TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İLKNUR YILMAZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2651)
|
|
Karar Tarihi: 24/2/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Kamil KAYA
|
Basvurucular
|
:
|
1. İlknur YILMAZ
|
|
|
2. Mesut KURUÇAY
|
|
|
3. Murat TANIŞMA
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin PEHLİVAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iş akdinin geçerli bir nedene dayanmaksızın feshi
üzerine feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle açılan davalarda
verilen davanın kabulüne ilişkin hükümlerin Yargıtay ilgili dairesince ortadan
kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi, dairenin ilk derece mahkemesinin yerine geçerek nihai kararı vermesi, benzer
davalarda davanın kabulüne ilişkin kararların Yargıtayın
farklı dairelerince onanmasına rağmen, başvurucularca açılan davaların
reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma, çalışma ve sosyal güvenlik hakları
ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 15/4/2013, 19/3/2014 ve 24/3/2014 tarihlerinde
İzmir 5., 12. ve 13. Asliye Hukuk Mahkemeleri
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek
bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. 2014/3867 ve 2014/4018 numaralı bireysel başvuru
dosyalarının, konu yönünden hukuki irtibatları nedeniyle 2013/2651 numaralı
bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; incelemenin bu dosya üzerinden
yürütülmesine karar verilmiştir.
4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/5/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 10/12/2015
tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, THY DO&CO İkram Hizmetleri A.Ş.de (Şirket)
işçi statüsünde çalışmakta iken iş akitleri işveren tarafından feshedilmiştir.
9. Başvurucular, Şirket aleyhine İzmir İş Mahkemelerinde
açtıkları davalarda fesihlerin geçerli sebebe dayanmadığını ileri sürerek iş
akitlerinin feshinin geçersizliğine ve işe iadelerine karar verilmesini talep
etmişlerdir.
10. Birinci başvurucu tarafından açılan davada İzmir 3. İş
Mahkemesinin 3/10/2012 tarihli ve E.2011/824,
K.2012/586 sayılı; ikinci başvurucu tarafından açılan davada İzmir 4. İş
Mahkemesinin 9/9/2013 tarihli ve E.2011/827, K.2013/152 sayılı; üçüncü
başvurucu tarafından açılan davada İzmir 4. İş Mahkemesinin 16/9/2013 tarihli
ve E.2011/822, K.2013/69 sayılı kararları ile fesihlerin geçersizliğine ve
başvurucuların işe iadelerine karar verilmiştir.
11. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 23/1/2013 tarihli ve E.2012/30031, K.2013/417 sayılı
ilamıyla birinci başvurucu hakkındaki hükmü; 26/12/2013 tarihli ve
E.2013/36049, K.2013/30510 sayılı ilamıyla ikinci başvurucu hakkındaki hükmü;
26/12/2013 tarihli ve E.2013/35897, K.2013/30502 sayılı ilamıyla üçüncü
başvurucu hakkındaki hükmü bozarak ortadan kaldırmış ve davaların reddine kesin
olarak karar vermiştir.
12. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin söz konusu kararlarında “başvurucuların iş akitlerinin THY tarafından bazı
illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul’dan yapılmasının
istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf
önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul’da
görev alma konusunda başvurucuların başvurusunun olmadığı ve başka bir kadroda
istihdam edilmelerinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun’un 17.
ve 18. maddeleri uyarınca feshedildiği, davalı işverenin, fesih bildiriminde
belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde
tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul’da
çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, başvurucuların bu iş
teklifine başvurmadıkları, İstanbul dışındaki diğer illerde çalışan sayısının
azaltıldığı, bu kapsamda davalı işverenin işletmesel
bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının,
kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu,
dolayısıyla feshin geçerli bir sebebe dayandığı” şeklindeki
gerekçelere dayandığı anlaşılmıştır.
13. Yargıtay ilamı birinci başvurucuya 18/3/2013,
ikinci başvurucuya 20/2/2014, üçüncü başvurucuya 25/2/2014 tarihinde tebliğ
edilmiş ve bireysel başvurular sırasıyla 15/4/2013, 19/3/2014 ve 24/3/2014
tarihlerinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş
Kanunu’nun 20. maddesi şöyledir:
“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih
bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep
olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay
içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (İptal bölüm: Anayasa Mah. 2003/66 E,
2005/72 K. ve 19.10.2005 tarihli iptal kararı ile) ... taraflar
anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat
yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia
ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
15. 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesi şöyledir:
“İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş
sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da
işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak
durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun
olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul
edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre
içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya
fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve
bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda
17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir.
Taraflar aralarında anlaşarak çalışma
koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe
etkili olarak yürürlüğe konulamaz.”
16. 4857 sayılı Kanun’un 29. maddesi şöyledir:
“İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve
benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak
istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika
temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirir.
İşyerinde çalışan işçi sayısı:
a) 20 ile 100 işçi arasında ise, en az 10 işçinin,
b) 101 ile 300 işçi arasında ise, en az yüzde on oranında işçinin,
c) 301 ve daha fazla ise, en az 30 işçinin,
İşine 17 nci madde
uyarınca ve bir aylık süre içinde aynı tarihte veya farklı tarihlerde son
verilmesi toplu işçi çıkarma sayılır.
Birinci fıkra uyarınca yapılacak bildirimde
işçi çıkarmanın sebepleri, bundan etkilenecek işçi sayısı ve grupları ile işe
son verme işlemlerinin hangi zaman diliminde gerçekleşeceğine ilişkin
bilgilerin bulunması zorunludur.
Bildirimden sonra işyeri sendika temsilcileri
ile işveren arasında yapılacak görüşmelerde, toplu işçi çıkarmanın önlenmesi ya
da çıkarılacak işçi sayısının azaltılması yahut çıkarmanın işçiler açısından
olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi konuları ele alınır. Görüşmelerin
sonunda, toplantının yapıldığını gösteren bir belge düzenlenir.
Fesih bildirimleri, işverenin toplu işçi
çıkarma isteğini bölge müdürlüğüne bildirmesinden otuz gün sonra hüküm doğurur.
İşyerinin bütünüyle kapatılarak kesin ve
devamlı suretle faaliyete son verilmesi halinde, işveren sadece durumu en az
otuz gün önceden ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirmek ve
işyerinde ilan etmekle yükümlüdür. İşveren toplu işçi çıkarmanın
kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde aynı nitelikteki iş için yeniden işçi
almak istediği takdirde nitelikleri uygun olanları tercihen işe çağırır.
Mevsim ve kampanya işlerinde çalışan işçilerin
işten çıkarılmaları hakkında, işten çıkarma bu işlerin niteliğine bağlı olarak
yapılıyorsa, toplu işçi çıkarmaya ilişkin hükümler uygulanmaz.
İşveren toplu işçi çıkarılmasına ilişkin
hükümleri 18, 19, 20 ve 21 inci madde hükümlerininuygulanmasını
engellemek amacıyla kullanamaz; aksi halde işçi bu maddelere göre dava
açabilir.”
17. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o
kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen
işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden
veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk
uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri
kurulur.”
18. 5521 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve
başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları,
kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında
İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize
ilişkin hükümleri uygulanır.”
19. 5521 sayılı Kanun’un 2/3/2005
tarihli ve 5308 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki 8. maddesi
şöyledir:
“İş Mahkemesinin nihai kararları tefhim
tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.
İş Mahkemelerinden verilen kararlar, Yargıtayca iki ay içinde tetkik olunarak karara bağlanır.
Yargıtay’ın bu kararlarına karşı karar tashihi
istenemez.”
20. 5521 sayılı Kanun’un 15. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunda sarahat bulunmıyan
hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.”
21. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 316. maddesi şöyledir:
“(1) Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça
belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır:
…
d) Hizmet ilişkisinden doğan davalar.
…
g) Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı
yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve
işler.”
22. 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1) Diğer kanunların sözlü yahut seri
yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile
ilgili hükümleri uygulanır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 24/2/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
24. Başvurucular; iş akitlerinin
feshinin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle açtıkları davaların İlk
Derece Mahkemelerince kabul edildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince bu kararların bozularak ortadan kaldırılmasına ve davaların reddine
kesin olarak karar verildiğini; Yargıtayın, İlk
Derece Mahkemelerinin yerine geçerek hüküm kurmasının kanuni hâkim güvencesine
aykırı olduğunu, bu kararların esas yönünden de isabetli olmadığını, İzmir
ilinde çalıştıkları sırada işverenin İstanbul ilinde çalışmaları yönünde duyuru
yaptığını, iş şartlarında esaslı değişiklik oluşturan bu durumun, 4857 sayılı
Kanun’un 22. maddesine göre yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici
hükme aykırı olarak nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru
nedeniyle yapılan feshin geçerli olmayacağını, işyerine aynı nitelikte işçi
alındığını beyan eden tanık H.G.nin beyanlarının
değerlendirilmediğini, iş akitlerinin feshinden sonra aynı işyerinde yeni
işçilerin daha düşük ücretlerle işe başlatıldığını, davalı Şirketin işletmesel karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de
bulunmadığını, işyerinde aynı anda yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini,
toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857 sayılı Kanun’un 29. maddesine de aykırı
olduğunu, fesihlerin esas amacının ücretleri düşürmek olduğunu, ayrıca benzer
davalarda Yargıtay 7. ve 9. Hukuk Daireleri tarafından, ilk derece
mahkemelerince verilen işe iade davalarının kabulüne dair kararların onanmasına
rağmen, kendi açtıkları davalar sonunda verilen kararlarınYargıtay
22. Hukuk Dairesince ortadan kaldırılmasına ve davaların reddine karar
verildiğini belirterek adil yargılanma, çalışma ve sosyal güvenlik hakları ile
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yoksun kaldıkları aylık
ücretleri ve yaptıkları yargılama giderlerine karşılık tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
25. Başvurucuların iddialarının özü, iş akitlerinin geçerli bir
nedene dayanmaksızın feshedilmesi üzerine açtıkları işe iade davalarının haksız
şekilde reddedilmesiyle anayasal haklarının ihlal edildiğine ilişkindir.
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların
iddiaları, Yargıtay tarafından verilen kararın gerekçesiz olması nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında kabul edilerek bu yönden
değerlendirme yapılmıştır. Başvurucuların, Yargıtay tarafından davanın kesin
olarak reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal
edildiği iddiası ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Nihai
Kararın Yargıtay Tarafından Verilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvurucular, iş akitlerinin geçerli
bir nedene dayanmaksızın feshedilmesi üzerine açtıkları işe iade davalarında
verilen davanın kabulüne dair kararların temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince, İlk Derece Mahkemelerinin kararları ortadan kaldırılarak davaların
kesin olarak reddine karar verildiğini; Yargıtayın,
İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm kurmasının kanuni hâkim
güvencesine aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
28. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
29. Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
30. Anayasa’nın 142. maddesi şöyledir:
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.”
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
32. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, adil yargılanma hakkının
ihlaline yönelik açık ve görünür bir belirti bulunmadığı hâllerde açık ve
görünür bir ihlalin olmadığı gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksunluk kararı
verebilir.
33. Anayasa’da mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin,
işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna
göre usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak koşuluyla düzenlenmesi kanun
koyucunun takdirine bırakılmıştır (Tufan
Şahin, B. No: 2012/799, 26/3/2013, § 19).
34. Başvuru konusu olayda iş akitleri feshedilen başvurucuların,
fesihlerin geçerli olmadığını ileri sürerek açtıkları davalarda iş uyuşmazlığı
bulunmakta olup Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 6. maddesi uyarınca somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve
yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
35. Adil yargılanma hakkı devlete uyuşmazlıkların makul süre
içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma
ödevi yükler. İş akdinin işveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen
bir çalışanın, bu işlemin hukuka uygunluğu hakkında derhâl bir yargı kararı
verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak
suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle
açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir bireyin geçim kaynağı olmaksızın hukuki
durumunun uzun süre belirsiz bırakılması hâlinde birey bu durumdan olumsuz
etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda
yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
36. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu
niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin
dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun
uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde
sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Özellikle işe iade davalarında yargılamanın
uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin devamına sebep olduğundan bu
davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir öneme sahiptir. Bu durum iş
sözleşmesi feshedilen fakat bir an önce eski işine dönme beklentisi taşıyan ve
bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden işçi açısından önemli olduğu
gibi sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir işçi istihdam ederek iş
organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da önemlidir. Dolayısıyla
iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması
hem çalışan hem de işverenin yararınadır (Nesrin
Kılıç, § 60).
37. Kanun koyucu, feshe itiraz davalarının özel önemini dikkate
alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir şekilde karara bağlanması için
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinde özel hükümlere yer vermiştir. 4857 sayılı Kanun’un “Fesih
bildirimine itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesine göre iş
güvencesi hükümlerine tabi işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, işveren
tarafından feshedilirse işçi, bu feshin geçerli nedene dayanmadığı iddiasıyla
feshin kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren bir aylık hak düşürücü süre
içinde iş mahkemesinde feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davası
açabilmektedir. Kanun koyucu, işe iade davalarının yukarıda bahsedilen
özel önemine binaen 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesi gereğince seri muhakeme
usulüyle mahkemelerce iki ay içinde, bu davaların temyiz incelemesinin de bir
ay içinde sonuçlandırılması yönünde düzenleme yapmıştır.
38. Taraflar için 4857 sayılı Kanun’da belirtilen süreler kural
olarak kesin ve hak düşürücü nitelikte olmasına rağmen Kanun’un 20. maddesinde
mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. İşe iade
davalarının sonuçlandırılması için öngörülen iki aylık süre, mahkemelere
yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup mahkemeler bu sürede
davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli
olduğunda şüphe yoktur (Bayram Özkaptanoğlu [GK], B. No: 2013/1015, 8/4/2015, § 42).
39. Bunun yanında 6100 sayılı Kanun’un
30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş,
bu amaçla 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle 4857 sayılı Kanun’un 20.
maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan
sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış, bunun yerine iş hukuku
uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda işe iade davalarında da
takip edilmesi gereken yargılama usulü 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü
olmuştur.
40. Basit yargılama usulü; 6100 sayılı
Kanun’un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı
davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen,
daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile
sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür.
41. Temyiz incelemesinde ilke olarak temyiz mercii, ilk derece
mahkemesi kararının hukuka ve kanuna uygunluğunu denetler ve herhangi bir aykırılık
tespit etmesi hâlinde hükmü bozarak yeniden karar verilmek üzere dosyayı ilk
derece mahkemesine geri gönderir. Bu genel ilke, kanun koyucunun düzenlediği
usul kanunları çerçevesinde tespit edildiği gibi yine usul kanunları ile bu
genel ilkeye bazı hallerde istisnalar getirilmesi mümkündür. Anayasa ve Sözleşme’de yer verilen adil yargılanma hakkı kapsamında
temyiz incelemesi sonucunda kararın hukuka aykırılığının tespit edilmesi
hâlinde yeniden karar verilmesi için dosyanın mutlaka ilk derece mahkemesine
geri gönderilmesine yönelik bir hak bulunmamaktadır (Bayram Özkaptanoğlu, § 45).
42. Yukarıda da belirtildiği üzere işe iade davaları başta olmak
üzere iş hukukuna dayalı davalar, işçinin korunması ve mağduriyetinin önlenmesi
amacıyla kısa sürede bitirilmesi öngörülen uyuşmazlıklardır. Bu amaçla kanun
koyucu işe iade davalarının daha hızlı sonuçlandırılmasına yönelik birtakım
özel düzenlemeler yapmıştır. Bu çerçevede 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin
üçüncü fıkrası çerçevesinde işe iade davalarının temyiz aşamasında, ilk derece
mahkemesinin kararının yerinde olmadığı kanaatine varıldığında, araştırılması
gereken başkaca bir husus da bulunmadığının tespiti durumunda Yargıtay
tarafından işe iade talebi hakkında kesin olmak üzere karar verilmektedir.
43. Başvuruya konu davalarda, taraflarca bildirilen tanıklar
dinlenip emsal dosyalarda alınan bilirkişi raporları ile taraflarca sunulan
diğer deliller toplanmış; Yargıtayca araştırılması
gereken başkaca bir husus bulunmadığına kanaat getirilerek işe iade talepleri
hakkında kesin hüküm kurulmuştur.
44. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü fıkrasında yer
verilen “mahkemece verilen kararın temyizi
halinde Yargıtay ilgili Dairesinin vereceği kararın kesin olması”
kuralı ile amaçlanan husus, işe iade davalarının işçi açısından taşıdığı değer
ve işçinin kişisel menfaati gereği hızlı sonuçlandırılması ve işçinin
korunmasıdır. Yargıtay tarafından hukuka uygun olmayan derece mahkemesi
kararlarının bozulması hâlinde, dava dosyasıyla ilgili olarak araştırılması gereken
başka bir husus kalmadığı ve delillerin tamamlandığı anlaşıldığında, davanın
esasına yönelik olarak kesin karar verilmesi, yargılama sürecini hızlandırma
amacına yöneliktir. Kanunla getirilen söz konusu kuralın uygulanmasının tek
başına adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz edilemez. Yargıtay
tarafından işin esasına girilerek kesin olarak nihai karar verilmesi hukuka
aykırı ve keyfî bir uygulama niteliğinde de değildir.
45. Başvurucular ayrıca Yargıtayın,
İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm kurmasının kanuni hâkim
güvencesine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
46. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri
ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal düzenleme ile ve dava konusu olay
ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi
kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak
bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele
alınmaktadır (Tahir Gökatalay,
B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 79; AYM, E.2002/170,
K.2004/54, 5/5/2004; E.2005/8, K.2008/166,20/11/2008).
47. Kanuni hâkim güvencesi, sadece
mahkemelerin yargı yetkisi içinde yer alan konuların belirlenmesini değil; her
bir mahkemenin kuruluşu ve yer bakımından yargı yetkisinin belirlenmesi de
dâhil olmak üzere mahkemelerin organizasyonlarına ilişkin tüm düzenlemeleri
ifade etmekte, mahkemelerin görev ve yetki alanlarının açık ve anlaşılır
biçimde tespit edilmesi gereğini ortaya koymaktadır (Tahir Gökatalay, § 80).
48. Bu güvence, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından
önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır.
Kanuni hâkim güvencesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya
çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına,
başka bir ifadeyle sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel
oluşturur (AYM, E.2014/164, K.2015/12, 14/1/2015).
49. Başvurucuların taraf olduğu uyuşmazlıklar, ilgili kanun
hükümleri çerçevesinde kurulmuş olan mahkemelerde yine daha önceden belirlenmiş
usul kurallarına göre yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Dolayısıyla Yargıtayın, İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm
kurmasının kanuni hâkim güvencesine aykırı olduğu söylenemez.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucuların nihai kararın Yargıtay
tarafından verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği
iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli
Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
51. Başvurucular; açmış oldukları işe iade davalarında İlk
Derece Mahkemelerince verilen davanın kabulüne dair kararların, Yargıtay 22.
Hukuk Dairesince ortadan kaldırılarak davaların reddine karar verildiğini,
Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmediğini belirterek Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşılan,
Yargıtay 22. Hukuk Dairesince verilen davanın reddine dair kararın gerekçesiz
olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
53. Başvurucular; iş akitlerinin
feshinin geçersizliğinin tespiti ve işe iade istemiyle açtıkları davaların İlk
Derece Mahkemelerince kabul edildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince bu kararların bozularak ortadan kaldırılmasına ve davaların reddine
kesin olarak karar verildiğini, İzmir ilinde çalıştıkları sırada işverenin
İstanbul ilinde çalışmaları yönünde duyuru yaptığını, iş şartlarında esaslı
değişiklik oluşturan bu durumun, 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesine göre yazılı
olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı olarak nereye ve kaç
gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle yapılan feshin geçerli
olmayacağını, işyerine aynı nitelikte işçi alındığını beyan eden tanık H.G.nin beyanlarının değerlendirilmediğini, iş akitlerinin
feshinden sonra aynı işyerinde yeni işçilerin daha düşük ücretlerle işe
başlatıldığını, davalı Şirketin işletmesel karar
almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığını, işyerinde aynı anda
yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini, toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857
sayılı Kanun’un 29. maddesine de aykırı olduğunu, fesihlerin esas amacının
ücretleri düşürmek olduğunu, ayrıca benzer davalarda Yargıtay 7. ve 9. Hukuk
Daireleri tarafından, ilk derece mahkemelerince verilen işe iade davalarının
kabulüne dair kararların onanmasına rağmen, kendi açtıkları davalar sonunda
verilen kararların, Yargıtay 22. Hukuk Dairesince ortadan kaldırılmasına ve
davaların reddine karar verildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
54. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
55. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
56. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
57. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı
organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak
da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle
güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama
hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
58. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmekte olup bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma
hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar
hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,
§ 38).
59. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine göre
değişmekle birlikte, kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir
gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
60. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme
kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven
duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını
mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara
karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmadığı gibi
bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, § 34).
61. Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını
yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük,
tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra
tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun
bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri için de gereklidir. Kararda tam
olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına
bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında açık ve somut biçimde öne
sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle
davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan
ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi
gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve
savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp iddia ve savunmalara
verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir.
Başka bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate
alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve
diğerleri [GK], B. No:
2013/7800, 18/6/2014, §§ 34-36).
62. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (İbrahim
Ataş, B. No.2013/1235, 13/6/2013, §
24).Mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında
ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve
esasa dair iddia veya savunmaların cevapsız bırakılması, gerekçeli karar hakkı
kapsamında adil yargılanma hakkının ihlaline neden olabilir.
63. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen
iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte
belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek
istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen
derece mahkemelerine aittir (Yüksel Hançer,
B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 19). Delillerin kabul
edilebilirliği, öncelikle ulusal hukuk kurallarına göre millî mahkemelerce
değerlendirilir. AİHM, yargılama sürecini bütün olarak dikkate alarak bu
süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden
hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını inceler (Schuler-Zgraggen/İsviçre, B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 66).
64. Başvuru konusu davalarda başvurucular, iş akitlerinin
işveren tarafından haklı ve geçerli bir nedene dayanılmaksızın feshedildiğini
ileri sürerek işe iadelerine karar verilmesini talep etmişler; davalı işveren,
fesihlerin işyerinin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedene dayandığını
ileri sürerek davaların reddini istemiştir.
65. Mahkemelerce tarafların
bildirdikleri tanıklar dinlenmiş, emsal dosyalarda alınan bilirkişi raporları
değerlendirilmiş; Yargıtay 9. Hukuk Dairesince benzer davalarda işe iade
kararlarının onandığı dikkate alınarak başvurucuların iş akitleri sona
erdirilmeden önce başka bir işte çalıştırma hakkında kendilerine bir teklif
yapılmadığı, diğer işyerlerinde istihdam olanağının bulunup bulunmadığı yönünde
herhangi bir çalışma yapılmaksızın başvurucuların iş akitlerinin sona
erdirildiği, ispat yükü davalı işverene ait olmasına rağmen davalının bu
konudaki ispat külfetini yerine getirmediği; başvurucuların iş akitlerinin
feshedilmesinin geçerli bir nedene dayanmadığı gerekçeleriyle davaların
kabulüne, davalı tarafından yapılan fesihlerin geçersizliğine ve davacıların
işe iadesine karar verilmiştir.
66. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince “başvurucuların iş akitlerinin THY tarafından bazı
illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul’dan yapılmasının
istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf
önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul’da
görev alma konusunda başvurucuların başvurusunun olmadığı ve başka bir kadroda
istihdam edilmelerinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun’un 17.
ve 18. maddeleri uyarınca feshedildiği, davalı işverenin, fesih bildiriminde
belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde
tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul’da
çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, başvurucuların bu iş
teklifine başvurmadıkları, İstanbul dışındaki diğer illerde çalışan sayısının
azaltıldığı, bu kapsamda davalı işverenin işletmesel
bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının,
kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu,
dolayısıyla feshin geçerli bir sebebe dayandığı” gerekçeleriyle
davaların reddi yerine kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu ve bozmayı
gerektirdiği belirtilerek, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü fıkrası
uyarınca hükümlerin bozularak ortadan kaldırılmasına ve davaların reddine kesin
olarak karar verilmiştir.
67. Bir davada maddi olguları bildirmek tarafların, bunları
hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip
iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak
saptanmalı ve maddi olguların hukuksal nitelendirmesi yapılıp ilgili hukuk
kuralları uygulanmalıdır.
68. Bir mahkeme kararının gerekçesi; o davaya konu maddi
olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve
hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar, maddi olgular ile hüküm
arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların hangi nedenle haklı veya
haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk
denetimini yapabilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta
gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Bayram Özkaptanoğlu, § 78).
69. Başvurucuların açtıkları davalarda
İlk Derece Mahkemeleri, 4857 sayılı Kanun’un 22. ve 29. maddelerine uygun
bildirimin yapılmadığını kabul ederek davaların kabulüne karar vermiş ise de
Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, davalı Şirketin fesih bildiriminde belirttiği
hususları duyuru şeklinde işyerindeki tüm çalışanlarına bildirdiği, bu duyuru
neticesinde de Şirketin İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orada işe
başlayan işçilerin olduğu, başvurucuların ise iş teklifine müracaat
etmedikleri, davalı işverenin işletmesel bir karar
aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının kararı
tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla
fesihlerin geçerli bir sebebe dayandığı belirtilerek davaların reddine karar
verilmiştir.
70. Tebliğ kelimesi bildirme, duyurma, anlatma, haber verme
anlamlarına gelmektedir. Hukuki bir terim olarak tebliğ, hukuki sonuç doğurmaya
elverişli bir hususun muhatabına bildirilmesi işlemidir. Tebliğ, konusuna göre
ilgili mevzuatta resmî ya da özel yöntemlerle ve biçimsel olarak da yazılı veya
ilan yöntemiyle ya da posta veya iletişim araçları yolu ile yapılması gereken
usul işlemi olarak düzenlenmiştir. Tebliğ, muhataba ulaştırılış şekline göre de
doğrudan doğruya tebliğ ve vasıtalı tebliğ olarak ikiye ayrılmaktadır. Tebliğin
hukuken geçerli kabul edilebilmesi için ilgili mevzuatta öngörülen yönteme
uygun olarak yerine getirilmesi gerekmektedir. İncelenen uyuşmazlık için, 4857
sayılı Kanun’un 22. maddesinde “İşveren, ...
çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak,
durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir.” denilmeksuretiyle tebliğin yöntemi bakımından işçiyi
muhatap alan “yazılı bildirim” esası
benimsenmiştir. Anılan cümlenin devamında “bu
şekle uygun olarak yapılmayan ... değişiklikler
işçiyi bağlamaz.” denilerek belirlenen tebligat yöntemi, maddede
düzenlenen işçi haklarının kanuni güvencesi olarak düzenlenmiştir.
71. Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi
tarafından başka bir araştırma yapılmadan ve dosyadaki aynı deliller
değerlendirilmek suretiyle İlk Derece Mahkemelerince verilen kararlar ortadan
kaldırılarak davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucuların,
tebliğin kanuna uygun yapılmadığına yönelik iddiasına karşılık Yargıtay 22.
Hukuk Dairesince 4857 sayılı Kanun’un 22. maddesinin ilk cümlesindeki “İşveren....çalışma
koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek
suretiyle yapabilir....” şeklindeki hükmün yorumlanması ve yazılı
bildirimin şekli konusunda açıklama yapılmamış; ayrıca emsal dosyalarda alınan
ve davalı işverenin mali durumunu gösteren bilirkişi raporlarının hangi
gerekçeyle dikkate alınmadığı, başvurucuların iş akitlerine son verilmesinden
sonra iş yerine yeni işçi alınıp alınmadığı konusunda dosyaya sunulan bilirkişi
raporlarındaki verilerin değerlendirilmediği, aynı konuda beyanda bulunan
tanıkların ifadelerinin tartışılmadığı anlaşılmıştır. Bu durum, başvurucuların
adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar haklarının ihlal edildiği
sonucunu doğurmaktadır.
72. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
73. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
74. Başvurucular yoksun kaldıkları aylık ücretleri ve yaptıkları
yargılama giderlerine karşılık tazminat talebinde bulunmuşlardır.
75. Adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
76. Adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak
üzere Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
77. İhlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Yargıtay 22. Hukuk Dairesine
gönderilmesine karar verildiğinden Yargıtay 22. Hukuk Dairesince
değerlendirilebilecek olan başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar
verilmesi gerekir.
78. Dosyadaki belgelerden tespit edilen yargılama gideri olarak
198,35 TL harcın birinci başvurucuya, 206,10 TL harcın diğer başvuruculara ayrı
ayrı, 1.800 TL vekâlet ücretinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Nihai kararın Yargıtay tarafından verilmesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Yargıtay 22. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. Yargılama gideri olarak 198,35 TL harcın birinci başvurucuya,
206,10 TL harcın diğer başvuruculara AYRI AYRI, 1.800 TL vekâlet ücretinin
BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
24/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.