TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MÜSLÜM TURFAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2516)
|
|
Karar Tarihi: 18/11/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Müslüm TURFAN
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim ERGÜN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işkence sonucu elde edilen delillere dayanılarak
mahkûmiyete karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması
nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 1/4/2013 tarihinde İstanbul
11. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın yazılı görüşü 13/2/2015
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 2/12/2013
tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 24/3/2015 tarihinde sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, "yasadışı silahlı örgüte üye olmak"
suçunu işlediği iddiasıyla 12/11/1998 tarihinde
gözaltına alınmış; 15/11/1998 tarihinde tutuklanmış ve 13/4/2001 tarihinde
serbest bırakılmıştır.
9. Gözaltına alındığı tarihte düzenlenen adli tıp raporuna göre
başvurucunun vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmamıştır. Gözaltı süresi
sonunda Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda başvurucunun gözaltı
sırasında dayak, basınçlı soğuk su tutma, cinsel organına baskı yapma ve
psikolojik işkenceye maruz kalma iddialarına yer verilmiş ve vücudunda kısmen
iyileşmiş sıyrık ve kabuklu yaraların olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuya beş
günlük iş göremezlik raporu verilmiştir. Başvurucu, 15/11/1998
tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede, gözaltında iken
işkence altında ifade verdiğini beyan etmiştir.
10. Başvurucu hakkında 24/11/1998 tarihli
iddianame ile yasa dışı silahlı örgüte üye olmak suçlamasıyla İstanbul 3 No.lu
Devlet Güvenlik Mahkemesinde E.1998/382 sayılı dava açılmıştır.
11. Başvurucu, işkenceye uğradığı iddiasını 3 No.lu Devlet Güvenlik
Mahkemesindeki yargılamada dile getirmiş ve Mahkeme konunun araştırılması
amacıyla 12/7/1999 tarihinde Savcılığa ihbarda
bulunmuştur.
12. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/7/2000
tarihli ve 2000/36731 sayılı iddianame ile başvurucuya işkence yaptığı iddia
edilen kamu görevlileri hakkında İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinde dava
açılmıştır.
13. Mahkeme tarafından 30/9/2004
tarihli ve E.2000/203, K.2004/306 sayılı kararla kamu görevlileri hakkında
beraat kararı verilmiştir. Anılan karar Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 24/4/2006 tarihli ve E.2005/2802, K.2006/3712 sayılı
kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesi şöyledir:
“Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; yasadışı
örgüt üyesi olmak suçundan gözaltına alınan müteakiben de sevkedildiklerinde
verilen doktor raporlarında, mağdur Dinçer E.’nin
gözündeki darp izi dışında bedenlerinde herhangi bir darp ve cebir asarı
bulunmadığı bildirilen tüm mağdurların, daha sonra gözaltından
çıkarıldıklarında ise şikayetleriyle uyumlu bilgiler
içeren 15.11.1998 tarihli hekim raporlarından hayati tehlikeye maruz
kalmaksızın mağdur Dinçer E.’nin 3 gün, diğer
mağdurlar Ahmet T. ile Müslim Turfan’ın
[Başvurucu]5’er gün mutad iştigallerinden kalacak
şekilde yaralandıklarının belirlenmiş olması ve bu yaralanmalarının da
15.11.1998 tarihinden yaklaşık 3-6 gün önce meydana geldiğinin, İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalında görevli üç
öğretim üyesi tarafından verilen 5.7.1999 tarihli raporda açıklanması
karşısında, gözaltında bulundukları sırada mağdurlara işkence yapıldığının
kanıtlanmasına göre, mağdurların sorgularına katılan ve polis memuru olan
sanıkların hangisinin hangi mağdura yönelik eylemde bulunduklarının ayrı ayrı
ve açıkça belirlenerek atılı suçtan mahkumiyetleri yerine dosya içeriğine uymayan
bir gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,
Bozmayı gerektirmiş katılanlar vekilinin
temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı (BOZULMASINA), 26.4.2006 gününde
oybirliğiyle karar verildi.”
14. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2006
tarihli ve E.2000/229, K.2006/274 sayılı kararıyla kamu görevlilerine isnat
edilen suça ilişkin davanın, zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar
verilmiştir.
15. Bu arada İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 28/11/2011 tarihli ve E.1998/382, K.2001/338 sayılı
kararıyla 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar
İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine
Dair Kanun'un 169. maddesi gereğince başvurucu hakkındaki kamu davasının kesin
hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiştir.
16. Başvurucu hakkında verilen erteleme kararının temyizi
üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28/5/2002 tarihli ve E.2002/436,
K.2002/1184 sayılı ilamı ile “Sanıkların faaliyetlerinin
yoğunluğu ve çeşitliliği, kod adı ve sanık Servet'in sahte kimlik kullanması,
semt komitesinde yer almaları, evlerinde ele geçirilen doküman malzemeler,
sahte kimlik ve sair belgeler ile diğer sanıkların beyanları ve tüm dosya
kapsamına göre TCK.nun
168/2.maddesi ile cezalandırılmaları yerine, suç vasfında yanılgıya düşülerek
yazılı şekilde hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
17. Bu arada başvurucu ve diğer sanık A.T.,
gözaltı sırasında polis karakolunda işkence ve kötü muameleye maruz
kaldıklarını ve şikâyetlerini sunmak için etkili bir başvuru yolunun
bulunmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. ve
13. maddelerinin; kararın işkence altında alınan ifadelere dayandığını ve ilk
soruşturma sırasında avukat tarafından temsil edilmediklerini, bu sebeple
Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine (AİHM) 25/10/2002 tarihinde başvurmuşlardır. Başvurucu, kamu
görevlileri yönünden düşme kararı verilen (mağdur sıfatıyla yer aldığı)
yargılama ile hakkında “yasa dışı örgüt üyesi olmak” suçundan yürütülen
yargılamayı başvuru konusu yapmıştır.
18. İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/1/2004 tarihli ve E.2002/206, K.2004/3 sayılı ilamıyla Yargıtayın bozma kararına uyarak başvurucunun 12 yıl 6 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.
19. Temyiz üzerine İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin
21/1/2004 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
1/7/2004 tarihli ve E.2004/2658 sayılı ilamı ile “Müslüm Turfan'a kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulundukları
iddiasıyla açılan davanın akıbeti beklenmeden hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle
yeniden bozulmuştur.
20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı
Kanun'un geçici 1. maddesi ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev ve
yetkilerine son verilmiş; aynı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince başvurucu
hakkındaki yargılama, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir.
21. Bu arada, yapılan başvuru hakkında AİHM, 15/12/2009
tarihinde Sözleşme'nin 3, 6/1 ve 6/3-c maddelerinin ihlal edildiğine karar
vermiştir. İlgili kararın özet çevirisinde; başvurucunun 12/11/1998
tarihinde sahte kimlik bulundurması nedeniyle evinde yakalandığı ve yasa dışı
örgüt üyesi olmak suçlamasıyla gözaltına alındığı, gözaltına alınmadan önce
alınan sağlık raporunda başvurucunun vücudunda herhangi bir darp ve cebir izine
rastlanılmadığı belirtilmiştir. Anılan kararda ayrıca AİHM, başvurucuların
mağdur oldukları eylemleri savcılığın işkence olarak nitelendirdiğini
belirterek Sözleşme'nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğini, Ağır
Ceza Mahkemesinin dosyanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yargılamaya son
vermesi nedeniyle de Sözleşme'nin 3. maddesinin usul açısından ihlal edildiğini
belirtmiştir. AİHM, başvurucu hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesinde yürütülen
yargılamada, gözaltı sırasında baskı altında alındığı ileri sürülen başvurucu
ifadesinin, başvurucuların mağduriyetine dayanak oluşturan unsurlardan biri
olduğunu tespit etmiştir. Buna dayanarak AİHM, Sözleşme’nin 6/1 ve 6/3-c
maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
22. Başvurucuya yönelik işkence iddialarıyla ilgili yürütülen
yargılamanın sonucunu bekletici mesele yapan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 13/10/2010 tarihli ve E.2004/258, K.2010/296 sayılı kararı
ile başvurucu ve sanık S. P.nin her birinin 6 yıl 3
ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın
ilgili kısmı şöyledir:
“DELİLLER
VE GEREKÇE:
Sanık Müslüm Turfan yönünden:
Dizi 12 Kira kontratosu
Dizi 15 Yakalama ve zaptetme
tutanağı,
Dizi 18 Eşya tespit tutanağı,
Dizi 37 Yasemin Derman'ın emniyet ve savcılık
ifadesi.
Dizi 47 ifadeli yüzleştirme tutanağı (Sanıklar
birbirlerini teşhis etmişler.),
Dizi 57 tutanak,
Adlı rapor. (5 gün iş ve güçten kalacak
şekilde darp cebir izi vardır.),
İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/229
Esas sayılı kararı ve AİHM’in 1413/03 başvuru
numaralı 15 Aralık 2009 tarihli kararı,
….
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :
Yukarıda özetlenen sanık anlatımları ve tüm
dosya kapsamından;
Sanıklardan Müslüm Turfan'ın
Bursa'da tanıdığı, Fatma Hoca tarafından 03 Kasım 1997 tarihinde Susurluk
mitingine götürüldüğü, Cemal kod olan tanıtan kişi tarafından İstanbul'a
çağırıldığı, burada bir süre Şirinevler’de daha sonra Esenyurt’taki
örgüt evinde kaldığı, evinin masraflarının Ali Haydar kod tarafından
karşılandığı, evinde zaman zaman toplantılar yapıldığı, ve bir süre Dinçer E.
ve Yasemin D.'nin de kaldığı, Esenyurt’ta
yazılama ve bildiri dağıtma,afiş
yapıştırma eylemlerine katıldığı, 31 Ekim 1998 tarihinde Seka
işçilerinin gösterisine katılıp slogan attığı, evinde örgüte ait dokümanlar ve
sahte nüfus cüzdanı ve afişlerin bulunduğu,
…
Sanıklar MÜSLÜM TURFAN ve S. P.’nin işkence gördüğü ileri sürülmüş olması karşısında bu
sanıkların polis ifadeleri delil olarak kabul edilmeyip, dosyadaki diğer
delillerden yakalama tutanakları, sanık S. P.’de ele
geçen sahte kimlik, buna ait ekspertiz raporu, Ahmet T.,
Dinçer E. hakkında daha önce verilen ve Yargıtayca
kesinleşen karar ve Sanıklar hakkında anlatımda bulunan şahısların beyanları,
teşhis tutanakları ve diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde,
Sanıkların yasadışı EKİM isimli silahlı terör
örgütünün üyesi oldukları anlaşıldığından sanıkların kastları, bunun toplumda
doğuracağı tehlikede dikkate alınarak eylemine uyan ve lehe olan 5237 Sayılı
TCK ' nun 314/2 maddesi, 3713 sayılı yasanın
5.maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilerek aşağıdaki şekilde
hükmü kurmak gerekmiştir.”
23. Temyiz üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2010 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013
tarihli ve E.2012/8766. K.2013/235 tarihli ilamı ile onanmıştır.
24. Onama kararı 27/3/2013 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
25. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
26. 5190 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Devlet
güvenlik mahkemeleri ve Devlet güvenlik mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılıklarının
yetki ve görevleri sona erer.”
27. 5190 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yayımı tarihinde görev ve yetkileri sona eren
Devlet güvenlik mahkemelerinde ve Devlet güvenlik mahkemeleri Cumhuriyet
Başsavcılıklarında mevcut dava ve soruşturma dosyaları ayrıca bir karar verilmesine
gerek kalmaksızın durumlarına, mahiyetlerine ve kanun hükümlerine göre,
bulundukları aşamadan itibaren yargılama ve soruşturmaya devam edilmek üzere
görevli ve yetkili ağır ceza mahkemelerine ve bu mahkemelerin bulundukları
illerin Cumhuriyet Başsavcılıklarına devredilir.
Bu Kanun kapsamına girmeyen suçlar nedeniyle;
a) Hazırlık soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında
ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarınca,
b) Son soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ağır
ceza mahkemelerince dosya üzerinden,
Kanun hükümlerine göre gerekli kararlar verilmek suretiyle,
dosyalar görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına veya mahkemelere
gönderilir.”
28. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İfade ve
sorgunun tarzı” kenar başlıklı 147. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya
sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
…
c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî
yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya
sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda
olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine
baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.”
29. 5271 sayılı Kanun’un “İfade
alma ve sorguda yasak usuller” kenar başlıklı 148. maddesi şöyledir:
“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine
dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme,
yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi
bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
…
(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş
olsa da delil olarak değerlendirilemez.
(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim
veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas
alınamaz.”
30. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri
takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda
tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle
serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her
türlü delille ispat edilebilir.”
31. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı
mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 138. maddesi şöyledir:
“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda
olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi
tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz
yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede
malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi
aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”
32. 1412 sayılı mülga Kanun’un 94. maddesi şöyledir:
"Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık
etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde aranma
yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir.
Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut delillerinin meydana
çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir."
33. 1412 sayılı mülga Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Hakim veya Cumhuriyet Müddeiumumisi hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde
aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi
bulundurulur."
34. Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve
E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer
verilmiştir:
"…Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka
aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda
iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması
sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması
hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması,
aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise
delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve
hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu
yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller
hükme esas alınmamalıdır.
Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında,
"Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak
değerlendirilemez."; 5271 sayılı Kanun'un 217. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü
delille ispat edilebilir" denilmiştir. Aynı Kanun'un
206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin
kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı;
230. maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde
hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya
içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca
ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate
alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve
özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı
delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün
benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza
Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için
yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının
bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 1/4/2013 tarihli ve 2013/2516 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
36. Başvurucu, diğer sanıkların kolluk tarafından işkenceyle ve
avukatlarının katılımı sağlanmaksızın alınan ifadelerinin kendisi aleyhine
delil kabul edildiğini, kendisinin işkence sonucu verdiği ifadelerinin de
mahkûmiyete esas alındığını, bu hususun AİHM’in
kendisi hakkında verdiği ihlal kararı (B. No: 1413/03, 15/12/2009)
ile de sabit olduğunu, hukuka aykırı yolla elde edilen delillere dayanılarak
mahkûm edildiğini, yargılamasının uzun sürdüğünü belirterek Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
37. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Adil Yargılanma
Hakkının İhlali İddiası
38. Başvurucu; diğer sanıkların, kolluk tarafından işkenceyle ve
avukatın katılımı sağlanmaksızın alınan ifadelerinin kendisi aleyhine delil
kabul edilerek kanuna aykırı bir şekilde hükme esas alındığını, diğer
delillerin de soruşturma evresinde işkence altında alınan beyanlar
doğrultusunda oluşturulmuş tutanaklar olduğunu ve bu şekilde adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Bakanlık görüş yazısında, sunulan
delillerin kabul edilebilir olup olmadığına karar verme usulünü düzenleyen ve
hangi delillerin kabul edilebilir ve hangilerinin kabul edilemez olduğunu
belirleyen bir kuralın bulunmadığını; AİHM’in,
delillerin elde edilme yöntemi de dâhil, yargılamanın bir bütün olarak adil
olup olmadığı sorusuna cevap aradığını, zorlama, baskı ve tuzak gibi
yargılamayı lekeyebilecek nitelikli ve kaynaklı
olması hâlinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin adil yargılama
standartlarına uymadığını, kişinin ikrarının işkence veya kötü muamele sonucu
elde edilmesi hâlinde bu durumun yargılamayı adil olmaktan çıkardığını, somut
olayda işkence gördüğü ileri süren sanıkların kolluk ifadelerinin delil olarak
kabul edilmediğini belirtmiştir.
40. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde başvuru
formunda belirttiği iddiaları tekrarlamıştır.
41. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
42. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fırkası
şöyledir:
“1. Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ...”
43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden
bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde
belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
44. Belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut
yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme
yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin
görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın
bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 27).
45. Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı
olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme
bağlanmıştır.
46. Ancak bu yönüyle Anayasa
Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının kanuna uygun şekilde elde
edilip edilmediklerini tespit etmekten ziyade bu türden "kanuna aykırılığın" Anayasa'da
korunan başka bir hakkın ihlali ile sonuçlanıp sonuçlanmadığını ve bu "kanuna aykırılığın" bir bütün
olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008,
§ 52). Bu yapılırken delillerin elde edildiği koşulların, onların
gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate
alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61).
47. Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan
hakların etkili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla işkence ve kötü
muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması
da yargılamanın adilliğine yönelik ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Zira işkence
ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar
verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir
tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu
yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gafgen/Almanya, B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 178).
48. Özetle, hüküm kurulurken işkence, insanlık dışı ve onur
kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılması, hakkaniyete uygun yargılama
hakkı ile bağdaşmamaktadır. Öte yandan ikrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda
alınmış olması da önemli olup müdafiin hazır
bulunmadığı ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu
ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli
mekanizmaların mevcut olup olmadığı hususu önem kazanmaktadır (Güllüzar Erman, §§ 65, 67).
49. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup
olmadığının, kovuşturma aşamasında, çelişmeli bir usulle yargılama makamı
tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle
sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında
verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin
öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup aksi yöndeki
uygulamalar, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik
oluşturur (Güneş/Türkiye, B. No:
28490/95, 19/6/2003, § 91).
50. Başvurucunun gözaltına alınırken ve emniyette tutulduğu
sırada manevi baskı ve işkenceye uğradığı Adli Tıp Kurumu raporuyla Yargıtay 8.
Ceza Dairesi kararındaki gerekçeyle ve AİHM kararıyla maddi bir vakıa hâlini
almıştır. İlk Derece Mahkemesi de başvurucu ve sanık S.P.nin
ifadelerini "işkence gördüklerini ileri
sürdükleri için" delil olarak kabul etmediğini vurgulamıştır
(bkz. § 23; gerekçeli karar, s.
6)
51. Başvurucu, polisler tarafından
düzenlenen "kendisini ve bazı kişileri
suçlayıcı ifadeler içeren" tutanakları imzalamak zorunda
kaldığını ifade etmiş; soruşturma evresinden itibaren bu beyanların kendisine
ait olmadığını belirtip itiraz etmiştir. İfadede isimleri geçen diğer sanıklar
da ifadedeki suçlamaları kabul etmemişlerdir.
Gerekçeli karar incelendiğinde bu beyanlara dayalı olarak tanzim
edilmiş tutanakların delil olarak kullanıldığı görülmektedir.
52. Gerekçeli kararda delil olarak gösterilen “eşya tespit tutanağı”, başvurucunun
eşyalarının ev sahibine teslimine ilişkindir. “Yüzleştirme
tutanağı”, başvurucunun işkence gördüğü dönemde tanzim edilmiş, müdafii olmaksızın düzenlenmiş, başvurucu ile diğer
sanıkların birbirlerini tanıdıklarına ilişkin bilgileri içerir bir belgedir. Delil
olarak sıralanan ve dizi 57’de olduğu belirtilen belge, adli raporda belirtilen
bilgilerin doğru olmadığına ilişkin kolluk tarafından tanzim edilmiş bir
tutanaktır. A.T. ve D.E. hakkında daha önce verilen ve Yargıtayca
kesinleşen karar ise AİHM tarafından (bkz. § 21) A.T. ve başvurucunun, müdafii hazır olmaksızın savunmalarının alındığı ve işkence
yasağının ihlal edildiği gerekçeleriyle hak ihlali tespit edilmiş ve
yenilenmesi gerektiği belirtilen bir yargılamaya ilişkin karardır.
53. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/7/2004
tarihli ve E.2004/2658 sayılı bozma ilamında“Müslüm Turfan'a kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulundukları
iddiasıyla açılan davanın akıbeti beklenmeden hüküm tesis”
edildiği gerekçesi yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle Yargıtay, mahkûmiyet
hükmüne dayanak yapılan yüzleştirme, yer gösterme gibi belgeleri hükmün
onanması için yeterli görmemiş; kötü
muamele iddiasına ilişkin davanın sonucunun beklenilmesinin yargılamanın
sonucunu etkileyeceğine vurgu yapmıştır.
54. 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (3) numaralı fıkrasına
göre müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme
huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
Gerekçeli kararda başvurucunun aleyhinde delil olarak gösterilen Y.D.ye ait
olan ve müdafii olmaksızın alınmış ifadeler ise
muhatabınca kovuşturma evresinde reddedilmiş ve korkudan imzalamak zorunda
kalındığı ifade edilen beyanlardır. Son olarak yakalama ve zapt etme tutanağı
ise başvurucunun evinde icra edilen aramada örgüte ait dokümanlar, sahte nüfus
cüzdanı ve afişlerin ele geçirildiğine ilişkindir. Aramada, başvurucu dışında
yer gösteren sıfatıyla sanık D.E. de hazır bulunmuş; kanunda belirtilen, işlem
tanıkları hazır olmaksızın arama icra edilmiştir. Her iki sanık da anılan
tutanağı imzalamıştır.
55. Başvurucu hakkındaki
yargılama; arama esnasında elde edilen “eşyalar”, başvurucunun işkence gördüğü döneme
ilişkin olarak müdafii olmaksızın alınmış beyanlara
dayalı olarak tanzim edilmiş “tutanaklar”
ve kollukça müdafii olmaksızın alınan diğer sanıklarca doğrulanmamış “beyanları” üzerine bina edilmiştir. İlk
derece Mahkemesinin mahkûmiyet gerekçesi
incelendiğinde başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanık beyanları,
teşhis tutanakları ve aramada ele geçirilen deliller mahkûmiyete esas
alınmıştır. “Diğer sanık beyanları”
olarak hükme esas alınan ifadelerin bir kısmının AİHM tarafından (bkz. § 21)
işkence altında alındığının belirlendiği, diğer kısmının ise sanıklar
tarafından Mahkeme huzurunda doğrulanmadığı ve müdafi hazır olmaksızın
soruşturma evresinde alınmış beyanlar olduğu görülmektedir (bkz. §§ 51, 53,
55). Adli aramaya ilişkin tutanak ise kovuşturma evresinde işkence altında
imzalandığı gerekçesiyle sanıklarca kabul edilmemiştir. Kaldı ki adli arama da usulüne uygun yapılmamıştır.
56. Belirli bir davaya ilişkin olarak
delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait
olmakla birlikte somut olayda, mahkûmiyete esas alınan delillerdeki hukuka
aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği,
delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği
üzerinde şüphe doğurduğu ve mahkeme huzurunda sanıklar tarafından doğrulanmayan
beyanlara ilişkin "kanuna
aykırılıkların" yargılamanın
bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine
varılmıştır.
57. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı
58. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın
makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
59. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin
daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek
görülmediği bildirilmiştir.
60. Sözleşme’nin ortak koruma alanı
dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır.
Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
61. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
62. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No:
2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında " terör örgütüne üye olma" suçunu
işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan
suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde
tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B.E.,
§ 32).
63. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına
alındığı 12/11/1998’dir. Ceza yargılamasında sürenin sona
erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili
kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan,
B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
64. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 12/11/1998 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak
15/11/1998 tarihinde tutuklandığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/11/1998
tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında açılan kamu
davası sonunda İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince 13/10/2010 tarihinde verilen
mahkûmiyet kararının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ilamıyla
onandığı anlaşılmıştır.
65. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E.,
§§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§
24-40).
66. Başvuruya konu davanın mahiyeti
nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak
bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek
bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on dört yıldır devam eden yargılama sürecinde
makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
67. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
68. Başvurucu, yargılama makul sürede sonuçlandırılmadığı için
30.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasanın Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
70. Başvurucunun tarafı olduğu, uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on
dört yıldır devam eden yargılama süresi nazara alındığında yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararları karşılığında başvurucuya net 14.950 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
71. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesine ilişkin esaslar
çerçevesinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yargılamanın
yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
72. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden tespit edilen
ihlal, bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama
yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
Başvurucunun,
1.
Adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında
hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında makul
sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili
mahkemeyeGÖNDERİLMESİNE,
D.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucuya net
14.950 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E.
198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına
18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.