TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ŞEVKİ BURAK KAYA BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/2818)
Karar Tarihi: 6/1/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu
Şevki Burak KAYA
Vekili
Av. Ahmet BİLGİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerlik vazifesi sırasında yaralanma nedeniyle vazife malullüğü aylığı bağlanması istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkını ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 14/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlığın görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ankara ili Çankaya İlçe Jandarma Komutanlığı ODTÜ Jandarma Karakol Komutanlığı emrinde askerlik vazifesini yapmakta iken 20/9/2008 tarihinde nöbet görevinin ifası sırasında engebeli arazide karanlıkta ayağının takılarak düşmesi sonucu yaralanmıştır.
9. Kalça kemiğinde kırık meydana gelen başvurucunun tedavisi sonunda Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Sağlık Kurulunun 25/9/2009 tarihli raporu ile “sol kollum femoris kırık sekeline bağlı ekstremite kısalığı ve sol kollum femoris kırığına bağlı kötü kaynama sekeli” tanısı konulmuş ve başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı yönünde karar verilmiştir.
10. Başvurucu, Sosyal Güvenlik Kurumunun (Kurum) kayıtlarına 10/8/2009 tarihinde giren dilekçesi ile tarafına vazife malullüğü aylığı bağlanması talebinde bulunmuş ancak Kurumun 6/5/2011 tarihli ve 232 sayılı kararı ile başvurucunun sakatlığının 20/9/2008 tarihli düşmeye bağlı olmaması nedeniyle hakkında vazife malulü hükümlerinin uygulanamayacağına karar verilmiştir.
11. Başvurucu, 7/3/2012 tarihinde yaptığı idari başvuru ile yeniden vazife malullüğü aylığı bağlanması talebinde bulunmuş ancak Kurum, daha öncesinde vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmaması yönünde alınan karar gereği talebi 4/4/2012 tarihli işlemi ile reddetmiştir.
12. Başvurucu tarafından hakkında vazife malullüğü uygulanmayacağına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesinin 27/12/2012 tarihli ve E.2012/942, K.2012/2496 sayılı kararıyla süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacının Ankara-Çankaya İlçe Jandarma Komutanlığı ODTÜ Jandarma Karakol Komutanlığında askerlik vazifesini yaparken 20.09.2008 tarihinde 1-3 saatleri arasında çevre emniyeti nöbetçisi olarak görevlendirildiği, davacının engebeli arazide karanlıkta araziye takılarak düştüğünü beyan ettiği, Beytepe Asker Hastanesi radyoloji servisinde 26.09.2008 tarihinde yapılan muayenesinde solda femur boyunda parçalı kırık tespit edildiği, davacının muayene ve tedavisi devam ederken 20.11.2008 tarihinde terhis edildiği, bilahare GATA Asker Hastanesinin 25.05.2009 tarih ve 1904 numaralı sağlık kurulu raporu ile "sol kollum femoris kırık sekeline bağlı alt ekstremite kısalığı (4cm) + sol kollum femoris kırığına bağlı kötü kaynama sekeli" teşhisiyle "B.59 F-4 Askerliğe elverişli değildir" kararı verildiği, davacı vekilinin 10.08.2009 tarihinde davalı kurum kayıtlarına geçen 05.08.2009 tarihli dilekçesi ile müvekkiline 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre vazife malûllüğü aylığı bağlanması için idari müracaatta bulunduğu, davalı kurumun 06.05.2011 tarih ve 232 sayılı kararı ile davacının sakatlığının 20.09.2008 tarihli düşmeye bağlı olmadığı gerekçesiyle davacı hakkında 5434 sayılı yasanın vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığı belirtilerek davacının talebinin reddedildiği, davacı vekilinin daha sonra 07.03.2012 tarihli dilekçesi ile müvekkiline vazife malûllüğü aylığı bağlanması için yeniden idari müracaatta bulunduğu, davalı kurum 04.04.2012 tarih ve SAYI:B.13.2.SGK.0.12.04.01/87.686.002 sayılı işlemi ile davacı hakkında daha önce 06.05.2011 tarih ve 232 sayılı kararla vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanmasına imkan bulunmadığına karar verildiği, kararın kendisine gönderildiği belirtilerek davacı vekilinin talebinin reddedilmesi üzerine 12.04.2012 tarihinde bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
…
Dava konusu somut olaya dönüldüğünde; davacı vekilinin 05.08.2009 tarihindeki idari müracaatı üzerine tesis edilen vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanmasına imkân bulunmadığına ilişkin 06.05.2011 tarihli davalı kurum tarafından tesis edilen red işleminin davacıya tebliğine ilişkin tebellüğ belgesi mevcut değil ise de; davacı vekilinin aynı maddi olay sebebiyle müvekkiline maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle AYİM 2'nci Dairesinde açtığı davanın görümü sırasında, tazminat hesabına esas olmak üzere AYİM 2'nci Dairesinin 01.06.2011 tarih ve GENSEK NO:2009/2825; ESAS NO:2009/1336 sayılı ara kararı ile davacı vekiline vazife malûlü sayılmama işleminin iptali istemiyle dava açıp açmadığının sorulduğu, davacı vekilinin 10.06.2011 tarihli AYİM 2'nci Daire Başkanlığına hitaben yazdığı dilekçede "Sosyal Güvenlik Kurumu Vazife Malûllüğü Tespit Kurulunca tesis olunan olumsuz idari işlem aleyhine iptal davası açılmadığını beyan ettiği anlaşılmıştır.
Dolayısıyla davacı vekilinin davalı kurum tarafından tesis edilen vazife malûllüğü aylığı bağlanmayacağına ilişkin 06.09.2011 tarihli (doğrusu 06.05.2011) olumsuz idari işlemden en geç 10.06.2011 tarihi itibariyle haberdar olduğu anlaşılmıştır.
Bu itibarla, davacının 1602 sayılı Kanunun 35 ve 40'ıncı maddeleri uyarınca 10.06.2011 tarihini takip eden 60 gün içinde bu işleme karşı müracaatta bulunması veya dava açması gereklidir. Davacı 10.06.2011.tarihini takip eden 60 gün içinde 1602 sayılı Kanunun 35'inci maddesi uyarınca bir müracaatta bulunmadığı gibi bu süre içinde dava da açmamıştır. 60 günlük dava açma süresi geçirildikten sonra 07.03.2012 tarihli dilekçe ile yaptığı idari müracaat üzerine davalı kurum tarafından tesis edilen 04.04.2012 tarihli olumsuz idari işlem üzerine 12.04.2012 tarihinde bu davayı açmıştır.
Dava açma süresinin sona ermesinin davacı bakımından en önemli sonucu, artık uyuşmazlığı yargı önüne götürememesidir. İdari işlemin tebliğini izleyen veya idari işlemden haberdar olduğu günden itibaren işlemeye başlayan dava açma süresi geçirildikten sonra yeni bir idari müracaat üzerine aynı işlemin yeniden tebliğ edilmesinin dava açma süresi üzerinde bir etkisi yoktur. Bir başka ifadeyle, bu yeniden tebliğ dolayısıyla yeni bir dava açma hakkı doğmaz. Aksini kabul dava hakkının kullanılması için konulan sürelerin sonsuz bir zaman içine yayılmasına belirli süreler geçtikten sonra dava hakkının kullanamayarak sükût etmiş olması halinde zamanla kayıtlı olmaksızın yeni bir müracaat yaparak dava hakkının istenildiği anda kullanılmasına ve sükût etmiş olan hakkın ihyasına (yeniden canlandırılmasına) imkân vermek demek olur ki, bu durum hak düşürücü sürelerin kamu düzeni yönünden beklenen etkisine engel olur.
Davalı idare tarafından tesis edilen 04.04.2012 tarihli idari işlem 06.05.2011 tarih ve 232 sayılı kararla tesis edilen işlemin bir hatırlatmasından ibaret olup, 06.05.2011 tarihli söz konusu idari işlemden farklı yeni bir işlem değildir. Dava açma süresi geçirildikten sonra yapılan idari müracaat üzerine tesis edilen 04.04.2012 tarihli söz konusu olumsuz idari işlemin dava açma süresi üzerinde bir etkisi yoktur.
Yukarıda açıklanın nedenlerle 1602 sayılı Kanunun 35 ve 40'ıncı maddelerinde öngörülen süreler geçirildikten sonra 12.04.2012 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan davanın reddine karar vermek gerekmiştir.”
13. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 4/4/2013 tarihli ve E.2013/425, K.2013/484 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
14. Karar başvurucuya 15/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu tarafından 3/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
17. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “İhtiyari müracaat” başlıklı 35. maddesinin (a) bendi şöyledir:
“Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”
18. Anılan Kanun’un “Dava açma süresi” başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.”
19. Anılan Kanun’un “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı 42. maddesi şöyledir:
“İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 3/5/2013 tarihli ve 2013/2818 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu; AYİM Üçüncü Dairesinin, tazminat talebiyle açtığı davaya ilişkin sunduğu beyanı esas alarak malullük hakkında açılan davada karar verdiğini, idare tarafından malullük ile ilgili bir tebligatın yapılmadığını, yalnızca incelemenin devam ettiğine ilişkin bilgilendirmelerin yapıldığını, kendisinin de incelemenin bitmesini beklediğini, her ay tekrarlanan bir işlemin mevcut bulunduğunu ve açtığı davanın bu nedenlerle süresinde olduğunu, hakkaniyete uygun yargılama yapılmayarak davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini ve AYİM’in, kuruluşu ve bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle tarafsız ve bağımsız olmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Buna göre başvurucunun şikâyetinin özü, açtığı davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle esasının incelenememesine ve AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin olup iddiaların bu iki başlık altında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
23. Başvurucu; AYİM’in, kuruluşu ve bünyesindeki sınıf subayları nedeniyle bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).
25. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıl görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda bahsedilen Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askerî yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Mustafa Yavuz ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye, B. No: 23522/05, 20/4/2010, § 30).
26. Açıklanan nedenlerle Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin bir husus saptanmadığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşuları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mahkeme Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
27. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
28. Başvurucu, vazife malullüğü talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davanın süre aşımı yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkının alt güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
29. Bakanlık görüş yazısında mahkemeye erişimin bir unsuru olan mahkeme hakkının mutlak bir hak olmadığı, özellikle bir davanın açılabilirliğine ilişkin bazı sınırlamalar ve niteliği gereği bu konuda düzenleyici işlemlere konu olabileceği, bununla birlikte bu sınırlamaların dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmaması gerektiği belirtilerek başvurucunun iddiaları incelenirken bu hususların gözönünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
30. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
31. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
33. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
34. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını; ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM. E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
35. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların; hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
36. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
37. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesinin gereği olup adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Bu süreler; mahkemelerin, zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93, 22/10/1996, § 51). Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar.
38. Somut olayda başvurucu, 20/9/2008 tarihinde tuttuğu nöbet sırasında düşme neticesinde yaralanmış, tedavisi devam ederken 20/11/2008 tarihinde terhis edilmiş; GATA Asker Hastanesinin 25/5/2009 tarihli raporuna göre başvurucunun askere elverişli olmadığına karar verilmiş; başvurucu, 10/8/2009 tarihinde kayıtlara giren dilekçe ile Sosyal Güvenlik Kurumundan tarafına vazife malullüğü aylığı bağlanmasını talep etmiş; Kurum, 6/5/2011 tarihli ve 232 sayılı kararı ile başvurucunun sakatlığının 20/9/2008 tarihinde meydana gelen düşme olayıyla ilgili olmadığı gerekçesiyle talebi reddetmiş; başvurucu, 7/3/2012 tarihinde yeniden vazife malullüğü aylığı bağlanması talebinde bulunmuş; Kurum, daha önce talebin reddedildiğini ve ilgili kararın kendisine gönderildiğini belirterek 4/4/2012 tarihli işlem ile talebi yeniden reddetmiş; başvurucu, bunun üzerine vazife malullüğü aylığı bağlanmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 12/4/2012 tarihinde dava açmıştır.
39. AYİM Üçüncü Dairesi, başvurucunun vazife malulü sayılması talebinin reddine ilişkin 6/5/2011 tarihli Kurum işleminin başvurucuya tebliğine ilişkin bir belgenin dosyada bulunmadığı tespitini yaptıktan sonra başvurucunun AYİM İkinci Dairesinde düşme nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini istemiyle açtığı tam yargı davasında anılan Dairenin başvurucuya yaptığı ve vazife malulü sayılma talebinin reddine ilişkin işleme karşı dava açıp açmadığını sorduğu 1/6/2011 tarihli Daire ara kararına karşı başvurucunun verdiği ve vazife malullüğü talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmadığını beyan ettiği 10/6/2011 beyanını esas almış ve başvurucunun vazife malullüğü hükümlerinden faydalandırılmayacağına ilişkin işlemden en geç bu tarih itibarıyla haberdar olduğunu tespit etmiştir. AYİM Üçüncü Dairesi yaptığı bu tespitten sonra 10/6/2011 tarihini takip eden günden itibaren altmış günlük dava açma süresi içinde 1602 sayılı Kanun’un 35. ve 40. maddeleri uyarınca idari müracaatta bulunulması veya dava açılması gerekirken bu süreler geçirildikten sonra 7/3/2012 tarihinde yapılan başvuru üzerine tesis edilen 4/4/2012 tarihli işleme karşı açılan davanın süresinde olmadığını belirtmiştir. Daire bunun yanında 4/4/2012 tarihli işlemin aslında 6/5/2011 tarihli işlemin bir hatırlatması niteliğinde olduğunu ve 6/5/2011 tarihli işlemden farklı bir işlem niteliğinde olmadığını, dava açma süresi geçirildikten sonra yapılan müracaatın dava açma süresine bir etkisinin olmadığına da kararında yer vermiştir.
40. Mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları gereklidir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
41. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenebileceği tabiidir. Mahkemeye erişim hakkı yönünden yapılacak böyle bir inceleme, somut olayın koşulları çerçevesinde olacaktır.
42. İdari işlemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek ve kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; 1602 sayılı Kanun’un 40. maddesi uyarınca dava açma süresinin işlemin yazılı bildirim tarihinden itibaren altmış gün olduğu, bunun yanında Kanun’un 35. maddesi uyarınca kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının varsa üst makamdan yoksa işlemi tesis eden makamdan dava açma süresi içinde istenebileceği belirtilmiş ve yapılan bu başvurunun dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde idare tarafından cevap verilmez ise kalan dava açma süresi içinde davanın açılabileceği düzenlenmiştir.
43. Somut olayda başvurucu, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine yönelik bir şikâyette bulunmayıp anılan sürenin başlangıç tarihinin AYİM İkinci Dairesi nezdinde açtığı tam yargı davasına ilişkin olarak vazife malullüğü talebinin reddine ilişkin işlemin iptali için dava açmadığını beyan ettiği tarih esas alınarak belirlenmesinin mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Başvuru konusu olaya bakıldığında askerlik hizmeti sırasında meydana gelen düşme olayı sonrasında sakat kaldığından bahisle hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanması talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle başvurucunun açtığı davada, AYİM Üçüncü Dairesi tarafından dava açma süresinin, başvurucunun vazife malullüğü için yaptığı ilk başvurunun reddi üzerine işlemden haberdar olduğu, bu işlemin tebliğine ilişkin bir belge mevcut değilse de başvurucu tarafından AYİM İkinci Dairesi nezdinde açtığı tam yargı davasına 10/6/2011 tarihinde beyan ettiği ve vazife malullüğü talebinin reddine ilişkin işleme karşı dava açmadığını belirttiği tarih itibarıyla bu işlemi öğrendiği yorumu yapılmak suretiyle dava açma süresinin bu tarihten itibaren işletilerek 1602 sayılı Kanun’da öngörülen sürelerden sonra açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir.
45. Bu durumda AYİM Üçüncü Dairesince başvurucunun vazife malullüğü için yaptığı ilk başvurunun reddine ilişkin işlemin tebliğ tarihi tespit edilmemiş ise de işlem tarihinden sonra AYİM İkinci Dairesinin ara kararına verilen ve vazife malullüğü aylığı bağlanması talebinin reddine ilişkin işleme karşı dava açılmadığını bildiren başvurucunun cevap tarihinin işlemin öğrenme tarihi olarak esas alınarak bu tarih itibarıyla dava açma süresinin başladığına ilişkin yapılan değerlendirmenin, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren nitelikte olmadığı ve sonuç olarak başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
46. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’n 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
6/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.