TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
BUBO ÇELİK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3954)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
R.G. Tarih-Sayı : 16/4/2015-29328
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Recep ÜNAL
|
Başvurucu
|
:
|
Bubo ÇELİK
|
Vekili
|
:
|
Av. Cihan KARALDİ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi kararını temyiz etmek
üzere sunduğu “süre tutum”
dilekçesi Yargıtay tarafından dikkate alınmaksızın süre aşımı gerekçesiyle
temyiz başvurusunun reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi-manevi tazminat taleplerinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 4/6/2013 tarihinde Mazıdağı Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/9/2013 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan
toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlık, yazılı görüşünü 26/2/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 3/3/2014 tarihinde
bildirilmiştir. Başvurucu süresi içerisinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını
sunmamıştır.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. 2904 sayılı Mazıdağı Tarım Kredi Kooperatifi tarafından
9/1/2012 tarihli takip talebi ile başvurucu aleyhine kambiyo senetlerine özgü
icra takibi başlatılmıştır.
9. Mazıdağı İcra Müdürlüğünün 9/1/2012 tarih ve E.2012/6
sayılı kambiyo senetlerine özgü haciz yoluna ilişkin toplam 103.394,94 TL
tutarında takibe esas alacağa ilişkin ödeme emri, başvurucuya gönderilmiştir.
10. Başvurucu, 27/2/2012 havale tarihli dilekçe ile Mazıdağı
İcra Hukuk Mahkemesinde “icra takibine
itiraz” davası açarak, alacaklı kooperatife borcunun bulunmaması
nedeniyle takibin durdurulmasına, takip ve ödeme emrinin iptaline, alacaklının
%40 oranında tazminat ödemesine karar verilmesini talep etmiştir.
11. Başvurucu, Mahkemeye vermiş olduğu dilekçeler ve
duruşmadaki beyanlarında, takibe konulan senette tahrifat yapıldığını,
senetteki imzanın kendisine ait olmasına rağmen senedin üst kısmının ilgili
kurum personelince gerçeğe aykırı doldurulduğunu iddia etmiş ve keşide tarihi
ile vade tarihi aynı olan senedin kambiyo senetlerine özgü takibe konu
edilemeyeceğini ileri sürmüştür.
12. İcra Hukuk Mahkemesinin 11/7/2012 tarih ve E.2012/4,
K.2012/5 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilerek, başvurucuya tefhim
edilmiş ve ayrıca, 10 günlük temyiz süresinin başvurucu açısından tefhimden
itibaren başlayacağı bildirilmiştir.
13. Başvurucu, E.2012/4 sayılı dosya kapsamında gerekçeli
karar yazıldıktan sonra temyiz yoluna başvurabilmek amacıyla, 11/7/2012 havale
tarihli “süre tutum” dilekçesini
İlk Derece Mahkemesine sunmuştur. Mahkeme hâkimi, dilekçe üzerine “D. / 11.07.2012 / Hakim
(Sicil No.)” şeklinde derkenar yazısı yazarak dosyasına havale
etmiştir.
14. Gerekçeli karar, başvurucuya 10/8/2012 tarihinde tebliğ
edilmiş olup, başvurucu temyiz gerekçelerini içeren dilekçesini 14/8/2012
tarihinde Mahkemeye sunmuştur. Temyiz yoluna başvurma harcı da aynı tarihte
başvurucudan tahsil edilmiştir.
15. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12. Hukuk
Dairesinin 22/1/2013 tarih ve E.2012/26101, K.2013/1413 sayılı kararı ile süre
aşımı nedeniyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
16. Anılan Yargıtay kararına karşı başvurucu 18/2/2013 tarihinde
karar düzeltme talebinde bulunmuş olup, aynı Dairenin 26/4/2013 tarih ve E.
2013/9036, K.2013/15836 sayılı kararı ile söz konusu talebin reddine karar
verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 10/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu, 4/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun
(2/3/2005 tarih ve 5311 sayılı Kanun’un 29. maddesi ile eklenen) geçici 7.
maddesi şöyledir:
“Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004
tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve
başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve
İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar
düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır.”
19. 5311 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki şekliyle
2004 sayılı Kanun’un 363. maddesinin birinci fırkası şöyledir:
“(Değişik madde: 18/02/1965
- 538/140 md.)
İcra mahkemesinin vereceği kararlardan:
…
(Değişik
fıkra: 09/11/1988 - 3494/60 md.)
İlişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen kararlar tefhim
veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebilir. …”
20. 6100 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesi şöyledir:
“(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004
tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086
sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam
olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama
tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında,
kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı
Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü
madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
…”
21. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarih ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla yapılan değişiklikten önceki
432. maddesi şöyledir:
“(Değişik madde: 26/02/1985
- 3156/20 md.)
…
Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya
başka bir yer mahkemesine verilebilir.
Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeden
başka bir mahkemeye verilmişse, 434 üncü maddeye göre
işlem yapıldıktan sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle birlikte
gönderilir.
Temyiz, kanuni süre geçtikten sonra yapılır
veya temyizi kabil olmayan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme
temyiz isteminin reddine karar verir ve Yargıtaya
gönderme için yatırılan parayı kullanarak ret kararını kendiliğinden ilgiliye
tebliğ eder.
Bu ret kararı tebliğinden itibaren yedi gün
içinde temyiz edilebilir, temyiz edildiği ve gerekli giderler de yatırıldığı
takdirde dosya kararı veren mahkemece Yargıtaya
yollanır. Yargıtayın ilgili dairesi temyiz isteminin
reddine ilişkin kararı bozarsa, ilk temyiz dilekçesine göre temyiz istemini
inceler.”
22. 1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikten önceki 434. maddesi şöyledir:
“(Değişik madde: 16/07/1981
- 2494/27 md.)
Temyiz dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse o
mahkemece temyiz defterine kaydolunur ve temyiz edene
ücretsiz bir alındı kağıdı verilir.
Temyiz isteği, harca tabi değilse dilekçenin
temyiz defterine kaydedildiği, harca tabi ise harcın yatırıldığı tarihte yapılmış
sayılır.
Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve
giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa,
kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından
verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden
vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre
içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz
edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü
kıyasen uygulanır.”
23. 3/4/2012 tarih ve 28253 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hukuk
Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) “Temyiz kaydı” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“(1) Mahkemece veya ilgili hukuk dairesince
verilen hükümler aleyhine yapılan temyiz başvurularına ilişkin olarak tutulan
kayıttır.
(2) Temyiz kaydı; sıra numarası, dosya esas
sıra numarası, temyiz yoluna başvuranın taraf sıfatı, adı ve soyadı, aleyhine
temyiz yoluna başvurulanın taraf sıfatı, adı ve soyadı, temyiz dilekçe tarihi,
davanın nev’i, karar tarih ve numarası, aleyhine temyiz olunana tebliğ tarihi,
temyiz şartlarının yerine getirilip getirilmediği, dosyanın Yargıtay’ın hangi
dairesine gönderildiği, gönderilme tarihi, dosyanın temyiz incelemesinden
döndüğü tarih ve neticesi ile düşünceler sütunlarını içerir.”
24. Yönetmeliğin “Havale,
dilekçe ve belgelerin alınması” kenar başlıklı 39. maddesi şöyledir:
“(1) Dava ile ilgili mahkemeye veya hukuk
dairesine sunulan her türlü dilekçe ve belge ön büro veya yazı işlerinde
görevli personele teslim edilir. Dilekçe veya belgenin alındığına ve elektronik
ortama aktarıldığına dair başvuru sahibine ücretsiz olarak bir alındı belgesi
verilir. Bu belge aynı zamanda havale yerine geçer.
(2) Fiziken teslim
alınıp elektronik ortama aktarılan veya doğrudan elektronik ortamda gelen
dilekçe veya belge, hâkim veya görevlendireceği personel tarafından
incelendikten sonra dosyasına aktarılır.”
25. Yönetmeliğin “Kanun
yoluna başvuru işlemleri” kenar başlıklı 48. maddesi şöyledir:
“(1) Kanun yoluna başvuru dilekçesi, ön büro
veya yazı işlerinde görevli personele teslim edilir.
(2) Kanun yoluna başvuru dilekçesi harca tabi
değilse hemen, harca tabi ise harç ödendikten sonra kaydedilir ve başvuru
sahibine ücretsiz alındı belgesi verilir.
(3) Alındı belgesi, kanun yolu dilekçesinin
sisteme kaydedilmesi üzerine verilen belgedir. Alındı belgesi, mahkemenin
adını, dosyanın esas ve karar numarasını, karar tarihini, tarafların ve varsa
müdahillerin ad ve soyadlarını, davanın konusunu, başvurulan kanun yolu
merciini, başvuru tarih ve saatini içerir.
(4) Kanun yolu başvurusu, kanun yolu
dilekçesinin kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır.
(5) Başka yer mahkemesine verilen kanun yoluna
başvuru dilekçelerinde de yukarıdaki hükümler uygulanır. Başka yer yazı işleri
müdürü veya görevli personel teslim aldığı dilekçe ve eklerini elektronik
ortama aktarır, fizikî evrakı da gecikmeksizin ilgili mahkemeye gönderir.
(6) Herhangi bir nedenle elektronik ortamda
işlem yapılamaması halinde durum bir tutanakla tespit edilir ve işlem fiziki
ortamda yapılır. Elektronik sistem açıldığında fizikî ortamda yapılan işlemler
gecikmeksizin elektronik ortama aktarılır. Bu durumda kanun yolu başvuru
dilekçesi tutanağın düzenlendiği tarihte verilmiş sayılır.
(7) Fiziksel ortamda kanun yolu başvurusu
mesai saatleri içinde yapılır.
(8) Gerçek kişilerin UYAP Vatandaş Bilgi
Sistemi üzerinden, tüzel kişi temsilcilerinin UYAP Kurum Bilgi Sistemi
üzerinden kanun yolu başvuru dilekçeleri gönderebilmeleri için elektronik imza
sahibi olmaları gerekir. Gerçek ve tüzel kişiler elektronik ortamda yapacakları
kanun yolu başvurusunun harcını elektronik ortamda mahkeme veznesinin bağlı
olduğu banka hesabına aktarırlar. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme
kaydedildiği tarihte yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin
elektronik ortamda erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.
(9) Taraf vekillerince UYAP üzerinden güvenli
elektronik imza ile kanun yolu başvuru dilekçesi gönderilebilir. Bu işler için
ayrıca elle atılmış imzalı belge istenmez. Avukatların UYAP Avukat Bilgi
Sistemi üzerinden kanun yolu başvuru dilekçesi gönderebilmeleri için elektronik
imza sahibi olmaları gerekir. Kanun yolu harçları avukat tarafından elektronik
ortamda mahkeme veznesi hesabına aktarılır. Ayrıca bu işlemlerin Barokart veya kredi kartı gibi ödeme araçlarıyla yapılması
sağlanabilir. Kanun yolu başvurusu, dilekçenin sisteme kaydedildiği tarihte
yapılmış sayılır. İşlem sonucunda başvuru sahibinin elektronik ortamda
erişebileceği bir alındı belgesi oluşturulur.
(10) Elektronik ortamda kanun yolu başvurusu
saat 00:00’a kadar yapılabilir.
(11) Kanun yoluna başvurulan dava veya işler,
görevli daire doğru bir şekilde belirlendikten sonra kanun yolu formu ve dizi
pusulası UYAP üzenden hazırlanarak ilgili mercie gönderilir.”
26. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun
25/1/1985 tarih ve E.1984/5, K.1985/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının
(İBK) ilgili kısımları şöyledir:
“Nitekim, uygulamada, harca tabi olmasına
karşın, hiç harç alınmadan temyiz dilekçesinin temyiz defterine kaydedildiği ve
dosyanın aşağıdaki nedenlerle Yargıtay’a gönderildiği görülmektedir.
Birincisi, yasanın yanlış yorumundan
kaynaklanmakta; örneğin, Sosyal Sigortalar Kurumu ve DSİ Genel Müdürlüğü’yle
ilgili davalarda yargı harcının alınıp alınmayacağı konusunda harç almakla
yükümlü mahkemece duraksamalara gösterilmiş ve çoklukla olumsuz bir yorumla
uygulamada bir süre, temyiz edenin harcı yatırmak isteğine karşın harç
alınmamıştır.
İkinci neden de,
mahkeme kaleminin harç almayı savsaklaması ve temyiz defterine dilekçeyi
kaydetmesiyle ortaya çıkmaktadır. Harcın ödenmesi temyiz edenin kendi başına
yapacağı bir işlem olmayıp yetkili görevlinin önüne gelen işlemi tamamlama
görevinin sonucu, temyiz edenle birlikte ortaklaşa yapılması gereken bir
işlemdir (Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri Yazı İşleri Yönetmeliği m. 14). Temyiz
edenin harç yatırmak istediği halde görevlinin almadığını belgeleyip
kanıtlaması olanaksız derecede güç olmasına karşılık, görevlinin ilgiliden bu
harca istediğini ve fakat ilgilinin yatırmadığını dilekçeye düşeceği bir
yazıyla kanıtlanması daha kolay ve hatta görevi gereğidir. Ancak, bütün bunlar
yapılmamışsa, kuşkusuz harcın yatırılmaması, yetkilinin görevini
savsaklamasından kaynaklanmış demektir.
Yukarıda sergilenen yanlış yorum ya da
savsaklama durumlarında, temyiz edene yükletilecek bir kusur olmadığı gibi,
bunun da ötesinde temyiz edenin, aşıp üstesinden gelemeyeceği, hukuki deyimiyle,
bir yenilemez yanılgı karşısında bulunduğu ve bunu temyiz edene yüklemenin
adalet ve hukuka güven ilkeleriyle bağdaşmayacağı açıktır. Esasen, eksik harç
yatırılmasını temyiz edene yükletilecek bir kusur ve yanılgı olarak görmeyen ve
bunu verilecek ek bir süreyle çözen yasanın amaçsal
(teleolojik) yorumu da, bunu gerektirmektedir. Çıkış
ve varış noktalarının bu sentezinden, kullanılacak yorum aracı da kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır ki, bu da hiç harç yatırılmaması durumunda, HUMK’nın 434. maddesinin 3. fıkrasının benzetme yoluyla
uygulanacağıdır.
Görülüyor ki, burada Yasanın 434. maddesinin
ilk fıkrasını, onu yumuşatan öbür fıkralarından soyutlayarak katı kesinlemelere götürecek biçimde bir başına ele almak ve
yorumda karşıt kavram yöntemini kullanmak yerinde değildir.
Ulaşılan bu noktanın doğal bi(r)
sonucu da, harcın hiç yatırılmaması durumunda Yasanın
434. maddesinin 2. fıkrası uyarınca temyiz davasının, dilekçenin deftere
kaydedildiği tarihte açılmış sayılacağıdır. Temyizin harcın yatırıldığı tarihte
yapılmış sayılacağı yolundaki düşüncenin bu yorumla ve sonuçla bağdaşması
olanaksızdır. Zira, harcın yatırıldığı tarihte temyiz süresi akan zaman içinde
esasen geçmiş olacağından, temyiz edene ek bir süre vermenin hiç
bir yararı bulunmayacak, dahası anlamsız kalacaktır. Oysa, yasalar
yorumlanırken, anlamsız sonuçlara ulaştıran yorumlardan kaçınmak zorunludur.
Temyiz davasının açıldığı tarihte ilgili
olarak ulaşılan bu sonucun, dilekçenin mahkeme kalemindeki deftere kaydı
tarihinde değil, harcın ödendiği tarihte davanın açılmış sayılacağına ilişkin
6.2.1984 gün ve 7/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararına aykırı olduğu
görüşü de yerinde değildir. Zira, anılan içtihatları birleştirme kararı,
davanın ne zaman açılmış ve dilekçenin ne zaman kaydedilmiş sayılacağı
konusuyla ilgilidir. Oysa, burada söz konusu olan sorun, eksik harç yatırana
yasayla benimsenen uyarı ve ek sürenin, yanlışlıklı
kendisinden hiç harç alınmayan temyiz edene tanınıp tanınmayacağıdır.
Bütün bu nedenlerle, harca tabi olmasına
karşılık, harç alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçeleri hak(k)ında HUMK’nın
2494 sayılı Yasayla değişik 434. maddesinin 3. fıkrası benzetme yoluyla
uygulanır. Bu durumda, temyiz isteği dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği
tarihte yapılmış sanılarak temyiz harcının hesaplanıp temyiz edenden istendiği
halde, temyiz süresi içinde ödemediği mahkeme kalemince belgelendirilmiş ise
temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
SONUÇ: Harca tabi olmasına karşın, mahkeme
kalemince harcı hesaplanıp ilgilisinden istenmeden ve dolayısıyla harç
alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçeleri hakkında HUMK’nın 2494 sayılı Yasayla değişik 434. maddesinin 3.
fıkrasında öngörülen ‘eksik harç ödenmesi halinde yapılacak işlemde ilgili
kuralın’ benzetme yoluyla uygulanacağına ve bu durumda temyiz isteğinin,
dilekçenin temyiz defterine kaydedildiği tarihte yapılmış sayılacağına; ancak,
temyiz harcının mahkeme kalemince hesaplanıp ilgilisinden istendiği halde
süresinde ödenmediği belgelendirilmiş ise temyiz isteğinin reddi gerekeceğine,
25.1.1985 günlü ilk toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verildi.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 4/6/2013 tarih ve 2013/3954 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu, İcra Hukuk Mahkemesinin kısa kararının
kendisine tefhim edildiği 11/7/2012 tarihinde dava dosyasına süre tutum
dilekçesi sunduğunu, gerekçeli kararın kendisine tebliğinden sonra 14/8/2012
tarihinde temyiz gerekçelerini sunduğunu, ancak anılan süre tutum dilekçesi
Yargıtay tarafından dikkate alınmaksızın, temyiz dilekçesinin süre aşımı
nedeniyle reddine karar verildiğini, bu karara karşı yaptığı karar düzeltme
talebinin de reddedildiğini, bu şekilde temyiz yoluna başvuru hakkının elinden
alındığını ileri sürmüş, ilgili Yargıtay kararının kaldırılması ile maddi ve
manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun, kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
30. Bakanlık görüş yazısında aşağıda hususlara temas
edilmiştir:
i. Bakanlık görüş yazısında ilk olarak, AİHM içtihatları
çerçevesinde, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın
hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan, kanunla
öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı
bir gevşeklikten kaçınmalarının gerekli olduğu ifade edilmiştir.
ii. Diğer yandan, Türk Hukukunda temyiz dilekçesinin hâkim
tarafından havalesini müteakiben yazı işleri müdürlüğünün, gerekli harç ve
giderleri hesaplayıp, ilgilisinden tahsil edeceği ve dilekçenin temyiz
defterine kaydedileceği, kaydedilen dilekçenin kaydın yapıldığı tarih ve sıra
numarası açıkça yazılmak suretiyle gösterileceği, havaleden sonra harçlandırılan dilekçelerin kaleme tevdii halinde de bu
durum belgelenerek dilekçenin teslim alınacağı ve temyiz defterine bundan sonra
kaydedileceği, hukuk davalarında “süre tutum
dilekçesi” adı altında bir talep türü olmadığı, kaldı ki hak
düşürücü sürelerin durdurulamayacağı, somut başvuruda, “süre tutum dilekçesi” olarak verilen
dilekçenin, temyiz dilekçesinin temel unsurlarını taşımasının gerektiği, temyiz
dilekçesinin, temyiz edenin kimliği ve imzasıyla temyiz olunan kararı yeteri
kadar belli edecek bilgileri taşıması halinde diğer şartlar bulunmasa dahi reddolunmayıp temyiz incelemesinin yapılacağı, bu
çerçevede, süre tutum dilekçesinin temyiz mahiyetinde olduğu ve harçlandırılmasının gerektiği, gerekçesi yazılmadan temyiz
edilse dahi gerekçeli karardan sonra ayrıntılı temyiz gerekçelerinin Yargıtaya bildirilmesine hukuken bir engel bulunmadığı
bildirilmiştir.
iii. Bakanlık görüş yazısında, kanunlarda öngörülen temyiz
süresi gibi hak düşürücü sürelerin, hukuki güvenlik ilkesinin bir gereği
olduğu, ayrıca gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gerekse Anayasa
Mahkemesinin kanunları yorumlamak ve uygulamak yetkisinin birinci derecede
ulusal makamlara ait olduğunu kabul ettiği belirtilmiştir.
iv. Bakanlık tarafından, somut başvuruda süre tutum dilekçesi
temyiz saikiyle sunulmuş ise, harca tabi olmasına
rağmen harç alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz dilekçesi hakkında
yapılacak işlemlere ilişkin 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi, 25/1/1985 tarih
ve E.1984/5, K.1985/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ve 6100
sayılı Kanun’a eklenen geçici 3. madde atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı
Kanun’un temyize ilişkin hükümleri uyarınca, harca tabi bir işe ilişkin kararın
temyizi halinde temyiz harcının sonradan alınmasının mümkün olduğu, Türk
Hukukunda temyize ilişkin hükümlerin AİHM’in
nitelendirdiği şekliyle katı ve kişilerin mahkemeye erişimini imkansız kılacak
derecede zorlaştıran usul kuralları bulunmadığı, aksi yorum halinde usulüne
göre verilmiş tek bir dilekçe ile mahkemede sonradan temyiz etme hakkını
sürekli elinde tutan taraflar çoğalacak, hukuki kesinlik ve güvenliğin
kişilerin sağduyu ve adalet algılarına terk edildiği bir hukuk sisteminin
ortaya çıkacağı ileri sürülmüştür.
v. Sonuç olarak Bakanlık görüş yazısında, yargılamanın adil
olmadığını veya keyfi davranıldığını düşündürecek herhangi bir belirti
bulunmadığı, kaldı ki başvurucunun davasının bir hukukçu olan avukat tarafından
takip edildiği, süre tutum dilekçesi de dahil olmak üzere tüm işlemlerin avukat
marifetiyle yapıldığı, Devletin ihlal konusundaki sorumluluğunun usul kuralları
ile ilgili düzenlemelerin bir avukat tarafından bilindiği varsayılarak
yorumlanması gerektiği bildirilmiştir.
31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
32. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurular için benimsediği
temel yaklaşım doğrultusunda kural olarak, bireysel başvuruya konu davadaki
olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması,
yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile
kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas
yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye
tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece
ve açıkça keyfilik içermedikçe, derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve
hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede,
derece mahkemelerinin delilleri değerlendirmesinde açık ve bariz takdir hatası
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.
No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26). Somut başvuruda da Anayasa Mahkemesinin görevi,
usul kurallarının uygulanması konusunda derece mahkemelerinin takdir ve
değerlendirmelerini denetlemek olmayıp, usule ilişkin uygulamanın başvurucunun
mahkemeye erişim hakkını, Anayasa ve Sözleşme’ye
aykırı olarak kısıtlayıp kısıtlamadığını denetlemektir.
33. Mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer almaktadır (B. No:
2012/144, 2/10/2013, § 28; B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; B. No: 2012/1061,
21/11/2013, § 28; B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
34. Mahkemeye erişim hakkı adil yargılanma hakkının en temel
unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da
imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça
hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık
oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak
yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da
kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal
edildiğinin kabulü gerekir (B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
35. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru
konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin
mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını
gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki
belirsizlikler, kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Aynı
yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa,
B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle, mahkemeler usul kurallarını
uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı
şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının
ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar
(Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B.No: 59601/09, 17/9/2013, § 21).
36. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve
yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine
hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından
görülmesi bakımından bir çeşit engel haline gelmeleri durumunda, mahkemeye
erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006, § 24).
37. Somut olayda, başvurucunun açmış olduğu kambiyo senetlerine özgü
takibe itiraz davası, İcra Hukuk Mahkemesinin 11/7/2012 tarih kararı ile
reddedilmiş olup, buna ilişkin karar başvurucuya tefhim edilmiş ve 10 günlük
temyiz süresinin başvurucu açısından tefhimden itibaren başlayacağı
bildirilmiştir. Başvurucu dava dosyası kapsamında gerekçeli karar yazıldıktan
sonra temyiz yoluna başvurabilmek amacıyla 11/7/2012 havale tarihli “süre tutum” dilekçesini Mahkemeye
sunmuştur. Mahkeme hâkimi, aynı tarihte başvurucunun dilekçesini kabul ederek
dosyasına havale etmiştir. Ancak bu aşamada başvurucu herhangi bir harç
yatırmadığı gibi, gerek başvuru formu gerekse Bakanlık
görüş yazısındaki bilgilerden, ilgili hâkim veya kalem personeli tarafından
başvurucunun bu konuda bilgilendirildiğine dair herhangi bir kayda
rastlanmamıştır. Gerekçeli kararın kendisine 10/8/2012 tarihinde tebliği
üzerine başvurucu, temyiz gerekçelerini içeren dilekçesini 14/8/2012 tarihinde
İlk Derece Mahkemesine sunmuştur. Temyiz yoluna başvurma harcı da aynı tarihte
başvurucudan tahsil edilmiş ve başvurucunun temyiz başvurusunda bir eksiklik
görülmeyerek dosya, Yargıtaya gönderilmiştir.
38. Ancak başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay 12.
Hukuk Dairesinin 22/1/2013 tarihli kararı ile süre aşımı nedeniyle temyiz
dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Karar temyiz edene 11/07/2012 tarihinde tefhim edildiği
halde temyiz dilekçesi belirli süre geçirildikten sonra, 14/08/2012 tarihinde
verilip kaydettirilmiştir. Süre aşımı bakımından temyiz dilekçesinin (REDDİNE),
ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
22/01/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.”
39. Başvurucunun karar düzeltme talebinin de aynı Dairenin
26/4/2013 tarihli kararı ile reddine karar verilmiştir. Bu şekilde, başvuru
yolları tüketilmiş olup, anılan karar başvurucuya, 10/5/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Düzeltilmesi istenen Yargıtay ilamıyla bunda atıf yapılan
mahkeme kararında yazılı gerekçeler ve dosyada mevcut belgeler karşısında karar
düzeltme isteği yerinde görülmediği gibi HUMK. nun 440. maddesinde yazılı dört halden hiç birine de
uymadığından İİK.nun 366. ve HUMK.nun
442. maddeleri uyarınca (REDDİNE), ...”
40. Temyiz yoluna başvurulmasına ilişkin kısıtlamalar da dava
açılması konusundaki kısıtlamalar gibi, kural olarak, mahkemeye erişim hakkına
müdahale teşkil eder. Bu kısıtlamalar, süre, harç ve benzeri bir takım usuli şartlar öngörülmesi şeklinde de olabilir.
41. Başvurucunun temyiz talebinin reddedilmesi, “Karar temyiz edene 11/07/2012 tarihinde tefhim
edildiği halde temyiz dilekçesinin belirli süre geçirildikten sonra, 14/08/2012
tarihinde verilip kaydettirilmiş” olmasına dayanmakta olup,
başvurucunun temyiz kanun yoluna erişim hakkını engelleyen bu durum, mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturmuştur.
42. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde
sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da,
Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların
sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım
koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan
sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu
açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere
aykırı olamaz (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).
43. Anayasa’nın “Temel hak
ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre
temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Ayrıca bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
44. AİHM de mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan
Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkının sınırlandırılması rejimi
düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının
sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye
erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının
kaçınılmaz olduğunu ve bu nedenle sözleşmeci devletlerin bu konuda bir takdir
alanına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın
özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın
sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin
hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey
aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir (bkz. Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,
28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya,
B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36; Sabri
Güneş/Türkiye, B. No: 27396/06, 24/5/2011, § 56).
45. Sonuç itibarıyla mutlak olmayan ve sınırlandırılabilen
mahkemeye erişim hakkına ilişkin sınırlandırmaların, kanuni olması, hakkın
özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve
ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No:
2013/1613, 2/10/2013, § 38).
46. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri “belirlilik”tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir
kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını, bunların kamu otoritesine hangi müdahale yetkisini doğurduğunu,
kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda
kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk
güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM,
E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010; AYM, E.2009/21, K.2011/16, K.T.
13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; AYM, E.2011/18,
K.2012/53, K.T. 11/4/2012).
47. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamaların yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp,
bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli
olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni,
bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve
kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır.
Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair
yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm
sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın
ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap
ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak
belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla
erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T.
12/1/2012).
48. AİHM içtihatlarına göre de bir kanuni düzenlemenin
bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi,
kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği
alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde
öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez.
Kanunun açıklığı, arzu edilir bir durum olmakla birlikte; bazen aşırı bir
katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere
uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması
ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir
(bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00, 76292/01,
13/11/2008, § 83).
49. 1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikten önceki 434. maddesinde temyiz isteğinin, harca tabi ise harcın
yatırıldığı tarihte yapılmış sayılacağı, temyiz dilekçesi verilirken ödenmesi
gerekli harç ve giderler konusunda bir eksiklik bulunması halinde, bunların
tamamlanması için başvurucuya yedi günlük kesin süre tanınacağı, aksi takdirde
kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceği hükme bağlanmıştır.
50. Yönetmeliğin 13. maddesinde ise temyiz kaydının,
mahkemece veya ilgili hukuk dairesince verilen hükümler aleyhine yapılan temyiz
başvurularına ilişkin kayıt olduğu, 39. maddesinde mahkemeye veya hukuk
dairesine sunulan, dava ile ilgili her türlü dilekçe ve belgenin ön büro veya
yazı işlerinde görevli personele teslim edileceği, dilekçe veya belge
alındığına ve elektronik ortama aktarıldığına dair başvuru sahibine ücretsiz
olarak bir alındı belgesi verileceği, bu belgenin aynı zamanda havale yerine
geçeceği, fiziki olarak teslim alınıp elektronik ortama aktarılan veya doğrudan
elektronik ortamda gelen dilekçe veya belgenin, hâkim veya görevlendireceği
personel tarafından incelendikten sonra dosyasına aktarılacağı, 48. maddesinde
ise, kanun yoluna başvuru dilekçesinin, ön büro veya yazı işlerinde görevli
personele teslim edileceği, kanun yoluna başvuru dilekçesinin harca tabi ise
harç ödendikten sonra kaydedileceği ve başvuru sahibine ücretsiz alındı belgesi
verileceği, kanun yolu başvurusunun, kanun yolu dilekçesinin kaydedildiği tarihte
yapılmış sayılacağı düzenlemelerine yer verilmiştir.
51. Temyiz süresinin, kısa kararın tefhimi ile başladığı
durumlarda, temyiz süresini kaçırmak istemeyen davacı veya davalının, temyize
dair yazılı iradesini ortaya koyması, usuli bir hak
kaybına uğramaması bakımından kaçınılmazdır. Bu nedenle gerekçeli kararın henüz
açıklanmamış olması nedeniyle temyiz gerekçelerinin bildirilemediği ve yalnızca
temyiz yoluna başvurma isteğinin ortaya konulduğu dilekçeler, uygulamada “süre tutum” dilekçesi adı ile anılmaktadır.
52. 1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikten önceki 434. maddesinin üçüncü fıkrasında, gerekli harç ve
giderlerin eksik ödenmiş olduğu, temyiz dilekçesi verildikten sonra
anlaşılırsa, kararı veren hâkim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi
günlük kesin süre içinde tamamlanmasının, aksi halde temyizden vazgeçmiş
sayılacağı hususunun temyiz edene yazılı olarak bildirileceği, verilen süre
içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, kararın temyiz edilmemiş
sayılmasına karar verileceği hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla, bir temyiz
dilekçesi kabul edildikten sonra, harç ve diğer temyiz giderlerine ilişkin
eksikliklerin temyize başvuran tarafından tamamlanması konusunda gerekli
girişimlerde bulunulması, ilk derece mahkemesinin görevidir. Özetle, temyiz
dilekçesi verilmesine rağmen temyiz harç veya masraflarının yatırılmamış olduğu
durumlarda, ilk derece mahkemesinin bu konuda başvurucuya yazılı bildirimde
bulunarak, eksiklikleri tamamlamaya davet etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
53. Ayrıca, ilgili hukuk başlığı altında yer verilen İBK’de (§ 26) eksik harç ödenmesi halinde yapılacak
işlemlere ilişkin 1086 sayılı mülga Kanun’un 434. maddesinin üçüncü fıkrasının,
harca tabi olmasına rağmen, mahkeme kalemince harcı hesaplanıp ilgilisinden
istenmeden ve dolayısıyla harç alınmadan temyiz defterine kaydedilen temyiz
dilekçeleri hakkında da kıyasen uygulanması gerektiğine karar verilmiştir.
54. Somut olayda başvurucunun avukatının, kısa kararın tefhim
edildiği ve 10 günlük temyiz süresinin başladığı 11/7/2012 tarihinde İlk Derece
Mahkemesine sunduğu “süre tutum”
dilekçesi şöyledir:
“Yukarıda esas numarasını belirttiğim dava
dosyasında itiraz eden vekiliyim. Gerekçeli karar yazıldıktan sonra temyiz
etmek üzere süre tutum dilekçemizin kabul edilmesini saygılarımla arz ve talep
ederim. 11.07.2012”
55. Belirtilen dilekçe, düzenlendiği tarih olan 11/7/2012
tarihinde İlk Derece Mahkemesi hâkimi tarafından Mahkeme dosyasına havale
edilmiştir. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri çerçevesinde, hâkimin havale
işlemi, kanun yoluna başvuru prosedürünün başladığını, dilekçenin hâkim
tarafından görülerek İlk Derece Mahkemesinin uhdesine girdiğini göstermekte
olup, bundan sonra dilekçe hakkında yapılacak işlemlerden Mahkeme personeli ile
kanun yoluna başvuran tarafın ortaklaşa sorumlu olacaklarının kabulü gerekir.
Buna rağmen, daha sonra Yargıtay tarafından bir temyiz dilekçesi olarak
değerlendirilen 11/7/2012 tarihli dilekçesini harçlandırması
gerektiği konusunda başvurucuya herhangi bir bilgilendirme yapılmadığı
anlaşılmaktadır.
56. Gerekçeli kararın tebliğini müteakiben başvurucu,
gerekçeli temyiz taleplerini içeren dilekçesini, temyiz harcını da yatırmak
suretiyle, 14/8/2012 tarihinde İlk Derece Mahkemesine sunmuştur. Başvurucunun
temyiz talebine ilişkin işlemleri olağan bir şekilde yürütmeye devam eden İlk
Derece Mahkemesi, dava dosyasını, temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtaya göndermiştir. Dolayısıyla başvurucunun, hangi
aşamada hangi işlemleri eksik yaptığını bilip öngörebilme ve eksiklikleri
giderme fırsatına da sahip olamadığı görülmektedir. Ayrıca başvurucunun temyiz
gerekçelerini içeren dilekçesini kabul ettikten sonra, temyiz dilekçesi için
yapılması gereken işlemleri yerine getiren İlk Derece Mahkemesinin bu tutumu,
başvurucunun sunduğu “süre tutum”
dilekçesini bir temyiz dilekçesi olarak değil, salt temyiz süresini durdurmaya
matuf bir ön bildirim olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede
başvurucunun, “süre tutum” adı
altında sunduğu dilekçesini temyiz başvurusu olarak nitelendirme ve
eksikliklerin giderilmesini sağlama noktalarında, İlk Derece Mahkemesince
sergilenen pasif tutumun sonuçlarına katlanması beklenemez.
57. İlgili yasal mevzuat çerçevesinde, dosyasına havale edilen
temyiz dilekçesi hakkında, Mahkeme personeli tarafından bir kayıt işlemi
yapılması gerekmekte olup, bu işlemin tamamlanması bakımından eksik görülen
hususların ve yapılması gerekenlerin, işlemin doğası gereği, başvurucuya
bildirilmesi gereklidir.
58. Ayrıca, temyiz prosedürüne ilişkin kuralları düzenleyen
1086 sayılı Kanun ve diğer ilgili mevzuatta, temyiz süresinin tefhimle
başladığı ve fakat gerekçeli kararın henüz açıklanmamış olması nedeniyle,
davanın ilgili tarafının temyiz gerekçelerinin ortaya koyamadığı durumlarda,
nasıl bir yol izleneceğinin açıkça düzenlenmemiş olması da bu konudaki
uygulamanın öngörülebilirliğini zorlaştırmaktadır.
59. 1086 sayılı mülga Kanun’da harca tabi olan temyiz
isteğinin, harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılacağı düzenlemesine yer
verilirken, Yönetmelik’te ise kanun yolu başvurusunun, dilekçenin kaydedildiği
tarihte yapılmış sayılacağı, kayıt işleminin ise, harca tabi olan işlerde ancak
harç ödendikten sonra yapılabileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre
temyiz tarihi olarak Kanun’da harcın yatırıldığı tarih, Yönetmelik’te ise
dilekçenin kaydedildiği tarihin esas alındığı görülmektedir. Bu çerçevede,
belirtilen iki düzenleyici metin arasında, kanun yoluna başvuru tarihinin
belirlenmesinde esas alınacak işlem bakımından da bir uyumsuzluk olduğu göze
çarpmaktadır.
60. Sonuç itibarıyla, temyiz başvurusuna ilişkin mevzuattaki
eksik ve kendi içinde uyumsuzluk arz eden düzenlemelerin neden olduğu
belirsizlik somut uygulamaya da yansımış olup, bu çerçevede, başvurucunun
temyiz talebinin reddedilmesinin, mahkemeye erişim hakkı bakımından
öngörülebilir ve dolayısıyla kanuni bir müdahale olduğunun kabulü mümkün
değildir.
61. Kaldı ki başvurucu, kanuni süresi içerisinde İlk Derece
Mahkemesinin kararına karşı temyiz yoluna başvurma yönündeki istek ve iradesini
ortaya koymuş olup, gerekçeli kararın kendisine tebliğinden altı gün sonra da
temyiz gerekçelerini içeren dilekçesini sunmuş ve temyiz harcını ödemiştir.
Buna göre, başvurucunun temyiz kanun yoluna başvurma konusunda özensiz bir
tutum sergilediği söylenemez.
62. Açıklanan nedenlerle, öngörülebilir ve dolayısıyla kanuni
olmayan müdahale sonucunda, İlk Derece Mahkemesinin nihai kararının
hukukiliğini denetletme imkanından mahrum kalan başvurucunun, Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
63. Başvurucu, ilgili Yargıtay kararının kaldırılmasını ve
temyiz incelemesi yapılmasının sağlanmasını talep etmiştir.
64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
65. Tespit edilen ihlal Yargıtay kararından kaynaklanmakta
olup, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu çerçevede, temyiz incelemesinin
temini açısından gereğinin yapılması için, kararın bir örneğinin İlk Derece
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
66. Başvurucu ayrıca, haksız olduğunu iddia ettiği icra
takibi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek, 100.000,00 TL
maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminat talep etmiş ise de;
tespit edilen ihlal ile iddia edilen zararlar arasında illiyet bağı bulunmadığı
anlaşıldığından, başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucunun,
1.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ve
temyiz incelemesinin temini bakımından gereğinin yapılması için, kararın bir
örneğinin İlk Derece Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/2/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.