logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Tuncer Arıklı [1.B.], B. No: 2013/2858, 23/3/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TUNCER ARIKLI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2858)

 

Karar Tarihi: 23/3/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Yakup MACİT

Başvurucu

:

Tuncer ARIKLI

Vekili

:

Av. İbrahim SALİHOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; yargılama sırasında tayin edilen bilirkişilerin önceden tarafların bilgisine sunulmayıp resen seçilerek usul hükümlerine aykırı davranılması, tarafsızlığından şüphe duyulmayacak bilirkişilerin seçilmemesi, mahkemece delillerin yanlış değerlendirerek usul ve yasaya aykırı karar verilmesi, Yüksek Mahkeme üyelerinin çalışma ve oluşum şeklinin yasaya uygun olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; davanın ilk açıldığı mahkemenin kapatılarak dosyanın başka mahkemeye devredilmesi, Yüksek Mahkemede davaya hangi hâkimin bakacağının bilinmemesi nedenleriyle kanuni hâkim güvencesinin; taraflar arasında sözleşme olmamasına rağmen fahiş bir ödeme yükümlülüğü getirilmesi nedeniyle sözleşme özgürlüğü ve mülkiyet hakkının; Mahkeme ve Yargıtay kararlarında ileri sürülen iddia ve olgulara cevap verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının; davanın taraflarına farklı hükümler uygulanması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/4/2013 tarihinde İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

4. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucunun eski vekili, İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/361 sayılı dosyasında, haklı nedenlerle vekillik görevinden istifa ettiğini belirterek takip ettiği dava ve icra dosyaları için 6.000 TL vekâlet ücreti alacağı talep etmiştir.

6. Başvurucu, karşı dava yoluyla eski vekilinin, görevi sona erdiğinde avans hesaplarını kapatmadığını ve dosyaları iade etmediğini ileri sürerek uğradığı zararlar karşılığı 6.000 TL tazminat talep etmiştir.

7. Yargılama devam ederken Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararı ile İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin faaliyeti dondurulmuş; dosya, İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/335 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

8. Mahkeme 30/3/2011 tarihli ve E.2009/335, K.2011/66 sayılı kararla 6.000 TL vekalet ücreti alacağının davalı karşı davacıdan tahsiline karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“…

Mahkememizce yapılan yargılama, toplanan tüm deliller ile dosya kapsamına uygun ayrıntılı, taraf vekillerinin tüm itirazları da değerlendirilmek suretiyle tanzim olunan 22/11/2010 tarihli ek bilirkişi raporu aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacak sebeplerle kısmen Mahkememizce verilen hükme esas alınmıştır. Toplanan tüm delillerle de davacının davalıların müşterek murisi olan Ercan Arıklı'nın vekili olduğu, Ercan Arıklı'nın 3/6/2003 tarihinde vefatı üzerine mirasçılarından İsrafil Gündüz Arıklı tarafından 12/06/2003 tarihli vekaletname ile, Tuncer Arıklı tarafından verilen 6/6/2003 tarihli vekaletname ile davacının vekili tayin edildiği sabittir. Taraflar arasındaki ihtilaflı olaylar kronolojik olarak değerlendirildiğinde; davalılardan Tuncer Arıklı'nın 21/11/2005 tarihli azilnamesi, 23/11/2005 havale tarihli dilekçelerle davacının vekili olarak takip ettiği Şişli 2. Asliye Huk. Mahkemesinin 2005/363 E., İst. 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/676 E., İst. 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/189 E., İst. 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/1003 E. sayılı dosyalarına ibraz edilmiştir. 25/11/2005 tarihinde İsrafil Gündüz Arıklı tarafından davacıya faks mesajı çekilmiş, davacı tarafından Kadıköy 17. Noterliğinin 28/11/2005 tarih 20569 ve 20570 yevmiye nosu ile keşide edilen ihtarnameler İsrafil Gündüz Arıklı'ya 28/11/2005 tarihinde bizzat, Tuncer Arıklıya 28/11/2005 tarihinde mahalle muhtarlığına tebliğ edilmiştir. Davalılardan Tuncer Arıklı tarafından 25/10/2005 tarihli, İsrafil Gündüz Arıklı tarafından 29/11/2005 tarihli vekaletnameler ile Av. İbrahim Salihoğlu vekil tayin edilmiştir.

Taraflar arasındaki ihtilaf azlin ve istifanın haklı-haksız olup olmadığının değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı taraf takip ettiği dosyalarda muvafakatı alınmaksızın yeni bir vekil görevlendirildiğinin bildirilmesi ile vekillik görevinin Av.K.' nun 172. maddesi gereğince haklı nedenle istifa ettiğini, davalı- karşı davacı ise de; davacı avukatın takip ettiği davalarda müvekkillerinin zararına sebebiyet verdiğinden bahisle haklı nedenle azledildiğini iddia etmektedir. Davalı Tuncer Arıklı tarafından 4/7/2005 tarihli faks mesajıyla davacı avukata gönderilen talimatla, yazılı talimatı olmadan vekil olarak ahzu kabz yetkisini kullanmamasının bildirildiği, davalı İsrafil Gündüz Arıklının 25/11/2005 tarihli faks mesajında '' ....bundan böyle davalarımızda Tuncer Arıklı ve vekili Av. İbrahim Salihoğlu'nun savunmalarına uygun savunma yapmanızı hassasiyetle rica ederim'' şeklindeki mesajı üzerine davacı avukatın muvafakatı olmaksızın yeni bir vekilin görevlendirilmesinin bildirilmesi ile vekillik görevinin 1136 S.K' nın 172. maddesi gereğince sona erdiğinden davalılara 28/11/2005 tarihli ihtarnamelerin keşide edildiği sabittir.

Davalı Tuncer Arıklı tarafından keşide edilen Beyoğlu 24. Noterliğinin 21/11/2005 tarih ve 30145 yevmiye nolu azilnamesi, davacıya 21/02/2006 tarihinde tebliğ edilmiş olduğundan, davacı avukatın istifa ettiği 28/11/2005 tarihi itibarıyla davacıya tebliğ edilen herhangi bir azilname söz konusu olmadığından taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin davacı avukatın istifası sebebiyle sona erdiği sabit olduğundan, azlin haklı ya da haksız olmasının tartışılmasının sonuca etkili olmadığı anlaşılmaktadır. Bu aşamada değerlendirilmesi gereken davacı avukatın istifasının haklı olup olmadığının tespitidir. Davacı avukat davalı İsrafil Gündüz Arıklı'nın 25/11/2005 tarihli faks mesajı ile diğer davalı Tuncer Arıklı tarafından ikinci bir avukatın kendisinin yanında görevlendirildiği hususunu öğrendiği, diğer davalı İsrafil Gündüz Arıklı' nın davacı avukata davalı İsrafil'in yeni görevlendirdiği avukata tabi olarak çalışması konusunda talimat vermiş olması sebebiyle davacının vekil sıfatıyla takip ettiği dosyalar için başka bir avukatın görevlendirilmesinden önce davacı avukatın yazılı muvafakatının alınmaması ve davalı İsrafil Gündüz Arıklı tarafından davacı avukata yeni görevlendirilen avukata tabi olarak çalışması hususunda telkin- talimat vermiş olması sebebiyle davacı avukatın Av. K.'nun 172 /1-2 maddesi gereğince haklı nedenle istifa ettiği Mahkememizce kabul edilmiştir.

Davacı avukatın 28/11/2005 tarihinde haklı nedenle istifa etmiş olması sebebiyle, iş sahibi yeni vekil tayinine muvafakat etmeyen avukata vekalet ücretinin tamamını ödemekle yükümlü olduğundan davacı tarafın dava dilekçesi ve ihtarnamesine esas dosyalar itibarıyla yapılan değerlendirmede;

Davacı avukatın haklı istifası nedeniyle Av. K. nu 164/4 ve 168/ son maddeleri gereğince istifa tarihi olan 28/11/2005 tarihi itibarıyla yürürlükte olan hükümleri ile tarifeye ilişkin tebliğin 3. maddesi gereğince avukatın emeği, çabası, işin niteliği, davanın süresi ,her dosya için ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle ve nispi vekalet ücreti takdirinde oranların ortalaması alınmak suretiyle ve 14/06/2010 tarihli bilirkişi kurul raporu ile aynı bilirkişiler tarafından tanzim olunan 22/11/2010 tarihli ek bilirkişi raporu değerlendirilerek davacı avukatın maktu, nispi, karşı vekalet ücreti ve M.K.' nın 2. maddesi gözetilerek tahsil edilmiş kabul edilebilecek nitelikte olmak üzere hak kazandığı vekalet ücreti alacakları aşağıda belirlenmiştir.

…”

9. Tarafların temyizi üzerine karar, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2011/17131, K.2012/20955 sayılı ilamıyla onanmıştır.

10. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 25/2/2013 tarihli ve E.2012/29759, K.2013/4282 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

11. Ret kararı başvurucuya 26/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiş 25/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. İlgili Hukuk

12. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun mülga 164. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu hallerde, değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde avukatlık asgarî ücret tarifesi uygulanır. Değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde ise asgarî ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın sonucuna ve avukatın emeğine göre değişmek üzere ücret anlaşmazlığı tarihindeki dava değerinin yüzde beşi ile yüzde onbeşi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir.”

13. 1136 sayılı Kanun’un yürürlükte olan 164. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 Avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekalet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum Baro Yönetim Kuruluna bildirilir. (Değişik: 13/1/2004-5043) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin %10’u ile %20’si arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.

14. 1136 sayılı Kanun’un 172. maddesi şöyledir:

“İş sahibi, ilk anlaşmayı yaptığı avukatının yazılı muvafakatı ile başka avukatları da işin kovuşturma ve savunmasına katabilir.

İş sahibi, ilk avukatın muvafakatını kendisine tevdi veya tebliğ edilecek bir yazı ile en az bir haftalık süre vererek talep eder. Avukat bu süre içinde cevap vermemişse muvafakat etmiş sayılır.

İlk avukatın muvafakat etmemesi halinde, vekâlet akdi kendiliğinden sona erer. İş sahibi, muvafakat etmeyen avukata ücretin tamamını ödemekle yükümlüdür.

İlk avukatın muvafakatı ile işin başka avukatlar tarafından da takibi halinde iş sahibi, ilk avukatın ücretinden kısıntı yapamaz. Bu halde avukatların müvekkile karşı sorumluluğu konusunda 171 inci maddenin üçüncü fıkrası hükmü uygulanır.”

15. 1136 sayılı Kanun’un 174. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez ve peşin aldığı ücreti geri vermek zorundadır.

Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.”

16. 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 40. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Daireler heyet hâlinde çalışır, heyet bir başkan ve dört üyenin katılmasıy­la toplanır. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Heyetler işi müzakere eder ve salt çoğunlukla karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder.

Görüşmeye katılan başkan ve üyelerin adları mahallerine gönde­rilecek karar örneklerine de yazılır. Karar çoğunluk ile verilmişse karşı oy yazısı, kararların asıl ve örneklerinde gösterilir.”

17. 29/8/1983 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 17. maddesi şöyledir:

Daireler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanan işi görüşür ve çoğunluk ile karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder.

Görüşmeye katılan başkan ve üyelerin adları mahallerine gönderile­cek karar örneklerine de yazılır. Karar çoğunluk ile verilmişse karşı oy yazısı, kararların asıl ve örneklerinde gösterilir.”

18. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 276. maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:

“Ehlivukuf, iki taraf ittifak edemedikleri halde tahkikat hâkimi tarafından intihap olunur.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu; aleyhine açılan davada Mahkemenin, talep olmamasına rağmen bazı dosyaları davaya dâhil ettiği gibi usul kurallarına aykırı biçimde aynı kararda hem tespit hem de eda hükmü kurduğunu, kararın gerekçesinin çelişkili olduğunu, dalında uzman üniversite hocalarından oluşan bilirkişi kurulundan alınan raporun dikkate alınmadığını, Yargıtayın gerekçesiz olarak kararı onadığını, Yargıtayda temyiz ve karar düzeltme incelemelerini yapan heyetlerin farklı üyelerden oluştuğunu, Yargıtay kararlarında başkan ve üyelerin adlarının açıkça yazılmadığını, temyiz duruşmasına çıkan üyelerle onama kararının altında imzası olan üyelerin farklı kişiler olduğunu, olayın oluş şekline uyun olan üniversite öğretim üyelerince hazırlanan 23/3/2009 tarihli rapora itibar edilmeksizin davacıyla aynı işi yapan ve uzmanlığı olmayan avukat bilirkişinin raporunun hükme esas alındığını, davada 1136 sayılı Kanun’un vekalet akdinin kurulduğu tarihteki hükümleri yerine davaya konu dosyaların karar tarihindeki hükümlerine göre değerlendirme yapıldığını, yargılamada tayin edilen bilirkişilerin önceden tarafların bilgisine sunulmayıp resen seçilerek usul hükümlerine açıkça aykırı davranıldığını, Derece Mahkemelerince delillerin ve hukuk kurallarının hatalı yorumlanarak davanın kabul edildiğini belirterek Anayasa'nın 2., 35., 36., 37., 39., 40. ve 48. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini, 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle zararlarının tazmini talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

21. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun davanın taraflarına farklı hükümler uygulanarak eşitlik ilkesinin, taraflar arasında sözleşme olmamasına rağmen kararla birlikte fahiş bir ödeme ile sorumlu tutulmasının mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğü ilkesinin, Mahkemece tarafsızlığından şüphe duyulmayacak bilirkişilerin görüşlerine itibar edilmemesi nedeniyle ispat hakkı ve temel hak ve hürriyetlerin korunması ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun değişik haklar temelinde ileri sürdüğü iddialar, karar sonucuna ilişkin şikâyetler olup özü itibarıyla kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Buna göre başvuru; adil yargılanma hakkı kapsamında, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası, kanuni hâkim güvencesinin ihlali iddiası, Yüksek Mahkemenin çalışma ve oluşum şekline yönelik ihlal iddiaları, gerekçeli karar hakkının ihlal iddiası ve 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği iddiası başlıkları altında ayrı ayrı incelenmiştir.

1. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia

22. Başvurucu, Mahkemenin talep olmamasına rağmen bazı dosyaları davaya dâhil ettiğini; usul kurallarına aykırı biçimde, kararda hem tespit hem de eda içerir şekilde hüküm kurduğunu, üniversite öğretim üyelerince hazırlanan 23/3/2009 tarihli rapora itibar edilmeksizin davacıyla aynı işi yapan ve uzmanlığı olmayan avukat bilirkişinin raporunun hükme esas alındığını, 1136 sayılı Kanun’un vekalet akdinin kurulduğu tarihteki hükümleri yerine davaya konu dosyaların karar tarihindeki hükümlerine göre değerlendirme yapıldığını, Mahkemece delillerin ve hukuk kurallarının hatalı yorumlanarak davanın kabul edildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

23. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

25. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

 “... Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

26. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.

27. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti, hukuku ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

28. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe veya bariz takdir hatasına ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

29. Başvuru konusu olayda, başvurucunun eski avukatı, haklı nedenle vekillik görevinden istifa ettiğini ileri sürerek takip ettiği dava ve icra dosyaları için vekâlet ücreti alacağı talebinde bulunmuştur. İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, istifa ve azil olgusunu dosya kapsamındaki deliller çerçevesinde tartışarak hangi nedenle istifa eylemine öncelik tanıdığını, istifanın haklı olup olmadığı hususlarını ayrıntılı olarak izah etmiş, farklı bilirkişi heyetlerinden aldırılan 17/1/2008, 23/3/2009, 14/6/2010, 22/11/2010 tarihli rapor ve ek raporları karşılaştırarak neticede, 22/11/2010 tarihli ek rapora kısmen itibar ettiğini belirterek dava konusu her bir dosya açısından, tespit ettiği alacak miktarı üzerinden davanın kabulüne karar vermiştir.

30. Başvurucu, yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmamış olup iddiaların özünün, Derece Mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

31. Yine başvurucu, yargılama sırasında bilirkişiler belirlenirken yasa hükmü gereği kendi görüşünün alınması gerektiğini ancak Mahkemenin resen bilirkişi tespit ederek rapor aldırdığını, bu açıdan bilirkişilerin tarafsızlığının şüpheli olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun bu kapsamda ileri sürdüğü iddiaların da esasen yargısal işlemlere yönelik olduğu anlaşılmış ve iddialar bu başlık altında incelenmiştir.

32. Başvuru konusu davanın yargılaması sırasında yürürlükte olan 1086 sayılı mülga Kanun’un 276. maddesinde, tarafların üzerinde ittifak edemediği durumlarda hâkim tarafından bilirkişinin tespit edileceği ifade edilmiştir. Buna göre hukuk davalarında tarafların anlaşmaları hâlinde bilirkişi, bu anlaşmaya konu kişi veya kişiler olacaktır. Yine 1086 sayılı mülga Kanun’un 278. maddesinde, bilirkişinin görüş ve düşüncelerinin hâkim açısından bağlayıcı olmayacağı, aynı Kanun’un 277. maddesinde bilirkişilerin hâkimler için belirlenen sebeplere binaen reddedilebilecekleri hususu düzenlenmiştir.

33. Başvurucu 23/3/2009 tarihli bilirkişi raporuna karşı yapılan itirazda, bu bilirkişilerden ek rapor aldırılmasını talep ettiğini ancak Mahkemenin dosyayı başka bir bilirkişi heyetine tevdi ettiğini, bu heyetteki akademisyen bilirkişinin görevinden çekilme isteği üzerine Mahkemenin tarafların görüşünü almadan avukat bilirkişi tayin ettiğini, bu usulün yasaya aykırı olduğunu, bu açıdan bilirkişilerin tarafsızlığının şüpheli olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

34. Somut olayda Mahkeme tarafından yargılama sırasında farklı bilirkişilere 17/1/2008, 23/3/2009, 14/6/2010 ve 22/11/2010 tarihli rapor ve ek rapor düzenlettirildiği, başvurucunun iddia ettiği hususta tarafların görüşü alınmaksızın resen bilirkişi belirleme yoluna gidildiği görülmekte ise de başvurucunun heyet oluşumu ve içeriğine itiraz etmediği 23/3/2009 tarihli raporun da Mahkeme tarafından dosya kapsamında değerlendirildiği, başka bir deyişle dosyada yalnızca başvurucunun itiraz ettiği bilirkişi heyetinin görüşüne başvurulmadığı gibi başvurucuya dosyadaki tüm raporlara itiraz etme hakkının tanındığı, nitekim gerekçeli karardan anlaşıldığı üzere en son alınan 22/11/2010 tarihli ek rapora kısmen itibar edilerek netice kanaate ulaşıldığı; bunun yanında başvurucunun, oluşumuna itiraz ettiği bilirkişi heyetine yönelik tarafsızlık açısından mülga 1086 sayılı Kanun’un 277. maddesi uyarınca ret talebinde de bulunmadığı, yargılamanın bütününe göre bilirkişi tespitinde tarafların görüşüne başvurulmamasının yalnız başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyeceği, dolayısıyla bu kapsamda ileri sürülen iddiaların delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmıştır.

35. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi yukarıda izah edildiği üzere Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.

36. Açıklanan nedenlerle başvurucunun belirtilen iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının açıkça keyfîlik veya bariz bir takdir hatası da içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvurucu, davanın ilk açıldığı mahkemenin kapatılarak dosyanın başka mahkemeye devredildiğini, Yüksek Mahkemede davaya hangi hâkimin bakacağının bilinmediğini belirterek kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini isteme hakkından söz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, 5/5/2004) yargılamayı yapan mahkemenin yasayla kurulması gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır.

39. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

 “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

 Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.”

40. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal düzenleme ile ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, 5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166, 20/11/2008).

41. Başvurucu, davanın İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığını, Mahkemenin faaliyetinin dondurulduğunu ve yargılamaya İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından devam edildiğini, Yargıtayda davaya bakmakla görevli ve yetkili olan Dairede hangi hâkimin temyiz incelemesinde görev yapacağının bilinmediğini belirterek kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

42. Başvuruya konu olayda yargılamayı sonuçlandıran İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun yargılandığı dava konusu olay ortaya çıkmadan önce kurulmuş ve yargılama usulleri, kuruluş yasalarıyla düzenlenmiştir. Başvurucunun sözünü ettiği İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin faaliyetinin dondurulması, bir diğer deyişle bu Mahkemedeki dosyaların iş durumu gözetilerek İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmesi, kanunla kurulan, görev ve yetkileri belli olan kurumların tasarrufunda gerçekleştirilen usule ilişkin bir konudur. Dolayısıyla yargılama sırasında bir Mahkemenin iş durumu gözetilerek faaliyetinin dondurulması nedeniyle dosyanın eşit başka bir mahkemeye devredilmesinin kanuni hâkim güvencesini ihlal ettiği anlamına gelmez.

43. Başvurucu yine Yargıtayda temyiz incelemesini yapan Dairede, hangi hâkimin davaya bakacağının bilinmediğini belirterek kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür. 2797 sayılı Kanun ve Yargıtay İç Yönetmeliği’nin ilgili hükümlerinde, üyelerin hangi Dairede; Dairelerde birden fazla heyet olması halinde, hangi heyette görev yapacakları ve dosyaların inceleme usulü önceden ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun, temyiz incelemesinde hangi üye hâkimin görev alacağının bilinmemesi nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının yerinde olmadığı anlaşılmıştır.

44. Açıklanan nedenlerle başvurucunun ihlal iddialarına yönelik, bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmakla başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Yüksek Mahkemenin Çalışma ve Oluşum Şekline İlişkin İhlal İddiaları

45. Başvurucu, Yargıtayda temyiz ve karar düzeltme incelemelerini yapan heyetlerin farklı üyelerden oluştuğunu, Yargıtay kararlarında başkan ve üyelerin adlarının açıkça yazılmadığını, temyiz duruşmasına çıkan üyelerle onama kararının altında imzası olan üyelerin farklı kişiler olduğunu bu durumun mevzuata aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

46. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.

47. Başvurucu; ilk olarak temyiz ve karar düzeltme incelemelerinin aynı Dairenin farklı üyelerince yapıldığını, yasaya aykırı yapılan uygulama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de Yargıtayın her bir dava dairesinde görev alacak üyelerin sayısının, yalnızca tek bir heyet oluşturmaya yetecek şekilde sınırlandırılmadığı, üye sayısının yeterli olması hâlinde birden fazla heyet oluşturulabileceği, dolayısıyla her bir uyuşmazlığın farklı aşamalarda aynı üyelerden oluşan heyet tarafından incelenme zorunluluğunun olmadığı, karar düzeltme yolunun amacının, kararı veren mahkemenin kendi kararını kanunda gösterilen hâllerle sınırlı olarak yeniden incelemesi yöntemi olduğu dikkate alındığında bu incelemenin temyiz incelemesini yapan aynı Dairenin farklı üyelerince yapılmasında yasa hükmüne aykırı, dolayısıyla adil yargılanma hakkını ihlal edecek bir durumun söz konusu olmadığı açıktır.

48. Başvurucu; ayrıca Yargıtay kararlarında başkan ve üyelerin isimlerinin açıkça yazılmadığını, bu durumun yasaya aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru konusu davada, Yargıtay kararlarında başkan ve üyelerin isimlerinin kısaltılarak soy isimlerinin açık bir şekilde kararda gösterildiği, yalnız başına isimlerin kısaltılarak yazılmasının, karara katılan hâkimlerin kim olduğunun anlaşılmasını engelleyecek bir husus olmadığı gibi bu durumun hangi açıdan adil yargılanma hakkını zedeleyeceği hususunda soyut iddia dışında herhangi bir açıklamada bulunulmadığı dolayısıyla başvurucunun bu iddiasının da yerinde olmadığı anlaşılmıştır.

49. Başvurucu yine temyiz duruşmasına katılan üyelerle onama kararında imzası olan üyelerin farklı kişiler olduğunu bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş ise de resmî belge niteliğinde olan Yargıtay onama ilamının sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olduğu, onama ilamı içeriğinde temyiz duruşmasına katılan ve kararda imzası olan hâkimlerin açıkça gösterildiği ve aynı kişiler olduğu, dolayısıyla soyut bir şekilde ileri sürülen ve kanıtlanamayan bu iddianın da yerinde olmadığı anlaşılmıştır.

50. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu dava ile ilgili olarak başvurucunun Yargıtay ilgili Dairesinin çalışma ve oluşum şekline ilişkin ileri sürdüğü iddiaların bir kısmında ihlalin olmadığının açık olduğu, bir kısmının da kanıtlanamadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

4. Gerekçeli Karar Hakkının İhlaline İlişkin İddia

51. Başvurucu, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini, ileri sürdüğü iddia ve dosyadaki maddi olguları karşılayacak nitelikte olmadığını ileri sürerek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

52. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve mahkemelere güveni sağlamak açısından hem tarafların hem kamunun menfaatini ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi zorunludur (Tahir Gökatalay, B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 66).

53. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya, B. No. 2013/1213, 4/12/2013, § 26).

54. Somut başvuru açısından Mahkeme tarafından ulaşılan sonuca göre delillerin yeterli gerekçe ile serbestçe bilirkişi raporları karşılaştırılarak vekâlet ücreti alacağına konu her bir dosya açısından ayrı ayrı değerlendirildiği anlaşılmıştır (bkz. § 8). İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli ilamıyla onandığı, Yargıtay onama ilamında dosyadaki iddia ve olgulara ayrıntılı cevap verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, karar düzeltme ilamında da onama ilamındaki gerekçeye atıf yapılarak talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Bu açıdan Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.

55. Başvurucunun gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

5. 1136 sayılı Kanun’un 164. Maddesinin Anayasaya Aykırı Olduğu ve İptal Edilmesi Gerektiğine İlişkin İddia

56. Başvurucu, 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek iptalini talep etmiştir.

57. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden medeni haklara sahip bütün gerçek ve tüzel kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.

58. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”

59. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemlerin doğrudan bireysel başvuru konusu yapılamayacağı açıkça düzenlenmektedir.

60. Bir yasama işlemi olarak kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesinin ürünüdür. Kanun, parlâmento kararı dışında kalan ve Anayasa’nın yetki verdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemdir (Tuğba Arslan, B. No. 2014/256, 25/6/2014, § 85).

61. Bireysel başvuru yolu, bireylerin maruz kaldığı temel hak ihlallerinin tespitini yapan ve tespit edilen ihlalin ortadan kaldırılması için etkin araçları içeren anayasal bir güvencedir. Bu güvence kapsamında, kişilere doğrudan yasama işleminin iptalini isteme yetkisi tanınmamıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa'ya aykırılığının ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak kabul edilemez (Gökhan Ünal, B. No. 2012/30, 5/3/2013, §§ 16,17).

62. Bir yasama işleminin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda, doğrudan yasama işlemi aleyhine değil, ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı bireysel başvuru yapılabilir (Süleyman Erte, B. No. 2013/469, 16/4/2013, § 17; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37).

63. Somut olayda başvurucu, 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek iptalini talep etmiştir. Bireysel başvuru yoluyla doğrudan yasama işlemine değil ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilecektir. Diğer bir deyişle bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz (Mustafa Destici ve diğerleri, B. No: 2014/8842, 6/1/2015, § 26).

64. Açıklanan nedenlerle bir yasama işlemi aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Yüksek Mahkemenin çalışma ve oluşum şekline ilişkin ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA

23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Tuncer Arıklı [1.B.], B. No: 2013/2858, 23/3/2016, § …)
   
Başvuru Adı TUNCER ARIKLI
Başvuru No 2013/2858
Başvuru Tarihi 25/4/2013
Karar Tarihi 23/3/2016

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, yargılama sırasında tayin edilen bilirkişilerin önceden tarafların bilgisine sunulmayıp resen seçilerek usul hükümlerine aykırı davranılması, tarafsızlığından şüphe duyulmayacak bilirkişilerin seçilmemesi, mahkemece delillerin yanlış değerlendirerek usul ve yasaya aykırı karar verilmesi, Yüksek Mahkeme üyelerinin çalışma ve oluşum şeklinin yasaya uygun olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; davanın ilk açıldığı mahkemenin kapatılarak dosyanın başka mahkemeye devredilmesi, Yüksek Mahkemede davaya hangi hâkimin bakacağının bilinmemesi nedenleriyle kanuni hâkim güvencesinin; taraflar arasında sözleşme olmamasına rağmen fahiş bir ödeme yükümlülüğü getirilmesi nedeniyle sözleşme özgürlüğü ve mülkiyet hakkının; Mahkeme ve Yargıtay kararlarında ileri sürülen iddia ve olgulara cevap verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının; davanın taraflarına farklı hükümler uygulanması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Kanun yolu şikâyeti (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Gerekçeli karar hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kapsam dışı haklar Kapsam dışı (yasama işlemi) Konu Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 1136 Avukatlık Kanunu 164
172
174
2797 Yargıtay Kanunu 40
1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 276
Yönetmelik 29/8/1983 Yargıtay İç Yönetmeliği 17
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi