TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YILDIZ KURT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2625)
|
|
Karar Tarihi: 8/5/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Yıldız KURT
|
Vekili
|
:
|
Av. Kemal DERİN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, terör olayları nedeniyle
1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların
karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde
açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının
yaklaşık 7 yıl 7 ay sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam, özgürlük
ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürerek tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Adana 1. İdare
Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına,
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013
tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 25/9/2013
tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, karşı cevap olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş
sunmamıştır.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Siirt ili, Pervari ilçesi, Okçular köyünde
ikamet etmekte iken 1992 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle
köyünden göç etmiştir.
9. Başvurucu, 8/3/2005 tarihinde,
göç etmesi nedeniyle uğramış olduğu zararların karşılanması talebiyle, 5233
sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki
Kanun kapsamında kurulan Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına
başvuruda bulunmuştur. (Komisyon kayıtlarında başvuru tarihi 15/4/2005
olarak yer almaktadır.)
10. Komisyon, 7/5/2010 tarih ve
2010/1-4574 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin boşaltılmadığını,
köydeki seçimlerin düzenli yapıldığını ve nüfus sayımlarında önemli miktarda
nüfus tespit edildiğini belirterek talebi reddetmiştir.
11. Komisyonun verdiği ret kararı üzerine başvurucu,
Diyarbakır İdare Mahkemesine 28/7/2010 tarihinde dava
açmıştır. Dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat işleminin
yapılmasının ardından Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/12/2011
tarihli ara kararı ile dava dosyasının yetki yönünden reddedilerek 25/7/2011
tarihinde faaliyete geçen Batman İdare Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmesine
karar verilmiştir. Mahkeme, 23/3/2012 tarih,
E.2012/1790 ve K.2012/2038 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin tamamen
boşaltılan yerlerden olmadığı, köydeki seçimlerin düzenli yapıldığı, nüfus
sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit edildiği ve başvurucunun sübjektif
güvenlik algısı nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı zararların idarece
karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
vermiştir.
12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay 15.
Dairesinin 6/12/2012 tarih, E.2012/7026 ve
K.2012/13141 sayılı kararıyla onanmıştır.
13. Onama kararı üzerine başvurucu, zorunlu bir iç hukuk yolu
olmadığı ve sonuç alamayacağı düşüncesiyle, karar düzeltme yoluna
başvurmamıştır.
14. Başvurucu Danıştay 15. Dairesinin temyiz talebinin
reddine ilişkin kararının 11/4/2013 tarihinde
kendisine tebliğinden sonra 15/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un “Amaç”
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
16. Aynı Kanun’un “Kapsam”
kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun
kapsamı dışındadır:
…
d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal
sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.”
17. Aynı Kanun’un “Zarar
tespit komisyonları” kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun
kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir
başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı
komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri,
sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu
görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim
kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat
komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk
haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş
yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.”
18. Aynı Kanun’un “Başvurunun
süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı 6.
maddesi şöyledir:
“(Değişik: 28/12/2005
- 5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya
yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün
içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın
gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine
başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak
başvurular kabul edilmez.
…”
19. Aynı Kanun’un “Karşılanacak
Zararlar” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla
karşılanabilecek zararlar şunlardır:
a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer
taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.
b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm
hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.
c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından
kaynaklanan maddî zararlar.”
20. Aynı Kanun’un “Zararın
Tespiti” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“7 nci
maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî
mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar
görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz
önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına
uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.”
21. Aynı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara
başvurmaları hâlinde, 19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4
üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri
uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.”
22. Aynı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna
28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen
geçici 1 inci madde gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi,
maddelerde öngörülen sonuçlandırılma süresinin bitiminden itibaren bir yıl
uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması
halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere
uzatabilir.”
23. Aynı Kanun’un geçici 4. maddesi şöyledir:
“(Ek: 24/5/2007-5666/1
md.) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde,
19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına
giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru
tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve
başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her
defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.”
24. 5233 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi gereğince yapılan
başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013
tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın 1.
maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
25. Danıştay 10. Dairesinin 30.12.2008 tarih ve E.2008/4141,
K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:
“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların
5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından
tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma
kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının
araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.
…”
26. Danıştay 10. Dairesinin 31/12/2008
tarih ve E.2008/5548, K.2008/9733sayılı kararı şöyledir:
“…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin
değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle
uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı
bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece
veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların
tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi,
terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle
uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe
kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna
ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde
güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir.
Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise
objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen
kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir.
Bu kabule göre,
uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından
kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı
tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı
bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık
süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde
hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
…”
27. Danıştay 10. Dairesinin 20.2.2009 tarih ve E.2008/6679,
K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:
“…Dava konusu olayda;
komisyonca düzenlenen tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç
Köyü'nde herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993
yılında bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu
sisteminin getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam
ettiği, diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör
olayları sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri
hususlarında çekişme bulunmamaktadır.
Buna göre, sadece geçici köy korucularının yaşadığı köyün,
güvenli bir yerleşim yeri olduğundan bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik
kaygısı nedeniyle köyü terk eden davacının 5233 sayılı Yasa
kapsamında uğradığı bir zararı olup olmadığının tespiti ve saptanan zararının
tazmini gerekirken, başvurusunun reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde
hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte görülmemektedir.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
28. Mahkemenin 8/5/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/4/2013 tarih ve 2013/2625 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, terör olayları nedeniyle
köyünde çatışmasız bir ortam temin edilemediği ve köy korucusu olmayı kabul
etmediği için köyünü terk etmek zorunda kaldığını, bu dönemde köyde kalan
malvarlığına erişemediğini, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı
idari başvurudan ve akabinde açtığı davadan sonuç alamadığını, bu yargılama
esnasında tanık beyanlarının dikkate alınmadığını, yeterli ve etkin bir
araştırma yapılmadığını, silahların eşitliği ilkesine aykırı davranıldığını,
kendi lehine olan delillerin toplanmadığını ve başvurusunun karara
bağlanmasının yaklaşık 8 yıl sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam,
özgürlük ve güvenlik, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
30. Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla yaptığı idari
başvurudan ve ardından açtığı davadan Okçular köyünün tamamen boşalan yerleşim
yerlerinden biri olmadığı gerekçesiyle reddedildiği için bir sonuç alamadığını,
oysa Okçular köyünün bir çok defa silahlı saldırıya uğradığını, köy merkezinde
ve civarında silahlı çatışmalar yaşandığını, Jandarma Genel Komutanlığının 3/6/2010 tarihli cevap yazısında bu durumun teyit
edildiğini, bu nedenlerle köyü terk etmek zorunda kaldığını ve köy merkezi
dışında kalan taşınmazlarından yararlanamadığını, tüm bunlardan dolayı mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
31. Başvurucu, ayrıca, Okçular köyü ve civarında yıllar
itibariyle gerçekleştiğini ileri sürdüğü baskınlara ve çatışmalara yer vererek
güvenliğin nesnel olarak sağlandığı ve köyün güvenlik nedeniyle
boşalmadığı/boşaltılmadığı iddialarının yersiz olduğunu ve bu suretle yaşam,
özgürlük ve güvenlik ile etkili başvuru haklarının da ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
32. Başvurucunun söz konusu haklara dayanarak doğrudan
kendisine yönelen eylemlere ilişkin bir ihlal iddiası bulunmamakta olup bu
bölümde ileri sürülen iddiaların köyün güvenlik nedeniyle boşaldığı ve bu
nedenle kendisinin maruz kaldığı zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında
karşılanması gerektiğini ortaya koymak adına yapıldığı görülmektedir.
Başvurucunun bu yöndeki iddiaları bu başlık altında incelenecek olup söz konusu
haklar kapsamında ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
33. Bakanlık görüşünde, mülkiyet
hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin (AİHM) mülkiyet hakkı konusunda benimsediği ilkelere
değinilmiş, mülkiyetin korunması hakkının mutlak bir hak olmayıp devlete, özel
ve tüzel kişilere ait olan mülkleri yasalarda belirtilen koşullar altında
kullanma ve hatta bu kişileri bunlardan mahrum etme yetkisi de tanınabileceği,
bu kapsamda ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde 1985 yılından itibaren
güvenlik sorunları nedeniyle bazı köy ve kasabaların boşaltıldığı ve AİHM’nin
ilgili şahısların köylerine girişlerinin reddedilmesinin, başvuranların
mülkiyet haklarına bir müdahale teşkil ettiği sonucuna vardığı, bu karardan
sonra bu kişilerin zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun’un
kabul edildiği ifade edilmiştir.
34. Bakanlık görüşünde, ayrıca AİHM’nin
özellikle silahlı çatışmalar, genel şiddet, insan hakları ihlalleri göz önüne
alındığında, yetkili makamların, olağanüstü hal bölgesinde güvenliği sağlamak
için istisnai tedbirler almalarını mecbur tutan bu müdahalenin dayanaktan
yoksun olmadığı, bu müdahale nedeniyle meydana gelen zararları gidermek için
oluşturulan iç hukuk yolunun ulaşılabilir ve etkin olduğu, temel olayların
tespit edilmesi veya maddi tazminat hesaplaması gibi konulardaki
değerlendirmelerin iç hukuk yolu olarak Komisyon tarafından yapılacağı sonucuna
vardığı görüşüne yer verilmiştir.
35. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili özetle şu
değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda başvurucu Siirt ili, Pervari
ilçesi, Okçular köyünde ikamet etmekte iken, meydana gelen terör olayları
nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmiştir. Hâlbuki Komisyon tarafından
yapılan araştırma sonucunda Okçular köyünün terör nedeniyle tamamen
boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı tespit edilmiştir. Bu araştırma
yapılırken 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesine uygun olarak ilgili tüm kurum ve
kuruluşlardan bilgi ve belge temininde bulunulmuştur. Komisyon tarafından
Okçular köyünde keşif yapılarak başvurucuya ait taşınır ve taşınmaz malların
tespiti yapılmıştır. Yapılan bu araştırma sonucunda, Okçular köyü ve
mezralarının boşalan/kısmen boşalan köyler arasında yer almadığı, her beş yılda
bir muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, köyde korucu ve korucu aileleri dışında
da vatandaşların ikamet ettiği, köy okulunun 1989 yılından araştırma tarihine
kadar açık olduğu, yıllar itibariyle köydeki nüfusun bildirildiği tespit
edilmiştir. Tüm bu somut araştırmalar sonrasında Komisyon söz konusu köyün
terör olayları nedeniyle tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı sonucuna
vararak başvurucunun talebini reddetmiştir. Bu karara karşı başvurucu
tarafından idari yargıda iptal davası açılmışsa da bu dava da aynı gerekçeyle
reddedilmiştir. Böylelikle başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı
kesinleşmiş kararla tespit edilmiştir. Komisyon ve devamında idari yargı
tarafından yapılan bu araştırma Danıştay içtihatlarıyla da uyumludur.
36. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne
karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.
37. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
38. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz bir takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
39. Başvurucunun iddiaları incelendiğinde, 5233 sayılı
Kanun’un İdare tarafından yanlış yorumlanması sonucu “ikamet edilen yerin boşaltılması” şartının
arandığını, ancak ikamet ettiği alanlarda gerçekleşen şiddet olayları nedeniyle
güvenliğin bulunmadığını ve malvarlığından “barışçıl”
olarak yararlanamadığını ileri sürmektedir.
40. Başvurucunun taleplerinin reddine ilişkin 7/5/2010 tarihli Komisyon kararı ve derece mahkemelerinin
karar gerekçeleri incelendiğinde, iddiaların özünün 5233 sayılı Kanun’un
kapsamına ilişkin hükümler içeren 2. maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendinde
yer verilen “Terör dışındaki ekonomik ve
sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi
istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları
zararlar.” ifadesinin Komisyon ve derece mahkemeleri tarafından
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
41. Başvurucu her ne kadar iddialarını
mülkiyet hakkına dayanarak ileri sürmüşse de, başvurucunun dava ve temyiz
dilekçelerinde de aynen ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve
mahkemelerin delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının
mahkeme tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine olmayan
mahkeme kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun
ileri sürdüğü iddiaların ve delillerin derece mahkemeleri tarafından
değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
42. Nitekim Batman İdare Mahkemesinin 23/3/2012
tarih ve E.2012/1790, K.2012/2038 sayılı kararında 5233 sayılı Kanun kapsamında
hangi hallerde uğranılan zararların tazmin edilebileceği şu şekilde ifade
edilmiştir:
“5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan
maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya
"terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir
yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına
ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre
idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka deyişle, bir yerleşim yerinin
güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan
halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde yerleşim yerinin
boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek
sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür.
Dolayısıyla, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen
boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi
zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır.
Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o
yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari
güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir.
Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yasayan kişilere ve sözü edilen
kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi
gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe
karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden
kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği
şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak,
bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde
sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim
yerini terk etmiş olması halinde, bir başka İfade ile bu şekilde bir yerleşim
yeri kısmen boşalmış ise yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da
güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı
malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa
hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır.”
43. Mahkemenin kararında Siirt ili Pervari ilçesi Okçular
köyüne ilişkin şu değerlendirmelere yer verilerek davacının (başvurucunun)
uğradığını ileri sürdüğü zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminin
mümkün olmadığına ve davanın reddine karar verilmiştir:
“Batman İdare
Mahkemesinin E:2012/1429 sayılı dava dosyasında ve Mahkememizin bu köye ait
muhtelif dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerden; Pervari İlçe Jandarma
Komutanlığı’nın 28.01.2010 tarih ve 417 sayılı yazısı ekinde bulunan Pervari
İlçe Jandarma Komutanlığı'na Bağlı Köy ve Mezralara Ait Çizelgede Siirt İli
Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün tamamen boşalan/boşaltılan köyler arasında yer
almadığı, köyün durumunun dolu olarak ifade edildiği, genel nüfus sayımları ve
tespitlerine göre Okçular Köyü'nde 1990 yılında 753, 1997 yılında 899, 2000
yılında ise 1002 kişinin yaşadığı, köyde 1989, 1994, 1999, 2004 ve 2009
yıllarında muhtarlık seçiminin düzenli olarak yapıldığı, köyde geçici köy
koruculuğu sisteminin getirildiği görülmektedir.
Davacı vekili
tarafından Okçular Köyü'nde askeri bir üssün bulunduğu ve nüfus sayımı
sonuçlarının bu nedenle fazla çıktığı iddia edilmekte ise de; bu hususun
açıklığa kavuşturulması için Mahkememizin E.2012/1429 sayılı dava dosyası ve
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi'nin 2010/1924 esasına kayıtlı davada ara karan
ile Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığımdan köy halkından olup köyde yaşayan
şahısların sağlıklı olarak tespit edilebilmesi amacıyla Pervari İlçesi Okçular
Köyü'nde bulunan jandarma karakolunda sayım yapılan 1990, 1997 ve 2000 yılında
görevli personel ve asker sayılarına ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği,
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı'nın ara kararına cevabi yazısında ara
kararıyla talep edilen düzeyde bilgi derlenmediği, bu nedenle istenen
bilgilerin gönderilemeyeceğinin bildirildiği görülmektedir. Bunun yanısıra, Mahkememizin E.2012/1429 esasına kayıtlı
dosyasında 13.01.2011 tarihli ara karan ile davalı idareden köy korucusu (ve
ailesi) ve asker (ve ailesi) olanlar dışında köyde yaşayanların bulunup
bulunmadığı, varsa sayısına ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği, ara
kararına cevaben gönderilen 02.02.2011 tarihli Jandarma Tutanağında 1990 yılına
ait istenilen belgelere ulaşılamadığı, 1997 yılında köyde 90 korucunun
bulunduğu, bunlar dışında 20 hanenin korucu olmadığı ve korucu olmayanların ise
yaklaşık 250 kişi olduğu. 2000
yılında ise köyde 85 adet korucunun bulunduğu, korucu hariç köyde 13 hanenin,
yaklaşık 100 kişinin yaşadığının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Türkiye istatistik Kurumu
Başkanlığı Siirt Bölge Müdürlüğü'nün 15.01.2010 tarih ve 67 sayılı yazısında,
Okçular Köyünün 1997 yılına ilişkin 899 kişilik nüfusunun 489'unun ikametgaha göre nüfus olduğu ve nüfus tespit günü
ikametgahlarını Okçular Köyü olarak beyan ettiklerinin bildirildiği
görülmektedir.
Yukarıda yer verilen
açıklamalara göre, Siirt İli Pervari İlçesi Okçular Köyü'nün boşalan ve/veya
boşaltılan yerleşim yerlerinden olmadığı, nüfus sayımlarında köyde bulunan
askeri birlik personelinin sayısı konusunda açık ve net bir bilgi bulunmamakla
birlikte, köyde askeri personel ve geçici köy korucudan dışında yaşayan/ikamet
eden sivil vatandaşların bulunduğunda, köyün tamamen
boşalmadığı/boşaltılmadığında kuşku ve duraksamaya yer bulunmamaktadır.”
44. Mahkemenin bu kararı, 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin
yorumu kapsamında başvurucuların zararının tazmin edilebilmesi için köyün ya da
mezranın tamamen boşalmış/boşaltılmış olması veya anılan yerleşim yerlerinde
sadece geçici köy korucularının kalması şartını arayan Danıştay’ın yerleşik
içtihatlarına (§§ 25–27) uygun olup herhangi bir keyfilik içermemektedir.
45. Böylelikle başvurucunun mülkiyetinde bulunan mallarını
terör dolayısıyla terk etmediği Danıştay’ın onaması sonucu kesinleşen mahkeme
kararıyla belirlenmiştir. Bakanlığın görüşünde de ifade edildiği üzere bunun
doğal sonucu ise başvurucunun mülkiyet hakkına 5233 sayılı Kanun’un kapsamına
girecek şekilde müdahalede bulunulmadığıdır. Anayasa Mahkemesi açısından bu
tespitten ayrılmayı gerektirecek herhangi bir husus bulunmadığından mülkiyet
hakkı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, §§ 85-88).
46. Açıklanan nedenlerle, başvurucu
tarafından ileri sürülen iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu,
mülkiyet hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve derece
mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
a. Silahların
Eşitliği İlkesinin İhlal Edildiği İddiası
47. Başvurucu, komisyona yaptığı başvurunun incelenmesi
sırasında kendi lehine olan delillerin toplanmaması ve tanık beyanlarının
dikkate alınmaması suretiyle silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini
sürmüştür.
48. Adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olan
silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli
haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine
göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir
şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza
davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir (B. No:
2013/1134, 16/5/2013, § 32).
49. 5233 sayılı Kanun’un 8. maddesinde
aynı Kanun’un 7. maddesinde belirtilen zararların, “zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve
belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı
tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde
bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun
biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile”
belirleneceği kurala bağlanmıştır.
50. Komisyonların oluşumu ve çalışma usulü göz önünde
bulundurulduğunda onların bir “Mahkeme”
olarak görev ifa ettikleri söylenemez. Bakanlığın görüş yazısında belirtildiği
üzere, komisyonların temel görevi, terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin bu
zararlarını tespit etmek ve ayni ifa ya da nakdi ödeme suretiyle zararları
karşılamaktır. Bu nedenle komisyonların bir mahkeme gibi silahların eşitliği
ilkesinin gerektirdiği tüm usuli güvenceleri sağlama
zorunluluğu bulunmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İçyer/Türkiye, 18888/2, 12/1/2006,
§ 79). Diğer yandan, 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile sulh yoluyla
çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklı
tutulmuş olup komisyonların verdiği kararlarda başvurucunun ileri sürdüğü
şekilde ilgili kanun hükmünün yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesine
ilişkin gerçekleşmesi söz konusu ihlallere yönelik iddialarını bir mahkemeye
sunma imkânı bulunmaktadır.
51. Başvuru konusu olayda Komisyon,
5233 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca Pervari İlçe Jandarma Komutanlığı,
Milli Eğitim Müdürlüğü, Siirt İl Mahalli İdareler Müdürlüğü, Pervari İlçe
Müftülüğü, İlçe Seçim Kurulu ve Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı Siirt
Bölge Müdürlüğünden aldığı bilgileri değerlendirerek başvurucunun talebini
reddetmiş, başvurucu da Komisyon’un bu kararına yönelik itirazlarını Mahkemeye
sunabilmiştir.
52. Açıklanan nedenlerle, silahların eşitliği ilkesine
yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul
Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
53. Başvurunun incelenmesi neticesinde, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Esas Yönünden
54. Başvurucu, terör olayları dolayısıyla uğramış olduğu
zararın tazmini için başvurduğu komisyonun incelemesinin ve devamındaki
yargılamanın yaklaşık 8 yıl sürdüğünü ve bu sürenin uzun olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
55. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönündeki şikâyetin kabul edilebilirliği değerlendirilirken,
öncelikle AİHM ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki konusunda
benimsediği ilkelere değinilmiş, adil yargılanmanın alt unsurların biri olan “makul sürede yargılanma hakkı” kapsamında
değerlendirme yapılması gerektiği ve yargılanma süresinin uzunluğunun
incelendiği durumlarda sadece bireysel başvurunun başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonraki dönemin değil, bu süreye kadar
geçen sürenin de dikkate alınmakta olduğu ifade edilmiştir.
56. Bakanlık görüşünde, AİHM’ye göre hukuk ve idari davalarda
sürenin kural olarak davanın mahkemeye getirildiği anda başladığını, ancak
idari davalarda sürenin idari yargıda dava açılmadan önce söz konusu işlem
aleyhine idareye başvuru yapılmasıyla da başlayabileceğini belirtilmiştir.
57. Bakanlık görüşünde ayrıca, yargılama süresinin makul olup
olmadığına her olayın kendine özgü koşulları ve özellikle davanın karmaşık olup
olmadığı, başvurucunun yargılama süresince gösterdiği tavır ve davranışlar,
kamu otoritelerinin ve özellikle de yargılama organlarının tutumları, davacının
başvurucu açısından taşıdığı önem gibi ölçütler dikkate alınarak karar
verildiği görüşüne yer verilmiştir.
58. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
59. Somut başvurunun dayanağını oluşturan “makul sürede yargılanma hakkı” Anayasa
Mahkemesinin bu konuda daha önce aldığı kararlarda belirtildiği üzere, adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın
141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede
yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği
açıktır (B. No:2012/1198, 7/11/2013, § 35-39).
60. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun
süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile
sıkıntılardan korunması olup, davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli
olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve
başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken hususlardır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
40–46). Bu nedenle başvuruya konu yargılama süresinin makul olup olmadığı bu
hususlar dikkate alınarak değerlendirilecektir.
61. Ancak belirtilen kriterlerden
hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir.
Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu
kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun
yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 46).
62. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara
ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak,
uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka
bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda
girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki
bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B.No:
2012/1198, 7/1/2013, § 45). Somut başvuru açısından
benzer bir durum söz konusu olup makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak
zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucunun terör olayları nedeniyle
uğradığını ileri sürdüğü zararların giderilmesi amacıyla Komisyona başvurduğu
kayıt altına alınan 15/4/2005 tarihidir. Bu doğrultuda
idari makama başvurulması ile başlayan süreç ile yargılamada geçen süreler ayrı
ayrı değerlendirilmelidir.
63. Somut başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle
uğradığı zararların giderilmesi amacıyla 15/4/2005
tarihinde Komisyona başvurduğu ve Komisyon tarafından 5 yıl 22 gün sonra
7/5/2010 tarihinde karar verildiği görülmektedir.
64. 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde komisyonlara
yapılan başvuruların başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde
sonuçlandırılacağı, anılan Kanun’un geçici 4. maddesinde bu sürenin de bitmesi
ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulunun bu
süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabileceği kurala bağlanmıştır.
Bu kapsamda yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan 24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki
Kararın 1. maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
65. Kaldı ki, komisyonlar için 5233 sayılı Kanun’da
belirtilen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Uğranılan zararların
tazmini için yapılan başvurular için 5233 sayılı Kanun’da öngörülen süreler,
komisyonlara yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup komisyonlar
bu sürede başvuruyu sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların
geçerli olduğunda şüphe yoktur (B. No:2013/772, 7/11/2013, § 62).
66. İdari karar alma ve yargılama sürecinin uzamasında
yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, işlemlerin süratle sonuçlandırılması
hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal
sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36.
maddesi, hukuk sisteminin, idari başvuruları ve davaları makul bir süre içinde
karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını
yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu devlete yüklemektedir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda,
personel ve yargıç sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle
yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu
gündeme gelmektedir (B. No:2012/1198, 7/11/2013, §
55).
67. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin bu başvuruya
benzer başka başvurularla ilgili daha önce verdiği kararlarda (B. No:
2013/3007, 2013/3008, 2013/3202 ve 2013/3309, 6/2/2014),
bu konuda gereken çabanın gösterilmesi ve zamanında yeterli önlemlerin alınması
koşuluyla, geçici olarak iş yükünde meydana gelen olağanüstü artıştan
kaynaklanan belli bir süreye kadar yaşanan gecikmelerden devletin
sorumluluğunun ortaya çıkmayacağı, ancak bu tarz gecikmelerin yapısal bir soruna
dönüşmesi ve halihazırda uygulanan yöntemlerin yetersiz hale gelmesi durumunda
devletin, yaşanan gecikmelerden sorumlu hale geleceği kabul edilmiştir (B. No:
2013/3007, 6/2/2014, §§ 65-67).
68. Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere 5233 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra Ekim 2012 tarihine kadar tüm komisyonlara
toplam 361.279 başvuru yapılmış, bu başvurulardan 307.789’u karara
bağlanmıştır. Yine bu tarih itibarıyla, ülke genelinde kurulan toplam 105
komisyondan 66’sı çalışmasını tamamlamış ancak 39 komisyon çalışmaya devam
etmiştir.
69. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca, tazminat
komisyonları, 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1., 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler
ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen
karşılanması amacıyla kurulmuştur. Ancak, komisyonlara gelen başvuruların çok
büyük çoğunluğunu 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesine dayalı olarak
1987-2004 yılları arasında gerçekleşen aynı kapsamdaki eylem ve faaliyetler
nedeniyle oluşan zararların tazmini amacıyla yapılan başvurular
oluşturmaktadır. 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte bu döneme
ilişkin bir anda çok yüksek miktarda başvurunun geldiği anlaşılmaktadır. Diğer
yandan, 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi ile bu döneme ilişkin
başvuruların anılan Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde
yapılabileceği belirtilmiş fakat bu süre son olarak 5233 sayılı Kanun’a 5666
sayılı Kanunla eklenen geçici 4. madde ile 30/5/2008
tarihine kadar uzatılmıştır. Dolayısıyla komisyonlara bir dönem çok sayıda
başvuru yapıldığı, fakat söz konusu başvuru yoğunluğunun devam etmesinin mümkün
olmadığı anlaşılmaktadır.
70. Yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde, 5233 sayılı
Kanun uyarınca oluşturulan idari başvuru yolunda iş yükündeki artış geçici olup
her bir başvurunun karara bağlanmasında yaşanan gecikmelere ilişkin makul süre
değerlendirmesi yapılırken bu olgunun dikkate alınması gerektiği görülmektedir.
Bu durumda, yaşanan gecikmelerin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol
açıp açmadığı konusunda bir karara varabilmek için 5233 sayılı Kanunla kurulan
bu sistemin etkili bir şekilde işlemesi noktasında yetkili kişilerin yeterli
çabayı gösterip göstermediklerinin ve gerekli önlemleri alıp almadıklarının
ortaya konulması gerekmektedir.
71. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan başvurularda bu komisyonların anılan Kanun’un 7. ve 8. maddeleri
uyarınca karşılanacak zararları tespit ettiği, bu çerçevede, her bir başvuruda
yapılan talebe bağlı olarak, uğranılan zararların tespiti amacıyla keşifler
yaptığı, ayrı ayrı ziraat, kadastro, inşaat vb. teknik bilirkişi raporları
aldığı, başvurucuların taşınmazlarının değerini ve bu taşınmazlardan tarım
arazisi niteliğinde olanlarının özelliklerine (yetişen tarla bitkisi, endüstri
bitkisi, sebze, meyve ağacı olmasına) bağlı olarak gelirlerini hesapladığı
görülmektedir. 360.000’in üzerinde başvuru için çok değişken ve ayrıntılı
hesaplamalar yapılmak suretiyle her bir başvurucunun zararlarının tespiti
amacıyla yürütülen bu işlemlerin komisyonlar açısından oldukça karmaşık ve
zaman alıcı olduğu ortadadır (B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§ 69, benzer değerlendirmeler içeren AİHM kararı için bkz. Akbayır ve Diğerleri/Türkiye, 30415/08, 28/6/2011, § 69-70).
72. Bu kapsamda, 5233 sayılı Kanun kapsamında Siirt ilinden
yapılan başvurular hakkında karar almak üzere anılan Kanun’un 4. maddesi
uyarınca bir komisyon kurulduğu, başvuru sayısının çokluğu nedeniyle komisyon
sayısının arttırıldığı, 21/9/2011 tarihine kadar 3
komisyon halinde çalışıldığı, kurulan komisyonlara 3/3/2014 tarihi itibarıyla
toplam 21.554 başvuru yapıldığı, 5233 sayılı Kanun’un yürürlülük
tarihi olan 27/7/2004 tarihinden 29/9/2005 tarihine kadar yaklaşık 11.000
başvuru yapıldığı, başvurucunun komisyona 15/4/2005 tarihinde başvuruda
bulunduğu, başvurucunun dosya kayıt numarasının 5.900 olduğu anlaşılmaktadır.
Komisyona 2004 yılı öncesi olaylara ilişkin sadece 30/5/2008
tarihine kadar başvuruların yapılabildiği, bu tarihten sonra 5233 sayılı Kanun
kapsamında sadece yeni ortaya çıkan olaylara ilişkin başvuru yapılabileceği,
dolayısıyla toplam başvuru sayısındaki artışın çok sınırlı olduğu, 10/1/2014
tarihi itibarıyla yapılan toplam 21.554 başvurudan 20.881’inin karara
bağlandığı, komisyon sayısının bire düştüğü ve 673 başvurunun komisyon önünde
derdest olduğu anlaşılmaktadır.
73. Görüldüğü gibi komisyonlara, belli bir dönem çok yoğun
başvuru yapılmış ancak belirli bir tarihten sonra (30/5/2008)
başvuru sayısında çok sınırlı bir artış gerçekleşmiştir. Komisyonlar bu
tarihten sonra mevcut başvuruların karara bağlanması için çalışmaktadırlar.
Başvuru sayısının çok yüksek olduğu dönemlerde Batman (B. No: 2013/3007, 6/2/2014, § 70) ve Siirt örneklerinde görüldüğü üzere
illerde kurulan komisyonların sayısının arttırıldığı, iş yükünün erimesi
sonrasında bu sayının düşürüldüğü ve işi biten komisyonların kapatıldığı görülmektedir.
Hem ülke genelinde hem de Siirt ilinde komisyonlarda karara bağlanmamış
başvuruların sayısına bakıldığında çok az sayıda başvurunun kaldığı
anlaşılmaktadır.
74. Ülke genelinde ve Siirt ilinde karara bağlanan başvuru
sayısı ve her bir başvuru kapsamında ayrı ayrı yürütülmesi gereken işlemler göz
önünde bulundurulduğunda komisyonların çok yoğun bir şekilde çalıştıklarının
kabulü gerekmektedir. Komisyonların oluşumunu düzenleyen 5233 sayılı Kanun’un
4. maddesinde belirtildiği üzere, bu komisyonların yürüttüğü işlemleri yerine
getirebilmek için sadece belirli niteliklere sahip kişilerin komisyon üyesi
olabilmesi ve bu komisyon üyelerinin yarı zamanlı görev alan kamu görevlileri
oldukları dikkate alındığında bir il içinde kurulan komisyon sayısının belirli
bir sayının üzerinde arttırılması da mümkün görünmemektedir (2013/3007, 6/2/2014, § 72).
75. Somut olayda, başvuru dilekçesinden anlaşıldığı
kadarıyla, 15/4/2005 tarihinde komisyona başvuru
sonrasında başvurucunun talebi 7/5/2010 tarihinde toplam 5 yıl 22 günde karara
bağlanmıştır.
76. Başvurunun karara bağlanmasında yaşanan bu gecikmenin
Komisyona daha önce yapılmış diğer başvuruların incelenmesi nedeniyle ortaya
çıktığı açıktır. Yukarıda açıklanan nedenlerle de geçici olarak ortaya çıkan bu
iş yükü artışının yapısal bir soruna dönüştüğü ve yetkililerin bu konuda
üzerine düşeni yapmadıkları söylenemeyecektir.
77. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, Komisyon
tarafından başvurucunun taleplerinin reddi sonrasında 28/7/2010
tarihinde dava dilekçesinin Diyarbakır İdare Mahkemesine sunulması suretiyle bu
sürecin başladığı, dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat işleminin
yapıldığı, Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/12/2011 tarihli ara kararı ile dava
dosyasının yetki yönünden reddedilerek 25/7/2011 tarihinde faaliyete geçen
Batman İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, dava dosyasını
8/2/2012 tarihinde devralan Batman İdare Mahkemesinin 23/3/2012 tarihinde
davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır.
78. Başvurucu tarafından 20/4/2012
tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince 16/5/2012
tarihinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek dosya temyiz incelemesi
için 10/7/2012 tarihinde Danıştay’a gönderilmiştir. Temyiz talebine ilişkin
olarak yaklaşık beş ay sonra 6/12/2012 tarihinde
Danıştay 15. Dairesince onama kararı verilmiştir.
79. Bu kararla birlikte neticelenen yargılama faaliyetinin
toplam 2 yıl 4 ay 9 gün sürdüğü anlaşılmaktadır.
80. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde,
ilgili dava dosyasının Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare
Mahkemesine devri söz konusu olmasına rağmen hem ilk derece aşamasında hem de
temyiz aşamasında kayda değer herhangi bir gecikmenin yaşanmadığı
anlaşılmaktadır.
81. Sonuç olarak, idari başvuru sürecinde komisyonlarda
incelenen toplam başvuru sayısı, komisyonda her bir başvuru kapsamında
yürütülen keşif, bilirkişi raporları alınması vb. faaliyetlerin bütünü
düşünüldüğünde detaylı hesaplamalar yapılmasının gerekmesi ve işlemlerin
karmaşık olması, söz konusu başvuru öncesi çok sayıda başvuru yapılması ve
bunların karara bağlanması ve bunların yanı sıra yargılama sürecinin (dosyanın
Diyarbakır İdare Mahkemesinden yeni açılan Batman İdare Mahkemesine devri söz
konusu olmasına rağmen) 2 yıl 4 ay 9 gün içerisinde ilk derece ve temyiz
aşamalarından geçerek kesinleşmesi gibi davanın tüm koşulları dikkate
alındığında, her ne kadar komisyon incelemesinin sonuçlanmasının 5 yılı aşması göreceli
olarak oldukça uzun bir süre olmakla birlikte toplamda 7 yıl 7 ay 21 günde (15/4/2005-6/12/2012 tarihleri arasında) başvurunun karara
bağlanmasının makul sürede yargılanma hakkının ihlalini doğuracağından söz
edilemez.
82. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinin
gerektirdiği makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının, kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve “açıkça
dayanaktan yoksunluk”,
2. Silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiği yönündeki
iddialarının “açıkça dayanaktan yoksunluk”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
8/5/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.