TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUKADDER AKSOY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2943)
|
|
Karar Tarihi: 14/4/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mukadder AKSOY
|
|
|
2. Deniz BAYRAKTAR
|
|
|
3. Mustafa Oğuz AKSOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; yakınlarının, hakkında bir ceza soruşturması
bulunmadığı hâlde kolluk tarafından gözaltına alınıp bu süreçte işkenceye maruz
bırakılması, gözaltında tutulduğu İl Emniyet Müdürlüğü binasında şüpheli bir
şekilde ve kamu görevlilerinin sorumluluklarını ihmal etmeleri sonucu yaşamını
yitirmesi ve akabinde bu olaya ilişkin ceza soruşturmalarının etkili
yürütülmemesi nedeniyle işkence yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/5/2013 ve 11/3/2014 tarihlerinde Samsun 1. Ağır
Ceza Mahkemesi ve Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmışlardır.
Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/5/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından, 05/06/2015 tarihinde başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. 11/3/2014 tarihinde yapılan 2014/4612 sayılı başvurunun konu
bakımından aynı nitelikte bulunması nedeniyle 2013/2943 sayılı başvuru ile
birleştirilmesine ve başvurunun bu dosya üzerinden incelenmesine karar
verilmiştir.
6. Bakanlığın 29/6/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin
önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında
görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı bilişim sistemi aracılığıyla erişilen başvuruya konu ceza
soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Mukadder Aksoy’un eşi, Deniz Bayraktar ve
Hüseyin Oğuz Aksoy'un ise babası olan A.A. 9/2/1982 tarihinde tutulduğu Samsun
Emniyet Müdürlüğünde yaşamını yitirmiştir.
9. Olay hakkında başlatılan soruşturma sonucunda Erzincan 3'ncü
Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık), 23/2/1982
tarihli ve K.1982/141 sayılı kararıyla şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Maktul A.A. hakkında 12 Eylül 1980
tarihinden önce Samsun il merkezinde gerçekleştirilen siyasi içerikli suçlardan
dolayı bir çok yargılamanın bulunduğu, kendisinin TÖB-DER İl Başkanı olduğu,
TCK 142 ve dernekler kanununa muhalefet suçlarından Ankarada
40 gün tutuklu kaldığı, ancak hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına
ilişkin karar nedeniyle serbest bırakıldığı, Samsun ilinde ''K...'' isimli bir
örgütle bağlantısı olması nedeniyle maktulün 22/1/1982 tarihinde Samsun
Sıkıyönetim Komutanlığınca gözaltına alınarak 1982/19 müteferrik sayılı evrak
üzerinden Samsun Sulh Ceza Mahkemesince tutuklandığı ve aynı gün Samsun Kapalı
Cezaevine konulduğu, tutuklama kararından sonra örgütle ilgili araştırma devam
ettiği için 4/2/1982 tarihinde 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunun 7. maddesi ve 2
.12.1981 tarihli Samsun Garnizon Komutanlığının 1981/6208 sayılı emirleri
uyarınca tekrar sorgulanmak üzere tutuklu bulunduğu cezaevinden Samsun Emniyet
Müdürlüğü sorgu odasına getirildiği, sorgu esnasında kendi el yazısı ile
ifadesinin alındığı, bu ifadeden sonra R.C. ve A.T. isimli kişilerin evlerinden
alınarak Emniyet binasına getirildikleri, bu kişilerin maktul ile aynı ortamda
olmaması için maktulün nezaret odası dışında başka bir odaya konulduğu, bu
odada uyulması gerken kuralların ve talimatların ilgililere
tebliğ edildiği, ayrıca sorgulama yerlerinin demir parmaklık olacağının
yetkililere bildirildiği, hal böyle iken ;soruşturma bürosunun geçici
nezarethanesinde kalan maktul A... A...'un 9/2/1982 sabahı nöbetçi Piyade er
B.K.'yı çağırarak tuvalet ihtiyacı olduğunu
söylediği, Piyade Er'in maktulü dışarı çıkartıp tuvalete götürdüğü esnadadiğer Piyade Er Z.K.'nın
yatmakta oldukları koğuşun parmaklık olmayan penceresini açarak içeriyi
havalandırdığı ve paspas yaptığı, tuvaletten çıkan Maktul A...'in ani bir
hareketle Piyade Er B.K.'yı iteleyerek açık olan
pencereden aniden atlamak suretiyle Emniyet Müdürlüğü bahçesinde bulunan kuruma
ait 55 ... plakalı aracın üzerine ayak üstü düştüğü, ancak hızın kesilmesi
üzerine beton zemine kafasının çarması neticesinde
beyin harabiyeti sonucu olay yerinde öldüğü, Samsun
Cumhuriyet Savcı yardımcısı ve 2 tabip tarafından baş-göğüz -karın bölgelerinin
açılması suretiyle klasik otopsi yapıldığı, cesette düşme harici her hangi bir
darp cebir ve ateşli silah yaralarına rastlanmadığı, sonuç olarak maktulün 12
Eylül sonrası kurulan 'K...Örgütünün yeniden toparlanmasına verdiği katkı
nedeniyle yakalanmış olması, emniyette vermiş olduğu ifadelerde örgüt
yandaşlarını ele vermiş olmasının kendisinde yarattığı suçluluk duygusu ve
ezikliğin etkisi ile ve yine bulunduğu katın zemine olan seviyesinden habersiz
olması nedeniyle ''kaçmak veya intihar'' için ani karar vererek camdan atlamış
olmasında, başkalarına atfı kabil kasıt, kusur veya suç unsuru tespit
edilemediğinden, 353 Sayılı kanunun 105. maddesi uyarınca ölüm olayı nedeniyle
23/2/1982 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (karar verilmiştir)."
10. Anılan karara başvurucu Mukadder Aksoy tarafından itiraz
edilmesi üzerine Erzincan 3 ncü Ordu Komutanlığı
Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme), başvurucunun ölümünü engellemek adına
gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı konusunda soruşturmanın eksik bırakıldığı
gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına karar
vermiştir.
11. Askerî Savcılık tarafından, Askerî Mahkemece eksik görülen
hususlara ilişkin olarak soruşturma genişletilmiş ve soruşturmada bu kapsamda
ifadesi alınan Samsun Emniyet Müdürlüğünden sorumlu Sıkıyönetim Müşahit Subayı
Üsteğmen H.K. ve Samsun Piyade Alay ve Garnizon Komutanı Piyade Albay K.S. ifadelerinde
ölüm olayının gerçekleştiği nezarethane ve koğuş kısmında bu konuda bir emir
olmasına rağmen olay tarihi itibarıyla demir parmaklıklar taktıramadıklarını,
olay tarihinden sonra bu eksikliğin giderildiğini, demir parmaklık takılmasının
gecikmesinin sebebinin işçi temini, soruşturmaların yoğunluğu, Samsun
Belediyesinin malzemeleri temin etmesini beklemeleri gibi hususlar olduğunu beyan etmişlerdir.
12. Askerî Savcılık,soruşturma
sonucunda yeniden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş, anılan karara
başvurucu Mukadder Aksoy'un itirazı, Askeri Mahkemenin 27/4/1982 tarihli ve
K.1982/3 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
13. Başvurucular 7/2/2012
tarihinde Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bir
dilekçe ile başvurmuş ve özetle; ölenin 1982 yılında Samsun İşitme Engelliler
Okulunda öğretmenlik yaptığını ve bu dönem içerisinde TÖB-DER (Tüm Öğretmenler
Birliği Derneği) Samsun İl Teşkilatı Başkanlığını yürüttüğünü, 1980 yılı askerî
müdahalesi sonucunda ölenin, bu başkanlık sıfatı ve siyasi sürecin etkisi ile
hakkında daha evvelden yürütülen bir soruşturma olmamasına rağmen Samsun
Emniyet Müdürlüğü görevlilerince 1982 yılı Ocak ayında gözaltına alındığını,
gözaltı süresince ölenle bir kaç kez görüşebildiklerini; gözaltında bulunan
diğer kişilerden duyduklarına göre ölenin bu süreçte işkenceye tabi tutulduğunu
9/2/1982 tarihinde Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin, ölenin sabah saat 07.00
sıralarında kendini Emniyet Müdürlüğünün 5. katından atmak suretiyle intihar
ettiğini söylediklerini, ölümün şüpheli olması ve yapılan Anayasa değişikliği
sonucunda, olayda sorumlulukları bulunduğunu düşündükleri kişilerin yargılama
sürecinin başlatılmış olması gözönüne alınarak ölüme
sebebiyet veren kurum, kuruluş ve kişilerden şikâyetçi olduklarını beyan ederek
olay hakkında yeniden suç duyurusunda bulunmuşlardır.
14. Başvurucular, söz konusu suç duyurusunu içeren şikâyet
dilekçelerinde olay hakkında bilgi ve görgüleri olduğunu ileri sürdükleri
tanıkların açık kimliklerine de yer vermişlerdir.
15. Anılan şikâyet üzerine olay tarihinde Sıkıyönetim Sorgu
Bürosunda Müşahit Subay, Emniyet Amiri ve Piyade Er olarak görev yapan kişiler
hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma sırasında,
başvurucu Mukadder Aksoy'un müşteki sıfatıyla alınan 7/2/2012 tarihli
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Cumhuriyet Başsavcılığınıza sunmuş olduğum şikâyet dilekçesi bana
aittir. Söz konusu beyanlarımı aynen tekrar ederim. Müteveffa A... A... benim eşim olur. Eşim 1982 yılında Samsun ilinde işitme
engelliler okulunda öğretmen olarak görev yapmakta iken Samsun Emniyet
Müdürlüğü tarafından 1982 yılının Ocak ayı başlarında
göz altına alınmıştır. Eşimin o dönemde adli makamlar tarafından ne ile suçlandığını
tam olarak öğrenemedik, ancak 1980 yılında yapılmış olan askeri darbeden sonra
milli güvenlik konseyinin yönetim faaliyetleri kapsamında eşim o tarihte
bildiğim kadarıyla TÖBDER (Tüm Öğretmenler Birliği Derneği) başkanlığı yapması
sebebiyle gözaltına alınmıştı. Eşim yaklaşık olarak 35 gün kadar Samsun Emniyet
Müdürlüğü binasında göz altında tutulmuştu. Bu gözaltı süresi boyunca ben
Emniyet Müdürlüğü binası içerisinde eşimle bir kaç kez
görüşebilmiştim ancak bu görüşmelerimiz aramızda 5-6 metre mesafe olduğu halde
gerçekleşiyordu. Ayrıca eşimin yanında sürekli olarak bir görevli bulunuyordu.
Bu sebeple eşim bana gözaltında işkence gördüğünü ve darp edildiğini
söyleyemiyordu. Eşim çok yorgun ve bitkin halde benim yanıma gelebiliyordu ve
benimle bu halde görüşebiliyordu. Bu gözaltı süresi sonunda eşim A...
09/02/1982 tarihinde Emniyet Müdürlüğü nezarethanesinde vefat etti. Ben Emniyet
Müdürlüğüne gittiğimde bana eşimin Emniyet Müdürlüğünün 5. katından pencereden
aşağıya atarak intihar ettiğini söylediler. Ancak bana hiç
bir görevli olayın meydana geldiği yeri göstermedi ve olayın meydana
geliş şeklini anlatmadı. Eşimin ölüsünü bana göstermediler. Ayrıca eşimin
cesedine otopsi yapıldığını söylediler, ancak ben cesede otopsi yapılıp
yapılmadığını da bilmiyorum. Çünkü otopsiye ben veya herhangi bir yakınım
katılmadı. Bana herhangi bir teşhiste yaptırılmadı. Eşimin cesedini bize teslim ettiler. Ben çok üzüldüğüm için
defnedilmeden önce eşimin cesedine de bakamadım, yani yüzünü de görmedim.
Sadece benim annem Emine Keskinsoy bu konuda çok
ısrarda bulunduğu için defnedilmeden önce eşimin cesedine bakabildi ve yüzünü
teşhis edebildi. Daha sonra eşim güvenlik görevlilerinin de
nezaretinde Çarşamba Güzpınar köyünde bulunan aile
mezarlığına defnedildi. Defin işleminden üç gün kadar sonra emniyet müdürlüğü
görevlileri beni emniyet müdürlüğüne çağırdılar. Ben Emniyet Müdürlüğüne
gittiğimde bana Erzincan Sıkıyönetim Mahkemesi Savcılığından geldiklerini beyan
eden 3 savcı benim ifademi aldılar. Ancak bu olayla ilgili olarak bana
ayrıntılı bilgi verilmedi. Bu adli soruşturmanın sonucunun ne olduğunu
bilmiyorum. Ben bu konuyla ilgili olarak bu güne kadar
her hangi bir adli makama şikayette bulunmamıştım. Ancak sadece avukatım A... G... aracılığıyla Samsun İdare Mahkemesine idare aleyhine
tazminat davası açmıştım. Ancak bu davamızda reddedilmiştir. Ben eşimin göz
altı süresince gördüğü işkenceden dolayı öldüğünü düşünüyorum. Bu konudaki
delillerimi ve bulgularımı da şikayet dilekçemde açıkca belirttim. Bu sebeple eşimin gözaltına alındığı ve
gözaltında tutulduğu tarihte Samsun Emniyet Müdürlüğü görevini yapan kişi ile
emniyet müdür yardımcılarından ve bu olaydan sorumlu diğer emniyet
görevlilerinden ayrıca, o tarihte Samsun Valisi olarak görev yapan kişiden
şikayetçiyim Bu kişilerin açık kimlik ve adreslerini
şu an bilmiyorum. Ancak savcılığınız tarafından bu kişilerin tespit edilerek
cezalandırılmalarını talep ediyorum."
16. Soruşturmada, başvurucuların ifadelerinin alınmasını talep
ettikleri tanıkların da beyanları tespit edilmiş olup tanık M.H.nin
16/10/2012 tarihli ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ben ölen A... A... ile ilgili
ilk kez ifade veriyorum. Ancak daha evvel o
tarih itibariyle TKP davası şüphelisi olduğumdan dolayı ifade verdiğimi
hatırlıyorum. Ancak benim gözaltına alındığım olayla A... A...'un
olayı birbirinden farklıdır. Ben emniyette nezarethanede yatarken A... A...'la parçalar halinde toplam 15-20 gün kaldığımı
hatırlıyorum. A... A...'la bu vesileyle tanıştım. Daha
evvelden tanımazdım.Kendisi
bana daha evvelden gözaltına alındığını, yaklaşık 1 aydır gözaltında olduğunu
söylemişti. Şubat ayının 9'unda yine akşam birlikte aynı hücrede kalıyorduk.
Yanımızda yine Ö... Ş...'te vardı. Yan tarafımızda bir
banyo vardı. Bu banyoda R... C... isimli sonradan
tanıdığım kişiye soğuk su tuttuklarını ve işkence yaptıklarını duyduk. Bu su
tabandan bizim yattığımız hücreye sızınca biz yerde yattığımız için uyandık.
Sonra sabah 06.00 gibi gelip A... A... ve Ö... Ş...'ü temizlik yapmak amacıyla hücreden çıkarttılar . Ben
hücrede tek kaldım. Saat 07.00 gibi yan odaya bir polis girdi. Ben hücrenin deliğinden takip ediyordum. Polis memuru
bir pencereyi açarak kendi kendine "şerefsiz buradan atladı" dedi. Ben
ne dediğini anlamadım. Daha sonra içeriye bir
asker geldi. Yüzü kızarık bir şekilde A... A...'unkaçtığını söyledi. Ben bir şey diyemedim. Bir
müddet sonra birlikte gittiği Ö... Ş... geldi. Ö...'e A... nerede diye sorduğumda ters istikamette bize
temizlik işi verdiler nerede olduğunu bilmiyorum dedi. Biz o ana kadar A... A...'un intihar edip etmediğini, kaçıp kaçmadığını
bilmiyorduk. Bir müddet sonra beni rütbeli bir subayın yanına götürdüler. Bu konuda ne biliyorsun diye sorunca ben de hangi
konuda deyince benim olay hakkında bilgim olmadığını anlayıp dışarı çıkarttılar.Sonra beni başka bir
hücreye götürdüler. Hücrede bulunan diğer kişiler A... A...'un
pencereden atıldığını söylediler. Ancak ben bizzat pencereden atladı mı atıldı
mı görmedim. Benim bilgim bundan ibarettir. Ayrıca ben bana yapılan
işkenceden dolayı da Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına 2012/10592 soruşturma
numarası üzerinden şikayetçi oldum. "
17. Tanık Ö.Ş.nin 16/10/2012 tarihli
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ben ölen A... A... ile ilgili ilk kez ifade veriyorum. Daha
evvel ifade vermemiştim. Ben ölen A... A...'un Töbder Samsun İl Başkanı olmasından dolayı tanıyordum. TKP
davası nedeniyle 1982 yılının 25 Ocak tarihinde gözaltına alınarak emniyette
bir hücreye konuldum. Yaklaşık 9 gün A... A... ile
aynı hücrede kaldık. A... A...'a
benim yanımda ve benim kaldığım hücrede hiç işkenceyapmadılar.
Zaten hücrede işkence yapmıyorlardı. 8 yada 9 Şubat
1982 tarihinde sabahleyin kaldığım hücreye polisler gelerek beni ve A... A...'u temizlik yapacaksınız diye götürüler. Her ikimizin
eline paspas vererek koridorları temizlememizi istediler. Başımızda herhangi
bir kimse yoktu. Biz de birimiz sağ koridorda, birimi de sol koridorda paspas
yapıyorduk. Ben bir odanın paspasını yaparken odada 2 tane takım elbise gördüm.Ancak odada kimse yoktu.
Ben de içime bir kurt düştü. Şahısların elbisesi buruda olduğu halde odada
kimsenin olmadığını görünce tekrar koridora çıkarak A...'i
aradım Ancak koridorda A... de yoktu. Ben de odalara bakarken odanın birisinin
içerisinde şu anda hayatta olmayan R... C...'yi ve A... T...'i filistin askısı dediğimiz askıda bağlı olarak gördüm.
Yanlarında da kimse yoktu. Bana herhangi bir şey söylemediler. Biz 5 katta
temizlik yapıyorduk. Bir müddet sonra biz başka bir hücreye götürüldük. Hücredeki diğer kişiler A... A...'
un 5. kattan atıldığını söylediler. Ben atılıp atılmadığı görmedim.
Bu dönem içerisinde ne ben ne de A... tutuklu
değildik. Sadece gözaltındaydık. Mahkemenin huzuruna bile çıkmamıştık. Benim
bilgim bundan ibarettir."
18. Tanık A.T.nin 5/10/2012 tarihli
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ben
ilk defa ölen A... A... ile ilgili ifade veriyorum. Daha evvel ifade vermemiştim. Ben ölen A... A... Töbder
Samsun İl başkanı olmasından dolayı tanırım. O tarihte ben de öğretmendim. 8
Şubat 1982 günü geceleyin saat 02.00 sıralarında evimden sivil polisler
tarafından alınarak kafama çuval geçirilmek suretiyle götürüldüm. 14 gün
boyunda kafamdan bu çuval çıkmadı. Ancak alındığım gece hissettiğim kadarıyla
beni bir lastik tekerin içerisine oturttular. Orada işkence gördüm. Bayıldığımı
hissettim. Kafamda çuval olduğundan dolayı ölen A... A...'u
görmedim. Ancak bir ara sesini duydum. Sesinden A...
olduğun anladım. O dönem içeresinde işkence bağırtı sesini duyuyordum. Ancak
kime yapıldığını bizzat görmüyordum. Daha sonra beni tutuklayarak cezaevine
gönderdiler. 13-14 gün sonra da A... A...'un öldüğünü
duydum. Oysaki benim emniyete götürüldüğüm tarihte ölmüş. Benim olduğum
nezarethanede dışardankonuşma sesleri duyuyordum. Seslerden bir tanesinde A...
kaçmış gibi laflar söylediler. Bunu yine nezarette yatan R...C...'ye sormuşlar. R... C... şu
anda hayatta değildir. R... C... bu olayları Amasya
Askeri Mahkemesinde anlattı. Ben de Töbder davası
olduğundan dolayı bana yapılan işkencelere ve olayların hepsini anlatmıştım.
Ben bizzat A... A...'un pencereden kaçarak ne
atladığını gördüm. Ne de kaçtığını gördüm. Benim bilgimbundan
ibarettir."
19. Tanık N.B.nin 5/10/2012 tarihli
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ben ilk (kez) ölen A... A... ile ilgili ifade veriyorum. Daha evvel ifade
vermemiştim. 1982 yılında Tekelde muhasebede çalışıyordum. 04/01/1982 tarihinde
Samsun Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alındım. Beni emniyet müdürlüğüne
götürdüler. 4 tane yan yana hücre vardı. Ben A... A...'u
o tarihlerde Töbder Başkanı olmasından dolayı
tanıyordum. Benim yattığım hücrenin bitişiğinde A... A...
tek başına kalıyordu. Ancak aramızda mesafe olduğundan dolayı sesimizi
yükselterek bazen mazgaldan konuşuyorduk. 22/01/1982 tarihinde bizi adliyeye
getirdiler. Kalabalık bir guruptuk. A... A... adliyedeki hakime" bize işkence yapıyorlar,
vücudumuzda yara bere var deyince hakimde "tutuklandıktan sonra revire
gider muayenenizi yaparsınız " dediğini hatırlıyorum. Daha
sonra bizi emniyete götürdüler. O tarihten 5 Şubata
kadar ben A... A...'u hiç görmedim. 5 Şubatta ben tutuklandım ve Cezaevine gönderildim. 8 Şubatta da A... A...'un öldüğünü
öğrendim. Ben A... A...'un pencereden atladığını ve
atıldığını görmedim. Ancak tanıdığım kadarıyla hayat dolu bir insandı. Ben
kendisiyle birebir aynı hücrede kalmadım."
20. Tanık R.K.nın
17/5/2012 tarihli ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ben olayı hatırlıyorum. Bana sormuş
olduğunuz A... A... beni kız kardeşimin eşiydi.O tarihlerde Samsun Emniyet müdürlüğünde göz altında
bulunuyordu. Bana emniyetten telefon ettiler." Enişteniz intihar etti, kendisini
attı, şu an morgda emniyet müdürlüğünegelin"
dediler. Ben Emniyet Müdürlüğünegittiğimde bir
binbaşı vardı. Cesedin morga gönderildiğini söylediler. Bunun üzerine kız
kardeşim Mukadder Aksoy'u da alarak devlet hastanesinin morguna gittik. Morg
kalabalıktı. Morga girmedim. Kız kardeşimi bırakıp ayrıldım. Ancak 4-5 gün
sonra emniyette çağrıldım. Oradaki bir binbaşı bana ne düşünüyorsundiye
sordu. Bana A...'in atladığı yeri de gösterdi.
Gösterdiği yerde yeni demir parmaklıklar yapılmıştı. Daha sonra ben bir evrak
imzaladım. Ancak evrakın ne olduğunu bilmiyorum. Muhtemelen imzaladığım evrak ceset teşhis zabtıdır.
Şu anda bana göstermiş olduğunuz ceset teşhis zabtı
bana okunmuş değildir. Ancak ben böyle bir evrak imzaladığımı hatırlıyorum.
Ayrıca teşhis tutanağında yazıldığı gibi ben cesedi görüp bu ceset kız
kardeşimin kocasına aittir deyi bir şey söylemedim. Ben cesedi de hiç görmedim.
Daha sonra cenaze askeriye eşliğinde kimse yanaştırılmadan köy mezarlığına
gömülmüş. Ben mezarlığa gitmedim. Çünkü ölenin kardeşleri de ilgileniyorlardı.
Benim bilgim bundan ibarettir."
21. Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma sonucunda 28/12/2012
tarihli ve K.2012/15046 sayılı kararıyla A.A.nın yaşamını yitirdiği olaya ilişkin etkili bir
soruşturma yapılmadığını ve ölüm olayının kamu görevlilerinin ihmâli sonucu
meydana geldiğini tespit etmiş ancak gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle
şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir.
22. Karardaki kamu görevlilerinin ihmâli sorumluluğunun olduğuna
ve ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yapılmadığına dair tespitler
şöyledir:
"...Olay tarih itibariyle Samsun Emniyet Müdürlüğünden sorumlu
olduğu anlaşılan Sıkıyönetim Müşahit Subayı şüpheli Üsteğmen H.K.'nın vermiş olduğu ifadelerde, maktul A... A...'un 12 Eylül
1980 tarihinden önce Samsun il merkezinde siyasi içerikli suçlardan hakkında
bir çok yargılamasının bulunduğunu, kendisinin TÖB-DER İl Başkanı olmasından
dolayı siyasi eylemlerde bulunmasından dolayı 22.01.1982 tarihinde Samsun Sulh
Ceza Mahkemesince tutuklanarak Samsun Kapalı Cezaevine konulduğunu, daha sonra
1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunun geçici 7. maddesine istinaden soruşturmaları
derinleştirmek için ifadesi alınmak üzere 04.01.1982 tarihinde maktul'ün Samsun Emniyet Müdürlüğüne getirilmesi
talimatının verildiğini ve devamında 09.02.1982 tarihinde maktul'ün
intihar etmek suretiyle kendisini öldürmüş olduğunu beyan ettiği anlaşılmıştır.
Tanık Sıkıyönetim Müşahit Subayı Üsteğmen H.K.'nın
bahsettiği kanunun ilgili fıkralarına göre Cezaevinden tutuklu çağırma yetkisi
verilen kişilerin aynı gün Cezaevine götürülmek yerine, günlerce Samsun Emniyet
Müdürlüğü nezarethanesinde bekletildiğini açıklayamadıkları da anlaşılmıştır.
Yine müşteki beyanları, maktulün cezaevine götürülmediği, günlerce
Samsun Emniyet Müdürlüğünde gözaltında tutulduğu ve işkence edildiği
yönündedir.
Dosyada tanık olarak dinlenen Ö.Ş., M.H.Ç. ve A.T.'nin
Savcılığımıza vermiş oldukları ifadelerinde, maktul A...in iddia edildiği gibi
bir kaç gün değil uzun süredir Emniyet Müdürlüğünde gözaltında olduğunu, yine
eşi müşteki Mukadder'in beyanında da maktul'ün hiç
cezaevinde kalmadığını, yine olay saatinde Piyade Erler Z.K. ve B.K.'nın beyanlarının aksine maktulün tuvalete gitmek için
nezaretten çıkartılmadığını, Emniyet Müdürlüğü koridorlarının temizliği ve
koridorları paspaslamaları için Ö.Ş. ile birlikte maktulün görevlendirildiğini,
maktulün paspas yaparken birden ortadan kaybolduğunu, daha sonra maktulün
kendisini aşağıya attığı söylentisini duyduklarını beyan ettikleri
anlaşılmıştır.
Şüphelilerce maktulün gözaltına alındığı tarihte Samsun Kapalı
Cezaevine konulduğu ve daha sonra ifadesine başvurulmak üzere Samsun Emniyet
Müdürlüğüne getirtildiği iddia edilmişse de;
Cumhuriyet Başsavcılığımızca Samsun Cezaevi Müdürlüğü ile yapılan yazışmada,
adı geçen maktulün olay tarihleri itibariyle hiç bir şekilde Samsun Kapalı
Cezaevinde Kaldığına dair kayıt olmadığı yönünde cevabi yazı gönderdikleri
anlaşılmıştır.
...
Olayın gerçekleştiği tarihin olağanüstü bir yönetim şeklinin hüküm
sürdüğü bir dönem olması, maktulün askeri bir suçtan gözaltına alınmamış
olmasına rağmen Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca sadece olay yeri tespit
tutanağı ve otopsi raporu düzenlenilmekle yetinildiği
ve evrakın soruşturmasının ve sonuçlandırılmasının 3. Ordu Komutanlığına bağlı
Sıkıyönetim Askeri Savcılığınca yapıldığı anlaşılmıştır.
Olay tarihi itibariyle maktul A... A...'un
askeri makamlarca sağ bir şekilde gözaltına alındığı ve gözaltının devam ettiği
bir süreçte Askeri ve Emniyet güçlerinin gözetiminde olan bir binada intihar
ederek öldüğü de maddi bir gerçekliktir.
...
Askeri Mahkemenin vermiş olduğu karar aslında yapılması gereken etkin
soruşturmanın yapılmamış olduğunu gösteren ilginç ve isabetli bir karardır.
Mahkeme ölüm olayında idarenin sorumluluğunun olup olmadığının incelenmemesini
eksik soruşturma olarak görmüş, gözaltına alınan kişilerin güvenliklerinin
neden sağlayamadıklarının, intihara meyilli kişilerle ilgili ne gibi çalışmalar
yapıldığının da araştırılmasını istemiştir.
Her ne kadar Askeri Mahkeme bu eksik yönlerin araştırılmasını yine aynı
soruşturmayı yapan Askeri Savcılıktan istemişse de,
Askeri Savcılık sadece maktulün bulunduğu yerdeki pencerelere olay tarihi
itibariyle demir parmaklıklar takılmadığını tespit etmiş, ayrıca Samsun
Cezaevinde tutuklu olarak bulunduğu iddia edilen maktulün Samsun Emniyet
Müdürlüğünde gözaltında bulunma gerekçesini araştırdığı, bunun dışında başka
bir işlem yapmadığıanlaşılmıştır.
Askeri savcılıkça intihara yönelik iddialar suçluluk psikolojisi veya
kaçma güdüsü olarak izah edilmeye çalışılarak aynı gerekçelerle yeniden
kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği anlaşılmıştır.
Yine verilen bu karar üzerine 3 ncü Ordu
Komutanlığı Askeri Mahkemesi genişletilmesini istediği Kovuşturmaya yer
olmadığına ilişkin kararı bu kez onamıştır.
...
Askeri mahkemenin vermiş olduğu son kararda intihar olayında sorumlular
olduğunu ancak bu sorumluların şikayet konusu
yapılmaması ve Askeri Savcılıkça da resen yürütülen bir soruşturma olmadığı
için kendilerince yapılacak bir işlem olmadığının dile getirilmiş olduğu da bir
gerçekliktir. Bu aşamada Askeri Savcılığın etkin soruşturma ile sorumlulara
yönelik bir çaba sarfetmediği anlaşıldığı gibi, olay
tarihinden sonra maktul vekilleri tarafından da yeniden bir suç duyursunda bulunmadığı müşteki tarafından verilen
evraklardan ve soruşturma evrakları içeriğindenanlaşılmıştır.
Soruşturma konusu intihar olayında AİHM içtihatları kapsamında
sorumluların cezalandırılmalarına yönelik etkin soruşturmanın tam olarak
yapılamaması yanında, dosyada ifadeleri alınan Samsun Garnizon Komutanı ile
Samsun Emniyet Müdürlüğü Sıkıyönetim Müşahit Subayı Üsteğmen H.K.'nın ifaderinde, koğuşa bu konuda
emir olmasına rağmen parmaklık taktıramadıklarını beyan etmeleri ve maktulün
intihar edebileceğini de düşünebilmeleri gerekirken gerekli önlemleri almamanın
da sorumluluk doğuracağı aşikardır.
...
Müştekiler tarafından her ne kadar maktul A... A...'un
uzun süreli gözaltı süresince kendisine işkence yapıldığı iddia edilmişse de
dosyada alınan ifade tutanakları ve sistematik otopsi raporuna göre maktule
resmi görevlilerce işkence yapıldığına dair delil elde edilemediğinden bu
konuda kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verme gereği hasıl
olmuştur.
Maktul A... A...'un Askeri yönetimin hüküm
sürdüğü ve 45 güne kadar gözaltı süresi verildiği bir süreçte gözaltına
alındığı. mahkeme kararlarına göre tutuklanıp Samsun Kapalı Cezaevine konulmuş
olmasına rağmen yeniden ifadesi alınmak üzere Sıkıyönetim Komutanı veya Askeri Savclığın emri olmadan Samsun Emniyet Müdürlüğü binasının
nezarethanesinde günlerce tutulduğu ve tanık ifadelerine göre temizlik
işlerinde bile kullanıldığı ve delilden süpheliye
ulaşmak yerine şüpheliden delillere ulaşıldığı bir ortamda sağlıklı bir şekilde
bir nevi yetkililerin zimmetinde olan maktulün olay tarihinden yaklaşık 1 yıl
evvel verilmiş talimatlar olmasına rağmen nezarethane ve koğuş olarak
kullanılan pencereye demir parmaklık takılmaması nedeniyle yine iddiaya göre
yüksekten atlayarak intihar etmesi yetkililerin sorumluluğunu doğurmaktadır.
Askeri ve emniyet mensuplarının ifadelerine göre, olay gecesi maktulün
arkadaşlarını ihbar ettiği ve bu nedenle suçluluk duyduğu gözlemlendiği ifade
edilmiş olmasına rağmen bu konuda intiharı engellemeye yönelik bir girişimde
bulunmamaları, sorgulamasının tamamlandığı dile getirilen maktulün gerektiğinde
tekrar Samsun Cezaevine götürerek intihar olayının oluşumunu
engelleyebilecekleri mümkünken bu davranışda
bulunmamaları da sorumluluk gerektiren davranışlardandır..."
23. Başvurucular Mukadder Aksoy ve Deniz Bayraktar'ın bu karara
24/1/2013 tarihinde itirazı, Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesinin 18/3/2013 tarihli
ve 2013/308 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucu Hüseyin Oğuz Aksoy'un anılan
karardan daha sonradan haberdar olması nedeniyle 2/12/2013 tarihindeki itirazı
ise 30/12/2013 tarihli ve 2013/1524 Değişik İş sayılı kararıyla -incelenen
evrak kapsamına göre- kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle
reddedilmiştir.
24. Anılan nihai karar, başvurucular Mukadder Aksoy ve Deniz
Bayraktar'a 8/4/2013 tarihinde, başvurucu Hüseyin Oğuz Aksoy'a ise 13/2/2014
tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular otuz günlük yasal süresi içinde
6/5/2013 ve 7/3/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
25. Anayasa’nın geçici 15. maddesi şöyledir:
“12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre
içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı
Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde
kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa
eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında
cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla
herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.
Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve
görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve
uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.
”
26. 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102. ve
104. maddeleri şöyledir:
“Madde 102 - Kanunda
başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku
amme davası:
1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed
ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını
müstelzim cürümlerde on beş sene,
3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden
ziyade hapis yahud hidematı
ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini
müstelzim cürümlerde on sene,
4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı
ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim
cürümlerde beş sene,
5 - Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz liradan ziyade hafif para
cezasını müstelzim fiillerde iki sene,
6 - Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında
yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed
yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim
cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru
zamanı yoktur.
Madde 104 - Hukuku
amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda
maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan
karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden
itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan
itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci
maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı
müddetten fazla uzatamaz.”
27. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
"Zaman bakımından uygulama"
kenar başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 14/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
29. Başvurucular;
i. Yakınlarının, 1982 yılının Ocak ayında hakkında bir ceza
soruşturması bulunmamasına rağmen gözaltına alındığını 21/1/1982 tarihinde ise
Mahkemece tutuklandığını ancak herhangi bir tutukevine gönderilmeyerek Samsun
İl Emniyet Müdürlüğünde kanuna aykırı olarak tutulmaya devam edildiğini, bu
süreçte kendisine kendisine işkence yapıldığını,
ardından 9/2/1982 tarihinde intihar ettiğinin bildirildiğini, ölümün intihar
sonucunda gerçekleştiği hususunda ciddi şüphelerinin bulunduğunu, cesedinin
kendilerine gösterilmediğini, cesede ilişkin teşhis işlemi yapılmaksızın defin
işleminin gerçekleştirildiğini; ölümün intihar sonucu gerçekleştiği kabul
edilse bile sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan yakınlarının, devletin
gözetiminde olduğu sırada yaşamını yitirdiğini, bu durumun yetkililer
tarafından yaşamını koruma adına gerekli önlemlerin alınmadığını gösterdiğini,
ayrıca ölüm olayını aydınlatmaya yönelik etkili bir soruşturma yürütülmediğini,
ii. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile
yakınlarının ölümünde kusurlu olanların cezalandırılabilmesinin önünün
açıldığını belirterek yaptıkları şikâyet nedeniyle yürütülen ceza
soruşturmasında Cumhuriyet Başsavcılığınca etkili bir soruşturma yürütülmemesi
suretiyle yakınlarına işkence yapıldığına dair yeterli delile ulaşılamadığının
tespit edildiğini, olayın aydınlatılması için tanıkların dinlenilmemesi ve ölüm
olayının hemen ardından eksik şekilde düzenlenen otopsi raporundaki tespitlerin
doğru olduğu kabul edilerek yeniden otopsi yapılması yönündeki taleplerinin reddedilmesi
gibi nedenlerle maddi gerçeğe ulaşmak için gerekli olan işlemlerin
yapılmadığını, dolayısıyla yakınlarının işkence suretiyle öldürüldüğünün kabulü
gerekirken şüphelilerin taksirli davranışı sonucu öldüğünün kabulü ile
şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar
verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek Anayasanın 17. ve 36.
maddelerinde güvence altına alınan yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; yeniden soruşturma yapılması ve manevi tazminat
taleplerinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların, yakınlarının işkenceye maruz
kaldığı ve tutulduğu Emniyet Müdürlüğü binasında şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiğiiddiaları ile başvuruya konu soruşturma
kapsamından elde edilen bilgi ve belgeler, Anayasa'nın 17. maddesinin maddi
boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda değerlendirme yapılmasına imkân
sağlayacak nitelikte kanıt unsuru içermemektedir.
31. Bu şartlar altında başvurucuların, devletin Anayasa'nın 17.
maddesinde yer alan negatif yükümlülüklerini yerine getirmediği iddialarının
sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi ancak devletin bu iddiaları etkili
soruşturma yükümlülüğünü gerektiği gibi yerine getirip getirmediğinin tespiti
ile mümkün olabileceğinden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence yasağı ve yaşam
hakkının usul boyutu ile sınırlı olarak yapılması gerekli ve yeterli
görülmüştür.
1. Olaya İlişkin
Yürütülen İlk Soruşturma Yönünden
32. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler.”
33. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvuruları inceleyebilir. Bu açık düzenleme karşısında, anılan tarihten önce
kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının
genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
34. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak
belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra
gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru olarak tespit etmek
gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği
iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Blečić/Hırvatistan,
[BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006, §§ 77-82).
35. Başvurucular; 1982 yılında kolluk tarafından gözaltına
alınan yakınlarının, bu süreçte işkenceye maruz bırakıldığını, akabinde
devletin gözetimi altında tutulmaya devam edilmekte iken yaşamını yitirdiğini,
o tarihte olaya ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkili yapılmayıp olayda
sorumlulukları bulunan kamu görevlilerinin cezasız bırakıldıklarını ileri
sürmüşlerdir.
36. Bir kamu görevlisi, yürüttüğü görevin sağlamış olduğu nüfuzu
kötüye kullanmak suretiyle kişilerin yaşamına ya da maddi veya manevi
bütünlüğüne yönelik bir davranışla suçlandığı takdirde hiçbir zaman cezasız
bırakılmamalıdır. Bu tür suçlamalar dava veya ceza zamanaşımına uğratılarak
hükümsüz bırakılmamalı ve böyle davalarda af veya bağışlama gibi koruyucu
önlemlerin alınmasına izin verilmemelidir (Zeycan
Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566,
10/12/2015, § 33; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tuna/Türkiye, B. No: 22339/03, 19/1/2010,
§ 71).
37. Bu açıklamalardan ihlal iddiasıyla ilgili olarak hiçbir
sınırlama olmaksızın sonsuza kadar Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
yapılabileceği sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Mahkeme, hukuk güvenliği
ilkesinin bir sonucu olarak zaman bakımından yetkisinin sınırlarını kesin
olarak belirlemek zorundadır (Zeycan Yedigöl, § 34; benzer yöndeki AİHM kararı için
bkz. Šilih/Slovenya [BD], B. No: 714630/1, 9/4/2009,
§§ 148-163).
38. Bu kapsamda kural olarak somut olaydaki gibi bir kamu
görevlisinin, yürüttüğü görevin sağlamış olduğu nüfuzu kötüye kullanmak ya da
ihmal suretiyle kişilerin yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik
bir davranışta bulunduğu ve bu olaya ilişkin etkili bir soruşturma
yapılmadığına ilişkin başvurular yönünden de soruşturmayı sonlandıran kararın
kesinleştiği tarihin, Mahkemenin zaman bakımından yetkisini belirleyen tarihten
önce mi yoksa sonra mı olduğunun tespit edilmesi gerekir.
39. Somut olayda yürütülen ilk soruşturma sonucunda verilen
karar, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önce
27/4/1982 tarihinde kesinleşmiştir (bkz. § 12).
40. Açıklanan nedenlerle bireysel başvuruların incelenmeye
başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşen karara
ilişkin bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe
katılmamıştır.
2. Olaya İlişkin
Yürütülen Son Soruşturma Yönünden
41. Başvurucular, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği
nedeniyle 2012 yılında aynı konuda Cumhuriyet Başsavcılığına yaptıkları başvuru
sonucunda yürütülen soruşturmada, etkili bir soruşturma yürütülmeyerek dava
zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiylekovuşturmaya
yer olmadığına dair karar verildiğini ileri sürmüşlerdir.
42. Bireysel başvuruya konu ikinci ve son soruşturma, ilk
soruşturmadan farklı olarak Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki
sınırları içinde 18/3/2013 tarihinde kesinleşmiştir (bkz. § 23). Bu durumda
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkili olmadığı bir tarihte kesinleşen
işlemlere karşı sonradan yapılan “yargılamanın
yenilenmesi talebi” veya “yeniden
suç duyurusunda bulunma” gibi girişimlerin bireysel başvuru hakkını
canlandırıp canlandırmayacağı konusunun açıklığa kavuşturulması gerekir.
43. Anayasa Mahkemesine göre daha önce başvurulduğu ve
reddedildiği için başarılı olunmayacağı belli olan başvuru yoluna, yeni bir
delil ileri sürmeksizin bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih
olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden sonra tekrar başvurulması sonucu verilen
ret kararı üzerine yapılan bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi kapsamında olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir (İbrahim Oğuz Yapar, B. No: 2012/829,
5/3/2013, § 32).
44. Diğer taraftan kesinleşmiş yargı kararlarına karşı kararın
esasını etkileyecek yeni bir durumla karşılaşılması hâlinde yargı mercilerine
yeniden başvurmak mümkündür. Bu başvurular neticesinde yargı mercilerince
verilen kararların bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşınmasının
önünde de bir engel bulunmamaktadır. Ancak bu başvuru sonucu yapılacak inceleme
kesinleşmiş karara ilişkin olmayıp sadece ortaya çıkan yeni durum hakkında
verilen kararın "münhasıran"
bir hak ihlali oluşturup oluşturmadığı ile sınırlı olacaktır (Zeycan Yedigöl, §
34).
45. Somut olayda başvurucular, Anayasa’nın geçici 15. maddesinin
yürürlükten kaldırılmasına vurgu yaparak soruşturmanın yeniden yürütülmesi ve
önceki soruşturma sırasında toplanmadığını ileri sürdükleri birtakım delillerin
toplanması talebinde bulunmuşlardır. Cumhuriyet Başsavcılığı, talepleri
doğrultusunda başvurucular tarafından gösterilen tanıkları dinlemiş, önceki
soruşturma dosyasını da inceleyerek bu soruşturma sırasında eksik bırakılan
hususları tespit etmiş, ancak olaya ilişkin dava zamanaşımı süresinin dolmasını
gerekçe göstererek şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.
46. Bu durumda somut olayda başvurucuların daha önce
başvurulduğu ve reddedildiği için başarılı olunamayacağı belli olan bir başvuru
yoluna yeni bir delil ileri sürmeksizin yeniden başvurduklarından söz
edilemeyecek olup Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucuların talepleri
doğrultusunda olayın tanıkları olduklarını ileri sürdükleri kişileri dinlemesi
sonucu ortaya çıkan bu yeni durum hakkında verilen kararın "münhasıran" bir hak ihlali oluşturup
oluşturmadığının incelenmesi gerekmektedir.
47. Öncelikle belirtilmelidir ki dava zamanaşımı, belli
koşulların gerçekleşmesi hâlinde devletin cezalandırma hakkından vazgeçmesidir.
Zamanaşımı süresinin dolduğunun kabulü hâlinde şüpheliler iddiaları kabul
etseler dahi yargılanmaları mümkün olmayacaktır. Böyle bir durumda,
zamanaşımına uğrayan bir soruşturma dosyasına sunulan delillerin, yeni olsalar
da Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından araştırılması veya değerlendirilmesi
beklenemez (Zeycan Yedigöl,
§ 39).
48. Öte yandan dosyaya sunulan yeni delillerin zamanaşımı
süresini etkileyecek veya soruşturmayı yeniden başlatacak nitelikte olması
hâlinde bu durumun dikkate alınması gerekir (Zeycan
Yedigöl, § 40).
49. Başvurucular, Anayasa’nın geçici 15. maddesinin yürürlükten
kaldırılması nedeniyle olayda sorumlulukları bulunduğunu düşündükleri kişilerin
yargılama sürecinin başlatılmış olduğunu ileri sürmüş ve ölüme sebebiyet veren
kurum, kuruluş ve kişilerden şikâyetçi olduklarını beyan ederek sorumluların
cezalandırılması talebinde bulunmuşlardır.
50. Cumhuriyet Başsavcılığı, zamanaşımına uğrayan soruşturma
dosyasına sunulan delilleri toplayıp bu delilleri önceki soruşturma dosyasında
elde edilen delillerle birlikte değerlendirerek, başvurucuların yakınlarının
yaşamını yitirmesinde kamu görevlilerinin ihmali düzeyde sorumluluklarının
bulunduğu ile Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı
23/9/2012 tarihinden önce kesinleşen bu olaya ilişkin soruşturmanın etkili
yürütülmediği sonucuna varmış, ancak isnat olunan suçlara ilişkin dava
zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar vermiştir.
51. Cumhuriyet Başsavcılığının bireysel başvuruya konu
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında, şüphelilerin Anayasa’nın
yürürlükten kaldırılan geçici 15. maddesinin koruması altında olduklarından
bahsedilmemiş olup Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı olağan seyrinde
sürdürerek dava zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle sonuçlandırmıştır. Geçici
15. maddenin “12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi” sonrasında oluşturulan hükümetin
veya meclisin karar ve tasarruflarını yerine getiren kişi ve organları güvence
altına aldığı, kamu görevlilerine işledikleri kişisel suçlar bakımından koruma
sağlamadığı görülmektedir (Zeycan Yedigöl, § 71). Öte yandan başvurucular
tarafından ortaya konulan yeni argümanların ve Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından toplanan delillerin, soruşturma öncesinde gerçekleşen dava
zamanaşımını ortadan kaldıramayacağı ve geçici 15. maddenin yürürlükten
kaldırılmasının da bu durumu değiştirmeyeceğinin kabulü gerekir.
52. Bu çerçevede 7/2/2012 tarihli şikâyet üzerine yürütülen
soruşturma sonucunda iddiaların gerçekliğinin tespitinin ve sorumluların
belirlenerek etkili bir şekilde cezalandırılmalarının sağlanamamış olmasında,
iddia edilen olay tarihi ile ikinci soruşturmanın başlatıldığı tarih arasında
geçen 30 yıllık sürenin etkili olduğu kuşkusuzdur. Anılan süre zarfında
başvurucuların, iddialarını, gösterdikleri yeni deliller ile birlikte etkili
soruşturma yürütülmesinin mümkün olduğu bir dönemde, üstelik bu konuda herhangi
bir engelleyici durum da söz konusu olmamasına rağmen soruşturma makamlarının
önüne taşımamış olmasından soruşturma makamlarının sorumlu tutulması ve
dolayısıyla etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğinin kabul edilmesi
mümkün değildir (Aynı yöndeki karar için bkz. Alirıza
Aksoy, B. No: 2013/4836, 9/3/2016, § 26).
53. Bu itibarla soruşturmada, olaya ilişkin bazı tanık
ifadelerinin alınması ve önceki soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelerin bu
ifadeler ile birlikte değerlendirilmesi, kesinleşmiş kararın esasını
etkileyebilecek yeni bir durum meydana getirmiş ve bu nedenle soruşturma,
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında değerlendirilmiş ise
de başvuruya konu soruşturmanın ve bu soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararının, ortaya çıkan bu yeni durum hakkında "münhasıran" bir hak ihlali
oluşturmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.
54. Açıklanan nedenlerle açık ve görünür bir ihlal
bulunmadığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe
katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Olay hakkında yürütülen ilk soruşturmada işkence yasağı ve
yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Olay hakkında yürütülen son soruşturmada işkence yasağı ve
yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
14/4/2016 tarihinde Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucular, 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde güvenlik
güçlerince gözaltına alınan ve gözaltında iken pencereden atlayarak intihar
ettiği söylenen yakınlarının şüpheli bir biçimde ve kamu görevlilerinin ihmali
sonucu öldüğü iddiasıyla, yeniden soruşturma yapılması, olmadığı takdirde
manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuşlardır.
2. Olay hakkında zamanında yapılan soruşturma Erzincan 3. Ordu
ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının 23/2/1982 tarihli ve K.1982/141
sayılı kararıyla şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığı şeklinde
sonuçlanmıştır. İtiraz üzerine Erzincan 3.Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi,
başvurucuların yakının ölümünü engellemek için gerekli önlemlerin alınıp
alınmadığı konusunda soruşturmanın eksik bırakıldığı gerekçesiyle kovuşturmaya
yer olmadığına dair Askeri savcılık kararını kaldırmıştır. Ancak askeri
savcılık, soruşturma sonucunda yeniden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
vermiş, başvurucular tarafından yapılan itiraz da Askeri mahkemenin 27/4/1982
tarihli ve 1982/3 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
3. Başvurucular, 7/2/2012 tarihinde Samsun Cumhuriyet
Başsavcılığına bir dilekçe ile başvurarak 1982 yılında meydana gelen şüpheli
ölüm olayı hakkında tekrar suç duyurusunda bulunmuşlardır.
4. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı konuyu gerçekten etkili bir
şekilde soruşturmuş ve aradan geçen uzun zamana rağmen tanıkları dinleyerek,
başvurucuların yakınının ölümünün kamu görevlilerinin ihmali sonucu meydana
geldiğini tespit etmiş, ancak gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle şüpheliler
hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vermiştir.
Başsavcılığın 28/12/2012 tarihli ve K.2012/15046 sayılı kararı başvuruculara
tebliğ edilmekle, süresi içinde Anayasa Mahkemesine başvuru yapılmıştır.
5. Başvuru, Anayasa’nın 17. maddesinde belirtilen işkence ve
kötü muamele yasağının ve yaşam hakkının usuli
boyutunun ihlal edilip edilmediği yönünden incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi
İkinci Bölümü, bu inceleme sonucunda olaya ilişkin 1982 yılında yapılan
soruşturma bakımından başvurunun zaman bakımından kabul edilemez olduğuna, olay
hakkında yapılan ve 28/12/2012 tarihinde sonuçlanan soruşturma bakımından ise
başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir. Aşağıda açıklanan
nedenlerle Bölüm çoğunluğuna katılmamaktayım.
6. Başvuruya konu olan olayların incelenmesinden önce, 12 Eylül
1980 askeri darbesi döneminin yüzlerce kişinin işkenceyle öldürüldüğü,
binlercesinin sakat bırakıldığı, onbinlerce
vatandaşın işinden atıldığı, yüzbinlerce kişinin fişlendiği bir dönem olduğunu
hatırda tutmak gerekir. Askeri müdahalenin liderinin “Asmayalım da besleyelim mi” ve “Bir soldan bir sağdan astık” gibi, tarihe geçen sözleriyle
hatırlanan bu dönem, hukukun tam anlamıyla geçersiz hale geldiği bir dönemdir.
Bu dönemde gözaltına alınan bir kişinin işkenceye uğraması hatta gözaltında
öldürülmesi olasılığı göz ardı edilebilecek bir husus değildir. Nitekim olayda
kamu görevlilerin ihmalinden kaynaklanan kamu gücü sorumluluğu, yıllar sonra
yapılan soruşturma ile ortaya çıkarılabilmiştir.
7. Başvurucuların yakınının ölümü olayı ile ilgili olarak 1982
yılından 2012 yılına kadar yani zamanaşımı süresinin dolmasından önceki
yıllarda her hangi bir etkili soruşturma yapılamamış
olması tesadüfi değildir. 12 Eylül 1980 askeri darbe döneminden Anayasalı
demokratik düzene tedrici geçiş yılları olan ve askeri darbe liderinin
Cumhurbaşkanlığını sürdürdüğü 1989’a kadar aynı kadroların görevde kalması ve
devlet yönetimine hakim olan cezasızlık kültürü nedeniyle, çok somut delillere
dayalı ve inkarı mümkün olmayan işkence ve öldürme olayları için yürütülen az
sayıdaki soruşturma ve kovuşturmalar dışında, yapılan gözaltında öldürme,
yargısız infaz ve işkencelerin çok büyük çoğunluğu hakkında yargısal işlem
yapılmamış veya yapılamamıştır. Başvurucuların da bu kapsamda mağdur olan ve
hakkını arayamayan kişilerden olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle ilk kez
etkili soruşturma olanağı 2012 yılında elde edilmiş ve gereği yapılmıştır.
8. Hemen belirtmek gerekir ki Geçici 15. madde 12 Eylül
döneminde işlenmiş işkence ve kötü muamele suçlarının soruşturulmasını veya
kovuşturulmasını engelleyen bir madde değildir. Ancak yukarıda değindiğimiz
cezasızlık kültürü ve başvuru konusu olayda çok açık görülebilen, kamu
görevlilerinin yargılanmasında karşılaşılan direnç, Geçici 15. maddenin bir
yargılama engeli olduğu şeklinde toplumda bir algı yerleşmesine yol açmış ve bu
algı da yargılanabilecek kişilerin işine gelmiştir.
9. Öte yandan şunu da belirtmek gerekir ki, olayda failler yönünden
zamanaşımı bulunması, bir temel hak ihlali olarak otuz yıl önce meydana gelen
işkence eyleminin etkili soruşturma incelemesi yönünden Anayasa Mahkemesinin
yetkisi kapsamına girmediği anlamına gelmemektedir.
10. Bu dosyada incelenenin, otuz yıldan fazla zaman önce vuku
bulan olayın maddi boyutu olmadığı açıktır. Ancak 1982 yılında yapılan
soruşturmalarda tanıklar dinlenmemiş, gerçekleri ortaya çıkartmak için gereken
özen gösterilmemiş, adeta suçluların kayırılması ve olayın üstünün örtülmesi
için gayret sarf edilmiştir. Başka bir ifadeyle, kamu
gücünün tamamen keyfi davranması olgusundan söz edilebilir.
11. Başvurucuların 2010 yılında gerçekleştirilen ve 12 Eylül
2010 referandumuyla kabul edilen Anayasa değişiklikleri kapsamında Geçici 15.
maddenin kaldırılması üzerine yeni bir girişimde bulundukları anlaşılmaktadır.
Başvurucu, Anayasa’nın Geçici madde 15'inin kaldırılması sonucu 12 Eylül 1980
darbe döneminin yargılanması için yeni ve farklı bir hukuki durum yaratıldığını
düşünmekte haksız değildir. Zira bu bağlamda:
a) 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin başı ve 7. Cumhurbaşkanı
Kenen Evren ve komuta kademesi hakkında 8 Nisan 2011 tarihinde Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma açılmış,
b) 10 Ocak 2012 tarihinde iddianame Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesince
kabul edilmiş,
c) Mahkemenin 6 Nisan 2012 tarihli ara kararıyla:
- Başbakanlık, TBMM, CHP,
MHP, DİSK, HAK-İŞ gibi kurum ve kuruluşlar ile birlikte, gözaltında iken
kaybolan bazı kişilerin yakınlarının davaya müdahil olarak kabulüne,
-İşkence iddialarıyla ilgili suç duyurusunda bulunulmasına karar
verilmiştir.
12. Kenen Evren’in, yargılamanın Anayasaya aykırı olduğu
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 13.2.2013 tarihinde yaptığı Bireysel Başvuru,
Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 25.6.2014 tarihli ve 2013/1276 sayılı
kararı ile “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle reddedilmiştir.
13. Kenan Evren ve Komuta Kademesinden hayatta olan diğer sanık
Tahsin Şahinkaya, yargılamayı yapan 12. Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması
üzerine davaya bakan Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesince 18.6.2014 günü açıklanan
kararla, müebbet hapse mahkum edilmişlerdir.
14. Karar sanıklarca temyiz edilmiş; ancak temyiz safhasında,
önce Kenen Evren’in bilahare de Tahsin Şahinkaya’nın vefat etmeleri nedeniyle
dava düşmüştür.
15. Sonuç olarak, Geçici 15. Maddenin kaldırılması konusunda
toplumda ve siyasi partiler arasında tam bir oybirliği olmasının, siyaseten 12
Eylül darbe dönemiyle hukuki yollarla da hesaplaşılması yolunda kamuoyunda
güçlü beklentiler yaratılmasının da gösterdiği gibi, 12 Eylül darbe dönemi
suçlarına ilişkin genel olarak o dönemlerde etkili soruşturma yapılmadığı
hususunda tüm kamuoyunda ve devlet kurumlarında görüş birliği bulunmaktadır.
16. Olayda suçlular Devletin zamanında etkili soruşturma
yapmaması nedeniyle zamanaşımından yararlanmışlar ve cezasız kalmışlardır.
Devlet, yaşam hakkını korumak için etkili bir ceza sistemi oluşturmak ve bunu
uygulamak zorundadır. Etkin ve adil soruşturmanın ve kovuşturmanın geçerli
olmadığı koşullarda zamanaşımı sürelerinin çok kısa olması devletin en temel
görevlerinden olan adaletin tecellisini engeller. Gerçekten de 765 sayılı Türk
Ceza Kanunundaki zamanaşımı sürelerinin çok kısa olduğunu gören yasa koyucu, bu
durumu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile önemli ölçüde düzeltmiştir.
17. 1980 döneminde etkili bir şekilde soruşturulması gereken
ancak soruşturulmayan en azından ihmali olanların yargılanması sağlanmayan ölüm
olayında başvurucuların, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan temel
haklarının usuli boyutunun ihlal edildiğini ve
ihlalin başvuru tarihi itibariyle devam ettiğinin kabulü gerekir.
18. Anayasa Mahkemesi de özel bir kişinin saldırısı sonucu sakat
kalan başvurucunun, failin zamanaşımı nedeniyle cezasız kalmasından dolayı
Anayasanın 17. maddesinde yer alan haklarının ihlal edildiğine ve bu nedenle
başvurucuya tazminat verilmesine hükmetmiştir (Tuncay Alemdaroğlu, 2012/827,
15/10/2014). Etkin ve süratli bir soruşturma ve kovuşturma yapamadığı için
failin zamanaşımı nedeniyle cezasız kalması olayında özel bir şahıs tarafından
vücut bütünlüğü ihlal edilen kişinin temel haklarının korunmasında devletin
sorumluluğu kabul edildiğine göre, kamu görevlilerinin etkin soruşturulamaması
ve kovuşturulamaması ve sonuçta zamanaşımından yararlanarak cezasız kalmasında
ihlalin varlığının evleviyetle kabulü gerekir.
19. Olağanüstü koşulların hüküm sürdüğü bir dönemin hesabının
sorulması için kararlılık ifade eden söylem, işlem ve eylemlerin başlatıldığı
bir dönemde, daha evvel sonuç vermemiş olan ve etkili olmayacağı yolunda
kuvvetli belirtiler bulunan bir yolun otuz yıl sonra bile olsa tekrar denenmesi
haklı ve meşru bir hak arama yolu olup, başvurucular zamanaşımı dolmadan önce
her yıl yeniden suç duyurusunda bulunmayı denememekten sorumlu tutulamazlar.
Suç duyurusunu ileride etkin soruşturma ihtimali yüksek olan veya öyle görünen
bir dönemde tekrar yapabilmek ümidiyle uzun bir süre sessiz kalan başvurucunun,
konuyu takipten vazgeçtiği veya gerekli özeni göstermediği sonucu çıkarılamaz.
Bu nedenle, başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmelidir.
20. Başvurucunun bu güne kadar elde
edemediği giderimin nasıl sağlanabileceğine gelince, başka yolla giderim
sağlanması artık mümkün olmayan başvurucuya talebi doğrultusunda manevi
tazminat ödenmesi gerekir.
21. Başvurunun kabulü halinde, Türkiye’nin karanlık bir
dönemiyle yüzleşmesi, hukuk devletine yaraşır şekilde, başvurucu ve benzer
durumdaki diğer kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesiyle geç de olsa
gerçekleştirilebilecekti. Başvurunun reddi, adil ve hakkaniyete uygun olan bu imkanın kaçırılmasına yol açmıştır. Bu nedenle hukuken
olduğu kadar yerindelik yönünden de doğru bulmadığım karara katılmamaktayım.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|