TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TUNCER ARIKLI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2858)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Yakup MACİT
|
Başvurucu
|
:
|
Tuncer ARIKLI
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim SALİHOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; yargılama sırasında
tayin edilen bilirkişilerin önceden tarafların bilgisine sunulmayıp resen
seçilerek usul hükümlerine aykırı davranılması, tarafsızlığından şüphe
duyulmayacak bilirkişilerin seçilmemesi, mahkemece delillerin yanlış
değerlendirerek usul ve yasaya aykırı karar verilmesi, Yüksek Mahkeme
üyelerinin çalışma ve oluşum şeklinin yasaya uygun olmaması nedenleriyle adil
yargılanma hakkının; davanın ilk açıldığı mahkemenin kapatılarak dosyanın başka
mahkemeye devredilmesi, Yüksek Mahkemede davaya hangi hâkimin bakacağının
bilinmemesi nedenleriyle kanuni hâkim güvencesinin; taraflar arasında sözleşme
olmamasına rağmen fahiş bir ödeme yükümlülüğü getirilmesi nedeniyle sözleşme
özgürlüğü ve mülkiyet hakkının; Mahkeme ve Yargıtay kararlarında ileri sürülen
iddia ve olgulara cevap verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının; davanın
taraflarına farklı hükümler uygulanması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 25/4/2013 tarihinde
İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
5. Başvurucunun eski vekili,
İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2005/361 sayılı dosyasında, haklı
nedenlerle vekillik görevinden istifa ettiğini belirterek takip ettiği dava ve
icra dosyaları için 6.000 TL vekâlet ücreti alacağı talep etmiştir.
6. Başvurucu, karşı dava
yoluyla eski vekilinin, görevi sona erdiğinde avans hesaplarını kapatmadığını
ve dosyaları iade etmediğini ileri sürerek uğradığı zararlar karşılığı 6.000 TL
tazminat talep etmiştir.
7. Yargılama devam ederken
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararı ile İstanbul 7. Asliye Hukuk
Mahkemesinin faaliyeti dondurulmuş; dosya, İstanbul 4. Asliye Hukuk
Mahkemesinin E.2009/335 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
8. Mahkeme 30/3/2011 tarihli ve
E.2009/335, K.2011/66 sayılı kararla 6.000 TL vekalet ücreti alacağının davalı
karşı davacıdan tahsiline karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları
şöyledir:
“…
Mahkememizce yapılan yargılama, toplanan tüm deliller ile
dosya kapsamına uygun ayrıntılı, taraf vekillerinin tüm itirazları da
değerlendirilmek suretiyle tanzim olunan 22/11/2010 tarihli ek bilirkişi raporu
aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacak sebeplerle kısmen Mahkememizce verilen
hükme esas alınmıştır. Toplanan tüm delillerle de davacının davalıların
müşterek murisi olan Ercan Arıklı'nın vekili olduğu, Ercan Arıklı'nın 3/6/2003
tarihinde vefatı üzerine mirasçılarından İsrafil Gündüz Arıklı tarafından
12/06/2003 tarihli vekaletname ile, Tuncer Arıklı tarafından verilen 6/6/2003
tarihli vekaletname ile davacının vekili tayin edildiği sabittir. Taraflar
arasındaki ihtilaflı olaylar kronolojik olarak değerlendirildiğinde; davalılardan
Tuncer Arıklı'nın 21/11/2005 tarihli azilnamesi,
23/11/2005 havale tarihli dilekçelerle davacının vekili olarak takip ettiği
Şişli 2. Asliye Huk. Mahkemesinin 2005/363 E., İst. 9. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 2002/676 E., İst. 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/189 E., İst.
6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/1003 E. sayılı dosyalarına ibraz edilmiştir.
25/11/2005 tarihinde İsrafil Gündüz Arıklı tarafından davacıya faks mesajı
çekilmiş, davacı tarafından Kadıköy 17. Noterliğinin 28/11/2005 tarih 20569 ve
20570 yevmiye nosu ile keşide edilen ihtarnameler
İsrafil Gündüz Arıklı'ya 28/11/2005 tarihinde bizzat, Tuncer Arıklıya 28/11/2005 tarihinde mahalle muhtarlığına tebliğ
edilmiştir. Davalılardan Tuncer Arıklı tarafından 25/10/2005 tarihli, İsrafil
Gündüz Arıklı tarafından 29/11/2005 tarihli vekaletnameler ile Av. İbrahim
Salihoğlu vekil tayin edilmiştir.
Taraflar arasındaki ihtilaf azlin ve istifanın haklı-haksız
olup olmadığının değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Davacı taraf takip
ettiği dosyalarda muvafakatı alınmaksızın yeni bir
vekil görevlendirildiğinin bildirilmesi ile vekillik görevinin Av.K.' nun 172. maddesi gereğince
haklı nedenle istifa ettiğini, davalı- karşı davacı ise de;
davacı avukatın takip ettiği davalarda müvekkillerinin zararına sebebiyet
verdiğinden bahisle haklı nedenle azledildiğini iddia etmektedir. Davalı Tuncer
Arıklı tarafından 4/7/2005 tarihli faks mesajıyla davacı avukata gönderilen
talimatla, yazılı talimatı olmadan vekil olarak ahzu kabz yetkisini kullanmamasının bildirildiği, davalı İsrafil
Gündüz Arıklının 25/11/2005 tarihli faks mesajında ''
....bundan böyle davalarımızda Tuncer Arıklı ve vekili Av. İbrahim
Salihoğlu'nun savunmalarına uygun savunma yapmanızı hassasiyetle rica ederim''
şeklindeki mesajı üzerine davacı avukatın muvafakatı
olmaksızın yeni bir vekilin görevlendirilmesinin bildirilmesi ile vekillik
görevinin 1136 S.K' nın 172. maddesi gereğince sona
erdiğinden davalılara 28/11/2005 tarihli ihtarnamelerin keşide edildiği
sabittir.
Davalı Tuncer Arıklı tarafından keşide edilen Beyoğlu 24.
Noterliğinin 21/11/2005 tarih ve 30145 yevmiye nolu azilnamesi, davacıya 21/02/2006 tarihinde tebliğ edilmiş
olduğundan, davacı avukatın istifa ettiği 28/11/2005 tarihi itibarıyla davacıya
tebliğ edilen herhangi bir azilname söz konusu
olmadığından taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin davacı avukatın istifası
sebebiyle sona erdiği sabit olduğundan, azlin haklı ya da haksız olmasının
tartışılmasının sonuca etkili olmadığı anlaşılmaktadır. Bu aşamada
değerlendirilmesi gereken davacı avukatın istifasının haklı olup olmadığının
tespitidir. Davacı avukat davalı İsrafil Gündüz Arıklı'nın 25/11/2005 tarihli
faks mesajı ile diğer davalı Tuncer Arıklı tarafından ikinci bir avukatın
kendisinin yanında görevlendirildiği hususunu öğrendiği, diğer davalı İsrafil
Gündüz Arıklı' nın davacı avukata davalı İsrafil'in
yeni görevlendirdiği avukata tabi olarak çalışması konusunda talimat vermiş
olması sebebiyle davacının vekil sıfatıyla takip ettiği dosyalar için başka bir
avukatın görevlendirilmesinden önce davacı avukatın yazılı muvafakatının
alınmaması ve davalı İsrafil Gündüz Arıklı tarafından davacı avukata yeni
görevlendirilen avukata tabi olarak çalışması hususunda telkin- talimat vermiş
olması sebebiyle davacı avukatın Av. K.'nun 172 /1-2
maddesi gereğince haklı nedenle istifa ettiği Mahkememizce kabul edilmiştir.
Davacı avukatın 28/11/2005 tarihinde haklı nedenle istifa
etmiş olması sebebiyle, iş sahibi yeni vekil tayinine muvafakat etmeyen avukata
vekalet ücretinin tamamını ödemekle yükümlü olduğundan davacı tarafın dava
dilekçesi ve ihtarnamesine esas dosyalar itibarıyla yapılan değerlendirmede;
Davacı avukatın haklı istifası nedeniyle Av. K. nu 164/4 ve
168/ son maddeleri gereğince istifa tarihi olan 28/11/2005 tarihi itibarıyla
yürürlükte olan hükümleri ile tarifeye ilişkin tebliğin 3. maddesi gereğince
avukatın emeği, çabası, işin niteliği, davanın süresi ,her dosya için ayrı ayrı
değerlendirilmek suretiyle ve nispi vekalet ücreti takdirinde oranların
ortalaması alınmak suretiyle ve 14/06/2010 tarihli bilirkişi kurul raporu ile
aynı bilirkişiler tarafından tanzim olunan 22/11/2010 tarihli ek bilirkişi
raporu değerlendirilerek davacı avukatın maktu, nispi, karşı vekalet ücreti ve
M.K.' nın 2. maddesi gözetilerek tahsil edilmiş kabul
edilebilecek nitelikte olmak üzere hak kazandığı vekalet ücreti alacakları
aşağıda belirlenmiştir.
…”
9. Tarafların temyizi üzerine
karar, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2011/17131,
K.2012/20955 sayılı ilamıyla onanmıştır.
10. Karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 25/2/2013 tarihli ve E.2012/29759, K.2013/4282 sayılı ilamıyla
reddedilmiştir.
11. Ret kararı başvurucuya
26/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiş 25/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
B. İlgili
Hukuk
12. 19/3/1969 tarihli ve 1136
sayılı Avukatlık Kanunu’nun mülga 164. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti
kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna
bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu hallerde, değeri para
ile ölçülemeyen dava ve işlerde avukatlık asgarî ücret tarifesi uygulanır.
Değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde ise asgarî ücret tarifelerinin
altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci
tarafından davanın sonucuna ve avukatın emeğine göre değişmek üzere ücret
anlaşmazlığı tarihindeki dava değerinin yüzde beşi ile yüzde onbeşi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak
belirlenir.”
13. 1136 sayılı Kanun’un
yürürlükte olan 164. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Avukatlık asgari ücret tarifesi altında
vekalet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum Baro
Yönetim Kuruluna bildirilir. (Değişik: 13/1/2004-5043) Avukatlık ücretinin
kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin
bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu
veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde;
değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında
olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından
davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği
tarihteki müddeabihin değerinin %10’u ile %20’si
arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile
ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.”
14. 1136 sayılı Kanun’un 172.
maddesi şöyledir:
“İş sahibi, ilk anlaşmayı yaptığı avukatının
yazılı muvafakatı ile başka avukatları da işin
kovuşturma ve savunmasına katabilir.
İş sahibi, ilk avukatın muvafakatını
kendisine tevdi veya tebliğ edilecek bir yazı ile en az bir haftalık süre
vererek talep eder. Avukat bu süre içinde cevap vermemişse muvafakat etmiş
sayılır.
İlk avukatın muvafakat etmemesi halinde,
vekâlet akdi kendiliğinden sona erer. İş sahibi, muvafakat etmeyen avukata
ücretin tamamını ödemekle yükümlüdür.
İlk avukatın muvafakatı
ile işin başka avukatlar tarafından da takibi halinde iş sahibi, ilk avukatın
ücretinden kısıntı yapamaz. Bu halde avukatların müvekkile karşı sorumluluğu
konusunda 171 inci maddenin üçüncü fıkrası hükmü uygulanır.”
15. 1136 sayılı Kanun’un 174.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Üzerine
aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret
isteyemez ve peşin aldığı ücreti geri vermek zorundadır.
Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir.
Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin
ödenmesi gerekmez.”
16. 4/2/1983 tarihli ve 2797
sayılı Yargıtay Kanunu’nun 40. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Daireler heyet hâlinde çalışır, heyet bir
başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır. Üye sayısının yeterli olması
halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer
heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Heyetler işi
müzakere eder ve salt çoğunlukla karar verirler. Müzakereler gizli cereyan
eder.
Görüşmeye katılan başkan ve üyelerin adları
mahallerine gönderilecek karar örneklerine de yazılır. Karar çoğunluk ile
verilmişse karşı oy yazısı, kararların asıl ve örneklerinde gösterilir.”
17. 29/8/1983 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 17.
maddesi şöyledir:
“Daireler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanan işi görüşür ve
çoğunluk ile karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder.
Görüşmeye katılan başkan ve üyelerin adları mahallerine gönderilecek
karar örneklerine de yazılır. Karar çoğunluk ile verilmişse karşı oy yazısı,
kararların asıl ve örneklerinde gösterilir.”
18. 18/6/1927 tarihli ve 1086
sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 276. maddesinin birinci
fıkrası şu şekildedir:
“Ehlivukuf, iki taraf ittifak edemedikleri halde tahkikat
hâkimi tarafından intihap olunur.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 23/3/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu; aleyhine açılan
davada Mahkemenin, talep olmamasına rağmen bazı dosyaları davaya dâhil ettiği
gibi usul kurallarına aykırı biçimde aynı kararda hem tespit hem de eda hükmü
kurduğunu, kararın gerekçesinin çelişkili olduğunu, dalında uzman üniversite
hocalarından oluşan bilirkişi kurulundan alınan raporun dikkate alınmadığını, Yargıtayın gerekçesiz olarak kararı onadığını, Yargıtayda temyiz ve karar düzeltme incelemelerini yapan
heyetlerin farklı üyelerden oluştuğunu, Yargıtay kararlarında başkan ve
üyelerin adlarının açıkça yazılmadığını, temyiz duruşmasına çıkan üyelerle
onama kararının altında imzası olan üyelerin farklı kişiler olduğunu, olayın
oluş şekline uyun olan üniversite öğretim üyelerince hazırlanan 23/3/2009
tarihli rapora itibar edilmeksizin davacıyla aynı işi yapan ve uzmanlığı
olmayan avukat bilirkişinin raporunun hükme esas alındığını, davada 1136 sayılı
Kanun’un vekalet akdinin kurulduğu tarihteki hükümleri yerine davaya konu
dosyaların karar tarihindeki hükümlerine göre değerlendirme yapıldığını,
yargılamada tayin edilen bilirkişilerin önceden tarafların bilgisine sunulmayıp
resen seçilerek usul hükümlerine açıkça aykırı davranıldığını, Derece
Mahkemelerince delillerin ve hukuk kurallarının hatalı yorumlanarak davanın
kabul edildiğini belirterek Anayasa'nın 2., 35., 36., 37., 39., 40. ve 48.
maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini, 1136 sayılı Kanun’un 164.
maddesinin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle
zararlarının tazmini talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun davanın taraflarına farklı hükümler uygulanarak
eşitlik ilkesinin, taraflar arasında sözleşme olmamasına rağmen kararla birlikte
fahiş bir ödeme ile sorumlu tutulmasının mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğü
ilkesinin, Mahkemece tarafsızlığından şüphe duyulmayacak bilirkişilerin
görüşlerine itibar edilmemesi nedeniyle ispat hakkı ve temel hak ve
hürriyetlerin korunması ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür.
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi
ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucunun değişik haklar temelinde ileri sürdüğü iddialar, karar
sonucuna ilişkin şikâyetler olup özü itibarıyla kararın adil olmadığı hususu
ile ilgilidir. Buna göre başvuru; adil yargılanma hakkı kapsamında,
yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası, kanuni hâkim güvencesinin
ihlali iddiası, Yüksek Mahkemenin çalışma ve oluşum şekline yönelik ihlal
iddiaları, gerekçeli karar hakkının ihlal iddiası ve 1136 sayılı Kanun’un 164.
maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği iddiası başlıkları
altında ayrı ayrı incelenmiştir.
1. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin
İddia
22. Başvurucu, Mahkemenin talep
olmamasına rağmen bazı dosyaları davaya dâhil ettiğini; usul kurallarına aykırı
biçimde, kararda hem tespit hem de eda içerir şekilde hüküm kurduğunu,
üniversite öğretim üyelerince hazırlanan 23/3/2009 tarihli rapora itibar
edilmeksizin davacıyla aynı işi yapan ve uzmanlığı olmayan avukat bilirkişinin
raporunun hükme esas alındığını, 1136 sayılı Kanun’un vekalet akdinin kurulduğu
tarihteki hükümleri yerine davaya konu dosyaların karar tarihindeki hükümlerine
göre değerlendirme yapıldığını, Mahkemece delillerin ve hukuk kurallarının
hatalı yorumlanarak davanın kabul edildiğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
23. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan
yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
25. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı
49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“... Bölümlerce kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
26. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı
fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı
Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği
belirtilmiştir.
27. Anılan kurallar uyarınca
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti, hukuku ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular açıkça keyfîlik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
28. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe veya bariz takdir hatasına ilişkin bir bilgi ya
da belge sunmuş olması gerekir (Naci
Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
29. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun eski avukatı, haklı nedenle vekillik görevinden istifa ettiğini
ileri sürerek takip ettiği dava ve icra dosyaları için vekâlet ücreti alacağı
talebinde bulunmuştur. İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, istifa ve azil
olgusunu dosya kapsamındaki deliller çerçevesinde tartışarak hangi nedenle
istifa eylemine öncelik tanıdığını, istifanın haklı olup olmadığı hususlarını
ayrıntılı olarak izah etmiş, farklı bilirkişi heyetlerinden aldırılan
17/1/2008, 23/3/2009, 14/6/2010, 22/11/2010 tarihli rapor ve ek raporları
karşılaştırarak neticede, 22/11/2010 tarihli ek rapora kısmen itibar ettiğini
belirterek dava konusu her bir dosya açısından, tespit ettiği alacak miktarı
üzerinden davanın kabulüne karar vermiştir.
30. Başvurucu, yargılama
sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmamış olup
iddiaların özünün, Derece Mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve
hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
31. Yine başvurucu, yargılama
sırasında bilirkişiler belirlenirken yasa hükmü gereği kendi görüşünün alınması
gerektiğini ancak Mahkemenin resen bilirkişi tespit ederek rapor aldırdığını,
bu açıdan bilirkişilerin tarafsızlığının şüpheli olduğunu belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun bu kapsamda
ileri sürdüğü iddiaların da esasen yargısal işlemlere yönelik olduğu anlaşılmış
ve iddialar bu başlık altında incelenmiştir.
32. Başvuru konusu davanın
yargılaması sırasında yürürlükte olan 1086 sayılı mülga Kanun’un 276.
maddesinde, tarafların üzerinde ittifak edemediği durumlarda hâkim tarafından
bilirkişinin tespit edileceği ifade edilmiştir. Buna göre hukuk davalarında
tarafların anlaşmaları hâlinde bilirkişi, bu anlaşmaya konu kişi veya kişiler
olacaktır. Yine 1086 sayılı mülga Kanun’un 278. maddesinde, bilirkişinin görüş
ve düşüncelerinin hâkim açısından bağlayıcı olmayacağı, aynı Kanun’un 277.
maddesinde bilirkişilerin hâkimler için belirlenen sebeplere binaen
reddedilebilecekleri hususu düzenlenmiştir.
33. Başvurucu 23/3/2009 tarihli
bilirkişi raporuna karşı yapılan itirazda, bu bilirkişilerden ek rapor
aldırılmasını talep ettiğini ancak Mahkemenin dosyayı başka bir bilirkişi
heyetine tevdi ettiğini, bu heyetteki akademisyen bilirkişinin görevinden
çekilme isteği üzerine Mahkemenin tarafların görüşünü almadan avukat bilirkişi
tayin ettiğini, bu usulün yasaya aykırı olduğunu, bu açıdan bilirkişilerin
tarafsızlığının şüpheli olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
34. Somut olayda Mahkeme
tarafından yargılama sırasında farklı bilirkişilere 17/1/2008, 23/3/2009,
14/6/2010 ve 22/11/2010 tarihli rapor ve ek rapor düzenlettirildiği,
başvurucunun iddia ettiği hususta tarafların görüşü alınmaksızın resen
bilirkişi belirleme yoluna gidildiği görülmekte ise de başvurucunun heyet
oluşumu ve içeriğine itiraz etmediği 23/3/2009 tarihli raporun da Mahkeme
tarafından dosya kapsamında değerlendirildiği, başka bir deyişle dosyada
yalnızca başvurucunun itiraz ettiği bilirkişi heyetinin görüşüne başvurulmadığı
gibi başvurucuya dosyadaki tüm raporlara itiraz etme hakkının tanındığı,
nitekim gerekçeli karardan anlaşıldığı üzere en son alınan 22/11/2010 tarihli
ek rapora kısmen itibar edilerek netice kanaate ulaşıldığı; bunun yanında
başvurucunun, oluşumuna itiraz ettiği bilirkişi heyetine yönelik tarafsızlık
açısından mülga 1086 sayılı Kanun’un 277. maddesi uyarınca ret talebinde de
bulunmadığı, yargılamanın bütününe göre bilirkişi tespitinde tarafların
görüşüne başvurulmamasının yalnız başına adil yargılanma hakkının ihlali anlamına
gelmeyeceği, dolayısıyla bu kapsamda ileri sürülen iddiaların delillerin
değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
35. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmadığı gibi yukarıda izah edildiği üzere Mahkemenin kararında bariz takdir
hatası veya açıkça keyfîlik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilmemiştir.
36. Açıklanan nedenlerle
başvurucunun belirtilen iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlara ilişkin olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının açıkça keyfîlik veya bariz bir takdir hatası da içermediği
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu, davanın ilk
açıldığı mahkemenin kapatılarak dosyanın başka mahkemeye devredildiğini, Yüksek
Mahkemede davaya hangi hâkimin bakacağının bilinmediğini belirterek kanuni
hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinde açıkça, adil yargılanma hakkının bir
unsuru olarak yasa ile kurulmuş bir mahkeme tarafından davanın dinlenilmesini
isteme hakkından söz edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının da zımni bir unsuru olmakla beraber
(AYM, E. 2002/170, K. 2004/54, 5/5/2004) yargılamayı yapan mahkemenin yasayla
kurulması gerekliliği Anayasa’nın 37. maddesinde ayrı ve açık bir hükümle
düzenlenmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği, mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla
düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim
güvencesinin değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır.
39. Anayasa’nın “Kanuni hâkim güvencesi” kenar başlıklı
37. maddesi şöyledir:
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü
merciler kurulamaz.”
40. Kanuni hâkim güvencesi,
mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün yasal
düzenleme ile ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini
gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi
mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal
hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (AYM, E. 2002/170, K.
2004/54, 5/5/2004; E. 2005/8, K. 2008/166, 20/11/2008).
41. Başvurucu, davanın İstanbul
7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığını, Mahkemenin faaliyetinin dondurulduğunu
ve yargılamaya İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından devam edildiğini, Yargıtayda davaya bakmakla görevli ve yetkili olan Dairede
hangi hâkimin temyiz incelemesinde görev yapacağının bilinmediğini belirterek
kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
42. Başvuruya konu olayda
yargılamayı sonuçlandıran İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun
yargılandığı dava konusu olay ortaya çıkmadan önce kurulmuş ve yargılama
usulleri, kuruluş yasalarıyla düzenlenmiştir. Başvurucunun sözünü ettiği
İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin faaliyetinin dondurulması, bir diğer
deyişle bu Mahkemedeki dosyaların iş durumu gözetilerek İstanbul 4. Asliye
Hukuk Mahkemesine devredilmesi, kanunla kurulan, görev ve yetkileri belli olan
kurumların tasarrufunda gerçekleştirilen usule ilişkin bir konudur. Dolayısıyla
yargılama sırasında bir Mahkemenin iş durumu gözetilerek faaliyetinin
dondurulması nedeniyle dosyanın eşit başka bir mahkemeye devredilmesinin kanuni
hâkim güvencesini ihlal ettiği anlamına gelmez.
43. Başvurucu yine Yargıtayda temyiz incelemesini yapan Dairede, hangi hâkimin
davaya bakacağının bilinmediğini belirterek kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini
ileri sürdüğü görülmüştür. 2797 sayılı Kanun ve Yargıtay İç Yönetmeliği’nin
ilgili hükümlerinde, üyelerin hangi Dairede; Dairelerde birden fazla heyet
olması halinde, hangi heyette görev yapacakları ve dosyaların inceleme usulü
önceden ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun, temyiz
incelemesinde hangi üye hâkimin görev alacağının bilinmemesi nedeniyle kanuni
hâkim güvencesinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının yerinde olmadığı
anlaşılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucunun
ihlal iddialarına yönelik, bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmakla
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Yüksek Mahkemenin Çalışma ve Oluşum Şekline İlişkin İhlal
İddiaları
45. Başvurucu, Yargıtayda temyiz ve karar düzeltme incelemelerini yapan
heyetlerin farklı üyelerden oluştuğunu, Yargıtay kararlarında başkan ve
üyelerin adlarının açıkça yazılmadığını, temyiz duruşmasına çıkan üyelerle
onama kararının altında imzası olan üyelerin farklı kişiler olduğunu bu durumun
mevzuata aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
46. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal
iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin
olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya
zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul
edilebilir.
47. Başvurucu; ilk olarak temyiz
ve karar düzeltme incelemelerinin aynı Dairenin farklı üyelerince yapıldığını,
yasaya aykırı yapılan uygulama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşse de Yargıtayın her bir dava
dairesinde görev alacak üyelerin sayısının, yalnızca tek bir heyet oluşturmaya
yetecek şekilde sınırlandırılmadığı, üye sayısının yeterli olması hâlinde
birden fazla heyet oluşturulabileceği, dolayısıyla her bir uyuşmazlığın farklı
aşamalarda aynı üyelerden oluşan heyet tarafından incelenme zorunluluğunun
olmadığı, karar düzeltme yolunun amacının, kararı veren mahkemenin kendi
kararını kanunda gösterilen hâllerle sınırlı olarak yeniden incelemesi yöntemi
olduğu dikkate alındığında bu incelemenin temyiz incelemesini yapan aynı
Dairenin farklı üyelerince yapılmasında yasa hükmüne aykırı, dolayısıyla adil
yargılanma hakkını ihlal edecek bir durumun söz konusu olmadığı açıktır.
48. Başvurucu; ayrıca Yargıtay
kararlarında başkan ve üyelerin isimlerinin açıkça yazılmadığını, bu durumun
yasaya aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür. Başvuru konusu davada, Yargıtay kararlarında başkan ve
üyelerin isimlerinin kısaltılarak soy isimlerinin açık bir şekilde kararda
gösterildiği, yalnız başına isimlerin kısaltılarak yazılmasının, karara katılan
hâkimlerin kim olduğunun anlaşılmasını engelleyecek bir husus olmadığı gibi bu
durumun hangi açıdan adil yargılanma hakkını zedeleyeceği hususunda soyut iddia
dışında herhangi bir açıklamada bulunulmadığı dolayısıyla başvurucunun bu
iddiasının da yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
49. Başvurucu yine temyiz
duruşmasına katılan üyelerle onama kararında imzası olan üyelerin farklı
kişiler olduğunu bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş
ise de resmî belge niteliğinde olan Yargıtay onama ilamının sahteliği sabit
oluncaya kadar geçerli olduğu, onama ilamı içeriğinde temyiz duruşmasına
katılan ve kararda imzası olan hâkimlerin açıkça gösterildiği ve aynı kişiler
olduğu, dolayısıyla soyut bir şekilde ileri sürülen ve kanıtlanamayan bu
iddianın da yerinde olmadığı anlaşılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle
başvuru konusu dava ile ilgili olarak başvurucunun Yargıtay ilgili Dairesinin
çalışma ve oluşum şekline ilişkin ileri sürdüğü iddiaların bir kısmında ihlalin
olmadığının açık olduğu, bir kısmının da kanıtlanamadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Gerekçeli Karar Hakkının İhlaline İlişkin İddia
51. Başvurucu, Mahkeme ve
Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini, ileri sürdüğü iddia ve
dosyadaki maddi olguları karşılayacak nitelikte olmadığını ileri sürerek
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
52. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, kanun yoluna başvurma olanağını etkili kullanabilmek ve
mahkemelere güveni sağlamak açısından hem tarafların hem kamunun menfaatini
ilgilendirmekte olup kararın gerekçesi hakkında bilgi sahibi olunmaması, kanun
yoluna müracaat imkânını da işlevsiz hâle getirecektir. Bu nedenle mahkeme
kararlarının dayanaklarının yeteri kadar açık bir biçimde gösterilmesi
zorunludur (Tahir Gökatalay,
B. No. 2013/1780, 20/3/2014, § 66).
53. Mahkeme kararlarının
gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber bu
hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde
yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme
zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte
başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair
iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun
yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı
olmaması da her zaman bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır.
Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi
kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde
yorumlanması uygun olup bu durumda, üst dereceli mahkeme tarafından önceki
mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul edilmelidir (Muhittin Kaya, B. No. 2013/1213,
4/12/2013, § 26).
54. Somut başvuru açısından
Mahkeme tarafından ulaşılan sonuca göre delillerin yeterli gerekçe ile
serbestçe bilirkişi raporları karşılaştırılarak vekâlet ücreti alacağına konu
her bir dosya açısından ayrı ayrı değerlendirildiği anlaşılmıştır (bkz. § 8).
İlk Derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak
suretiyle Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli ilamıyla onandığı,
Yargıtay onama ilamında dosyadaki iddia ve olgulara ayrıntılı cevap verilmesi
zorunluluğunun bulunmadığı, karar düzeltme ilamında da onama ilamındaki
gerekçeye atıf yapılarak talebin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Bu
açıdan Mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
55. Başvurucunun gerekçeli karar
hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşıldığından başvurunun
bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
5. 1136 sayılı Kanun’un 164. Maddesinin
Anayasaya Aykırı Olduğu ve İptal Edilmesi Gerektiğine İlişkin İddia
56. Başvurucu, 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin
Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek iptalini talep etmiştir.
57. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca
Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Sözleşme ve
buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu
gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden medeni haklara sahip bütün gerçek
ve tüzel kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.
58. 6216 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yasama işlemleri ile
düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı
gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında
bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”
59. 6216 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında, yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemlerin
doğrudan bireysel başvuru konusu yapılamayacağı açıkça düzenlenmektedir.
60. Bir yasama işlemi olarak
kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesinin ürünüdür. Kanun, parlâmento
kararı dışında kalan ve Anayasa’nın yetki verdiği Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından, Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan
işlemdir (Tuğba Arslan, B. No.
2014/256, 25/6/2014, § 85).
61. Bireysel başvuru yolu,
bireylerin maruz kaldığı temel hak ihlallerinin tespitini yapan ve tespit edilen
ihlalin ortadan kaldırılması için etkin araçları içeren anayasal bir
güvencedir. Bu güvence kapsamında, kişilere doğrudan yasama işleminin iptalini
isteme yetkisi tanınmamıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut biçimde Anayasa'ya aykırılığının ileri
sürülmesini sağlayan bir yol olarak kabul edilemez (Gökhan Ünal, B. No. 2012/30, 5/3/2013, §§ 16,17).
62. Bir yasama işleminin, temel
hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda, doğrudan yasama işlemi
aleyhine değil, ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem
ve ihmallere karşı bireysel başvuru yapılabilir (Süleyman Erte, B. No. 2013/469, 16/4/2013, § 17; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013,
§ 37).
63. Somut olayda başvurucu, 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin
Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek iptalini talep etmiştir. Bireysel başvuru
yoluyla doğrudan yasama işlemine değil ancak yasama işleminin uygulanması
mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilecektir. Diğer
bir deyişle bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak Anayasa’ya aykırı
olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz (Mustafa Destici ve
diğerleri, B. No: 2014/8842, 6/1/2015, § 26).
64. Açıklanan nedenlerle bir yasama
işlemi aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yüksek Mahkemenin çalışma ve
oluşum şekline ilişkin ihlal iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. 1136 sayılı Kanun’un 164.
maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiğine ilişkin
iddianın konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
23/3/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.