TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CELALETTİN SADIK İZBUDAK
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2810)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şermin BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Celalettin Sadık İZBUDAK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, aile konutundan
tahliye işleminden kaynaklanan zararın tazmini için açılan davanın reddi
nedeniyle konut dokunulmazlığı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği
iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 2/5/2013
tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 26/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 2/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına
(Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin
bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 13/11/2014
tarihli görüş yazısı 24/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş;
başvurucu, görüşünü 9/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, boşanma davası
sürerken ayrı yaşadığı eşine ait olan ve üzerinde aile konutu şerhi bulunan,
İstanbul ili Başakşehir ilçesindeki dairede Ağustos
2008 tarihinde, eşinin rızası dışında, çilingir marifetiyle açtırmak suretiyle
girerek oturmaya başlamıştır.
8. Başvurucunun eşinin şikâyeti
üzerine Başakşehir Kaymakamlığınca (idare), 4/12/1984 tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine
Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun hükümlerine istinaden 1/9/2008
tarihli ve 1 sayılı işlemle tecavüzün menine karar verilmiş ve başvurucu,
ikamet ettiği, üzerinde aile konutu şerhi bulunan meskenden 9/9/2008 tarihinde
tahliye edilmiştir.
9. Başvurucu, idarenin bu
işlemine karşı İstanbul 6. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır.
10. Mahkeme, 8/5/2009
tarihli ve E.2008/1634, K.2008/804 sayılı kararı ile başvurucunun boşandığı
eşine ait dava konusu taşınmazı eşinin rızası olmadan, çilingir marifetiyle
girerek kullandığı ve konutta işgalci olduğunun saptandığı gerekçesiyle davayı
reddetmiştir.
11. Başvurucu, kararı temyiz
etmiş ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, 15/4/2010
tarihli ve E.2010/1462, K.2010/7242 sayılı kararıyla 3091 sayılı Kanun’da
idareye konuta tecavüz ve müdahaleyi önleme amaçlı yetki verildiği,
başvurucunun boşandığı eşine ait dava konusu taşınmaza eşinin rızası olmadan,
çilingir marifetiyle girerek kullandığı anlaşılsa da aile konutu şerhi bulunan
meskene tecavüz ve müdahale olmayacağı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararını
bozmuş ve dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir.
12. Bunun üzerine başvurucu,
işlem nedeniyle taşınma masrafları yaptığı ve başka bir ev kiraladığından
bahisle zarara uğradığını belirterek İstanbul 3. İdare Mahkemesinde 15.000 TL
maddi, 15.000 TL manevi tazminat davası açmıştır. Mahkemenin 24/11/2011
tarihli ve E.2010/1480, K.2011/1873 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir.
Kararın gerekçesi şöyledir:
“İdare hukukunun
yerleşik içtihatları gereği, idari işlemin iptalini gerektiren her hukuki
yanlışlığı ve aykırılığı kendiliğinden hizmet kusuru olarak niteleme olanağı
bulunmamaktadır. İdare işleminin yapılması ve uygulanmasında hizmet kusuru
işlenmiştir diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması
gerekmektedir.
Olayda 3091 sayılı
Kanun’un uygulanması nedeniyle oluşturulduğu anlaşılan işlem nedeniyle, işlem
yargı kararıyla ortadan kaldırılmış olsa da idareyi tazminle yükümlü kılacak
ağırlıkta bir kusurun varlığından söz edilemeyeceğinden, davacının tazminat
isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır.”
13. Anılan karar, başvurucunun
itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 25/9/2012
tarihli ve E.2012/12007, K.2012/14405 sayılı kararıyla onanmıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme
talebi de aynı Mahkemenin 12/2/2013 tarihli ve
E.2013/1095, K.2013/2271 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
15. Bu karar başvurucuya 9/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 2/5/2013
tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
1. İlgili Mevzuat
16. 3091 sayılı Kanun’un “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi
şöyledir:
“Bu
Kanun; gerçek veya tüzelkişilerin zilyed bulunduğu
taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu kurumları ve kuruluşları veya bunlar
tarafından idare olunan veya Devlete ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan sahipsiz yerlere veya menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara
yapılan tecavüz veya müdahalelerin, idari makamlar tarafından önlenmesi
suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlar.”
17. 3091 sayılı Kanun’un 2.
maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mallara
tecavüz veya müdahale edilmesi halinde; taşınmaz mal merkez ilçe sınırları
içinde ise, il valisi veya görevlendireceği vali yardımcısı, diğer ilçelerde ise
kaymakamlar tarafından bu tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilir ve
taşınmaz mal yerinde zilyedine teslim edilir.”
18. 3091 sayılı Kanun’un 9.
maddesi şöyledir:
“Tecavüz veya
müdahalenin önlenmesi hakkındaki kararlar, karar vermeye yetkili amirce
görevlendirilecek infaz memuru tarafından, taşınmaz malın yerinde ve o andaki
durumu ile zilyedine, tüzelkişiliğe veya kamu idareleri, kamu kurumları ve
kuruluşlarına teslim edilmesi suretiyle yerine getirilir.
Karar gereğinin, kararın
infaz memuruna geldiği tarihten itibaren en geç 5 gün içinde yerine getirilmesi
zorunludur.
Karar vermeye yetkili
makamın gerekli göreceği durumlarda, infaz memuruna teknik yönden yardımcı
olmak üzere yeteri kadar memur görevlendirilir.
Mahallin en büyük
mülki idare amirinin yazılı emri ile güvenlik kuvvetlerince, gerek soruşturma,
gerekse kararın yerine getirilmesi sırasında mahallinde, gerekli önlemler
alınır.”
19. 3091 sayılı Kanun’un 14.
maddesi şöyledir:
“Başvuru sırasında,
taraflar arasındaki taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece ihtiyati
tedbir kararı verilmiş veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise bu Kanun
hükümleri uygulanmaz.
Bu Kanuna göre idari
makam tarafından verilmiş bir önleme kararı varken, taraflarca taşınmaz mal
anlaşmazlığına ilişkin dava açılmadan adli mercilerce ihtiyati tedbir kararı
verilemez.”
20. 31/7/1985 tarihli ve 18828 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan Taşınmaz Mal Zilyetliğine
Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un Uygulama Şekli ve Esaslarına
Dair Yönetmelik’in “Anlaşmazlığın dava
konusu olması” başlıklı 34. maddesi şöyledir:
“Başvuru sırasında,
taraflar arasındaki taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece bir ihtiyati
tedbir kararı verilmiş veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise 3091 sayılı
Kanun hükümleri uygulanmaz.
Soruşturma
memuru soruşturma öncesinde, soruşturma sırasında ve gerek görürse yetkili
makamın emri ile soruşturma sonrasında taşınmaz malla ilgili anlaşmazlığın
taraflar arasında Medeni Kanuna göre mülkiyet hakkında dayalı bir müdahalenin men'i veya zilyetliğin ihlali nedeniyle açılmış bir
tecavüzün ref'i davasına konu olup olmadığını, taşınmaz mal anlaşmazlığı
hakkında mahkemelerce verilmiş bir ihtiyati tedbir kararı bulunup bulunmadığını
araştırır.
Bu tür bir davanın
açılmış olduğunun veya bir ihtiyati tedbir kararının verilmiş bulunduğunun
anlaşılması halinde soruşturma hangi aşamada ise işlemler durdurulur ve bu
Kanuna göre karar verilemeyeceği gerekçesi ile birlikte şikâyetçiye yazılı
olarak duyurulur.
Mahkemeye yapılan
taşınmaz malla ilgili başvuru Medeni Kanuna göre müdahalenin men'i veya tecavüzün ref'i talebi dışında ise bu durum
idarenin soruşturma yapmasına ve karar vermesine engel değildir.
3091 sayılı Kanuna
göre idari makam tarafından verilmiş bir önleme kararı varken, taraflarca
taşınmaz mal anlaşmazlığına ilişkin dava açılmadan adli mercilerce ihtiyati
tedbir kararı verilemez.”
21. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu'nun 254. maddesi şöyledir:
"Evliliğin iptal
veya boşanma kararıyla sona erdirilmesi hâlinde, ailenin ortak kullanımına
özgülenmiş ve eşler arasında eşit olarak paylaşma konusu olan konutta kalmaya
ve ev eşyasını kullanmaya hangisinin devam edeceği konusunda eşler
anlaşabilirler. Konutta kalma hakkını elde eden eş, bu hakkın tapu kütüğüne
şerh edilmesini isteyebilir.
Eşlerin
aile konutunda kimin kalmaya ve ev eşyasını kimin kullanmaya devam edeceği
konusunda anlaşamamaları hâlinde, hakkaniyet gerektiriyorsa hâkim, olayın
özelliklerini, eşlerin ekonomik ve sosyal durumlarını ve varsa çocukların
menfaatlerini göz önünde bulundurarak bu hakka hangisinin sahip olacağına iptal
veya boşanma kararıyla birlikte re'sen karar verir;
bu kararında kalma ve kullanma süresini belirleyerek tapu kütüğüne şerhi için
tapu memurluğuna bildirir.
Hâkim aksine karar
vermedikçe hak, belirlenen sürenin bitiminde kendiliğinden sona erer. Ancak, bu
süre sona ermeden yararlanan tarafın durumunda değişiklik olması hâlinde, diğer
taraf hâkimden, kararın gözden geçirilmesini isteyebilir.
Eşler konutta kira
ile oturuyorlarsa hâkim, gerektiğinde konutta kiracı sıfatı taşımayan eşin
kalmasına karar verebilir. Bu durumda, kiralayanın sözleşmeden doğan haklarını
güvenceye almak için gerekli düzenleme yapılmasına iptal veya boşanma kararıyla
birlikte re'sen karar verilir."
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İptal ve
tam yargı davaları” başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“İlgililer
haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya
ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve
tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak
bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası
sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde
tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
2. İlgili Yargı Kararları
23. Danıştay Beşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2011/5483, K.2013/9040 sayılı
kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir idari işlemin
yasalara ve hukuka aykırılığı kural olarak hizmet kusuru sayılmakta ise de, her
aykırılığın tazminat sorumluluğuna yol açmayacağı da idare hukuku
ilkelerindendir. Nitekim idari işlemlerin iptalini gerektiren nedenlerle hizmet
kusurunu doğuran nedenler arasında tam bir özdeşlik yoktur. Bir işlemin
herhangi bir yönden yasalara ve hukuk kurallarına aykırı görülerek iptal
edilmiş olması hizmet kusurunun varlığını kabule yeterli değildir. İdari
işlemin yapılması ve uygulanmasında hizmet kusuru işlenmiştir diyebilmek için
saptanan hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması gerekir. (Benzer nitelikte
Danıştay Onikinci Dairesinin 20/3/2002
tarihli, E.2000/984, K.2002/1048; Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/2/2003
tarihli ve E.2002/1687, 2003/623; 1/3/2000 tarihli ve E.1998/1492, K.2000/1953
sayılı kararları).”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
2/5/2013 tarihli ve 2013/2810 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, konut üzerinde
aile şerhi olduğu hâlde evde bulunmadığı bir zamanda Kaymakamlığın tahliye
işlemi nedeniyle tüm eşyalarının haberi olmaksızın evden çıkarıldığını,
böylelikle aile konutunda ikamet etme hakkının haksız bir şekilde elinden
alındığını, tahliye işlemine karşı açtığı dava sonucunda iptal kararı
verildiğini ancak tahliye nedeniyle eşyalarını taşımak için nakliye ücreti
ödediğini ve başka bir eve kira ödemek zorunda kaldığını, uğradığı haksızlığa
rağmen İdare Mahkemesinin, tazminat talebini hukuka aykırı olarak reddettiğini
belirterek konut dokunulmazlığı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, ödediği kira karşılığı 15.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
26. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 21. maddesinde yer alan konut
dokunulmazlığı hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun
iddialarının özü, yargı kararıyla iptal edilmiş olan müdahalenin meni kararına
dayanılarak aile konutundan çıkarılması üzerine, kira ve taşınma bedeli ödemek
zorunda kalması nedeniyle açtığı tazminat davasının haksız olarak
reddedilmesine ilişkindir. Başvurucunun, konut dokunulmazlığı hakkının ihlal edildiği
iddiasını, münhasıran tazminat davasının sonucuna dayandırdığı görülmektedir.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları
Anayasa’nın 36. maddesi çerçevesinde değerlendirilecektir.
27. Bakanlık, başvurucunun
iddialarının özünün, derece mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesi
ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğunu belirtmiştir.
28. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
verdiği cevapta önceki iddialarını tekrar etmiştir.
29. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz”
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
31. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
32. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür, B. No: 2012/828, 21/11/2013,
§ 21).
33. Adil yargılanma hakkı,
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi
olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına,
kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna
sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması
gerekir (Naci Karakoç, B. No:
2013/2767, 2/10/2013, § 22).
34. Somut olayda başvurucunun
aile konutu şerhi bulunan meskenden tahliyesine dair 1/9/2008
tarihli ve 1 sayılı işlem, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 15/4/2010 tarihli
ve E.2010/1462, K.2010/7242 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Başvurucu, bu
işlem nedeniyle taşınma masrafları yaptığı ve başka bir ev kiralamak zorunda
kaldığından bahisle bu eve ait kira bedellerini gösteren belgeleri de sunarak
İstanbul 3. İdare Mahkemesinde idari işlemden kaynaklanan zararlarının giderimi
amacıyla tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 24/11/2011
tarihli ve E.2010/1480, K.2011/1873 sayılı kararında, idare hukukunun yerleşik
içtihatları gereği, idari işlemin iptalini gerektiren her hukuki yanlışlığın
kendiliğinden hizmet kusuru oluşturmadığı, hizmet kusuru işlendiğinden söz
edilebilmesi için hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması gerektiği, daha önce
başvurucu lehine mahkeme kararı bulunmakla beraber olayda 3091 sayılı Kanun’un
uygulanması nedeniyle oluşturulduğu anlaşılan işlem dolayısıyla idareyi
tazminle yükümlü kılacak ağırlıkta bir kusurun bulunmadığı gerekçeleriyle
tazminat talebini reddetmiştir.
35. Anılan kararda, tarafların
iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili
hukuk kuralları ile Danıştayın yerleşik içtihadı
yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır. Mahkemenin bu kararı, “Bir işlemin herhangi bir yönden yasalara ve hukuk
kurallarına aykırı görülerek iptal edilmiş olması hizmet kusurunun varlığını
kabule yeterli değildir. İdari işlemin yapılması ve uygulanmasında hizmet
kusuru işlenmiştir diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın ağır ve önemli
olması gerekir” biçimindeki Danıştayın yerleşik
içtihatlarına (bkz. § 23) uygun olup herhangi bir keyfîlik
içermemektedir. Başvurucu tarafından konuyla ilgili yerleşik içtihat
bulunmadığı veya farklı içtihatlar bulunduğu da ileri sürülmemiştir. Bunun yanı
sıra Mahkemenin, “Olayda 3091 sayılı
Kanun’un uygulanması nedeniyle oluşturulduğu anlaşılan işlem dolayısıyla,
…idareyi tazminle yükümlü kılacak ağırlıkta bir kusurun bulunmadığı”
şeklindeki yorumunun bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içerdiğinden söz edilemez.
36. Somut olayda başvurucu,
yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi
sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı
bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla
ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir
bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi derece mahkemesi kararlarında bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
37. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece
mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurunun, "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
16/9/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE
karar verildi.