TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
BEKİR YAZICI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3044)
|
|
Karar Tarihi: 17/12/2015
|
R.G. Tarih ve Sayı: 3/2/2016-29613
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Burhan
ÜSTÜN
|
Başkanvekili
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan
ALTAN
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Celal
Mümtaz AKINCI
|
|
|
Erdal
TERCAN
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.
Emin KUZ
|
|
|
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir
ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan
GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Tarık
KAVAK
|
Başvurucu
|
:
|
Bekir
YAZICI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kaçakçılık suçunun işlendiği iddiasıyla yargılanılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması
nedeniyle adil yargılanma hakkının, iyi niyetli üçüncü kişi olarak satın alınan
taşıta gümrük kaçağı olduğu gerekçesi ile el konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/6/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru
belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 25/11/2013 tarihli görüş yazısı 30/11/2013
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/12/2013 tarihli dilekçesi
ile Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
6. İkinci Bölümün 5/11/2015 tarihinde yaptığı toplantıda
başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması
gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Yurt dışından alınarak 17/2/2000 tarihinde M.Ö. tarafından
yurda sokulan 06 SG 061 plakalı 1988 model Mercedes marka otomobil, 18/2/2000
tarihli müracaat formuna istinaden trafik tescil müdürlüğü tarafından M.Ö.
adına tescil edilmiştir.
9. Başvurucu, anılan taşıtı 24/11/2000 tarihinde noter satış
senedi ile M.Ö.den satın almıştır.
10. Vergilerin ödendiğine ilişkin vezne alındı belgeleri
doğrultusunda Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı tarafından Ankara Trafik Tescil
Şube Müdürlüğüne yazılan bilatarih ve
Güm.4.06.01.15.033-TKDV.060.(OTO).13249 sayılı yazı ile taşıtın trafik
sicilinde bulunan şerhinin iptal edilmesi talimatı verilmiştir.
11. Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğünün 13/11/2001 tarihli ve
32393 sayılı yazısı gereğince gümrük muhafaza memurları tarafından 20/2/2002
tarihinde başvurucuya ait taşıta el konulmuştur.
12. Başvurucu hakkında “kaçakçılık” suçundan soruşturma
başlatılmış, sözü edilen araca el koyma tedbiri uygulanarak muhafaza edilmek
üzere başvurucuya teslim edilmiştir.
13. Başvurucu hakkında otomobilin, yurda getirilişinden itibaren
bir yıl süreyle satışının yasak olduğunu bildiği hâlde otomobili satın aldığı
iddiası ile 20/1/2003 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ankara 1. Asliye Ceza
Mahkemesi (Mahkeme) 15/2/2006 tarihli ve E.2003/116, K.2006/51 sayılı kararı
ile üzerine atılı suçun unsurları oluşmadığından bahisle başvurucunun beraatine, suça konu otomobilin başvurucuya iadesine karar
vermiştir.
14. Temyiz üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesi 31/3/2010 tarihli ve
E.2007/13802, K.2010/5535 sayılı kararı ile bu kararın bozulmasına
hükmetmiştir. Yargıtay kararının Mahkeme kararından alıntı gerekçesi şöyledir:
“…suç tarihleri itibariyle temyiz inceleme
gününde, suç tarihlerinde yürürlükte bulunan ve lehe hükümler içeren 765 sayılı
TCK.nun 102/4 ve 104/2 maddelerinde öngörülen
zamanaşımı gerçekleşmiş ise de, dava konusu otomobilin
müsaderesi ya da iadesi bakımından;
Aynı eylem nedeniyle soruşturma evresinde
tefrik edilerek evrakta sahtecilik suçundan açılan dava dosyasının, delillerin
birlikte değerlendirilmesi bakımından getirtilip incelenerek özetinin duruşma
tutanağına geçirilmesi, bu davayı ilgilendiren ve dosyada bulunmayan müfettiş
raporu ve diğer belge asıllarına göre ithalatta sahte evrak kullanıldığının ne
şekilde ortaya çıkarıldığına ilişkin belgelerin onaylı örneklerinin denetime
olanak verecek biçimde bu dosyaya konularak incelenmesi suretiyle sonucuna göre
bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ve inceleme ile yazılı şekilde
hüküm kurulması…”
15. Bozma sonrası yargılama aşamasında Mahkeme, aynı maddi olay
hakkında resmî evrakta sahtecilik suçlamasıyla açılan davaya ilişkin Ankara 9.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/227, K.2009/256 sayılı dosyasını inceleyerek
başvurucu dışındaki diğer sanıklar hakkında, aracın belgelerinde sahtecilikten
dolayı açılan kamu davasının neticesinde 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga
Türk Ceza Kanunu’nun 342. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 80. ve 59.
maddeleri gereğince cezalandırılmaları yönünde karar verildiğini ve haklarında
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin
uygulandığını ve kararın bu şekilde kesinleştiğini tespit etmiş; ayrıca
Yargıtay kararında temas edilen gümrük müfettişi soruşturma raporunun bir örneğini
katılan idareden isteyerek dosyaya eklemiştir.
16. Mahkeme 16/9/2010 tarihli ve E.2010/439, K.2010/657 sayılı
nihai kararında diğer sanıklarla birlikte başvurucu hakkındaki kamu davasının
zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar vermiştir.
17. Mahkeme ayrıca gümrük kaçağı eşya olduğu gerekçesiyle
başvurucunun satın aldığı aracın 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla
Mücadele Kanunu’nun 13. maddesi delaletiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine
karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Bakanlar Kurulunun 97/9237 sayılı ‘Bazı Şahsi
Eşyanın Bedelsiz İthaline’ ilişkin kararına göre yurtdışında ikamet eden Türk
vatandaşlarına kesin dönüşleri sırasında sahip oldukları taşıtları vergiden
muaf tutularak getirebilecekleri, fakat bu araçlara 21/11/1997 tarihinden önce
sahip olma şartı aramıştır. Kırgızistan adli makamlarının müzekkere cevabında …
suça konu edilen … motor, … şase numaralı, 1988 model Mercedes marka aracı 28/12/2000
tarihinde mülkiyetine geçirdiği bildirildiğinden, 16/07/1997 tarihli ithalata
sunulan Kırgızistan mülkiyet belgesinin sahte olduğu ve mevcut hali ile ithalat
şartını taşımadığından kaçak olan bu aracın müsaderesi gerekeceği
düşünülmekle…”
18. Başvurucunun temyiz yoluna başvurması üzerine Yargıtayın anılan Dairesi 29/11/2012 tarihli ve
E.2012/3094, K.2012/29937 sayılı kararı ile Mahkeme kararını onamış ve bu
suretle başvuru yolları tüketilmiştir.
19. Başvurucu, Yargıtayın onama
kararını 2/5/2013 tarihinde tebellüğ etmiş ve 9/5/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin birinci fıkrasının
(4) numaralı bendi, 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası,
10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 31.
maddesinin birinci fıkrası.
21. 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili
olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır.
…
(2) Etkin pişmanlık nedeniyle fail hakkında
cezaya hükmolunmaması veya kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece suç
konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil
etmez.”
22. 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması,
taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.”
23. 13/10/1984 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanunu’nun 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Tescil süreleri, satış ve devirler, noterlerin sorumluluğu
ile ilgili esaslar şunlardır:
a) Araç sahipleri,
1. Tescili zorunlu ve ilk tescili yapılacak olan araçların
satın alma veya gümrükten çekme tarihinden itibaren üç ay içinde tescili için;
bunların hurda durumuna gelmesi hâlinde ise bir ay içinde tescilin silinmesi
için ilgili trafik tescil kuruluşuna veya Emniyet Genel Müdürlüğünün
belirleyeceği kamu kurum veya kuruluşları ile gerçek veya özel hukuk tüzel
kişilerine başvurmak,
…
zorundadırlar.
b) Araçların giriş işlemlerini yapan gümrük idareleri bu
durumu 15 gün içinde araç sahiplerinin beyan ettikleri tescil kuruluşuna bildirmekle
yükümlüdürler.
c) Tescil belgesi, aracın başkasına satış veya devrine,
hurdaya çıkarılmasına veya araçta, yönetmelikte belirtilen niteliklerin
değişmesine kadar geçerli sayılır.
d ) Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve
devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi,
gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu
bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri
kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi
adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak
noterler tarafından yapılır.
Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler
geçersizdir.
Satış ve devir işlemi, siciline işlenmek üzere üç işgünü
içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu ile vergi dairesine bildirilir. Bu
bildirimle birlikte alıcı adına trafik tescil işlemi gerçekleşmiş sayılır.
Satış ve devir tarihi itibariyle, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu
hükümleri uyarınca eski malikin vergi mükellefiyeti sona erer, yeni malikin
vergi mükellefiyeti başlar.
Yapılan satış ve devir işlemi üzerine noterler tarafından
yeni malik adına bir ay süreyle geçerli tescile ilişkin geçici belge düzenlenir.
…
Satış ve devir işlemlerinin bildiriminden itibaren bir aylık
süre içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu veya Emniyet Genel Müdürlüğünün
uygun gördüğü kamu kurum veya kuruluşları tarafından yeni malik adına tescil
belgesi düzenlenerek elden veya posta aracılığıyla teslim edilir. Tescil
belgesinin bir ay içerisinde teslim edilememesi halinde yeni malike sorumluluk
yüklenemez.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 17/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 9/5/2013 tarihli ve 2013/3044 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, yasal yollarla yurt dışından getirilen, gümrük
işlemleri tamamlanan, doğrulama belgeleri, trafik ve noter satışları gibi
aşamalardan geçen ve yasal engel konulmayan, kaçak olmadığı ancak usulsüz
olduğu gümrük müfettişlerince tespit edilen; devletin resmî kurumlarınca, yurda
girişinden satış ve tesciline kadar hiçbir aşamasında kaçak olduğu yönünde
işlem yapılmayan taşıta iyi niyetli üçüncü kişi olarak kendisi satın aldıktan
sonra el konulduğunu fakat aracın veya bedelinin kendisine iade edilmediğini,
öte yandan hakkındaki ceza yargılamasının çok uzun sürdüğünü, bu şekilde
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; 70.000 TL
maddi ve 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
26. Bakanlık görüş yazısında, yurt dışından getirilen ve trafik
tescil işlemleri yapılarak üçüncü kişilere satılan taşıtların yurda giriş ve
trafik tescil işlemlerinin gerçeği yansıtmadığının sonradan anlaşılması
durumunda bu araçlar için trafikten men ve el koyma işlemi uygulanmasında
hukuka aykırılık bulunmadığı ancak bu durumda iyi niyetli üçüncü kişinin, hizmet
kusuruna dayanarak idareye ve idari yargı merciine başvurabileceği,
başvurucunun böyle bir yola gittiği bilinmemekle birlikte hizmet kusurunun
tespiti durumunda mahkemelerin iyi niyetli üçüncü kişiler lehine tazminata
hükmettiğinin görüldüğü belirtilmiştir.
27. Başvurucu bu görüşlere katılmadığını beyan etmiştir.
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) müsadere yoluyla
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere ilişkin kararlarında, istikrarlı olarak
müsadere yoluyla yapılan müdahalenin Sözleşme’ye Ek 1
No.lu Protokol’ün 1. maddesinin gereklerini karşılayıp karşılamadığı bakımından
esastan inceleme yapmaktadır (AGOSI/Birleşik
Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, §§ 52-61; Microintelect Ood/Bulgaristan,
B. No: 34129/03, 4/3/2014, §§ 46-50; Ünsped Paket Servisi San. ve Tic. A.Ş./Bulgaristan, B. No:
3503/08, 13/1/2015, §§ 45-47).
29. Anayasa
Mahkemesi de başvurucunun müsaderenin
adil olmadığını ileri sürdüğünü gözeterek değerlendirme yapacaktır. Bu durumda
başvurucunun; devletin resmî kurumlarının, yurda girişinden satış ve tescile
kadar hiçbir aşamada kaçak olduğu yönünde işlem yapmadığı taşıta, iyi niyetli
üçüncü kişi olarak satın aldıktan sonra gümrük kaçağı olduğu gerekçesiyle el
konulduğuna, buna rağmen aracın veya bedelinin kendisine iade edilmeyerek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı
gibi başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu
şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı İddiası
30. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti de
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu
kısmına ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
31. Başvurucu; ruhsat, trafik
belgeleri, yurda giriş ve gümrük işlemleri tamamlanan, doğrulama belgeleri ve
noter satışları gibi aşamalardan geçen, kısaca devletin resmî kurumlarının yurda girişinden satış ve tesciline kadar
hiçbir aşamada kaçak olduğu yönünde işlem yapmadığı ve yasal engel koymadığı
bir araca, iyi niyetli üçüncü kişi
olarak satın aldıktan sonra gümrük kaçağı olduğu gerekçesi ile el konulduğunu,
buna rağmen aracın veya bedelinin kendisine iade edilmediğini, bu suretle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Bakanlık, görüş yazısında uyuşmazlığın esası bakımından
değerlendirme yapılması durumunda, AİHM çeşitli nedenlerle zapt edilen malları
mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmekle birlikte, bu müdahaleleri mülkiyet
hakkının ihlali olarak görmeyip Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme)
Ek 1 No.lu Protokol’ün birinci maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında kabul
ettiğini, bu fıkranın devletlere genel çıkarı korumak amacıyla mülkiyetin
kullanımının kontrolü amacıyla gerekli gördükleri tedbirleri alma hakkı
tanıdığına vurgu yaptığını, bu tedbirlerin Sözleşme’ye
taraf devletlerin hemen hemen hepsinde yer almasını da dikkate alarak AİHM’in bu konuda esnek davrandığını, bu hususların esas
yönünden yapılacak değerlendirmelerde göz önünde bulundurulması gerektiğini
ifade etmiştir.
33. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundaki
beyanlarını tekrar etmiştir.
34. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
35. Anayasa’nın “Mülkiyet
hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
36. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün
"Mülkiyetin korunması"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama
konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
37. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, ürünlerden yararlanma ve tasarruf olanağı verir (AYM,
E.2002/112, K.2003/133, 10/4/2003).
38. Mutlak değil, sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı
Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir.
Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta,
ikinci ve üçüncü fıkralarında da sınırlama ve güvence ölçütleri
gösterilmektedir. Bu sınırlama ve güvencelerin Anayasa’nın 13. maddesinde yer
alan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
39. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın Anayasa’nın 13.
maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen
nedene dayanma, kanunlar tarafından öngörülme ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
40. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet
hakkına” yönelik bir müdahalenin bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki
aşamalarda varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağı olup olmadığı,
meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, amacı ve müdahalede kullanılan araçlar ile
başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi
gerekir.
i. Mülkün Varlığı
41. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının
ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin olması
gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu,
B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
42. Bu doğrultuda öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil
olabilecek mal varlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35.
maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan
menfaatlerin kapsamına mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde
tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, 10/12/2001;
AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008).
43. Taşınır eşyada mülkiyetin devri için borçlandırıcı işlemin
yapılmasından sonra zilyetliğin naklinin (tasarruf işlemi) gerçekleştirilmesi
gerekir. Bu tasarruf işlemi doğrudan doğruya eşyanın veya aracın teslimi yahut
eşyanın, alıcının fiilî hâkimiyetine girmesi ile gerçekleşir.
44. Taşınır eşya olan motorlu araçlar, taşıdıkları önem ve risk
nedeniyle hukuk düzeni tarafından diğer taşınır eşyaların tabi olduğu
mülkiyetin devir şeklinden farklı olarak daha sıkı şekil şartlarına tabi
tutulmuştur.
45. 2918 sayılı Kanun’un 20. maddesinin birinci fıkrasının (d)
bendi şöyledir:
“Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri
.... araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi…
esas alınarak noterlerce yapılır...”
46. Trafik sicili; devlet eliyle resen tutulan, motorlu
araçların teknik ve fiziki özellikleri ile üzerlerinde yer alan, başta mülkiyet
hakkı olmak üzere ayni hakları ve çeşitli kısıtlamaları gösteren resmî bir
kayıt sistemidir.
47. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 7.
maddesi şöyledir:
“Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların
doğruluğuna kanıt oluşturur.
Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda
başka bir hüküm bulunmadıkça herhangi bir şekle bağlı değildir.”
48. Trafik sicili, 4721 sayılı Kanun’un 7. maddesinde belirtilen
resmî sicillerden sayılırken bu sicile dayanılarak oluşturulan araç tescil
belgeleri de (ruhsatname) aynı madde gereğince resmî senetlerden sayılır.
Dolayısıyla belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Trafik
sicili, içerdiği hususların doğruluğuna ilişkin karine teşkil eder.
49. Trafik siciline tescilli araçlarda, noterde yapılan satış
veya devir işleminin sonrasında aracın zilyetliği alıcıya devredildiğinde
mülkiyeti de geçmiş olacaktır.
50. 2918 sayılı Kanun’un 20. maddesine göre henüz tescili
yapılmamış motorlu araçların mülkiyet devirleri ise taşınır mülkiyetin devrine
ilişkin esaslarla genel olarak aynıdır. Diğer bir deyişle mülkiyeti devretmeyi
amaçlayan sözleşmenin yapılmasından sonra mülkiyeti devir amacıyla zilyetliğin
naklinin gerçekleşmesi ile motorlu aracın mülkiyeti alıcıya geçmiş olacaktır.
Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince gönderilen ve 1/10/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesi kayıtlarına giren belgelere göre başvurucu, aracın trafik siciline
tescilinden önce Ankara 27. Noterliğinin 24/11/2000 tarihli ve 22741 sayılı
Kati Satış Senedi ile aracı satın almış; söz konusu belgede aracı fiilen teslim
aldığını beyan etmiştir. Ödemeleri takiben araç üzerindeki zilyetliğin
kendisine devredilmesi ile malik olan başvurucu 27/11/2000 tarihinde de aracın
trafik tescil işlemlerini gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle trafik sicilindeki
tescil kurucu değil, açıklayıcı niteliktedir.
51. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı,
kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı
olmadığı gibi trafik siciline tescilli araç mülkiyetinin Anayasa'nın 35.
maddesindeki güvence kapsamına girdiğine kuşku yoktur.
52. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca
korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı
noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (İhsan Vurucuoğlu,
B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30, 31).
53. Başvuru konusu olayda yukarıda ayrıntılı bir şekilde ifade
edildiği gibi başvurucunun otomobili 24/11/2000 tarihinde satın aldığı,
27/11/2000 tarihinde de aracın trafik tescil işlemlerini gerçekleştirdiği
dikkate alındığında Mahkemece müsaderesine karar verilen araç üzerinde
Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının varlığı konusunda şüphe
bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin
Mevcudiyeti
54. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer
vermiştir.
55. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün
1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural genel olarak
mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus
birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun
bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın
ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlere kamu yararına
uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla
mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisi tanır, bu ise ikinci fıkrada yer
almaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç,
B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).
56. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrası 1 No.lu Ek
Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde mülkiyet hakkını tanımış,
ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu
sınırlandırmanın ölçütünü belirtmiştir.
57. AİHM’in müsadere yoluyla yapılan
müdahalelere ilişkin genel yaklaşımı; müsaderenin, mülkten yoksun bırakmayı
içerse dahi Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesinin ikinci paragrafı kapsamında bir “ceza”
olarak uygulandığı ve bu amacı gözeterek mülkiyetin kullanımının kontrolü
olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündedir (Frizen/Rusya,
B. No: 52824/00, 24/3/2005, § 31; Veits/Estonya, B. No: 12951/11, 15/1/2015, § 70 ve AGOSI/Birleşik Krallık, B.
No: 9118/80, 24/1/1986, § 51).
58. Başvurucunun maliki olduğu aracın müsaderesinin, mülkünün
elinden alınması sonucunu doğurduğundan Anayasa’nın 35. maddesi anlamında sahip
olunan mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğuna kuşku yoktur.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
59. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa’nın 13.
maddesinde belirtilen şartlar yerine getirilmediği müddetçe Anayasa’nın 35.
maddesinin ihlaline yol açacaktır. Bu itibarla sınırlamanın Anayasa’nın 13.
maddesinde öngörülen koşullara uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
1. Kanunilik
60. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve
kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken Sözleşme'ye
Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten
yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası
sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada
öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar
kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de
hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm
sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 31).
61. 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre bu Kanun’da tanımlanan suçlarla ilgili
olarak 5237 sayılı Kanun’un eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri
uygulanır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasına göre kamu davasının düşmesine
karar verilmesi, sadece suç konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin
uygulanmasına engel teşkil etmez. 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4)
numaralı fıkrasına göre de üretimi, bulundurulması, kullanılması,
taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya müsadere edilir.
62. Mahkeme tarafından, başvurucunun satın aldığı aracın gümrük
kaçağı eşya olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesi delaletiyle
5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine
karar verilmiş; başvurucunun bu kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 7. Ceza
Dairesi 29/11/2012 tarihli ve E.2012/3094, K.2012/29937 sayılı kararı ile
Mahkeme kararını onamıştır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin “kanunlar tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna
varılmıştır.
2. Meşru Amaç
63. 5607 sayılı Kanun’a göre kaçakçılık, ülkeye ithali ya da
ülkeden ihracı yasak olan veya ithal ve ihracı gümrük işlemlerine tabi olan bir
eşyayı gümrük işlemleri yaptırılmadan ithal veya ihraç etmek, bu eşyayı ülke
içinde satmak veya satın almaktır.
64. Günümüzde uluslararası ticaretin giderek artması ve
serbestleşmesi, toplum ve çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen, ülke
ekonomisi ve güvenliğini tehdit eden her türlü kaçakçılık faaliyetlerindeki
artışı da beraberinde getirmiştir. Ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması
ve kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi amacıyla kaçakçılıkla mücadele etmek
için ülkeler tarafından hukuki düzenlemelerle gerekli önlemler alındığı gibi bu
türden fiillerle mücadelede etkinliğin artırılması maksadıyla uluslararası anlaşmalar
da yapılmaktadır. Bu yüzden kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin artırılması
gayesiyle “kaçak eşya”nın müsadere edilmesinin kamu
yararı amacı taşıdığı değerlendirilmektedir (Osman
Bayrak, B.No:2013/3803, 25/2/2015, § 81).
65. Başvuru konusu olayda, başvurucu adına trafik siciline
tescilli aracın Mahkemece “kaçak eşya” niteliğinde olduğu gerekçesine
dayanılarak müsadere edilmesi ile ithali yasak olan eşyanın ülkeye girişine
engel olunması ve kaçakçılığın önlenmesi amaçlanmıştır. Kaçakçılığın
önlenmesinin kamu yararına olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu
yönden başvurucuya ait aracın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin meşru bir amaç
taşıdığı sonucuna varılmıştır.
3. Ölçülülük
66. Son olarak başvurucuya ait aracın mahkeme kararıyla müsadere
edilmesi ile “mülkiyet hakkına” yapılan müdahale arasında makul bir dengenin
gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.
67. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli
olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Ölçülülük, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak
için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına getirilen
müdahalelerde hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli,
gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Osman Bayrak, §§ 73, 74).
68. Bu bağlamda başvuru konusu olay bakımından yapılacak
değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan başvurucuya ait aracın
“kaçak eşya” niteliğinde kabul edilerek müsadere edilmesinin mülkiyet hakkını
kısıtlama bakımından “ölçülülük ilkesi” ne
uygun olup olmadığı olacaktır.
69. Başvuru konusu olayda başvurucu, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 20/2/2002 tarihinde aracına el
konularak tarafına yediemin bırakıldığını, Başsavcılıkça “kaçakçılık” suçunu
işlediği iddiasıyla 20/1/2003 tarihinde hakkında açılan kamu davasının Ankara
1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/9/2010 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşmesine
karar verildiği hâlde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini, müsadere
kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında kesinleşmiş
mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
70. Somut olayda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca el konulan
aracın Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince “kaçak eşya” olduğu kabul edilerek
müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.
71. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi,
kural olarak usule ilişkin güvenceleri içermemekle
beraber başvurucuya, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleye karşı yetkili makamlar önünde etkin bir biçimde itiraz
edebilme olanağının tanınıp tanınmadığı güvencesini kapsamaktadır (AGOSİ/Birleşik Krallık, § 60; Saccocia/Avusturya, 69917/01, B. No: 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan,
§ 48). Ayrıca müsadere yoluyla müdahale nedeniyle
uğranılan zararın giderimine dair etkin bir tazminat
yolunun var olup olmadığı da ölçülülük bakımından irdelenmelidir (AGOSİ/Birleşik Krallık, § 53, Microintelect Ood/Bulgaristan, § 48; Andonoski/Makedonya, B. No: 16225/08, 17/9/2015, § 48).
72. Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında “kaçakçılık” suçunu
işledikleri iddiasıyla Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında
yapılan yargılama sonunda, 16/9/2010 tarihli karar ile başvurucu ve diğer
sanıklar hakkında “kaçakçılık” suçundan açılan kamu davasının, 765 sayılı mülga
Kanun’un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile 104.
maddesinin (2) numaralı bendi ve 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinin (8)
numaralı fıkrası gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine; Ankara 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 28/7/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte
belgelerle yurt dışından getirildiği, mevcut hâli ile ithalat şartını
taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1)
ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun’un 54. maddesinin (4)
numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiş; Yargıtay 7. Ceza
Dairesinin 29/11/2012 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır.
73. Bu durumda başvurucunun, yargılamanın taraflarından biri
olmakla müsadere talebine karşı savunma ve itirazlarını ileri sürebilme olanağı
bulabildiği görülmüş; Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi kararında belirtildiği
üzere başvurucuya ait aracın “kaçak
eşya” niteliğinde olduğu, sahte belgelerle ülkeye getirildiği, nitekim Ankara
9. Ağır Ceza Mahkemesince de suça konu aracın sahte belgelerle yurt dışından
getirildiği gerekçesiyle “resmî
belgede sahtecilik” suçundan başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verildiği
anlaşılmıştır. Dolayısıyla Sözleşme’ye Ek 1 No.lu
Protokol’ün 1. maddesinin öngördüğü güvence kapsamında yetkili
makamlar önünde etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının başvurucuya
tanındığı anlaşılmaktadır.
74. AİHM’e göre “kaçak
eşya”, müsaderenin konusu olabilir. Bununla birlikte AİHM, müsaderenin adil
olabilmesi için kaçak eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında
bir illiyet bağının olması gerektiğini ve “iyi niyetli” eşya malikine müsadere
edilen eşyaları geri kazanabilme olanağının tanınması (AGOSİ/Birleşik Krallık, § 53) veya tazmin
edilmesi (Microintelect Ood/Bulgaristan,
§ 48) gerektiğini belirtmektedir. Bu kural aynı zamanda kaçakçılık suçundan mahkûm
edilmeyen eşya maliki için de uygulanmalıdır (Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).
75. Bu ilkeler çerçevesinde hukuk sistemimizde
kaçak eşyanın “iyi niyetli” maliki yönünden müsadere edilen eşyaların geri
kazanılmasına veya tazminine yönelik etkin bir hukuk yolunun mevcut olup
olmadığı irdelenmelidir.
76. Danıştay Onuncu
Dairesinin 16/12/2009 tarihli ve E.2007/62, K.2009/10528 sayılı kararı
şöyledir:
“Yurda giriş yaptıktan sonra trafik tescil
işlemleri yapılan ve bu şekilde üçüncü kişilere satılan taşıtların yurda giriş
işlemlerinin veya trafik tescil işlemlerinin gerçeği yansıtmadığının sonradan
anlaşılması halinde bu araçların trafikten men edilerek el konulmasında hukuka
aykırılık bulunmamaktadır.
Ancak, bir aracın trafiğe çıkabilmesi için
yasal işlemlerin tümünün tamamlamış olması, söz konusu araçların başkalarına
satış ve devrine herhangi bir engel bulunmaması durumunda, bu araçları satın ve
devir alan iyiniyetli üçüncü kişilerin sahibi bulundukları araçlara sonradan el
konulması halinde uğradıkları zararların hizmet kusuru ilkesi uyarınca ilgili
idarelerden tazmini gerekmektedir.”
77. Danıştay Onuncu Dairesinin 8/5/2007
tarihli ve E.2005/1011, K.2007/2423 sayılı kararı şöyledir:
“Uyuşmazlıkta, Emniyet Genel Müdürlüğünün,
kendisine yetkili makamlar tarafından sunulan belgelere istinaden kayıt ve
tescil işlemleri yapmasında hizmet kusuru bulunmasa bile Emniyet Genel
Müdürlüğünce usulüne uygun olarak tescil işlemleri yapılan aracı satın alan
kişinin bu kayıtlar nedeniyle uğradığı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi
uyarınca tazmin edilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, gümrük idaresinin, araç ithalatı
sırasında kullanılan belgelerin gerçeğe uygun olup olmadığını inceleme ve
denetleme yetkisi bulunduğundan, bu inceleme ve araştırma nedeniyle hizmet
kusuru işlediğinden söz edilemeyeceği açık olmakla birlikte, ithaline müsade ettiği aracı satın alan davacının, olayda herhangi
bir kusurunun bulunmaması ve aracın ithali ile ilgili işlemlerde bir ilgisinin
tespit edilememesi karşısında uğradığı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi
uyarınca tazmin edilmesi gerekmektedir.
Buna göre, yukarıda belirtilen ilkeler
uyarınca davacının uğradığı zarara karşılık takdiren
belirlenecek bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken davanın
reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.”
78. Bu durumda müsadere nedeniyle
uğranılan zararın tazminine dair etkin bir tazminat yolunun bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ancak başvuru konusu olayda başvurucu, aracının müsadere
edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmekle birlikte
zararının giderilmesine yönelik derece mahkemeleri nezdinde bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
79. Dolayısıyla Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen
kararıyla “resmî belgede sahtecilik” yapılarak ülkeye getirilen aracın “kaçak
eşya” niteliğinde olduğu gerekçesiyle müsadere edilmesinin, kamu yararı amacına
uygun olup tazmin yolunu içeren yeterli güvencelerin varlığı da gözetildiğinde,
başvurucuyu kişisel ve aşırı bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile
başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
80. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında başvurucuya ait
aracın “kaçak eşya” olarak nitelendirilerek müsadere edilmesinin mülkiyet
hakkına yönelik orantısız bir müdahale olmadığı ve bu bağlamda ölçülülük
ilkesine aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun
Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve
Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
b. Yargılamanın Makul Sürede
Sonuçlandırılmadığı iddiası
81. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 20/2/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak
ifadesinin alındığını, Başsavcılıkça 20/1/2003 tarihinde hakkında açılan kamu
davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
82. Bakanlık, makul sürede yargılanma hakkının ihlali
iddialarına ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
83. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında -ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle-
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
84. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).
85. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkı kapsamına girer (Burak Edis, B. No: 2012/625,
9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında “kaçakçılık” suçunu
işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç
7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair
Kanun’un 25. maddesinin üçüncü fıkrası ile 33. maddesinin üçüncü fıkrasında
hapis ve adli para cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (Burak Edis, §
32).
86. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, §
35). Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun idaresindeki araca el
konularak ifadesinin alındığı 20/2/2002’dir. Ceza yargılamasında sürenin sona
erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih olup somut
başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin Ankara 1. Asliye Ceza
Mahkemesinin kararını onadığı 29/11/2012’dir.
87. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
20/2/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak ifadesi alınan başvurucu
ile diğer iki şüpheli hakkında “kaçakçılık” suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 20/1/2003 tarihli iddianamesi ile kamu davası
açıldığı belirlenmiştir. Yargılamaya başlayan Ankara 1. Asliye Ceza
Mahkemesince başvurucunun savunmasının alındığı, Ankara Gümrükler
Başmüdürlüğüne yazı yazılarak el konulan aracın muafiyet hükümleri kapsamında
ithalinin mümkün olup olmadığı hususunda bilgi istendiği, el konulan araç
üzerinde bilirkişi refakatiyle keşif yapıldığı, muafiyet hükümlerinden
yararlanarak ithal edilen söz konusu araç hakkındaki kayıtların tespiti amacıyla
Kırgızistan adli makamlarına yazılan talimat cevabının uzun süre beklendiği,
sonuç alınamaması üzerine 15/2/2006 tarihli karar ile başvurucu açısından suçun
unsurlarının oluşmadığı, diğer iki sanık yönünden ise suçun işlendiği hususunda
kesin ve inandırıcı delil bulunamadığından beraatlerine
ve suça konu aracın ruhsat sahibine iadesine karar verildiği tespit edilmiştir.
Katılan idarenin temyizi üzerine hükmün, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 31/3/2010
tarihli ilamı ile bozulduğu, bozma üzerine yapılan yargılamada Mahkemece
16/9/2010 tarihli karar ile başvurucu hakkında “kaçakçılık” suçundan açılan
kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine, suça konu aracın müsaderesine
karar verildiği, başvurucunun temyizi üzerine kararın Yargıtay 7. Ceza
Dairesinin 29/11/2012 tarihli ilamı ile onandığı anlaşılmıştır.
88. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (Burak Edis,
§§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§
24-40).
89. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu ceza
davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve
davranışlarıyla usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz davranmasının
yargılamanın önemli ölçüde uzamasına sebep olduğu da söylenemez. Anılan davaya
bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı ve 10 yıl 9 ayı aşan yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
90. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
91. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle aracı satın
almak için ödediği 38.000 DM ile yaptığı masrafların karşılığı olarak 2.000
TL’nin rayiç değeri olmak üzere toplam 70.000 TL maddi, makul sürede yargılama
yapılmadığı için 30.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
92. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
93. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin olarak 10 yıl
9 ayı aşan yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu
sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
94. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber mülkiyet hakkının ihlali
iddiasına ilişkin olarak Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet
hakkının ihlal edilmediğine karar verildiği dikkate alındığında başvurucunun
maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
95. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve Celal Mümtaz AKINCI’nın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. 198,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına OYBİRLİĞİYLE
17/12/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Dosyanın incelenmesinde; başvurucunun,
bilahare mahkeme kanalıyla zaptolunan ve iyiniyetli
olarak bir başkasından noter satışıyla devredildiği aracı sahte belgelerle
yurda sokan kişiler arasında yer almadığı ve hakkında bu nedenle dava açılmadığı,
hakkında kaçakçılık suçundan açılan davada da ilk derece mahkemesince anılan
suçtan beraat ve suça konu otomobilin başvurucuya iadesine karar verildiği,
vaki temyiz üzerine Yargıtayca, inceleme tarihi
itibariyle dava zamanaşımı dolduğu, ancak dava konusu otomobilin müsaderesi ya
da iadesi bakımından bir değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmün
bozulduğu, ilk derece mahkemesinin bozma ilamına uyarak kaçakçılık suçundan
zamanaşımın dolması nedeniyle düşme kararı verdiği, başvurucunun maliki olduğu
araç yönünden ise aracın gümrük kaçağı eşya olması itibariyle 5607 sayılı
Kanun’un 13. ve 5237 sayılı 54/4. maddeleri uyarınca “müsadere” kararı
verildiği, bu yöndeki karara gerekçe olarak da “…16.7.1997 tarihli ithalata
sunulan Kırgızistan mülkiyet belgesinin sahte olduğu ve mevcut haliyle ithalat
şartını taşımadığından kaçak olan bu aracın müsaderesi gerekeceği düşünülmekle
…” şeklinde bir görüş serdedildiği ilk derece mahkemesi kararının bu kez Yargıtayca onamak suretiyle kesinleştiği anlaşılmaktadır.
2918 sayılı Trafik Yasası’nın 20. maddesinin
(d) bendi, tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin, araç
sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi esas alınarak noterce yapılacağını
ifade ederken Trafik sicili devlet eliyle resen tutulan, araç teknik
özellikleri ve araç üzeri mülkiyet ve ayni hak ve varsa çeşitli kısıtlılıkları
gösteren resmi kayıt sistemidir ve MK 7. maddesine göre bu belgeler
belgeledikleri olguların doğruluğunu kanıtlarlar. Trafik siciline dayalı araç
tescil belgesi de bu kapsamda resmi senettir. Üzerinde var olan hukuki güven
mülkiyetin geçişine aracılık eder.
Başvurucunun 27.11.2000 tarihinde
gerçekleştirdiği trafik tescil işlemi ile araç üzerindeki mülkiyet hakkının
varlığı ve müsadere ile vaki hakkı müdahale konusu tartışmasızdır. Müsaderenin
kanuniliği için kullanılan 5237 sayılı Yasa’nın 54. maddesinin dördüncü
fıkrasında kural, alımı, satımı, kullanılması, bulundurulması, suç konusu olan
eşyanın müsaderesine imkan verirken, aynı maddenin
birinci fıkrasının ilk cümlesi bir suçun işlenmesinde kullanılan eşyanın
müsaderesine ÜÇÜNCÜ İYİ NİYETLİ KİŞİLERE AİT OLMAMAK koşulu ile izin
vermektedir. 5237 sayılı Yasa’nın gerekçesinde de kuralın Anayasa’da yer alan
mülkiyet hakkını zedelememesi için yeniden düzenlendiğini, kişinin suç işlemine
iştirak etmemesi, suçun işlenişinden haberdar olmaması durumunda sahibi
bulunduğu eşya suç işlemesinde kullanılmış bile olsa müsadereye
hükmedilemeyeceğini istisnasının kamu güvenliği, sağlığı veya genel ahlak ile ilgili
konularda açısından kabul edilebileceğini belirtmektedir. Düzenlemenin asıl
amacının da “müsaderenin” hukuki niteliğinin aslen bir güvenlik tedbiri olduğu
hususuna yönelik olduğu, bu amaçla düzenlenmiş yasanın ilgili 54. maddenin
üçüncü fıkrasında kullanılmış ama müsaderesi ile suça nazaran ağır sonuçlar
doğuracak ve hakkaniyete aykırı olacağı anlaşılan eşyanın müsaderesine de
hükmedilmeyebileceğini söylemektedir.
Devletin trafik tescil bilgilerinin sıhhatine
güvenerek aracı bir başka kişiden noter kanalıyla devralan başvurucunun
“iyiniyetli” sayılması gerektiği kuşkusuz olduğu gibi; sahte belgelerle araç
ithal etme suçunun sanığı olmayan, kaçakçılık suçundan yargılanmakla beraber
önce bu suçtan beraatine ve aracı iadesine karar
verilen, bilahare Yargıtayın bu yöndeki bozma kararı
üzerine hakkındaki bu dava zamanaşımı nedeniyle düşen başvurucunun mülkiyet
hakkına vaki kamu müdahalesinin ölçülü ve haklı olduğu da kabul edilemez.
Esasen davanın somutunda, ithal edilen araca ilişkin belgelerin Kırgızistan’dan
celbinin birkaç yıl alınması karşısında, başvurucunun bu konuda müdebbir
davranmadığı söylenemez. Devletin “gümrük kaçağı” gerekçesiyle iyi niyetli
üçüncü kişilere ait araca el koyması ve bu konuda kendiliğinden bir
tazmin-giderim mekanizması öngörmemesi nedeniyle; kamunun trafik tescil sistem
ve kayıtlarına güvenerek araç satın alan kişilerin otomatik olarak uğradıkları
zararı sineye çekmek zorunda oldukları söylenemez.
Devlet
kayıtlarına güvenerek hayatını yönlendiren, hukuki iş ve işlemlere kalkışan iyi
niyetli bireyin hukuka ve devlete olan güvenini sürdürmesi yanında devletinde
bu güveni zedeleyici işlemlerden kaçınmak, mevzuata ve kayda olan inancının
devamını sağlamak zorunluluğu, hukuk devleti olmanın gereklerindendir. Dolayısıyle, bu konumdaki kişilerin elkoyma
(müsadere) kararından sonra davalı idare aleyhine hizmet kusuru vb. nedenlerle
dava açarak uğradıkları zararların tazminini isteyebilecekleri yönündeki bir
düşünce ihlal edilen mülkiyet hakkını telafi edici bir sistem olarak kabul
edilmemelidir. Aslolanın hukuksuzluğu önlemek
olduğunda, telafi etmek hak ihlalini meşru kılmayacaktır.
Açıklanan nedenlerle; dosyanın geçirdiği
safahat itibariyle başvurucunun mülkiyet hakkına “ölçüsüz” bir biçimde müdahale
de bulunulduğu ve Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal
edildiği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına
katılmıyoruz.
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, “kaçakçılık” suçu
işlediği iddiası ile yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığı ve
hakkında kesinleşmiş mahkumiyet hükmü bulunmamasına
rağmen dava konusu aracın müsaderesine karar verildiğini belirterek,
Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Başvurucunun satın aldığı,
yurt dışından getirilen otomobile kaçak olduğundan bahisle el konulmuş ve uzun
bir yargılama sürecinden sonra “kaçakçılık” suçundan açılan davanın
zamanaşımından düşürülmesine, aracın da müsaderesine karar verilmiştir.
3. Dosya incelendiğinde suça
konu aracın yurtdışından başvurucu tarafından getirilmediği, yurtdışından
mevzuata aykırı olarak getirilen aracın mevzuata aykırı olarak getirildiğini
bilmeyen iyiniyetli üçüncü şahıs durumunda olan başvurucu tarafından noter
satış senedi ile satın alındığı ve bu aracı kullanmakta iken araca el konulup
dava açıldığı görülmektedir.
4. 2918 sayılı Trafik
Kanunu’nda, tescil edilmiş araçların her türlü satış ve devir işlemlerinin,
araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi esas alınarak noterlerce
yapılacağı ifade edilmiştir. Buna göre trafik sicili de tapu sicili gibi resmi
kayıt mahiyetindedir. Nitekim MK 7. maddesinde de, ”Resmi
sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.” denilerek
resmi sicillere güven esası teyit edilmiştir.
5. Başvurucu hakkında açılan
dava, zamanaşımı sebebiyle düşürülürken, adına trafik sicilinde kayıtlı aracın
yurt dışından usulsüz olarak ithal edildiğinden bahisle 5607 sayılı
Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 13. maddesi delaletiyle 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 54. maddesi 4. fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiştir.
6. “Eşya Müsaderesi” başlıklı
TCK 54. maddesinde, “ İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla” denilerek iyiniyetli üçüncü kişilerin korunması gerektiği ifade
olunmaktadır.
7. Somut olayda başvurucu
devletin trafik siciline güvenerek araç satın almış iyiniyetli üçüncü şahıs konumundadır. Belgelerde sahtecilik
yaparak araç ithal eden kişiler hakkında Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinde
açılan dava sanıkları arasında başvurucu bulunmamaktadır. Başvurucu hakkında,
5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu uyarınca dava açılmıştır. Açılan bu
davada başvurucunun önce beraatına karar verilmiş, Yargıtay bozması sonra
yapılan yargılama sürecinde de davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar
verilmiştir. Sonuç itibariyle başvurucunun “kaçakçılık suçu” işlediği sabit değildir.
Aynı zamanda da “iyiniyetli” olmadığı da keza saptanmış değildir.
8. Devletin tuttuğu sicillere
güvenerek işlem yapan iyiniyetli kişilerin devlete ve yürürlükteki kurallara
olan güveninin sağlanıp sürdürülmesi yanında devletin de bu güveni sarsacak
işlem ve eylemlerden sakınmak, devlete ve kurallara olan güvenin devamını
sağlamak yükümlülüğü “hukuk devleti “ olmanın bir
gereğidir.
9. Olayımızda zamanaşımı
nedeniyle düşme kararına rağmen, iyiniyetli olmadığı saptanamayan başvurucuya
ait otomobilin müsaderesine karar verilmesi, mülkiyet hakkına ölçüsüz bir
müdahale niteliğinde olduğundan çoğunluk görüşüne katılmadım.