TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ MÜKERREM FURTUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/9020)
|
|
Karar Tarihi: 6/10/2015
|
R.G. Tarih-Sayı: 20/11/2015-29538
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan
ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir
ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan
GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Nahit
GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
Ali
Mükerrem FURTUN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ölüm olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle
yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/12/2013 tarihinde İstanbul 4. Ağır Ceza
Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun
Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine
karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/5/2015 tarihinde
Bakanlığa bildirilmiş; Bakanlık, görüşünü 13/7/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüşü başvurucuya bildirilmiş ancak başvurucu
bu görüşe karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen ve başvuruya konu soruşturma
dosyalarından tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, halası ve halasının kocası olan müteveffa
Abbas Furtun (A. F.) tarafından 9 yaşında iken evlat
edinilmiştir.
9. Evlat edinen halasının (annesi) 2007 yılında ölmesinden
sonra maddi durumu iyi olan 1926 doğumlu A. F., o dönemde yurt dışında
çalışmakta olan başvurucunun bilgisi dışında kendinden 32 yaş küçük H. F. adlı
kişiyle evlenmiştir.
10. A. F., evlendikten kısa bir süre sonra H. F.nin kendisini terk etmesi üzerine şeker koması teşhisi
ile Ordu Devlet Hastanesine kaldırılmış ve burada 6 gün süre ile tedavi
edilmiştir.
11. Bu olaydan bir süre sonra A. F., yaşlılığından
faydalanılarak kandırıldığı gerekçesiyle eşi aleyhine boşanma davası açmış,
Mahkemece davanın kabul edilmesi neticesinde boşanmalarına ve Yargıtayın ilgili Dairesi tarafından da bu kararın
onanmasına karar verilmiş olmasına rağmen aynı Dairece yapılan karar düzeltme
incelemesi aşamasında açtığı bu davadan feragat etmiştir.
12. A. F., boşanma davasından vazgeçtiği ve eşi ile yeniden
bir araya geldiği sonraki zaman zarfında hastalığı ve yaşı nedeniyle gözetime
ve bakıma muhtaç bir şekilde yaşamış; aynı dönemde belli aralıklarla hastanede
tedavi görmüştür.
13. A. F., sağlık durumunun ağırlaşması nedeniyle 2011 yılı Mart ayı ila 19/8/2011 tarihlerinde özel bir hastanenin
plastik cerrahi, dâhiliye ve yoğun bakım ünitelerinde eşinin refakatinde yatılı
tedavi gördükten sonra genel durumunda kısmi düzelme olduğu gerekçesiyle
taburcu edilmiş ancak 25/8/2011 tarihinde (85 yaşında) evinde yaşamını
yitirmiştir.
14. A. F.nin ikamet ettiği bölgenin
Aile Sağlık Merkezinde görev yapan Doktor M. Y., 26/8/2011 tarihinde saat
10.00’da düzenlediği ölüm tutanağında müteveffanın yaşı, diyabet ve kalp
hastası olduğunu dikkate alarak ölümün mevcut hastalıklar nedeniyle
gerçekleştiğini belirtmiştir.
15. Müteveffanın öldüğü tarihte İstanbul’da ikamet eden
başvurucu, 26/8/2011 tarihinde Ordu Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet
Başsavcılığı) gönderilmek üzere İstanbul Nöbetçi Cumhuriyet Başsavcılığına “ivedi inceleme talepli” olarak verdiği
dilekçesinde özetle “...maddi anlamda
varlıklı bir iş adamı olan babasının (müteveffanın) annesinin ani ölümü
sonrasında sorunlu bir evlilik yaptığını, eşine yönelik ‘yalnızlığından ve
yaşlığından faydalanıp mirasından pay almak için kandırıldığı’ gerekçesiyle
açtığı boşanma davasından, boşanmalarına karar verilmesine ve anılan kararın
Yargıtay tarafından onanmasına rağmen, karar düzeltme incelemesi aşamasında
feragat ettiğini, bu vazgeçme sonrasında kendisiyle olan irtibatının
kesildiğini, hastalığı nedeniyle bakıma muhtaç olduğunu, bu süreçte,
ilaçlarının dozlarına ne derece dikkat edildiği ile yediği yiyeceklere yeterli
dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediği hususlarının şüpheli olduğunu,
ayrıca babasının 26/8/2011 tarihinde kılınacak öğle namazından sonra
defnedileceğine yönelik duyum aldığını” bildirmiş ve “şüpheli
ölüm nedeniyle otopsi yapılarak, fiziksel ve kimyasal muayenelerin yapılmasını”
talep etmiştir.
16. Nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, aynı gün imzaladığı dilekçeyi
soruşturma için kayda almış ve görevlilere, dilekçenin ilgili Cumhuriyet
Başsavcılığına faks aracılığıyla gönderilmesi talimatını vermiştir.
17. Dilekçenin, Cumhuriyet Başsavcılığına müteveffanın defin
işleminin yapılmasından önce ulaşıp ulaşmadığı ile Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından otopsi yapılması talebi hakkında herhangi bir karar verilip
verilmediği soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilememiştir.
18. Bu hususta soruşturma dosyasından edinilen tek bilgi,
müteveffanın ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmaksızın defnedildiğidir.
19. Cumhuriyet Savcısı 26/8/2011 tarihinde saat 17.30’da ölüm
belgesini ve defin ruhsatını düzenleyen Doktor M. Y.nin
tanık sıfatıyla ifadesini almış, adı geçen kişi ifadesinde özetle “26/8/2011 tarihinde saat 10.00 sıralarında ölüm
olayının kendisine bildirilmesi üzerine ölenin evine gittiğini ve tutanakta
belirttiği tespitlerde bulunarak, defin ruhsatını düzenlediğini”
belirtmiştir.
20. Cumhuriyet Başsavcılığı, 19/9/2011 tarihli ve 2011/7853
soruşturma sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Abbas Furtun’un 25/8/2011 tarihinde vefat
ettiği, tanık olarak ifadesi alınan doktor M.Y’nin 25/8/2011 tarihinde düzenlemiş olduğu ölüm
belgesine göre, ölüm nedeninin diyabet ve kalp damar hastalığı olduğunun
belirtildiği, bu hali ile ortada suç veya suç unsurunun bulunmadığı
anlaşılmıştır.”
21. Başvurucunun bu karara itiraz edip etmediği, soruşturma
dosyası içeriğinden belirlenememiştir.
22. Sonraki aşamada 26/9/2011 tarihinde H. F.nin kollukta ifade verdiği (Şüpheli sıfatıyla
alınmamıştır.) görülmüştür. İfadesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“ …oğlu eşimle aramı açtı, bu nedenle bir süre ayrı yaşadık, bu olaylar
nedeniyle ölümünden 8-9 ay önce hastalığı çoğaldı, bu nedenle Ordu’ya benim
yanıma geldi, onu hastaneye götürdüm, burada yatışını yaptılar, ayağında
şekerden doyalı yaralar açılmıştı, hastanede üç ayrı ameliyat geçirdi, önce sağ
ayak parmakları, sonra ayak bileği ve sağ dizden alt tarafı kesildi. Hastanede
kaldığı süreçte ilaçlarını hemşireler ve doktorlar verdiler. Ölümüne dört gün
kala doktorlar ‘ümit yok, hastayı çıkaralım evinize götürün’ dediler. Ben
kalmasını istedim. Doktorlar ‘yapacak bir şey yok’ dediler. Dört günlük sürede
… sayılı yerde bulunan ikametimizde kaldık. Dört gün boyunca evde kaldığı
dönemde herhangi bir ilaç kullanmadık, doktor, ilacı ümit yok diye hastanede
kesmişti. Ölümden sonra doktor A.F’yi
gördü ve ölüm raporunu verdi…ben eşime otopsi yapılmasını istemiyorum…”
23. Soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesine rağmen bu karardan sonra H. F.nin
ifadesine ne için ihtiyaç duyulduğu veya ifadesinin hangi maksatla alındığı
mevcut belgelerden anlaşılamamıştır. Kolluk tarafından düzenlenen 12/9/2011
tarihli fezleke incelendiğinde ifade tutanağında belirtilen tarihte maddi hata
da bulunmadığı görülmüş, bu nedenle ifadenin karardan önce alınmış olma
ihtimalinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
24. Başvurucu, 17/10/2011 tarihinde soruşturmanın
genişletilmesi talebiyle yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve
babasının boşanma davasından gördüğü baskı ve tehdit nedeniyle vazgeçtiğini, bu
süreçte koruma talep edip eşi H. F. ile yakınları hakkında Cumhuriyet
Savcılığına şikâyet dilekçesi verdiğini belirtmiş ve babasıyla ilgilenmeyerek
ölümüne sebebiyet verdiğini ileri sürdüğü H. F. hakkında kamu davası açılması
talebinde bulunmuştur.
25. Cumhuriyet Başsavcılığı, 18/10/2011 tarihli ve
K.2011/4500 sayılı kararında “Şikâyete konu
olayla ilgili yürütülmüş ve sonuçlandırılmış bir soruşturmanın bulunduğu,
ölümün şüpheli olduğu yönünde yeni bir delilin elde edilemediği ve olayda suç
veya suç unsuru olduğu yönünde soyut iddia dışında somut hiçbir delilin
bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
vermiştir.
26. Başvurucunun bu karara itirazı, Giresun Ağır Ceza
Mahkemesinin (Mahkeme) 18/10/2011 tarihli ve 2011/1107 Değişik İş sayılı kararı
ile kesin olarak reddedilmiştir.
27. Başvurucunun Başbakanlık İletişim Merkezine konu ile
ilgili olarak 25/9/2012 tarihinde gönderdiği dilekçe sonrasında olay hakkında
yeniden soruşturma başlatılmış; önceki soruşturmaya ilişkin bilgi ve belgeler,
bu soruşturma dosyası kapsamına alınmıştır.
28. Cumhuriyet Başsavcılığı, müteveffanın tedavisine ilişkin
tüm bilgi ve belgeleri bu soruşturma sürecinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığına
göndererek müteveffanın kasten veya taksirle öldürülmüş olabileceğine ilişkin
bir şüphenin bulunup bulunmadığını, mevcut tıbbi belgeler dikkate alındığında
ölüm nedeninin kesin olup olmadığını ve cesedin üzerinde inceleme yapılabilmesi
için mezarının açılmasının gerekli olup olmadığını sormuş; anılan kurumun
Birinci İhtisas Kurulu raporunda özetle “…19/8/2011
tarihinde genel durumu daha iyi olan müteveffanın, yakınlarına hastalığı
hakkında bilgi verilerek, gerekli tedavileri düzenlendikten sonra taburcu
edildiğini, 25/8/2011 tarihinde ikametinde öldüğünü, ölen hakkında aile hekimi
tarafından düzenlenen ölüm tutanağında ‘ölüm sebebi diyabet ve kalp damar
hastalığı’ olduğunun belirtilip defin ruhsatının düzenlendiği dikkate
alındığında; müteveffanın ölümünün diyabet ve kalp damar hastalığı sonucu
meydana gelmiş olabileceğini, ancak ölüm anına ait tıbbi belge bulunmadığını,
ölümün evde gerçekleştiğini, otopsi
yapılarak dokularda mikroskobik, histopatolojik, toksikolojik analizler yapılamadığından mevcut verilerle
kesin ölüm nedeni, mekanizması ve ilaçların hastaneden taburcu edilmesiyle ölüm
arasında geçen sürede düzenli kullanılıp kullanılmadığı hususunda değerlendirme
yapılamadığını, feth-i kabir suretiyle cesedin
çıkarılarak otopsi yapılması durumunda da yapılacak analizlerle bu hususun
tespitinin mümkün olmadığını” bildirilmiştir.
29. Müteveffanın hastalığının takibini yapan biri plastik
cerrahi, diğeri ise dâhiliye uzmanı olan doktorlar da beyanlarında özetle “Müteveffada şeker hastalığı ve kan dolaşımı
bozukluğunun bulunduğunu, bu hastalıkları sebebiyle ayağının kesildiğini ve
‘genel düşkünlük’ halinin mevcut olduğunu, sürekli bakıma muhtaç bir duruma
geldiğini, en son hastaneye getirilip tedavisi ve kontrolleri yapıldıktan
sonra, hastalığının evde yapılabilmesi için, yakınlarına tedavi konusunda
eğitim verilerek taburcu edildiğini, kendisine şeker hastalığı yönünden insülin
ilaçları yazıldığını, taburcu edilirken herhangi bir enfeksiyon durumu
olmadığını, ancak kesilen ayak ucunda enfeksiyon tekrar edebilecek düzeyde açık
yaralar mevcut olduğunu, zaten enfeksiyonun tekrarlaması nedeniyle de yeniden
hastaneye getirildiğini duyduklarını ve müteveffanın ölümünün şeker hastalığına
bağlı gelişen komplikasyonlar nedeniyle gerçekleştiğini tahmin ettiklerini”
bildirmişlerdir.
30. Ölüm tutanağını düzenleyen Doktor M. Y.nin
yeniden alınan ifadesinde “Müteveffanın
kendinde var olan hastalıklar sonucu öldüğünü hatırladığını”
söylemiştir.
31. H. F. ise bu kez şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde
özetle “Aralarında anlaşmazlık bulunan müştekinin
(başvurucu) müteveffa ile arasını bozmaya çalıştığını, ölümün gerçekleşmesinden
önceki bir yıllık zaman diliminin büyük bir bölümünü, müteveffanın hastalıkları
nedeniyle hastanede geçirdiklerini, müteveffayla ilgilenmemesi, ihtiyacı olan
ilaçları vermemesi gibi bir durumun ise söz konusu olmadığını ve isnat edilen
tüm iddiaları reddettiğini” beyan etmiştir.
32. Başvurucu, müşteki sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle “…babasının, 6 milyon TL civarında bir malvarlığının
bulunduğunu, hastaneden taburcu edilip evine gönderildikten sonra ölümüne kadar
aradan geçen sürece ilişkin olarak herhangi bir soruşturma işleminin
yapılmadığını ve şüpheli H.F.’nin, mirasından
faydalanmak için ilaçlarını vermeyerek, babasının ölümüne neden olduğunu ”
ileri sürmüştür.
33. Cumhuriyet Başsavcılığı, 28/6/2013 tarihli ve K.2013/2987
sayılı kararında özetle “İstanbul Adli Tıp
Kurumu Birinci İhtisas Kurulu raporu, şüpheli H.F.’nin
ifadesi, müteveffanın hastalığını takip eden doktorlar ile ölüm tutanağını
düzenleyen doktorun ifadeleri dikkate alındığında, kamu davası açmaya yeter
delil elde edilemediği” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına
karar vermiştir.
34. Başvurucunun anılan karara itirazı, Mahkemenin 2/10/2013
tarihli ve 2013/1037 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir.
Mahkemenin gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“ … Tüm soruşturma evrakı kapsamı dikkate alındığında; şüpheli H.F’ nin eşi olan ölen A. F.’nin
tedavisini kasten ihmal ederek öldürdüğüne dair kamu davası açmaya yeter delil
elde edilemediğinden…”
35. Bu karar başvurucuya 15/11/2013 tarihinde bildirilmiş;
başvurucu, süresi içinde 13/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
36. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun “Ölünün kimliğini belirleme ve
adli muayene” kenar başlıklı 86. maddesinin (2) ve (3) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(2) Ölünün adli muayenesinde tıbbi belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm
nedenini belirlemek için tüm bulgular saptanır.
(3) Bu
muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim tarafından
görevlendirilerek yapılır.”
37. 5271 sayılı Kanun’un “Otopsi”
kenar başlıklı 87. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(1) Otopsi, Cumhuriyet savcısının huzurunda
biri adlî tıp, diğeri patoloji uzmanı veya diğer dallardan birisinin mensubu
veya biri pratisyen iki hekim tarafından yapılır. Müdafi veya vekil tarafından
getirilen hekim de otopside hazır bulunabilir. Zorunluluk bulunduğunda otopsi
işlemi bir hekim tarafından da yapılabilir; bu durum otopsi raporunda açıkça
belirtilir.
…
(4) Gömülmüş bulunan
bir ceset, incelenmesi veya otopsi yapılması için mezardan çıkarılabilir. Bu
husustaki karar, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde
mahkeme tarafından verilir. Mezardan çıkarma kararı, araştırmanın amacını
tehlikeye düşürmeyecekse ve ulaşılması da zor değilse ölünün bir yakınına
derhal bildirilir.
…”
38. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya
yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının
açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma
olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu
karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş
şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.”
39. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet
savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014
tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki
ilgili kısımları şöyledir:
“(1)
Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ
edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet
savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır
ceza mahkemesine itiraz edebilir.
…
(6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet
savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden
verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta
karar vermesine bağlıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 6/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 13/12/2013 tarihli ve 2013/9020 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
41. Başvurucu, babasının şüpheli ölümüyle ilgili olarak
etkili bir soruşturma yapılmadığını, definden önce otopsi işlemi yapılması
talebinde bulunmasına rağmen bu işleminin yapılmaması sonucu kesin ölüm
nedeninin tespit edilemediğini, soruşturmalar sonucunda verilen kovuşturmaya
yer olmadığı kararlarına karşı yaptığı itirazların ise gerekçeden yoksun bir
şekilde reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınan yaşam, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
ile Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile tüm sonuçlarının ortadan
kaldırılması taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
42. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, babasının ölümüne ilişkin
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturmanın, delillerin toplanması
yönünden etkili olmaması ile soruşturma sonucunda verilen kararlara karşı
yaptığı itirazların gerekçesiz reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder. Bu nedenle ceza soruşturmasında mağdur (suçtan zarar
gören) konumunda olan başvurucunun iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkı ile ilişkili görülerek değerlendirmenin
anılan bu madde kapsamında yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
44. Bakanlığın görüşünde, öncelikli olarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesinin ilk cümlesinde devlete yalnızca kasıtlı
ve kanunsuz ölüme sebebiyet vermekten kaçınma zorunluluğu değil; aynı zamanda
egemenlik alanı içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumaya yönelik gerekli
tedbirleri alma zorunluluğu getirdiği, Sözleşme’nin 2. maddesinin devlete
belirlenen koşullarda kişiyi üçüncü şahıslara, istisnai koşullarda da kişinin
kendisine karşı koruması için yetkililere uygulamaya yönelik önleyici pozitif
yükümlülük yüklediği, bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü
kapsamında ölümün nedenlerini etkili bir şekilde soruşturma ve sorumluları
tespit ederek cezalandırma ödevinin de bulunduğu ifade edilmiştir.
45. Bakanlık görüşünde, yine AİHM kararlarına dayanılarak
soruşturma açılması için ölen kişinin yakınlarının resmî bir başvurusu yapması
beklenmeksizin yetkililerin resen harekete geçmesinin ve maktulün ailesinin
meşru çıkarlarının korunması için gerekli olduğu ölçüde soruşturmanın
kendilerine açık olmasının gerektiği belirtilmiş, etkili soruşturma için zımni
olarak bir çabukluk ve makul bir hızlılık şartının da bulunduğu ifade
edilmiştir.
46. Bakanlık görüşünde, bu kapsamda somut olaya ilişkin
olarak herhangi bir kabul edilemezlik nedeni ileri sürülmemiş ve soruşturmada
yapılan işlemler tek tek sıralanmak suretiyle 2011 yılında açılan soruşturmalar
döneminde başvurucunun babası ve H. F. arasındaki aile hukuku uyuşmazlıkları da
gözetilerek dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmemiş ve feth-i
kabir yapılması durumunda başvurucunun babasının gerçek ölüm nedeninin tespit
edilip edilemeyeceği noktasında teknik ve tıbbi bir değerlendirmenin
istenilmemiş olmasının devletin yaşama hakkını koruma bağlamında sahip olduğu
soruşturma yükümlülüğüne uygunluğu konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait
olduğunun düşünüldüğü bildirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru
hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği
gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak
yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından
yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin oğludur. Bu
nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41).
48. Ayrıca başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal
edildiğine dair iddiasının 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı tespit edilmiştir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu, etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle
Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal
edildiğini de iddia etmiştir.
50. Başvurucunun, soruşturmanın etkili yürütülmediği
yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulunmayarak Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında incelendiğinden ayrıca bu kapsamda Anayasa’nın 40. maddesinin de
ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesine gerek görülmemiş olup bu yöndeki
şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir.
2. Esas
Yönünden
a. Genel
İlkeler
51. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve
manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
52. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen
istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği
belirtilmiştir. Bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü
kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek
cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine
getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten
uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki
negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü
oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B.
No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
53. Bireyin bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi
tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde
bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması
hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel
yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın
yapılmasını gerektirir (Salih Akkuş,
§ 30).
54. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil, uygun
araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada başarılı olunması
veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması
gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma, kural olarak olayın
gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun
kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak
nitelikte olmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mikheyev/Rusya, B. No: 77617/01, 26/1/2006, § 107).
55. Soruşturma yükümlülüğünün amacı yaşam hakkını koruyan
mevzuat hükümlerinin etkili şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına
ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun
araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen
değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. Maddesinin başvuruculara üçüncü
tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği,
tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma
ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
56. Ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm
olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan
bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
57. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, kural olarak başvurucuların
yakınının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı, titiz ve hızlı bir
çalışma sonucunda elde edilen deliller ışığında soruşturma ve ilk derece
yargılama makamlarının olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku
duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm sebeplerini kesin olarak saptamaya
ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği kanısına varılan
durumlarda yürütülen soruşturmaların ve davaların, derinliği ve ciddiyeti
üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla
yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya çelişkili
olduklarının ileri sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 95).
58. Yukarıda sayılanlara ek olarak
yürütülecek soruşturmalarda, soruşturmanın makul bir hızla gerçekleştirilme ve
özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette bazı durumlarda soruşturmanın
veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler
bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada
yetkililerin hızlı hareket etmeleri; yaşanan olayların daha sağlıklı bir
şekilde aydınlatabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını
sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız
kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme
sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No:
2013/6359, 10/12/2014, § 96).
59. Yürütülecek ceza soruşturmalarının
etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap
verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine
açık olmasıdır. Buna ek olarak her olayda ölen kişinin yakınlarının, meşru
menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları
sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 58).
b. İlkelerin Başvuruya Uygulanması
60. Yukarıda belirtilen usul yükümlülüğü kapsamındaki ilkeler
bağlamında somut olay, öncelikle soruşturmanın etkililiği adına aranan, ölüm
olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün
delillerin toplanması ve elde edilen delillerin kapsamlı, tarafsız analizine
dayalı olarak sonuca ulaşılması ölçütleri açısından değerlendirilecektir.
61. Öncelikle belirtilmesi gereken husus, soruşturmanın
etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki incelemenin, başvuruya konu
soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişeceği, buradaki etkililiğin ilgili
tüm olaylar temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak
değerlendirilmesi gerektiğidir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından
her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya
benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Velcea
ve Mazare/Romanya, B. No: 64301/01,
1/12/2009, § 105).
62. Bu nedenle başvuruya ilişkin soruşturmanın kendine özgü
koşulları ile pratik gerçekleri dikkate alınarak soruşturmada etkililik adına
uygun araçların kullanılması yükümlülüğünün yerine getirildiği, buna rağmen bir
sonuca ulaşılamadığının anlaşılması hâlinde soruşturma yetkililerinin bir
ihmali veya onlara yüklenebilecek bir eksikliğin bulunduğu söylenemeyecek
dolayısıyla usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılamayacaktır.
63. Diğer taraftan AİHM kararlarında da açıkça belirtildiği
üzere yaşam hakkının korunması bakımından yetkili mercilerin; olaylara ilişkin
görgü tanıklarının ifadelerini, bilimsel ve teknik verileri, gerektiğinde
maktulün vücudundaki zedelenmeler de dâhil tüm bulguları tam ve belirgin bir
şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun toplanabilmesi için makul olan tüm
tedbirleri almaları gerekir (Gül/Türkiye, B.
No: 22676/93, 14/12/2000).
64. Başvuruya konu soruşturmada, başvurucu tarafından
26/8/2011 tarihinde ölümün şüpheli olduğu ileri sürülerek otopsi işleminin
yapılması talep edilmiş; adı geçenin bu konuda ikamet ettiği İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe, ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından
aynı tarihte kayda alınmış ve talebin yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesi yönünde işlem yapılmıştır.
65. Başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden, söz konusu
dilekçenin Cumhuriyet Başsavcılığına hangi zaman diliminde ulaştığı yönünde
kesin bir tespit yapılamış ise de Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından başvurucunun talebi doğrultusunda bir soruşturma
başlatılarak ölene ilişkin defin ruhsatını düzenleyen doktorun bilgi ve
görgüsünün aynı gün saat 17.30’da alındığı görülmüştür.
66. Başvuruya konu olayda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından,
ölümün şüpheli olduğunun ileri sürülmesi üzerine aynı gün olaya ilişkin bir
soruşturma açılmasına rağmen başvurucuya ait dilekçe Başsavcılıklarına
müteveffanın defninden önce gelmiş ise bu işlemden önceki zaman diliminde, aksi
durumda ise derhâl mezar açılması işlemi yapılarak müteveffaya ait ceset
üzerinde otopsi işlemi uygulanması yoluna gidilmemiştir.
67. Soruşturmanın ilk aşamalarında yetkili mercilerin, ölümün
şüpheli olduğu yönünde bir iddianın da bulunmasına rağmen ölüm nedeninin
belirlenebilmesi yönünde ölü muayene ve otopsi işlemi yapmak için herhangi bir
adım atmadıkları görülmüştür.
68. Soruşturmanın sonraki aşamalarında anılan eksiklik fark
edilerek müteveffaya ait tüm tıbbi bilgi ve belgeler Adli Tıp Kurumuna
gönderilmiş ve kesin ölüm nedeni ile otopsi yapılmasının soruşturmaya bir yarar
sağlayıp sağlamayacağı hususları sorulmuşsa da gerek zamanında otopsi işleminin
yapılmaması gerekse soruşturmadaki temel suçlamaya ilişkin hususlarda görüş
bildirilmesinin istenmemiş olması nedeniyle anılan Kurum, sorulan hususlarda
kesin bir görüş verememiştir.
69. Öncelikle başvuruya konu olay bakımından otopsi,
müteveffanın bakımsız bırakıldığına, hastalığına ilişkin ilaçların
verilmediğine ve bu şekilde ölümüne neden olunduğuna ilişkin iddiaların gerçek
olup olmadığını ortaya koyabilecek nitelikte önemli bir delildir. Bu nedenle
soruşturma mercileri tarafından bu delilin zamanında toplanabilmesi için makul
olan tedbirlerin alınmaması, soruşturmada derinliği üzerinde etki gösterecek
nitelikte bir eksiklik meydana getirmiştir.
70. Soruşturmada, bu nitelikte bir eksiklik bırakıldıktan
sonra ölüm nedeninin belirlenebilmesi yönünde yapılan diğer araştırmalarda
soruşturmadaki temel suçlamaya konu olan taburcu edilme sırasında kendisine
reçete edilen “insülin” ilacının
müteveffaya verilmemesinin, ölüm sonucunu meydana getirmeye elverişli olup
olmadığı Adli Tıp Kurumuna sorulmamış, böylelikle -zamanında otopsi yapılmamış
olsa bile- ölüm sebebinin belirlenmeye çalışılması yoluna gidilmemiştir.
71. Soruşturma sonucunda elde edilen müteveffanın muhtemelen
kendisinde var olan hastalık ve genel düşkünlük sonucunda öldüğü bilgisi,
otopsi işleminin yapılmaması ve Adli Tıp Kurumuna, müteveffaya reçete edilen
ilacın verilmemesinin iddia edildiği gibi ölüm üzerinde bir etkisinin bulunup
bulunmadığının sorulmaması, ölüm üzerindeki şüpheleri tam olarak giderememiştir.
72. Diğer taraftan tanık olarak dinlenen Dâhiliye Uzmanı
Doktor M. Ş.nin ifadesinde, müteveffanın hastaneden
taburcu edilmesinden önce evde tedavi edilebilmesi için yakınlarına eğitim
verdiğini, ayrıca sürekli bakıma muhtaç hâle gelen müteveffanın şeker hastalığı
yönünden kendisine “insülin”
ilacı reçete ettiğini belirttiği ve hastanenin iç hastalıkları kliniği günlük
notları “çıkış önerileri”
bölümünde de “hastaya, hastalıkları ve
ilaçları hakkında bilgi verildi” ibaresinin yazıldığı görülmüştür.
73. Şüpheli H. F.nin 26/9/2011
tarihinde kolluğa verdiği ifadesinden müteveffaya, iyileşme umudu kalmadığı
gerekçesiyle doktorlar tarafından kendileri hastanedeyken ilaç verilmesinin
kesildiğini ileri sürerek müteveffa taburcu edildikten sonraki dönemde
kendisinin de ilaç vermediğini açıkça söylediği, sonraki aşamada verdiği
ifadesinden ise ilaçları vermemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını
belirttiği anlaşılmıştır.
74. Açıkça görüldüğü üzere şüphelinin her iki ifadesi
arasında ölüm olayının aydınlatılması bakımından kritik öneme haiz olan
müteveffaya ilaç verip vermediği hususunda ciddi çelişkiler bulunmaktadır.
Şüphelinin, müteveffaya yaşamını devam ettirmesi için gerekli olan ilacı verip
vermediği ile vermemiş ise ölümün bu nedenle gerçekleşip gerçekleşmediği,
soruşturmanın temelini oluşturan ve yanıtlarının bulunması hâlinde ölüm
olayının nedenini kesin olarak ortaya koyabilecek nitelikte iki önemli
husustur.
75. Buna rağmen soruşturma mercilerince, bu ifadeler
arasındaki derin çelişki üzerinde hiç durulmamış ve şüphelinin önceki ifadesi
herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamıştır. Diğer taraftan soruşturma
sonucunda verilen kararlar ve bu kararlara itiraz üzerine Mahkemece yapılan
inceleme sonucunda verilen ret kararlarında şüphelinin ilk aşamada verdiği
ifadesinden hiç bahsedilmemiş ve/veya hangi nedenle sonraki aşamada verdiği
ifadesine üstünlük tanındığı konusunda herhangi bir değerlendirmeye yer
verilmemiştir.
76. Soruşturma mercileri, şüpheli tarafından kendisine isnat
olunan eylemin başka bir gerekçeyle de olsa gerçekleştirildiğinin kabul
edildiğini dikkate alıp eylemin ölüm üzerindeki mutlak veya muhtemel etkisini
araştırıp sonucuna göre de şüphelinin sorumluluğunu tartışmamışlardır.
77. Ayrıca soruşturma mercileri, ölümle sonuçlanabilecek bu
tür bir eyleme maruz kalındığının ortaya konabildiği olaylarda, bazı
eksiklikler nedeniyle zamanında otopsi yapılmaması ya da yapılamaması sonucu
kesin ölüm nedeni belirlenememiş olsa bile faillerin yaşam hakkı çerçevesinde
sorumlu tutulabileceklerini göz ardı etmişlerdir.
78. Sonuç olarak başvuruya konu olay ve soruşturmanın pratik
gerçekleri dikkate alındığında soruşturma mercilerince ölüm olayının nedeni ve
varsa sorumluların tespiti bakımından elde edilmesi mümkün olan tüm delillerin
toplanmaması ve toplanabilmesi için makul olan tüm tedbirlerin alınmaması
suretiyle soruşturmanın derinliği ile ciddiyetine etki edecek birtakım
eksiklikler bırakıldığı gibi, elde edilen bulguların tamamının kapsamlı bir
analizinin de yapılmadığı, dolayısıyla yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma
yükümlülüğün ihlaline sebep olunduğu sonucuna varılmıştır.
79. Öte yandan yaklaşık bir yıl süren soruşturmanın makul bir
özen ve hızla yapılmadığı ile başvurucunun etkili katılımının sağlanmadığının
da söylenebilmesini mümkün kılan herhangi bir nedenin bulunmadığı
anlaşılmıştır.
80. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan usul yükümlülüğü kapsamındaki etkili soruşturma yürütme (delil
toplama) yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
81. 6216 sayılı
Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
82. Mevcut
başvuruda etkili bir soruşturma yürütülmemesinden dolayı yaşam hakkını
düzenleyen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğinin tespit edilmiş olduğu
gerekçesiyle ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın, ilgili
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
83. Başvurucu,
ayrıca yargılama giderinin kendisine ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu
tarafından yapılan yargılama giderinin de başvurucuya ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, Anayasa’nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvuru konusu olayda yaşam hakkı
kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden soruşturma yapmak üzere kararın bir örneğinin Ordu
Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesinin
ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
E. Başvurucu tarafından yapılan ve başvuru
harcından ibaret 198,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben
başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
6/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.