TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMİN AYDIN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2602)
|
|
Karar Tarihi:23/1/2014
|
|
BİRİNCİBÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Selami TURABİ
|
Başvurucu
|
:
|
Emin AYDIN
|
Vekili
|
:
|
Av. Murat ÖZCAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yerel bir gazetede yazdığı köşe yazıları
nedeniyle hakkında soruşturma açılarak Çine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından
hakaret ve iftira suçlarından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmesi nedeniyle ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürerek
tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 10/4/2013 tarihinde
Çine Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 14/11/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı görüşünü 25/12/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 7/1/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Aydın ili, Çine ilçesinde faaliyet gösteren
Çine Madran Gazetesi yayın yönetmeni olup aynı zamanda gazetenin köşe
yazarlığını yapmaktadır.
9. Çine Madran Gazetesinin 2/4/2012
tarihli sayısında başvurucunun “Ucuz olmak”
başlıklı köşe yazısı nedeniyle Çine Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma
başlatılarak başvurucunun Çine ilçe emniyet müdür vekili H.Y’nin
kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla hakaret suçundan kamu davası
açılmıştır.
10. Başvurucu tarafından kaleme alınan “Ucuz olmak” başlıklı yazı şöyledir:
“Ucuz olmak
Geçenlerde değerli bir büyüğümün anlattığı
fıkra, ders alınacak türdendi.
Osmanlı döneminde köyün birine asayiş memuru
komutan atanmış. Komutan köy halkını küçümsüyor, erkeklerini kadınların önünde
rencide ediyor, köyün önde gelenlerini alaya alıyor, kısacası kendisine verilen
kamusal görevi istismar ediyormuş. Bu komutana ders vermek isteyen köyün ağası
bir yemek vermiş ve yemeğe komutanı da davet etmiş.
Yemek sırasında Ağa’nın torunlarından biri
gelerek, “Dede, yan köydekiler 35 bin lira
istediler” demiş. Ağa, “vermeyin
oğlum” yanıtını vermiş. Bir süre sonra ikinci torun gelip, “Dede öbür köydekiler 45 bin lira istiyorlar” haberini
getirmiş. Ağa, “Ona da vermeyin” talimatını
vermiş. Üçüncü torun gelmiş ve “Dede karşı
köydekiler 550 bin lira istediler” deyince; Ağa büyük bir keyifle, “Tamam oğlum hiç durmadan, hemen verin”
demiş.
Bunun üzerine komutan merak etmiş ve ağaya
sormuş, “Ağam siz ne alıyorsunuz?”
“Evlilik çağında bir torunum
var, ona gelin alıyoruz”
Komutan, “Ağam
550 bin lira başlık parası mı?”
“Evet”
Komutan, “Ağam çok değil mi, babam bile anamı
2,5 liraya almış” deyince
Ağa, “Oğlum
belli zaten senin ucuz kadından olduğun” diyerek komutana önemli bir
ders vermiş.
Bu fıkrada yaşananların benzerini günümüzde
çok farklı alanlarda ve farklı şekillerde yaşıyoruz.
Kamusal yetkisini kullanarak motosikletine
(son üç rakamı aynı olan) özel plaka takan kurum amirlerini, en üst makama yalakalık olsun diye yalancı şahitlik yapan kamu
görevlilerini, halkın iradesi ile geldikleri makamları kendilerine çıkar temin
etme ve daha da yükselme yeri görüp kaynakları çarçur edercesine kullanan
siyasetçileri, makam ve mevkileriyle kendini adam sananları, halkın varlığını
yok sayıp zenginin askeri, güçlünün uşağı gibi davrananları ve çok daha
fazlasını “Ucuzlar” sınıfına
koyabiliriz.
Bir de var olan gazeteleri ve gazetecileri
şahsi çıkar ve çakallıkları için kullanamayan, onlar üzerinden
sahtekârlıklarını topluma empoze edemeyip de
alternatif oluşturmaya çalışan toplum mühendisleri ve memleket şekilcilerini
de, “Ucuzlar” sınıfına koyuyorum.
Bu yazıdan kendine pay çıkarıp da, bugüne
kadar olduğu gibi bizimle hesap görmeye çalışanları da malum grubun en
başköşesine yerleştiriyorum.
Ayrıca ucuzluklarında analarının pek bir
kabahati olmadığını, durumlarının kendi şahsiyetsizliklerinden,
açgözlülüklerinden ve çirkin dünya hırslarından kaynaklandığını düşünüyorum.
Ucuza prim yaptırmaya çalışmak da ucuzluktur.
O yüzden ucuzlardan medet ummayı bırakıp, zengin olmasalar da insanlık ve
toplum yararına çok kaliteli iş ve hizmetler üreten kıymetlere değer
vermeliyiz.
Ucuzlar hepimizi ucuzlatmadan!…”
11. Başvurucu, “Ucuz olmak”
başlıklı yazısı nedeniyle Çine Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/386 esas sayılı
dosyasında hakaret suçundan yargılanırken aynı gazetenin 3/10/2012
tarihli sayısında başvurucunun “Motosikletli
zibidiler” başlıklı ikinci bir köşe yazısı yayınlanmıştır.
12. Bu yazı nedeniyle başvurucu hakkında Çine Cumhuriyet
Başsavcılığınca ikinci bir soruşturma başlatılmış ve yine ilçe emniyet müdür
vekili H.Y’ye karşı hakaret ve iftira suçunun
işlendiği iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
13. Başvurucunun 3/10/2012 tarihli “Motosikletli zibidiler” başlıklı köşe
yazısı şöyledir:
“Motosikletli
zibidiler
Alo, başkanım polisler benim
oğlanı motosikletle yakalamışlar. Ehliyet yok, plaka yok, motorda hız, geçtiği
yerde güzel bir kız varmış, egzozu açık, direksiyonu da yatık. Sen bir emniyet
müdürünü arasan, ceza yazmasalar olur mu?”
- Alo, Mustafa Bey, rahatsız ediyorum.
- Estağfurullah. Buyur başkan!
- Bizim partili bir abinin başına bir iş
gelmiş, yardımınıza ihtiyacımız var.
- Seve seve başkan, yapabileceğimiz bir şeydir
inşallah.
- Sizin aranız iyidir. Şirket olarak bir
dediklerini iki etmiyorsunuz. Hatta araba bile alıyorsunuz. Müdür/Amir beye
söyleseniz de şu motosikleti görmezden gelseler.
- Olur başkan,
konuşurum. Siz de bizim az işimizi görmüyorsunuz. Bir eksiğiniz olursa bilgimiz
olsun.
Sonra motosiklet serbest kalır. Çocuk çok
mutlu olur. Babası evde karısına hava atar; “Hanım
sen, siyasetle uğraşıyorum, delegeyim, sizden çok siyasete zaman ayırıyorum
diye bana kızıp söyleniyorsun ama bak gördün mü?”
Başkan mutlu olur ve parti toplantısında gururla
anlatır; “Filanca delegenin oğlunun
motosikletini kurtardık. Mustafa Bey ve amir bey sağ olsun”
Mustafa Bey, patrona rapor verir, “Abi
başkanın bize artık bir gebeliği daha var. ‘Halk için, mazlum için, masum için’
safsataları ile karşımıza zor gelir”
Başka partilerde de benzer durumlar, benzer
yollarla çözülür.
Sonra bir gün, emniyet haddini aşan bir
uygulama yapar ve kadına, kıza baktıkları, laf attıkları için Çine’nin
erkeklerine kahvehane önlerine oturmanın yasaklandığını duyuruverir.
Aslında tüm topluma hakaret olan bu uygulama
karşısında, halkın temsilcisi olan siyasetçiler suskun kalır.
Siyasi otoritesizlik filan diye
değerlendirmeyin.
Bütün suç motosikletli zibidilerindir.”
14. Çine Asliye Ceza Mahkemesi iki ayrı davayı birleştirerek 9/1/2013 tarih ve E.2012/386, K.2013/16 sayılı kararıyla
başvurucu hakkında, “Ucuz olmak”
başlıklı makale nedeniyle kamu görevlisine hakaret suçundan 7.080 TL adli para
cezası, “Motosikletli zibidiler”
başlıklı makale nedeniyle iftira suçlarından 10 ay hapis ve kamu görevlisine
hakaret suçundan 7.080 TL adli para cezası vererek verilen hükümlerin
açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
15. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:
“…
Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda;
İddia, sanık savunması, katılan beyanı, gazete yayınları ve internet sayfası
çıktısı, Emniyet Müdürlüğü yazıları, nüfus-sabıka kaydı ile tüm dosya
kapsamından; Katılanın Çine İlçe Emniyet Müdürlüğünde emniyet müdür
vekili/amiri olarak görev yaptığı, sanığın ise Çine Madran Gazetesi yayın
yönetmeni olduğu ve aynı gazetede ve www.cinemadran.com adlı internet sitesinde
köşe yazıları yazdığı, sanığın 02/04/2012 tarihli Çine
Madran Gazetesinin 3. sayfasındaki ucuz olmak başlıklı köşe yazısında ve
internet sitesinde öncelikle Osmanlı dönemindeki bir olaya atıf yaparak o
olayda bahsi geçen kamu görevlisine hitaben "...oğlum belli zaten senin
ucuz kadından olduğun" diyerek hikayeyi sonlandırdıktan sonra bu olayın
benzerinin kamusal yetkisi olan, motosikletinin plakasının son 3 rakamının aynı
olan ve özel plaka takan kurum amiri şeklinde tasvir ederek katılanın da
"ucuzlar" sınıfına koyulacağını belirtmek suretiyle hakarette
bulunduğu, her ne kadar köşe yazısında açıkça katılanın ismi zikredilmemiş ise
de dosyaya getirtilen belgelerden de anlaşılacağı üzere katılanın emniyet müdür
vekili/amiri olması, katılana ait motosikletin son 3 rakamının "888"
olması, kurum amiri pozisyonunda motosikletinin son üç rakamı aynı olan sadece
katılanın bulunması, Çine Kaymakamı hakkında yapılan adli soruşturmada tanık
olarak ifadesinin alınmış olması karşısında sanığın köşe yazısında katılanı
kastettiğinin aşikar olduğu, bu nedenle sanığın köşe yazısının herhangi bir
kişiye yönelik olmadığına dair savunmasına itibar edilemeyeceği
anlaşılmaktadır.
Sanık Emin Aydın' ın
yukarıda anlatılan olaydan sonra 03/10/2012 tarihli
Çine Madran Gazetesinin 3. sayfasındaki motosikletli zibidiler başlıklı köşe
yazısında ve www.cinemadran.com adlı internet sitesinde öncelikle aslında var
olmayan ve emniyet müdürü/amirinin kanuna aykırı şekilde plakasız ve sürücü
belgesiz yakalanan motosikleti işlem yapmadan serbest bıraktığını ifade ederek
esasen katılanın işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma ve kovuşturma
yapılmasını sağlamak amacıyla suç isnadında bulunduğu, yazısının sonlarına
doğru ilçede emniyetin, haddini aşan bir uygulama yaptığını ve kadına kıza
baktıkları, laf attıkları için Çine'nin erkeklerine kahvehane önlerine
oturmanın yasaklandığını duyurduğunu, bundaki bütün suçun motosikletli
zibidilerin olduğunu dile getirdiği, Çine ilçesinde bu yönde bir uygulamanın
yapıldığı, bu yazıda da yukarıda da ayrıntılı şekilde verilen bilgilerden
anlaşılacağı üzere katılanı kastederek motosikletli zibidiler diyerek katılana
basın yoluyla hakaret ettiği, her ne kadar sanığın yazılarında katılanın ismi
açıkça belirtilmemişse de, yazıların niteliğinde ve katılanın şahsına yönelik
bulunduğuna duraksanmayacak bir durum olduğu, bu
halde TCK 126. maddesi gereğince hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret
açıklanmış sayılacağından sanığın üzerine atılı katılana yönelik iftira ve kamu
görevlisine basın yoluyla hakaret suçlarını işlediği anlaşılmıştır.
Sanık ve müdafi aşamalardaki savunmalarında
konunun ifade özgürlüğüyle doğrudan ilgisi olması nedeniyle hukuka uygunluk
nedenini oluşturan eleştiri hakkı kapsamında ve toplumun genelini ilgilendiren
konularda bir olguyu dile getirdiğinden bahisle atılı suçları işlemediğini, bu
bakımdan suçun unsurlarının oluşmadığını ifade etmiştir. Bilindiği üzere iç
hukukumuzun parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin(AİHS) 10. maddesi
ile Anayasanın 25 ve 26. maddelerinde ifade özgürlüğü en geniş anlamıyla
güvence altına alınmıştır. Demokratik toplumun asli temellerinden biri olan
ifade özgürlüğü toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından
birini oluşturur. Ancak bu hak şüphesiz ki sınırsız değildir. AİHS’nin 10.
maddesinin ikinci fıkrasında bu hakkın dar anlamda yorumlanmaması gereken
sınırlamalara tabi olduğu hüküm altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında, AİHS’nin 10. maddesinin halkı yakından
ilgilendiren konuların basın tarafından ele alınması hususunda bile bütünüyle
sınırsız bir ifade özgürlüğünün güvence altına alınmadığına işaret
edilmektedir. Söz konusu maddenin ikinci fıkrası gereğince, bu özgürlüğün
kullanılması beraberinde basın için de geçerli olan çeşitli “görev ve
sorumluluklar” getirmektedir. Bu görev ve sorumluluklar kamu davasına konu
olayda olduğu gibi özel kişilerin şöhretine saldırı ve “başkalarının hakları”na zarar verme söz konusu olduğunda önem kazanır.
İfade özgürlüğünün kullanılmasının gerektirdiği görev ve sorumluluklar
dolayısıyla 10. maddenin kamu yararını ilgilendiren konularda haber vermeye
ilişkin olarak gazetecilere sağladığı güvence, gazetecilerin basın etiğine uygun
tarzda doğru ve güvenilir haber vermek amacıyla iyi niyetli davranmaları
koşuluna tabidir(Goodwin-UK davası
kararı,27.03.1996). Somut olayda “ucuz kadından olduğu” ve “motosikletli
zibidi” olarak katılanı hedef alan köşe yazılarında yukarıda belirtilen ifade
özgürlüğünün sınırlarını aşan, açıkça hakaret niteliği taşıyan sözcüklerin
kullanılması karşısında sanığın savunmalarına itibar edilmemiş, atılı suçlardan
sanığın cezalandırılmasına dair oluşan vicdani kaanate
göre Türk Milleti Adına aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.”
16. Başvurucu verilen karara karşı Aydın 1. Ağır Ceza
Mahkemesine itirazda bulunmuş, Mahkemenin 7/3/2013
tarih ve 2013/390 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar
verilmiştir.
17. Ret kararının gerekçesi şöyledir:
“…
Çine Asliye Ceza Mahkemesi'nin 09/01/2013 tarih ve 2012/386-2013/16 sayılı kararına sanık müdafii ve katılan vekilince itiraz edilmişse de;
delillerin takdiri ve suçun hukuki nitelendirmesinin mahkememizce
yapılamayacağı, hükmün ileride açıklanması durumunda ileri sürülen hususların
temyiz merciince değerlendirileceği, somut zarar bulunmaması ve sanığın önceden
kasıtlı bir suçtan mahkum olmaması gözetilerek CMK.231/5-6 maddesindeki
şartların oluştuğu kanaatiyle itirazların ayrı ayrı reddine karar vermek gerekmiştir.”
18. Ret kararı başvurucuya 2/4/2013
tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun “Hakaret” kenar
başlıklı 125. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını
rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek
suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında
hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek
işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı
veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen
cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) …
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir
yıldan az olamaz.”
20. 5237 sayılı Kanun’un “Mağdurun
belirlenmesi” kenar başlıklı 126. maddesi şöyledir:
“Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi
açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer
niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak
bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.”
21. 5237 sayılı Kanun’un “İsnadın
İspatı” kenar başlıklı 127. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İsnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat
edilmiş olması hâlinde kişiye ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen
hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, isnat ispatlanmış
sayılır. Bunun dışındaki hâllerde isnadın ispat isteminin kabulü, ancak isnat
olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına
veya şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır.”
22. 5237 sayılı Kanun’un “İftira”
kenar başlıklı 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette
bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında
soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını
sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan
dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
23. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan
yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî
para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri
bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade
eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm
olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile
duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç
işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun
uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle
tamamen giderilmesigerekir. Sanığın kabul etmemesi
hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
(7) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması
halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.
(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi
tutulur… Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.
(9) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen
koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya
verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle
tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı
verilebilir.
(10)
Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik
tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri
bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
(11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç
işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı
davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen
yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın
yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının
varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek
yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.
(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararına itiraz edilebilir.
(13) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması
kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir
soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya
mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için
kullanılabilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 23/1/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 10/4/2013 tarih ve 2013/2602 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, Çine Madran Gazetesinin yayın yönetmenliğini
ve aynı zamanda köşe yazarlığını yaptığını, 2/4/2012
tarihinde yazdığı “Ucuz olmak” ve
3/10/2012 tarihinde yazdığı “Motosikletli
zibidiler” başlıklı köşe yazıları nedeniyle hakkında mahkemece 10 ay
hapis ve iki kez 7.080 TL adli para cezasına hükmedilerek, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, yazılarında emniyet müdür
vekilinin ismine yer vermediğini, yaşanan olayları eleştirdiğini, yazının
bütününe bakıldığında herhangi birinin kişilik haklarına saldırı amacı
taşımadığının açıkça görüldüğünü, konunun ifade ve basın hürriyetiyle doğrudan
ilgili olduğunu, mahkemenin bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırmadan eksik
inceleme ve araştırma sonucu karar verdiğini belirtmiştir.
26. Başvurucu ayrıca ifade ve basın özgürlüğü kapsamında;
basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri
bilgilendirme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve sorumlu olduğunu, basının
görevinin toplum menfaati ile doğrudan veya dolaylı, ilgili tüm olaylar
hakkında halkı objektif kurallar içinde kalarak gerçekleri yansıtacak biçimde
aydınlatmak olduğunu ifade etmektedir. Düşünce ve ifade
özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri hakkının demokratik toplumlarda vazgeçilmez
bir hak olduğunu, toplumların ilerlemesi ve gelişmesi için zorunlu olduğunu,
ifade özgürlüğünün sadece lehte olanlar için değil devletin veya nüfusun bir
bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de
uygulanacağını, kendisinin iki köşe yazısının da eleştiri kapsamında kaldığını,
eleştiri yapabilmenin zor bir iş olduğunu, her iki yazıda da bütün kamu
görevlilerinin görevini yaparken kamusal yetkilerini amacına uygun olarak
kullanmaları gerektiğine dikkat çekmek istediğini, kaleme aldığı köşe yazıları
nedeniyle açılan ceza davaları sonucu verilen kararların Anayasa’nın 26. ve 28.
maddelerinde düzenlenen ifade ve basın hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüş,
ihlalin tespiti ile yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
27. Başvurucunun ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde; şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken Anayasa’nın ifade özgürlüğüne
ilişkin hükümlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin
10. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin
bu konudaki içtihatları ışığında yorumlanmasının doğru olacağı ifade
edilmiştir.
28. Başvurucu, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki
Bakanlık görüşüne karşı bir diyeceğinin olmadığını, başvurusunun kabulüne karar
verilmesini talep ederek esasa dair açıklamalarda bulunmuştur.
29. Başvurucunun Anayasa’nın 26. ve 28. maddesine ilişkin
şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Başvurucunun ve
Bakanlığın Esasa Dair Görüşleri
30. Başvurucu, yerel bir gazetede yazdığı köşe yazıları
nedeniyle hakkında soruşturma açılarak Mahkeme tarafından hakaret ve iftira
suçlarından cezalandırılması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmesi nedeniyle ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
31. Adalet Bakanlığı esasa dair görüşünde; AİHM kararlarına
atıfla ifade özgürlüğünün toplumların ilerlemesi ve gelişmesi için esaslı
koşullardan biri ve çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği
olduğunu, bunlar olmadan demokratik toplumdan bahsedilemeyeceğini, ifade özgürlüğünün
ancak meşru amaçla sınırlandırılabileceğini, ifade özgürlüğüne müdahale olup
olmadığı konusunda AİHS’in 10. maddesinde belirtilen kriterlerin uygulanmasının yerinde olacağını, bu nedenle
somut olayla ilgili olarak müdahalenin yasayla öngörülmüş olup olmadığı,
müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı ve müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığı temelinde inceleme yapılması gerektiğini
belirtmektedir.
32. Bakanlık, AİHM içtihatları
doğrultusunda ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda sarf edilen sözlerin ulusal
mahkemelerce olgusal iddia ya da değer yargısından hangisinin kapsamına
gireceğinin incelenebileceğini, gazeteci ve siyasetçi özgürlüğü söz konusu
olduğunda değer yargısı kavramının geniş tutularak ifade özgürlüğünü genişleten
yorum yapıldığını, görüş ve yorum gibi değer yargılarının kanıtlanmaya
elverişli olmadığını, gazetecilerin insanların kişilik haklarına saldırı
niteliği taşıyan olgular isnat ettiğinde bu iddiasını desteklemek için
güvenilir delil sunmaları gerektiğini, gazetecilik etiğine uygun biçimde
davranılarak doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli hareket etmeye
yönelik ödev ve sorumluluklarının olduğunu belirtmektedir. Sonuç olarak Bakanlık, bu çerçevede
değerlendirme yapılmasını ve somut olayla ilgili olarak takdirin Anayasa
Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.
33. Başvurucu bakanlık görüşüne karşı;
ifade özgürlüğü konusunda AİHS’nin 10. maddesi ve AİHM kararları doğrultusunda
inceleme yapılmasının uygun olacağını, AİHM içtihatlarına göre gazetecilerin
halkın gözü kulağı olma rolü dikkate alındığında verilen cezaların bu rolün
icrasını engelleme riski taşıdığını, yazısının tamamen genel nitelik arz eden
bir değer yargısı yazısı olduğunu ve kimseyi hedef almadığını, verilen cezanın
haksız olduğunu ayrıca emniyet müdür vekilinin kendisi hakkında 30.000 TL
tazminat davası açtığını, mahkemece aleyhine 10.000 TL tazminata
hükmedildiğini, kararın temyiz aşamasında olduğunu, kendisine bu tazminat
nedeniyle 14.752.02-TL haciz yapıldığını, aracına sabah saatlerinde emniyet
tarafından haczin infazı işlemi yapılarak aracın işyerinin önünden alınıp
emniyete götürüldüğünü, kendisinin yazı yazmaktan çekinir hale geldiğini
belirtmiştir.
34. Ayrıca başvurucu “Ucuz
olmak” başlıklı yazı içeriği ile ilgili olarak; makaleye fıkra ile
başlandığını, fıkrada geçen asayiş komutanı ile emniyet müdür vekili arasında
irtibat kurmanın doğru olmadığını, kendisinin bu fıkrada geçen olayları
örnekseme yöntemiyle günümüze uyarladığını, motosikletin örnek olarak
verildiğini, gazetenin ve internet sitesinin istatistiklerine bakıldığında 126
ülkeden ve 42 ilden takip edildiğini, motosikletinin son üç rakamı aynı olan
araç sahibinin niçin sadece Çine ilçesinin baz
alınarak değerlendirme yapıldığını anlayamadığını, yazısını genel olarak
dünyada ve ülkede takip eden tüm kişileri dikkate alarak kaleme aldığını, bu
nedenle küçük bir ilçe olan Çine’de sadece bir kişinin motosikletinin son üç
rakamının aynı olduğu yönündeki tespite itiraz ettiklerini, tüm Türkiye’de
plakasının son üç rakamı aynı olan kurum amirlerinin tespit edilmesini
mahkemeden talep ettiklerini ancak mahkemenin bu taleplerini kabul etmediğini,
yazıda motosiklet aracının en küçük motorlu araç olması sebebiyle örnek olarak
verildiğini, herhangi bir şahıs ve kurumu doğrudan hedef almadığını ifade
etmiştir.
35. Başvurucu “Motosikletli
zibidiler” başlıklı yazısıyla ilgili olarak; Çine ilçesinde yapılan
bir uygulamayı eleştirmek maksadıyla makaleyi kaleme aldığını zira Çine ilçesi
Emniyet Müdürü A.T.T’nin Aydın Denge Gazetesine
verdiği “Çine’de motosiklet terörü vardı” başlıklı
basına yansıyan demecinde; “…Özellikle
Çine’de motosiklet terörü vardı. İşin üzerine gittik… O
uygulamaya devlette hatırı sayılır kademelerde bulunan insanlar tarafından
“bizi çok sıkıştırıyorsunuz, vatandaşla neden uğraşıyorsunuz, başka yapacak iş
mi kalmadı, motosikletleri neden bağlıyorsunuz” gibi serzenişler oldu.” diyerek kendisinin kaleme aldığı eleştiriyi
doğruladığını, Çine’deki kahvehane önlerine erkeklerin oturmalarının
yasaklanmasını eleştirdiğini ve bu uygulamayı kamuoyunda tartışmaya açtığını,
yazısının amacının düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri
eleştirmek ve bu surette denetleyerek basının görev ve sorumluluğunu yerine
getirmek olduğunu, bireysel olarak kimseyi hedef almadığını, tamamen değer
yargılarını ifade ettiğini, eleştiri sınırını aşmadığını, verilen cezaların
ağır olduğunu, ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini belirtmiştir.
b. Genel İlkeler
36. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
37. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. …
Bu hürriyetlerin
kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması,
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının
kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
38. Anayasa’nın “Basın
hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez. …
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini
sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın
26 ve 27’nci maddeleri hükümleri uygulanır.
...”
39. 9/6/2004 tarih ve 5187 sayılı Basın
Kanunu’nun 3. maddesi şöyledir:
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme,
yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak
demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve
haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya
suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması
amacıyla sınırlanabilir.”
40. Anılan düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece
“düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan
“düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya
görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade
özgürlüğü bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine
ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları
tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade
edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve
yayabilmesi anlamına gelir.
41. İfade özgürlüğü, demokratik toplumun temellerinden biri
olup toplumun gelişmesi ve bireyin kendini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi
için vazgeçilmez koşullar arasında yer alır. Hakikat ışığı fikirlerin
çarpışmasından doğar. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak,
her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı
şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve
tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve
başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla
ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir.
42. İfade özgürlüğünün sözü edilen
toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM’nin de ifade
özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi, sadece toplumun ve
devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü “haber”
ve “düşüncelerin” değil, devletin
veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden
haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler
nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun,
hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın “demokratik toplumdan” bahsedilemez (bkz. Handyside/Birleşik Krallık,B.No:
5493/72, 7/12/1976, §49).
43. Anayasa’da sadece düşünce ve kanaatler değil, ifadenin
tarzları, biçimleri ve araçları da güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 26.
maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında
başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim
veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade
aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir.
44. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, Anayasa’da güvence altına
alınan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmı ile doğrudan ilişkilidir.
Görsel ve yazılı medya araçları yoluyla fikir, düşünce ve haberlerin
yayılmasını güvence altına alan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün kullanılma araçlarından biridir. Basın özgürlüğü, AİHS’de ifade
özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin altında koruma altına alınmışken, Anayasa’nın
28-32. maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir.
45. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile
düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın
ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70, K.1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve
dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar.
Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla
açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek
ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin
gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın
özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir. Basın özgürlüğü bir
yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü iken diğer
yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıyla yakından ilgilidir.
46. Demokratik bir sistemde, kamu gücünü elinde
bulunduranların yetkilerini hukuki sınırlar içinde kullanmalarını sağlamak
açısından basın ve kamuoyu denetimi en az idari ve yargısal denetim kadar
etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır. Halk adına kamunun gözcülüğü
işlevini gören basının işlevini yerine getirebilmesi özgür olmasına bağlı
olduğundan basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir
özgürlüktür(bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997),(benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya,
B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41;Özgür
radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No:
64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94,
25068/94, 8/7/1999, § 48;Jersild/Danimarka, B.No: 15890/89, 23/9/1994, §31).
47. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü tamamlayan ve
onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir. Yukarıda belirtilen toplumsal
işlevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk
bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Bu bağlamda geniş halk kitlelerinin
düşünce ve kanaatleri üzerinde etki yapan ve onları harekete geçirebilen
basının basın etik kurallarına uyması, bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal
edecek tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 26. ve
28. maddelerinin koruma altına aldığı düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile
basın hürriyeti Anayasa’nın 13. maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde
belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel
hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
48. İfade ve basın özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda
devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir.
Ancak bu takdir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da
soyut bir değerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı
zaman, sınırlama sebeplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan
ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Öze dokunmama ya
da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri,
öncelikle ifade hürriyeti üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek
en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM
de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı
sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna göre, sınırlayıcı
tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son
çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir
tedbir olarak değerlendirilmemektedir. Aynı şekilde zorlayıcı sosyal ihtiyacın
varlığı araştırılırken de soyut bir değerlendirme yapılmayıp, ifade ortamına dahil olan ifade edenin sıfatı, hedef alınan kişinin
kimliği, tanınmışlık düzeyi, ifadenin içeriği, ifadelerin kamuoyunu
ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı gibi çeşitli
hususlar göz önünde bulundurulmalıdır. (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer
AG / Almaya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012;
Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve
60641/08, 7/2/2012)
49. İfade ve basın özgürlüğüne yapılacak müdahalenin
haklılığı konusunda “hedef alınan kişinin
kimliği ve ifadenin içeriği” üzerinde ayrıca durulması
gerekmektedir. Kişilerin hak ve şöhretlerinin korunması kapsamında ifade
özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade
vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri
birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmak gereklidir. Kamuya
mal olmuş kişilerin özellikle siyasetçilerin ve gazetecilerin şöhreti söz
konusu olduğunda toplumun bu kişilerle ilgili olarak haber alma hakkı da
dikkate alınarak daha fazla eleştiriye tahammül etmeleri gerektiği ve bu alanda
basın özgürlüğünden daha geniş olduğu, kamu görevlileriyle ilgili haber ve
yorumlarda kamu görevlilerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri
için kamu güvenine sahip olmaları gerektiği, bunun ise kamu görevlilerinin
asılsız suçlamalara karşı korunmakla sağlanabileceği gözden uzak
tutulmamalıdır.
50. İfadelerin içeriği konusunda ise
sarf edilen söz, yazı, resim ve benzeri şeylerin olgusal iddia ya da değer yargısı
olup olmadığına göre bir incelemenin yapılması gerektiği, değer yargısı ifade
eden görüş ve yorumların kanıtlanmaya elverişli olmadığı, gazetecilerin
insanların kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan olgular isnat ettiğinde
bu iddialarını desteklemek için güvenilir delil sunmaları gerektiği, basın etik
kurallarına uygun biçimde davranarak doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi
niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarının olduğu
unutulmamalıdır. İlke olarak demokratik toplumda şiddet çağrısı veya
nefret söylemlerinin varlığı hâlinde kamu makamlarınca meşru amaç ve araçlarla
ve ölçülü olmak kaydıyla ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede
bulunulabileceği, nefreti ve şiddeti teşvik eden hatta meşru sayan her türlü
ifadeye yaptırım uygulanmasının ve bunların önlenmesinin gerekli olduğu ifade
edilmelidir.
51. Müdahalenin haklı sebeplere dayanarak, hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması sırasında hakların özüne dokunulmaması ve
ölçülü olunması gerekmektedir. Hakkın amacına uygun şekilde kullanımını son
derece zorlaştıran, ciddi suretle güçleştiren, örtülü bir şekilde kullanılamaz
hale koyan ve etkisini ortadan kaldıran sınırlamalar öze dokunur niteliktedir
(bk. AYM, E.2006/121, K.2009/90, K.T. 18/6/2009).
Sınırlama amacı ile aracı arasında adil bir dengenin gözetilmesi şeklinde tarif
edilen ölçülülük ilkesi ile daha az sınırlayıcı ya da daha hafif tedbirlerle
sınırlama amacına ulaşılması mümkün olduğu halde hak ve hürriyetleri daha çok
sınırlayan, haklardan yararlanacak kişilere daha ağır yükümlülükler getiren
düzenlemelerin önlenmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla belli bir amaca ulaşmak
için alınan sınırlayıcı tedbir, gereğinden ağır ve katı ise o sınırlama ölçülü
olmayacağı gibi demokratik toplum düzenine de uygun bir sınırlama olmayacaktır.
52. İfade ve basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında
başvurulabilecek Anayasa’nın 26., 27. ve 28.
maddelerinde yer alan özel sınırlama sebepleri bulunmaktadır. Bu kapsamda
Anayasa’nın 28. maddesinin üçüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında
26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece basın
özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile ilgili genel hüküm
niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve akademik ifadelerle ilgili 27.
maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın özgürlüğüne yönelik diğer
sınırlamalar ise 28. maddenin dördüncü ve izleyen fıkralarında yer almaktadır.
26. maddeye göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden birisi de
başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun
öngördüğü meslek sırlarının korunmasıdır.
53. Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer
alan “manevi varlık” kapsamında
yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve
itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını
önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok
ihtimalin yanında, görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi
görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde
eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir
parçası olarak değerlendirilmelidir (B.No: 2013/1123,
2/10/2013, § 33).
54. Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif
yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz.
Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi
yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan
müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür.
Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak
nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla
bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla,
hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B.No:
2013/1123, 2/10/2013, § 35). Mahkemelerce
ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulurken basının düşüncenin
iletilmesi ve yayılmasındaki rolü, bireyin ve toplumun bilgilenmesine sağladığı
katkı ve bu anlamda çoğulcu demokratik düzenin vazgeçilmez unsurlarından olduğu
gözetilerek ifade edilen söz, yazı, resim ve benzeri şeylerin içeriğinde şiddet
çağrısı veya nefret söylemi olmadığı sürece kişilerin cezai soruşturmalara
maruz kalmamalarına dikkat edilmeli, özellikle hapis cezası vermekten
kaçınılarak haksız müdahalelere karşı bireyin korunmasında diğer tedbirlere
öncelik verilmelidir.
55. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında
Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin
açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı;
pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması
için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).
56. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması
ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması
hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade
özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Von
Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99). Bu denge kurulurken Anayasanın 13. ve 26.
maddeleri kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla,
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı
arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması
gereklidir.
57. Nitekim AİHM, Axel Springer AG davasında ifade
özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla
müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye
yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler;
a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara
ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin tanınmışlık
düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d)
bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve
sonuçları ve f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir (bkz. Axel Springer AG / Almaya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012).
58. Bu kriterlerden özellikle
“yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı”nın
özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının
korunması kapsamında ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda
gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu
görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler
yapmaktadır. Özellikle ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret
değerlerinin çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş
ise korumayı üst düzeyde şöhretten yana tutmakta, siyasetçinin şöhreti söz
konusu ise ilke olarak tercihini ifade özgürlüğünden yana kullanmaktadır.
59. AİHM, kamu görevlileriyle ilgili olarak farklı bir tutum
sergilemektedir. Kamu görevlilerinin kabul edilebilir eleştiri sınırını, sade
vatandaşlar gibi görmese de siyasetçiler için kabul edilen eleştiri sınırı
kadar geniş olmadığını, kamu görevlilerinin görevlerini layıkıyla yerine
getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerektiğini, bunun ise kamu
görevlilerini asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabileceğini
vurgulamaktadır (bkz.Steur/Hollanda,B.No:
39657/98, 28/10/2003, §40; Lesnik/Slovakya, B.No:
35640/97, 11/3/2003, §53). Mahkeme ayrıca basının ifade özgürlüğünü kullanırken
görev ve sorumluluklarına uygun davranmak zorunda olduğunu, bu görev ve
sorumluluklar kapsamında yayımlanan haberlerin bireylerin şeref ve hakları
üzerinde ağır etkiler yaratma riski nedeniyle “başkalarının
şeref ve haklarının korunması”yla
ilgili konulmuş sınırlara dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (bkz.Observer ve Guardian/Birleşik
Krallık, B.No: 13585/88, 26/11/1991).
60. Kişilerin hak ve şöhretlerinin korunması ile ifade ve
basın özgürlüğü arasındaki adil dengenin kurulması konusunda “yayının içeriği” kriterinde AİHM, ilke olarak nefret ve
şiddete teşvik söylemlerinin varlığı hâlinde kamu makamlarınca meşru amaçla ve
orantılı olmak kaydıyla ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede
bulunulabileceğini, demokratik toplumlarda “formaliteleri”,
“koşulları”, “kısıtlamaları” veya “müeyyideleri” izlenen meşru amaçla
orantılı olmak kaydıyla, hoşgörüsüzlük de dahil olmak
üzere, nefreti teşvik eden, hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım
uygulanmasının ve hatta bunların önlenmesinin gerekli olduğunu ifade etmektedir
(bkz. Sürek/Türkiye, (No:1), B.No: 26682/95, 8/7/1999, § 62; Jersild/Danimarka, B.No: 15890/89,
23/9/1994).
61. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda
gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup
dokunulmadığını, ölçülü davranılıp davranılmadığını ve ifade ve basın özgürlüğü
ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde adil bir dengenin
kurulup kurulmadığını her olayın kendine has özelliklerine göre takdir
edecektir.
c. Genel İlkelerin
Somut Olaya Uygulanması
62. Somut olayda başvurucu, yerel gazetede yazdığı iki köşe
yazısı nedeniyle hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin geri bırakılması
kararı nedeniyle ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Genel ilkelerin açıklanmasından sonra bu genel ilkelerin somut
olaya uygulanması sırasında ifade ve basın özgürlüğüne “müdahale olup olmadığı”, müdahale varsa
"müdahalenin haklı sebeplere dayanıp
dayanmadığı”, haklı sebep varsa
“müdahalenin demokratik toplum düzeni için gerekli olup olmadığı ve ölçülü olup
olmadığı" hususları değerlendirilecektir.
63. Müdahalenin varlığı konusunda öncelikle hükmün açıklanmasının
geri bırakılması kurumunun ifade ve basın özgürlüğüne müdahale teşkil edip
etmediği hususu açıklığa kavuşturulmalıdır. Zira derece mahkemesi tarafından
başvurucu, iftira ve hakaret suçlarından 10 ay hapis ve iki kez 7.080 TL adli
para cezasıyla cezalandırılmış ve neticede verilen mahkûmiyet hükümlerinin geri
bırakılmasına karar verilmiştir
64. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinde düzenlenen hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kurumu, niteliği gereği mahkûmiyet kararı
olmayıp denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve
yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan
kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun’un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi
sonucu doğuran bir uygulamadır.
65. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen
durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat
bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç”
işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate
ulaşmış mahkemenin, buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre
ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç
doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi halinde
açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine,
denetim süresi içerisinde yeni bir suç işlenmesi hâlinde ise geri bırakılan
hükmün aynen açıklanmasına karar verilmesini ifade eder. Bu sebeple
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla sonuçlanan ceza davalarında kişiler
bir ceza tehdidi altında kaldığından bu kararlar mahkûmiyet olarak
değerlendirilmeseler bile ifade ve basın hürriyetine müdahale olarak kabul
edileceği açıktır.
66. Somut olayda başvurucu hakkında ceza soruşturması
açılmış, ceza soruşturması kovuşturma aşamasına geçmiş ve neticede mahkeme
tarafından mahkûmiyet hükmü verilerek verilen hükümlerin açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla ortada ifade ve basın hürriyetine
mahkeme kararı yoluyla yapılan müdahale bulunmaktadır.
67. Çine Asliye Ceza Mahkemesince ifade ve basın özgürlüğüne
yapılan müdahale 5237 sayılı Kanun ile düzenlenen hakaret ve iftira suçları (bkz: §§19-22) nedeniyle yapılmış olup bu suçların ve
özellikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin hukuki
düzenlenişine karşı başvurucu tarafından ileri sürülen bir itiraz
bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yönelik
müdahalenin kanun tarafından öngörüldüğü açıktır.
68. Müdahaleyi gerektiren meşru amaca bakıldığında hakaret ve
iftira suçlarının Anayasa’nın 17. ve 26. maddesinin (2) numaralı fıkrası
uyarınca başkalarının şöhret ve haklarının korunması amacıyla hüküm altına
alındığı ve somut olayda kamu makamlarının ifade özgürlüğüne bu amaçla
müdahalede bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin meşru bir amacının
olduğu görülmektedir.
69. Müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı
ve müdahalede bulunulurken ölçülü davranılıp davranılmadığı konusunda hangi
genel ilkelerden hareket edileceği yukarıda belirtilmişti (§§ 48-51). Bu genel
ilkelerin somut olayda uygulanması sırasında dikkat edilmesi gereken en önemli
husus, ifade ve basın özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin
çatışması hâlinde adil ve ölçülü bir dengenin nasıl kurulacağı konusudur. Somut olayda, başvurucunun iki köşe yazısı nedeniyle ilçe emniyet
müdür vekilinin şöhret ve kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle
açılan iftira ve iki ayrı hakaret davaları nedeniyle başvurucunun iftira
suçundan 10 ay hapis ve hakaret suçlarından iki kez 7.080 TL adli para cezasına
mahkûmiyetine ve verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verildiği görülmektedir. Dolayısıyla ortada iki ayrı
yazı ve iki ayrı yazı nedeniyle verilen cezalar bulunmaktadır. Bu sebeple iki
ayrı yazı nedeniyle verilen cezaların demokratik bir toplumda gerekli olup
olmadığı, yazıların içerikleri de dikkate alınarak genel ilkeler ışığında
çatışan haklar arasında adil ve ölçülü bir dengenin kurulup kurulmadığı hususlarının
ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar görülmektedir.
i. “Ucuz olmak” başlıklı köşe yazısı yönünden
70. Başvurucu tarafından kaleme alınan “Ucuz olmak” başlıklı yazı nedeniyle hakaret
suçundan Çine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 7.080 TL adli para cezası
verilmiş ve verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme gerekçesinde; başvurucunun 2/4/2012
tarihli Çine Madran Gazetesinin üçüncü sayfasındaki “Ucuz olmak” başlıklı köşe yazısında, Osmanlı döneminde bir
komutanla bir ağa arasında yaşandığı hikaye edilen ve ağanın olayda bahsi geçen
kamu görevlisine hitaben "...oğlum
belli zaten senin ucuz kadından olduğun" dediği, akabinde bu
olayın benzerinin kamusal yetkisi olan, motosikletinin plakasının son üç rakamı
aynı olan ve özel plaka takan kurum amiri şeklinde tasvir ederek katılan
emniyet müdürünün "ucuzlar"
sınıfına koyulacağını belirtmek suretiyle hakarette bulunduğu, her ne kadar
köşe yazısında açıkça katılanın ismi zikredilmemiş ise de dosyaya getirtilen
belgelerden de anlaşılacağı üzere katılanın emniyet müdür vekili/amiri olması,
katılana ait motosikletin son üç rakamının "888" olması, kurum amiri
pozisyonunda motosikletinin son üç rakamı aynı olan sadece katılanın bulunması,
Çine Kaymakamı hakkında yapılan adli soruşturmada tanık olarak ifadesinin
alınmış olması karşısında sanığın köşe yazısında katılanı kastettiğinin aşikar
olduğu, bu nedenle başvurucunun köşe yazısının herhangi bir kişiye yönelik
olmadığı savunmasına itibar edilemeyeceği sonuç ve kanaatine varıldığı
belirtilmektedir.
71. Dosyanın incelenmesinde; mağdurun Çine Emniyet
Müdürlüğünde müdür vekili olarak görev yaptığı, “Ucuz olmak” isimli yazının başlığının Osmanlı döneminde
geçen bir hikayeden esinlenerek konulduğu, hikayede
köye atanan ve asayişten sorumlu bir komutan ile köy ağası arasında geçen
konuşmaların yer aldığı, komutanın annesinin başlık parasının az olması
sebebiyle köy ağasının komutana “...oğlum
belli zaten senin ucuz kadından olduğun” dediği hikaye edilmektedir.
Yazar bu hikayeden esinlenerek “ucuzlar sınıfı”nı günümüze uyarlamış ve
ucuzlar sınıfına giren kimseler olarak; kamu yetkisini kullanarak motosikletine
özel plaka takan kurum amirlerini, üst makama yalakalık yapmak için yalancı
şahitlik yapan kamu görevlilerini, halkın iradesiyle geldikleri makamları kendi
çıkarları için kullanan siyasetçileri, halkı yok sayıp zenginin askeri,
güçlünün uşağı gibi davrananları, gazeteleri ve gazetecileri şahsi çakallıkları
için kullanamayan, sahtekarlıklarını topluma empoze edemeyip de alternatif
oluşturmaya çalışan toplum mühendislerini, yazıdan kendisine pay çıkarıp
kendisiyle hesap gören kişileri gördüğünü, sonuç olarak bu kişilerin ucuz
olmalarında kabahatin annelerinde değil de, kamusal yetkiyi kötüye
kullanmaları, şahsiyetsiz oluşları, açgözlü ve çirkin dünya hırslıları olmaları
nedeniyle kendilerinde olduğu belirtilmektedir.
72. Makale bir bütün olarak değerlendirildiğinde bazı kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanma biçimine yönelik eleştiri amacı taşıdığı
görülmektedir. Başvurucu söz konusu yazıda bu eleştirilerini “ucuz olmak” kavramı üzerinden
kurgulamıştır. Bu kavramın kişileri değersizleştirme amacıyla kullanıldığı
açıktır. Ayrıca yazının başında anlatılan hikaye ile kavram
arasında kurulan bağlantı dikkate alındığında, kadının metalaştırılarak para
ile satın alınabileceği ve kadının değerinin parasal karşılığıyla
belirlenebileceği yönündeki cinsiyetçi bir söylem üzerinden “ucuzluk”
mefhumunun temellendirildiği görülmektedir.
73. “Ucuz olmak”
şeklinde yer alan bu kavramla kimin değersizleştirilemeye çalışıldığı konusu
önem arz etmektedir. Zira yazıda açıkça bir isim zikredilmemektedir. Bu konuda derece mahkemesi, yazıda geçen “Kamusal yetkisini kullanarak motosikletine (son üç
rakamı aynı olan) özel plaka takan kurum amirleri…” şeklindeki
ifadeyi işaret ederek, yaptıkları araştırma sonucunda ilgili cümlenin yalnızca
bir kişiyi hedef aldığını onun da motosikletinin son üç rakamı aynı (888) olan
ve Çine ilçesinde kurum amiri olarak çalışan şikâyetçi emniyet müdür vekili H.Y’nin olduğunu, 5237 sayılı Kanun’un 126. maddesi
uyarınca başvurucunun Çine Emniyet Müdür vekilini hedef aldığı konusunda
duraksama yaşamadıklarını belirtmektedir. Derece mahkemesinin bu
delillerle vardığı sonuca açıkça keyfilik ve bariz bir takdir hatası
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin müdahalesi sözkonusu
olamaz. Yazıda geçen “hakaret içerikli”
ifadelerin emniyet müdür vekiline yöneldiği ve kişilik haklarına saldırı
niteliği taşıdığı açıktır. Bu sebeple başvuru konusu yazıyla şikayetçinin
manevi bütünlüğünün korunması kapsamında ifade ve basın özgürlüğüne yönelik
müdahalenin haklı ve demokratik toplum düzeni açısından gerekli olduğu
anlaşılmaktadır.
74. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğü ile şikayetçinin itibar hakkı arasında makul bir dengenin
kurulup kurulmadığı bu çerçevede başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik
müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir. Burada sözü edilen her
iki hak da anayasal haklar olup eşit düzeyde korunmaları gerekir.
75. Yukarıda belirtildiği gibi yazının bütünü dikkate
alındığında genel bir kamusal eleştiri amacı taşıdığı görülmekle birlikte bu
eleştirinin sözü edilen kamu görevlilerini itibarsızlaştırma yoluyla yapıldığı
anlaşılmaktadır. Şikayetçinin kamu yetkisini kötüye
kullanarak özel plaka aldığı için “ucuzlar”
sınıfında olduğu, dolayısıyla diğer ucuzlar sınıfı gibi şahsiyetsiz, açgözlü ve
dünya hırsına sahip biri olduğu, bu durumda annesinin bir kabahatinin olmadığı
gibi ifadelerin kamuoyunun bilgilendirilmesinden ziyade şikayetçinin
itibarsızlaştırılmasını amaçladığı görülmektedir. Yazıda yer verilen
değerlendirmeler bir olgudan ziyade yazarın değer yargılarını içermektedir. Bu
çerçevede yazarından bunları ispatlaması beklenemezse de yazının içeriğinin
genel olarak basın etiğine uygun olması beklenmelidir. Gazetecilik mesleğinin
belli ölçüde abartı hatta kışkırtıcı yargıları da hoş görebileceği kabul
edilmekle birlikte, bu hiçbir şekilde üçüncü kişilerin anayasal haklarının ihlal
edilebileceği anlamına gelemez.
76. Kamu görevlilerinin kamusal yetki kullanmaları nedeniyle
sıradan insanlara göre daha fazla eleştiriye katlanmaları gerekli ise de bu
kişilerin görevlerini layıkıyla yapabilmeleri belli ölçüde kamunun güvenine
bağlı olduğundan bunlara yönelik eleştirilerin onları kamuoyu önünde
itibarsızlaştırılması sonucunu doğuracak düzeye ulaşmaması gerekir. Elbette
kişiler kendi fiillerinin sonuçlarına katlanmak durumundadırlar. Somut olayda
başvurucunun şikayetçinin önceki hangi fiilleri nedeniyle böyle bir eleştiye yöneldiği açık olmamakla birlikte kişinin nüfuzunu
kullanarak son üç rakamı aynı olan plaka aldığı bu nedenle “ucuzlar” sınıfına dahil
olduğu yönündeki yargıya katlanması gerektiği sonucuna ulaşılamaz. Özellikle
söz konusu yazıda yer alan cinsiyetçi söylem ve bu kişilerin ucuzluklarında
annelerinin suçu olmadığı gibi ifadelerin demokratik bir toplumda korunması
gerektiği söylenemez.
77. Nitekim AİHM, Janowski davasında, gazeteci olan başvurucunun belediye
görevlilerinin yüzlerine karşı “aptal”
ve “hödük” ifadelerini kullanması
sonucu yerel mahkemece cezalandırılmasını ifade özgürlüğü kapsamında
inceleyerek, başvurucunun bu sözlerinin, kamuoyunu ilgilendiren konularda
yapılan bir fikir alışverişi kapsamında olmadığını, bu sözlerin kamuya açık bir
alanda ve birçok kişinin önünde sarf edildiğini bu sebeple başvurucunun olayda
gazeteci değil sıradan bir vatandaş olarak kabul edileceğini, kamu
görevlilerine yapılan bu hakaretin kabuledilebilir
eleştiri sınırını aştığını belirterek, kullanılan sözlerin ifade ve basın
özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir (bkz. Janowski/Polonya, B.No: 25716/94, 21/1/1999,
§§32-35).
78. Diğer taraftan müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken
dikkate alınması gereken başka bir husus da uygulanan yaptırımın ağırlığıdır.
Söz konusu olayda başvurucuya adı geçen yazının hakaret suçunu oluşturduğu
gerekçesiyle 7.080 TL adli para cezasının verildiği ve hükmün açıklanmasının
geri bırakıldığı görülmektedir.
79. Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarına ilişkin olarak
hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmesi halinde bunun tüm basın üzerinde baskı
kurabileceği ve kamuoyunu ilgilendiren konuların tartışılmasından gazetecileri
caydırabileceği, böylece bir otosansür kurumuna
dönüşebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle demokratik bir toplumda
şiddet çağrısı veya nefret söylemi gibi çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırmayı
amaçlayan ifadeler söz konusu olmadıkça hürriyeti bağlayıcı cezaya
hükmedilmekten kaçınılması gerekir. Somut olayda başvurucu hakkında ceza davası
açılmış ve yargılanmış olmakla birlikte başvurucu aleyhine hapis cezası
verilmekten kaçınılarak adli para cezasına hükmedildiği ve verilen cezanın da
hükmün açıklanmasının geri bırakılması suretiyle uygulanmadığı görülmektedir.
80. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde “Ucuz olmak” başlıklı yazının içeriği ve
amacı, hedef alınan kişinin kimliği ve konumu, yazının bağlamı, uygulanan
yaptırımın ağırlığı gibi hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde
başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu
söylenemez.
81. Açıklanan nedenlerle, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik
müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olduğu anlaşıldığından
Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde korunan hakların ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
ii. “Motosikletli zibidiler” başlıklı köşe yazısı
yönünden
82. Başvurucu tarafından kaleme alınan “Motosikletli zibidiler” başlıklı yazıyla
ilgili olarak Çine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından başvurucuya iftira suçundan
10 ay hapis ve hakaret suçundan 7.080 TL adli para cezası verilmiş ve verilen
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin
gerekçeli kararı incelendiğinde; başvurucunun Çine Madran Gazetesinin üçüncü
sayfasında ve www.cinemadran.com adlı internet sitesinde yayınlanan
“Motosikletli zibidiler" başlıklı köşe yazısında, öncelikle aslında var
olmayan ve emniyet müdür vekilinin kanuna aykırı şekilde plakasız ve sürücü belgesiz
yakalanan motosikleti işlem yapmadan serbest bıraktığını ifade ederek esasen
katılanın işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma ve kovuşturma
yapılmasını sağlamak amacıyla suç isnadında bulunarak iftira ettiği, yazısının
sonlarına doğru ilçede emniyetin, haddini aşan bir uygulama yaptığını ve kadına
kıza baktıkları, laf attıkları için Çine'nin erkeklerine kahvehane önlerine
oturmanın yasaklandığını duyurduğu, bütün suçun motosikletli zibidilerde
olduğunu dile getirdiği, Çine ilçesinde bu yönde bir uygulamanın yapıldığı, bu
yazıda da katılanı kastederek ve motosikletli zibidi diyerek basın yoluyla
iftira ve hakaret ettiği kanaatine varıldığı belirtilmektedir.
83. Makale bir bütün olarak
değerlendirildiğinde; siyasi partili olduğu anlaşılan bir vatandaşın oğlunun,
motosikletini ehliyetsiz, plakasız, yüksek hızda ve egzozu açık olarak
kullanırken polis memurlarınca durdurularak cezai işlem yapılması sırasında
vatandaşın cezaya engel olmak için bir partinin ilçe başkanı olduğu anlaşılan
kişiyi arayarak emniyet müdürünü aramasını ve cezaya engel olmasını istediği,
parti ilçe başkanının da bir şirket yetkilisini telefonla arayarak söz konusu
cezanın yazdırılmaması yönünde aralarında geçen karşılıklı konuşmaların yer
aldığı, ilçe başkanının şirket yetkilisine emniyetin bir dediğini ilgili
şirketin iki etmediğini, emniyet müdürlüğüne araba dahi hibe ettiğini, bu
sebeple şirket yetkilisinin emniyet müdürünü araması hâlinde cezanın
yazılamayacağını söylemektedir. Yazının bu bölümleri genel olarak bir soruna işaret eden
ve siyaset, özel sektör ve kamu kurumları arasındaki ilişkileri eleştiren belli
kişileri hedef almayan genel nitelikli bir değer yargısını ifade etmektedir.
Makalenin bundan sonraki bölümlerinde emniyetin, Çine ilçesinde yaşayan
erkeklerin kahvehane önüne çıkmasını kızlara laf attıkları gerekçesiyle
yasakladığını, bu durumun topluma hakaret teşkil ettiği, bu durum karşısında
halkın temsilcileri olan siyasetçilerin suskun kaldığı, butün
suçun motosikletli zibidilerde olduğu belirtilmektedir.
84. Çine Asliye Ceza Mahkemesinin söz konusu yazıda hem
hakaret hem de iftira suçlarının oluştuğu kanaatiyle karar verdiği
görülmektedir. Mahkeme topladığı delillere göre “Çin’e ilçesinde kahvehane önüne erkeklerin çıkmaması
yasağının” uygulamasının Çine’de yapılması nedeniyle olayın doğru
olduğunu, bu sebeple Çine Emniyetinin hedef gösterildiğini, aslında var olmayan
ve emniyet müdürünün kanuna aykırı şekilde plakasız ve sürücü belgesiz
yakalanan motosikleti işlem yapmadan serbest bıraktığını, esasen emniyet müdürünün
işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını
sağlamak amacıyla suç isnadında bulunarak iftira suçunun işlendiğini, yazıda
yer alan tüm hukuksuzlukların sebebinin motosikletli zibidiler olduğunun
belirtilmesi karşısında bu zibidinin “Ucuz
olmak” yazısı nedeniyle motosikletinin son üç rakamı aynı olan
emniyet müdürünün olduğu, kendisine “motosikletli
zibidi” denildiği kanaatine duraksamayarak vardığını belirtmektedir.
85. Başvurucunun yazısı, Çine Asliye Ceza Mahkemesinin gerekçeli
kararı, dosyada yer alan tüm deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; başvurucu
tarafından kaleme alınan yazı nedeniyle iftira ve hakaret suçlarından
başvurucuya öngörülen yaptırımın, ifade ve basın hürriyetine müdahale teşkil
ettiği görülmektedir. Bu müdahalenin haklı, öngörülebilir, demokratik bir
toplumda gerekli ve ölçülü olup olmadığı yukarıda belirtilen ilkeler
çerçevesinde değerlendirilmelidir.
86. Makalede genel olarak siyaset, özel
sektör ve emniyet kurumları hakkında değer yargısı taşıyan eleştirel bir
yaklaşım sergilediği, eleştirilerin kamuoyunu ilgilendiren ve genel yarara
ilişkin bir tartışmaya katkı sağlama amacı taşıdığı, şiddet çağrısı veya nefret
söylemi içermediği, yazıda yer alan siyasetçilerin, emniyet yetkililerinin ve
özel şirket sahiplerinin kim olduklarının açıkça belirtilmediği, yazıda geçen “motosikletli zibidiler” ifadesiyle emniyet
müdürünün mü yoksa yazının başında ifade edilen bir partilinin motosikletli
oğlu gibilerinin mi kastedildiği konusunun açık bırakıldığı anlaşılmaktadır. Yazıda doğrudan bir kişi hedef
alınmadığı için sarf edilen sözlerin kişiler hakkındaki değer yargısını mı
yoksa olguyu mu ifade ettiği hususlarının ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir. Yazının bir bütün olarak incelenmesinden sözü edilen ifadelerin
muhatabının şikayetçi olduğu açık bir şekilde
anlaşılmamaktadır. Bu nedenle başvuru konusu yazı nedeniyle başvurucuya
uygulanan yaptırımın şikayetçinin manevi bütünlüğünün
korunması amacıyla uygulandığı ve ifade ve basın özgürlüğüne yönelik bu
müdahalenin haklı ve demokratik toplumda gerekli olduğu söylemez.
87. Diğer taraftan müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken
dikkate alınması gereken hususlardan biri de uygulanan yaptırımın ağırlığıdır.
Somut olayda başvurucuya 10 ay hapis ve 7.080 TL adli para cezası verilerek
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir. Her ne
kadar hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları mahkumiyet
hükmü niteliğinde olmasalar da beş yıl içinde kasıtlı bir suç işlenmesi hâlinde
öngörülen cezaların aynen uygulanması söz konusudur. Hapis cezası tehdidinin
gazetecileri kamusal meseleleri tartışmaktan caydırıcı bir rol oynayacağı ve otosansüre neden olabileceği göz önünde tutularak ertelenen
cezaların miktarı ve maruz kalınan ceza tehdidinin ağırlığı dikkate alındığında
ifade ve basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez. Bu
çerçevede müdahalenin amacının şikayetçinin şeref ve
itibarının korunması olduğu kabul edilse bile şikayetçinin bu hakkı ile
başvurucunun bir gazeteci olarak ifade ve basın özgürlüğü arasında adil bir
dengenin kurulduğu sonucuna ulaşılamaz.
88. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde “Motosikletli zibidiler” başlıklı yazının
içeriği ve amacı, hedef alınan kişinin kimliği ve konumu, yazının bağlamı,
uygulanan yaptırımın ağırlığı gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde Çine
Asliye Ceza Mahkemesi tarafından başvurucuya verilen cezaların ifade ve basın
özgürlüğüne ölçüsüz müdahale niteliğinde olduğu sonucuna varılmıştır.
89. Açıklanan nedenlerle, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik
müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı anlaşıldığından
Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde korunan hakların ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un50. Maddesinin Uygulanması
90. Başvurucu 30. 000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
91. Adalet Bakanlığı, başvurucunun tazminat taleplerine
ilişkin görüş bildirmemiştir
92. 6216 sayılı Kanun’un
50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şu şekildedir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
93. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği
belirtilmiş; (2) numaralı fıkrada ise ihlalin bir mahkeme kararından
kaynaklanması hâlinde dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği, mahkemenin ihlal
nedeniyle dosyayı yeniden ele alarak ihlali giderecek tarzda karar vermek
zorunda olacağı hüküm altına alınmıştır.
94. Başvuru konusu
olayda “Motosikletli zibidiler”
başlıklı makale yönündenifade ve basın özgürlüğüne
haksız müdahale edildiği gözetilerek, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1)
ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması amacıyla kararın bir örneğinin Çine Asliye Ceza Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
95. Başvurucunun
manevi zararlarının ihlalin tespiti ve ortadan kaldırılması suretiyle tamamen
giderilebileceği anlaşıldığından başvurucuya manevi tazminat ödenmesine yer
olmadığına karar verilmesi gerekmektedir.
96. Başvurucu,
vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin tahsilini talep ettiğinden başvurucu
tarafından yapılan 1.698, 35 TL yargılama giderinin ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Başvurucu tarafından kaleme alınan 2/4/2012
tarihli “Ucuz olmak” başlıklı
köşe yazısı yönünden Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan
ifade ve basın özgürlüğünün İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucu tarafından kaleme alınan 3/10/2012
tarihli “Motosikletli zibidiler”
başlıklı köşe yazısı yönünden Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence
altına alınan ifade ve basın özgürlüğünün İHLAL
EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucunun manevi tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, İHLALİN VE SONUÇLARININ ortadan kaldırılmak
üzere Çine Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine,
23/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.