TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
BÜLENT KAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2941)
|
|
Karar Tarihi: 11/5/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 26/8/2016-29813
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Bülent KAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Duygu DEMİREL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucu hakkındaki derdest ceza yargılamasına
ilişkin bilginin Genel Bilgi Toplama (GBT) sistemine kaydedilmesi ve ilgili
kaydın silinmesi hususunda idareye yapılan başvuru ile bu hususta açılan
davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/11/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 4/12/2013 tarihli toplantıda, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/2/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
12/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne
karşı beyanda bulunmamıştır.
7. İkinci Bölüm tarafından 20/4/2016 tarihinde, başvurunun
niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli
görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir.
9. Başvurucu hakkında 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun 7. maddesine muhalefet iddiasıyla iddianame tanzim edilmiş
olup Van 4. Ağır Ceza Mahkemesince müsnet suçun
1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinin ikinci
fıkrası kapsamında değerlendirildiği gerekçesiyle Mahkemenin 29/9/2004 tarihli
ve E.2004/122, K.2004/116 sayılı görevsizlik kararı ile dosya Van Asliye Ceza
Mahkemesine iletilmiştir.
10. Van 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 15/2/2007 tarihli ve
E.2004/596, K.2007/41 sayılı kararı ile başvurucu ve diğer sanıklar hakkındaki
yargılamanın 3713 sayılı Kanun’un 7. maddesi kapsamında yapılması kanaatiyle
görevsizlik kararı verilmekle dosyanın Van Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmiştir.
11. Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/4/2007 tarihli ve
E.2007/159, K.2007/161 sayılı görevsizlik kararı ile, yargılamanın 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 215. ve 216. maddeleri kapsamında
yapılması gerektiği kanaatiyle görevsizlik kararı verilmekle, dosya olumsuz
görev uyuşmazlığının çözümü için Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmiştir.
12. Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 10/10/2007 tarihli ve
E.2007/9615, K.2007/7544 sayılı kararı ileVan 4. Ağır
Ceza Mahkemesinin 12/4/2007 tarihli görevsizlik kararının kaldırılması
sonucunda Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2008 tarihli ve E.2004/596,
K.2007/333 sayılı kararı ilebaşvurucunun 5237 sayılı
Kanun’un 215. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiş ve karar
temyiz edilmeksizin 20/5/2008 tarihinde kesinleşmiştir.
13. Belirtilen yargısal süreç devam ederken Van Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 16/10/2003 tarihli yazısı ile başvurucu
hakkında bölücü terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçu kapsamında
soruşturma yapılmasının istenilmesi üzerine Van Emniyet Müdürlüğünce, İçişleri
Bakanlığı Kaçakçılık, İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama Daire Başkanlığı
Bilgi Toplama Yönergesi (Bilgi Toplama Yönergesi) uyarınca başvurucuya ait (Örnek
No.1) Bilgi Formu tanzim edilerek GBT sistemi kapsamında tasnife alınmıştır.
14. Başvurucunun 24/11/2005 tarihli dilekçe ile GBT sisteminde
yer alan şahsına ait bilgilerin silinmesi talebiyle idareye yaptığı başvuru,
hakkındaki yargılamanın ilgili Yönerge’nin 9.
maddesinin (b) fıkrasında belirtilen suçlara ilişkin olduğu ve başvurucu
hakkındaki söz konusu kaydın, ilgili davanın beraat veya dava zamanaşımı
nedeniyle ortadan kaldırılması hâlinde iptalinin mümkün olduğu belirtilerek
reddedilmiştir.
15. Başvurucu tarafından 6/1/2006 tarihinde idarenin red işleminin iptali istemiyle açılan dava, Ankara 1. İdare
Mahkemesinin 22/3/2007 tarihli ve E.2006/44, K.2007/683 sayılı kararı ile
reddedilmiş ve ret gerekçesi olarak 14/2/1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendi, 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyeti Kanunu’nun Ek 7. maddesi veBilgi
Toplama Yönergesi’nin 9. maddesinde yer alan
düzenlemelere değinilmiş; davacı tarafından 3713 sayılı Kanun’un 7. maddesine
muhalefet suçundan ceza davası açıldığı, ancak Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin
29/9/2004 tarihli kararı ile suç vasfının değişerek olay tarihinde yürürlükte
olan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinin 2.
fıkrasında yer alan suç kapsamında yargılama yapılması gerektiği gerekçesiyle
görevsizlik kararı verildiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca, bu suçun ilgili Yönerge’nin 9. maddesi kapsamında yer almadığı ileri
sürülmekte ise de aynı nitelikteki suçun yürürlükteki 5237 sayılı Kanun'un 216.
maddesinde yer aldığı ve Yönerge’nin belirtilen
maddesinde bu suç türüne de yer verildiği anlaşıldığından, anılan iddiada
yerindelik görülmediği belirtilerek 2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesine
dayanılarak çıkarılan Yönerge’nin 9. maddesinin (b)
fıkrası uyarınca, anılan maddede belirtilen suç türleri için bilgi kaydı
tutulmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediği ifade edilmiştir.
16. Başvurucunun temyiz talebi üzerine İlk Derece Mahkemesi
kararı Danıştay Onuncu Dairesinin 7/6/2011 tarihli ve E.2007/8796, K.2011/2135
sayılı kararı ile onanmıştır.
17. Karar düzeltme talebi, Danıştay Onuncu Dairesinin 7/6/2013
tarihli ve E.2011/10693, K.2013/730 sayılı kararı ile reddedilmiş; ret kararı
8/4/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
18. 8/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
19. İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat, Harekat ve Bilgi
Toplama Dairesi Başkanlığının Anayasa Mahkemesine hitaben gönderdiği 11/6/2015
tarihli ve 1962 sayılı yazıda; Bilgi Toplama Yönergesi'nin,
3152 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve 33.
maddesi, 2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesi ile 17/12/1983 tarihli Jandarma
Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği'nin 42. maddesinin birinci fıkrasının
(f) bendine dayanılarak hazırlandığı ve söz konusu Yönerge'nin
“hizmete özel” dereceli olması
nedeniyle kamuya açık olmadığı belirtilmiştir. Yazı içeriğinde ayrıca, GBT
sistemine kaydı yapılan bilgilerin, kolluk kuvvetlerine suç ve suçlularla
mücadele çalışmalarında istihbarat kaynağı olarak,idarenin
vatandaşlarla ilgili yürüttüğü iş ve işlemlerde (silah ruhsatı, sürücü belgesi
ve pasaport verilmesi, kamu hizmetlerinden men cezalarının takibi)
kullanıldığı, bunun yanı sıra 26/10/1994 tarihli ve 4045 sayılı Güvenlik
Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli İle Kamu
Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesinde ve 1402 Numaralı
Sıkıyönetim Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile Güvenlik
Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği gereği, bakanlıklar ile kamu
kurum ve kuruluşlarının gizlilik dereceli birim ve kısımları ile yurtdışı
teşkilatlarında ve askeri, emniyet, istihbarat teşkilatlarında ve ceza infaz
kurumu ve tutuk evlerinde çalıştıracakları personelin güvenlik soruşturması ve
arşiv araştırması işlemleri için kullanıldığı ifade edilmiştir. İlgili program
esas olarak İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk birimlerince kullanılmakla
birlikte, ayrıca Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı bünyesinde bulunan birimler
ile yapılan protokoller gereği bilgi paylaşımı yapıldığı belirtilmiştir.
B. İlgili Hukuk
20. 3152 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c)
bendi şöyledir:
“Kaçakçılık İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama
Dairesi Başkanlığının görevleri şunlardır:
...
c) Suç işleyip ele geçmeyen kişilerin, çalınan
veya kaybedilen motorlu taşıtların, ateşli silahların, kimliği ispata yarayan
her türlü belgelerin kayıtlarını tutarak güvenlik kuvvetlerine bildirmek,
görevli kuruluşlarla ilgili kuvvetleri arasında koordinasyon sağlamak.”
21. 3152 sayılı Kanun’un 33. maddesi şöyledir:
“Bakanlık, kanunla yerine getirmekle yükümlü oldukları hizmetleri;
tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve diğer idari metinlerle düzenlemekle
görevli ve yetkilidir.”
22. 2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesi şöyledir:
“Polis, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa
düzenine ve genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri almak,
emniyet ve asayişi sağlamak üzere, ülke seviyesinde istihbarat faaliyetlerinde
bulunur, bu amaçla bilgi toplar, değerlendirir, yetkili mercilere veya kullanma
alanına ulaştırır. Devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği
yapar.”
23. Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin 42.
maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentleri şöyledir:
“Jandarma;emniyetveasayişisağlamak,kamudüzeninikorumaklayükümlüolup,bu
görevlerini iki şekilde yürütür.
...
(e) Eski hükümlülerin, sabıkalı ya da şüpheli ve serserilerin, iş ve
ilişkilerini araştırır. Belirli zaman aralıklarıyla çevrelerinde gizlice
soruşturur ve elde ettiği bilgileri kayıtlara geçirerek; toplumun emniyet ve
asayişi yönünden, gerekli önlemleri alır. Bu gibilerin suç işlemesini önler.
Jandarmanın bu konuya ilişkin görevleri bir yönergede gösterilir.
(f) Suç faili olarak aranan kişilerin,
izlenmesi ve elegeçirilmesi amacıyla gerekli
teşkilatı kurar, kayıtlarını tutar, diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği sağlar. Bu konuyla ilgili ayrıntılar, bir
yönergeyle düzenlenir.”
24. Bilgi Toplama Yönergesi'nin
"Tanımlar" başlıklı 4.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Form iptali: Yönerge'nin 9/b maddesine
girmeyen suçlardan açılan bilgi formlarının şahısların yakalanmaları halinde
tasniften çıkarılarak imha edilmesi, 9/b maddesine giren suçlar için açılan
bilgi formlarının ise iptal koşulları oluştuğunda tasniften çıkarılarak iptal
evrakı ekinde arşive alınması işlemidir. İptaller bilgi toplama birimleri
tarafından re'sen veya söz konusu şahıs veya
vekilinin yazılı müracaatı üzerine Yönerge'de
belirlenen usül ve esaslara göre yapılır.”
25. Bilgi Toplama Yönergesi'nin "Şahıslar, hakkında bilgi formu düzenlenmesi halleri
ve yapılacak işlemler" başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“...
Şahıslar, hakkında aşağıdaki hallerde bilgi formu açılarak programa
veri girişi yapılır.
a) Şahıslar hakkında
Bu Yönerge'nin birinci maddesinde bilgi kayıtlarının
hangi amaçla tutulacağı açıklanmıştır. Bu sebeple;
1) Adli makamlarca gönderilen yakalama emri ve yokluğunda tutuklama
kararı ile arananlara bilgi formu düzenlenir.
2) Bu Yönerge'nin 9/b maddesinde sayılan
suçları işleyenler, yakalanmış olsalar da haklarında bilgi formu düzenlenir.
...”
26. Bilgi Toplama Yönergesi'nin "Sanıkların yakalanması halinde dahi bilgi formu
düzenlenecek suç türleri ve bunlar hakkında yapılacak işlemler"
başlıklı 9. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“a) Bu maddenin (b) fıkrasında belirtilen
suçları işlemiş ve yakalanmış olan sanıklar için suç türüne uygun bilgi formu
doldurulur. Bilgi Toplama Programına veri girişi yapıldığında
"YAKALANDI" seçeneği işaretlenir ve bilgi formunun ortasına "YAKALANDI"
kaşesi basılır. Bilgi Toplama Programının "SUÇ DETAY BİLGİLERİ"
sayfasındaki bölüme ve ilçe güvenlik kuvvetinde ve emniyet şube müdürlüklerinde
kalan bilgi formuna soruşturma evrakının Cumhuriyet Başsavcılığına gönderiliş
tarih ve numarası yazılır.
b) Sanığı yakalanmış olsa dahi hakkında bilgi formu açılacak suç
türleri.
...
14- 3713 Satılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar
...”
27. Bilgi Toplama Yönergesi'nin "Suç işleyip yakalanmayanalar ile yakalansalar dahi Yönerge'nin 9/b maddesinde sayılan suçları işleyenler
hakkında yapılacak işlemler" başlıklı 10. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“b) Güvenlik kuvvetlerinin kendi sorumluluk
alanında el koydukları olaylarda; suç işleyen şahsın bilgisayar sorgulamasını
yapar, geçmişte işledikleri suç kayıtları varsa tespit eder, soruşturma
evrakına yazar.
...
2) Şüpheli/sanık yakalanmışsa (İşlediği suç 9/b maddesinde olanlar);
...
(b) Şüpheli hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame hazırlanıp
mahkemece iddianamenin kabulünden sonra mahkemenin “Esas” sayısı alınmak
suretiyle şahıs bilgi formu açılarak, Bilgi Toplama Programına girişi,
programda “Hakkında İşlem Yapılacaklar” ibaresiyle şüphelinin kaydı mevcutsa
kayıt üzerinde düzeltme işlemi yapılır.”
28. Bilgi Toplama Yönergesi'nin "Şahıslar hakkında açılmış olan bilgi formlarının
iptal edilmesi" başlıklı 16. maddesinin (b) fıkrası şöyledir:
“b) Yönerge'nin 9/b
maddesi kapsamına giren suçlara ait bilgi formlarının iptali;
Bu Yönerge’nin 9/b maddesinin bentlerinde
yazılı suç sayılan fiilleri işleyenler hakkında adli makamlarca, beraat, ceza
verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya dava zaman aşımı nedeniyle
davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmiş ve kararın kesinleşmiş olması
halinde bilgi formları iptal edilir.”
29. Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan 28/1/1981 tarihli
Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin
Korunması Sözleşmesi’nin “Tanımlar”
başlıklı 2. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi şöyledir:
“Bu Sözleşmenin amaçları bakımından:
(a) Kişisel Veriler: Kimliği belirli veya
belirlenebilir bir kişi hakkındaki tüm bilgileri ifade eder.”
30. Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında
Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin “Verilerin
niteliği” başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi
şöyledir:
“Otomatik bilgi işleme konu teşkil eden kişisel nitelikteki veriler:
(a) Meşru ve yasal yoldan elde edilmeli ve
işleme tâbi tutulmalıdır;
(b) Belli ve meşru amaçlar için kaydedilmeli
ve bu amaca aykırı şekilde kullanılmamalıdır;
(c) Uygun ve elverişli olmalı ve
kaydedildikleri amaca göre aşırı olmamalıdır;
(d) Doğru ve icabında güncel olmalıdır;
(e) İlgili kişilerin kimliklerini belirtecek
bir biçim altında ve kaydedildikleri nihai amaç için gerekli görülen süreyi
aşmayacak bir süre için muhafaza edilmelidir.”
31. Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında
Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin “Verilerin
güvenliği” başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi
şöyledir:
“Otomatik fişiyelere
kaydedilen kişisel nitelikteki verileri korumak için, bunların kazaen veya
izinsiz olarak imhasına veya zayi olmasına veya bunların elde edilmesine,
değiştirilmesine veya izinsiz olarak dağıtılmasına karşı uygun güvenlik
önlemleri alınması zorunludur.”
32. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin emniyet birimleri
tarafından kişisel nitelikteki verilerin kullanılmasını düzenlemeye yönelik R(87)15 sayılı Tavsiye Kararının “Verilerin toplanması” başlıklı 2 nolu
prensibi şöyledir:
“Kişisel nitelikteki verilerin, emniyet
birimlerince kullanılmak üzere toplanması, somut bir tehlikenin ya da belli bir
suçun cezalandırılmasıyla sınırlandırılmalıdır. Bu maddeye yapılacak her istisna,
özel bir yasal mevzuatla öngörülmelidir.”
33. Belirtilen Tavsiye Kararının “Verilerin kaydedilmesi” başlıklı 3 nolu
prensibi şöyledir:
“Kişisel nitelikteki verilerin, emniyet birimlerince kullanılmak üzere,
kaydedilmesi, sadece, gerçek verileri kapsamalı ve polislerin, iç hukuk
çerçevesinde ve uluslar arası hukuktan doğan
yükümlülükleri çerçevesinde, yasal görevlerini yerine getirmeleri için gereken
verileri sağlamalıdır.”
34. Belirtilen Tavsiye Kararının “Verilerin saklanma süresi ve güncellenmeleri” başlıklı 7
No.lu prensibi şöyledir:
“Emniyet tarafından kullanılacak kişisel nitelikteki verilerin,
kaydedildikleri amaçlar için gerekli olmamaları halinde, silinmeleri için
gerekli tedbirler alınmalıdır.
Bu amaçla, özellikle, aşağıdaki kriterler dikkate alınmalıdır:
verileri, belli bir durum için yapılan soruşturma ışığında saklama gerekliliği;
kesin bir kararın verilmesi ve özellikle de beraat; hakların iadesi,
zamanaşımı; af; ilgili kişinin yaşı; özel kategorideki
veriler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 11/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu; aranan şahıslardan olmamasına rağmen hakkında
yürütülen derdest ceza yargılamasına ilişkin bilginin GBT sistemine
kaydedildiğini, belirtilen kaydın silinmesi hususunda idareye yaptığı
başvurunun ve bu hususta açtığı davanın, ilgili mevzuat hükümlerinin doğru
şekilde yorumlanmaması nedeniyle reddedildiğini, belirtilen uygulamaya temel
alınan Bilgi Toplama Yönergesi'nin dayandığı Kanun ilekolluk görevlilerine verilen yetkinin amacına aykırı
şekilde genişletilerek, idarenin düzenleyici işlem yapma yetkisinin aşıldığını
ve yasal dayanaktan yoksun idari bir pratik oluşturulduğunu, yargılandığı suçun
Bilgi Toplama Yönergesi'nin 9. maddesinin (b)
fıkrasında yer alan suçlar arasında olmadığını, belirtilen bilgilerin ne kadar
süreyle saklı tutulacağının ve silinip silinmeyeceğinin belirsiz olduğunu,
ayrıca derdest yargılama bilgisinin mahkumiyet kaydı gibi işlem görmesi
nedeniyle yargı kararı olmaksızın suçlu olarak addedildiğini belirterek
Anayasa’nın 20. maddesinde tanımlanan özel hayatın gizliliği hakkının ve 38.
maddesinde tanımlanan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’nın 20. ve 38.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla
beraber, ihlal iddialarının mahiyeti gereği, başvurunun özel hayatın gizliliği
hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Başvurucu, hakkında yürütülen derdest ceza yargılamasına
ilişkin bilginin GBT sistemine kaydedildiğini ve ilgili kaydın silinmesi
hususunda idareye yaptığı başvuru ile bu hususta açtığı davanın reddedildiğini
belirterek Anayasa’nın 20. maddesinde tanımlanan özel hayatın gizliliği hakkınınihlal edildiğini iddia etmiştir.
40. Bakanlık görüş yazısında benzer başvurularda Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, kişinin rızası olmaksızın hakkında kişisel
veri toplanması, saklanması ve kullanılması hususunun Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesi bağlamında değerlendirildiği, bu kapsamda
yapılan faaliyetlerin 8. maddenin gereklerine uygun olabilmesi için, belirtilen
konuda kamu makamlarına yetki veren mevzuatın, söz konusu bilgilerin toplanma,
saklanma ve kullanılma amaç ve usulleri konusunda yeterince açık düzenlemeler
içermesi gerektiği, somut başvuru açısından başvurucunun yargılandığı suça ait
derdest dava bilgilerinin GBT sistemine kayıt yapılmasına ilişkin yönerge
kapsamında bulunup bulunmadığının tespitinin önemli olduğu belirtilerek, AİHM
önüne benzer ihlal iddialarıyla yansıyan dava ve karar örneklerine yer
verilmiştir.
a. Genel İlkeler
41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/11/2011
tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
42. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde,
el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında
bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini
talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de
kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller
kanunla düzenlenir.”
43. Sözleşme’nin“Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi
şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
44. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavramdır.Bu kapsamda korunan
hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup, bu koruma bir taraftan herkesin
istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel bir ortamda yaşama hakkına
sahip olduğuna işaret etse de, özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını
istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına
indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal
hayat sürdürmeyi güvence altına almaktadır (Serap
Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, §
31).
45. Özel yaşama saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp, bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin; kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk,§ 32).
46. Özel yaşama saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel yaşam” kavramı AİHM tarafından da
oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan
özellikle kaçınılmaktadır. Bununla birlikte Sözleşme’nin denetim organlarının
içtihatlarında “bireyin kişiliğini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının, özel yaşama saygı
hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel
yaşamın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği
karşısında, kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar
bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu bağlamda, kişinin kendi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarının da özel hayata saygı hakkı
kapsamındaki konumunun tespit edilmesi gerekmektedir (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
47. Bireyin kendisi hakkındaki bilgiyi kontrol edebilme hakkının
konusunu oluşturan “bilgi”
kavramının ne anlama geldiğinin, başka bir ifade ile özel hayatın korunması
hakkının güvence kapsamında yer alan bilgilerin ne olduğunun tespiti önemlidir.
48. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup, bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin kişisel verilerinin ve bu
verilerin korunmasına dair hukuksal menfaatinin de özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da, Anayasa’nın
20. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir.
49. Anayasa Mahkemesi tarafından kişisel veri kavramının,
belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla bir kişiye ilişkin bütün
bilgileri ifade ettiği kabul edilmekte olup bu bağlamda ad, soyadı, doğum
tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgilerin
değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası,
pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri,
genetik bilgiler, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde
bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya
dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm verilerin kişisel veri kapsamında
olduğu belirtilmektedir (AYM, E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014).
50. Bu noktada Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması
Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi de önemli tespitler içermektedir.
Belirtilen Sözleşme’nin 2. maddesinde kişisel bilgi, belirli veya belirlenebilir
bir kişiye ilişkin herhangi bir bilgi olarak tanımlanmakta ve söz konusu
verilerin özel nitelikte olması gibi bir unsur aranmamaktadır.
51. AİHM de bilgiyi kontrol edebilme hakkı bağlamında ele aldığı
birçok başvuruda, yukarıda değinilen Sözleşme hükümlerine gönderme yapmakta ve
bu bağlamda AİHM içtihadında da, kişiye özel yaşamı ile ilgili sorular
sorulması da dahil olmakla üzere, iş ve sosyal yaşamı ile ilgili bilgilerin,
parmak izinin, fotoğrafının, hücre ve DNA örneklerinin alınması, kaydedilmesi,
saklanması ve kullanılmasının, enformasyonel özerklik
bağlamında değerlendirmeye tabi tutulduğu görülmektedir (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/3/1987, § 48; Rotaru/Romanya [B.D.], B. No: 28341/95, 4/5/2000, § 46; S. ve Marper/Birleşik Krallık,
B. No: 30562/04 ve 30566/04, 4/12/2008, §§ 66, 67).
52. Özel hayat kavramı, bir bireyin fiziksel ve sosyal kimliğine
dair birçok unsuru kapsayabilir. Bu kapsamda cinsel kimliğin belirlenmesi;
isim, cinsel eğilim ve cinsel yaşam gibi unsurlar özel hayat kapsamına girdiği
gibi bu kavram diğer kişisel kimlik belirleme ve bir aileye bağlanma
yöntemlerini de kapsar. Bunun yanı sıra kişinin sağlığına ilişkin bilgiler de
özel yaşamının önemli bir parçasını oluşturur (Mikulić/Hırvatistan, B. No: 53176/99, 7/2/2002, §
53; S. ve Marper/Birleşik
Krallık,§
66).
53. Bir kişinin özel yaşamına ilişkin verilerin kaydedilmesi,
özel hayata saygı hakkı anlamında bir müdahale oluşturmaktadır. Kaydedilen
bilgilerin, daha sonra kullanılmış olup olmamasının bir önemi yoktur. Bununla
birlikte kamu makamları tarafından muhafaza edilen kişisel nitelikli
bilgilerin, özel yaşam unsurlarından birini devreye sokup sokmadığını tespit
etmek için bu bilgilerin hangi çerçevede alındıklarının ve muhafaza
edildiklerinin, verilerin türünün, kullanıldıkları ve işlendikleri şeklin ve
bunlardan çıkarılabilecek sonuçların dikkate alınması zaruridir (Leander/İsveç, § 48; Amann/İsviçre [B.D.], B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 69).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
i. Müdahalenin Varlığı
54. Başvuruya konu olayda, başvurucu hakkındaki derdest ceza
yargılaması bağlamındaki verilerin GBT sistemine kaydedildiği görülmekle,
başvurucuyla ilgili olarak resmi makamların muhafaza ettikleri söz konusu
kişisel bilgilerin, özel hayata saygı hakkı anlamında kişisel nitelikli veriler
olduğu, zira kimliği belirlenmiş ya da belirlenebilecek kişilerle ilgili olduğu
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda GBT sisteminde yer alan söz konusu bilgilerin,
başvurucunun özel yaşamıyla ilgili olduğu tartışmasızdır.
55. Somut başvuruda, başvurucu hakkında yürütülen bir ceza
yargılaması ile bağlantılı olarak hakkındaki derdest dava bilgisinin bilgi
toplama sistemine kaydedildiği ve bu sistemdeki kayıtların özellikle yapılan
güvenlik taramaları ve güvenlik soruşturmalarında kullanılabilecek nitelikte
olduğu görülmekle (bkz. § 19), söz konusu kişisel verilerin ilgili sistemde
tutulması ve belirtilen şekillerde kullanılmasının, Anayasa’nın 20. maddesinde
güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu
açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
56. Özel hayatın gizliliği hakkı bağlamında kişisel veriler,
Anayasa’nın 20. maddesinde ayrı bir fıkra olarak düzenlenmiş olup madde
gerekçesinde karşılaştırmalı hukuk ve uluslararası belgelere işaret edilerek özel
hayata saygı hakkı bağlamında kişisel verilerin korunmasının önemine
değinilmiştir. Belirtilen düzenlemede özel sınırlama sebepleri öngörülmemiş
olmakla birlikte yasa ile düzenleme hükmüne yer verilmiş ve kişisel verilerin
ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızası ile işlenebileceği
belirtilmiştir.
57. Bu bağlamda Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın
gizliliği hakkı açısından, bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan
birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama
nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunmakta ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
58. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.”
59. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasa'da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa'nın
bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun
genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması
zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan başta kanunla sınırlama
kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer
verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki,
§ 35).
Kanunilik
60. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
61. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da Sözleşme’nin
8. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu
müdahalenin yasa uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin
hukukîlik unsurunu taşımadığının tespiti halinde,
Sözleşme'nin 8. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence
ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu
sonucuna ulaşılmaktadır (Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 95; Bykov/Rusya, B. No: 4378/02, 10/3/2009, § 82).
62. Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin
yasallık şartını sağladığının kabulü için de müdahalenin kanuni bir dayanağının
bulunması zorunludur. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir.
Yasallık ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada
yasanın niteliği önem kazanmaktadır. Yasayla sınırlama ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini,
öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte böylece uygulayıcının keyfî
davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta
bu yönüyle hukuk güvenliği güvencesi sağlamaktadır (Halime Sare Aysal, B. No: 2013/1789,
11/11/2015, § 62).
63. Kanunun, bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi
için yeterince ulaşılabilir olması yani vatandaşların belirli bir olaya
uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye
sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe
karşı uygun bir koruma sağlaması, yeterli bir netlikte yetkili makamlara
verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme biçimlerini tanımlaması
gerekmektedir (Halime Sare
Aysal, § 63; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B.
No: 5947/72..., 25/3/1983, § 86-88; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, § 66-68; Rotaru/Romanya, § 55).
64. Somut başvuru açısından ise söz konusu gerekliliklere,
kişisel verilerin kayıt, muhafaza ve kullanımını içeren tedbirlerin kapsamını
ve uygulanmasını düzenleyen ve özellikle süre, stoklama, kullanım, üçüncü
kişilerin erişimi, verilerin gizliliği, bütünlüğü ve imhası konusundaki
prosedürlere ilişkin, muhataplarının yetki aşımı ve keyfîliğe
karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı
kuralların belirlenmesinin temel oluşturduğu açıktır.
65. Hukukun kendisi, beraberinde getireceği idari pratiğin
dışında, yetkili makamlara bırakılan takdir yetkisinin kapsamını, söz konusu
işlemin meşru amacını da gözönünde tutarak keyfî
müdahalelere karşı bireyi korumak için yeterince açık bir şekilde
göstermelidir. Hukuk sistemi vatandaşlara, kamu makamlarına hangi koşullarda ve
hangi sınırlar içinde kişisel verileri konu alan ve potansiyel olarak özel
yaşama karşı tehlike oluşturabilecek müdahalelerde bulunma yetkisi verdiğini,
yeterince açık ifadelerle gösterecek nitelikte olmalıdır (Halime Sare Aysal,§
64).
66. Bu kapsamda ilgili sisteme bilgilerin girilmesi, müdahaleye
temel oluşturan meşru amaçları taşıma şartına bağlı olmalı ve söz konusu yasal
düzenleme, hangi bilgilerin kayıt altına alınabileceği, hangi yetkililere
iletilebileceği, böyle bir iletimin hangi koşullarda mümkün olabileceği ve
bilginin ilgili makamlara iletilmesi hususunda izlenecek usul konusunda açık ve
ayrıntılı hükümler içermelidir. Söz konusu sisteme ilişkin düzenleme; bilgi
toplama, kaydetme ve ilgili makamlarla paylaşma veya sair şekilde kullanma
konusunda, yetkili makamlara tanıdığı takdir yetkisinin kullanılma tarzı ve
alanı bakımından vatandaşlara yeterince öngörüde bulunma olanağı sağlamak
durumundadır.
67. Anayasa Mahkemesi idareye keyfî uygulamalara meydan
verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınmasını birçok kararında
Anayasa'ya aykırı görmüştür. Mahkemenin gerek Anayasa’nın 13. maddesindeki
yasallık ilkesini yorumlayan kararlarında gerek 7. maddedeki yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini yorumlayan kararlarında gerekse 2.
madde kapsamında hukuk devleti ilkesini ele alan kararlarında bunu görmek
mümkündür. Söz konusu kararlarda Mahkeme, kanunun şeklen var olmasını yeterli
görmemekte kanunun niteliğini de araştırmakta ve bu bağlamda bir sınırlamanın
nerede başlayıp nerede bittiğinin belirtilmemesi durumunda, amacı aşan,
demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan, içeriğinin takdiri
yönetime bırakılmış sakıncalı sınırlamalar getirilmiş olacağı; içeriğinin
belirlenmesi yönetimin görüşüne bırakılan sınırlamanın yasa ile konulduğundan
söz edilemeyeceği; hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesinin belirliliği de
gerektirdiği ve belirlilik ilkesinin, ilgili yükümlülüğün hem kişiler hem de
idare yönünden belirli ve kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin
mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini
makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini
gerektirdiği ve yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, genel çerçeveyi
çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız ve belirsiz bir alanı yönetimin
düzenlemesine bırakmaması gerektiği belirtilmektedir (E.1984/14, K.1985/7,
13.06.1985; E.1987/16, K.1988/8, 19.04.1988; E.2010/7, K.2011/172, 22.12.2011).
68. Sözleşme organları da birçok kez ve özellikle ceza davaları
kapsamında, resmî makamlar tarafından kişisel nitelikli verilerin depolanması,
muhafaza edilmesi ve kullanılmasıyla ilgili sorunlara eğilmiş ve bu kapsamda
yapılan değerlendirmelerde, uygulayıcıya sınırları belirsiz müdahale yetkisi
veren hukuki düzenlemelerin hukuk devleti ilkesiyle de çatıştığı vurgulanarak
keyfî müdahaleleri önlemek için hukuk kuralının verdiği yetkinin amacını ve
kullanım biçimini yeterli açıklıkta belirtmiş olması zorunluluğuna işaret
edilmiştir (Al Nashif/Bulgaristan,
B. No: 50963/99, 20/6/2002, §§ 119-124).
69. Bununla birlikte her ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal
mevzuatın gereken koruma seviyesi, büyük ölçüde ilgili metnin düzenlediği alan
ve içeriğiyle birlikte muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından
bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde
soyutluk içermesi ve bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hale
gelmesi, tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Bu
kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli ölçülerdeki takdir
alanını elbette uygulayıcıya sunabilir. Fakat bu takdir alanının sınırlarının
da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik içermesi
zaruridir (Halime Sare
Aysal, § 65).
70. Bu kapsamda ilgili kanuni düzenlemenin, söz konusu
sınırlamaya ilişkin temel çerçeveyi ortaya koymakla birlikte özellikle uygulama
koşulları ve prosedürel ayrıntıları düzenleyici
işlemlere bırakması mümkündür. Ancak bu ihtimalde de söz konusu düzenleyici
işlemin, yine muhataplarınca ulaşılabilir olması ve içeriği hakkında ilgilileri
yeterince aydınlatacak nitelik ve açıklıkta olması gerekmektedir (Halime Sare Aysal,
§ 66).
71. Başvuruya konu idari uygulama ve yargısal sürecin, 3152
sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi, 2559 sayılı
Kanun’un Ek 7. maddesi ve Bilgi Toplama Yönergesi’nin
9. maddesi temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
72. İlgili idari ve yargısal kararlarda söz konusu uygulamanın
yasal temeli olarak gösterilen 2559 sayılı Kanun’un 7. maddesine dayanılarak
hazırlandığı belirtilen Yönerge’nin 9. maddesinin (a)
fıkrasında, maddenin (b) fıkrasında belirtilen suçları işlemiş ve yakalanmış
olan sanıklar için de suç türüne uygun bilgi formu doldurulacağı ve yakalandığı
kaydı düşülmek suretiyle sistemde muhafaza edileceği ifade edilmektedir. Yönerge'nin 10. maddesinin (b) fıkrasında, güvenlik
kuvvetlerinin kendi sorumluluk alanında el koydukları olaylarda; suç işleyen
şahsın bilgisayar sorgulamasını yapacağı, geçmişte işledikleri suç kayıtları
varsa tespit edeceği ve soruşturma evrakına yazacağı; aynı maddenin (b) fıkrasının
(2) numaralı bendinin (b) alt bendinde ise şüpheli hakkında Cumhuriyet
Başsavcılığınca iddianame hazırlanıp mahkemece iddianamenin kabulünden sonra
mahkemenin “Esas” sayısı alınmak
suretiyle şahıs bilgi formu açılarak Bilgi Toplama Programına girişinin,
programda “Hakkında İşlem Yapılacaklar”
ibaresiyle şüphelinin kaydı mevcutsa kayıt üzerinde düzeltme işlemi yapılacağı
belirtilmektedir. Kayıtların silinmesi hususunda ise 16. maddenin (b)
fıkrasında, Yönerge’nin 9. maddesinin (b) fıkrasında
yazılı suç sayılan fiilleri işleyenler hakkında adli makamlarca, beraat, ceza
verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya dava zaman aşımı nedeniyle
davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmiş ve kararın kesinleşmiş olması
halinde bilgi formlarının iptal edileceği belirtilmekle birlikte Yönerge'nin 4. maddesinde, Yönerge’nin
9. maddesinin (b) fıkrası kapsamına girmeyen suçlardan açılan bilgi formlarının
şahısların yakalanmaları halinde tasniften çıkarılarak imha edileceği,9.
maddesinin (b) fıkrası kapsamına giren suçlar için açılan bilgi formlarının ise
iptal koşulları oluştuğunda tasniften çıkarılarak iptal evrakı ekinde arşive
alınacağı düzenlenmektedir.
73. İlgili Yönerge uyarınca genel bilgi toplama sisteminde kaydı
tutulacak unsurlar, kişileri, bazı belgeleri ve araçları kapsamaktadır.
Hakkında bilgi tutulacak kişilerin ise, Yönerge’nin
amacını düzenleyen 1. maddesi uyarınca suç işlemesi sebebiyle aranmasına karar
verilen, kaybolan, yakalansalar dahi bazı suçları işlemiş olan ve kamu
haklarından yararlanmaları konusunda sınırlama getirilen kişiler olduğu
anlaşılmaktadır.
74. Yönerge’nin 7. maddesi ve 9.
maddesinin (a) fıkrası hükümlerine göre hakkında arama kararı bulunmadığı veya
yakalanmış olduğu hâlde belirli bazı suçlardan dolayı yargılanan kişiler hakkında
da genel bilgi toplama programına bilgi kaydedilebilmektedir. Bu suçların
hangileri olduğu, Yönerge’nin 9. maddesinin (b)
fıkrasında gösterilmektedir.
75. Yönerge’nin hangi normlara dayalı
olarak düzenlendiği “Kanuni dayanak”
başlıklı 3. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre söz konusu Yönerge, 3152 sayılı
Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve 33. maddesi, 2559
sayılı Kanun’un Ek 7. maddesi ile Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri
Yönetmeliği’nin 42. maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f)bendine dayanılarak
hazırlanmıştır.
76. 3152 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c)
bendi, İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat, Harekât ve Bilgi Toplama
Dairesi Başkanlığının görevlerini düzenlemekte ve suç işleyip ele geçmeyen kişilerin,
çalınan veya kaybedilen motorlu taşıtların, ateşli silahların, kimliği ispata
yarayan her türlü belgelerin kayıtlarını tutarak güvenlik kuvvetlerine
bildirmek, görevli kuruluşlarla ilgili kuvvetleri arasında koordinasyon
sağlamak görevini, ilgili birimin görevleri arasında saymaktadır. Bu yönüyle
kişilere ilişkin kayıtların tutulmasına ilişkin yetkinin, suç işleyip ele
geçmeyen kişiler ile sınırlı olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda
ilgili Yönergeye dayanak olarak gösterilen belirtilen kanun maddesinin, Yönerge’nin “yakalansalar
dahi bazı suçları işlemiş olan kişiler” hakkında kayıt tutulacağı
şeklindeki düzenlemesini ve bu yöndeki uygulamayı temellendirmediği
anlaşılmaktadır. 3152 sayılı Kanun’un 33. maddesinin ise yerine getirmekle yükümlü
olduğu hizmetleri idari metinlerle düzenleme konusunda İçişleri Bakanlığını
yetkilendirdiği anlaşılmaktadır.
77. Bununla bilikte Yönerge'nin dayanakları arasında gösterilen 2559 sayılı
Kanun’un Ek 7. maddesinde, polisin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, Anayasa düzenine ve genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu
tedbirleri alacağı, emniyet ve asayişi sağlamak üzere ülke seviyesinde
istihbarat faaliyetlerinde bulunacağı, bu amaçla bilgi toplayacağı,
değerlendireceği, yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştıracağı,
devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği yapacağı düzenlemesine yer
verildiği görülmektedir. Bu kapsamda, istihbarat faaliyetlerinde bulunma, bu
amaçla bilgi toplama, değerlendirme, yetkili mercilere veya kullanma alanına
ulaştırma şeklindeki yetkilere yer veren söz konusu düzenlemenin, başvuruya
konu müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğuanlaşılmaktadır
(bkz. Bülent Polat, B. No:
2013/7666, 10/12/2015, § 87).
78. İlgili idari ve yargısal kararlara temel alınan söz konusu
düzenleme göz önünde bulundurulduğunda, başvuruya konu müdahalenin kanunilik
şartını sağladığı anlaşılmaktadır.
Meşru Amaç
79. Somut başvuru açısından, belirli suçlar kapsamında
yargılanan kişiler hakkındaki derdest dava bilgilerinin GBT sistemine kaydı yapılarak,söz konusu bilgilerin
özellikle yapılan güvenlik taramaları ve güvenlik soruşturmalarında
kullanıldığı (bkz. § 19), bu kapsamda söz konusu uygulamanın kamu düzeni ve
güvenliğinin temini şeklindeki meşrutemelleri
içerdiği anlaşılmaktadır.
Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve
Ölçülülük
80. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalenin
ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik
toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki
güvence ölçütlerine uygun olması gerekir.
81. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş
ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin
özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle
getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı
kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı, kişilerin hak ve
özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal
düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu
nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni,
yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı
demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Serap Tortuk, §
46; Murat Atılgan, B. No:
2013/9047, 7/5/2015, § 37; Marcus Frank Cerny,
(GK), B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 71).
82. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü
anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmektedir. Bu yönüyle her temel hak
açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu
çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz
hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul
edilmelidir. Özel hayata saygı hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan
kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede
güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği
açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden
fazla sınırlanmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca
ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını
gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin
sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve
araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz
bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir
(Serap Tortuk,
§ 47, Murat Atılgan, § 38; Marcus Frank Cerny, §
72).
83. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm
temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması hususunda geçerli olan bu denge, özel
hayatın gizliliği hakkının sınırlanmasında da gözönünde
bulundurulmalıdır. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlama aracı arasında
orantısızlık bulunmamalı, sınırlama ile ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlanan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir. Bu noktada, belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlama
yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve özel hayatın
gizliliğini ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç
karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının gözönünde
bulundurulması ve söz konusu menfaatler arasında adil bir dengenin kurulup
kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir (Serap
Tortuk,§ 48, Murat Atılgan,
§ 39; Marcus Frank Cerny, §
73).
84. Bu alandaki belirleyici mesele; ilgili bireyin ve kamu
düzeninin yarışan menfaatleri arasında, kamusal makamların bu konuda
kendilerine tanınan takdir alanı içinde adil bir denge kurup kurmadıklarıdır.
Özellikle kişisel veriler gibi özel yaşamın en hassas yönlerinin etkilendiği
durumlarda, bu dengelemenin titizlikle yapılması ve takdirin gerekçelerinin
ilgili kararlara açıkça yansıtılması zaruri olup, başvuruya konu idari ve
yargısal uygulamanın yukarıda belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla
birlikte, başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına müdahale teşkil ettiği
anlaşılan sınırlamanın belirtilen hakkın özüne dokunarak, onu anlamsız kılacak
ölçüde olmaması gerekmektedir.
85. Kamusal makamların izlenen meşru amaçlar bağlamında bir
hakkın sınırlandırılması sürecinde takdir yetkisi bulunmakla birlikte,
belirtilen takdir yetkisi, her bir vaka özelinde ayrı bir kapsama sahiptir.
Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey
bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta
veya genişlemekte, yükümlülüklerin türü ve kapsamı her bir olay özelinde farklı
değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.
86. Özel hayatın gizliliği hakkına müdahale teşkil eden
uygulamaların değerlendirilmesinde de, ilgili idari ve
yargısal makamların takdirlerinin gerekçelerini, ilgililerin yargı yoluna
müracaat imkânını da etkili şekilde kullanabilmelerini sağlayacak surette
ayrıntılı olarak ortaya koymaları gerekmektedir. Söz konusu işlemin bir temel
hak üzerinde etki gösterdiği durumlarda, söz konusu tedbirin demokratik bir
toplumda gerekli olduğunun ve alınan tedbir ile icra tarzının gözetilen meşru
amaç ile orantılı olduğunun ortaya konulması şarttır.
87. Anayasa Mahkemesinin bu noktadaki görevi, kişisel verilerin
belirli kamusal amaçlarla tutulması, işlenmesi ve kullanılması hususunun ne
şekilde düzenlenmesi gerektiği hususunda bir yargıda bulunmak ve derece
mahkemelerinin yerine geçerek ilgili mevzuat hükümlerinin yorumunun bizzat
tespiti olmayıp, ilgili anayasal normlar bağlamında, kamusal makamların
kendilerine tanınmış olan takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesidir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin söz
konusu mevzuat hükümlerini yorumlayıp uygularkenözel
hayatın gizliliğine ilişkin bireysel menfaat ve söz konusu sınırlama ile
gözetilen kamusal menfaat arasında kurulması gereken dengeyi tespit etmek
suretiyle Anayasa’nın 20. maddesindeki güvenceleri koruyup korumadıklarını
belirleme yetkisine sahiptir. Bu nedenle derece mahkemelerince varılan sonucun
Anayasa’nın 20.maddesine uygun olup olmadığının, söz konusu uygulamanın özel
hayatın gizliliği hakkına yönelik orantılı bir müdahale oluşturup oluşturmadığının
karara bağlanması gerekmektedir.
88. Somut başvuru açısından, belirli suçlar nedeniyle hakkında
kamu davası açılmış olan şahıslar hakkındaki derdest dava bilgilerinin GBT
sistemine kaydının yapıldığı, kamu düzeni ve güvenliğinin temini şeklindeki meşrutemelleri içerdiği anlaşılan uygulama kapsamında söz
konusu bilgilerin özellikle yapılan güvenlik taramaları ve güvenlik
soruşturmalarında kullanıldığı (bkz. § 19), ilgili bilgilerin toplanma,
paylaşım, kullanım ve silinmesine ilişkin hususların ayrıntılı olarak
düzenlendiği anlaşılmaktadır.
89. Başvurucunun, yargılandığı suçun Yönerge’nin
9. maddesinin (b) fıkrasında yer alan suçlar arasında olmaması nedeniyle
müdahalenin meşru olmadığı yönündeki iddiasınında
ilgili derece mahkemesince değerlendirildiği, bu suçun ilgili Yönerge’nin 9. maddesi kapsamında yer almadığı ileri
sürülmekte ise de aynı nitelikteki suçun yürürlükteki 5237 sayılı Kanun'un 216.
maddesinde yer aldığı ve Yönerge’nin belirtilen
maddesinde bu suç türüne de yer verildiğinin anlaşıldığının ifade edildiği, bu
kapsamda, derece mahkemelerinin söz konusu mevzuat hükümlerini ve maddi olayı
yorumlayış şeklinde bir takdir hatasının söz konusu olmadığı görülmektedir.
90. Bunun yanı sıra başvurucu tarafından, söz konusu verilerden,
toplama, muhafaza ve kullanım hususunda tespit edilen amaç dışında
yararlanıldığına ilişkin herhangi bir iddiada da bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
91. Yukarıda yer verilen tespitler kapsamında, başvuruya konu
müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı söylenemez.
Engin YILDIRIM, Serruh KALELİ,
Alparslan ALTAN, Erdal TERCAN ve Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Engin YILDIRIM, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Erdal TERCAN ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
OYBİRLİĞİYLE,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
OYBİRLİĞİYLE,
11/5/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, hakkında yürütülen bir ceza yargılaması ile
bağlantılı olarak hakkındaki derdest dava bilgisinin Genel Bilgi Toplama (GBT)
sistemine kaydedildiği ve bu sistemdeki kayıtların yapılan güvenlik taramaları
ve adli işlemlerde kullanılabilecek nitelikte olduğunu ve bu kişisel verilerin
ilgili sistemde tutulması ve belirtilen şekillerde kullanılmasının Anayasa’nın
20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
2. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale olduğunda öncelikle tespiti
gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin
hukuki bir temelinin olup olmadığıdır. Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
yapılan bir müdahalenin kanuni bir dayanağının olması zorunludur. İlgili
düzenlemede özel sınırlama sebepleri öngörülmemiş olmakla birlikte yasa ile
düzenleme hükmüne yer verilmiş ve kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızası ile işlenebileceği belirtilmiştir.
3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kişisel verilerin
korunması ile ilgili ayrı bir hüküm içermemekle birlikte, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), bu verilerin özel yaşam alanı içinde yer aldığını kabul
ederek, konuyu Sözleşmenin 8. maddesi kapsamında incelemektedir. AİHM, özel
hayatı, kişinin kendi hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir iç alan ve
bunun da ötesinde, başkalarıyla ilişki kurmak ve bu ilişkileri geliştirmek
suretiyle özgür olarak kişiliğini oluşturmasını ve geliştirmesini sağlayan daha
geniş bir alandan ibaret görmektedir.
4. Bir müdahale hukukilik unsurunu taşımıyorsa AİHS 8 (2)
fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütlerine geçilmeden müdahalenin ilgili
maddeye aykırı olduğu sonucuna varılabilmektedir (Fadeyeva/Rusya B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 95).
5. Kanunla sınırlama ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini,
öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte; böylece uygulayıcının keyfî
davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı
olmakta, bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı sağlamaktadır (Halime Sare Aysal
B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 62). Hukuk düzeni bireylere, kamu makamlarına
hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde özel yaşama karşı tehlike
oluşturabilecek müdahalelerde bulunma yetkisi verdiğini, yeterince açık
ifadelerle gösterecek nitelikte olmalı ve bu bağlamda ilgili müdahalenin
muhataplarının müdahaleye zemin hazırlayan koşullar ile müdahalenin sonuçları
açısından bir öngörüde bulunabilmeleri imkânı tanımalıdır (§ 64).
6. Kanunun, yeterince ulaşılabilir olması yani vatandaşların
belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında
yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfiliğe karşı uygun
bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra
edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Silver ve
diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, §§ 86-88; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79,
2/8/1984, §§ 66-68; Rotaru/Romanya [BD], B. No: 28341/95, 4/5/2000,
§ 55, Amann/İsviçre
B.D. B.No: 27798/95, 16/2/2000 § 76 ve § 80).
7. Bununla birlikte her ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal
mevzuatın sağladığı koruma seviyesi büyük ölçüde ilgili metnin düzenlediği alan
ve içeriğiyle birlikte muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından
bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde
soyutluk içermesi ve buna bağlı olarak hukuki yardım ile tam olarak
anlaşılabilir hâle gelmesi tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı
görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli
ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya bırakabilir. Fakat bu takdir
alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir
kesinlik içermesi zaruridir.
8. Bu kapsamda ilgili kanuni düzenlemenin, söz konusu
sınırlamaya ilişkin temel çerçeveyi ortaya koymakla birlikte özellikle uygulama
koşulları ve usule ilişkin ayrıntıları düzenleyici işlemlere bırakması
mümkündür. Ancak bu ihtimalde de söz konusu düzenleyici işlemin, yine muhataplarınca
ulaşılabilir olması ve içeriği hakkında ilgilileri yeterince aydınlatacak
nitelik ve açıklıkta olması gerekmektedir.
9. Somut başvuru açısından söz konusu gerekliliklere kişisel
verilerin kayıt, muhafaza ve kullanımını içeren tedbirlerin kapsamını ve
uygulanmasını düzenleyen ve özellikle süre, stoklama, kullanım, üçüncü
kişilerin erişimi, verilerin gizliliği bütünlüğü ve imhası konusunda
prosedürlere ilişkin muhataplarının yetki aşımı ve keyfiliğe karşı yeteri kadar
güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı kuraların belirlenmesinin
temel oluşturduğu açıktır.
10. Başvuruya konu idari uygulama ve yargısal sürecin hukuki
dayanağını 3152 sayılı Kanunun 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi,
2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesi ve Bilgi Toplama Yönergesinin 9. maddesi
oluşturmaktadır.
11. 2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesine dayanılarak
hazırlandığı belirtilen Yönergenin 9 maddesinin (a) fıkrasında, (b) fıkrasında
belirtilen suçları işlemiş ve yakalanmış olan sanıklar ile bazı suçlardan dolayı
yargılanan kişiler için de suç türüne uygun bilgi formu doldurulacağı ve
yakalandı kaydı düşmek suretiyle sistemde muhafaza edileceği belirtilmiştir.
12. İlgili kanunlar hangi kişilere ait ne tür bilgilerin, hangi
şartlarda toplanabileceği, ne surette kullanılabileceği
ve ne kadar süreyle saklanabileceğine dair bir açıklık ve belirlilik
içermemektedir.
13. Hangi kişilere ait ne tür bilgilerin hangi şartlarda toplanabileceği,hangi amaçlarla ne
şekilde kullanılabileceği ve ne kadar süreyle saklanabileceği hususunda
ayrıntılı düzenlemeler içeren Yönerge hizmete özeldir ve kamuya açık değildir.
Yönergenin yayınlanmamış olduğu dikkate alındığında söz konusu düzenlemenin
kişilerin belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının
varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olmasını sağlayacak surette ulaşılabilir
olma niteliği taşımadığı anlaşılmaktadır.
14. Öngörülebilirlik ve belirlilik unsurlarının değerlendirmesi
bakımından ilgili düzenleme, bir hakka dönük yapılan müdahalelerin
incelenmesinde ilk aşama olan kanunilik testini geçememektedir.
15. Sonuç olarak, başvurucunun kişisel verilerinin GBT
sisteminde tutulmasının herkese açık, öngörülebilir ve belirlilik unsurlarını
içeren kanuni bir dayanağı olmadığından, Anayasanın 20. maddesinde güvence altına
alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuru, aranan kişilerden olmamasına rağmen başvurucu hakkındaki
derdest ceza yargılamasına ilişkin bilginin Genel Bilgi Toplama (GBT) sistemine
kaydedilmesi ve ilgili kaydın silinmesi hususunda idareye yapılan başvuru ile
bu hususta açılan davanın mevzuata aykırı olarak reddedilmesi nedeniyle özel
hayatın gizliliği hakkının ihlali iddiasına ilişkindir.
2. Çoğunluk kararıyla, belirli suçlar nedeniyle hakkında kamu
davası açılmış olan şahıslar hakkındaki derdest dava bilgilerinin GBT sistemine
kaydının yapılması uygulamasının kamu düzeni ve güvenliğinin temini şeklindeki
meşru temelleri içerdiği, uygulama kapsamında söz konusu bilgilerin özellikle
yapılan güvenlik taramaları ve güvenlik soruşturmalarında kullanıldığı, ilgili
bilgilerin toplanma, paylaşım, kullanım ve silinmesine ilişkin hususların
ayrıntılı olarak düzenlendiği; başvurucunun, yargılandığı suçun Yönerge’nin 9. maddesinin (b) fıkrasında yer alan suçlar
arasında olmaması nedeniyle müdahalenin meşru olmadığı yönündeki iddiasının
ilgili derece mahkemesince değerlendirildiği, bu suçun ilgili Yönerge’nin 9. maddesi kapsamında yer almadığı ileri
sürülmekte ise de, aynı nitelikteki suçun yürürlükteki 5237 sayılı Kanun'un
216. maddesinde yer aldığı ve Yönerge’nin belirtilen
maddesinde bu suç türüne de yer verildiğinin anlaşıldığının ifade edildiği, bu
kapsamda, derece mahkemelerinin söz konusu mevzuat hükümlerini ve maddi olayı
yorumlayış şeklinde bir takdir hatasının söz konusu olmadığı, bunun yanı sıra
başvurucu tarafından, söz konusu verilerden, toplama, muhafaza ve kullanım
hususunda tespit edilen amaç dışında yararlanıldığına ilişkin herhangi bir
iddiada da bulunulmadığı belirtilerek özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edilmediği sonucuna varılmıştır.
3. Başvurucu hakkında 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun 7. maddesine muhalefet iddiasıyla iddianame tanzim edilmiş
olup, Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2008 tarihli ve E.2004/596, K.2007/333
sayılı kararı ile, başvurucunun 5237 sayılı Kanun’un 215. maddesi uyarınca
cezalandırılmasına karar verilmiş ve karar temyiz edilmeksizin 20/5/2008
tarihinde kesinleşmiştir.
4. Belirtilen yargısal süreç devam ederken, Van Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 16/10/2003 tarihli yazısı ile, başvurucu
hakkında bölücü terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçu kapsamında soruşturma
yapılmasının istenilmesi üzerine, Van Emniyet Müdürlüğünce, İçişleri Bakanlığı
Kaçakçılık, İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama Daire Başkanlığı Bilgi Toplama
Yönergesi (Bilgi Toplama Yönergesi) uyarınca başvurucuya ait Örnek No 1 Bilgi
Formu tanzim edilerek GBT sistemi kapsamında tasnife alınmıştır.
5. Başvurucunun 24/11/2005 tarihli dilekçe ile, GBT sisteminde
yer alan şahsına ait bilgilerin silinmesi talebiyle idareye yaptığı başvuru,
hakkındaki yargılamanın ilgili Yönerge’nin 9.
maddesinin (b) fıkrasında belirtilen suçlara ilişkin olduğu ve başvurucu
hakkındaki söz konusu kaydın, ilgili davanın beraat veya dava zamanaşımı
nedeniyle ortadan kaldırılması halinde iptalinin mümkün olduğu belirtilerek
reddedilmiştir.
6. Başvurucu tarafından 6/1/2006 tarihinde idarenin red işleminin iptali istemiyle açılan dava, Ankara 1. İdare
Mahkemesinin 22/3/2007 tarihli ve E.2006/44, K.2007/683 sayılı kararı ile
reddedilmiş ve ret gerekçesi olarak; 14/2/1985 tarihli ve 3152 sayılı İçişleri
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendi, 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyeti Kanunu’nun Ek 7. maddesi ve Bilgi Toplama Yönergesi’nin 9. maddesinde yer alan düzenlemelere
değinilmiş, davacı tarafından 3713 sayılı Kanun’un 7/2 maddesine muhalefet
suçundan ceza davası açıldığı, ancak Van 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/9/2004
tarihli kararı ile suç vasfının değişerek olay tarihinde yürürlükte olan Türk
Ceza Kanunu’nun 312. maddesinin 2. fıkrasında yer alan suç kapsamında yargılama
yapılması gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği ve bu suçun
ilgili Yönerge’nin 9. maddesi kapsamında yer almadığı
ileri sürülmekte ise de, aynı nitelikteki suçun yürürlükteki Türk Ceza
Kanunu’nun 216. maddesinde yer aldığı ve Yönerge’nin
belirtilen maddesinde bu suç türüne de yer verildiği anlaşıldığından, anılan
iddiada yerindelik görülmediği belirtilerek, 2559 sayılı Kanun’un Ek 7.
maddesine dayanılarak çıkarılan Yönerge’nin 9.
maddesinin (b) fıkrası uyarınca, anılan maddede belirtilen suç türleri için
bilgi kaydı tutulmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediği ifade
edilmiştir.
7. Başvurucu, aranan şahıslardan olmamasına rağmen hakkında
yürütülen derdest ceza yargılamasına ilişkin bilginin GBT sistemine kaydedildiğini,
belirtilen kaydın silinmesi hususunda idareye yaptığı başvurunun ve bu hususta
açtığı davanın, ilgili mevzuat hükümlerinin doğru şekilde yorumlanmaması
nedeniyle reddedildiğini, belirtilen uygulamaya temel alınan Bilgi Toplama
Yönergesinin dayandığı Kanun ile kolluk görevlilerine verilen yetkinin amacına
aykırı şekilde genişletilerek, idarenin düzenleyici işlem yapma yetkisinin
aşıldığını ve yasal dayanaktan yoksun idari bir pratik oluşturulduğunu,
yargılandığı suçun Bilgi Toplama Yönergesinin 9. maddesinin (b) fıkrasında yer
alan suçlar arasında olmadığını, belirtilen bilgilerin ne kadar süreyle saklı
tutulacağının ve silinip silinmeyeceğinin belirsiz olduğunu, ayrıca derdest
yargılama bilgisinin mahkumiyet kaydı gibi işlem görmesi nedeniyle yargı kararı
olmaksızın suçlu olarak addedildiğini belirterek, Anayasa’nın 20. maddesinde
tanımlanan özel hayatın gizliliği hakkının ve 38. maddesinde tanımlanan
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiş, başvurucunun iddiaları
Anayasa’nın 20. maddesinde tanımlanan özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında
incelenmiştir.
8. Çoğunluk gerekçesinde kanunilik başlığı altındaki 71 ila 78.
paragraflarda da ifade edildiği üzere, Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin
özel hayatına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın
gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmektedir. Bireyin kişisel verilerinin ve
bu verilerin korunmasına dair hukuksal menfaatinin de özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır.
9. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin korunması
Anayasa Mahkemesi tarafından da, Anayasa’nın 20.
maddesi kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre, özel yaşama saygı hakkı
kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır.
Ancak mahremiyet hakkı sadece yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp, bu hak
bireyin kendisi hakkındaki bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da
kapsamaktadır. Bireyin kendisine ilişkin herhangi bir bilginin, kendi rızası
olmaksızın açıklanmaması, yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından
ulaşılamaması ve rızası hilafına kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem
kalması konusunda menfaati bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki
bilgilerin geleceğini belirleme hakkına işaret etmektedir (AYM, E. 2009/1, K.
2011/82, K.T. 18/5/2011; E. 1986/24, K. 1987/7, K.T. 31/3/1987).
10. Bireyin kendisi hakkındaki bilgiyi kontrol edebilme hakkının
konusunu oluşturan “bilgi” kavramının ne anlama geldiğinin, başka bir ifade ile
özel hayatın korunması hakkının güvence kapsamında yer alan bilgilerin ne
olduğunun tespiti önemlidir.
11. Başvuruya konu olayda, başvurucu hakkındaki derdest ceza
yargılaması bağlamındaki verilerin GBT sistemine kaydedildiği görülmekle,
başvurucuyla ilgili olarak resmi makamların muhafaza ettikleri söz konusu kişisel
bilgilerin, özel hayata saygı hakkı anlamında kişisel nitelikli veriler olduğu,
zira kimliği belirlenmiş ya da belirlenebilecek kişilerle ilgili olduğu
anlaşılmaktadır. Bu kapsamda GBT sisteminde yer alan söz konusu bilgilerin,
başvurucunun özel yaşamıyla ilgili olduğu tartışmasızdır.
12. Bir kişinin, özel yaşamına ilişkin verilerin kaydedilmesi,
özel hayata saygı hakkı anlamında bir müdahale oluşturmaktadır. Kaydedilen
bilgilerin, daha sonra kullanılmış olup olmamasının bir önemi yoktur. Başvuruya
konu olayda da başvurucu hakkında yürütülen bir ceza yargılaması ile bağlantılı
olarak hakkındaki derdest dava bilgisinin bilgi toplama sistemine kaydedildiği
ve bu sistemdeki kayıtların yapılan güvenlik taramaları ve adli işlemlerde
kullanılabilecek nitelikte olduğu görülmekle, söz konusu kişisel verilerin
ilgili sistemde tutulması ve belirtilen şekillerde kullanılmasının, Anayasa’nın
20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkına bir
müdahale oluşturduğu açıktır. Zira Anayasada kişisel verilerin ancak kanunda
öngörülen hallerde veya kişinin açık rızası ile işlenebileceği belirtilmiştir.
13. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesinde temel hak
ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir.
14. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki,
§ 36).
15. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da,
Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu,
öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı
tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik unsurunu
taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 8. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin
ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz. Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 95; Bykov/Rusya, B. No: 4378/02, 10/3/2009, §82).
16. Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin
yasallık şartını sağladığının kabulü için de,
müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur. Bununla birlikte,
temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var
olması yeterli değildir. Yasallık ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de
gerektirmekte olup, bu noktada yasanın niteliği önem kazanmaktadır. Yasayla sınırlama
ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini
ifade etmekte, böylece uygulayıcının keyfi davranışlarının önüne geçtiği gibi
kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta, bu yönüyle hukuk güvenliği
güvencesi sağlamaktadır (Halime Sare Aysal, B.No.
2013/1789, 11/11/2015, § 62).
17. Kanunun, bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi
için, yeterince ulaşılabilir olması, yani vatandaşların belirli bir olaya
uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye
sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfiliğe karşı uygun bir koruma
sağlaması, yeterli bir netlikte, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini
ve icra edilme biçimlerini tanımlaması gerekmektedir (Halime Sare Aysal,
§ 63; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Silver
ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B.No:
5947/72, 25/3/1983, § 86-88; Malone/Birleşik
Krallık, 2/8/1984, § 66-68; Rotaru/Romanya, § 55).
18. Somut başvuru açısından ise, söz konusu gerekliliklere,
kişisel verilerin kayıt, muhafaza ve kullanımını içeren tedbirlerin kapsamını
ve uygulanmasını düzenleyen ve özellikle, süre, stoklama, kullanım, üçüncü
kişilerin erişimi, verilerin gizliliği, bütünlüğü ve imhası konusundaki
prosedürlere ilişkin, muhataplarının yetki aşımı ve keyfiliğe karşı yeteri
kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı kuralların
belirlenmesinin temel oluşturduğu açıktır.
19. Kanunun kendisi, beraberinde getireceği idari pratiğin
dışında, yetkili makamlara bırakılan takdir yetkisinin kapsamını, söz konusu
işlemin meşru amacını da göz önünde tutarak, keyfi müdahalelere karşı bireyi
korumak için yeterince açık bir şekilde göstermelidir. Hukuk sistemi
vatandaşlara, kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde
kişisel verileri konu alan ve potansiyel olarak özel yaşama karşı tehlike
oluşturabilecek müdahalelerde bulunma yetkisi verdiğini, yeterince açık
ifadelerle gösterecek nitelikte olmalıdır (Halime
Sare Aysal,§ 64).
20. Bu kapsamda ilgili sisteme bilgilerin girilmesi, müdahaleye
temel oluşturan meşru amaçları taşıma şartına bağlı olmalı ve söz konusu yasal
düzenleme, hangi bilgilerin kayıt altına alınabileceği, hangi yetkililere
iletilebileceği, böyle bir iletimin hangi koşullarda mümkün olabileceği ve
bilginin ilgili makamlara iletilmesi hususunda izlenecek usul konusunda açık ve
ayrıntılı hükümler içermelidir. Söz konusu sisteme ilişkin düzenleme, bilgi
toplama, kaydetme ve ilgili makamlarla paylaşma veya sair şekilde kullanma
konusunda, yetkili makamlara tanıdığı takdir yetkisinin kullanılma tarzı ve
alanı bakımından, vatandaşlara yeterince öngörüde bulunma olanağı sağlamak
durumundadır.
21. Anayasa Mahkemesi idareye keyfi uygulamalara meydan
verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınmasını birçok kararında Anayasaya
aykırı görmüştür. Bu kararlarda Mahkeme, kanunun şeklen var olmasını yeterli
görmemekte, kanunun niteliğini de araştırmakta ve bu bağlamda, bir sınırlamanın
nerede başlayıp nerede bittiğinin belirtilmemesi durumunda, amacı aşan,
demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan, içeriğinin takdiri
yönetime bırakılmış sakıncalı sınırlamalar getirilmiş olacağı; içeriğinin
belirlenmesi yönetimin görüşüne bırakılan sınırlamanın yasa ile konulduğundan
söz edilemeyeceği; hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesinin belirliliği de
gerektirdiği ve belirlilik ilkesinin, ilgili yükümlülüğün hem kişiler hem de
idare yönünden belirli ve kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin
mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini
makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini
gerektirdiği ve yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, genel çerçeveyi
çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız ve belirsiz bir alanı yönetimin
düzenlemesine bırakmaması gerektiği belirtilmektedir (E. 1984/14, K. 1985/7,
K.T. 13.06.1985; E. 1987/16, K. 1988/8, K.T. 19.04.1988; E. 2010/7, K.
2011/172, K.T. 22.12.2011).
22. AİHM kararlarında da özellikle ceza davaları kapsamında,
resmi makamlar tarafından kişisel nitelikli verilerin depolanması, muhafaza
edilmesi ve kullanılmasıyla ilgili sorunlara eğilmiş ve bu kapsamda yapılan
değerlendirmelerde, uygulayıcıya sınırları belirsiz müdahale yetkisi veren
hukuki düzenlemelerin hukuk devleti ilkesiyle de çatıştığı vurgulanarak, keyfi
müdahaleleri önlemek için hukuk kuralının verdiği yetkinin amacını ve kullanım
biçimini yeterli açıklıkta belirtmiş olması zorunluluğuna işaret edilmiştir (Al Nashif/Bulgaristan,
B. No:50963/99, 20/6/2002, §§ 119-124).
23. Bununla birlikte, her ihtimale çözüm getiremeyecek olan
yasal mevzuatın gereken koruma seviyesi, büyük ölçüde, ilgili metnin
düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte, muhataplarının niteliği ve sayısıyla
yakından bağlantılıdır. Bu nedenle, kuralın karmaşık olması ya da belirli
ölçülerde soyutluk içermesi ve bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak
anlaşılabilir hale gelmesi, tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı
görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli ölçülerdeki
takdir alanını elbette uygulayıcıya sunabilir. Fakat bu takdir alanının
sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik
içermesi zaruridir (Halime Sare Aysal, § 65).
24. Bu kapsamda ilgili kanuni düzenlemenin, söz konusu sınırlamaya
ilişkin temel çerçeveyi ortaya koymakla birlikte, özellikle uygulama koşulları
ve prosedürel ayrıntıları düzenleyici işlemlere
bırakması mümkündür. Ancak bu ihtimalde de söz konusu düzenleyici işlemin, yine
muhataplarınca ulaşılabilir olması ve içeriği hakkında ilgilileri yeterince
aydınlatacak nitelik ve açıklıkta olması gerekmektedir (Halime Sare Aysal,
§ 66).
25. Başvuruya konu idari uygulama ve yargısal sürecin, 3152
sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi, 2559 sayılı Kanun’un
Ek 7. maddesi ve Bilgi Toplama Yönergesi’nin 9.
maddesi temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
26. İlgili idari ve yargısal kararlarda söz konusu uygulamanın
yasal temeli olarak gösterilen 2559 sayılı Kanun’un 7. maddesine dayanılarak
hazırlandığı belirtilen Yönerge’nin 9. maddesinin (a)
fıkrasında, maddenin (b) fıkrasında belirtilen suçları işlemiş ve yakalanmış
olan sanıklar için de suç türüne uygun bilgi formu doldurulacağı ve yakalandığı
kaydı düşülmek suretiyle sistemde muhafaza edileceği ifade edilmektedir. Yönerge'nin 10. maddesinin (b) fıkrasında, güvenlik
kuvvetlerinin kendi sorumluluk alanında el koydukları olaylarda; suç işleyen
şahsın bilgisayar sorgulamasını yapacağı, geçmişte işledikleri suç kayıtları
varsa tespit edeceği ve soruşturma evrakına yazacağı; aynı maddenin (b)
fıkrasının (2) numaralı bendinin (b) alt bendinde ise, şüpheli hakkında
Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame hazırlanıp mahkemece iddianamenin
kabulünden sonra mahkemenin “Esas”
sayısı alınmak suretiyle şahıs bilgi formu açılarak, Bilgi Toplama Programına
girişinin, programda “Hakkında İşlem
Yapılacaklar” ibaresiyle şüphelinin kaydı mevcutsa kayıt üzerinde
düzeltme işlemi yapılacağı belirtilmektedir. Kayıtların silinmesi hususunda ise
16. maddenin (b) fıkrasında, Yönerge’nin 9.
maddesinin (b) fıkrasında yazılı suç sayılan fiilleri işleyenler hakkında adli
makamlarca, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya dava
zaman aşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmiş ve kararın
kesinleşmiş olması halinde bilgi formlarının iptal edileceği belirtilmekle
birlikte, Yönerge'nin 4. maddesinde, Yönerge’nin 9. maddesinin (b) fıkrası kapsamına girmeyen
suçlardan açılan bilgi formlarının şahısların yakalanmaları halinde tasniften
çıkarılarak imha edileceği,9. maddesinin (b) fıkrası kapsamına giren suçlar
için açılan bilgi formlarının ise iptal koşulları oluştuğunda tasniften
çıkarılarak iptal evrakı ekinde arşive alınacağı düzenlenmektedir.
27. Söz konusu düzenlemeler karşısında, hakkında belirli
suçlardan ceza kovuşturması devam eden kişilere ait dava bilgilerinin ilgili
sisteme kaydının yapılacağı, belirli amaçlarla kullanılacağı, söz konusu
yargılamanın beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya
davanın ortadan kaldırılması kararlarıyla sonuçlanması durumunda bilgi
formlarının tasniften çıkarılarak iptal edileceği, ancak ilgili kayıtların
iptal evrakı ekinde arşivde muhafaza edilmeye devam edileceği anlaşılmaktadır.
28. İlgili Yönerge uyarınca genel bilgi toplama sisteminde kaydı
tutulacak unsurlar, kişileri, bazı belgeleri ve araçları kapsamaktadır.
Hakkında bilgi tutulacak kişilerin ise, Yönerge’nin
amacını düzenleyen 1. maddesi uyarınca, suç işlemesi sebebiyle aranmasına karar
verilen, kaybolan, yakalansalar dahi bazı suçları işlemiş olan ve kamu
haklarından yararlanmaları konusunda sınırlama getirilen kişiler olduğu
anlaşılmaktadır.
29. Yönerge’nin 7. maddesi ve 9.
maddesinin (a) fıkrası hükümlerine göre; hakkında arama kararı bulunmadığı veya
yakalanmış olduğu halde belirli bazı suçlardan dolayı yargılanan kişiler
hakkında da genel bilgi toplama programına bilgi kaydedilebilmektedir. Bu
suçların hangileri olduğu, Yönerge’nin 9. maddesinin
(b) fıkrasında gösterilmektedir.
30. Yönerge’nin hangi normlara dayalı
olarak düzenlendiği, “Kanuni dayanak”
başlıklı 3. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre söz konusu Yönerge, 3152 sayılı
Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve 33. maddesi, 2559
sayılı Kanun’un Ek 7. maddesi ile Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri
Yönetmeliği’nin 42. maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f)bendine dayanılarak
hazırlanmıştır.
31. 3152 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c)
bendi, İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat, Harekât ve Bilgi Toplama
Dairesi Başkanlığının görevlerini düzenlemekte ve suç işleyip ele geçmeyen
kişilerin, çalınan veya kaybedilen motorlu taşıtların, ateşli silahların,
kimliği ispata yarayan her türlü belgelerin kayıtlarını tutarak güvenlik kuvvetlerine
bildirmek, görevli kuruluşlarla ilgili kuvvetleri arasında koordinasyon
sağlamak görevini, ilgili birimin görevleri arasında saymaktadır. Bu yönüyle,
kişilere ilişkin kayıtların tutulmasına ilişkin yetkinin, suç işleyip ele
geçmeyen kişiler ile sınırlı olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda,
ilgili Yönergeye dayanak olarak gösterilen mezkur
kanun maddesinin, Yönergenin “yakalansalar
dahi bazı suçları işlemiş olan kişiler” hakkında kayıt tutulacağı
şeklindeki düzenlemesini ve bu yöndeki uygulamayı temellendirmediği
görülmektedir. 3152 sayılı Kanun’un 33. maddesinin ise, yerine getirmekle
yükümlü olduğu hizmetleri idari metinlerle düzenleme konusunda İçişleri
Bakanlığını yetkilendirdiği anlaşılmaktadır.
32. Yönergenin dayanakları arasında gösterilen ve Çoğunluk
tarafından müdahalenin kanuni dayanağı olarak kabul edilen 2559 sayılı Kanun’un
7. maddesinde ise, polisin Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
Anayasa düzenine ve genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri
alacağı, emniyet ve asayişi sağlamak üzere, ülke seviyesinde istihbarat
faaliyetlerinde bulunacağı, bu amaçla bilgi toplayacağı, değerlendireceği,
yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştıracağı, Devletin diğer istihbarat
kuruluşlarıyla işbirliği yapacağı düzenlemesine yer verildiği, bu kapsamda
genel nitelikte istihbarat yapma yetki ve görevini düzenlediği anlaşılmaktadır.
Her bir normun, hiyerarşik olarak üstünde bulunan normlara uygun olması,
yerleşmiş bir hukuk kuralıdır. Yönetmelik altı diğer düzenlemeler gibi
yönergeler de, öncelikle kanunların uygulanmasında
idareye yol göstermek üzere çıkarılır. Bu itibarla bir yönerge, ilgili Kanun
hükmünün belirlediği çerçevede kalmak ve dayandığı sınırları aşmamak
zorundadır. Bu kapsamda, 2559 sayılı Kanun’un 7. maddesinde yer alan
düzenlemenin, belirli suçlardan yargılanan kişiler hakkındaki derdest dava
bilgilerinin depolanması ve kullanılması şeklindeki başvuru konusu uygulamaya
mesnet olduğu kabul edilse dahi, düzenlemenin hangi kişilere ait ne tür bilgilerin
hangi koşullarda toplanabileceği, söz konusu bilgilerin hangi amaçlarla, ne surette kullanılabileceği ve ne kadar süreyle
saklanabileceğine dair bir belirleme içermediği görülmektedir. Bu nedenle sözkonusu düzenlemenin bu haliyle başvuruya konu müdahalenin
kanuni temelini oluşturduğu söylenemez. Yönergenin dayanakları arasında
gösterilen bir diğer düzenleme olan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri
Yönetmeliği’nin 42. maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bendi açısından da
aynı değerlendirmeler geçerlidir.
33. Yukarıda yer verilen ilgili düzenlemelerin, söz konusu
sınırlamaya ilişkin temel çerçeveyi ortaya koyarak, uygulama koşulları ve prosedürel ayrıntıları düzenleyici işlemlere bırakması
mümkün olmakla birlikte, bu ihtimalde de ilgili alt mevzuatın, yine
muhataplarınca ulaşılabilir olması ve içeriği hakkında ilgilileri yeterince
aydınlatacak nitelik ve açıklıkta olması zorunludur. Öngörülebilirlik,
belirlilik unsurlarının değerlendirilebilmesi açısından da,
ilgili düzenlemenin öncelikle muhataplarınca ulaşılabilir nitelikte olması
gerektiği tartışmasızdır.
34. Bundan başka ayrıca, konuyla bağlantılı olarak şu hususun da
belirtilmesi gerekir: İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat, Harekat ve
Bilgi Toplama Dairesi Başkanlığının Anayasa Mahkemesine hitaben gönderdiği
11/6/2015 tarihli ve 1962 sayılı yazıda; Bilgi Toplama Yönergesinin, 3152
sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve 33. maddesi,
2559 sayılı Kanun’un Ek 7 maddesi ve Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri
Yönetmeliği'nin 42. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendine dayanılarak
hazırlandığı, ancak söz konusu Yönergenin “hizmete
özel” dereceli olması nedeniyle kamuya açık olmadığının belirtildiği
görülmektedir. Bu kapsamda, belirtilen yazı ekinde gönderilen ve başvuruya konu
uygulamaya temel oluşturan Yönerge'nin, hangi
kişilere ait ne tür bilgilerin hangi koşullarda toplanabileceği, söz konusu
bilgilerin hangi amaçlarla, ne surette kullanılabileceği ve ne kadar süreyle
saklanabileceğine dair ayrıntılı düzenlemeler içerdiği görülmekle birlikte,
ilgili Yönerge'nin yayınlanmamış olduğu nazara
alındığında, söz konusu düzenlemenin kişilerin belirli bir olaya uygulanabilir
nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip
olabilmesini sağlayacak surette ulaşılabilir olma niteliğini taşımadığı
anlaşılmaktadır.
35. Bu bağlamda başvurucunun, söz konusu uygulamanın yasal
temeli olmadığı ve idari düzenlemelerle bir sınırlama öngörüldüğü noktasındaki
itirazlarının ve yargılandığı suçun Yönerge’nin 9.
maddesinin (b) fıkrasında yer alan suçlar arasında olmaması nedeniyle
müdahalenin meşru olmadığı yönündeki iddiasının da yargı mercilerince dikkate
alınmadığı anlaşılmaktadır.
36. İlgili yargı kararlarına temel alınan Yönerge’nin,
ulaşılabilirlik unsurunu da taşımadığı görülmekle, başvuruya konu müdahalenin
bu açıdan da kanunilik şartını sağlamadığı anlaşılmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerektiğini düşündüğümüzden, çoğunluğun aksi
yönündeki kararına katılmadık.
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Alparslan ALTAN
|
Üye
Erdal TERCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu hakkında, yargılandığı suçla ilgili olarak Van Emniyet
Müdürlüğü tarafından, Bilgi Toplama Yönergesi kapsamında bilgi formu
düzenlenmiştir. Başvurucunun GBT sisteminde şahsıyla ilgili kaydın silinmesi
talebi idare tarafından kabul edilmemiş, bu işleme karşı idare mahkemesinde
açtığı iptal davası da reddedilmiş ve karar kanunyolu
süreci sonunda da onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, kanuna aykırı bu uygulama
nedeniyle özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini ve masumiyet
karinesinden yararlanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
Kişiler hakkında bir suçu işlediğine veya bir suç şüphesiyle
arandığına ilişkin kayıt tutulması, kişisel veri niteliğinde bulunmaktadır.
Anayasa'nın 20/3. maddesi uyarınca;
“Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme
hakkına sahiptir. Bu hak, kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında
bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini
talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de
kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller
kanunla düzenlenir.”
Görüldüğü üzere kişisel veriler Anayasada özel hayatın gizliliği
kapsamında ele alınmış ve hukuken bu verilerin kaydedilmesinin gerektiği
hallerde de özel hayatın korunması amacıyla bazı güvencelerin sağlanması
gerektiği ifade edilmiştir. Bu anlamda, kişisel verilerin toplanması ve kayda
alınması işlemleri ancak kanunla düzenlenmeli ve bu düzenlemelerin de Anayasada
belirtilen güvenceleri temin etmesi gerekmektedir.
3152 sayılı Kanun'un 13. maddesinde yer alan, suç işleyip ele
geçmeyen kişilerle ilgili kayıt tutma yetkisinin somut olaya ilişkin olarak
kanuni temel olamayacağı hususu çoğunluk gerekçesinde de kabul edilmektedir.
Çoğunluk kararında kanuni dayanak olarak gösterilen 2559 sayılı Kanun'un Ek 7.
maddesi hükmü de Anayasa'nın 20/3. maddesinde belirtilen güvenceleri
kapsamadığı gibi, bu hususların kanun niteliğinde olmayan tali mevzuatla ilk
kez düzenlenerek uygulanması da hukuka uygun bulunmamaktadır. Sözü edilen kanun
hükmünde kimler hakkında hangi durumda ne tür bilgilerin kaydedileceği,
bunların ne maksatla kullanılacağı, kayıtların ne kadar süreyle saklanabileceği
gibi hususlar yer almamaktadır. 2559 sayılı Kanun'un Ek 7. maddesinde bahsi
geçen “emniyet ve asayişi sağlamak üzere ülke seviyesinde istihbarat
faaliyetlerinde bulunmak” ibaresi ise önleyici kolluğun alması gereken
tedbirler kapsamındaki istihbarat yetkisiyle ilgili olup, belirli bir kişiyle
ilgili olarak işlenmiş bir suç kaydının (kişisel verinin) bu kapsamda
değerlendirilmesi mümkün görülmemektedir. Bu şekliyle anılan kanun hükümlerinin
Anayasa'nın 20/3 ve 13. maddelerine aykırı bulunduğu anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, kanunun açıkça yetki vermediği durumda bir kişi
hakkındaki suç isnadının adli kayıtlardan ve yargılama süreçlerinden bağımsız
olarak kamu makamlarının kayıtlarında süresiz bir veri olarak tutulmasının
Anayasa'nın 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesini de ihlal edebileceği
ve başvurunun bu yönden de incelenmesi gerektiği düşünülmelidir.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun kişisel hakkına yapılan
müdahalenin kanuna uygun olmaması nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal
edildiği görüşünde olduğumdan, ihlal bulunmadığı yönündeki çoğunluk görüşüne
iştirak edememekteyim.