TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HURŞİT ÇETİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2610)
|
|
(Karar Tarihi: 6/10/2015)
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Hurşit ÇETİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, Abdullah Öcalan’a uygulanın cezaevi koşullarını
protesto etmek amacıyla görüşe çıkmayacağına dair dilekçe verilmesi nedeniyle
disiplin cezası ile cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 11/4/2013 İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun belirlenen eksiklikleri
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını
karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
4. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 18/4/2014
tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne ve kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
6. Başvuru konusu olay ve olgular 5/1/2015
tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 6/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş,
başvurucuya 17/3/2015 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, karşı görüşlerini 24/3/2015 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, başvuru tarihinde İzmir 2 No.lu T Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır.
10. Başvurucu, Bakanlığa yazdığı 8/10/2012
tarihli dilekçesi ile Abdullah Öcalan’a uygulandığını iddia ettiği tecridi
protesto etmek amacıyla kapalı ve açık görüşe çıkmayacağına dair bir dilekçe
vermiştir. Dilekçenin içeriği şöyledir:
“İmralı
cezaevinde ağır bir tecrit altında bulunan ve bir yıldan fazladır aile ve
avukat görüşü engellenen Kürt halk önderi sayın
Abdullah Öcalan ve siyasi tutsaklara uygulanan tecridi protesto etmek için
bundan sonra kapalı ve açık görüşe çıkmayacağımı belirtiyorum.”
11. Başvurucu ile aynı cezaevinde tutulan 49 kişi de anılan
dilekçe ile aynı içerikteki dilekçelerini Ceza İnfaz Kurumu idaresine
vermiştir. Bunun üzerine Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından
başvurucu ve diğer 49 kişi hakkında "Herhangi
bir şeyi protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte
bulunmak" eyleminden soruşturma açılmıştır.
12. Yapılan disiplin soruşturması sonucunda Disiplin Kurulu
Başkanlığının 16/10/2012 tarihli ve K.2012/623 sayılı
kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkındaki Kanun'un 42. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendi
gereğince başvurucuya “3 ay süre ile
haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama”
cezası verilmiştir.
13. Anılan Disiplin Kurulu kararında 50 hükümlü/tutuklunun 8/10/2012 tarihli başvuruları ile “hükümlü Abdullah Öcalan’ın tabi tutulduğu infaz
rejimini ve Kürt dili ile ilgili bazı talep ve sıkıntılarını gerekçe göstererek
açık ve kapalı ziyaretçi görüşüne çıkmayacaklarını, bahse geçen konulardaki
uygulamalar protesto ettikleri” belirtilmiştir. Bu bağlamda Disiplin
Kurulu, protestoya katılan hükümlü/tutukluların "Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye
karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak" suçunu
işlediklerini tespit etmiştir.
14. Bunun üzerine başvurucu 30/10/2012
tarihinde anılan disiplin cezasına karşı Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine itirazda
bulunmuş, itiraz dilekçesinde savunması alınmadan hakkında karar verildiğini ve
görüşe çıkmama cezasının cezaevinin güvenliğini tehlikeye sokmadığını ileri
sürmüştür.
15. İtirazı inceleyen Karşıyaka İnfaz Hâkimliği 28/2/2013 tarihli ve E.2012/2011, K.2013/837 sayılı kararı
ile verilen disiplin cezasının kanun ve tüzüğe uygun olduğu gerekçesiyle
itirazı reddetmiştir.
16. Anılan ret kararına karşı yapılan itiraz da Karşıyaka 2.
Ağır Ceza Mahkemesinin 28/3/2013 tarihli ve 2013/902
Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
17. Başvurucu karardan 28/3/2013
tarihinde haberdar olmuş ve 11/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Başvurucu hakkında verilen disiplin cezası “3 ay süre ile mektup, faks, telgraf almaktan ve
göndermekten, telefon etmekten mahrum bırakma” şeklinde 24/6/2013 ile 22/9/2013 tarihleri arasında infaz edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
19. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz
Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliğince
şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı 6. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın
dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar
vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma
yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu
ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek
cümle: 22/7/2010-6008 S.K./5.md.) Disiplin cezasına
karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını
aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra
kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./5.md.)
Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz
etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek
cümle: 22/7/2010-6008 S.K./5.md.) İnfaz hâkimi gerekli
görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da
alabilir.”
20. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 37. maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir
yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun,
tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı
davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile
ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.
(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan
kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını
engellemez”
21. 5275 sayılı Kanun’un 42. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (c) bendi şöyledir:
“(1) Haberleşme veya iletişim araçlarından
yoksun bırakma veya kısıtlama cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar mektup,
faks ve telgraf almak ve yollamaktan, televizyon izlemekten, radyo dinlemekten,
telefon etmekten ve diğer iletişim araçlarından yararlanmaktan tamamen veya
kısmen yoksun bırakılmasıdır.
(2) Bu cezayı gerektiren eylemler şunlardır:
…
c) Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya
idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 6/10/2015 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 11/4/2013 tarihli ve 2013/2610 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu İzmir 2 No.lu T Tipi
Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda açlık grevinde bulunan hükümlü arkadaşlarına destek
olmak amacıyla görüşe çıkmayacağına dair dilekçe vermesi üzerine hakkında
disiplin soruşturması başlatıldığını ve neticesinde kendisine “3 ay süre ile haberleşme veya iletişim araçlarından
yoksun bırakma veya kısıtlama” cezası verildiğini belirterek Anayasa'nın
25., 26. ve 36. maddelerinde tanımlanan ifade
özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucu Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
ile (3) numaralı fıkrasının (b) ve (e) bentlerinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür. Ancak başvurucu adil yargılanma hakkına yönelik belirttiği maddelere
ilişkin olarak herhangi bir olaydan bahsetmediği gibi anılan fıkra ve bentlerin
neden ihlal edildiğine yönelik bir iddiada da bulunmamıştır. Bu nedenle başvuru
sadece Anayasa'nın 26. maddesinde tanımlanan ifade özgürlüğü iddiaları yönünden
incelenmiştir.
25. Öte yanda başvurucunun ifade özgürlüğüne ilişkin
iddiaları yönünden başvuru formu incelendiğinde her ne kadar başvurucu açlık
grevine destek olmak amacıyla protesto eyleminde bulunduğunu belirtmiş ise de
UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun Abdullah Öcalan ve diğer bazı hükümlülerin
tecrit altında tutulduğu iddiasıyla görüşe çıkmayacağına dair dilekçe verdiği
tespit edilmiştir. Bakanlık görüşünde de belirtildiği üzere başvurucu tek
başına değil, diğer 49 hükümlü/tutuklu ile birlikte aynı içerikte dilekçe
vererek toplu olarak yapılan protesto eylemine katılmıştır. Bu nedenle
başvurucunun ifade özgürlüğüne dair iddiaları diğer 49 hükümlü/tutuklu ile
birlikte Ceza İnfaz Kurumuna verilen dilekçe temelinde incelenmiştir.
26. Başvurucu, görüşlerini ifade etmek için kapalı ve açık
görüşe çıkmayacağına dair verdiği dilekçe nedeniyle disiplin cezası almasının
ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
27. Bakanlık görüşünde başvurunun kabul edilebilirliğine
ilişkin olarak herhangi bir husus belirtilmemiştir. Bununla birlikte Bakanlık,
Sözleşme’nin 10. maddesinde ifade özgürlüğünün iki aşaması olduğu, bunlardan
ilkinin kanaat oluşturma, bu kapsamda bilgi edinebilme, bilgilere ulaşabilme;
ikincisinin ise elde ettiği bilgiler dâhilinde kişide oluşan kanaati her türlü
araçla açıklayabilme özgürlüğü bulunduğu belirtilmiştir.
28. Diğer taraftan Bakanlık ifade
özgürlüğüne yönelik bir müdahale olup olmadığı, gerçekleştirilen müdahalenin
yasayla öngörülmüş olup olmadığı, müdahalenin meşru amaçlara dayanıp
dayanmadığı ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı
temelinde incelenmesi gerektiğini belirterek ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin (AİHM) bazı kararlarına atıfta bulunarak cezaevlerinde düzenin ve
disiplinin sağlanmasının çok önemli olduğundan dolayı kuralların daha sıkı
uygulanabileceğini ve bu tür uygulamaların Sözleşme’nin 10. maddesine uygun
olacağını ifade etmiştir. Öte yandan Bakanlık, başvuru konusu olayda başvurucunun
diğer 49 kişi ile birlikte aynı içerikli dilekçe vermesi nedeniyle disiplin cezası
ile cezalandırıldığını belirtmiştir.
29. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı verdiği beyanda
görüşlerin tutarsız olduğunu, Anayasa’da güvence altına alınan dilekçe hakkını
kullanmaktan dolayı cezalandırıldığını, verilen ceza ile iletişiminin tamamen
kısıtlandığını ve bunun da tecrit boyutuna ulaştığını belirtmiştir.
30. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya
benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti
ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması,
Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının
şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü
meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak
yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla,
düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
31. Sözleşme’nin 10. maddesi şöyledir:
“1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu
makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat
özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde,
Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi
tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin
kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin,
toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması
ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve
haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı
erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı
formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
32. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında
başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim
veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade
aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın [GK], B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).
33. İfade özgürlüğü; insanın serbestçe haber ve bilgilere,
başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı
kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla ve çeşitli yollarla
serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına
aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (Emin
Aydın [GK], § 40).
34. Somut olayda başvurucunun, Abdullah Öcalan ve diğer bazı
hükümlülere tecrit uygulandığı iddiası ile bu durumu protesto etmek amacıyla
kapalı ve açık görüşe çıkmayacağını belirten bir dilekçe yazmasının bir çeşit
ifade yöntemi olduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.
35. Hükümlü ve tutuklular, Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak
alanı kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak
sahiptirler (Mehmet Reşit Arslan ve
diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, §
65; Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No:
74025/01, 6/10/2005, § 69). Bu bağlamda hükümlü ve tutukluların ifade özgürlüğü
de (Yankov/Bulgaristan, B. No: 39084/97, 11/12/2003; T./Birleşik
Krallık, B. No: 8231/78, 12/10/1983) Anayasa ve Sözleşme kapsamında
koruma altındadır.
36. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen
istisnalar gereğince ifade özgürlüğü mutlak bir hak niteliğinde değildir.
Sınırlanabilir nitelikte olmasına rağmen ifade özgürlüğünün demokratik
toplumlar için önemi gözetildiğinde sınırlamaların daha dar yorumlanması ve bir
sınırlamanın gerekliliğinin inandırıcı ve makul olması gerekmektedir (Yankov/Bulgaristan, § 129). Temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak
zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamaların denetiminin
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve 26. maddesi
kapsamında yapılması gerekmektedir (Abdullah
Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, §
70).
37. Öte yandan cezaevinde bulunmanın kaçınılmaz sonucu olarak
suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi cezaevinde güvenliğin ve düzenin
korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda
mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebilecektir. Ancak bu durumda
dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlandırma makul
ve ölçülü olmalıdır (Silver ve
diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 …,
23/3/1983, §§ 99-105).
38. Açıklanan ilkeler doğrultusunda başvuruya konu olayda
ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilirken öncelikle
müdahalenin mevcut olup olmadığının, sonrasında ise müdahalenin haklı sebeplere
dayanıp dayanmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
1. Müdahalenin Mevcudiyeti
39. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olan başvurucu, Abdullah
Öcalan ve diğer bazı hükümlülere tecrit uygulandığı iddiası ile bu durumu
protesto etmek amacıyla diğer 49 tutuklu ve hükümlü ile birlikte kapalı ve açık
görüşe çıkmayacağına dair dilekçe vermesi nedeniyle disiplin cezası ile
cezalandırılmıştır. Dolayısıyla verilen disiplin cezasının, başvurucunun
kendini ifade etmek için başlattığı eylem temelinde ifade özgürlüğüne yönelik
bir müdahale oluşturduğu açıktır.
2. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
40. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine
getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu
nedenle sınırlamanın; Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama,
Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme,
Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
a. Kanunilik
41. Başvurucu, Anayasa’nın 26. maddenin beşinci fıkrasında
yer alan “Düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla
düzenlenir” hükmüne ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan temel hak
ve özgürlüklerin ancak “kanunla
sınırlanabileceği” kuralının gereğine aykırılık bulunduğuna ilişkin
bir iddiada bulunmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 5275 sayılı
Kanun’un 42. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin öngörülebilir ve
ulaşılabilir bir şekilde “Herhangi bir şeyi
protesto amacıyla veya idareye karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak.” eylemine karşılık disiplin
yaptırımını kabul ettiğinden başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin
kanuni dayanağı olduğu açıktır.
b. Meşru Amaç
42. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru
olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî
güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ile
devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik
olması gerekir (Mehmet Ali Aydın [GK],
B. No: 2013/9343, 5/6/2015, § 57).
43. Başvuru konusu olayda başvurucunun hükümlü olması
nedeniyle yukarıdaki paragrafta belirtilen meşru amaçların cezaevinin kendi
koşulları açısından değerlendirilmesi gerekir. Bu çerçevede protesto yapmak
nedeniyle disiplin cezası verilmesi açısından ceza infaz kurumlarında hükümlü
ve tutukluların hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasında temel meşru amaç;
kamu düzeni ve suçların önlenmesi genel amacı temelinde cezaevinde güvenliğin
ve disiplinin sağlanmasıdır. Protesto yapmak nedeniyle başvurucuya disiplin
cezası verilmesinin cezaevi düzeninin, güvenliğinin sağlanması ve suçun
önlemesi amacıyla yapıldığı, bunun da Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin 26.
maddesinin ikinci fıkrası kapsamında meşru bir amaç taşıdığı sonucuna
varılmıştır.
c. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve
Ölçülülük
44. İfade özgürlüğü bazı sınırlandırmalara tabi olabilir.
İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında
sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan
demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp
bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir (Mehmet Ali Aydın [GK], § 64).
45. 1982 Anayasası’nda belirtilen “demokratik toplum düzeni” kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir
anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik
toplum düzeni” ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’in “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 8.,
9., 10. ve 11. maddelerindeki benzerliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla
demokratik toplum ölçütü; çoğulculuk, hoşgörü, açık fikirlilik ve tolerans
temelinde yorumlanmalıdır (Mehmet Ali Aydın [GK],
§ 65).
46. Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde
sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Demokratik bir hukuk devletinde,
temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hâle getiren
sınırlamalara yer verilemez. Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasını düzenleyen 13. maddesinde de temel hak ve özgürlüklerin özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla
sınırlanabileceği kabul edilmiştir. Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel
hak ve özgürlük açısından farklılık gösterir. Bununla birlikte kanunla
getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların
kullanılmasını ciddi surette güçleştirip amacına ulaşmasına engel olmaması ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir (Mehmet Ali Aydın [GK], § 66).
47. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın
yapılan sınırlamalarda ise bu sınırlamaların demokratik toplum düzeninin
gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka
deyişle öze dokunan sınırlamalar, “demokratik toplum düzeni gerekleri” ve
“ölçülülük ilkesi”ne öncelikle aykırı olacağından
anayasa koyucu, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden
“demokratik toplum düzeni gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” çerçevesinde ayrıca
inceleme yapılmasına gerek görmemiştir (Mehmet
Ali Aydın [GK], § 67).
48. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden
gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir
niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son
önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın
demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına
yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal
ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare niteliğinde değilse
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak
değerlendirilemez (Mehmet Ali Aydın
[GK], § 68).
49. Demokratik toplumun temellerinden olan ifade özgürlüğünün
sadece lehte olduğu kabul edilen ya da zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen
ifadeler için değil; devletin veya toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara
çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de geçerli olduğu
kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum düzeninde geçerli olan
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 24/9/1976,
§ 49).
50. İnfaz hukukuna ilişkin disiplin suç ve cezaları, 5275
sayılı Kanun’un sekizinci bölümünde düzenlenmiş; bu çerçevede uygulanacak
disiplin suç ve cezalarının amacı, mahiyeti, kapsamı, sınırları ve uygulanma
koşulları 5275 sayılı Kanun’un 37. maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur.
Kanun’daki disiplin suç ve cezaları yönünden genel hüküm niteliğindeki bu madde
uyarınca bu Kanun kapsamındaki bir disiplin suçunun oluşabilmesi ve cezasının
uygulanabilmesi için sadece her bir disiplin suçu yönünden belirlenen özel
hükümdeki şartların gerçekleşmesi yeterli olmayıp ayrıca 37. maddedeki
şartların da gerçekleşmesi gerekmektedir. 5275 sayılı Kanun’un 37. maddesine
göre hükümlü hakkında ceza infaz kurumunda düzenli bir yaşamın sürdürülmesi,
güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile
idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu
olarak ihlal ettiğinde eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanun’da
belirtilen disiplin cezaları uygulanacaktır (AYM, E.2013/6, K.2013/111, 10/10/2013).
51. 5275 sayılı Kanun’un 42. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (c) bendinde ceza infaz kurumlarında gerçekleştirilecek "Herhangi bir şeyi protesto amacıyla veya idareye
karşı toplu olarak sessiz direnişte bulunmak" eyleminin bazı
etkinliklere katılmaktan alıkoyma disiplin cezası ile cezalandırılacağı hüküm
altına alınmıştır. Buna göre Kanun’un 37. maddesi de dikkate alındığında Ceza
İnfaz Kurumunda tek başına protesto eylemi yapılmasının disiplin suçunun
oluşabilmesi için yeterli olmayıp bu eylemin Ceza İnfaz Kurumundaki güvenliği
veya disiplini bozacak ya da düzenli yaşamın sürdürülmesini önleyecek şekilde
gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
52. Somut olayda başvurucu, Abdullah Öcalan ve diğer bazı
hükümlülere tecrit uygulandığı iddiası ile ve bu durumu protesto etmek amacıyla
diğer 49 tutuklu ve hükümlü ile birlikte kapalı ve açık görüşe çıkmayacağına
dair dilekçe vermiştir (bkz. § 11). Bunun dışında herhangi farklı bir amacı
olduğuna dair yapılan disiplin soruşturması esnasında ve sonrasında idareye
herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Yukarıda belirtilen ilkeler
doğrultusunda her türlü protesto eylemi değil, sadece bu eylemlerin ceza infaz
kurumlarındaki güvenliği veya disiplini bozacak veya ceza infaz kurumlarındaki
düzenli yaşamın sürdürülmesini önleyecek şekilde gerçekleştirilmesi hâlinin
disiplin cezasına bağlandığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla somut olay
açısından esas olan başvurucunun katıldığı protestonun ceza infaz
kurumlarındaki güvenliği veya disiplini bozacak nitelikte olup olmadığının
incelenmesidir. Bu bağlamda ceza infaz kurumlarındaki güvenliği veya disiplini
bozacak şekilde protesto yapmanın disiplin müeyyidesine bağlanması, tek başına
ifade özgürlüğünün ihlali sonucunu doğurmayacaktır.
53. Başvurucu ve diğer 49 hükümlü/tutukluyla beraber hareket
ederek PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ve diğer bazı hükümlülere tecrit
uygulandığı iddiası ile bu durumu protesto etmek amacıyla kapalı ve açık görüşe
çıkmayacaklarını Ceza İnfaz Kurumu idaresine bildirmişlerdir. Protestoya konu
olayın terör örgütü liderine ilişkin olması ve toplu hareket ederek belirli bir
organizasyon içinde hareket edilmesi Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından Ceza
İnfaz Kurumunun düzeni ve güvenliği açısından tehdit olarak
değerlendirilmiştir. Bu tehdide yönelik olarak Ceza İnfaz Kurumu idaresi, çok
ağır olduğu söylenemeyecek bir disiplin cezası ile düzenin ve güvenliğin
bozulmasını engellemeye yönelik hareket etmiştir.
54. Ceza infaz kurumlarında düzenin ve güvenliğin sağlanması
için toplu eylemlere karşı daha hassas olunması gerektiğinde herhangi bir
tereddüt bulunmamaktadır. Eylemin, pasif veya sessiz olması ya da somut
olaydaki gibi sadece kendilerine tanınan bazı imkânlardan faydalanmaksızın
kendi imkânlarına yönelik olması bu durumu değiştirmemektedir. Özellikle terör
örgütü temelinde hareket edilmesi hâlinde bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır.
Başvuru konusu olayda da terör örgütü liderinin tutulma koşullarına yönelik bir
protesto olması ve bu protestonun toplu olarak yapılması Ceza İnfaz Kurumunun
düzeni ve güvenliği açısından idarenin daha hassas davranmasını gerektirdiği
açıktır. Bu nedenle başvurucuya verilen disiplin cezası, ceza infaz
kurumlarında düzenin ve güvenliğin sağlanması, dolayısıyla kamu düzeninin
sağlanması amacıyla demokratik toplum düzeni bakımından alınması gereken
tedbirler kapsamında kalması kapsamında değerlendirilmiştir. Bu şekilde
demokratik toplum düzeni bakımından alınması gerekli tedbirler kapsamında
başvurucunun ifade özgürlüğü sınırlandırılırken ceza infaz kurumunda düzeninin
sağlanması şeklindeki kamu yararı ile kişilerin ifade özgürlüğü arasında makul
dengenin kurulamadığı kabul edilemez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atilla ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 18139/07, 11/5/2010).
55. Öte yandan başvurucu “3
ay süre ile haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama”
ile cezalandırılmıştır. 5275 sayılı Kanun’un öngördüğü disiplin cezaları ile
karşılaştırıldığında ağır sonuçlar doğurmayan ceza, başvurucunun üç ay süre ile
hükümlünün bir aydan üç aya kadar mektup, faks ve telgraf almak ve yollamaktan,
televizyon izlemekten, radyo dinlemekten, telefon etmekten ve diğer iletişim
araçlarından yararlanmaktan tamamen veya kısmen yoksun bırakılmasını
öngörmektedir. Bu bağlamda başvurucunun ziyaretçi kabulüne ve kurum tarafından
düzenlenecek diğer aktivitelere katılımının engellenmesi söz konusu
olmadığından tecrit şartlarının oluştuğu da değerlendirilemez. Öte yandan
disiplin cezası “3 ay süre ile mektup, faks,
telgraf almaktan ve göndermekten, telefon etmekten mahrum bırakma”
şeklinde infaz edilmiş ve 5275 sayılı Kanun’un öngördüğü televizyon izlemekten,
radyo dinlemekten mahrum bırakma başvurucu açısından uygulanmamıştır (bkz. §
18). Dolayısıyla verilen disiplin cezasının, cezaevinde düzenin ve disiplinin
sağlanması amacını gerçekleştirmek için ölçüsüz bir müdahale olduğu söylenemez
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atilla
ve diğerleri/Türkiye (k.k)).
56. Açıklanan nedenlerle ifade özgürlüğüne yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
6/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.