TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MAHMUT SANCAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3583)
|
|
Karar Tarihi: 7/7/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 14/8/2015-29445
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil İbrahim DURSUN
|
Başvurucu
|
:
|
Mahmut SANCAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Sibel ÖNDER
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, soğuk algınlığı
şikâyetiyle gidilen özel bir hastanede yapılan iğne sonucu sakat kalınması ve
bu duruma sebebiyet verdiği iddia edilen ilgili personel hakkında İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili bir soruşturma yürütülmemesi
nedenleriyle, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 22/5/2013 tarihinde
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucunun
Soğuk Algınlığı Şikâyeti ile Özel İ. Ş. Hastanesine Başvurması Üzerine Yaşanan
Süreç
5. Başvurucu, 12/10/2011
tarihinde saat 11.40 sularında soğuk algınlığı şikâyeti ile Özel İ. Ş.
Hastanesine (Hastane) başvurmuş ve burada dahiliye doktoru H. A. tarafından
muayene edilmiştir. Muayene sonucunda Hemşire E. A., Dr. H. A.’nın talimatı doğrultusunda voltaren
isimli ağrı kesici iğneyi, sol kalça üst kısmından başvurucuya uygulamıştır.
6. Uygulanan iğneden sonra
başvurucunun bacağında ağrı, yanma ve uyuşma meydana gelmiştir. Başvurucu,
bacağının tutmadığı şikâyetini dile getirmesi üzerine, saat 14.10 sularında
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı O. G. tarafından muayene edilmiş ve anılan
doktor tarafından yazılan reçeteyle Hastaneden ayrılmıştır.
7. Başvurucu, soğuk algınlığı
nedeniyle yapılan enjeksiyon sonrasında sol bacağında duyu kaybı yaşadığı
şikâyeti ile aynı gün Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvurmuştur.
Başvurucunun söz konusu olay sebebiyle yaşadığı sorunun tedavisine, bu
hastanede devam edilmiştir.
8. Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi Nöroloji Kliniğinin 27/10/2011 tarihli elektromyografi
tetkikleri sonucunda, başvurucunun sol bacağında sural
sinir duyusal aksiyon potansiyelinin kaybolduğu, başvurucunun tibial sinirinin uyartılamadığı ve bazı kaslarında kısmen
ya da tamamen motor ünite potansiyeli kaybının saptandığı tespitlerine yer
verilmiştir.
9. Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı, 3/11/2011 tarihli sağlık kurulu
raporu ile siyatik sinir lezyonu tanısıyla başvurucunun 3 ay istirahatine karar
vermiştir. Anılan hastane, 16/1/2012 tarihli ve 26/4/2012 tarihli sağlık kurulu
raporları ile başvurucunun istirahat süresini üçer aylık dönemler için iki defa
uzatmıştır. Son iki raporda, başvurucunun sol bacağında 12/10/2011 tarihinde
yapılan enjeksiyon sonrası güçsüzlük atrofisinin
mevcut olduğu belirtilmiştir.
10. İzmir Adli Tıp Şube
Müdürlüğünün 27/2/2012 tarihli raporunda, başvurucunun sol kalçasından
yaptırdığı iğneye bağlı olarak sol bacağında gelişen siyatik sinirin tibial ve fibuler dalındaki
dejenerasyonun, başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ancak başvurucu
üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilemez nitelikte olduğu
belirtilmiştir.
11. Başvurucu ayrıca, enjeksiyon
sonrasında sol bacağında meydana gelen siyatik sinir zedelenmesi nedeniyle özel
bir merkezde fizik tedavisi görmüş ve depresyon tedavisi almıştır.
2. İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığına Yapılan Şikâyet Üzerine Yaşanan Süreç
12. Başvurucu, 29/11/2011 tarihli
dilekçe ile özetle, Hastanede uygulanan enjeksiyon sonucu sol bacağında
şiddetli ağrı, yanma ve uyuşma olduğunu ve bacağını hissedemez hâle geldiğini
belirterek, Hastane ile Hastanenin ilgili personeli hakkında İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur.
13. Dr. H. A., 28/12/2011
tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde
özetle, atılı suçlamayı kabul etmediğini, boğazında yaygın enfeksiyon, yüksek
ateş ve kas ağrıları ile dahiliye kliniğine gelen hasta için order hazırladığını, yani hastanın sadece muayenesini
yaptığını fakat hastaya herhangi bir tıbbi uygulamada bulunmadığını, hastanın
acil servisine gidip voltaren isimli ağrı kesici
iğneyi yaptırmasından sonra rahatsızlığının başlamış olduğunu belirtmiştir.
14. Hemşire E. A., 4/1/2012
tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu beyan dilekçesinde özetle,
Dr. H. A.’nın talimatı doğrultusunda voltaren isimli ağrı kesici iğneyi sol kalça üst kısmından
başvurucuya uyguladığını, enjeksiyonu doğru yere yaptığını ve suçlamaları kabul
etmediğini ifade etmiştir.
15. İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığı, 17/4/2012 tarihli yazı ile başvurucu hakkındaki evrakı Adalet
Bakanlığı Adli Tıp Kurumuna göndermiş ve başvurucunun şikâyet bulgularının enjeksiyonu
yapan kişinin kusur ya da dikkatsizliğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının
tespiti hususunda rapor istemiştir.
16. Nöroloji alanında uzman bir
üyenin de katılımıyla Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu, başvurucunun
şikâyet dilekçesini, Hemşire E. A.’nın ve Dr. H. A.’nın ifadelerini dikkate alarak ve Özel İ. Ş. Hastanesi ile
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde başvurucu hakkında düzenlenen
belgeleri inceleyerek, 30/5/2012 tarihli raporu hazırlamış ve “(…) Mahmut Sancar’a 12.10.11 tarihinde Özel İ. Ş.
Hastanesinde uygulandığı belirtilen enjeksiyon sonucu gelişen bulguların
enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ancak tıbbi
belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı,
enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da; ödem, hematom, ilacın difüzyon yoluyla sinire toksik
etkisi, vücut yapısı, siyatik sinirin anatomik lokalizasyon farkı gibi
nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin; enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir
komplikasyonu olarak değerlendirildiği oy birliği ile mütalaa olunur.”
yönünde görüş bildirmiştir.
17. İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığı, 4/3/2013 tarihli ve Sor. No.2011/98759, K.2013/11217 sayılı
kararıyla, 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu raporundaki değerlendirmeler doğrultusunda
şüphelilere atfı kabil bir suç bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle,
şüpheliler hakkında taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
18. Başvurucunun anılan karara
yaptığı itiraz, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2013 tarihli ve
2013/935 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
19. Söz konusu karar, 26/4/2013
tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 22/5/2013 tarihinde yapılan
bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
20. Haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı
49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
21. 6098 sayılı Kanun’un haksız
fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74.
maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
22. Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı
şöyledir:
“…
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (
BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun
elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği
çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından
doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin
sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak
zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (
BK.321/1.md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün
kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor,
hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın
durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun
gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine
gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir
tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan
kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla
yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın
ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden,
tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek
hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun
394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır.
…”
23. Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/19947, K.2012/3097, sayılı kararı
şöyledir:
“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava
temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa
dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet
görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil
ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın
yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan
zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna
ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif
kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı
içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul
edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları
yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin
saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun
tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde
dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak
araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür.
Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve
hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta,
tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında
mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı
ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek
hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun
394/1. maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise
doktor sorumlu tutulmamalıdır….”
24. Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı
şöyledir:
“…
Dava konusu olay nedeniyle davacıların
Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda
bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı
değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile
bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava
açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir
karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 7/7/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 22/5/2013 tarihli ve 2013/3583
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu, soğuk algınlığı
şikâyeti ile başvurduğu özel bir hastanede yapılan iğne sonucu sol bacağında
duyu kaybının meydana geldiğini, yürüyerek gittiği hastaneden felçli şekilde
çıktığını, hastane çalışanlarının özensizliği, dikkatsizliği ve ağır kusuru
neticesinde hayatının alt üst olduğunu ve yürümekte zorluk çektiğini, sol
bacağının gözle görülür şekilde incelmeye başladığını, anılan olay sebebiyle
maddi ve manevi anlamda ciddi sorunlar yaşadığını ileri sürmüş, sorumluların
cezalandırılması ile manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
27. Başvurucu ayrıca, bu duruma
sebebiyet veren özel hastaneden ve hastanenin ilgili personelinden şikâyetçi
olmasına rağmen İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiğini, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının kararında
değindiği 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda sorumluluğun adeta kendi
anatomisine bağlandığını, oysa kendisine bugüne kadar yapılan iğnelerde benzer
bir sonucun ortaya çıkmadığını, anılan raporun Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesinden alınan raporlar ile İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünden alınan
rapor ile çeliştiğini ve soruşturmanın makul süreyi fazlasıyla aştığını
belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvuru konusu olay sebebiyle
başvurucunun sol bacağında kısmi duyu kaybının meydana geldiği ve yaşamının
tehlikeye girmediği dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan
yaşam hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların, yine Anayasa’nın
17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
29. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
başlıklı 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
30. Kişinin yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan,
devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Anayasa Mahkemesince belirtildiği
gibi yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve
negatif yükümlülük yükleyen haklardandır (AYM, E.2007/78, K.2010/120, K.T.
30/12/2010). Maddenin amacı esas olarak, bireylerin maddi ve manevi varlığına
karşı Devlet tarafından yapılabilecek keyfi müdahalelerin önlenmesidir.
Devletin ayrıca, vücut ve ruhsal bütünlüğe yönelik fiziksel ve cinsel
saldırılar, tıbbi müdahaleler, şeref ve itibarı etkileyen saldırılar karşısında
kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak korumaya yönelik pozitif
yükümlülüğü de bulunmaktadır (Adnan Oktar
(3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32).
31. Söz konusu pozitif
yükümlülük sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini
sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini”
düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala
bağlanmıştır.
32. Devlet, bireylerin yaşam
hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında, ister kamu
isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık
hizmetlerini, hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına
yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek
zorundadır (Nail Artuç,
B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
33. Devletin yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif
yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu
usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, kişinin maddi ve manevi varlığının zarar
görmesine sebep olan olaylar ile doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi
bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı,
kişilerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruyan hakların etkin
bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da
kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen
ölümler ile bireylerin maddi ve manevi varlığına verilen zararlar için hesap
vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 54).
34. Anayasa’nın 17. maddesinde
düzenlenen yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu, yaşanan ölüm olayının veya bireylerin maddi
ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan vakaların tüm yönlerinin ortaya
konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan
tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 94). Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini
temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve olayı
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine imkan
sağlayacak bütün delilleri toplaması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
35. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlığı koruma hakkı kapsamında yapılacak olan soruşturmaların veya açılacak
olan davaların makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekir
(Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359,
10/12/2014, § 96). Bu ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen
ölüm olayı ile maddi ve manevi varlığa verilen zarar hali için de geçerlidir.
Temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla öngörülen mekanizmaların sadece
teoride mevcut olması, Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü pozitif
yükümlülüklerin gereğinin yerine getirildiği anlamına gelmez; bu mekanizmaların
özellikle pratikte de etkin bir şekilde işliyor olması gerekir. Bu doğrultuda,
soruşturmaların veya davaların hızlı bir şekilde ve gereksiz gecikmeler olmadan
yürütülmesi gerekmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, sağlık kurumlarında
işlenen kusurlu eylemlerin bilinmesi, ilgili kurumlara ve sağlık personeline
potansiyel kusurlarını giderme ve benzer hataların meydana gelmesini önleme
imkânı vermesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu tür
soruşturma veya davaların hızlı bir şekilde incelenmesi, sağlık hizmetlerinden
faydalanan tüm bireylerin güvenliği için son derece önemlidir (benzer yöndeki
AİHM kararı için bkz. Süleyman Ege/Türkiye,
B. No: 45721/09, 25/6/2013, § 56 ).
36. Usul yükümlülüğünün bir
olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin
yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak
tespiti gerekmektedir. Buna göre, yaşam
hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise, “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Bu ilke, tıbbi
ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları ile maddi ve manevi
varlığa verilen zarar halleri için de geçerlidir. Bu durumlarda, mağdurlara
hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli
olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 59, Nail Artuç,
§ 37).
37. Bu şekildeki bir kabul, bu
tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmeyeceği anlamına gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi ihmallere
ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu hukuki sorumluluğu tespit adına
takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, §
38).
38. Hukuka veya sözleşmeye
aykırı bir fiil nedeniyle başkasına verilmiş olan zararın tazmin edilmesi
yükümlülüğünü ifade eden hukuki sorumluluk, ceza hukuku alanında suç diye
adlandırılan insan davranışına göre daha geniş bir hukuka aykırı davranış
grubunu kapsamaktadır. Bir eylemin suç teşkil edebilmesi için ilgili kanunda
açıkça tanımlanması gerekirken haksız fiil için böyle bir sınırlamaya yer
verilmemektedir. Ayrıca, ceza hukuku alanında taksire dayalı sorumluluğun
istisnai nitelik taşımasına rağmen, kasten veya taksirle başkalarına verilen
zararın hukuki sorumluluk kapsamında giderim imkânının daha fazla olduğu, ceza
hukuku alanında objektif sorumluluğa yer verilmezken hukuki sorumluluk alanında
objektif sorumluluk esasının da etkin şekilde uygulandığı ve hukuki sorumluluk
alanında aynı maddi vakıalar çerçevesinde daha düşük bir ispat standardı
kullanılarak kişisel sorumluluğun söz konusu olabildiği anlaşılmaktadır. Bunun
yanı sıra, hukuk sistemimizde ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma
imkânı ortadan kaldırılırken, hukuki sorumluluk alanındaki tazmin
yükümlülüğünün asıl gayesinin zarar görenin zararının telafi edilmesi olduğu
nazara alındığında, özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer
uyuşmazlıklar açısından, hukuki tazmin yolunun daha yüksek başarı şansı
sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır (Işıl Yaykır, B.
No: 2013/2284, 15/4/2014, § 44).
39. Bu bağlamda başvuru konusu
olayın koşullarına bakıldığında, başvurucunun 12/10/2011 tarihinde soğuk
algınlığı şikâyeti ile özel İ. Ş. Hastanesine başvurduğu, burada yapılan iğne
sonucu sol bacağında duyu kaybının meydana geldiği, sonrasında gördüğü tüm
tedavilere rağmen bacağındaki duyu kaybının giderilemediği görülmüştür. Bunun
üzerine başvurucu, 29/11/2011 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına
başvurmuş ve bacağında meydana gelen duyu kaybının sorumlusu olarak gördüğü
hastaneden ve hastanenin ilgili personelinden şikâyetçi olmuştur.
40. Ceza soruşturmasına ilişkin
süreç incelendiğinde, başvurucunun şikâyeti üzerine İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından, yaşanan olaydan sorumlu olduğu ileri sürülen doktor ve
hemşire hakkında taksirle yaralamaya neden olma suçundan derhal soruşturma
başlatıldığı, bu kapsamda 28/12/2011 tarihinde Dr. H. A.’nın,
4/1/2012 tarihinde ise Hemşire E.A.’nın şüpheli
sıfatıyla ifadelerinin alındığı, 17/4/2012 tarihli yazı ile başvurucu
hakkındaki evrakın Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumuna gönderildiği ve
başvurucunun şikâyet bulgularının enjeksiyonu yapan kişinin kusur ya da
dikkatsizliğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının sorulduğu görülmektedir. Adli
Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 30/5/2012 tarihli raporu ile enjeksiyonun
yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığının, enjeksiyonun doğru bölgeye
uygulanması durumlarında da başvurucunun yaşadığı sorunun meydana
gelebileceğinin ve bu durumun enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir
komplikasyonu olarak değerlendirildiğinin mütalaa edilmesi üzerine, İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, 4/3/2013 tarihinde şüphelilere atfı kabil
bir suç bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği,
başvurucu tarafından anılan karara ve kararın dayanağı olan Adli Tıp Kurumu
raporuna itiraz edildiği ancak Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2013
tarihli kararı ile itirazın reddedildiği, bu şekilde başvurucunun soruşturmanın
açıklığını temin edecek ve meşru menfaatlerini koruyabilecek bir şekilde
soruşturma sürecine dâhil olabildiği görülmektedir. Anılan süreç dikkate
alındığında, yürütülen soruşturmanın yetersiz olduğunu ortaya koyacak bir
eksiklik veya soruşturmayı yürüten yetkililere yüklenilebilecek ihmali bir
davranış saptanmamıştır.
41. Başvurucu, kovuşturmaya yer
olmadığına dair karara dayanak teşkil eden 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun
30/5/2012 tarihli raporunun, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden
alınan raporlar ile İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünden alınan rapor ile
çeliştiğini ileri sürmektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, olayın oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir.
Ancak Anayasa Mahkemesince, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin somut
olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi
gerekmektedir. Raporlar arasında çelişki
olduğu iddiası bu kapsamda incelendiğinde, 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun
30/5/2012 tarihli raporunda, başvurucunun bacağında meydana gelen duyu kaybında
ilgili doktor ve hemşirenin tıbbi hatasının ya da ihmalinin bulunmadığının
mütalaa edildiği görülmektedir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
Nöroloji Anabilim Dalı ile İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen
raporlarda, başvurucunun sol bacağında duyu kaybının meydana geldiği kabul
edilmekle birlikte, başvurucunun yaşadığı sorunun ilgili doktor ya da
hemşirenin tıbbi hatasından ya da ihmalinden kaynaklandığına dair bir tespit
bulunmamaktadır. Bu durumda, başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve
belgeler ışığında, soruşturmanın etkin yürütülmediği kanaatine varılmasını
sağlayacak her hangi bir çelişki tespit edilmemiştir.
42. Başvurucu ayrıca, soruşturma
sürecinin makul süreyi fazlasıyla aştığını ileri sürmektedir. Soruşturma süreci
bu açıdan incelendiğinde, soruşturmanın başvurucunun bacağında meydana gelen
duyu kaybının ilgili doktor ve hemşirenin kusurundan kaynaklanıp
kaynaklanmadığının tespitine ilişkin olduğu, başvurucunun 29/11/2011 tarihli
dilekçe ile yaptığı şikâyet üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
şüphelilerin ifadelerinin alındığı, başvurucunun şikâyet bulgularının
enjeksiyonu yapan kişinin kusur ya da dikkatsizliğinden kaynaklanıp
kaynaklanmadığının tespiti hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı ve elde
edilen bilgi ve belgeler doğrultusunda 4/3/2013 tarihinde kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiği, başvurucunun anılan karara yaptığı itirazın ise
Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/4/2013 tarihli karar ile kesin olarak
reddedildiği anlaşılmaktadır. Yaklaşık 17 ayda kesinleşen soruşturma bir bütün
olarak değerlendirildiğinde, makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine
getirilmediği sonucuna varılmasını gerektirecek bir husus tespit edilmemiştir.
43. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil,
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Tıbbi ihmaller sonucunda
meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarına veya bireylerin maddi ve manevi
varlığına verilen zararlara ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonucunda
mutlaka herhangi bir kişinin cezai sorumluluğunun belirlenmesi zorunluluğu
bulunmamaktadır. Anayasa'nın 17. maddesi, başvuruculara üçüncü kişileri
(başvuru konusu olayda doktoru ve hemşireyi) belirli bir suç (taksirle
yaralamaya neden olma suçu) nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı
verdiği, tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla
sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği şeklinde yorumlanamaz (Nail Artuç, §
45).
44. Başvuruda ileri sürülen
hastane çalışanlarının özensizliği, dikkatsizliği ve ağır kusuru nedeniyle
vücut bütünlüğünün ihlal edildiği iddiaları açısından maddi ve manevi varlığı
koruma ve geliştirme hakkına ilişkin bir ihlal söz konusu ise bu ihlalin
giderilmesi öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin yükümlülüğü
altındadır (Bilal Turan ve diğerleri (2),
B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 75). Başvurucu, olayda ihmali olduğunu ileri
sürdüğü doktor ve hemşire hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması
açılması talebinde bulunmuş olmakla birlikte, hastanenin veya ilgili personelin
sorumluluklarına ilişkin herhangi bir hukuki yola başvurmadığı görülmektedir. Yargıtayın yukarıda yer verilen konu hakkındaki içtihatları
dikkate alındığında, ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve
ihmallere karşı da, 6098 sayılı Kanun’un yukarıda
belirtilen hükümlerince ilgili kişiler hakkında hukuk mahkemeleri önünde
açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmininin mümkün olduğu
görülmektedir (Bilal Turan ve diğerleri (2),
§ 74).
45. Bu açıklamalara göre,
başvuru konusu olayda cezai sorumluluğun tespiti için İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığına başvuran ancak sonuç alamayan başvurucu açısından da değinilen
hukuki yola başvurma imkânı bulunmaktadır. Dolayısıyla, yapılan tıbbi müdahale
açısından ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
46. Açıklanan nedenlerle,
hastane çalışanlarının ağır kusuru nedeniyle maddi ve manevi varlığı koruma
hakkının ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının
tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle:
A. Başvuruda yer alan, hastane çalışanlarının ağır kusuru
nedeniyle maddi ve manevi varlığı koruma hakkının ihlal edildiği iddialarının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
7/7/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.