logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Bubo Çelik [1.B.], B. No: 2013/3954, 26/2/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BUBO ÇELİK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3954)

 

Karar Tarihi: 26/2/2015

R.G. Tarih-Sayı : 16/4/2015-29328

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Bubo ÇELİK

Vekili

:

Av. Cihan KARALDİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz etmek üzere sunduğu “süre tutum” dilekçesi Yargıtay tarafından dikkate alınmaksızın süre aşımı gerekçesiyle temyiz başvurusunun reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi-manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 4/6/2013 tarihinde Mazıdağı Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlık, yazılı görüşünü 26/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 3/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu süresi içerisinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. 2904 sayılı Mazıdağı Tarım Kredi Kooperatifi tarafından 9/1/2012 tarihli takip talebi ile başvurucu aleyhine kambiyo senetlerine özgü icra takibi başlatılmıştır.

9. Mazıdağı İcra Müdürlüğünün 9/1/2012 tarih ve E.2012/6 sayılı kambiyo senetlerine özgü haciz yoluna ilişkin toplam 103.394,94 TL tutarında takibe esas alacağa ilişkin ödeme emri, başvurucuya gönderilmiştir.

10. Başvurucu, 27/2/2012 havale tarihli dilekçe ile Mazıdağı İcra Hukuk Mahkemesinde “icra takibine itiraz” davası açarak, alacaklı kooperatife borcunun bulunmaması nedeniyle takibin durdurulmasına, takip ve ödeme emrinin iptaline, alacaklının %40 oranında tazminat ödemesine karar verilmesini talep etmiştir.

11. Başvurucu, Mahkemeye vermiş olduğu dilekçeler ve duruşmadaki beyanlarında, takibe konulan senette tahrifat yapıldığını, senetteki imzanın kendisine ait olmasına rağmen senedin üst kısmının ilgili kurum personelince gerçeğe aykırı doldurulduğunu iddia etmiş ve keşide tarihi ile vade tarihi aynı olan senedin kambiyo senetlerine özgü takibe konu edilemeyeceğini ileri sürmüştür.

12. İcra Hukuk Mahkemesinin 11/7/2012 tarih ve E.2012/4, K.2012/5 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilerek, başvurucuya tefhim edilmiş ve ayrıca, 10 günlük temyiz süresinin başvurucu açısından tefhimden itibaren başlayacağı bildirilmiştir.

13. Başvurucu, E.2012/4 sayılı dosya kapsamında gerekçeli karar yazıldıktan sonra temyiz yoluna başvurabilmek amacıyla, 11/7/2012 havale tarihli “süre tutum” dilekçesini İlk Derece Mahkemesine sunmuştur. Mahkeme hâkimi, dilekçe üzerine “D. / 11.07.2012 / Hakim (Sicil No.)” şeklinde derkenar yazısı yazarak dosyasına havale etmiştir.

14. Gerekçeli karar, başvurucuya 10/8/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu temyiz gerekçelerini içeren dilekçesini 14/8/2012 tarihinde Mahkemeye sunmuştur. Temyiz yoluna başvurma harcı da aynı tarihte başvurucudan tahsil edilmiştir.

15. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 22/1/2013 tarih ve E.2012/26101, K.2013/1413 sayılı kararı ile süre aşımı nedeniyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir.

16. Anılan Yargıtay kararına karşı başvurucu 18/2/2013 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuş olup, aynı Dairenin 26/4/2013 tarih ve E. 2013/9036, K.2013/15836 sayılı kararı ile söz konusu talebin reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 10/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu, 4/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

18. 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (2/3/2005 tarih ve 5311 sayılı Kanun’un 29. maddesi ile eklenen) geçici 7. maddesi şöyledir:

“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır.”

19. 5311 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki şekliyle 2004 sayılı Kanun’un 363. maddesinin birinci fırkası şöyledir:

“(Değişik madde: 18/02/1965 - 538/140 md.)

İcra mahkemesinin vereceği kararlardan:

 (Değişik fıkra: 09/11/1988 - 3494/60 md.) İlişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen kararlar tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebilir. …”

20. 6100 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:

“(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

…”

21. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarih ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla yapılan değişiklikten önceki 432. maddesi şöyledir:

“(Değişik madde: 26/02/1985 - 3156/20 md.)

Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir.

Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeden başka bir mahkemeye verilmişse, 434 üncü maddeye göre işlem yapıldıktan sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle birlikte gönderilir.

Temyiz, kanuni süre geçtikten sonra yapılır veya temyizi kabil olmayan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz isteminin reddine karar verir ve Yargıtaya gönderme için yatırılan parayı kullanarak ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder.

Bu ret kararı tebliğinden itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir, temyiz edildiği ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya kararı veren mahkemece Yargıtaya yollanır. Yargıtayın ilgili dairesi temyiz isteminin reddine ilişkin kararı bozarsa, ilk temyiz dilekçesine göre temyiz istemini inceler.”

22. 1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 434. maddesi şöyledir:

“(Değişik madde: 16/07/1981 - 2494/27 md.)

Temyiz dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse o mahkemece temyiz defterine kaydolunur ve temyiz edene ücretsiz bir alındı kağıdı verilir.

Temyiz isteği, harca tabi değilse dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği, harca tabi ise harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılır.

Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır.”

23. 3/4/2012 tarih ve 28253 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) “Temyiz kaydı” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“(1) Mahkemece veya ilgili hukuk dairesince verilen hükümler aleyhine yapılan temyiz başvurularına ilişkin olarak tutulan kayıttır.

(2) Temyiz kaydı; sıra numarası, dosya esas sıra numarası, temyiz yoluna başvuranın taraf sıfatı, adı ve soyadı, aleyhine temyiz yoluna başvurulanın taraf sıfatı, adı ve soyadı, temyiz dilekçe tarihi, davanın nev’i, karar tarih ve numarası, aleyhine temyiz olunana tebliğ tarihi, temyiz şartlarının yerine getirilip getirilmediği, dosyanın Yargıtay’ın hangi dairesine gönderildiği, gönderilme tarihi, dosyanın temyiz incelemesinden döndüğü tarih ve neticesi ile düşünceler sütunlarını içerir.”

24. Yönetmeliğin “Havale, dilekçe ve belgelerin alınması” kenar başlıklı 39. maddesi şöyledir:

“(1) Dava ile ilgili mahkemeye veya hukuk dairesine sunulan her türlü dilekçe ve belge ön büro veya yazı işlerinde görevli personele teslim edilir. Dilekçe veya belgenin alındığına ve elektronik ortama aktarıldığına dair başvuru sahibine ücretsiz olarak bir alındı belgesi verilir. Bu belge aynı zamanda havale yerine geçer.

(2) Fiziken teslim alınıp elektronik ortama aktarılan veya doğrudan elektronik ortamda gelen dilekçe veya belge, hâkim veya görevlendireceği personel tarafından incelendikten sonra dosyasına aktarılır.”

25. Yönetmeliğin “Kanun yoluna başvuru işlemleri” kenar başlıklı 48. maddesi şöyledir:

“(1) Kanun yoluna başvuru dilekçesi, ön büro veya yazı işlerinde görevli personele teslim edilir.

(2) Kanun yoluna başvuru dilekçesi harca tabi değilse hemen, harca tabi ise harç ödendikten sonra kaydedilir ve başvuru sahibine ücretsiz alındı belgesi verilir.

(3) Alındı belgesi, kanun yolu dilekçesinin sisteme kaydedilmesi üzerine verilen belgedir. Alındı belgesi, mahkemenin adını, dosyanın esas ve karar numarasını, karar tarihini, tarafların ve varsa müdahillerin ad ve soyadlarını, davanın konusunu, başvurulan kanun yolu merciini, başvuru tarih ve saatini içerir.

(4) Kanun yolu başvurusu, kanun yolu dilekçesinin kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır.

(5) Başka yer mahkemesine verilen kanun yoluna başvuru dilekçelerinde de yukarıdaki hükümler uygulanır. Başka yer yazı işleri müdürü veya görevli personel teslim aldığı dilekçe ve eklerini elektronik ortama aktarır, fizikî evrakı da gecikmeksizin ilgili mahkemeye gönderir.

(6) Herhangi bir nedenle elektronik ortamda işlem yapılamaması halinde durum bir tutanakla tespit edilir ve işlem fiziki ortamda yapılır. Elektronik sistem açıldığında fizikî ortamda yapılan işlemler gecikmeksizin elektronik ortama aktarılır. Bu durumda kanun yolu başvuru dilekçesi tutanağın düzenlendiği tarihte verilmiş sayılır.

(7) Fiziksel ortamda kanun yolu başvurusu mesai saatleri içinde yapılır.

(8) Gerçek kişilerin UYAP Vatandaş Bilgi Sistemi üzerinden, tüzel kişi temsilcilerinin UYAP Kurum Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçeleri gönderebilmeleri için elektronik imza sahibi olmaları gerekir. Gerçek ve tüzel kişiler elektronik ortamda yapacakları kanun yolu başvurusunun harcını elektronik ortamda mahkeme veznesinin bağlı olduğu banka hesabına aktarırlar. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.

(9) Taraf vekillerince UYAP üzerinden güvenli elektronik imza ile kanun yolu başvuru dilekçesi gönderilebilir. Bu işler için ayrıca elle atılmış imzalı belge istenmez. Avukatların UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçesi gönderebilmeleri için elektronik imza sahibi olmaları gerekir. Kanun yolu harçları avukat tarafından elektronik ortamda mahkeme veznesi hesabına aktarılır. Ayrıca bu işlemlerin Barokart veya kredi kartı gibi ödeme araçlarıyla yapılması sağlanabilir. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.

(10) Elektronik ortamda kanun yolu başvurusu saat 00:00’a kadar yapılabilir.

(11) Kanun yoluna başvurulan dava veya işler, görevli daire doğru bir şekilde belirlendikten sonra kanun yolu formu ve dizi pusulası UYAP üzenden hazırlanarak ilgili mercie gönderilir.”

26. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 25/1/1985 tarih ve E.1984/5, K.1985/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının (İBK) ilgili kısımları şöyledir:

“Nitekim, uygulamada, harca tabi olmasına karşın, hiç harç alınmadan temyiz dilekçesinin temyiz defterine kaydedildiği ve dosyanın aşağıdaki nedenlerle Yargıtay’a gönderildiği görülmektedir.

Birincisi, yasanın yanlış yorumundan kaynaklanmakta; örneğin, Sosyal Sigortalar Kurumu ve DSİ Genel Müdürlüğü’yle ilgili davalarda yargı harcının alınıp alınmayacağı konusunda harç almakla yükümlü mahkemece duraksamalara gösterilmiş ve çoklukla olumsuz bir yorumla uygulamada bir süre, temyiz edenin harcı yatırmak isteğine karşın harç alınmamıştır.

İkinci neden de, mahkeme kaleminin harç almayı savsaklaması ve temyiz defterine dilekçeyi kaydetmesiyle ortaya çıkmaktadır. Harcın ödenmesi temyiz edenin kendi başına yapacağı bir işlem olmayıp yetkili görevlinin önüne gelen işlemi tamamlama görevinin sonucu, temyiz edenle birlikte ortaklaşa yapılması gereken bir işlemdir (Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri Yönetmeliği m. 14). Temyiz edenin harç yatırmak istediği halde görevlinin almadığını belgeleyip kanıtlaması olanaksız derecede güç olmasına karşılık, görevlinin ilgiliden bu harca istediğini ve fakat ilgilinin yatırmadığını dilekçeye düşeceği bir yazıyla kanıtlanması daha kolay ve hatta görevi gereğidir. Ancak, bütün bunlar yapılmamışsa, kuşkusuz harcın yatırılmaması, yetkilinin görevini savsaklamasından kaynaklanmış demektir.

Yukarıda sergilenen yanlış yorum ya da savsaklama durumlarında, temyiz edene yükletilecek bir kusur olmadığı gibi, bunun da ötesinde temyiz edenin, aşıp üstesinden gelemeyeceği, hukuki deyimiyle, bir yenilemez yanılgı karşısında bulunduğu ve bunu temyiz edene yüklemenin adalet ve hukuka güven ilkeleriyle bağdaşmayacağı açıktır. Esasen, eksik harç yatırılmasını temyiz edene yükletilecek bir kusur ve yanılgı olarak görmeyen ve bunu verilecek ek bir süreyle çözen yasanın amaçsal (teleolojik) yorumu da, bunu gerektirmektedir. Çıkış ve varış noktalarının bu sentezinden, kullanılacak yorum aracı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır ki, bu da hiç harç yatırılmaması durumunda, HUMK’nın 434. maddesinin 3. fıkrasının benzetme yoluyla uygulanacağıdır.

Görülüyor ki, burada Yasanın 434. maddesinin ilk fıkrasını, onu yumuşatan öbür fıkralarından soyutlayarak katı kesinlemelere götürecek biçimde bir başına ele almak ve yorumda karşıt kavram yöntemini kullanmak yerinde değildir.

Ulaşılan bu noktanın doğal bi(r) sonucu da, harcın hiç yatırılmaması durumunda Yasanın 434. maddesinin 2. fıkrası uyarınca temyiz davasının, dilekçenin deftere kaydedildiği tarihte açılmış sayılacağıdır. Temyizin harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılacağı yolundaki düşüncenin bu yorumla ve sonuçla bağdaşması olanaksızdır. Zira, harcın yatırıldığı tarihte temyiz süresi akan zaman içinde esasen geçmiş olacağından, temyiz edene ek bir süre vermenin hiç bir yararı bulunmayacak, dahası anlamsız kalacaktır. Oysa, yasalar yorumlanırken, anlamsız sonuçlara ulaştıran yorumlardan kaçınmak zorunludur.

Temyiz davasının açıldığı tarihte ilgili olarak ulaşılan bu sonucun, dilekçenin mahkeme kalemindeki deftere kaydı tarihinde değil, harcın ödendiği tarihte davanın açılmış sayılacağına ilişkin 6.2.1984 gün ve 7/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararına aykırı olduğu görüşü de yerinde değildir. Zira, anılan içtihatları birleştirme kararı, davanın ne zaman açılmış ve dilekçenin ne zaman kaydedilmiş sayılacağı konusuyla ilgilidir. Oysa, burada söz konusu olan sorun, eksik harç yatırana yasayla benimsenen uyarı ve ek sürenin, yanlışlıklı kendisinden hiç harç alınmayan temyiz edene tanınıp tanınmayacağıdır.

Bütün bu nedenlerle, harca tabi olmasına karşılık, harç alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçeleri hak(k)ında HUMK’nın 2494 sayılı Yasayla değişik 434. maddesinin 3. fıkrası benzetme yoluyla uygulanır. Bu durumda, temyiz isteği dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği tarihte yapılmış sanılarak temyiz harcının hesaplanıp temyiz edenden istendiği halde, temyiz süresi içinde ödemediği mahkeme kalemince belgelendirilmiş ise temyiz dilekçesinin reddi gerekir.

SONUÇ: Harca tabi olmasına karşın, mahkeme kalemince harcı hesaplanıp ilgilisinden istenmeden ve dolayısıyla harç alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçeleri hakkında HUMK’nın 2494 sayılı Yasayla değişik 434. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen ‘eksik harç ödenmesi halinde yapılacak işlemde ilgili kuralın’ benzetme yoluyla uygulanacağına ve bu durumda temyiz isteğinin, dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği tarihte yapılmış sayılacağına; ancak, temyiz harcının mahkeme kalemince hesaplanıp ilgilisinden istendiği halde süresinde ödenmediği belgelendirilmiş ise temyiz isteğinin reddi gerekeceğine, 25.1.1985 günlü ilk toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verildi.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/6/2013 tarih ve 2013/3954 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu, İcra Hukuk Mahkemesinin kısa kararının kendisine tefhim edildiği 11/7/2012 tarihinde dava dosyasına süre tutum dilekçesi sunduğunu, gerekçeli kararın kendisine tebliğinden sonra 14/8/2012 tarihinde temyiz gerekçelerini sunduğunu, ancak anılan süre tutum dilekçesi Yargıtay tarafından dikkate alınmaksızın, temyiz dilekçesinin süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiğini, bu karara karşı yaptığı karar düzeltme talebinin de reddedildiğini, bu şekilde temyiz yoluna başvuru hakkının elinden alındığını ileri sürmüş, ilgili Yargıtay kararının kaldırılması ile maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

30. Bakanlık görüş yazısında aşağıda hususlara temas edilmiştir:

 i. Bakanlık görüş yazısında ilk olarak, AİHM içtihatları çerçevesinde, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınmalarının gerekli olduğu ifade edilmiştir.

 ii. Diğer yandan, Türk Hukukunda temyiz dilekçesinin hâkim tarafından havalesini müteakiben yazı işleri müdürlüğünün, gerekli harç ve giderleri hesaplayıp, ilgilisinden tahsil edeceği ve dilekçenin temyiz defterine kaydedileceği, kaydedilen dilekçenin kaydın yapıldığı tarih ve sıra numarası açıkça yazılmak suretiyle gösterileceği, havaleden sonra harçlandırılan dilekçelerin kaleme tevdii halinde de bu durum belgelenerek dilekçenin teslim alınacağı ve temyiz defterine bundan sonra kaydedileceği, hukuk davalarında “süre tutum dilekçesi” adı altında bir talep türü olmadığı, kaldı ki hak düşürücü sürelerin durdurulamayacağı, somut başvuruda, “süre tutum dilekçesi” olarak verilen dilekçenin, temyiz dilekçesinin temel unsurlarını taşımasının gerektiği, temyiz dilekçesinin, temyiz edenin kimliği ve imzasıyla temyiz olunan kararı yeteri kadar belli edecek bilgileri taşıması halinde diğer şartlar bulunmasa dahi reddolunmayıp temyiz incelemesinin yapılacağı, bu çerçevede, süre tutum dilekçesinin temyiz mahiyetinde olduğu ve harçlandırılmasının gerektiği, gerekçesi yazılmadan temyiz edilse dahi gerekçeli karardan sonra ayrıntılı temyiz gerekçelerinin Yargıtaya bildirilmesine hukuken bir engel bulunmadığı bildirilmiştir.

 iii. Bakanlık görüş yazısında, kanunlarda öngörülen temyiz süresi gibi hak düşürücü sürelerin, hukuki güvenlik ilkesinin bir gereği olduğu, ayrıca gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gerekse Anayasa Mahkemesinin kanunları yorumlamak ve uygulamak yetkisinin birinci derecede ulusal makamlara ait olduğunu kabul ettiği belirtilmiştir.

 iv. Bakanlık tarafından, somut başvuruda süre tutum dilekçesi temyiz saikiyle sunulmuş ise, harca tabi olmasına rağmen harç alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçesi hakkında yapılacak işlemlere ilişkin 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi, 25/1/1985 tarih ve E.1984/5, K.1985/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ve 6100 sayılı Kanun’a eklenen geçici 3. madde atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Kanun’un temyize ilişkin hükümleri uyarınca, harca tabi bir işe ilişkin kararın temyizi halinde temyiz harcının sonradan alınmasının mümkün olduğu, Türk Hukukunda temyize ilişkin hükümlerin AİHM’in nitelendirdiği şekliyle katı ve kişilerin mahkemeye erişimini imkansız kılacak derecede zorlaştıran usul kuralları bulunmadığı, aksi yorum halinde usulüne göre verilmiş tek bir dilekçe ile mahkemede sonradan temyiz etme hakkını sürekli elinde tutan taraflar çoğalacak, hukuki kesinlik ve güvenliğin kişilerin sağduyu ve adalet algılarına terk edildiği bir hukuk sisteminin ortaya çıkacağı ileri sürülmüştür.

 v. Sonuç olarak Bakanlık görüş yazısında, yargılamanın adil olmadığını veya keyfi davranıldığını düşündürecek herhangi bir belirti bulunmadığı, kaldı ki başvurucunun davasının bir hukukçu olan avukat tarafından takip edildiği, süre tutum dilekçesi de dahil olmak üzere tüm işlemlerin avukat marifetiyle yapıldığı, Devletin ihlal konusundaki sorumluluğunun usul kuralları ile ilgili düzenlemelerin bir avukat tarafından bilindiği varsayılarak yorumlanması gerektiği bildirilmiştir.

31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

32. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe, derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde açık ve bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26). Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi, usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerini denetlemek olmayıp, usule ilişkin uygulamanın başvurucunun mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Sözleşme’ye aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir.

33. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).

34. Mahkemeye erişim hakkı adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinin kabulü gerekir (B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).

35. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler, kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B.No: 59601/09, 17/9/2013, § 21).

36. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel haline gelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24).

37. Somut olayda, başvurucunun açmış olduğu kambiyo senetlerine özgü takibe itiraz davası, İcra Hukuk Mahkemesinin 11/7/2012 tarih kararı ile reddedilmiş olup, buna ilişkin karar başvurucuya tefhim edilmiş ve 10 günlük temyiz süresinin başvurucu açısından tefhimden itibaren başlayacağı bildirilmiştir. Başvurucu dava dosyası kapsamında gerekçeli karar yazıldıktan sonra temyiz yoluna başvurabilmek amacıyla 11/7/2012 havale tarihli “süre tutum” dilekçesini Mahkemeye sunmuştur. Mahkeme hâkimi, aynı tarihte başvurucunun dilekçesini kabul ederek dosyasına havale etmiştir. Ancak bu aşamada başvurucu herhangi bir harç yatırmadığı gibi, gerek başvuru formu gerekse Bakanlık görüş yazısındaki bilgilerden, ilgili hâkim veya kalem personeli tarafından başvurucunun bu konuda bilgilendirildiğine dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Gerekçeli kararın kendisine 10/8/2012 tarihinde tebliği üzerine başvurucu, temyiz gerekçelerini içeren dilekçesini 14/8/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesine sunmuştur. Temyiz yoluna başvurma harcı da aynı tarihte başvurucudan tahsil edilmiş ve başvurucunun temyiz başvurusunda bir eksiklik görülmeyerek dosya, Yargıtaya gönderilmiştir.

38. Ancak başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 22/1/2013 tarihli kararı ile süre aşımı nedeniyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“Karar temyiz edene 11/07/2012 tarihinde tefhim edildiği halde temyiz dilekçesi belirli süre geçirildikten sonra, 14/08/2012 tarihinde verilip kaydettirilmiştir. Süre aşımı bakımından temyiz dilekçesinin (REDDİNE), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22/01/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

39. Başvurucunun karar düzeltme talebinin de aynı Dairenin 26/4/2013 tarihli kararı ile reddine karar verilmiştir. Bu şekilde, başvuru yolları tüketilmiş olup, anılan karar başvurucuya, 10/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Düzeltilmesi istenen Yargıtay ilamıyla bunda atıf yapılan mahkeme kararında yazılı gerekçeler ve dosyada mevcut belgeler karşısında karar düzeltme isteği yerinde görülmediği gibi HUMK. nun 440. maddesinde yazılı dört halden hiç birine de uymadığından İİK.nun 366. ve HUMK.nun 442. maddeleri uyarınca (REDDİNE), ...”

40. Temyiz yoluna başvurulmasına ilişkin kısıtlamalar da dava açılması konusundaki kısıtlamalar gibi, kural olarak, mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Bu kısıtlamalar, süre, harç ve benzeri bir takım usuli şartlar öngörülmesi şeklinde de olabilir.

41. Başvurucunun temyiz talebinin reddedilmesi, “Karar temyiz edene 11/07/2012 tarihinde tefhim edildiği halde temyiz dilekçesinin belirli süre geçirildikten sonra, 14/08/2012 tarihinde verilip kaydettirilmiş” olmasına dayanmakta olup, başvurucunun temyiz kanun yoluna erişim hakkını engelleyen bu durum, mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmuştur.

42. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).

43. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

44. AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (bkz. Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56).

45. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların, kanuni olması, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

46. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların kamu otoritesine hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010; AYM, E.2009/21, K.2011/16, K.T. 13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; AYM, E.2011/18, K.2012/53, K.T. 11/4/2012).

47. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp, bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T. 12/1/2012).

48. AİHM içtihatlarına göre de bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı, arzu edilir bir durum olmakla birlikte; bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir (bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00, 76292/01, 13/11/2008, § 83).

49. 1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 434. maddesinde temyiz isteğinin, harca tabi ise harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılacağı, temyiz dilekçesi verilirken ödenmesi gerekli harç ve giderler konusunda bir eksiklik bulunması halinde, bunların tamamlanması için başvurucuya yedi günlük kesin süre tanınacağı, aksi takdirde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceği hükme bağlanmıştır.

50. Yönetmeliğin 13. maddesinde ise temyiz kaydının, mahkemece veya ilgili hukuk dairesince verilen hükümler aleyhine yapılan temyiz başvurularına ilişkin kayıt olduğu, 39. maddesinde mahkemeye veya hukuk dairesine sunulan, dava ile ilgili her türlü dilekçe ve belgenin ön büro veya yazı işlerinde görevli personele teslim edileceği, dilekçe veya belge alındığına ve elektronik ortama aktarıldığına dair başvuru sahibine ücretsiz olarak bir alındı belgesi verileceği, bu belgenin aynı zamanda havale yerine geçeceği, fiziki olarak teslim alınıp elektronik ortama aktarılan veya doğrudan elektronik ortamda gelen dilekçe veya belgenin, hâkim veya görevlendireceği personel tarafından incelendikten sonra dosyasına aktarılacağı, 48. maddesinde ise, kanun yoluna başvuru dilekçesinin, ön büro veya yazı işlerinde görevli personele teslim edileceği, kanun yoluna başvuru dilekçesinin harca tabi ise harç ödendikten sonra kaydedileceği ve başvuru sahibine ücretsiz alındı belgesi verileceği, kanun yolu başvurusunun, kanun yolu dilekçesinin kaydedildiği tarihte yapılmış sayılacağı düzenlemelerine yer verilmiştir.

51. Temyiz süresinin, kısa kararın tefhimi ile başladığı durumlarda, temyiz süresini kaçırmak istemeyen davacı veya davalının, temyize dair yazılı iradesini ortaya koyması, usuli bir hak kaybına uğramaması bakımından kaçınılmazdır. Bu nedenle gerekçeli kararın henüz açıklanmamış olması nedeniyle temyiz gerekçelerinin bildirilemediği ve yalnızca temyiz yoluna başvurma isteğinin ortaya konulduğu dilekçeler, uygulamada “süre tutum” dilekçesi adı ile anılmaktadır.

52. 1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 434. maddesinin üçüncü fıkrasında, gerekli harç ve giderlerin eksik ödenmiş olduğu, temyiz dilekçesi verildikten sonra anlaşılırsa, kararı veren hâkim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanmasının, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususunun temyiz edene yazılı olarak bildirileceği, verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceği hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla, bir temyiz dilekçesi kabul edildikten sonra, harç ve diğer temyiz giderlerine ilişkin eksikliklerin temyize başvuran tarafından tamamlanması konusunda gerekli girişimlerde bulunulması, ilk derece mahkemesinin görevidir. Özetle, temyiz dilekçesi verilmesine rağmen temyiz harç veya masraflarının yatırılmamış olduğu durumlarda, ilk derece mahkemesinin bu konuda başvurucuya yazılı bildirimde bulunarak, eksiklikleri tamamlamaya davet etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

53. Ayrıca, ilgili hukuk başlığı altında yer verilen İBK’de (§ 26) eksik harç ödenmesi halinde yapılacak işlemlere ilişkin 1086 sayılı mülga Kanun’un 434. maddesinin üçüncü fıkrasının, harca tabi olmasına rağmen, mahkeme kalemince harcı hesaplanıp ilgilisinden istenmeden ve dolayısıyla harç alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçeleri hakkında da kıyasen uygulanması gerektiğine karar verilmiştir.

54. Somut olayda başvurucunun avukatının, kısa kararın tefhim edildiği ve 10 günlük temyiz süresinin başladığı 11/7/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesine sunduğu “süre tutum” dilekçesi şöyledir:

“Yukarıda esas numarasını belirttiğim dava dosyasında itiraz eden vekiliyim. Gerekçeli karar yazıldıktan sonra temyiz etmek üzere süre tutum dilekçemizin kabul edilmesini saygılarımla arz ve talep ederim. 11.07.2012”

55. Belirtilen dilekçe, düzenlendiği tarih olan 11/7/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesi hâkimi tarafından Mahkeme dosyasına havale edilmiştir. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri çerçevesinde, hâkimin havale işlemi, kanun yoluna başvuru prosedürünün başladığını, dilekçenin hâkim tarafından görülerek İlk Derece Mahkemesinin uhdesine girdiğini göstermekte olup, bundan sonra dilekçe hakkında yapılacak işlemlerden Mahkeme personeli ile kanun yoluna başvuran tarafın ortaklaşa sorumlu olacaklarının kabulü gerekir. Buna rağmen, daha sonra Yargıtay tarafından bir temyiz dilekçesi olarak değerlendirilen 11/7/2012 tarihli dilekçesini harçlandırması gerektiği konusunda başvurucuya herhangi bir bilgilendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır.

56. Gerekçeli kararın tebliğini müteakiben başvurucu, gerekçeli temyiz taleplerini içeren dilekçesini, temyiz harcını da yatırmak suretiyle, 14/8/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesine sunmuştur. Başvurucunun temyiz talebine ilişkin işlemleri olağan bir şekilde yürütmeye devam eden İlk Derece Mahkemesi, dava dosyasını, temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtaya göndermiştir. Dolayısıyla başvurucunun, hangi aşamada hangi işlemleri eksik yaptığını bilip öngörebilme ve eksiklikleri giderme fırsatına da sahip olamadığı görülmektedir. Ayrıca başvurucunun temyiz gerekçelerini içeren dilekçesini kabul ettikten sonra, temyiz dilekçesi için yapılması gereken işlemleri yerine getiren İlk Derece Mahkemesinin bu tutumu, başvurucunun sunduğu “süre tutum” dilekçesini bir temyiz dilekçesi olarak değil, salt temyiz süresini durdurmaya matuf bir ön bildirim olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede başvurucunun, “süre tutum” adı altında sunduğu dilekçesini temyiz başvurusu olarak nitelendirme ve eksikliklerin giderilmesini sağlama noktalarında, İlk Derece Mahkemesince sergilenen pasif tutumun sonuçlarına katlanması beklenemez.

57. İlgili yasal mevzuat çerçevesinde, dosyasına havale edilen temyiz dilekçesi hakkında, Mahkeme personeli tarafından bir kayıt işlemi yapılması gerekmekte olup, bu işlemin tamamlanması bakımından eksik görülen hususların ve yapılması gerekenlerin, işlemin doğası gereği, başvurucuya bildirilmesi gereklidir.

58. Ayrıca, temyiz prosedürüne ilişkin kuralları düzenleyen 1086 sayılı Kanun ve diğer ilgili mevzuatta, temyiz süresinin tefhimle başladığı ve fakat gerekçeli kararın henüz açıklanmamış olması nedeniyle, davanın ilgili tarafının temyiz gerekçelerinin ortaya koyamadığı durumlarda, nasıl bir yol izleneceğinin açıkça düzenlenmemiş olması da bu konudaki uygulamanın öngörülebilirliğini zorlaştırmaktadır.

59. 1086 sayılı mülga Kanun’da harca tabi olan temyiz isteğinin, harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılacağı düzenlemesine yer verilirken, Yönetmelik’te ise kanun yolu başvurusunun, dilekçenin kaydedildiği tarihte yapılmış sayılacağı, kayıt işleminin ise, harca tabi olan işlerde ancak harç ödendikten sonra yapılabileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre temyiz tarihi olarak Kanun’da harcın yatırıldığı tarih, Yönetmelik’te ise dilekçenin kaydedildiği tarihin esas alındığı görülmektedir. Bu çerçevede, belirtilen iki düzenleyici metin arasında, kanun yoluna başvuru tarihinin belirlenmesinde esas alınacak işlem bakımından da bir uyumsuzluk olduğu göze çarpmaktadır.

60. Sonuç itibarıyla, temyiz başvurusuna ilişkin mevzuattaki eksik ve kendi içinde uyumsuzluk arz eden düzenlemelerin neden olduğu belirsizlik somut uygulamaya da yansımış olup, bu çerçevede, başvurucunun temyiz talebinin reddedilmesinin, mahkemeye erişim hakkı bakımından öngörülebilir ve dolayısıyla kanuni bir müdahale olduğunun kabulü mümkün değildir.

61. Kaldı ki başvurucu, kanuni süresi içerisinde İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı temyiz yoluna başvurma yönündeki istek ve iradesini ortaya koymuş olup, gerekçeli kararın kendisine tebliğinden altı gün sonra da temyiz gerekçelerini içeren dilekçesini sunmuş ve temyiz harcını ödemiştir. Buna göre, başvurucunun temyiz kanun yoluna başvurma konusunda özensiz bir tutum sergilediği söylenemez.

62. Açıklanan nedenlerle, öngörülebilir ve dolayısıyla kanuni olmayan müdahale sonucunda, İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının hukukiliğini denetletme imkanından mahrum kalan başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

63. Başvurucu, ilgili Yargıtay kararının kaldırılmasını ve temyiz incelemesi yapılmasının sağlanmasını talep etmiştir.

64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Tespit edilen ihlal Yargıtay kararından kaynaklanmakta olup, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu çerçevede, temyiz incelemesinin temini açısından gereğinin yapılması için, kararın bir örneğinin İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

66. Başvurucu ayrıca, haksız olduğunu iddia ettiği icra takibi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek, 100.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminat talep etmiş ise de; tespit edilen ihlal ile iddia edilen zararlar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

67. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ve temyiz incelemesinin temini bakımından gereğinin yapılması için, kararın bir örneğinin İlk Derece Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

26/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Bubo Çelik [1.B.], B. No: 2013/3954, 26/2/2015, § …)
   
Başvuru Adı BUBO ÇELİK
Başvuru No 2013/3954
Başvuru Tarihi 4/6/2013
Karar Tarihi 26/2/2015
Resmi Gazete Tarihi 16/4/2015 - 29328

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz etmek üzere sunduğu “süre tutum” dilekçesi Yargıtay tarafından dikkate alınmaksızın süre aşımı gerekçesiyle temyiz başvurusunun reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi-manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (hukuk) İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2004 İcra ve İflas Kanunu geçici 7
363
5311 İcra İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 24
29
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu geçici 3
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 432
5236 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 16
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 434
Yönetmelik 3/4/2012 Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği 13
39
48
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi