TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
ENGİN DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2947)
|
|
Karar Tarihi:17/12/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 12/2/2016-29622
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Engin DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehdi ÖZDEMİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru; başvurucunun kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti faaliyetlerinde
bulunması nedeniyle tutuklandığı, somut gerekçelere dayandırılmadan
tutukluluğun devamına karar verildiği ve görevsizlik itirazının incelenmemesi
nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru 2/4/2013 tarihinde Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 17/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
6. İkinci Bölüm tarafından 1/12/2015 tarihinde yapılan
toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula
sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu
BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) üyesi olup Parti Tüzüğü’nün 81. maddesi
gereğince Parti Merkez Yönetim Kurulu kararıyla merkezî eğitim komisyonu üyesi
olarak görevlendirilmiştir.
9.
Başvurucu, silahlı terör örgütünü yönetmek suçunu işlediği iddiasıyla 28/1/2012
tarihinde gözaltına alınmış; Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/1/2012
tarihli ve 2012/16 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
10. Mahkemenin
tutuklama gerekçesi şu şekildedir:
“Silahlı Terör
örgütüne üye olma suçundan tutuklama talebiyle sevk edilen şüpheli hakkında
dosya içinde bulunan fiziki takip tespit tutanakları gizli tanık beyanları
yakalama ve üst arama tespit tutanakları dikkate alındığında kuvvetli suç
şüphesinin bulunması, mevcut delillerin toplanmamış olması yüklenen suçun
niteliği, mevcut delil durumu, delillerin karartılma ihtimalinin bulunmasına nazaran
CMK 100-101. maddeleri gereğince şüphelinin tutuklanmasına”
11. Başvurucunun
da aralarında olduğu yirmi yedi sanık hakkında isnat edilen suçla ilgili olarak
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2012 tarihli ve 2010/3028 Soruşturma
sayılı iddianamesiyle Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/219 sayılı
dosyasında kamu davası açılmıştır.
12. İddianamede
başvurucu hakkında şu şekilde iddiada bulunulmuştur:
“Terör örgütü elebaşısı
Abdullah ÖCALAN’ın talimatları doğrultusunda Siyaset
Akademilerinin açıldığı, BDP siyaset akademisi tabelası altında faaliyet
gösterse de, bu akademilerin; “Abdullah ÖCALAN SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
şeklinde adlandırılarak buraların PKK İdeolojisinin anlatıldığı bir tür OKUL ve
PKK terör örgütünün alternatif eğitim sistemi olarak tanımlandığı, eğitimlerde:
KCK/PKK terör örgütünün ölen mensuplarını ŞEHİT olarak adlandırılarak anıları
için saygı duruşunda bulunulduğu, Terör örgütü elebaşısı
Abdullah ÖCALAN’ın görüşme notlarının okunduğu, KCK
Yönetim Konseyi üyelerinin talimatlarını ve açıklamalarının okunduğu, Yürütülen
faaliyetlerle ilgili ÖNDERLİK şeklinde adlandırılan terör örgütü elebaşısı ve (sözde) ŞEHİTLER adına söz verildiği,
eğitimlerin plan dahilinde ve devreler şeklinde gerçekleştirildiği, Konsey
üyelerinin talimatlarının ve açıklamalarının okunduğu, yürütülen faaliyetlerle
ilgili ÖNDERLİK şeklinde adlandırılan terör örgütü elebaşısı
ve (sözde) ŞEHİTLER adına söz verildiği, eğitimlerin plan dahilinde ve devreler
şeklinde gerçekleştirildiği, resmi görünüm altında ancak terör örgütünün
ideolojik eğitiminin verildiği, Akademilerin PKK/KCK-TM yapılanmasının alt
yapılanmalarından olan Kent Meclisleri yapılanması ile irtibatlı olarak
faaliyet yürüttüğü, KCK sözleşmesinin 14. maddesinde belirtilen Alan
merkezlerinden İdeolojik Alan Merkezi altında örgütlenen Bilim Aydınlanma
Komitesinin: “Önderlik tarafından belirlenen felsefik-ideolojik
hattın uygulanması ve geliştirilmesinden sorumludur. Tarihin ve toplum
yaşamının her alanına ilişkin olarak farklı zeminlerde akademik örgütlülük
temelinde yaygın ve derinlikli teorik-entelektüel çalışmalar yürütür. Temel
ideolojik mücadele kurumudur. Bilimsel çalışmalar temelinde Kürdistan ve
Ortadoğu aydınlanma hareketini geliştirir. KCK kadro ve çalışanlarının
eğitimini yürütür ve halkın demokratik eğitimini teşvik eder.” şeklinde görev
tanımının yapıldığı, Bilim Aydınlanma Komitesine bağlı örgütlenen Siyaset
akademisinde verilen eğitimlerle, terör örgütü tarafından örgüt kamplarında
verilen siyasi eğitimlerle paralellik gösterdiği, Terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın
talimatları ve yönlendirmeleri doğrultusunda, Siyaset Akademisi/Okulu adı
altında merkezlerin kurulduğu, bu akademilerde verilen eğitim programlarının
içerikleri, katılımcıların KCK yapısını oluşturan alan örgütlenmelerinden
geliyor oluşları, ortam konuşmalarından elde edilen tespitler, dokümanlar,
tanık beyanları ve örgüt mensuplarının ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde,
siyaset akademilerinde verilen eğitimlerin, merkezi PKK/KCK terör örgütünün
Kandil kampında bulunan İdeolojik Alan Merkezi yöneticileri tarafından
planlanıp müfredatının belirlendiği, PKK/KCK terör örgütü elebaşısı
Abdullah ÖCALAN'ın fikir ve ideolojisi doğrultusunda
terör örgütü kadrosu/militanı yetiştirme amacıyla düzenlenen bu eğitimlerin
yasa dışı örgütsel eğitim faaliyeti olduğu, şüphelinin de tespit edilen telefon
görüşme tutanaklarından, banka hesap hareketlerinden; İzmir, İstanbul,
Diyarbakır, Mersin, Van siyaset akademisi başta olmak üzere Türkiye'deki
siyaset akademilerinin idaresinden sorumlu olduğu, adı geçen yerlerdeki siyaset
akademilerinin ekonomik ve eğitici kadro ihtiyaçlarını gidermek amacıyla
faaliyetler yürüttüğü, görevlendirmeler yaptığı, bu şekilde terör örgütünün
eleman eğitim faaliyetlerini düzenlemek suretiyle üzerine atılı terör örgütünü
yönetmek suçunu işlediği anlaşılmıştır.”
13.
İddianamede başvurucuya isnat edilen eylemlerle ilgili olarak şu hususlara
değinilmiştir:
“11. 03.2011 günü Diyarbakır ili … ilçesi …
Sokakta faaliyet gösteren BDP Siyaset akademisinde gerçekleşen Siyaset
Akademisi Toplantısının Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimliğinin
09.03.2011 tarih ve 2011/1529 sayılı kararı ile tespit edilerek seslere ait
çözümünün yapıldığı,
Örgütsel eğitimde
özetle; İdeolojik alan merkezinin Bilim aydınlanma komitesinde örgütsel
faaliyet yürüten Engin DEMİR isimli şahsın Nevruz çalışmaları ve örgütün
ateşkes süresinin bitiminden dolayı eğitim çalışmalarını dondurdukları,
Yasadışı PKK/KCK terör örgütü elebaşısı Abdullah ÖCALAN’ın devlet görevlileri ile Kürt sorununun çözümüne
ilişkin yapacağı görüşmelerde elini güçlendirmek için nevruza kadar halkın serhildanları artırarak devletin büyük oranda siyasal
müzakere sürecine zorlanacağı, Demokratik özerkliğin ilan edilmesi için örgütün
gücünün önemli olduğu bundan dolayı halkın örgütlendirilmesi ve sürecin iyi bir
şekilde anlatılmasının gerektiği, Abdullah ÖCALAN’IN bu yılın final yılı
olduğunu söylediği çalışmalarda yer alan kişilerinin kendini hareketin önüne,
partinin önüne koymamasının gerektiği, eğitime katılanlarının serhildanlarının artırılması için mahallelerde
görevlendirecekleri ve mahallelerde örgütsel çalışma yapacakları "Kadro ve
eğitim devresi dahil olmak üzere bütün eğitim çalışmalarımız durduruldu. Bütün
arkadaşlarımızı konumlandırdık. buradaki arkadaşlarımızı da bugün
konumlandıracağız." şeklindeki konuşmalardan şüphelinin eğitim devresi
sonunda eğitim alanların hangi alanlarda çalışacaklarına ilişkin
görevlendirmeler yaptığı, eğitim faaliyeti sırasında şüpheli Engin DEMİR'in; düzenlenen eğitim devresini Türkiye' de yaşanan
olağanüstü duruma ilişkin olarak yapılan bütün eğitimlerin Nevruz'a kadar durduklarını,
İmralı Cezaevinde tutuklu bulunan PKK terör örgütü elebaşısı
Abdullah ÖCALAN ile görüşmelere devam edildiği güney olarak kast etmiş olduğu
PKK terör örgütünün kamplarında da gelişmelerinin olduğu nu vurgulayarak siyasal
süreçten dolayı eğitim devrelerini durduklarını belirterek Abdullah ÖCALAN ile Devlet
yetkilerinin Nevruz'a kadar bir görüşme yapmalarının beklendiğini yapılacak bu
görüşmeden de Kürt sorunun çözümüne ilişkin bir şeyin çıkmayacağını belirttiği,
"Bu konuda hareketinde herhangi bir beklentisi yok. Ancak Nevruz'a kadarki
serhildanlarımız, halk kitlesi Nevroz'da
alanlarda ortaya çıkacak güç Devleti önemli oranda zorlayacaktır. ... Halkı
örgütleyeceğiz, halka süreci anlatacağız ve alanlarda ve en son Nevruz'da 1
milyon, 2 milyondan fazla insanı biz Diyarbakır da alanlara getirmek
zorundayız. Diğer bütün alanlara ilişkin de benzer çalışmalarımız var. Merkezi
bütün arkadaşlarımız konumlamaları dün itibariyle yapıldı. Bütün arkadaşlarımız
bugün hızla kendi alanlarına geçecekler. ...Ve oradaki mahalle çalışmalarına
dahil olacaklar..."
... Yani
önderlik masanın diğer tarafında bu yıl final yılıdır diyor biz burada 7 tane….arkadaşımızın şu derdiyle, bu sıkıntısıyla, şu
problemiyle o ölçüye de ulaşamayız yani. Hiçbir arkadaşımız kendini hareket
önüne, parti önüne şey olarak da koymasın, engel olarak da koymasın. O yüzden
bu süreci öyle büyük bir motivasyonla geçirmek zorundayız...
....Diyarbakır’da ki bu eski örgütleme tarzına ve temposuna arkadaşlar uysun.
Yani bu dönem böyle bir tempo tarz şey olmayacak her gün denetleyeceğiz
arkadaşlarımızı. Hakikaten çalışıyorlar mı, çalışmıyorlar mı? Biz özellikle
denetleyeceğiz tüm alandaki arkadaşlarımızı...
... Onu da söyleyelim. Hakikaten olağan üstü bir durum. Yani
bütün Zap operasyonu zamanında bizim aşağıda 3 tane
eğitim devremiz vardı. Eğitim devreleri sürdürülüyordu. Hiçbir şekilde
arkadaşlar eğitimlerini terk edip savaşa katılmadırlar. Zap
operasyonu zamanında yine burada bir merkez kadro devremiz vardı. Yürüyüşlerde
dahi arkadaşlar katılmadılar. Çünkü eğitimimizi sürdürmek zorundayız. Hareket
ne olursa olsun şeyde bombardıman da yapılsa eğitim terk edilmeyecek dedi.
Bizde öyle sürdürdük. Aşağıda bombardıman yapılıyordu arkadaşlar terk etmedi
eğitimlerini. Bu çok çok olağanüstü bir durumdur. Büyük bir kırılma yaşıyor
Türkiye, ciddi bir kırılma sürecinden geçiyoruz. Kürtlerin bu Nevruz'da ve
seçime kadar göstereceği dirayet yüzyılda bir elimize geçecek bir fırsattır bu
hakikaten böyledir. Bu fırsat, bu şans önderliğe ve harekete layık bir şey
olmuştur, nail olmuştur. O yüzden hareket ve önderlik bu şansı sonuna kadar
kullanacaklardır... Ne önderlik atacak, ne PKK atacak,
ne herhangi dürüst namuslu bir yurtsever yer…o yüzden bu süreç bu anlamda çok
tarihidir, çok çok önemlidir. Kuşkusuz PKK’nin her dönemi tarihi ve önemli
olmuştur. Ama dünya şartlarını gözönünde
bulundurduğumuzda ilk defa Dünya'da bu kadar ciddi değişimler var...
...bu önderliğin bir talimatıdır, bu önderliğin öne sürdüğü
tezler ya da orada kazanım konusu yapmanın…tümü aslında Devlet bunları bir
şekilde kabul etmek zorunda kalır. Ama oradan işte biz çok büyük hayallerle
yola çıkarda meydanları dolduramazsak halkımız da diyecek tamam bu iş mesele
bitmiştir artık diyecekler... diyecek tamam bu iş mesele bitmiştir artık
diyecekler...
...Şimdi biz arkadaşlarımızı tek tek
konumlandıralım…"şeklinde söyleyerek eğitime katılanları bulundukları
mahallelerde örgütleme çalışmaları için görevlendirmede bulunduğu," Bu
ekstra işlerin hepsi bitiyor. Onu söyleyelim. Hangi arkadaş hangi yönetimde
bilmem nereden gelmişse onlar bitmiştir. Eğitime geldiğiniz günden itibaren
sizin başka çalışmanız kalmamıştır. Bu arkadaşlar bundan sonra Nevruz'a kadar
bu diğer çalışmaların eğitimiymiş gibi bağlantılarını kesecekler ve
mahallelerinde çalışacaklar." şeklinde konuşmalarından eğitime
katılanların Nevruz'a kadar çalışmalarını bırakarak eğitimdeymiş gibi
mahallelerde örgütleme ve eylemlerin geliştirilmesi için çalışacakları, isimleri
ve telefon numaralarının sorumlu oldukları şahıslara verileceği herkesin bağlı
bulunduğu alandaki toplantılara katılacakları ve ihtiyaç duyulan mahallelere ani
olarak hızlı bir şekilde gidilerek destek verecekleri, mahalle ve ev
çalışmalarında kimseyi tehdit etmemelerini "PKK tehdit etmez, bir şey
yapacaksa kalkar yapar…parti tarihinde diyordu biz oturup eylem kararı
alıyorduk, Kemal ayaktaydı, Kemal ne oldu? Karar aldık haydi eyleme gideceğiz
diyordu. Şimdi PKK tarzı böyle bir tarzdı. Bunu örnek, o yüzden bir defa bu
anti propagandalardan uzak duracağız. " ..."biz bu hareketin bir
çalışanı, bir yurtseveri, bir kadrosu, biz bir militanı olarak sokaklarda,
mahallelerde çalışmalarımızı sürdüreceğiz. ...." şeklinde söyleyerek bu
hareketin yani PKK terör örgütünün bir elemanı olarak, kadrosu olarak mahallelerde
çalışmalarını sürdürerek büyük bir halk hareketi çıkaracaklarını, örgüt olarak nasıl
çalışacakları konusunda tecrübelerinin olduğu 2009 yılından bu zamana kadar eylemleri
(serhildanları) nasıl geliştirdiklerini bildiklerini ve
Van , Batman illerinde yapmış oldukları eylemlerde bunu gösterdiklerini sürecinin
kendileri ve örgüt yani PKK terör örgütü açısından çok önemli olduğunu konularında
eğitime katılanlara PKK terör örgütünün ideolojisini aşılayarak önemli olduğunu
konularında eğitime katılanlara PKK terör örgütünün ideolojisini aşılayarak
KCK/TM Yöneticilerine ve komitelerine yapılan operasyonlar sonrasında boşalan
komitelere eleman temin etme faaliyeti yürüttüğü anlaşılmaktadır.”
14.
Başvurucuyla ilgili olarak iddianamede iki gizli tanığın ifadesine de yer
verilmiştir. Tanıklardan birinin ifadesi şu şekildedir:
“KCK/PKK İDEOLOJİK ALAN YAPILANMASI; KCK/PKK terör örgütü
hükümlü elebaşı Abdullah ÖCALAN’ın talimatı ile
kurulan 4 ayaklı paradigma içerisinde bulunan KENT MECLİSLERİ, faaliyet
alanlarında görev alacak şahısları ideolojik alanlardaki yapılanmalarda
yetiştirirler. Bu alanlara yetişmiş elemanlar “SİYASET AKADEMİSİ” tarafından
sağlanır. Siyaset Akademisinde bulunan ve Kadro eğitimi verdiğini bildiğim
şahıslardan tanıdığım Şüpheli Engin DEMİR'i kast
ederek, "Ben bu şahsı Engin olarak tanımaktayım. Kendisi Siyaset
Akademilerinde ideolojik eğitim adı altında Örgütsel eğitim vermektedir.
Örgütün kadro olarak tabir ettiği sorumlu düzeydeki şahıslardandır." Diğer
tanığın ifadesi de şu şekildedir: “Şüpheli Engin DEMİR'i
kast ederek, ''Bu şahsın ismini Engin DEMİR olarak biliyorum. Uygarlık tarihi
hakkında dersler vermiştir. Eğitim vermiştir''.
15.
İddianamede başvurucunun yapmış olduğu telefon görüşmelerine ilişkin tapelere yer verilmiştir. Bu tapelerde
özetle başvurucunun Siyaset Akademisinde kimlerin ders vereceğine ve
Akademideki işler için yapılan para transferlerine ilişkin görüşmelerin yer
aldığı anlaşılmaktadır.
16.
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/219 sayılı dosyasında 9/5/2012
tarihinde tensiben yapılan incelemede “isnad edilen suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kaçma şüphesi, delillerin toplanılmamış
oluşu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen katalog
suçlar kapsamında olması, sanıkların üzerine atılı suçta kuvvetli şüphenin
varlığının bulunması, adli kontrolün yetersiz kalacağı” dikkate
alınarak tüm sanıkların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
17.
Başvurucunun değişik tarihlerde yaptığı tahliye talepleri reddedilmiş ve
tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.
18.
Tutukluluğun devamına ilişkin bazı kararların gerekçeleri “sanıkların üzerine atılı suçlara ilişkin açılan
iddianame, olay tarihine ilişkin olay tutanakları, bu olaylardaki görüntülerini
gösterir bilirkişi raporu gereğince suçu işlediğine dair kuvvetli suç
şüphesinin varlığı görülmüş olup üzerlerine atılı suçlamanın öngördüğü cezanın
üst miktarı göz önüne alındığında kaçma şüphesinin varlığı ve verilecek olan
adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı...” şeklinde iken diğer
bir kısmınınki ise “isnat
edilen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, atılı suçu işlediklerine
dair kuvvetli suç şüphesinin varlığı, CMK'nın 100/3-a
kapsamında belirtilen suçlardan olması adli kontrolün yetersiz kalacağı” şeklindedir.
19.
Tutukluluğun devamına ilişkin kararlara yapılan itirazların reddine dair
kararların gerekçeleri şu şekildedir:
“Suçları işlediklerine dair kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren delillerin bulunması, üzerlerine atılı suç için
öngörülen cezanın miktarına göre; sanıkların kaçma ve delilleri karartma
ihtimalinin bulunması ile, tutuklamadan beklenen amacın adli kontrol ile elde
edilmesinin bu aşamada mümkün olmaması ve tutuklamanın dosya kapsamına göre
makul ve ölçülü olması dikkate alınarak, itiraza konu kararda tutukluluğa
ilişkin olarak gösterilen gerekçe yasaya uygun bulunduğundan itirazların
reddine”
20. Başvurucu
hakkında son olarak 14/12/2012 tarihli duruşmada tutukluluk hâlinin devamına
karar verilmiştir.
21.
Başvurucu; tutukluluğun devamına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu,
kendisine isnat edilen suçların siyasi parti faaliyeti kapsamında olduğunu ve
ilgili Mahkemenin görevsiz olduğunu belirterek karara itiraz etmiştir.
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararda bir
isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine, görevsizlik kararı
verilmesi yönündeki talebin ise sanıkların üzerlerine atılı suçun niteliği
dikkate alınarak reddine ve dosyanın itirazı incelemek üzere Diyarbakır 6. Ağır
Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
22.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 2013/17 Değişik İş sayılı
kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçun vasfı ve mahiyetini, anılan suçun
işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin
bulunmasını, suç için öngörülen cezanın miktarına göre kaçma ve delilleri
karartma ihtimalinin olmasını ve adli kontrol tedbirinin uygulanmasının
tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlamayacak olmasını gerekçe
göstererek tutukluluğun makul ve ölçülü olmadığı yönündeki itirazı
reddetmiştir. İtiraz mercii ayrıca başvurucunun eylemlerinin siyasi faaliyet
olup olmadığı konusunda dosyanın bilirkişiye tevdii ile alınacak rapor
doğrultusunda dosyanın düşürülmesi, görevsizlik kararı verilmesi yönündeki
taleplerinin itiraza tabi karar mahiyetinde olmaması nedeniyle reddine karar
vermiştir. Bu karar 4/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
23.
Başvurucu 2/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
24.
Başvurucunun yargılandığı dosyada görevsizlik kararı verilmesi üzerine dosya
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/217 sayılı esasına kaydedilmiş olup
yargılama devam etmektedir.
25.
Başvurucu 25/4/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
26. 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesi şöyledir:
(1) Bu
kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla,
silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye
olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna
ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.
27. 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1)
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin
bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine
Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28.
Mahkemenin 17/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 2/4/2013
tarihli ve 2013/2947 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
29. Başvurucu,
kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti faaliyetlerinde bulunması nedeniyle
tutuklandığı, somut gerekçelere dayanılmadan tutukluluğun devamına karar
verildiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; kendisine isnat
edilen eylemlerin siyasi faaliyet olup olmadığı konusunda dosyanın bilirkişiye tevdii
ile alınacak rapor doğrultusunda dosyanın düşürülmesi ve görevsizlik kararı
verilmesi yönündeki talebinin reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Anayasa’nın 148.
maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması
şarttır.”
31.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
32. Anılan
Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru
ikincil nitelikte bir kanun yolu olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak
olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
33. Temel
hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu
ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi
idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin
ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri
önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
34. Buna
göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi
ve kanıtları zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve
başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde
olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve
özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel
başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
35. Somut
olayda başvurucu, kendisine isnat edilen eylemlerin siyasi faaliyet olup
olmadığı konusunda dosyanın bilirkişiye tevdii ile alınacak rapor doğrultusunda
dosyanın düşürülmesi ve görevsizlik kararı verilmesi yönündeki talebinin
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda
bulunmuştur. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince de belirtildiği gibi itiraz
kanun yolu; henüz kesinleşmemiş bir hâkim veya mahkeme kararında hata veya
hukuka aykırılıkların bulunduğu gerekçesiyle bu kararın daha yüksek bir makamca
fiilî ve hukuki bakımdan incelenmesini ve denetlenmesini sağlamak için yapılan
olağan bir kanun yolu başvurusudur. Görevsizlik itirazı da “hüküm” denilen son kararlardan önce verilen ve
son karara esas teşkil etmeyen “ara karar” niteliğindedir. Kural olarak
hâkimlik kararlarına karşı itiraz mümkündür. Mahkeme kararlarına karşı ise
ancak kanunun saydığı hâllerde itiraz edilebilir. Mahkeme kararlarına karşı
itiraz yolunun kural olarak kapalı olmasının nedeni, mahkemenin verdiği son
kararlara karşı temyiz yolunun açık olması ve mahkeme tarafından verilen ara
karar niteliğindeki kararların da temyiz incelemesinde son kararla birlikte
incelenmesidir. Görevsizlik itirazının reddi kararı, 5271 sayılı Kanun’da
belirtilen itirazı kabil kararlardan değildir. Bu karara karşı hükümle birlikte
temyiz kanun yoluna başvurulabilir. Somut olayda başvurucu hakkındaki dava,
Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2014 tarihli ve E.2012/219,
K.2014/165 sayılı görevsizlik kararı üzerine Diyarbakır 3. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2014/217 sayılı dosyasına kaydedilmiş olup yargılama devam
etmektedir. Dolayısıyla bu şikâyet bakımından olağan kanun yolları
tüketilmemiştir.
36. Açıklanan
nedenlerle kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşılmıştır. Bu sebeple başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
37.
Başvurucu, hakkındaki suç isnadı ile ilgili kuvvetli bir suç şüphesi olmadan
tutuklandığını ileri sürmüştür.
38.
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini
veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim
kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan
yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”
39.
Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtilmiş; ikinci ve üçüncü
fıkralarında ise şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin
özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak
Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin
varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan
Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
40.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya
değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme
bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç
işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri
için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil
sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine
özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı,
B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).
41. Ancak
bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya
tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması şart değildir.
Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında
kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak
veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna
göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete
gerekçe oluşturacak olguların aynı şekilde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 73).
42.
Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
100. maddeye göre kişi, ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin
varlığını gösteren olguların tespit edilmesi ve bir tutuklama nedeninin
bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu
da belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya
kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın
davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme; 2) tanık, mağdur
veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46).
43. Diğer
yandan Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece
mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara
dair hususlar, bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk
konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece
mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz
şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açık keyfîlik
bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların
bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun
amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras,
§ 49).
44. Somut
olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 28/1/2012 tarihinde
gözaltına alınmış ve 30/1/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının
gerekçesi olarak isnat edilen suçlamaya ilişkin telefon tapeleri,
fiziki takip tutanakları, gizli tanık ifadeleri ve arama sonucu elde edilen
dokümanlar gösterilmiştir. Başvurucu atılı suçlamaları kabul etmemiştir.
45.
Başvurucuya isnat edilen eylemin suç oluşturup oluşturmadığı, yapılacak
yargılama sonucunda toplanan delillere göre davayı görecek mahkemece
belirlenebilir. Keza bu belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun
yollarında incelenebilir. Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açık keyfîlik hâlinde -hak ve
özgürlük ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere- isnat edilen eylemlerin
suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar da dâhil kanun
hükümlerinin yorumu ve bunların somut olaylara uygulanması derece
mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır.
46. İlk
tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş olabileceğine
dair inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun
bırakmanın bu bağlamda hukukiliğiyle ilgili sınırlı bir inceleme yapılmaktadır.
Bu kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi belirtilerin
varlığı, ilk tutuklama bakımından yeterli olabilir. Somut olayda soruşturmanın
ilk aşamasında mahkemenin verdiği tutuklama kararının gerekçesi incelendiğinde
kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığı söylenemez.
47.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde hakkında
tutuklama kararı verildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Tutukluluk
Süresinin Makul Olmadığına İlişkin İddia
48. Başvurucunun
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul
edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49.
Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi olmadan siyasi parti faaliyetlerinde bulunması
nedeniyle tutuklandığını ve somut gerekçelere dayanılmadan tutukluluğun
devamına karar verildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu
şikâyetin, Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrası kapsamında incelenmesi
gerekir.
50.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan
kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma
ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine
getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
51.
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında
tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma
veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına
alınmıştır.
52.
Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun, genel bir ilke çerçevesinde
değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu
sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre
değerlendirilmelidir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen
Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda
haklı bulunabilir (Murat Narman, B.
No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
53. Bir
davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece
mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini
etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest
bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konması
gerekir (Murat Narman, § 62).
54. Devam
eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda
şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını
haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit
yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına
gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece
kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir
başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği
gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır.
Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir
karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları
tüketilmek şartıyla tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür
(Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
55.
Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunması
durumunda ve bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya
değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Bu tutuklama nedenleri
belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu
süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam
ettiğinin gerekçeleriyle gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve
“yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği
de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı
veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin
değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
ulaşılabilir (Savaş Çetinkaya, B.
No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
56.
Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip
edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine
ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler
tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler
çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate
alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti bulunduğu ve tutuklama nedeninin varlığı
devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul
kabul edilmesi gerekir (Murat Narman,
§ 64).
57.
Tutuklamanın başlangıcındaki nedenler belli bir süreye kadar tutukluluğun
devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin
kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte
gösterilmesi gerekir (Murat Narman,
§ 63).
58.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası, belirli bir süreyi aşmayan
tutukluluğa koşulsuz olarak izin verdiği biçiminde yorumlanamaz. Süresi ne
kadar kısa olursa olsun tutukluluğun haklılığı, yetkililer tarafından ikna
edici bir şekilde gösterilmelidir (Benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) kararı için bkz. Belchev/Bulgaristan,
B. No: 39270/98, 8/4/2004, § 82).
59. Makul
sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp
gözaltına alındığı durumlarda gözaltına alındığı tarih; doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir (Savaş Çetinkaya, § 56).
60. Somut
olayda başvurucunun tutukluluk süresi, gözaltına alındığı 28/1/2012 tarihi ile
İlk Derece Mahkemesince tahliye edildiği 25/4/2014 tarihi arasında geçen 2 yıl
2 ay 28 gündür.
61. Somut
olayda başvurucu, BDP’nin Parti Tüzüğü gereğince
Parti Merkez Yönetim Kurulu kararıyla merkezî eğitim komisyonu üyesi olarak
görevlendirilmiştir. Hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 28/1/2012
tarihinde gözaltına alınmış ve 30/1/2012 tarihinde “silahlı terör örgütüne üye
olma” suçundan tutuklanmıştır. Başvurucu ile ilgili olarak siyaset
akademilerinin Öcalan’ın talimatıyla kurulduğu ve örgüt kadrolarını yetiştirme
işlevini gördüğü, başvurucunun da buralarda örgütün ideolojisi doğrultusunda
eğitim vermek, görevlendirmeler yapmak ve siyaset akademisinin faaliyetlerini
düzenlemek suretiyle “terör örgütünü yönetme” suçunu işlediği iddia edilmiştir.
Başvurucu kendisine isnat edilen eylemlerin siyasi parti özgürlüğü kapsamında
görülmesi gerektiğini belirterek birçok kez tahliye talebinde bulunmuştur.
62.
Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararlarda davanın
genel durumu yanında tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate
alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir
zorunluluktur (Mustafa Ali Balbay,
§ 116). Özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbirine dayanak olan
suçlamaların ifade özgürlüğü, siyasi faaliyette bulunma hakkı ve sendika hakkı
gibi temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı eylemler nedeniyle yöneltilmesi
durumunda, tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli
bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması gerekir.
Tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken söz konusu
tedbirin, kişilerin siyasi parti faaliyetleri gibi kamusal yönü de olan
faaliyetlerine olumsuz etkileri de dikkate alınmalıdır.
63.
Demokratik bir toplumsal düzenin kurulması ve sürdürülmesinde hayati bir işleve
sahip olan sivil toplumun en önemli örgütlenmelerinden biri de siyasi partilerdir.
Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olan siyasi partiler, halkı
yönetime ortak etmenin meşru yollarından biridir. Başta siyasi tartışmalar
olmak üzere üyelerini ve toplumu ilgilendiren çeşitli konularda faaliyetlerde
bulunmak, eğitim toplantıları düzenlemek, görüş açıklamak ve eylem yapmak
siyasi parti özgürlüğünün ayırıcı özelliklerindendir.
64.
Başvurucunun iki yıldan daha fazla bir süre tutuklu kalmasının ve kendisine
yöneltilen suçlamaların özünde yer alan hususun BDP Siyaset Akademisindeki
eğitim faaliyetlerini koordine etmek, görevlendirmeler yapmak ve eğitim vermek
suretiyle silahlı terör örgütünü yönetmek suçu olduğu anlaşılmaktadır. Siyasi
parti üye ve yöneticileri; son derece radikal ve muhalif fikirler barındıran
siyasi söylem, açıklama ve eylemlerinin makul olmayan bir süre devam edebilecek
tutuklama riski doğuracağını düşünürlerse bu gibi faaliyetlere katılmaktan veya
bunları düzenlemekten kaçınma eğiliminde olacaklardır. Kuşkusuz bu durumun
siyasi faaliyette bulunma özgürlüğü üzerinde caydırıcı etkisi olacaktır. Diğer
koruma önlemlerine göre daha ağır sonuçlar doğuran tutuklama tedbirine yoğun ve
geniş kapsamlı olarak başvurulmasının anılan temel hak ve özgürlükleri işlevsiz
hâle getirebileceği göz ardı edilmemelidir.
65. Başvurucunun
değişik tarihlerde yapmış olduğu tahliye talepleri; özetle isnat olunan
suçların mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren
olguların var olduğu, isnat edilen suçların katalog suçlardan olduğu,
tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmadığı, başvurucunun
serbest kalması hâlinde kaçma şüphesinin bulunduğu, daha hafif koruma önlemi
olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının davanın konusu açısından yetersiz
kalacağı gerekçeleriyle reddedilmiştir. Görüldüğü üzere Derece Mahkemesi,
başvurucunun kişisel durumunu dikkate almadan genel ifadelerle tahliye
taleplerini reddetmiştir.
66.
Tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerde suçun katalog suçlardan olması
önemli bir yer tutmaktadır. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında başvurucuya atfedilen suçun da aralarında bulunduğu bazı suçlar için
tutuklama nedenlerinin varlığı hakkında yasal bir karinenin mevcut olduğu
anlaşılmaktadır (kaçma veya delilleri değiştirme ve tanıkları, mağdurları ve
diğer kişileri baskı altına alma tehlikeleri). AİHM’in
de vurguladığı gibi kanunun tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngörmesi
durumunda bile kişi özgürlüğüne müdahaleyi gerektiren somut olguların
varlığının ikna edici biçimde ortaya konması gerekir. (Contrada/İtalya, B. No: 27143/95, 24/8/1998, §§ 58-65). Bu bağlamda
AİHM her türlü otomatik tutuklama sisteminin Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile uyumlu
olmadığını belirtmektedir (Ilijkov/Bulgaristan, B. No: 33977/96, 26/7/2001,
§ 84). Ancak somut olayda tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda,
tutukluluğun devamına ilişkin somut olguların varlığının ortaya konmadığı ve
sadece isnat edilen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı
fıkrası kapsamındaki katalog suçlardan olması hususuna atıf yapıldığı
görülmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Galip Doğru/Türkiye, B. No: 36001/06, 28/4/2015, § 58).
67. Derece
Mahkemelerinin tutukluluğun devamına ilişkin olarak ayrıca kaçma ve delilleri değiştirme
tehlikesinden, bu tehlikenin varlığına ilişkin herhangi bir açıklama
yapılmaksızın söz ettikleri ve zaman zaman kanunda öngörülen cezanın ağırlığı
nedeniyle kaçma riskinin olabileceğini belirttikleri görülmektedir. Oysa
kanunda öngörülen cezanın ağırlığı, kaçma riskinin değerlendirilmesi sırasında
kabul edilecek bir unsur olmakla birlikte bu unsurun, tek başına tutukluluğu
haklı gösterecek yeterlilikte olmadığı açıktır. Kuvvetli suç şüphesinin var
olduğu yönündeki gerekçeler ile ilgili olarak ise ilk tutuklama tedbirinin
uygulandığı tarihte bu gerekçenin yeterli olduğu söylenebilir ancak tutukluluk
süresi uzadıkça tutma için gerekli olan şüphenin seviyesinin de o ölçüde
artması gerekir. Bu bağlamda İlk Derece Mahkemeleri ilk tutuklama tedbirinin üzerinden
iki yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen başlangıçta var olduğu kabul edilen
kuvvetli suç şüphesini doğrulayacak ya da destekleyecek herhangi yeni bir
unsura değinmemiştir.
68. Somut
olayda tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda birbirine benzer gerekçelerin
kullanıldığı, bu gerekçelerin tutuklamanın başlangıcında yeterli olduğu
söylenebilirse de başvurucunun 2 yıl 2 ay 28 gün boyunca özgürlüğünden mahrum
bırakılmasını haklı kılacak nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Derece
Mahkemeleri, tutukluluğun devamına ilişkin kararlarında başvurucunun tutukluluk
hâlinin devam ettirilmesini haklı kılan herhangi bir yeni unsura da
değinmemişlerdir. Bu çerçevede başvurucunun 2 yıl 2 ay 28 gün boyunca tutuklu
kalmasının siyasi faaliyette bulunma hakkı üzerindeki olası caydırıcı etkisi de
dikkate alındığında tahliye talebinin reddine ilişkin gerekçelerin ilgili ve
yeterli olduğu söylenemez. Bu bulgular ışığında yargılama sürecinin özenli
yürütülüp yürütülmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.
69. Son
olarak 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama
yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı
Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların
Ertelenmesi Hakkında Kanun’la yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012
tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkânı ortaya çıkmıştır. Buna
rağmen tutukluluğun devamına ilişkin olarak yukarıda anılan kararlarda
hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge
açısından mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı ve bu
tedbirlerin neden yetersiz kalacağı hususunun gerekçelendirilmediği anlaşılmaktadır.
Bu durumda tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu
sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu
kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.
70.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun olduğu yönündeki
şikâyeti ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
71. Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Hicabi DURSUN,
Celal Mümtaz AKINCI ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
72.
6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
73.
Başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
74. Başvurucu,
herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır.
75.
Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
76. Kararın
bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. 1.
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2. Kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
B. Tutukluluk
süresinin makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Kadir ÖZKAYA’nın karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C.
198,35 TL harç ve 1.500TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
E. Kararın
bir örneğinin yargılamayı yapan Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,
17/12/2015
tarihinde karar verildi.
KARŞIOY YAZISI
1. Başvurucunun,
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan hakkının ihlal
edildiğine ilişkin çoğunluk kararına aşağıdaki nedenlerle katılmıyoruz:
2. Somut
olayda başvurucunun tutukluluk süresi, 28/1/2012 tarihinde gözaltına
alınmasından, ilk derece mahkemesince tahliye edildiği 25/4/2014 tarihine kadar
geçen 2 yıl 2 ay 28 günlük süredir.
3. Başvurucunun
tutuklanma nedeni, “silahlı terör örgütü
yöneticisi olmak” tır. İlk derece mahkemesinin dosyasında
ayrıntılarıyla belirtildiği gibi, başvurucunun, PKK lideri Abdullah ÖCALAN’ın talimatları doğrultusunda açılan “siyaset akademilerinde” PKK ideolojisinin
anlatıldığı ve KCK kadrolarının yetiştirildiği “eğitim”
faaliyetlerini örgütlemek, bunlara azami katılımı sağlamak amacıyla gayret sarf
ettiği anlaşılmaktadır.
4. Bu
eğitim faaliyetleriyle güdülen amacının ne olduğu, Abdullah ÖCALAN’ın
“Kürdistan Devrim Manifestosu, Kürt Sorunu
ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı ve Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun
25/6/2014 tarihli, 2013/409 başvuru numaralı kararına konu olan kitabının
incelenmesinden görülebilir. Abdullah ÖCALAN tarafından belirlenen stratejiye
göre, Kürt sorununun çözülmemesi halinde Türkiye’de otuz yıldan beri devam eden
şiddet ve çatışma döneminden çok daha kanlı bir “savaş” dönemi başlayacak olup “Kürt halkının buna hazırlanması” gerekmektedir.
5. Başvurucunun
sorumluluğunda yürütülen eğitim faaliyetlerinin de bu çatışmalar ve muhtemel
uluslararası müdahaleler sonucunda gerçekleşecek ayrı devlet veya özerk
bölgenin yönetiminde görev alacak kadroları yetiştirmeyi amaçladığı yolunda,
kuvvetli deliller ve tutukluluğu gerektiren yeterli şüphe nedenleri
bulunmaktadır.
6. Her
ne kadar mahkemenin tutukluluğun devamına ilişkin kararlarında ayrıntılı
gerekçelere yer verilmemiş ise de başvurucu hakkında gizli tanık ifadelerine
dayanıldığı, AİHM kararlarında (Murray/Birleşik Krallık) terör eylemlerinde
yakalamayı haklı kılacak şüphenin makullük derecesinin adi suçlarla mücadelede
uygulanan standartlarla belirlenemeyeceği, özellikle gizli kaynakların
korunmasının böyle bir ihtiyaç doğurabileceği yolunda yer alan içtihatlar
karşısında, başvurucunun tutukluluk durumu hakkında her duruşmada yeni ve
ayrıntılı gerekçeler yazılamayacağı açıktır. Bu gerekçelerin ayrıntılı olarak
belirtilmemesinin, başvurucunun serbest bırakılmayı talep etme hakkını
etkilemediği, tutukluluğun devamının keyfi olmadığı görülmektedir. Nitekim
mahkeme, tutukluluk süresi iki yılı aştıktan sonra başvurucunun tahliyesine
karar vermiştir.
7. Başvurucunun
2 yıl 2 ay 28 gün süren tutukluluğunun, kamu yararı ile kişi özgürlüğü ve
güvenliği arasında kurulması gereken makul dengeye aykırı olmadığı, Anayasa’nın
19. maddesinin yedinci fıkrasında yer alan haklarının ihlal edilmediği yolunda
karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle, ihlal yönündeki çoğunluk görüşüne
katılmamaktayız.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Kadir
ÖZKAYA
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu
2013/2947 nolu başvuruda Anayasa’nın 19. maddesinin
yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir.
2. Başvuru konusu olayda
başvurucu, “Silahlı terör örgütü yöneticisi” olmak suçlaması ile gözaltına
alınmış, tutuklanmış ve 2 yıl 2 ay 28 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye
edilmiştir.
3. Mahkememize yapılan
2013/5973 nolu bir diğer başvuruda da,
başvurucunun aynı suçlama ile gözaltına alındığı, tutuklandığı, 2 yıl 3 ay 19
gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiği anlaşılmıştır. Bu başvurucu için
Mahkememiz Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine
karar vermiştir.
4. Her iki başvuruda da
başvuruculara isnat edilen suçlamalar ile dava dosyasında ki olaylar birbiri
ile büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Aralarında ki en önemli fark
2013/2947 nolu başvuruda, suç isnadına ilişkin
olayların siyasal parti faaliyeti adı altında yürütülmüş olmasıdır.
5. Bir suçun siyasal parti
faaliyeti adı altında işlenmesinin, suçu işleyen için bir ayrıcalık
oluşturmayacağı gerçeğinden hareketle 2013/5973 nolu
başvurudaki Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği
yönündeki görüşümün ve orada yazılı gerekçelerin bu dosya için de aynen geçerli
olduğu kanaatine vardığımdan çoğunluğun görüşüne katılmadım.