TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
YUSUF BURAK ÇELİK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2538)
Karar Tarihi: 20/11/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Özcan ÖZBEY
Başvurucu
Yusuf Burak ÇELİK
Vekili
Av. İlkay Sinem KUBİLAY BEŞE
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, öğrencisi olduğu Ankara Polis Kolejinde bazı öğretmenleri tarafından kendisine psikolojik şiddet (mobbing) uygulanması nedeniyle süresinde okulunu bitiremediğinden okulla ilişiğinin kesildiğini, görevlerini kötüye kullanma suçundan dolayı ilgili kişiler hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, ancak soruşturma izni verilmediğini, buna karşı yaptığı itirazın da Bölge İdare Mahkemesince reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 17., 41. ve 42. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve 200.000,00 TL manevi tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 16/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, 2007 yılında Ankara Polis Kolejine kaydını yaptırarak, eğitimine başlamıştır.
6. Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara Polis Koleji Müdürlüğünün 7-8/6/2012 tarihli yazılarına göre; başvurucunun, sınıf tekrarı yapması ve bu hakkın sadece bir kereye mahsus kullanılabilmesi, ayrıca dört yıllık eğitimini beş yılda bitirememesi nedeniyle 2012 yılında okul ile ilişiği kesilmiştir. Yine aynı yazıda, Polis Koleji Yönetmeliği gereği 40 fena disiplin puanı alan öğrencinin okulla ilişiğinin kesileceği, başvurucunun ise 39,5 fena disiplin puanı olduğu belirtilmiştir.
7. Başvurucu, okuldaki başarısızlığının bir kısım öğretmenlerinin kendisine yönelik psikolojik şiddetinden (mobbing) kaynaklandığı gerekçesi ile 3/9/2012 tarihinde, 4 öğretmen hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.
8. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Sor.2012/99741 sayılı dosyada yürütülen soruşturmada, 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca şikâyet edilen kamu görevlileri hakkında İçişleri Bakanlığından soruşturma izni istenmiştir.
9. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 19/11/2012 tarih ve 2012/11 sayılı kararı ile ilgililer hakkında soruşturma izni verilmemiştir.
10. Başvurucu tarafından anılan karara karşı yapılan itiraz üzerine, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunun 20/2/2013 tarih ve E.2012/513, K.2013/71 sayılı kararı ile “Ön inceleme raporu ve eki belgelerde yer alan tespitlerin isnat edilen eylemden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığı anlaşıldığından…” gerekçesine dayalı olarak itiraz reddedilmiştir.
11. Bu karar, başvurucuya 19/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu, 16/4/2013 tarihli dilekçesi ile 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
12. Öte yandan başvurucu, durumu ile ilgili olarak Sosyal Hizmet Uzmanından özel bir rapor almıştır. Anılan raporda özet olarak; başvurucu ve ebeveyni ile görüşme yapıldığı, başvurucunun bazı derslerdeki notlarının düşük olması nedeniyle bir kısım öğretmenlerinden “sen kaldın artık hiç boşa çalışma… geçemezsin” anlamında eleştiri ve tehdit aldığı, bunun başvurucuda korku ve kaygıya sebebiyet verdiği, başvurucunun bir dönem okulu bırakmak istediği, ailesinin karşı çıktığı, ailesinin okuldaki disiplin yönünden tavır alarak başvurucu lehine davranmadığı, başvurucunun dönem kaybı yaşaması nedeniyle etkilendiği, ancak okul değiştirme hakkı olmasına rağmen bunu kullanmadığı, tarih öğretmeninin “aslında dersi geçecektin ama biz kalmana karar verdik” sözlerinin başvurucuyu üzdüğü, idare tarafından bu öğretmen hakkında soruşturma açıldığının şifahi olarak başvurucunun ailesine söylendiği, hadiseler nedeniyle başvurucunun 2009-2010 eğitim-öğretim yılında sinir krizi geçirerek 15 gün tedavi gördüğü, son dönemde idarenin, başvurucunun ailesinden, başvurucuyu okuldan alması yönünden ısrarda bulunduğu, son yılda başvurucuya verilen disiplin cezalarının arttığı, bütün bu durumların başvurucuda korku, kaygı, ve haksızlığa uğramış olma duygularına ve dolayısıyla başarısı üzerinde olumsuz etkiye sebep olduğu belirtilmiştir.
B. İlgili Hukuk
13. 4483 sayılı Kanun’un 3. ve devamı maddeler; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 172. ve 173. maddeleri.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
14. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/4/2013 tarih ve 2013/2538 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, Ankara Polis Kolejinde öğrenci olduğu dönemde bazı öğretmenleri tarafından psikolojik şiddete (mobbinge) uğradığını, okul içinde aşağılama, küçük düşürülme, korkutma, dışlama, haksızlığa uğrama gibi davranışlara maruz bırakıldığını, gerek psikolojik gerekse fiziksel zarar gördüğünü, psikolojik şiddetin varlığını tespit etmek amacıyla Sosyal Hizmet Uzmanından özel bir rapor aldığını ve bu raporda da psikolojik şiddetin olduğunun tespit edildiğini, eğitiminin, yaşadığı psikolojik şiddet neticesinde sekteye uğradığını belirterek, Anayasa’nın 17., 41. ve 42. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 200.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
16. Başvurucu, okuldaki eğitimi süresince gördüğü kötü muamele, psikolojik baskı ve mobbinge maruz kalma sonucunda başarısız olduğunu ve bu nedenle okul ile ilişiğinin kesildiğini belirterek, Anayasa’nın 17., 41. ve 42. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş olup, başvurucunun iddiaları yaşam hakkı ve eğitim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
17. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
18. Sözleşme’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimseye işkence veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
19. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
20. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
21. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye “işkence”, “eziyet” yapılamayacağı ve kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele ve cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup, hüküm Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır. Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta olup, kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar veren muamelelerin “işkence”, bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 22).
22. Ancak, bir eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu bağlamda, muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 23). Somut olaydaki veriler ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise, diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
23. AİHM içtihadında da, başvuru konusu iddiaların Sözleşme’nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte ve acımasız, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce uygulanan ve gerçek yaralar ve en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük düşürücü muamelenin ise, mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte, ancak söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini Sözleşme’nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği üzerinde durulmaktadır ( bkz. Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No. 13134/87, 25/3/1993, § 30; Labita/İtalya, [BD], B. No. 26772/95, 06/04/2000, § 120, Hurtado/İsviçre, B. No. 17549/90, 28/1/ 1994, § 67).
24. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere, doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri açısından özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün olmakla birlikte, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için, mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).
25. Belirtilen tespitler ışığında somut olay incelendiğinde, başvurucu tarafından esasen, öğrencisi olduğu okulun öğretmen kadrosunda yer alan kişilerce, kendisinin düşük not alması nedeniyle okulu bitiremeyeceği, dersleri geçemeyeceği ya da derslerden bırakılacağı yönünden korkutularak manevi zarara uğratıldığı ve bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından iddia edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk derecesi gibi unsurların değerlendirilmesi neticesinde; başvurucuya yönelik eylemlerin sistematik bir muamele tarzına işaret etmeyip münferit hadiselerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen eylemlerin uygulanış şekli ve yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından, başvurucunun iddiaları, ileride görev yapacağı mesleğin özellikleri, aldığı fena disiplin puanları ve derslerdeki başarı durumu da nazara alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
26. Bu nedenle başvurucunun şikâyetinin, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
28. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
29. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No. 2012/1027, 20, 12/2/2013, §§ 19–20; B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 26).
30. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne mutlak ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No. 2013/2355, 7/11/2013, § 28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
31. Bireyin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinde yer verilen “maddi ve manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel bütünlüğe keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak yapılan müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız müdahalelere karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer alması durumunda, bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla beraber, özel hukuk anlamında da bu tür fillerin tazminat davasına konu edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları nazara alındığında, belirtilen tazmin imkanının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak, hem idari yargı hem de adli yargı alanında yer alan yargısal makamlarca sağlandığı anlaşılmaktadır (Y.H.G.K. 25/9/2013 tarih ve E.2012/9-1925, K.2013/1407; Danıştay 8. Dairesi 16/4/2012 tarih ve E.2008/10606, K.2012/1736). Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda belirtilen fiillere benzer eylemler vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B. No. 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
32. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
33. Başvuruya konu olayda, başvurucu tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçeyle, öğrencisi olduğu okulun öğretmen kadrosunda yer alan kişilerin haksız ve yanlı tutumları ile, kendisini sürekli küçük düşürdükleri ve mobbing uygulamak suretiyle başarısız olmasına, düşük not almasına ve okul ile ilişiğinin kesilmesine neden oldukları belirtilerek suç duyurusunda bulunulduğu, yürütülen soruşturma sonucunda şüpheliler hakkındaki evrakın soruşturma izni verilmemesi nedeniyle işlemden kaldırılmasına karar verildiği, ancak başvurucu tarafından somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.
34. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde, fiziksel ve zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler ile ilgili olarak, başvurucu tarafından yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu nazara alındığında, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
35. Nitekim anılan şikâyet konusuna (mobbinge maruz kalma) benzer şikayetler daha önce de bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesince, bu başvurular da (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44; B. No: 2013/5680, 15/4/2014; B. No: 2013/8175, 15/4/2014; B. No: 2013/6229, 15/4/2014) Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında incelenerek, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.
36. Açıklanan nedenlerle, somut başvuru açısından da farklı karar verilmesini gerektiren bir yön olmayıp, daha etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından, başvurunun, “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Eğitim Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
37. Başvurucu, okulda gördüğü psikolojik baskı sonucunda başarısız olduğunu ve bu nedenle okul ile ilişiğinin kesildiğini belirterek, eğitim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Anayasa’nın “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” kenar başlıklı 42. maddesinin birinci fırkası şöyledir:
“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tesbit edilir ve düzenlenir.”
39. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”
40. Öte yandan, Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No. 2012/1027, 20, 12/2/2013, §§ 19–20; B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 26).
41. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne mutlak ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No. 2013/2355, 7/11/2013, § 28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
42. Eğitim hakkı, kamu ve özel eğitim kurumlarını kapsadığı gibi eğitimin; ilk, orta ve yüksek öğrenim seviyelerini de kapsamaktadır (B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 28; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen/Danimarka, 5926/72, 7/12/1976, § 50; Leyla Şahin/Türkiye, 44774/98, 10/11/2005, §§ 134-136).
43. Anayasa’da yer alan eğitim ve öğrenim hakkı, kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını engellememe negatif ödevini yüklemekle birlikte, bütün bireylere her alanda eğitim ve öğrenim sağlaması şeklinde pozitif bir ödev yüklememektedir (B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 29; B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 36).
44. Buna göre somut olayda, başvurucunun okulla ilişiğinin kesilmesinde, devletin eğitim hakkı kapsamındaki bir yükümlülüğünün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak bu değerlendirmenin sağlıklı yapılabilmesi için, başvurucunun öncelikle bu hak ihlali açısından öngörülen idari ve yargısal tüm hukuk yollarını tüketmiş olması gerekmektedir.
45. Dosyanın yapılan incelemesinde; başvurucunun, sınıf tekrarı yapması ve bu hakkın sadece bir kereye mahsus kullanılabilmesi, ayrıca dört yıllık eğitimini beş yılda bitirememesi nedeniyle 2012 yılında okul ile ilişiğinin kesildiği ve yine başvurucunun 39,5 fena disiplin puanının bulunduğu anlaşılmaktadır.
46. Başvurucunun, bu idari işleme karşı ilgili idare nezdinde ya da idari yargı yolunda herhangi bir girişimde bulunduğu hususunda, gerek başvuru dilekçesinde gerekse dosya kapsamında bir bilgiye ulaşılmamıştır.
47. Belirtilen nedenlerle, anılan hak ihlali yönünden başvurucunun ilgili hukuk yollarına başvurmaksızın bireysel başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, başvurunun, “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun, Anayasa’nın 17. ve 42. maddelerinin ihlal edildiğine yönelik iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.