TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
CELALETTİN SADIK İZBUDAK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2810)
Karar Tarihi: 16/9/2015
BİRİNCİ BÖLÜM
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Engin YILDIRIM
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Şermin BİRTANE
Başvurucu
Celalettin Sadık İZBUDAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, aile konutundan tahliye işleminden kaynaklanan zararın tazmini için açılan davanın reddi nedeniyle konut dokunulmazlığı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 2/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 26/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 2/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 13/11/2014 tarihli görüş yazısı 24/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, görüşünü 9/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, boşanma davası sürerken ayrı yaşadığı eşine ait olan ve üzerinde aile konutu şerhi bulunan, İstanbul ili Başakşehir ilçesindeki dairede Ağustos 2008 tarihinde, eşinin rızası dışında, çilingir marifetiyle açtırmak suretiyle girerek oturmaya başlamıştır.
8. Başvurucunun eşinin şikâyeti üzerine Başakşehir Kaymakamlığınca (idare), 4/12/1984 tarihli ve 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun hükümlerine istinaden 1/9/2008 tarihli ve 1 sayılı işlemle tecavüzün menine karar verilmiş ve başvurucu, ikamet ettiği, üzerinde aile konutu şerhi bulunan meskenden 9/9/2008 tarihinde tahliye edilmiştir.
9. Başvurucu, idarenin bu işlemine karşı İstanbul 6. İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır.
10. Mahkeme, 8/5/2009 tarihli ve E.2008/1634, K.2008/804 sayılı kararı ile başvurucunun boşandığı eşine ait dava konusu taşınmazı eşinin rızası olmadan, çilingir marifetiyle girerek kullandığı ve konutta işgalci olduğunun saptandığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
11. Başvurucu, kararı temyiz etmiş ve İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, 15/4/2010 tarihli ve E.2010/1462, K.2010/7242 sayılı kararıyla 3091 sayılı Kanun’da idareye konuta tecavüz ve müdahaleyi önleme amaçlı yetki verildiği, başvurucunun boşandığı eşine ait dava konusu taşınmaza eşinin rızası olmadan, çilingir marifetiyle girerek kullandığı anlaşılsa da aile konutu şerhi bulunan meskene tecavüz ve müdahale olmayacağı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuş ve dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir.
12. Bunun üzerine başvurucu, işlem nedeniyle taşınma masrafları yaptığı ve başka bir ev kiraladığından bahisle zarara uğradığını belirterek İstanbul 3. İdare Mahkemesinde 15.000 TL maddi, 15.000 TL manevi tazminat davası açmıştır. Mahkemenin 24/11/2011 tarihli ve E.2010/1480, K.2011/1873 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“İdare hukukunun yerleşik içtihatları gereği, idari işlemin iptalini gerektiren her hukuki yanlışlığı ve aykırılığı kendiliğinden hizmet kusuru olarak niteleme olanağı bulunmamaktadır. İdare işleminin yapılması ve uygulanmasında hizmet kusuru işlenmiştir diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması gerekmektedir.
Olayda 3091 sayılı Kanun’un uygulanması nedeniyle oluşturulduğu anlaşılan işlem nedeniyle, işlem yargı kararıyla ortadan kaldırılmış olsa da idareyi tazminle yükümlü kılacak ağırlıkta bir kusurun varlığından söz edilemeyeceğinden, davacının tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır.”
13. Anılan karar, başvurucunun itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2012/12007, K.2012/14405 sayılı kararıyla onanmıştır.
14. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Mahkemenin 12/2/2013 tarihli ve E.2013/1095, K.2013/2271 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
15. Bu karar başvurucuya 9/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 2/5/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
1. İlgili Mevzuat
16. 3091 sayılı Kanun’un “Amaç ve Kapsam” başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanun; gerçek veya tüzelkişilerin zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu kurumları ve kuruluşları veya bunlar tarafından idare olunan veya Devlete ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlere veya menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerin, idari makamlar tarafından önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlar.”
17. 3091 sayılı Kanun’un 2. maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mallara tecavüz veya müdahale edilmesi halinde; taşınmaz mal merkez ilçe sınırları içinde ise, il valisi veya görevlendireceği vali yardımcısı, diğer ilçelerde ise kaymakamlar tarafından bu tecavüz veya müdahalenin önlenmesine karar verilir ve taşınmaz mal yerinde zilyedine teslim edilir.”
18. 3091 sayılı Kanun’un 9. maddesi şöyledir:
“Tecavüz veya müdahalenin önlenmesi hakkındaki kararlar, karar vermeye yetkili amirce görevlendirilecek infaz memuru tarafından, taşınmaz malın yerinde ve o andaki durumu ile zilyedine, tüzelkişiliğe veya kamu idareleri, kamu kurumları ve kuruluşlarına teslim edilmesi suretiyle yerine getirilir.
Karar gereğinin, kararın infaz memuruna geldiği tarihten itibaren en geç 5 gün içinde yerine getirilmesi zorunludur.
Karar vermeye yetkili makamın gerekli göreceği durumlarda, infaz memuruna teknik yönden yardımcı olmak üzere yeteri kadar memur görevlendirilir.
Mahallin en büyük mülki idare amirinin yazılı emri ile güvenlik kuvvetlerince, gerek soruşturma, gerekse kararın yerine getirilmesi sırasında mahallinde, gerekli önlemler alınır.”
19. 3091 sayılı Kanun’un 14. maddesi şöyledir:
“Başvuru sırasında, taraflar arasındaki taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece ihtiyati tedbir kararı verilmiş veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise bu Kanun hükümleri uygulanmaz.
Bu Kanuna göre idari makam tarafından verilmiş bir önleme kararı varken, taraflarca taşınmaz mal anlaşmazlığına ilişkin dava açılmadan adli mercilerce ihtiyati tedbir kararı verilemez.”
20. 31/7/1985 tarihli ve 18828 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un Uygulama Şekli ve Esaslarına Dair Yönetmelik’in “Anlaşmazlığın dava konusu olması” başlıklı 34. maddesi şöyledir:
“Başvuru sırasında, taraflar arasındaki taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece bir ihtiyati tedbir kararı verilmiş veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise 3091 sayılı Kanun hükümleri uygulanmaz.
Soruşturma memuru soruşturma öncesinde, soruşturma sırasında ve gerek görürse yetkili makamın emri ile soruşturma sonrasında taşınmaz malla ilgili anlaşmazlığın taraflar arasında Medeni Kanuna göre mülkiyet hakkında dayalı bir müdahalenin men'i veya zilyetliğin ihlali nedeniyle açılmış bir tecavüzün ref'i davasına konu olup olmadığını, taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemelerce verilmiş bir ihtiyati tedbir kararı bulunup bulunmadığını araştırır.
Bu tür bir davanın açılmış olduğunun veya bir ihtiyati tedbir kararının verilmiş bulunduğunun anlaşılması halinde soruşturma hangi aşamada ise işlemler durdurulur ve bu Kanuna göre karar verilemeyeceği gerekçesi ile birlikte şikâyetçiye yazılı olarak duyurulur.
Mahkemeye yapılan taşınmaz malla ilgili başvuru Medeni Kanuna göre müdahalenin men'i veya tecavüzün ref'i talebi dışında ise bu durum idarenin soruşturma yapmasına ve karar vermesine engel değildir.
3091 sayılı Kanuna göre idari makam tarafından verilmiş bir önleme kararı varken, taraflarca taşınmaz mal anlaşmazlığına ilişkin dava açılmadan adli mercilerce ihtiyati tedbir kararı verilemez.”
21. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 254. maddesi şöyledir:
"Evliliğin iptal veya boşanma kararıyla sona erdirilmesi hâlinde, ailenin ortak kullanımına özgülenmiş ve eşler arasında eşit olarak paylaşma konusu olan konutta kalmaya ve ev eşyasını kullanmaya hangisinin devam edeceği konusunda eşler anlaşabilirler. Konutta kalma hakkını elde eden eş, bu hakkın tapu kütüğüne şerh edilmesini isteyebilir.
Eşlerin aile konutunda kimin kalmaya ve ev eşyasını kimin kullanmaya devam edeceği konusunda anlaşamamaları hâlinde, hakkaniyet gerektiriyorsa hâkim, olayın özelliklerini, eşlerin ekonomik ve sosyal durumlarını ve varsa çocukların menfaatlerini göz önünde bulundurarak bu hakka hangisinin sahip olacağına iptal veya boşanma kararıyla birlikte re'sen karar verir; bu kararında kalma ve kullanma süresini belirleyerek tapu kütüğüne şerhi için tapu memurluğuna bildirir.
Hâkim aksine karar vermedikçe hak, belirlenen sürenin bitiminde kendiliğinden sona erer. Ancak, bu süre sona ermeden yararlanan tarafın durumunda değişiklik olması hâlinde, diğer taraf hâkimden, kararın gözden geçirilmesini isteyebilir.
Eşler konutta kira ile oturuyorlarsa hâkim, gerektiğinde konutta kiracı sıfatı taşımayan eşin kalmasına karar verebilir. Bu durumda, kiralayanın sözleşmeden doğan haklarını güvenceye almak için gerekli düzenleme yapılmasına iptal veya boşanma kararıyla birlikte re'sen karar verilir."
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
2. İlgili Yargı Kararları
23. Danıştay Beşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2011/5483, K.2013/9040 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir idari işlemin yasalara ve hukuka aykırılığı kural olarak hizmet kusuru sayılmakta ise de, her aykırılığın tazminat sorumluluğuna yol açmayacağı da idare hukuku ilkelerindendir. Nitekim idari işlemlerin iptalini gerektiren nedenlerle hizmet kusurunu doğuran nedenler arasında tam bir özdeşlik yoktur. Bir işlemin herhangi bir yönden yasalara ve hukuk kurallarına aykırı görülerek iptal edilmiş olması hizmet kusurunun varlığını kabule yeterli değildir. İdari işlemin yapılması ve uygulanmasında hizmet kusuru işlenmiştir diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması gerekir. (Benzer nitelikte Danıştay Onikinci Dairesinin 20/3/2002 tarihli, E.2000/984, K.2002/1048; Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/2/2003 tarihli ve E.2002/1687, 2003/623; 1/3/2000 tarihli ve E.1998/1492, K.2000/1953 sayılı kararları).”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 16/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/5/2013 tarihli ve 2013/2810 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, konut üzerinde aile şerhi olduğu hâlde evde bulunmadığı bir zamanda Kaymakamlığın tahliye işlemi nedeniyle tüm eşyalarının haberi olmaksızın evden çıkarıldığını, böylelikle aile konutunda ikamet etme hakkının haksız bir şekilde elinden alındığını, tahliye işlemine karşı açtığı dava sonucunda iptal kararı verildiğini ancak tahliye nedeniyle eşyalarını taşımak için nakliye ücreti ödediğini ve başka bir eve kira ödemek zorunda kaldığını, uğradığı haksızlığa rağmen İdare Mahkemesinin, tazminat talebini hukuka aykırı olarak reddettiğini belirterek konut dokunulmazlığı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ödediği kira karşılığı 15.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
26. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 21. maddesinde yer alan konut dokunulmazlığı hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucunun iddialarının özü, yargı kararıyla iptal edilmiş olan müdahalenin meni kararına dayanılarak aile konutundan çıkarılması üzerine, kira ve taşınma bedeli ödemek zorunda kalması nedeniyle açtığı tazminat davasının haksız olarak reddedilmesine ilişkindir. Başvurucunun, konut dokunulmazlığı hakkının ihlal edildiği iddiasını, münhasıran tazminat davasının sonucuna dayandırdığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları Anayasa’nın 36. maddesi çerçevesinde değerlendirilecektir.
27. Bakanlık, başvurucunun iddialarının özünün, derece mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğunu belirtmiştir.
28. Başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevapta önceki iddialarını tekrar etmiştir.
29. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
31. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
32. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Onur Gür, B. No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
33. Adil yargılanma hakkı, bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
34. Somut olayda başvurucunun aile konutu şerhi bulunan meskenden tahliyesine dair 1/9/2008 tarihli ve 1 sayılı işlem, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 15/4/2010 tarihli ve E.2010/1462, K.2010/7242 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Başvurucu, bu işlem nedeniyle taşınma masrafları yaptığı ve başka bir ev kiralamak zorunda kaldığından bahisle bu eve ait kira bedellerini gösteren belgeleri de sunarak İstanbul 3. İdare Mahkemesinde idari işlemden kaynaklanan zararlarının giderimi amacıyla tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 24/11/2011 tarihli ve E.2010/1480, K.2011/1873 sayılı kararında, idare hukukunun yerleşik içtihatları gereği, idari işlemin iptalini gerektiren her hukuki yanlışlığın kendiliğinden hizmet kusuru oluşturmadığı, hizmet kusuru işlendiğinden söz edilebilmesi için hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması gerektiği, daha önce başvurucu lehine mahkeme kararı bulunmakla beraber olayda 3091 sayılı Kanun’un uygulanması nedeniyle oluşturulduğu anlaşılan işlem dolayısıyla idareyi tazminle yükümlü kılacak ağırlıkta bir kusurun bulunmadığı gerekçeleriyle tazminat talebini reddetmiştir.
35. Anılan kararda, tarafların iddia ve savunmaları, dosyaya sundukları deliller değerlendirilerek ilgili hukuk kuralları ile Danıştayın yerleşik içtihadı yorumlanmak suretiyle bir sonuca ulaşılmıştır. Mahkemenin bu kararı, “Bir işlemin herhangi bir yönden yasalara ve hukuk kurallarına aykırı görülerek iptal edilmiş olması hizmet kusurunun varlığını kabule yeterli değildir. İdari işlemin yapılması ve uygulanmasında hizmet kusuru işlenmiştir diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın ağır ve önemli olması gerekir” biçimindeki Danıştayın yerleşik içtihatlarına (bkz. § 23) uygun olup herhangi bir keyfîlik içermemektedir. Başvurucu tarafından konuyla ilgili yerleşik içtihat bulunmadığı veya farklı içtihatlar bulunduğu da ileri sürülmemiştir. Bunun yanı sıra Mahkemenin, “Olayda 3091 sayılı Kanun’un uygulanması nedeniyle oluşturulduğu anlaşılan işlem dolayısıyla, …idareyi tazminle yükümlü kılacak ağırlıkta bir kusurun bulunmadığı” şeklindeki yorumunun bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içerdiğinden söz edilemez.
36. Somut olayda başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi derece mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
16/9/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.