Anayasasının 4709 Sayılı Yasanın 18.maddesi ile
değişik 46/son maddesinde yer alan kamulaştırma bedelleri ile mahkemece kesin
hükme bağlanan arttırma bedellerine, son fıkraya göre kamu alacakları için
öngörülen en yüksek faiz oranının uygulanacağı” hükmünden farklı olarak,
“Kamulaştırmasız el atmanın hukuksal niteliği itibariyle bir haksız eylem
olduğu, haksız eylemden doğan borçların, tazmini nitelikte olmaları nedeniyle
uygulanacak faizin 3095 Sayılı Yasada belirlenen yasal faiz olduğu
belirtilerek, uygulama bu güne kadar yasal faizin uygulanması şeklinde
sürdürüle gelmiştir. Ancak, Anayasa'nın 35. maddesi ile koruma altına alınmış
olan mülkiyet hakkının, hak sahibinin rızasına bakılmaksızın kamulaştırmasız el
atma nedeniyle ihlali halinde, toplumun genel menfaatleri ile bireyin temel
haklarının korunması arasında adil bir denge gözetilmesi gerektiği
düşüncesinden hareketle, mülkün gerçek değeriyle orantılı makul bir tazminat
ödenmediği sürece, bir mülkten mahrum bırakılmanın genelde aşırı bir ihlal
teşkil edeceği, yasal faiz oranında gecikme faizi ödenmesinin yeterli olmadığı
görüşü gerek öğretide gerekse uygulamada ağırlık kazanmaya başlamıştır.
Bu bağlamda mülkiyete saygı hakkının
ihlalinin, mahkemelerin, kamulaştırmasız el atmaya maruz kalan kişiler lehine
hükmettikleri tazminat tutarının tayininde, yargılama süresi ile enflasyon
arasındaki etkileşim sonucu ortaya çıkan değer kaybını dikkate almalarına imkân
sağlayan yasal bir düzenlemenin olmayışından da kaynaklandığı, bu nedenle adil
tatmin taleplerinin karşılanması gerektiği hususu benimsenmeye başlanmıştır.
Tüm bu açıklamalar ışığında idare, kendisine
Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri yasaya uygun bir biçimde
kullanmaksızın taşınmaza el atarak kamulaştırma ilkelerine aykırı davranamaz. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa'nın 35.
maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir
sınırlama olmakla, Dairemizce içtihat değişikliğine gidilerek, özü ve vardığı
hukuki sonuç itibariyle aynı nitelikler taşıyan kamulaştırmasız el atmaya
ilişkin ilamlarda hüküm altına alınan tazminatlara da Anayasanın 46/son
maddesinde düzenlenmiş olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz
oranının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır…” (Aynı yönde diğer
bir karar için bkz. Yargıtay 12. HD., 26/10/2011,
tarih, E.2011/5698,, K.2011/20397)
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 22/1/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 9/4/2013 tarih ve 2013/2511 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
31. Başvurucular, murislerine ait
taşınmaz üzerine enerji nakil hattı çekilmek suretiyle kamulaştırmasız el
atılması nedeniyle açtıkları tazminat davasında Mahkemece belirlenen değer
düşüklüğü karşılığının Yargıtay bozma kararı ile düşürüldüğünü ve bedelin düşük
belirlendiğini, Yargıtay’ın sabit oranlar üzerinden değer düşüklüğünü tespit
ettiğini, örneğin imarlı taşınmazlar için bu oranın %50 olduğunu, oysa çekilen
enerji nakil hattı sonrası taşınmazın çekiciliğini büyük ölçüde yitirdiğini,
davanın üç bozma sonrasında makul süreyi aşarak 9 yıla yakın bir zamanda
sonuçlandığını, bu süreçte taşınmazın çok değer kazanmasına rağmen Anayasa’nın
46. maddesinde yer alan faiz yerine yasal faiz uygulanması sonucu mülkiyet ve
adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek kendilerine
933.828,27 TL fark faizi ve 330.400,00 TL değer düşüklüğü farkının gecikme
faiziyle birlikte maddi tazminat olarak ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Başvurucuların bahse konu şikâyetlerinin açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
i. Mülkiyet Hakkı
33. Başvurucular, açtıkları kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat davasında dava sürecinde Mahkemece belirlenen değer düşüklüğü
karşılığının Yargıtay bozma kararı ile düşürülmesi sonrasında bedelin olması gerekenden
düşük tespit edilmesi ve tazminata Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan faiz
yerine yasal faiz uygulanması nedenleriyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
34. Anayasa’nın “Mülkiyet
Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
35. Anayasa'nın “Kamulaştırma”
kenar başlıklı 46. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının
gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel
mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen
esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar
kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan
artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. … Kanunun taksitle ödemeyi
öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde
taksitler eşit olarak ödenir.
…
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları
için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
36. Anayasa'nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) Ek (1)
No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
38. Somut başvuruda başvurucular, kamulaştırmasız el atmanın
kamu yararı şeklinde meşru bir amaca yönelik olmadığı veya mülklerinden yoksun
bırakılmalarının kanuni olmadığı yönünde bir şikâyette bulunmamaktadırlar. Başvuru dosyası incelendiğinde, başvurucuların murisine ait
taşınmaza üzerinden enerji nakil hattı geçirilmek suretiyle 1966 ve 1968
yıllarında el atıldığı, başvurucuların taşınmazın bulunduğu bölgede imar
planının kabul edilmesi sonrasında 2004 yılında kamulaştırmasız el atma
nedeniyle tazminat davası açtıkları, Mahkemenin toplam 11.800 m² olan
taşınmazın 4.465 m²’lik kısmının etkilendiğini dikkate alarak değer düşüklüğü
karşılığını tespit ettiği ve bedelin başvuruculara ödenmesi ile idare lehine
irtifak hakkı kurulmasına karar verdiği görülmektedir. Bu durumda
kurulan irtifak hakkının meşru amacının bulunduğu ve başvurucuların kanunilik
şikâyeti bulunmadığı anlaşıldığından başvurucuların tazminat bedeli ve faiz
oranına yönelik şikâyetleri, tazminatın mülkün değeri ile orantılı olup
olmadığı hususu Anayasa’nın 13, 35. ve 46. maddeleri kapsamında ölçülülük
ilkesi yönünden incelenecektir.
39. Anayasanın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1.
maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme
de üç kural ihtiva etmektedir. Düzenlemelerin ilk cümleleri herkese mülkiyet
hakkını tanımakta, ikinci cümleleri ise kişilere ait mülkiyet hakkının hangi
koşullarla sınırlandırılabileceğini ya da kişilerin mülkünden yoksun
bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır(B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 29).
40. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme,
biçimini değiştirme, harcama ve tüketme) olanağı veren bir haktır. Anayasa’ya
göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir.
Özel mülkiyetteki bir taşınmaz, kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulması halinde
gerçek karşılığı peşin ödenmek ve koşulları yasayla belirlenmek şartıyla
kamulaştırılarak kamu hizmetine tahsis edilebilir veya irtifak hakkı kurularak
kamu yararı amacıyla kullanımı sınırlandırılabilir (Bkz. E.1988/34, K.1989/26,
K.T. 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012
ve E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
41. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları
ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir.
Anayasanın 46. maddesine göre ise özel mülkiyette bulunan taşınmazlar, kamu
yararı gereği karşılıkları peşin ödenmek suretiyle kamulaştırılabilir veya
bunlar üzerinde irtifak hakkı kurulabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan
ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları veya
mülkiyet haklarını kullanmalarının sınırlandırılması halinde elde edilmek
istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan veya mülkünü kullanması
engellenen bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir.
42. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”,
“gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik”,
öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmasını, “gereklilik”, ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha
hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan
müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir (B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 38).
43. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin
kamu yararı ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı
ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi
gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede bireylerin, mülklerinin değeriyle
orantılı makul bir bedel ödenmeden mülklerinden mahrum edilmeleri veya
mülklerinden barışçıl biçimde yararlanma haklarının ihlal edilmesi halinde
yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına hükmetmektedir Bununla beraber Sözleşme
ile korunan mülkiyet hakkı her durumda tam bedelin ödenmesini güvence altına
almamaktadır. Ekonomik reform ya da sosyal adaleti gerçekleştirmek gibi geniş
çaplı tedbirleri uygulamaya yönelik istisnai durumlarda meşru kamu yararı
amacıyla yoksun bırakılan mülkiyetin piyasa değerinin altında ödeme yapılmasını
ölçülülük ilkesine aykırı bulmayabilmektedir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75
ve 7152/75, 23/9/1982, § 69, 73; James ve Diğerleri/İngiltere, B. No:
8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96,
25/3/1999, § 48; Lithgow
ve Diğerleri/İngiltere, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81,
9266/81; 9313/81, 9405/81,
8/7/1986 § 120-121).
44. Anayasa'nın 46. maddesinde öngörülen ve temel öğesinin “kamu yararı” olduğu kabul edilen
kamulaştırma, bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası
olmaksızın, kamu yararı için ve karşılığı ödenmek koşuluyla devlet tarafından
sona erdirilmesidir. Kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddenin birinci fıkrasında;
"Devlet ve kamu tüzelkişileri, kamu
yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel
mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla
gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari
irtifaklar kurmaya yetkilidir." denilmektedir. Kamu yararı
bulunması, kamulaştırma kararının yasada gösterilen esas ve usullerine
uyulması, gerçek karşılığın peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal
öğeleridir (AYM, E.2004/25, K.2008/42, K.T. 17/1/2008).
a. Değer Düşüklüğü
Karşılığının Tespitine İlişkin Şikâyetler
45. Başvurucular, açtıkları kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat davası sürecinde Mahkemece belirlenen değer düşüklüğü karşılığının
Yargıtay bozma kararı ile olması gerekenden düşük tespit edildiğini belirterek,
kurulan irtifak hakkıyla orantılı bir ödemenin yapılmadığından şikâyet
etmektedirler.
46. İrtifak hakkı, özellikle arsa niteliğindeki taşınmazların
sahipleri tarafından kullanım hakkını önemli ölçüde etkilemekte, ancak
kamulaştırmada olduğu gibi mülkiyet haklarının tümünü kamuya devretmemektedir.
Mülk sahipleri kamu kurumları tarafından taşınmazları üzerinde irtifak hakkı
kurulsa da taşınmazların kuru mülkiyetine sahip olmaya devam etmekte, belli
ölçüde taşınmazı kullanabilmekte ve taşınmazdan gelir elde edebilmektedirler.
47. Anayasanın 13., 35. ve 46.
maddeleri uyarınca, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazlarda meydana gelen gerçek
değer düşüklüğü karşılığının taşınmaz maliklerine peşinen ödemesi
gerekmektedir. Anayasanın 46. maddesine göre irtifak hakkı da taşınmazın gerçek
değeri üzerinden belirlenmelidir. Bununla birlikte taşınmazın kamulaştırılması
karşılığında ödenen gerçek bedel ile aynı taşınmazda irtifak hakkı kurulması
nedeniyle meydana gelen değer düşüklüğünün gerçek karşılığının aynı miktarda
olmayacağı açıktır.
48. Ayrıca çok sayıda alıcısı ve satıcısı bulunmayan ve
satışa konu malların aynı nitelikte (homojen) olmadığı emlak piyasasında, bir
taşınmazın herkes için geçerli tek, değişmez ve kolay hesaplanabilir bir
fiyatının olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Anayasa ve Sözleşmenin
ortak koruma alnında bulunan mülkiyet hakkı açısından önemli olan kamulaştırılan
veya üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın gerçek değerinin 2942 sayılı
Kanuna göre belirlenmesi ve irtifak hakkı kurulan taşınmazda meydana gelen
değer düşüklüğü karşılığının objektif kriterlere göre
tespit edilmesi ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile orantılı bir bedelin
başvuruculara ödenmesidir.
49. Bahsedilen kriterler
çerçevesinde bedel veya değer düşüklüğü karşılığının tespiti uzman Mahkemelerin
ve Yargıtay’ın bu konudaki uzman dairelerinin yetki ve görevindedir. Anayasa
Mahkemesi bu konuda uzmanlaşmış bir mahkeme olmadığı gibi, mülkiyet hakkı
kapsamında yapılan bireysel başvurularda bedel veya değer düşüklüğü karşılığını
hesaplamak gibi bir görevi de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet
hakkına yapılan müdahale ile ödenen bedel arasındaki ilişki yönünden yapacağı
tespit, orantılılık incelemesinden ibarettir.
50. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 27/12/2012
tarih ve E.2012/22256, K.2012/28953 sayılı kararında; “2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11/son maddesi
uyarınca irtifak hakkı karşılıkları bu hak nedeniyle taşınmazın tamamında
meydana gelecek değer kaybıdır. Bu itibarla dava konusu taşınmazın irtifak
hakkı kurulmasından önceki tüm değerinin tespit edilmesi ve bundan sonra enerji
nakil hattı nedeniyle taşınmazın tamamında meydana gelecek değer düşüklüğü
oranının belirlenmesi ve bu oranla taşınmazın tüm değerinin çarpılması sonucu
irtifak hakkı karşılığının hesaplanması gerekir. Bilirkişi kurullarınca böyle
bir inceleme ve işlem yapılmadığı gözetilmeden, irtifak hesabı yönünden
geçersiz rapora göre bedel tespiti,…doğru
görülmemiştir” denmiştir.
51. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin içtihatları incelendiğinde;
irtifak hakkı nedeniyle değer düşüklüğü karşılığının taşınmazda irtifak kurulan
alanın toplam taşınmaza oranının değer düşüklüğü oranı ile çarpılması sonucu
tespit edildiği ve bu yöndeki içtihadın yerleşik hale geldiği görülmektedir.
Daire, taşınmazın geometrik şekli, yüzölçümü, niteliği, enerji nakil hattının
güzergâhı ve irtifak hakkının taşınmazda meydana getirdiği etkiyi göz önünde
bulundurarak değer düşüklüğü oranını tespit etmektedir. Dairenin yukarıdaki kriterlerde taşınmazın değerini değiştiren bir husus
olmadıkça taşınmazın niteliğine göre belli oranları uygulayarak taşınmazlarda
meydana gelen değer düşüklüğünü tespit ettiği anlaşılmaktadır.
52. Başvuruya konu davada başvurucuların murislerine ait
taşınmaz üzerinden 1966 ve 1968 yıllarında elektrik nakil hattı geçirilmiş,
ancak o tarihlerde irtifak hakkı kurulmamıştır. Başvurucular 2003 yılında
murislerine ait taşınmazın da dâhil olduğu bölgede imar planının geçmesinden
sonra taşınmazı arsa olarak kullanma imkânlarının sınırlandırıldığını ileri
sürmüş ve kamu idaresince irtifak hakkı kurulmadan hattın geçirilmesi nedeniyle
2004 yılında tazminat davası açmışlardır. Başvurucular 2003 yılına kadar arazi
niteliğinde olan ve dava tarihi itibariyle kadastral
parsel olan taşınmazı, bu tarihe kadar kullanamadıklarına dair bir şikâyeti
bulunmamaktadır.
53. Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesi doğrultusunda
kamulaştırmaya konu taşınmaza ilişkin bilgi ve belgeler ile yapılan keşif ve
bilirkişi raporuna göre usulüne uygun olarak bedeli tespit etmiştir.
Başvurucuların tespit edilen taşınmazın değerine yönelik de bir şikâyetleri
bulunmamaktadır. Başvurucuların şikâyeti, Mahkemece bilirkişi raporu
doğrultusunda tespit edilen taşınmazın toplam değerinin %30’u oranındaki değer
düşüklüğü karşılığı yerine, Yargıtay’ın bozma kararı sonrasında %20’si
oranındaki değer düşüklüğü karşılığının kendilerine ödenmesidir.
54. Başvuruya konu davada başvurucuların kamulaştırmasız el
atma nedeniyle tazminat talepleri Mahkemece yapılan inceleme sonunda haklı
görülerek kabul edilmiş, ancak yapılan temyiz talebini inceleyen Yargıtay 5.
Hukuk Dairesinin 19/9/2011 tarih, E.2011/8914, K.2011/14141
sayılı kararıyla ve “taşınmazın geometrik
durumu, yüzölçümü, henüz parsellenmemiş arsa niteliğinde olması ve enerji nakil
hattının güzergâhı dikkate alınarak irtifak hakkı nedeniyle değer düşüklüğü
karşılığının taşınmazın tüm değerinin %20’sini geçemeyeceği”
gerekçesiyle verdiği bozma kararından sonra Mahkeme bozma kararına uyarak değer
düşüklüğü karşılığını %20 olarak belirlemiştir. Yargıtay 5.
Hukuk Dairesinin irtifak hakkı kurulan taşınmazın el atma tarihinde arazi
vasıflı olmasına rağmen, dava tarihinde arsa vasfında olduğunu gözeterek
taşınmazın %37,84’ünde kurulan irtifak hakkı nedeniyle meydana gelen değer
düşüklüğünü %52,85 olarak belirleyerek, ödenecek değer düşüklüğü karşılığını
taşınmazın toplam bedelinin %20 si olarak tespit ettiği ve başvurucuların
Yargıtay tarafından bu oranın arsalar için değiştirilmeksizin %50 olarak
uygulandığı iddiasının geçerli olmadığı anlaşılmaktadır.
55. Sonuç olarak, somut başvuruya konu
davada Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin oturmuş içtihadı doğrultusunda irtifak
hakkı kurulan kısımda taşınmazın niteliklerine, geometrik durumuna, yüzölçümüne
ve enerji nakil hattının güzergâhına göre tespit edilen %52,85 oranındaki değer
düşüklüğü karşılığı başvuruculara ödenen bedel ile ulaşılmak istenen kamu
yararı arasında orantısızlık bulunduğuna veya adil dengenin gözetilmediğine
dair bir husus saptanamamıştır.
b. Faiz Ödemesine
İlişkin Şikâyetler
56. Başvurucular, dava tarihine göre belirlenen bedelin yasal
faiz uygulanarak kendilerine ödendiğini, ancak taşınmaz fiyatlarındaki hızlı
artış nedeniyle yapılan toplam ödemenin, ödeme tarihinde taşınmazın rayiç
değerinin altına kaldığını belirterek daha yüksek oranlı faiz uygulanması
gerektiğini iddia etmektedirler.
57. Kamulaştırmasız el atma davalarında bedel hususunda
tarafların anlaşamamaları halinde tazminat olarak ödenecek taşınmazın bedelinin
2942 sayılı Kanun’un 10. ve 11. maddeleri uyarınca dava tarihine göre adil ve
hakkaniyete uygun bir şekilde mahkemece tespit edilmesi gerekmektedir. Değer
tespitinin dava tarihine göre yapılması, Kanun gereği olduğu gibi, dava
sürecinde taşınmazın değerinde meydana gelecek artış veya azalışların bedele
etki etmemesi ve bu şekilde bedel tespitine belirlilik kazandırmanın da
gereğidir. Aksi halde taşınmazın değeri uzun süren davalarda artabileceği gibi
azalabileceğinden idare veya vatandaşlara olumsuz etkide bulunabilir (B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 52).
58. Başvuruya konu davada Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un 10.
maddesi doğrultusunda kamulaştırmaya konu taşınmaza ilişkin bilgi ve belgeler
ile yapılan keşif ve bilirkişi raporuna göre usulüne uygun olarak bedeli tespit
etmiştir. Davanın konusu, tazminat olarak ödenecek taşınmazın dava tarihindeki
değer düşüklüğü karşılığının tespiti olduğundan Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un
11. maddesine uygun olarak davanın açılmış olduğu 2004 yılı fiyatları üzerinden
bedeli tespit etmiş, taşınmazın değerinde daha sonra meydana gelen değer
artışları ve ödeme tarihine göre rayiç değerini değerlendirmeye esas
almamıştır. Mahkeme, belirlenen bedel üzerinden değer düşüklüğü karşılığını
tespit etmiştir.
59. Başvurucu dava tarihine göre belirlenen bedele
Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan kamu alacaklarına uygulanan en yüksek
faizin ödenmemesi nedeniyle alması gereken bedelin değerinde azalma olduğundan
şikâyet etmekte ve geç ödenen kamulaştırma bedeline bahsedilen faiz oranının
uygulanması gerektiğini iddia etmektedir.
60. Anayasa’nın 46. maddesindeki düzenlemeye göre;
kamulaştırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenmelidir. Ancak tarım reformunun
uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenmesi
taksitlendirilebilmektedir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde
ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde devlet alacaklarına
uygulanan en yüksek faiz işletilebilir. Yargıtay’ın istikrar kazanan
içtihatlarına göre de, Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen faiz oranı ancak
kesinleşip de ödenmeyen kamulaştırma bedelleri için işletilebilir (Yargıtay 18.
Hukuk Dairesi, E.2002/7971, K.2002/9752, 15/10/2002).
61. Kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davaları ise
niteliği itibarıyla haksız fiilden kaynaklanan davalar olduğundan dava tarihi
ile kararın kesinleşme tarihi arasında mahkemelerce hükmolunan tazminata yasal
faiz uygulanmaktadır. Yargıtay’ın 2011 yılına kadar içtihadı Anayasa’nın 46.
maddesinde düzenlenen Devlet alacaklarına uygulanan en yüksek faizin sadece
kesinleşmiş kamulaştırma alacaklarında uygulanacağı yönünde idi.
62. Ülkemizdeki kamulaştırmasız el atma davalarında devlet
alacaklarına uygulanan en yüksek faizin uygulanmaması AİHM tarafından
eleştirilmiştir (Sarıca ve Dilaver/Türkiye,
11765/05, 27/5/2010, § 49 ve Ergen ve Diğerleri/Türkiye, no. 35364/05, 7/12/2010). Yargıtay bu konudaki içtihadını
2011 yılından itibaren değiştirerek kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat
davasında da kararın kesinleşme tarihinden ödeme tarihine kadar Anayasa’nın 46.
maddesinde düzenlenen faizin uygulanmasını kabul etmiştir (Bkz. § 28).
63. Söz konusu bireysel başvuruya konu davada mahkeme
tarafından hükmolunan kamulaştırmasız el atma tazminatına dava tarihinden
itibaren yasal faiz uygulanmıştır. Başvurucuların şikâyet ettiği husus ise
karar tarihinden sonra uygulanan faiz değil; dava tarihinden karar tarihine
kadar uygulanan faize ilişkindir. Yukarıda anlatıldığı gibi kamulaştırma
bedeline devlet alacakları için öngörülen en yüksek faizin uygulanması
talebinin Anayasa’nın 46. maddesi ve yerleşik Yargıtay içtihatları kapsamında
yasal dayanağı bulunmamaktadır.
64. AİHM, kamulaştırmasız el atmaya dayalı başvurularda
benzer şikâyetleri incelerken maddi tazminat talepleriyle ilgili olarak, dava
koşullarının tamamını ve özellikle başvuranların ulusal mahkemeler önünde talep
ettikleri miktarın tamamını alıp almadığını incelemektedir. AİHM, inceleme
yaparken başvuranların alacaklarına uygulanan gecikme faizinin, yerel mahkemeye
başvurulduğu andan idare tarafından ödemenin etkin olarak yapıldığı tarihe
kadar geçen süre içindeki paranın uğradığı değer kaybını telafi edebilecek
nitelikte olup olamadığı sorunu ile sınırlandırılabileceği kanaatindedir (Ergen ve Diğerleri/Türkiye, 35364/05, 7/12/2010, Yetiş ve
diğerleri/Türkiye, 40349/05, 6/7/2010, § 44).
65. Devlet tarafından ödenecek bir bedelin enflasyon
karşısındaki değer kayıplarında AİHM, ikili bir ayrıma gitmektedir.
Mahkemelerce belirlenmiş bir para alacağının ödenmemesi halinde daha katı bir
tutum sergileyerek %5’e kadar değer kayıplarını hesaplama faktörlerindeki
değişkenlerle ilgili kabul etmektedir (bkz., Arabacı/Türkiye, B. No: 65714/01,
7/3/2002). Çünkü burada ödemelerin geç yapılması, mahkeme kararlarının icra
edilmesi ile ilgili bir sorundur. Mahkemelerde geçen yargılama süresindeki
enflasyon nedeniyle kamulaştırma bedelinin değer kaybında ise meydana gelen
farkın, tazminatın belirlenmesi yönteminden kaynaklandığı ve bu konuda ulusal
yargıcın belirli bir takdir imkânı olduğu gerekçesiyle daha esnek yorumlamakta
bu farkın başvurucular açısından aşırı bir yük getirip getirmediğini
inceleyerek karar vermektedir. Örneğin bahsedilen şekilde incelediği bir davada
AİHM, %10,74’lük bir değer kaybının aşırı bir yük getirmediğine karar vermiştir
(bkz. Güleç ve Armut/Türkiye, B.
No: 25/969/09, 16/11/2010).
66. Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri birlikte okunduğunda
mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin ölçülü olması gerektiği açıktır. Bu
çerçevede kamulaştırma gibi kamulaştırmasız el atmalarda da tazminat bedeline
değerindeki hissedilir aşınmayı giderecek şekilde faiz uygulanmaması
Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırılık oluşturacaktır. Bununla birlikte
yargılama sürecinde enflasyon nedeniyle tazminat bedelinde meydana gelebilen ve
makul görülebilecek değer aşınmaları başvurucu üzerine aşırı bir yük
getirmediğinden kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasındaki dengeyi
bozduğu ve ölçülülük ilkesini ihlal ettiği söylenemez.
67. Kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında dava
tarihine göre belirlenen bedelin kişinin uğradığı zararı telafi edebilmesi için
taşınmazın gerçek karşılığı olması yanında ayrıca ödenen bedelin tespitiyle
ödenmesi arasında geçen dönemde gözlemlenen enflasyona nispetle hissedilir
derecede değer kaybetmemiş olması gerekir (B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 59).
68. Somut başvuruya konu 15/6/2004
tarihinde açılan davada Mahkemenin kararı üç temyizden sonra Yargıtay 5. Hukuk
Dairesinin 17/12/2012 tarihli kararıyla onamış ve onama kararı sonrasında
idare, 7/3/2013 tarihinde İcra Müdürlüğü aracılığıyla başvuruculara tazminat
karşılığı 660.800,00 TL ve faiz karşılığı 701.046,00 TL’yi yargılama
giderleriyle beraber ödemiştir. Bu şekilde başvurucuların Mahkeme kararıyla hak
ettikleri tazminatın tamamını kanuni faiziyle ve yargılama giderleriyle
birlikte tahsil ettikleri anlaşılmaktadır.
69. Davanın açıldığı Haziran 2004 tarihi ile başvurucuların
tazminatı icra kanalıyla tahsil ettikleri Mart 2013 tarihi arasında geçen
sürede Merkez Bankası verilerine göre enflasyonda meydana gelen artış oranı %
103,88’dir. Bir diğer ifade ile Mahkemece ödenmesine karar verilen 660.800,00
TL’nin enflasyon karşısında değer kaybını tam telafi edebilmek için 686.429,00
TL ödenmesi gerekmektedir. Mahkeme kararıyla icra vasıtasıyla başvuruculara
ödenen yasal faiz ise 701.046,00 TL olup enflasyonun üzerinde yapılan ilave
ödeme değer kaybını fazlasıyla karşılamıştır.
70. Başvuru konusu olayda başvurucular maddi tazminata
ilişkin olarak, yerel mahkemede talep etmiş oldukları tazminat miktarının
tamamını almışlardır. Asliye Hukuk Mahkemesince dava tarihinden itibaren
ödemenin yapıldığı tarihe kadar hükmolunan faiz oranı ise, bu süre içerisinde
meydana gelen enflasyon oranının üzerinde olup, tazminatın dava tarihi ile
ödeme tarihi arasında geçen zamanda değer kaybı fazlası ile telafi edilmiştir.
Sonuç olarak, başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak
istenen kamu yararı arasında adil dengenin kurulduğu anlaşılmıştır.
71. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına mülkiyet haklarının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
72. Başvurucular, 2004 yılında açtıkları kamulaştırmasız el
atma nedeniyle tazminat davasının 2012 yılı sonunda kesinleşmesi nedeniyle
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
73. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 18)
74. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.”
75. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması,
yargının görevidir.”
76. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına
sahiptir.”
77. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve
adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
78. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
79. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan
inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin
gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden,
yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden
değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
40).
80. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41–45).
81. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
82. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip
gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre
değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
83. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi
uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, asliye hukuk mahkemesi
nezdinde açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının söz konusu
olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre
yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan
bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 49).
84. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 15/6/2004
tarihidir.
85. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş
tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 5.
Hukuk Dairesinin E.2012/19187, K.2012/26803 sayılı karar tarihi olan 17/12/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
86. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin
başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın
başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
87. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde,
yargılamanın konusunun enerji nakil hattı yapımı sonucu kurulan irtifak hakkı
nedeniyle taşınmazın değer düşüklüğü karşılığını tespit talepli kamulaştırmasız
el atma nedeniyle tazminat davası olduğu, 15/6/2004
tarihinde açılan davanın yargılama sürecinde ilk derece mahkemesince verilen
ilk iki kararın temyiz incelemesi neticesinde bozulduğu, bozma kararını takiben
mahkemenin E.2011/674 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması sonucunda
verilen kararın tekrar temyiz edildiği ve Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin
E.2012/19187, K.2012/26803 sayılı kararı ile başvurucular yönünden kesinleştiği
anlaşılmaktadır.
88. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi
önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları
konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu
olduğu ve 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 84).
89. 6100 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 54-64),
başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası
gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut
başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı
ve söz konusu dokuz yıla yakın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
90. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
91. Başvurucular, dava tarihine göre belirlenen kamulaştırma
bedelinin uzun süren dava sonunda kendilerine Anayasanın 46. maddesindeki faiz
yerine yasal faiz uygulanarak ödenmesi ve bedelin olması gerekenden düşük
tespit edilmesi nedenleriyle maddi tazminata hükmedilmesini
talep etmişlerdir. Başvurucular ayrıca makul süre şikâyetini de dile getirmiş,
ancak makul süreye bağlı manevi tazminat talebinde bulunmamışlardır.
92. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
93. Başvurucular tarafından bedelin
olması gerekenden düşük tespit edilmesi ve Anayasanın 46. maddesindeki faizin
uygulanmaması nedenleriyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber,
tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı
bulunmadığı anlaşıldığından ve ayrıca başvurucuların düşük değer tespiti ve
faize ilişkin şikâyetleri incelenerek ihlalin olmadığına karar verildiğinden,
başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
94. Başvurucular makul süreye bağlı olarak manevi tazminat
talebinde bulunmadıklarından taleple bağlılık ilkesi gereği yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yapılan ihlal tespitine bağlı olarak manevi
tazminat ödenmesi hususunda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi
gerekir.
95. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların,
1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların maddi tazminata
ilişkin taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucular tarafından yapılan
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben
başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine,
22/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.