TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YUSUF BURAK ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2538)
|
|
Karar Tarihi: 20/11/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Özcan ÖZBEY
|
Başvurucu
|
:
|
Yusuf Burak ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. İlkay Sinem KUBİLAY BEŞE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, öğrencisi olduğu Ankara Polis Kolejinde bazı
öğretmenleri tarafından kendisine psikolojik şiddet (mobbing)
uygulanması nedeniyle süresinde okulunu bitiremediğinden okulla ilişiğinin
kesildiğini, görevlerini kötüye kullanma suçundan dolayı ilgili kişiler
hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, ancak soruşturma izni
verilmediğini, buna karşı yaptığı itirazın da Bölge İdare Mahkemesince
reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 17., 41. ve 42.
maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve 200.000,00 TL manevi tazminat
talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 16/4/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 10/10/2013
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, 2007 yılında Ankara Polis Kolejine kaydını
yaptırarak, eğitimine başlamıştır.
6. Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara Polis Koleji Müdürlüğünün
7-8/6/2012 tarihli yazılarına göre; başvurucunun,
sınıf tekrarı yapması ve bu hakkın sadece bir kereye mahsus kullanılabilmesi,
ayrıca dört yıllık eğitimini beş yılda bitirememesi nedeniyle 2012 yılında okul
ile ilişiği kesilmiştir. Yine aynı yazıda, Polis Koleji Yönetmeliği gereği 40
fena disiplin puanı alan öğrencinin okulla ilişiğinin kesileceği, başvurucunun
ise 39,5 fena disiplin puanı olduğu belirtilmiştir.
7. Başvurucu, okuldaki başarısızlığının bir kısım
öğretmenlerinin kendisine yönelik psikolojik şiddetinden (mobbing)
kaynaklandığı gerekçesi ile 3/9/2012 tarihinde, 4
öğretmen hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.
8. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Sor.2012/99741 sayılı
dosyada yürütülen soruşturmada, 2/12/1999 tarih ve
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun
hükümleri uyarınca şikâyet edilen kamu görevlileri hakkında İçişleri
Bakanlığından soruşturma izni istenmiştir.
9. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 19/11/2012 tarih ve 2012/11 sayılı kararı ile ilgililer
hakkında soruşturma izni verilmemiştir.
10. Başvurucu tarafından anılan karara karşı yapılan itiraz
üzerine, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulunun 20/2/2013
tarih ve E.2012/513, K.2013/71 sayılı kararı ile “Ön inceleme raporu ve eki belgelerde yer alan tespitlerin isnat edilen
eylemden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlık soruşturması yapılmasını
gerektirecek nitelik ve yeterlikte olmadığı anlaşıldığından…”
gerekçesine dayalı olarak itiraz reddedilmiştir.
11. Bu karar, başvurucuya 19/3/2013
tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu, 16/4/2013 tarihli dilekçesi ile 30 gün
içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
12. Öte yandan başvurucu, durumu ile ilgili olarak Sosyal
Hizmet Uzmanından özel bir rapor almıştır. Anılan raporda özet olarak;
başvurucu ve ebeveyni ile görüşme yapıldığı, başvurucunun bazı derslerdeki
notlarının düşük olması nedeniyle bir kısım öğretmenlerinden “sen kaldın artık hiç boşa çalışma… geçemezsin” anlamında eleştiri ve tehdit aldığı,
bunun başvurucuda korku ve kaygıya sebebiyet verdiği, başvurucunun bir dönem
okulu bırakmak istediği, ailesinin karşı çıktığı, ailesinin okuldaki disiplin
yönünden tavır alarak başvurucu lehine davranmadığı, başvurucunun dönem kaybı
yaşaması nedeniyle etkilendiği, ancak okul değiştirme hakkı olmasına rağmen
bunu kullanmadığı, tarih öğretmeninin “aslında
dersi geçecektin ama biz kalmana karar verdik” sözlerinin
başvurucuyu üzdüğü, idare tarafından bu öğretmen hakkında soruşturma
açıldığının şifahi olarak başvurucunun ailesine söylendiği, hadiseler nedeniyle
başvurucunun 2009-2010 eğitim-öğretim yılında sinir krizi geçirerek 15 gün
tedavi gördüğü, son dönemde idarenin, başvurucunun ailesinden, başvurucuyu
okuldan alması yönünden ısrarda bulunduğu, son yılda başvurucuya verilen
disiplin cezalarının arttığı, bütün bu durumların başvurucuda korku, kaygı, ve
haksızlığa uğramış olma duygularına ve dolayısıyla başarısı üzerinde olumsuz
etkiye sebep olduğu belirtilmiştir.
B. İlgili Hukuk
13. 4483 sayılı Kanun’un 3. ve devamı maddeler; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
172. ve 173. maddeleri.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
14. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/4/2013 tarih ve 2013/2538 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
15. Başvurucu, Ankara Polis Kolejinde öğrenci olduğu dönemde
bazı öğretmenleri tarafından psikolojik şiddete (mobbinge)
uğradığını, okul içinde aşağılama, küçük düşürülme, korkutma, dışlama, haksızlığa
uğrama gibi davranışlara maruz bırakıldığını, gerek psikolojik gerekse fiziksel
zarar gördüğünü, psikolojik şiddetin varlığını tespit etmek amacıyla Sosyal
Hizmet Uzmanından özel bir rapor aldığını ve bu raporda da psikolojik şiddetin
olduğunun tespit edildiğini, eğitiminin, yaşadığı psikolojik şiddet neticesinde
sekteye uğradığını belirterek, Anayasa’nın 17., 41. ve
42. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 200.000,00 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
16. Başvurucu, okuldaki eğitimi süresince gördüğü kötü
muamele, psikolojik baskı ve mobbinge maruz kalma
sonucunda başarısız olduğunu ve bu nedenle okul ile ilişiğinin kesildiğini
belirterek, Anayasa’nın 17., 41. ve 42. maddelerinin
ihlal edildiğini iddia etmiş olup, başvurucunun iddiaları yaşam hakkı ve eğitim
hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Anayasa’nın
17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden
17. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
18. Sözleşme’nin “İşkence
yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:
“Hiç kimseye işkence
veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza uygulanamaz.”
19. Sözleşme’nin “Özel ve
aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
20. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma
ve geliştirme hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı
hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile
bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir (B. No. 2013/2187, 19/12/2013, §
30).
21. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye
“işkence”, “eziyet” yapılamayacağı ve kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele ve
cezaya tabi tutulamayacağı düzenlenmiş olup, hüküm Sözleşme’nin 3. maddesi
kapsamında güvence altına alınmış olan hukuksal çıkarları kapsamaktadır.
Belirtilen düzenlemede yer alan ifadeler arasında bir yoğunluk farkı bulunmakta
olup, kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en ağır şekilde zarar
veren muamelelerin “işkence”, bu
seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı
nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi
mümkündür (B. No. 2012/969, 18/9/2013, § 22).
22. Ancak, bir eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşmış
olması gerekir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her somut
olayın özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılması esastır. Bu
bağlamda, muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun
cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No.
2012/969, 18/9/2013, § 23). Somut olaydaki veriler
ışığında, belirtilen ağırlık eşiğinin altında kalan muamele ve eylemlerin ise,
diğer haklar kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
23. AİHM içtihadında da, başvuru konusu
iddiaların Sözleşme’nin 3. maddesinin güvence kapsamında yer alması için
minimum bir ağırlığa varması gerektiği kabul edilmekte ve acımasız, insanlık
dışı veya küçük düşürücü muamele veya cezanın ağır ve kasıt içeren şekli olarak
kabul edilen işkencenin, şiddetli acı veya eziyet uygulanması, acının kasıtlı
olarak uygulanması ve bilgi almak, cezalandırmak veya korkutmak gibi amaçlı bir
muameleyi içermesi gerektiği benimsenmektedir. Önceden tasarlanarak saatlerce
uygulanan ve gerçek yaralar ve en azından ağır fiziki ve ruhsal acılar çektiren
muameleler ise insanlık dışı muamele olarak değerlendirilmektedir. Küçük
düşürücü muamelenin ise, mağdurlarda korku ve aşağılık duygusu oluşturan, küçük
düşürücü ve alçaltıcı nitelikte olan muameleleri ifade ettiği kabul edilmekte,
ancak söz konusu muamelenin amacının ilgili kişiyi küçük düşürmek veya
alçaltmak olup olmadığı ve sonuçları itibarıyla mağdurun kişiliğini
Sözleşme’nin 3. maddesi ile uyuşmayan bir olumsuzlukta etkileyip etkilemediği
üzerinde durulmaktadır ( bkz. Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No. 13134/87, 25/3/1993, § 30; Labita/İtalya, [BD], B. No. 26772/95, 06/04/2000, § 120, Hurtado/İsviçre,
B. No. 17549/90, 28/1/ 1994, § 67).
24. Yukarıda yer verilen tespitlerden de anlaşılacağı üzere,
doğası gereği cezaların veya menfi hareket ve eylemler ile olumsuz hayat
deneyimlerinin, kişinin fiziki ve ruhsal değerlerini etkilemesi ve kişide
stres, üzüntü ve sair menfi tezahürlere yol açması ve bu etkileri açısından
özellikle küçük düşürücü muamele kavramını çağrıştırması mümkün olmakla
birlikte, belirtilen eylemlerin Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında işkence,
insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ve bu kavramların Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen muadilleri olan işkence, eziyet veya
haysiyetle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak nitelendirilebilmesi için,
mağdurun sübjektif niteliklerinin yanı sıra muamelenin uygulanış şekli ve
yöntemi ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından
önemli bir ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 35).
25. Belirtilen tespitler ışığında somut olay incelendiğinde,
başvurucu tarafından esasen, öğrencisi olduğu okulun öğretmen kadrosunda yer
alan kişilerce, kendisinin düşük not alması nedeniyle okulu bitiremeyeceği,
dersleri geçemeyeceği ya da derslerden bırakılacağı yönünden korkutularak
manevi zarara uğratıldığı ve bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiği iddiasıyla başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından
iddia edilen eylemlerin fiziksel ve manevi etkileri, süresi ve yoğunluk
derecesi gibi unsurların değerlendirilmesi neticesinde; başvurucuya yönelik
eylemlerin sistematik bir muamele tarzına işaret etmeyip münferit hadiselerden
ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen eylemlerin uygulanış şekli ve yöntemi
ile özellikle meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal etkiler açısından,
başvurucunun iddiaları, ileride görev yapacağı mesleğin özellikleri, aldığı fena
disiplin puanları ve derslerdeki başarı durumu da nazara alındığında,
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi için
gerekli olan asgari eşiği aştığı söylenemez.
26. Bu nedenle başvurucunun şikâyetinin, maddi ve manevi varlığın
korunması hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“… Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
28. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”
29. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda
bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılar (B. No. 2012/1027, 20, 12/2/2013, §§
19–20; B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 26).
30. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını
tüketme kuralı ne mutlak ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu
kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate
alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru
yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile
başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması
gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının
tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin
başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No. 2013/2355, 7/11/2013,
§ 28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
31. Bireyin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer verilen “maddi ve manevi
varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi
varlığının bir parçası olan fiziksel ve zihinsel bütünlüğe keyfi olarak
müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Ancak
Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığına yönelik olarak yapılan
müdahalelere karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesindeki pozitif
yükümlülüğü, tüm müdahale türleri açısından mutlaka cezai soruşturma ve
kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Belirtilen haksız müdahalelere karşı
bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim fiziksel ve
zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki
koruma öngörülmüştür. Ancak hukukumuz açısından, mobbing teşkil eden ve psikolojik taciz, şiddet ve yıldırma
türünden davranış grubu olarak kabul edilen ve somut başvuruya konu eylemlere
benzer eylemlerin içinde ceza hukuku anlamında suç teşkil eden fiillerin yer
alması durumunda, bu alandaki yaptırımlara tabi tutulma olanağı bulunmakla
beraber, özel hukuk anlamında da bu tür fillerin tazminat davasına konu
edilebildiği görülmektedir. Yargı kararları nazara alındığında,
belirtilen tazmin imkanının, kişinin kamu görevlisi veya özel hukuka tabi bir
hizmet sözleşmesi çerçevesinde görev yapması nazara alınarak, hem idari yargı
hem de adli yargı alanında yer alan yargısal makamlarca sağlandığı
anlaşılmaktadır (Y.H.G.K. 25/9/2013 tarih ve
E.2012/9-1925, K.2013/1407; Danıştay 8. Dairesi 16/4/2012 tarih ve
E.2008/10606, K.2012/1736). Dolayısıyla bir bireyin, somut başvuruda belirtilen
fiillere benzer eylemler vasıtasıyla fiziksel ve zihinsel bütünlüğüne müdahale
edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür
(B. No. 2013/1123, 2/10/2013, § 35).
32. Hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiil nedeniyle
başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi yükümlülüğünü ifade eden hukuki
sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye adlandırılan insan davranışına göre
daha geniş bir hukuka aykırı davranış grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç
teşkil edebilmesi için ilgili kanunda açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil
için böyle bir sınırlamaya yer verilmemektedir. Ayrıca, ceza
hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun istisnai nitelik taşımasına rağmen,
kasten veya taksirle başkalarına verilen zararın hukuki sorumluluk kapsamında
giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza hukuku alanında objektif sorumluluğa
yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında objektif sorumluluk esasının da
etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk alanında aynı maddi vakıalar
çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı kullanılarak kişisel sorumluluğun
söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, hukuk
sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan
kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin yükümlülüğünün asıl
gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında,
özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından,
hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve
etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
33. Başvuruya konu olayda, başvurucu tarafından Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığına verilen dilekçeyle, öğrencisi olduğu okulun öğretmen
kadrosunda yer alan kişilerin haksız ve yanlı tutumları ile,
kendisini sürekli küçük düşürdükleri ve mobbing
uygulamak suretiyle başarısız olmasına, düşük not almasına ve okul ile
ilişiğinin kesilmesine neden oldukları belirtilerek suç duyurusunda
bulunulduğu, yürütülen soruşturma sonucunda şüpheliler hakkındaki evrakın
soruşturma izni verilmemesi nedeniyle işlemden kaldırılmasına karar verildiği,
ancak başvurucu tarafından somut başvuru açısından daha etkili bir giderim yolu
olan hukuk davası açma yoluna gidilmediği anlaşılmaktadır.
34. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde, fiziksel ve
zihinsel bütünlüğe yapılan müdahaleler ile ilgili olarak, başvurucu tarafından
yalnızca ceza muhakemesi yoluna başvurulmuş olduğu nazara alındığında, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının
tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
35. Nitekim anılan şikâyet konusuna (mobbinge
maruz kalma) benzer şikayetler daha önce de bireysel başvuruya konu olmuş ve
Anayasa Mahkemesince, bu başvurular da (B. No: 2013/2284, 15/4/2014,
§ 44; B. No: 2013/5680, 15/4/2014; B. No: 2013/8175, 15/4/2014; B. No:
2013/6229, 15/4/2014) Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında
incelenerek, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez bulunmuştur.
36. Açıklanan nedenlerle, somut başvuru açısından da farklı
karar verilmesini gerektiren bir yön olmayıp, daha etkili bir giderim yolu olan
hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu
anlaşıldığından, başvurunun, “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Eğitim
Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
37. Başvurucu, okulda gördüğü psikolojik baskı sonucunda
başarısız olduğunu ve bu nedenle okul ile ilişiğinin kesildiğini belirterek, eğitim
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. Anayasa’nın “Eğitim ve
öğrenim hakkı ve ödevi” kenar başlıklı 42. maddesinin birinci
fırkası şöyledir:
“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tesbit edilir ve
düzenlenir.”
39. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet,
eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve
babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre
yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.”
40. Öte yandan, Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası
ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel
başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da
ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini
öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının
tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No. 2012/1027, 20, 12/2/2013,
§§ 19–20; B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 26).
41. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru
yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı
sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili
başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını
tüketme kuralı ne mutlak ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala
riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması
esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının
varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun
kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu
nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında
beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri
dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No.
2013/2355, 7/11/2013, § 28; benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. İlhan /Türkiye,
B. No. 22277/93, 27/7/2000, §§ 56–64).
42. Eğitim hakkı, kamu ve özel eğitim kurumlarını kapsadığı
gibi eğitimin; ilk, orta ve yüksek öğrenim seviyelerini de kapsamaktadır (B.
No: 2012/1334, 17/9/2013,
§ 28; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.
Kjeldsen, Busk Madsen
ve Pedersen/Danimarka, 5926/72, 7/12/1976, § 50; Leyla Şahin/Türkiye, 44774/98, 10/11/2005,
§§ 134-136).
43. Anayasa’da yer alan eğitim ve
öğrenim hakkı, kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını
engellememe negatif ödevini yüklemekle birlikte, bütün bireylere her alanda
eğitim ve öğrenim sağlaması şeklinde pozitif bir ödev yüklememektedir (B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 29; B.
No: 2012/606, 20/2/2014, § 36).
44. Buna göre somut olayda, başvurucunun okulla ilişiğinin
kesilmesinde, devletin eğitim hakkı kapsamındaki bir yükümlülüğünün olup
olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak bu değerlendirmenin sağlıklı
yapılabilmesi için, başvurucunun öncelikle bu hak ihlali açısından öngörülen
idari ve yargısal tüm hukuk yollarını tüketmiş olması gerekmektedir.
45. Dosyanın yapılan incelemesinde;
başvurucunun, sınıf tekrarı yapması ve bu hakkın sadece bir kereye mahsus
kullanılabilmesi, ayrıca dört yıllık eğitimini beş yılda bitirememesi nedeniyle
2012 yılında okul ile ilişiğinin kesildiği ve yine başvurucunun 39,5 fena
disiplin puanının bulunduğu anlaşılmaktadır.
46. Başvurucunun, bu idari işleme karşı ilgili idare nezdinde
ya da idari yargı yolunda herhangi bir girişimde bulunduğu hususunda, gerek
başvuru dilekçesinde gerekse dosya kapsamında bir bilgiye ulaşılmamıştır.
47. Belirtilen nedenlerle, anılan hak ihlali yönünden
başvurucunun ilgili hukuk yollarına başvurmaksızın bireysel başvuruda bulunduğu
anlaşıldığından, başvurunun, “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle, başvurucunun, Anayasa’nın 17. ve 42. maddelerinin ihlal
edildiğine yönelik iddialarının “başvuru
yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu
üzerinde bırakılmasına, 20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.