TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET AYATA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2920)
|
|
Karar Tarihi: 7/7/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 14/8/2015-29445
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet AYATA
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehdi ÖZDEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, tutuklu olarak bulunduğu cezaevinde yaptığı
açlık grevi nedeniyle başvurucuya disiplin cezası verilmesinin ifade
özgürlüğünü; İnfaz Hâkimliğinde, Kürtçe savunma yapma talebinin reddedilmesinin
adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde Silivri Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 17/3/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, başvuru tarihinde, kamuoyunda “KCK soruşturması” olarak bilinen terör
örgütü soruşturması kapsamında Silivri 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır.
6. Başvurucu, 7/11/2012 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu
idaresine verdiği dilekçe ile süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladığını
bildirmiştir. Dilekçenin içeriği şöyledir:
“Türkiye’deki birçok
cezaevinde bulunan tutuklu/hükümlü bilenen gerekçelerle açlık grevi yapmaktadır.
Binlerce kişinin katılımı ile devam eden açıklı grevine kayıtsız kalmam mümkün
değildir. Bu nedenle ben de açlık grevine giren binlerce tutuklu/hükümlünün
talebini desteklemek amacıyla bugünden itibaren süresiz ve dönüşümsüz açlık
grevine başlıyorum.”
7. Başvurucu 14 gün açlık grevinde kalmıştır. Başvurucu “Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için
diyalog ortamının sağlanması ve müzakerelerin Abdullah Öcalan ile yapılması”
amacıyla açlık grevine katıldığını belirtmiştir.
8. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı başvurucu
hakkında açlık grevi yapması nedeniyle disiplin soruşturması başlatmıştır.
Disiplin Kurulu Başkanlığı, 13/11/2012 tarihli kararı ile 13/12/2004 tarihli ve
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'unun 40.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi gereğince başvurucunun “1 Ay Bazı Etkinliklere Katılmaktan Alıkoyma Cezası”
ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Disiplin soruşturmasında başvurucu
yazılı veya sözlü savunma yapmamıştır.
9. Başvurucu, anılan karara karşı Silivri İnfaz Hâkimliğine
itiraz etmiştir. İnfaz Hâkimliğinde 25/1/2013 tarihli duruşmaya başvurucu
avukatı olmadan katılmıştır. Başvurucuya hakları hatırlatıldıktan sonra
hakkında verilen disiplin cezasına ilişkin olarak diyecekleri sorulmuştur. Bu
soruya başvurucu Kürtçe cevap vermiştir. Bunun üzerine İnfaz Hâkimliği
başvurucuya dilekçesinde Türkçe yazılı beyanlarda bulunduğunu hatırlatmış ve
Türkçe yazılan itiraz dilekçesini tekrar okumuştur. Daha sonra İnfaz Hâkimliği
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 202. maddesinin (1)
numaralı fıkrasını hatırlatarak başvurucuya tekrar diyeceklerini sormuştur.
10. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğine “Ben Kürdüm. Bu nedenle Kürtçe savunma yapmak istiyorum. Bu nedenle
huzurunuzda Türkçe olarak beyanda bulunmayacağım” şeklinde Türkçe
beyanda bulunmuştur.
11. Silivri İnfaz Hâkimliği, 25/1/2013 tarihli ve
E.2012/3712, K.2013/184 sayılı kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
İtiraz eden Mehmet AYATA itiraz ve
savunmasının alınması amacı ile Hakimliğimizde hazır edilmiş,itiraz eden tutuklu Türkçe olarak savunma
yapmayacağını, Kürtçe savunma yapmak istediğini beyan etmiş, hakimliğimizce
tutuklunun başka bir dilde savunma talebi CMK 202/1 maddesi gereğince red edilmiş, tutuklu buna rağmen Türkçe savunma yapmak
istemediğini belirtmiştir.
…
İtiraz edenin 03/12/2012 tarihli yazılı itiraz
dilekçesi ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, her ne kadar tutuklu ceza
verme kararına itiraz etmiş ise de, suç tarihinden
itibaren yasal süresi içerisinde soruşturmanın başlatılmış olup yasal süresi
içerisinde bitirildiği, tutuklunun eylemini gerçekleştirme şekli, eyleminin
sübutuna ilişkin kabulde, cezanın uygulanış şekli ve kullanılmasında bir
isabetsizlik bulunmadığından tutuklunun İTİRAZININ REDDİNE karar vermek
gerekmiş(tir).”
12. Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin kararına yaptığı itiraz,
Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin 8/2/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
Karar, 5/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 4/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği
Kanunu’nun “İnfaz hâkimliğince şikâyet
üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı 6. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi,
duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek
gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında
resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca
ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı
görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./5.md.) Disiplin cezasına karşı
yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını
aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra
kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./5.md.) Hükümlü veya tutuklu,
savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla
birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008
S.K./5.md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun
savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.”
15. 5275 sayılı Kanun’un 37. maddesi şöyledir:
“(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir
yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun,
tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı
davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile
ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.
(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan
kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını
engellemez”
16. 5275 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (g) bendi şöyledir:
“(1) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma
cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar süreyle kurumun kültürel ve spor
etkinliklerine katılmaktan yoksun bırakılmasıdır.
(2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma
cezasını gerektiren eylemler şunlardır:
…
g) Açlık grevi yapmak.”
17. 5271 sayılı Kanun'un "Tercüman bulundurulacak hâller" kenar başlıklı 202.
maddesi şöyledir:
"(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde
Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki
iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.
(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve
savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.
(3) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, soruşturma evresinde
dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede
tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.
(4) (Ek fıkra: 24/1/2013-6411 S.K./1. mad)Ayrıca
sanık;
a) İddianamenin okunması,
b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,
üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade
edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri,
beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman
tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince
karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik
olarak kötüye kullanılamaz.
(5) (Ek fıkra: 24/1/2013-6411 S.K./1. mad) Tercümanlar, il
adlî yargı adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan kişiler
arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler yalnız bulundukları il
bakımından oluşturulmuş listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş
listelerden de tercüman seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine ilişkin usul
ve esaslar yönetmelikle belirlenir."
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 2013/2920 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
19. Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu cezaevinde “Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için
diyalog ortamının sağlanması ve müzakerelerin Abdullah Öcalan ile yapılması”
amacıyla diğer hükümlü ve tutuklulara destek olmak için süresiz ve dönüşümsüz
açlık grevine başladığını, müzakere sürecinin başlaması üzerine 14 gün sonra
açlık grevine son verdiğini belirtmiştir. Başvurucu, bu eylemi nedeniyle
kendisine disiplin cezası verildiğini, disiplin cezasına karşı yaptığı itirazda
ana dili olan Kürtçe ile savunmasını yapmasına izin verilmeyip savunması
alınmaksızın itirazın reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 25., 26., ve 36.
maddelerinde tanımlanan ifade özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. İfade Özgürlüğü Yönünden
20. Başvurucu, görüşlerini ifade etmek için katıldığı açlık
grevi nedeniyle disiplin cezası almasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini
ileri sürmüştür.
21. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya
benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni,
kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti
ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
22. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün
kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz,
yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade
aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın [GK], B. No: 2013/2602,
23/1/2014, §43).
23. İfade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere,
başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı
kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla
serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına
aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (Emin
Aydın, § 40).
24. Başvurucunun, kendi beyanına göre “Kürt sorununa” ilişkin demokratik bir
çözüm arayışına dikkat çekmek ve açlık grevi yapan diğer tutuklu ve hükümlülere
destek olmak amacıyla açlık grevi yapmasının bir çeşit ifade yöntemi olduğu
hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.
25. Hükümlü ve tutuklular, Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak
alanı kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak
sahiptirler (bkz. Mehmet Reşit Arslan ve
diğerleri, B. No: 2013/583, 10/12/2014, § 65; Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No. 74025/01, 6/10/2005, §
69). Bu bağlamda hükümlü ve tutukluların ifade özgürlüğü de (bkz. Yankov/Bulgaristan,
B. No. 39084/97, 11/12/2003; T./Birleşik
Krallık, B. No. 8231/78, 12/10/1983) Anayasa ve Sözleşme kapsamında
koruma altındadır.
26. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen
istisnalar gereğince ifade özgürlüğü mutlak bir hak niteliğinde değil,
sınırlanabilir. Bununla birlikte ifade özgürlüğünün demokratik toplumlar için
önemi gözetildiğinde, bu hakka ilişkin sınırlamaların daha dar yorumlanması ve
sınırlamaların gerekli olduğuna dair gerekçenin inandırıcı ve makul olması
gerekir (bkz. Yankov/Bulgaristan, § 129). Temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz
önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamaların
denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve 26.
maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir (Abdullah
Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 70).
27. Öte yandan, cezaevinde bulunmanın kaçınılmaz sonucu
olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi cezaevinde güvenliğin ve
düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda
mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebilir. Ancak bu durumda dahi
hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlandırma, makul ve
ölçülü olmalıdır (bkz. yukarıda belirtilen Silver
ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…, 23/3/1983, §§ 99-105).
28. Açıklanan ilkeler ışığında, başvuruya konu olayda, ifade
özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle
müdahalenin mevcut olup olmadığının, sonrasında ise müdahalenin haklı sebeplere
dayanıp dayanmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
a. Müdahalenin Mevcudiyeti
29. Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan başvurucu, “Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için
diyalog ortamının sağlanması ve müzakerelerin Abdullah Öcalan ile yapılması”
amacıyla diğer tutuklu ve hükümlülerin başlattığı açlık grevine katılması
nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Dolayısıyla bir ifade yöntemi
olarak kabul edilen açlık grevi yapmaktan dolayı verilen disiplin cezasının
başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
30. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına
dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine
getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu
nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama,
Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme,
Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunla Sınırlama
31. 5275 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
(g) bendinde, öngörülebilir ve ulaşılabilir bir şekilde “açlık grevi yapmak” eylemine karşılık
gelen disiplin yaptırımını kabul edildiğinden başvurucunun ifade özgürlüğüne
yönelik müdahalenin kanuni dayanağı olduğu açıktır.
ii. Meşru Amaç
32. Açlık grevi nedeniyle başvurucuya disiplin cezası
verilmesinin, cezaevi düzeninin ve güvenliğinin sağlanması amacıyla yapıldığı
ve bunun da Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin 26. maddesinin ikinci fıkrası
kapsamında meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük
33. İfade özgürlüğü bazı sınırlandırmalara tabi olabilir.
İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında
sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan
demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp
bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir (Abdullah Öcalan, § 91).
34. 1982 Anayasası’nda belirtilen “demokratik toplum düzeni” kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir
anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik
toplum düzeni” ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile AİHS’in “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 8., 9., 10. ve 11.
maddelerindeki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum
ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (Abdullah Öcalan, § 93).
35. Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde
sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Demokratik bir hukuk devletinde,
temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren
sınırlamalara yer verilemez. Anayasa’nın, temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanmasını düzenleyen 13. maddesinde de temel hak ve özgürlüklerin özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla
sınırlanabileceği kabul edilmiştir. Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her
temel hak ve özgürlük açısından farklılık gösterir. Bununla birlikte kanunla
getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların
kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir (Mehmet Ali Aydın [GK], B.No: 2013/9343, 5/6/2015, § 66).
36. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın
yapılan sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum
düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Bir başka deyişle, öze dokunan sınırlamalar, “demokratik
toplum düzeni gerekleri” ve “ölçülülük
ilkesi”ne
evleviyetle aykırı olacağından, Anayasa koyucu temel hak ve özgürlüklerin özüne
dokunan sınırlamalar yönünden “demokratik
toplum düzeni gerekleri” ve “ölçülülük
ilkesi” bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek görmemiştir (Mehmet Ali Aydın, § 67).
37. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden
gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum
düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle ifade özgürlüğü üzerindeki
sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını,
başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini
göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik
toplum düzeninin gerekleri”nden
olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın
karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre, sınırlayıcı
tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son
çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir
tedbir olarak değerlendirilemez (Mehmet Ali
Aydın, § 68).
38. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun
temellerinden olan ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya
zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, Devletin veya
toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden
ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum
düzeninde geçerli olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin
gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B.No: 5493/72,7/12/1976 § 49).
39. İnfaz hukukuna ilişkin disiplin suç ve cezaları, 5275
sayılı Kanun’un sekizinci bölümünde düzenlenmiş, uygulanacak disiplin suç ve
cezalarının amacı, mahiyeti, kapsamı, sınırları ve uygulanma koşulları 5275
sayılı Kanun’un 37. maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur. Anılan kurala göre
5275 sayılı Kanun kapsamında bir disiplin suçunun oluşabilmesi için her bir
disiplin suçu yönünden belirlenen özel hükümdeki şartların gerçekleşmesi
yeterli olmayıp ayrıca 37. maddedeki şartların da gerçekleşmesi gerekmektedir.
Buna göre, hükümlü hakkında ceza infaz kurumunda, düzenli bir yaşamın
sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük,
yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış
ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık
derecesine göre Kanun’da belirtilen disiplin cezaları uygulanacaktır (AYM,
E.2013/6, K.2013/111, 10/10/2013).
40. 5275 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (g) bendinde ceza infaz kurumlarında gerçekleştirilecek olan açlık
grevi eyleminin “bazı etkinliklere
katılmaktan alıkoyma” disiplin cezası ile cezalandırılacağı hüküm
altına alınmıştır. Kanun’un 37. maddesi de dikkate alındığında ceza infaz
kurumunda tek başına açlık grevi eylemi yapılması itiraz konusu kuralda yer
alan disiplin suçunun oluşabilmesi için yeterli olmayıp bu eylemin ceza infaz
kurumundaki güvenliği veya disiplini bozacak ya da düzenli yaşamın
sürdürülmesini önleyecek şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir (AYM,
E.2013/6, K.2013/111, 10/10/2013). Dolayısıyla somut olayda başvurucunun
katıldığı açlık grevinin ceza infaz kurumlarındaki güvenliği veya disiplini
bozacak nitelikte olup olmadığı incelenmelidir.
41. KCK terör örgütü üyesi olmak suçu kapsamında tutuklu olan
başvurucu, diğer ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülerin
yaptığı açlık grevine destek olmak amacıyla açlık grevine başlamıştır. Somut
olay değerlendirilirken, başvurucunun KCK soruşturması kapsamında tutuklandığı,
amacının PKK terör örgütünün liderinin de içinde bulunacağı bir müzakerenin
başlatılmasını sağlamak olduğu ve başka ceza infaz kurumlarında terör suçundan
tutulan diğer mahkûmların da açlık grevi yaptıkları gözetilmelidir.
Başvurucunun da açlık grevine başlaması ceza infaz kurumu idaresi tarafından
ceza infaz kurumunun düzeni ve güvenliği açısından tehdit olarak
değerlendirilmiş ve düzenin ve güvenliğin bozulmasını engellemek için
başvurucuya disiplin cezası vermiştir.
42. Başvurucuya verilen disiplin cezasının, ceza infaz
kurumunda düzenin ve güvenliğin sağlanması amacıyla demokratik toplum düzeni
bakımından alınması gereken tedbirler kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir.
Bu sebeple, demokratik toplum düzeni bakımından alınması gerekli tedbirler
kapsamında başvurucunun ifade özgürlüğünün sınırlandırılması ile ceza infaz
kurumunda düzeninin sağlanması şeklindeki kamu yararı arasında makul dengenin
kurulmadığı söylenemez (Aynı yönde bir karar için bkz. Atilla ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B.No:
18139/07, 11/5/2010).
43. Öte yandan verilen disiplin cezası, başvurucunun 1 ay
süre ile kurumun kültürel ve spor etkinliklerine katılmaktan yoksun
bırakılmasını öngörmektedir. Bu bağlamda verilen disiplin cezası, cezaevinde
düzenin ve disiplinin sağlanması amacını gerçekleştirmek için ölçüsüz bir
müdahale değildir (Aynı yönde bir karar için bkz. Atilla ve diğerleri/Türkiye).
44. Açıklanan nedenlerle ifade özgürlüğüne yönelik bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının, "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden
45. Başvurucu, Kürtçe savunma
yapmasına izin verilmemesi nedeniyle savunma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
46. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e)
bendindeki konuya ilişkin düzenleme şu şekildedir:
"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgarî
haklara sahiptir:
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı
takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak."
47. Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar
Sözleşmesi'nin 14. maddesinin 3 numaralı fıkrasının (f) bendi ise şu şekildedir:
"3. Hakkında bir suç isnadı bulunan bir kimse, bu
isnadın karara bağlanmasında, tam bir eşitlik içinde asgarî şu haklara
sahiptir:
f) Mahkemede konuşulan dili anlamıyor veya konuşamıyorsa,
bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanma."
48. Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (e)
bendi, hakkında suç isnadı olan kişinin, mahkemede kullanılan dili anlamadığı
veya konuşamadığı takdirde, bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak
yararlanma hakkını güvence altına alır. Bu hak yalnızca hakkında suç isnadında
bulunan kişilere tanınmış bir haktır ve bu haktan faydalanabilmek için sanığın
ödeme gücü olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır.
49. Ayrıca tercüman hakkı, hem
belgelerin çevirisine hem de sözlü ifadelere uygulanır; her iki durumda da adil
bir yargılama yapılabilmesi için gerekli olan çevirinin yapılması
gerekmektedir. Bu hak bir duruşmada söylenen her sözcüğün ya da tüm belgelerin
çevrilmesini gerektirmez; değerlendirilecek husus, sanığın hakkındaki
suçlamaları tümüyle anlayıp yanıt verebilecek düzeyde olup olmadığıdır (Ali İlhan Bayar, B. No: 2013/725,
19/11/2014, § 52).
50. Ancak somut başvuru açısından çözümlenmesi gereken asıl
mesele devletin yükümlülüğünün tercüman isteyen tüm sanıklar bakımından geçerli
olup olmadığıdır. Bu noktada tercüman hakkının sınırlı bir hak olduğunu kabul
etmek gerekmektedir. Başka bir deyişle tercüman isteyen herkes değil ancak adil
bir yargılamadan umulan yararı sağlamak amacıyla ve yalnızca yargılamada
kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilere tercüman atanması
bir zorunluluktur. Nitekim AİHM, kişinin mahkemede kullanılan dili konuşup,
anlamasına ve meramını tam olarak ifade etmesine rağmen, mensubu olduğu etnik
topluluğun dilinde savunma hakkının verilmemesini, Sözleşme'nin ihlâli olarak
değerlendirmemektedir (Ali İlhan Bayar,
§ 53)
51. 5237 sayılı Kanun'un "Tercüman Bulundurulacak Hâller" kenar başlıklı 202.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında mahkemelerde kullanılan dil olan Türkçeyi
anlamayan veya konuşamayanlar için, yukarıda zikredilen Sözleşme ve içtihatlara
uygun bir düzenleme bulunmaktadır. Zira (1) numaralı fıkrada, "Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde
Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki
iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir"
hükmü ile bir yargılamadan umulan yararı sağlamak amacıyla ve yalnızca
yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilere
tercüman atanması gerekmektedir.
52. Buna karşın 5271 sayılı Kanun'un 202. maddesine 24/1/2013
tarihinde ilave edilen 4. fıkra ile gerek uluslararası sözleşmelerde (§ 46, 47)
ve gerekse AİHM içtihatları ile ortaya konan ölçütlerin ilerisine geçilerek
tercüman hakkı genişletilmiştir. Yeni kurala göre sanıkların "İddianamenin okunması ve esas hakkındaki mütalaanın
verilmesi üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini
beyan ettiği başka bir dilde" yapabileceği hükmü getirilmiştir.
Böylece "meramını anlatabilecek ölçüde
Türkçe bilen" sanığa da, sözlü
savunmasını başka dilde yapabilme imkânı getirilmiştir.
53. Somut olayda başvurucu, 7/11/2012 tarihinde Türkçe
yazdığı dilekçe ile açlık grevine başladığını Ceza İnfaz Kurumuna bildirmiştir.
Başvurucu, disiplin soruşturması sonunda kendisine verilen disiplin cezasına
karşı 3/12/2012 tarihinde Türkçe yazdığı dilekçe ile itirazda bulunmuştur.
Ayrıca katıldığı duruşmada başvurucu, Türkçe olarak, Kürtçe savunma yapmak
istediğini belirtmiştir. Başvurucu, İnfaz hâkimliğinin kararına da Silivri Ağır
Ceza Mahkemesine 31/1/2013 tarihli Türkçe yazdığı dilekçe ile itiraz etmiştir.
54. Her ne kadar 24/1/2013 tarihinde gerçekleşen ancak
31/1/2013 tarihinde yürürlüğe giren Kanun değişikliğinden sonra sanıkların
"kendisini daha iyi ifade edebileceğini
beyan ettiği başka bir dilde" sözlü savunmasını yapabileceği kuralı getirilerek tercüman hakkı
genişletilmiş ise de somut başvuruya konu olayda başvurucu, savunmasını Kürtçe
yapmak istediğini, sözü geçen kanun değişikliği 31/1/2013 tarihinde yürürlüğe
girmeden önce, 25/1/2013 tarihinde İnfaz Hâkimliğine iletmiş ve Hâkimlik de
aynı tarihte talebi reddetmiş ve itiraza ilişkin kararını vermiştir.
Başvurucunun, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı yaptığı itirazda Kürtçe savunma
yapma talebinin reddine ilişkin olarak herhangi bir iddia ileri sürmemiştir.
55. Olayların gerçekleştiği tarihte başvurucunun savunmasını
Türkçe yaptığı ve yargılamanın ikinci celsesinde Kürtçe
savunma yapmak talebinin infaz hâkimliğince Türkçe bildiği gerekçesiyle
ve Anayasa'ya uygun olarak reddedildiği açıktır. Dolayısıyla başvurucunun Kürtçe savunma yapma talebinin o tarihte yürürlükte
olan mevzuat uyarınca reddedilmesi nedeniyle savunma hakkının kısıtlanmadığı ve
adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
56. Açıklanan nedenlerle, tercümandan yararlanma hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının, "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/7/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.