TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ULAŞ YILMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2841)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 23/12/2015-29571
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Ulaş YILMAZ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, 2007 yılında
yapılan İdari Yargı Hâkim Adaylığı Mülakat Sınavı’nın ve bu sınavda başarısız
sayılmaya ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi
nedeniyle eşitlik ilkesi ile adil yargılanma, etkili başvuru ve kamu hizmetine
girme haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 29/04/2013 tarihinde
Hatay İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel
teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 15/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 7/1/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 6/1/2014 tarihli
görüş yazısı, 10/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu,
Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını içeren dilekçesini 24/1/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu 15/10/2006
tarihinde yapılan İdari Yargı Hâkim Adaylığı yazılı sınavında 73,336 puan
alarak başarılı olmasının ardından çağrıldığı 28/12/2007 tarihli İdari Yargı
Hâkim Adaylığı mülakat sınavında 64 puan aldığı için başarısız sayılmıştır.
8. Başvurucu, mülakat sınavında
başarısız sayılmasında anılan sınavın objektif kriterlere göre yapılmamasının
etkili olduğunu ve değerlendirmenin hangi kriterlere göre yapıldığının açık
olmadığını ileri sürerek 22/2/2008 tarihinde iptal davası açmıştır.
9. Ankara 7. İdare Mahkemesi
26/12/2008 tarihli ve E.2008/287, K.2008/2354 sayılı kararı ile davanın reddine
karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Dava dosyasının incelenmesinden, 10.02.2006 tarihli 100
İdari Yargı Hakim Adayı alım ilanı üzerine 15.10.2006 tarihinde yapılan İdari
Yargı Hakim Adaylığı yazılı sınavında davacının 73.336 puanla sınavı kazanarak
başarılı sayıldığı, 26.03.2007 tarihinde yapılan mülakat sınavının Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulunun yürütmeyi durdurma kararı üzerine durdurularak
yenileneceğinin bildirildiği, karar üzerine Yönetmelikte gerekli düzenlemelerin
yapılmasıyla 04.12.2007 tarih ve 26720 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 5720 sayılı Kanun’un Geçici 1. Maddesiyle getirilen
düzenlemeyle 27-28.12.2007 tarihinde tekrar yapılan mülakat sonucunda 64.00
puan alarak başarısız sayıldığı, anılan mülakat ve mülakatta başarısız
sayılmasına ilişkin işlemlerin iptali istemiyle de bakılan davanın açıldığı
anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu mülakat sınavında adayların, genel
davranışı muhakeme, kavrayış ve ifade yeteneği ile mesleğe uygunluğu ve temsil
yeteneğinin değerlendirilmesi yönünde her bir komisyon üyesinin ayrı ayrı sözlü
değerlendirme formu hazırladığı ve başarı sırasının buna göre belirlendiği görülmekle,
mülakat sınavında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Olayda, davacının, yazılı sınavda 73.336 puan aldığı ve
yapılan mülakat sınav tutanaklarından, davacı hakkında mülakat komisyonu başkan
ve üyelerince yukarıda belirtilen kriterlere göre değerlendirme yapıldığı ve
65, 64, 65, 67, 59, 61, 67 puan olarak ortalama 64 puanla değerlendirildiği,
önceden belirlenen nesnel ölçütler çerçevesinde yapılan değerlendirmenin subjektif olduğunun kabulünü gerektiren bir durumun
bulunmadığı ve yazılı sınavda 73.336 puan alan davacının salt mülakat sınav
sonucuna göre başarısız duruma düşürülmesinin de söz konusu olmadığı
anlaşılmaktadır.
Bu durumda yazılı sınavda 73.336 puan alarak başarılı oran
davacının, davalı idarece hakim adayı kadrosu ihtiyacını teminen
yapılan mülakat sınavı sonucunda, komisyon üyelerince yapılan değerlendirmede
ortalama 64 puan aldığı, bu puanın başarılı olabilmek için geçerli olan puanın
altında kaldığı, yapılan değerlendirmenin objektif değerlendirme ölçülerine
aykırı olduğu yolunda, davacının iddiası dışında herhangi bir bilgi ve belge
mevcut olmadığı, ayrıca mülakatın yukarıda anılan Yönetmelikte belirtilen şekil
ve usule uygun olarak yapıldığı hususları göz önünde bulundurulduğunda,
davacının, mülakat sınavında başarısız sayılmasına ilişkin işlem de hukuka
aykırılık bulunmamaktadır.”
10. Başvurucu tarafından temyiz
edilen karar Danıştay Onikinci Dairesinin 6/3/2012
tarihli ve E.2009/5247, K.2012/1325 sayılı kararı ile onanmıştır.
11. Başvurucunun karar düzeltme
talebi de aynı Dairenin 7/11/2012 tarihli ve E.2012/7228, K.2012/7832 sayılı
kararı ile reddedilmiş ve karar 1/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir
12. Başvurucu 29/4/2013
tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili
Hukuk
13. 24/2/1983 tarihli ve 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 8. maddesinin (ı) bendi şöyledir:
“Adaylığa atanabilmek için :
…
Yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarı göstermek,
…
şarttır.”
14. 2802 sayılı Kanun'un 9/A
maddesinin beşinci ve devamı fıkraları ise şöyledir:
“Yazılı sınavda yüz tam puan üzerinden en az yetmiş puan
almak kaydıyla en yüksek puan alandan başlamak üzere, sınav ilânında belirtilen
kadro sayısının iki katı fazlası mülâkata çağrılır. Ancak başarı oranı, ilân
edilen kadronun iki katı fazlasının altında olursa, sadece başarılı olanlar
mülâkata çağrılır. Bu şekilde çağrılan en düşük puana sahip adayla aynı puanı
alanlar da mülâkata alınır.
Mülâkat Kurulu; Adalet Bakanlığı Müsteşarı veya görevlendireceği
Müsteşar Yardımcısı başkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk
İşleri ve Personel Genel Müdürleri ile Türkiye Adalet Akademisi Yönetim
Kurulunun her sınav için kendi üyeleri arasından belirleyeceği iki üye olmak
üzere toplam yedi üyeden oluşur.
Türkiye Adalet Akademisi Yönetim Kurulunda Yargıtay ve
Danıştay mensubu birer üye bulunması halinde bu üyeler Mülâkat Kurulunda asıl
üye olarak görevlendirilir.
Türkiye Adalet Akademisi Yönetim Kurulunda Yargıtay ve
Danıştay mensubu üye sayısı birden fazla ise, Yargıtay kontenjanı için Yargıtay
mensupları arasından, Danıştay kontenjanı için Danıştay mensupları arasından;
Yargıtay veya Danıştay mensubu üyelerden birinin ya da her ikisinin bulunmaması
halinde ise Yönetim Kurulunun diğer üyeleri arasından gizli oyla seçim yapılır.
Asıl üyelerin hukukî veya fiilî sebeplerle katılamamaları
halinde; Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve Personel Genel
Müdürlerinin yerine vekâlet edenler, Türkiye Adalet Akademisi Yönetim Kurulundan
katılacak üyelerin yerine ise, Yönetim Kurulunun kendi üyeleri arasından her
biri için ayrı ayrı gizli oyla belirleyeceği yedek üyeler Mülâkat Kuruluna
katılır.
Mülâkat, ilgilinin;
a) Muhakeme gücünün,
b) Bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade yeteneğinin,
c) Genel ve fizikî görünümünün, davranış ve tepkilerinin
mesleğe uygunluğunun ve liyakatinin,
d) Yetenek ve kültürünün,
e) Çağdaş bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığının,
puan vermek suretiyle değerlendirilmesi
yöntemidir.
Mülâkat, yukarıdaki bentlerde yazılı özellikler herbiri yirmişer puan üzerinden değerlendirilerek yapılır.
Mülâkat Kurulunun her bir üyesi tarafından verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa
geçirilir. Başarılı sayılmak için, üyelerin yüz tam puan üzerinden verdikleri
notların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması şarttır.
Mülâkat sonucu en yüksek puan alandan başlamak üzere sıraya
konularak mülâkat başarı listesi hazırlanır ve bu listenin altı Mülâkat Kurulu
tarafından imzalanarak Personel Genel Müdürlüğüne teslim edilir.
Yazılı yarışma sınavına katılmayanların mazeretleri kabul
edilmez. Mazereti sebebiyle mülâkata katılamayanların müracaatı üzerine Mülâkat
Kurulunca mazeretlerinin kabulüne karar verildiği takdirde mülâkat yeri ile
günü tespit edilir ve ilgili mülâkata çağrılır. Mazeret bildirenlerin mazereti
Mülâkat Kurulunca reddedilir veya kabul edilmekle birlikte verilen süre içinde
mülâkata katılmazsa başarısız sayılır.”
15. Anayasa Mahkemesinin konuya
ilişkin 18/5/2011 tarihli ve E.2008/7, K.2011/80 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
“… Dava konusu onuncu fıkrada kanun koyucu, yazılı sınavı
kazanıp mülakata girecek adayların hangi özelliklerinin değerlendirmeye tabi
tutulacağını belirlemiştir. Buna göre, yazılı yarışma sınavında başarılı olanların
tâbi tutulacağı mülâkat, ilgilinin muhakeme gücü, bir konuyu kavrayıp özetleme
ve ifade yeteneği, genel ve fiziki görünümünün, davranış ve tepkilerinin
mesleğe uygunluğu ve liyakati ile yetenek ve kültürünün, çağdaş, bilimsel ve
teknolojik gelişmelere açıklığın puan vermek suretiyle değerlendirilmesi
yöntemi olarak tanımlanmıştır. Yazılı yarışma sınavında ilgililerin genel
yetenek ve genel kültür seviyeleri ile alan bilgisi düzeyleri ölçüldüğünden
mülâkatta bilgilerinin yeniden ölçülmesi yerine dava konusu fıkrada belirtilen
hususlarda değerlendirmeye tabi tutulması, mülakatın yapılış amacına uygunluk
taşımaktadır.
Nitekim, Birleşmiş
Milletler Yargı Bağımsızlığının Temel İlkelerinden yeterlik, seçim ve eğitim
başlıklı 10. maddesinde, hâkimlik mesleğine yeterli hukuk eğitimi görmüş
yetenekli ve kişilikli bireylerin seçilmesi, 13. maddesinde de hâkimlik
sıfatının kazanılmasının objektif esaslara, özellikle kişilik, yetenek ve
tecrübeye dayandırılması gerektiği vurgulanmıştır.
Hâkimlik ve savcılık
mesleğine seçimde; muhakeme gücünün, karar vermek veya iddiada bulunmak için
bir konuyu kavrayıp iddianame veya karar şekline getirerek özetleme
yeteneğinin, mesleğin temsilinde fiziki görünüm ve davranışları ile olaylara
verilen tepkinin, mesleğin kariyer meslek olması nedeniyle temsilde çağdaş
bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık ve kültürlü olmanın ölçülmesi doğaldır.
Genel idari hizmetler sınıfında yer almakla birlikte ileride hâkim ve savcı
olacak adayların mülakatlarına ilişkin dava konusu kuralda belirlenen bu
ölçütlerin hukuk devletine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Dava konusu onbirinci fıkranın
birinci cümlesinde de adayın mülakatta onuncu fıkrada belirtilen
özelliklerinden her birinin yirmibeşer puan
üzerinden, eşit oranda değerlendirmeye tabi tutulacağı, ilgililer için ayrı
ayrı tutanak düzenleneceği ve mülâkatta başarılı sayılmak için üyelerin her
birinin verdikleri puanların aritmetik ortalamasının, yüz puan üzerinden en az
yetmiş olması gerektiği belirtilerek, mülâkattaki kriterlerin ağırlıkları ve
değerlendirme esasları somut ve objektif kurallara bağlandığı anlaşıldığından,
herhangi bir belirsizlikten söz edilemez.
Anayasa'nın 138.
maddenin dördüncü fıkrasında yer alan hüküm, somut yargı kararlarına
ilişkindir. Yasama organı, anayasal ilkeleri göz önünde bulundurarak soyut,
genel ve objektif kanuni düzenlemeler yapma yetkisine her zaman sahiptir. Kanun
koyucunun bu nitelikte yaptığı düzenlemeler yargı kararlarının
etkisizleştirilmesi olarak nitelendirilemez.
Açıklanan nedenlerle,
dava konusu kurallar Anayasa'nın 2. ve 138. maddelerine aykırı değildir. İptal
istemlerinin reddi gerekir.
Kuralların,
Anayasa'nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 4/11/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 29/4/2013 tarihli ve 2013/2841
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, 2007 yılında
katıldığı İdari Yargı Hâkim Adaylığı Mülakat Sınavı’nda başarısız sayılmasına
ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu, değerlendirmenin hangi kriterlere göre
yapıldığının belli olmadığını, sübjektif hareket edildiğini, anılan işlemin
iptali istemiyle açılan davada verilen hükmün gerekçesinin anlaşılmaz olduğunu,
Mahkeme kararında iddialarını destekleyen bilgi ve belge sunmadığından
bahsedildiğini ancak mülakat sınavına ilişkin bir bilgi ve belge sunma
imkânının bulunmadığını, sınavın yapılış şekli itibarıyla etkili bir şekilde
hak arama özgürlüğünün engellendiğini, yargılamanın makul sayılamayacak bir
sürede tamamlandığını, kamu hizmetine girme hakkının elinden alındığını,
mülakat heyetinin oluşumu nedeniyle siyasi etkilere açık olduğunu ve
değerlendirmesini siyasi kriterler üzerinden yapıldığını belirterek Anayasa’nın
10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesinin, 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkının, 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ve 70.
maddesinde düzenlenen kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, mesleğe alınmama nedeniyle maruz kaldığı maddi zararlara ve mülakat
sınavında başarısız sayılması nedeniyle maruz kaldığı manevi zararlara karşılık
tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
18. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu;
kendisine ayrımcılık yapıldığından, yargılamanın adil yapılmadığından ve
davanın makul sürede sonuçlandırılmadığından şikâyet etmektedir. Bu nedenle
başvurunun; eşitlik ilkesinin ihlali iddiası, yargılamanın sonucu itibarıyla
adil olmadığı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası başlıkları
altında değerlendirilmesi gerekmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlali İddiası
19. Başvurucu, mülakat heyetinin
oluşumu nedeniyle siyasi etkilere açık olduğunu ve heyet tarafından
gerçekleştirilen değerlendirmesinin siyasi kriterler üzerinden yapıldığını belirterek
Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
20. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı
fıkrası hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun
esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia
edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18). Bu nedenle, bireysel başvuru kapsamındaki hakların içeriğinin tespit
edilmesinde Anayasa ve Sözleşme hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi ve
ortak koruma alanının tespit edilmesi gerekir.
21. Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10.
maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
…
Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.”
22. Sözleşme’nin “Ayrımcılık yasağı” kenar başlıklı 14.
maddesi şöyledir:
“Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma,
cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya
toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere
herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin
sağlanmalıdır.”
23. Yukarıda yer verilen
hükümler göz önünde bulundurulduğunda, başvurucunun ayrımcılık yasağı
kapsamında incelenmesi gereken iddiasının, soyut olarak değerlendirilmesi
mümkün olmayıp Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve
özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, § 33).
24. Bununla birlikte bireysel
başvuru incelemesinde ayrımcılık yasağının bağımsız bir koruma işlevinin
olmaması, bu yasağın genişletici bir yoruma tabi tutulmasına engel teşkil
etmemektedir. Anayasal bir hakkın ihlal edildiği iddiası tek başına
incelendiğinde o hakkın ihlal edilmediği kanaatine varılabilirse de bu durum, o
hakka ilişkin ayrımcı bir uygulamanın incelenmesine engel değildir. Bu
çerçevede, ilgili temel hak ve özgürlük ihlal edilmemiş olsa da o hakla ilgili
bir konuda sergilenen ayrımcı tutumun, Anayasa’nın 10. maddesini ihlal ettiği
sonucuna ulaşılabilir (İhsan Asutay,
B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 48).
25. Ayrımcılık yasağının ihlal
edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kural olarak hem kişinin hangi temel
hak ve özgürlüğü konusunda hem de hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz
kaldığının tespit edilmesi gerekir. Ayırımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi
için başvurucunun, kendisiyle benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele
ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ifade etmesi
yeterli olmayıp ayrıca bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk,
cinsiyet, din, dil vb. bir ayrımcılık temeline dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekir.
26. Somut olayda başvurucu
tarafından, girdiği hâkim adaylığı mülakat sınavında oluşturulan mülakat
heyetinin siyasi etkilere açık olduğunu ve değerlendirilmesinin siyasi kriterler
üzerinden yapıldığı belirtilmiş olmakla beraber kendisine hangi temele dayalı
olarak ayırımcılık yapıldığına ilişkin bir beyanda bulunmamıştır. Belirtilen
iddiasını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da sunmamış olduğu
görüldüğünden başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
27. Başvurucu, sınavda başarısız
sayılmasına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu, değerlendirmenin hangi
kriterlere göre yapıldığının belli olmadığını, sübjektif esaslara göre hareket
edildiğini, anılan işlemin iptali istemiyle açılan davada verilen hükmün
gerekçesinin anlaşılmaz olduğunu, Mahkeme kararında iddialarını destekleyen
bilgi ve belge sunmadığından bahsedildiğini ancak mülakat sınavına ilişkin bir
bilgi ve belge sunma imkânının bulunmadığını ve sınavın yapılış şekli
itibarıyla etkili bir şekilde hak arama özgürlüğünün engellendiğini ileri
sürmüştür.
28. Bakanlık görüşünde başvuruya
konu kararda, mülakat sınavında adayların genel davranışı; muhakeme, kavrayış
ve ifade yeteneği ile mesleğe uygunluğu ve temsil yeteneğinin değerlendirilmesi
yönünde her bir komisyon üyesinin ayrı ayrı sözlü değerlendirme formu
hazırladığı ve başarı sırasının buna göre belirlendiğinin tespit edildiği;
yargılamada hiçbir keyfîlik emaresi görülmediği,
başvurucunun iddialarının mahkemece değerlendirildiği ve yargılama süreci
boyunca başvurucunun görüşlerini sunma imkânı bulduğu, bunun yanında
yargılamanın usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmediğine ve
başvurucunun kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına dair
açık bir bulgu saptanmadığı, Derece Mahkemesinin, ilgili hukuku yorumlamasında
ve delilleri takdirinde keyfîlik bulunmadığı yönünde
görüş bildirmiştir.
29. Başvurucu, karşı beyanlarını
sunduğu dilekçesinde, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
30. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
31. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
32. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
33. Anılan kurallar uyarınca
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede,
kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
34. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
35. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
36. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma hakkının” kapsamı
Anayasa’da açık bir şekilde düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin,
Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).
37. Adil yargılanma hakkı;
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine; bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına,
kendi delillerini ve iddialarını sunamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından
dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna
sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması
gerekir (Nadi Karakoç, B. No:
2013/2767, 2/10/2013, § 22).
38. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), Sözleşme ile güvence altına alınan hak ve yükümlülüklere
halel getirmedikçe iç hukuktaki mahkemeler tarafından yapıldığı iddia edilen
olay ve hukuk hatalarını incelemenin kendi görevi olmadığını, kararlarında bir
yerel mahkemenin şu veya bu şekilde karar vermesine neden olan unsurlar
hakkında değerlendirme yapma yetkisi bulunmadığını zira bunun kendisini üçüncü
ya da dördüncü derece yargı organı olarak görmesi anlamına geleceğini ifade
etmiştir (Kemmache/Fransa, B. No: 14992/89, 2/11/1993).
Ancak iç hukukun yorum ve uygulamasının, Mahkemenin içtihatları ışığında
yorumlanan Sözleşme ilkeleri ile uyumlu olup olmadığının değerlendirilmesi için
AİHM’in lüzumlu olduğunu da belirtmektedir (Scordina/İtalya, B. No: 36813/97, 26/3/2006, §§
190, 191).
39. Anayasa’nın 2. maddesinde
yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı
koruyucu birtakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi hukuksal
güvenlikle bağlantılı olup birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut
eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların
idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına
sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp
davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar (Abdulhalim Karavil, B. No: 2013/849, 15/4/2013, § 34).
40. Başvuru konusu olayda
başvurucu, katıldığı mülakat sınavında başarısız sayılması üzerine mülakat
sınavının ve başarısız sayılması işleminin iptali istemiyle Ankara 7. İdare
Mahkemesinde dava açmış; Mahkeme, 2802 sayılı Kanun’un 9/A maddesi uyarınca mülakat sınavında adayların
genel davranışı, muhakeme, kavrayış ve ifade yeteneği ile mesleğe uygunluğu ve
temsil yeteneğinin değerlendirilmesi yönünde her bir komisyon üyesinin ayrı
ayrı sözlü değerlendirme formu hazırladığını ve başarı sırasının buna göre
belirlendiğini, başvurucunun iddiası dışında yapılan değerlendirmenin sübjektif
olduğunun kabulünü gerektiren bir durumun bulunmadığını ifade ederek davanın
reddine karar vermiştir.
41. Somut olayda uygulanan 2802
sayılı Kanun’un 9/A maddesinin onuncu fıkrası ile on birinci fıkrasının birinci
cümlesinin iptali istemiyle açılan davada Anayasa Mahkemesi; onuncu fıkrada
kanun koyucunun, yazılı sınavı kazanıp mülakata girecek adayların hangi
özelliklerinin değerlendirmeye tabi tutulacağını belirlediğini; yazılı yarışma
sınavında başarılı olanların tâbi tutulacağı mülâkatın, ilgilinin muhakeme
gücü, bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade yeteneği, genel ve fiziki
görünümünün, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu ve liyakati ile yetenek
ve kültürünün çağdaş, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığının puan
vermek suretiyle değerlendirilmesi yöntemi olarak tanımlandığını; hâkimlik ve
savcılık mesleğine seçimde muhakeme gücünün, karar vermek veya iddiada bulunmak
için bir konuyu kavrayıp iddianame veya karar şekline getirerek özetleme
yeteneğinin, mesleğin temsilinde fiziki görünüm ve davranışları ile olaylara
verilen tepkinin, mesleğin kariyer meslek olması nedeniyle temsilde çağdaş
bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık ve kültürlü olmanın ölçülmesinin doğal
olduğunu, hâkim ve savcı olacak adayların mülakatlarına ilişkin dava konusu
kuralda belirlenen bu ölçütlerin hukuk devletine aykırı bir yönünün
bulunmadığını ifade etmiştir (bkz. § 15).
42. Anayasa Mahkemesi on birinci
fıkranın birinci cümlesinde de adayın mülakatta onuncu fıkrada belirtilen
özelliklerinden her birinin yirmi beşer puan üzerinden, eşit oranda
değerlendirmeye tabi tutulacağı, ilgililer için ayrı ayrı tutanak düzenleneceği
ve mülâkatta başarılı sayılmak için üyelerin her birinin verdikleri puanların
aritmetik ortalamasının, yüz puan üzerinden en az yetmiş olması gerektiği
belirtilmiştir. Ayrıca mülâkattaki kriterlerin ağırlıklarının ve değerlendirme
esaslarının somut ve objektif kurallara bağlandığını belirterek kuralda
belirsizlikten söz edilemeyeceğini karar altına almıştır (bkz. § 15).
43. Mahkemenin gerekçesi ve
başvurucunun iddiaları incelendiğinde davanın konusunun; başvurucunun katıldığı
mülakat sınavının ve mülakat sınavında başarısız sayılması işleminin iptali
istemi olduğu, bu kapsamda iddiaların özünün derece Mahkemesi tarafından
delillerin ve mevzuatın değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucunun hukuka aykırılık teşkil
ettiğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
44. Davranış ve düşüncelere
ilişkin bilgi edinme amacıyla bir kişiyle yapılan sorulu cevaplı olan mülakat;
yazılı sınavı tamamlayıcı nitelikte ve liyakati ölçmek, adayın mesleğe uygun
yeteneğe ve kültürel birikime sahip olup olmadığını belirlemek amacıyla
yapılmaktadır. Bu kapsamda yapılacak bir mülakatın nesnel olduğunun kabul
edilebilmesi için ne şekilde uygulanacağına ilişkin hususları ve değerlendirme
esaslarını içeren bir yöntemin düzenlenmesi gerekmektedir (Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu, E.2009/1089, K.2013/730, 28/12/2013).
45. 2802 sayılı Kanun’un 9/A maddesinde
mülakat, ilgilinin; muhakeme gücünün, bir konuyu kavrayıp özetleme ve ifade
yeteneğinin, genel ve fiziki görünümünün, davranış ve tepkilerinin mesleğe
uygunluğunun ve liyakatinin, yetenek ve kültürünün, çağdaş bilimsel ve
teknolojik gelişmelere açıklığının puan verilmek suretiyle değerlendirilmesi
yöntemi olarak tanımlanmış; maddenin devamında, mülakatın anılan bentlerde
yazılı özelliklerin her birinin yirmişer puan üzerinden değerlendirilerek
yapılacağı, mülakat kurulunun her bir üyesi tarafından verilen puanların ayrı
ayrı tutanağa geçirileceği düzenlemesine yer verilmek suretiyle mülakatın
yapılışına ve değerlendirme şekline ilişkin ölçütler belirlenmiştir.
46. 2802 sayılı Kanun’un 9/A
maddesinin onuncu ve on birinci fıkraları ile bu kuralların iptali istemiyle
açılan dava üzerine verilen Anayasa Mahkemesi kararı bir arada
değerlendirildiğinde; başvurucunun belirli bir kesinlik içinde, mülakat
sınavının yapılış şekli, puanlaması, başarı değerlendirmesi ve sonucunu önceden
öngörebildiği, buna göre davranışlarını düzenleyebildiği, diğer taraftan da
anılan kanuni düzenlemelerin başvurucunun devlete olan güven duygusunu
zedeleyici nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.
47. Sonuç olarak başvurucu,
yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
elde edemediğine ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili
iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz
olduğuna ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi mahkemenin kararında
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan
herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
48. Açıklanan nedenlerle
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul
Olmadığı İddiası
49. Başvuru formu ile eklerinin
incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Başvurucu açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
51. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında ilgili hükmü, Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
52. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun, davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
53. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu
itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan
uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da
uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucunun katıldığı mülakat
sınavının ve anılan sınavda başarısız sayılması işleminin iptali isteminden
kaynaklanmasından dolayı medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğuna kuşku yoktur (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
54. Medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı
kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup bu tarih somut
başvuru açısından 22/2/2008’dir.
55. Sürenin bitiş tarihi ise
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri,
§ 52). Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi,
başvurucunun karar düzeltme talebinin Danıştay Onikinci
Dairesince reddedildiği tarih olan 7/11/2012’dir.
56. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinden, başvurucu mülakat sınavının ve anılan sınavda
başarısız sayılması işleminin iptali istemiyle 22/2/2008 tarihinde dava açmış,
İlk Derece Mahkemesi 26/12/2008 tarihinde davanın süre aşımı yönünden reddine
karar vermiş, başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Onikinci
Dairesi 6/3/2012 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş ve Danıştay Onikinci
Dairesi 7/11/2012 tarihli kararı ile bu talebi reddetmiş, uyuşmazlığa konu
yargılama bu tarih itibarıyla sona ermiştir.
57. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup
özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal
kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmıştır. Bu kapsamda idari yargı makamları
nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha
önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından,
özellikle 6/1/1992 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yer
alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§ 54-60).
58. Başvuru konusu yargılama
süreci değerlendirildiğinde, İlk Derece Mahkemesinde 22/2/2008 tarihinde açılan
dava hakkında 26/12/2008 tarihinde karar verildiği ve yargılama süresinin 10 ay
4 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesi karar tarihinden Danıştay Onikinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddi kararına
kadar geçen sürenin ise 3 yıl 10 ay 11 gün olduğu, toplam yargılama süresinin
ise 4 yıl 8 ay 15 gün olduğu, İlk Derece Mahkemesince makul sürede dava
hakkında karar verilmiş ise de Danıştay Onikinci
Dairesinde geçen kanun yolu incelemesinde gecikmelerin yaşandığı tespit
edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı
sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut
başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip
olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6.
maddesi gereğince yargılama sistemi, mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından
hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksiklikler,
yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret olarak
gösterilemez.
59. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvurucu tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi
olduğunun tespit edilmediği, başvuruya konu uyuşmazlığın mülakat sınavına
yönelik olmasına ve davanın esastan çözümünün İlk Derece Mahkemesince 10 ay 4
gün içinde tamamlanmış olmasına karşın temyiz ve karar düzeltme talepleri
hakkında 3 yıl 10 ay 11 günlük sürede karar verilmiş olduğu; 2577 sayılı
Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut
başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı
tespit edilmiş; toplam 4 yıl 8 ay 15 günlük yargılamada makul olmayan bir
gecikmenin bulunduğu sonucuna varılmıştır.
60. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
61. Başvurucu, mesleğe alınmama
nedeniyle maruz kaldığı maddi ve mülakat sınavında başarısız sayılması
nedeniyle maruz kaldığı manevi zararlara karşılık tazminat talebinde bulunmuş
ancak yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmamasına bağlı herhangi bir
tazminat isteminde bulunmamıştır.
62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit
edilmiş olmakla beraber başvurucu tarafından ileri sürülen zarar ile tespit
edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ve yargılamanın, sonucu itibarıyla adil
olmadığına yönelik iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Yargılama süresinin makul olmadığına yönelik iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucunun tazminat
taleplerinin REDDİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan
ve 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
4/11/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.