TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
UĞUR SAĞLAMTAŞ VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/2960)
|
|
Karar Tarihi: 23/3/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 5/5/2016-29703
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Uğur SAĞLAMTAŞ
|
|
|
2. Hayrullah SAĞLAMTAŞ
|
|
|
3. Kalime SAĞLAMTAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Nurten ÜNAL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kalp ameliyatı olan Uğur Sağlamtaş’ın doktor
kusuru neticesinde %98 oranında özürlü hâle gelmesi ve söz konusu olayın
üzerinden yaklaşık on beş yıl geçmesine rağmen gerekli giderimin sağlanamaması
nedeniyle adil yargılanma hakkı ile yaşam hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/5/2013 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/12/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
18/8/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular,
Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sisteminden erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş, diğer iki başvurucunun
oğludur. Uğur Sağlamtaş, Adana SSK Hastanesinde (Hastane) olduğu kalp ameliyatı
sonrasında bitkisel hayata girmiştir. Antakya Devlet Hastanesinden alınan
raporda, Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü olduğu belirtilmektedir.
1. İlgili
Doktorlar Hakkında Açılan Kamu Davasına İlişkin Süreç
9. Bireysel başvuru formunda doktorlar hakkında kamu davası
açıldığı belirtilmesine rağmen buna ilişkin başvuru dosyasına her hangi bir
karar eklenmemekle birlikte olay hakkında Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin
2003/719 Esas sayılı dava dosyasıyla açılan hukuk davasında verilen kararın
gerekçesinden ameliyatı yapan Dr. G.A., Hastanenin Başhekim Yardımcısı Dr.
Z.B.E. ve Anestezi Uzmanı Dr. M.Z. aleyhine taksirle yaralamaya sebebiyet
vermek suçundan Adana 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 1998/1371 Esas sayılı dava
dosyasıyla kamu davasının açıldığı, Dr. B.S. imzalı raporda sanıklara kusur
izafe edilmeyeceğinin bildirildiği, Yüksek Sağlık Şurasına ait 10236 karar sayılı
raporda sanıkların kusursuz olduklarına oybirliği ile karar verildiği,
Mahkemenin 2001/936 sayılı karar ile açılan kamu davasının 21/12/2000 tarihli
ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla
Salıverilmeye, Dava Ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun gereği ertelenmesine
karar verildiği anlaşılmıştır.
2. Hukuk
Mahkemelerinde Açılan Tazminat Davalarına İlişkin Süreç
10. Uğur Sağlamtaş’a velayeten
Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş, 26/3/1999
tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada (asıl dava)
özetle Uğur Sağlamtaş’ın rahatsızlığı nedeniyle 27/4/1998 tarihinde Hastaneye
götürüldüğünü, tedavisi için Hastaneye yatırılarak kalp ameliyatına alındığını,
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi (Ç.Ü.T.F.) Balcalı Hastanesine sevki
konusunda heyet raporu olmasına rağmen ilgili doktorlar tarafından sevkinin
yapılmadığını ve ameliyata alındığını, ameliyatta ortaya çıkan sorun üzerine
küçük Uğur’un koma vaziyetinde iken annesinin kucağına bırakılarak Ç.Ü.T.F.ye
sevkinin yapıldığını, küçük Uğur’un ameliyattan itibaren bitkisel hayata
girdiğini ve yaşayan bir ölü hâline geldiğini, küçüğün sadece tıbbi cihazlar
yardımı ile nefes alabildiğini belirterek SSK Genel Müdürlüğü, ameliyatı yapan
Dr. G.A., Hastanenin Başhekim Yardımcısı Dr. Z.B.E. ve Anestezi Uzmanı Dr. M.Z.
aleyhine tazminat davası açmış ve 2.000 TL maddi, 8.000 TL manevi tazminatın
tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir.
11. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/5/2001 tarihli ve
E.1999/271, K.2001/391 sayılı kararı ile davalı SSK Genel Müdürlüğünün görev
itirazının kabulüne, dosyanın Adana İş Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmiştir. Dava dosyasının gönderildiği Adana 1. İş Mahkemesi tarafından
15/11/2001 tarihli ve E.2001/838, K.2001/601 sayılı karar ile Mahkemenin
görevsizliğine ve görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Yargıtay ilgili
hukuk dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay incelemesi sırasında
Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 30/5/2001 tarihli kararın
kesinleşmediğinin anlaşılması üzerine anılan karar taraflara tebliğ edilmiş;
tebliğ sonrasında temyiz edilen karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin
E.2002/14573, K.2003/4914 sayılı ilamı ile davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde
görülmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
12. Bozma kararı sonrasında yargılamaya, Adana 5. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 2003/719 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam
edilmiştir. Olay hakkında Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan alınan
17/1/2005 tarihli ve 205 sayılı raporda özetle Uğur Sağlamtaş adına düzenlenmiş
tüm tıbbi ve adli belgelere göre Patent Ductus Artcrous (PDA) ameliyatı sırasında duktus
rüptürüne bağlı ortaya çıkan kanamanın tıbben
beklenebilir bir komplikasyon olmadığı, bu kanamanın Dr. G.A.nın
dikkatsiz davranışı sonucu ortaya çıktığı, kusur oranının 4/8 düzeyinde olduğu,
Hastane Başhekim Yardımcısı Dr. Z.B.E. ve Anestezi Uzmanı Dr. M.Z.nin kusursuz olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, Adli Tıp
Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporu ile Yüksek Sağlık Şurası
raporu arasındaki çelişkinin giderilmesi için dosyanın Adli Tıp Kurumu Genel
Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu 22/5/2005
tarihli ve 276 sayılı raporunda özetle meydana gelen kanamanın Dr. G.A.nın tedbirsiz davranışı sonucu
ortaya çıktığı, kusur oranının 2/8 düzeyinde olduğu, diğer doktorların
kusurunun bulunmadığı, Uğur Sağlamtaş’ın %100 oranında meslekte kazanma gücünü
kaybetmiş sayılacağı yönünde görüş bildirmiştir.
13. Mahkeme tarafından alınan 13/10/2006 tarihli bilirkişi
raporunda, 2/8 oranındaki kusura göre Uğur Sağlamtaş’ta yaşanan güç kaybından
dolayı 60.192,80 TL maddi tazminat alacağının mevcut olduğu bildirilmiştir. Bu
rapor üzerine başvurucular vekili 24/11/2006 tarihli dilekçe ile fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dava değerini 60.192,80 TL olarak ıslah
etmiştir. Başvurucular vekili 27/12/2006 tarihli dilekçe ile manevi tazminat
talebini 20.000 TL olarak ıslah etmiştir. Davalılardan Dr. G.A. süresi
içerisinde ıslah edilen kısma yönelik zamanaşımı def’inde bulunmuştur.
14. Mahkeme 12/4/2007 tarihli ve E.2003/719, K.2007/134
sayılı karar ile yargılama sırasında SSK’ya ait hastanelerin Sağlık Bakanlığına
devredilmesi nedeniyle SSK hakkında karar verilmesine yer olmadığına, olayda
davalı Dr. G.A.nın kişisel kusuru bulunduğundan 6/1/2005
tarihli ve 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum Ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin
Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun gereği husumet yöneltilen Sağlık
Bakanlığı hakkındaki davanın reddine, Dr. Z.B.E. ile Dr. M.Z.nin
kusurları bulunmadığından haklarındaki davanın reddine, Dr. G.A. hakkındaki
davanın ise maddi tazminat talebi yönünden kabulüne, manevi tazminat talebi
yönünden ise kısmen kabul kısmen reddine karar vermiş; 5.000 TL manevi,
60.192.80 TL maddi tazminatın Dr. G.A.dan alınarak
başvuruculara verilmesine hükmetmiştir.
15. Anılan kararın başvurucular vekili ile Dr. G.A.
tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 17/4/2008 tarihli
ve E.2008/3107, K.2008/5460 sayılı ilamı ile Sağlık Bakanlığı hakkındaki
davanın görüm ve çözüm yeri idari yargı olduğundan Sağlık Bakanlığı yönünden
Mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmesi gerekirken
işin esası yönünden istemin reddedilmiş olmasının usul ve yasaya uygun
düşmediği gerekçesiyle Sağlık Bakanlığı hakkındaki davanın bozulmasına karar
vermiştir. Aynı ilam ile ıslah edilen tutara karşı Dr. G.A. tarafından süresi
içerisinde zamanaşımı definde bulunulduğu fakat Mahkemece ıslah edilen bölüme
yönelik zamanaşımı defi konusunda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeden
ıslah ile istenilen tazminatın kabulüne karar verilmiş olmasının doğru
görülmediği gerekçesiyle Dr. G.A. hakkındaki kararın da bozulmasına karar
verilmiştir. Diğer temyiz talepleri ise reddedilmiştir.
16. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 10/2/2009 tarihli ve
E.2008/823, K.2009/39 sayılı karar ile bozma kararına uyarak Sağlık Bakanlığı
hakkındaki davanın Mahkemenin görevsizliği nedeniyle reddine; ıslah
dilekçesinin reddedilmesi nedeniyle Dr. G.A. hakkındaki davanın ise ıslahtan
önceki miktarlar yönünden kısmen kabul kısmen reddine karar vermiş ve 5.000 TL
manevi, 2.000 TL maddi tazminatın Dr. G.A.dan
alınarak başvuruculara verilmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“…
Dava haksız eyleme
dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. B.K.’nın
60/1.maddesine göre haksız eylemlerde zamanaşımı faili ve zararı öğrenme
tarihinden itibaren 1 yıl, her halükarda fiilin
gerçekleşmesinden itibaren 10 yıldır. Yine maddenin 2.cümlesine göre ceza
kanunları gereğince daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüş ise bu
zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Davacılar olayın faili olan davalıyı
olay gününden bu yana bilmektedir. Sürekli iş gücü kaybını ise 17.11.2005
tarihli duruşmada (22.09.2005 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu 17.11.2005 tarihli
celsede tebliğ edilmiştir.) öğrenmişlerdir. Buna göre davacıların 24.11.2006
tarihinde ıslah dilekçelerini verdikleri, zararı öğrenme tarihi ile ıslah
tarihi arasında 1 yıldan fazla bir sürenin geçtiği, öte yandan uzamış ( ceza ) zaman aşımı süresi olan 5 yıllık sürenin de ıslah
tarihinden önce dolduğu anlaşılmakla, davalı G. vekilinin zaman aşımı definin
kabulü, ıslah dilekçesinin reddi ile aşağıdaki şekilde karar vermek
gerekmiştir.”
17. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 15/10/2009
tarihli ve E.2009/10370, K.2009/11373 sayılı ilam ile başvurucular vekilinin
temyiz itirazlarının reddine; başvurucuların ilk dava dilekçesinde istediği
maddi tazminat tutarından, davalı Dr. G.A.nın
2/8 kusuru oranında sorumlu tutulması gerektiğinin gözetilmemiş olmasının usul
ve yasaya uygun düşmediği gerekçesiyle davalılardan Dr. G.A.nın
temyiz itirazlarının bu yönden kabulüne karar vermiştir. Başvurucular vekilinin
karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 15/2/2010 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
18. Bozma kararı sonrasında yargılamaya Adana 5. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 2010/163 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir.
19. Uğur Sağlamtaş’a velayeten
Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş, Adana İş Mahkemesine
sundukları 7/9/2006 tarihli dilekçe ile SGK Genel Müdürlüğü ile Dr. G.A.
aleyhine Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam eden davadan ayrı bir dava
daha açmışlar (birleşen dava) ve 100.000 TL malüllük
tazminatı talep etmişlerdir. Açılan ek davaya ilişkin olarak Adana 3. İş
Mahkemesi 27/3/2007 tarihli ve E.2006/88, K.2007/139 sayılı karar ile
görevsizlik kararı vermiş ve bu karar 5/4/2007 tarihinde kesinleşmiştir.
Başvurucuların 12/4/2007 havale tarihli dilekçeleri üzerine dosya, 12/3/2009 tarihinde
Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemelerine gönderilmiştir. Adana 1. Asliye Hukuk
Mahkemesi 20/4/2010 tarihli ve E.2009/155, K.2010/240 sayılı karar ile
aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle dava dosyasının Adana 5.
Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2010/163 Esas sayılı dava dosyası ile
birleştirilmesine ve yargılamanın Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesine ait
2010/163 Esas sayılı dava dosya üzerinden devamına karar vermiştir.
20. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/7/2010 tarihli ve
E.2010/163, K.2010/535 sayılı karar ile asıl dava yönünden bozma kararına
uyarak Dr. G.A. hakkındaki davanın kısmen kabulüne kısmen reddine ve Dr. G.A.nın 2/8 kusur durumuna göre
5.000 TL manevi ve 500 TL maddi tazminatı başvurucuya ödemesine karar
vermiştir. Mahkeme, birleşen dava yönünden ise SGK Genel Müdürlüğü hakkındaki
davada karar verilmesine yer olmadığına, Sağlık Bakanlığı aleyhine yöneltilen
davanın görevsizlik nedeniyle reddine, Dr. G.A. hakkındaki davanın kısmen
kabulüne ve karşılanamayan 59.692,80 TL zararının başvurucuya ödenmesine karar
vermiştir.
21. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 31/1/2011
tarihli ve E.2010/14911, K.2011/863 sayılı ilam ile başvurucular vekilinin
temyiz itirazlarının reddine; davalılardan Dr. G.A.nın ise birleşen dava hakkındaki itirazlarının
kabulüne ve sadece bu yönden kararın bozulmasına karar vermiştir. Başvurucular
vekilinin karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/6/2011 tarihli ilamıyla
reddedilmiştir. Yargıtayın bozma gerekçesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“…
Davacılar, eldeki
dava dosyası ile birleştirilen Adana Asliye 1. Hukuk Hakimliği'nin 2009/155
Esas sayılı davayı Adana İş Mahkemesine verdikleri 07.09.2006 havale günlü
dilekçe ile açmışlar, Adana 3. İş Mahkemesince verilen 27.03.2007 gün ve
2006/388-2007/139 sayılı görevsizlik kararı taraflarca temyiz edilmeksizin
05.04.2007 günü kesinleşmiştir.
Davacılar vekili
02.04.2007 gün ve yazı işleri müdürünün 12.04.2007 havale tarihli dosyanın
görevli mahkemeye gönderilmesi istemini içeren dilekçesini dosyaya sunmuştur.
Ancak, İş Mahkemesi Hakimliğince düzenlenen 12.03.2009 günlü yazıda; davacı
vekilinin 12.03.2009 gününde dosyayı sorduğu, dosyanın incelenmesi sonucu istek
dilekçesi dosyada olmadığından gereğinin yapılmadığı, davacı vekili elindeki
gölge dosya içindeki 12.04.2007 günlü istek dilekçesi üzerine dosyanın
gönderildiği belirtilmiştir.
Görevsizlik kararı
veren mahkeme, görevsizlik kararında dava dosyasının görevli mahkemeye gönderme
kararı vermekle yetinir. Dava dosyasını kendiliğinden görevli mahkemeye
gönderemez. Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 193/2, 3 ve 4. maddeleri
gereğince görevsizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli
mahkemede tebligat yaptırması zorunlu olup kararın kesinleştiği günden itibaren
on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kâğıdı tebliğ
ettirilmesi gerekir. Ancak, davalıya bu on gün içinde davetiyenin tebliğ
edilmesini sağlamak davacının elinde olmadığından on gün içinde mahkemeye
başvurarak davetiye tebliğ giderini yatırması yeterli görülmüştür. Bu
işlemlerin süresinde yapılmaması durumunda dava açılmamış sayılır. Yasada yer
alan 10 günlük süre hak düşürücü nitelikte olup mahkemelerce kendiliğinden
gözetilir.
Yerel mahkemece,
dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve on günlük
hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu kendiliğinden gözetilerek, birleştirilen
Adana Asliye 1. Hukuk Hakimliği'nin 2009/155 Esas sayılı davanın açılmamış
sayılmasına karar verilmesi gerekirken, bu dosya yönünden de işin esası
incelenerek yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun
düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
Dava konusu olayda,
davacıların vekilleri vasıtasıyla dosyaya sundukları 12.04.2007 havale tarihli
dilekçelerinde davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye giderlerini
karşılamadıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacıların, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Yasası'nın 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde
davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye giderini yatırmadığından on
günlük süre içinde görevli mahkemeye başvurmuş sayılmazlar.”
22. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 21/12/2011 tarihli ve
E.2011/639, K.2011/685 sayılı karar ile bozma kararına uyarak birleşen davanın
açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
“…
…birleşen 1. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 2009/155 E. 2010/240 K. dava dosyasında; görevsizlik kararı
veren mahkeme, görevsizlik kararında dava dosyasının görevli mahkemeye gönderme
kararı vermekle yetineceği, dava dosyasını kendiliğinden görevli mahkemeye
gönderemeyeceği, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 193/2, 3 ve 4. maddeleri
gereğince görevsizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli
mahkemede tebligat yaptırması zorunlu olup kararın kesinleştiği günden itibaren
on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kâğıdı tebliğ
ettirilmesi gerektiği, ancak, davalıya bu on gün içinde davetiyenin tebliğ
edilmesini sağlamak davacının elinde olmadığından on gün içinde mahkemeye
başvurarak davetiye tebliğ giderini yatırması yeterli görülmüştür. Bu
işlemlerin süresinde yapılmaması durumunda dava açılmamış sayılacağı, yasada
yer alan 10 günlük süre hak düşürücü nitelikte olup mahkemelerce kendiliğinden
gözetileceği dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve
on günlük hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu anlaşıldığından davanın açılmamış
sayılmasına karar vermek gerekmiştir.”
23. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, gerekçeli kararın arka
kısmına açılan asıl davanın Yargıtay tarafından onandığını belirtmiş ve bu
davanın kesinleştiği şerhini koymuştur.
24. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 7/5/2012 tarihli
ve E.2012/4188, K.2012/7981 sayılı ilam ile başvurucular vekilinin temyiz
itirazlarının reddine karar vermiştir.
25. Başvurucular vekilinin karar düzeltme talebi de aynı
Dairenin 15/1/2013 tarihli ve E.2012/16952, K.2013/238 sayılı ilamı ile
reddedilmiştir.
26. Anılan karar 5/4/2013 tarihinde başvurucular vekiline
tebliğ edilmiştir.
27. Başvurucular 3/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
3. İdari
Yargıda Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç
28. İdari yargıda açılan tam yargı davasına ilişkin olarak
bireysel başvuru formu ve eklerinde herhangi bir bilgi verilmemiş olmakla
birlikte Bakanlığın başvuru hakkındaki 11/8/2015 tarihli görüş yazısından
başvuruculardan Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime
Sağlamtaş’ın söz konusu olay sebebiyle Adana 2. İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açtıkları anlaşılmıştır.
29. UYAP üzerinden yapılan araştırma neticesinde Uğur
Sağlamtaş’a velayeten Hayrulah
Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş tarafından söz konusu
olay sebebiyle Sağlık Bakanlığı, SGK Genel Müdürlüğü ve Çukurova Devlet
Hastanesi aleyhine 31/8/2010 tarihinde Adana 2. İdare Mahkemesinde tam yargı
davası açıldığı görülmüştür.
30. Adana 2. İdare Mahkemesi 2/9/2010 tarihli ve E.2010/1293,
K.2010/967 sayılı karar ile davacıların kimler olduğunun ve talep edilen
tazminat miktarlarının tam olarak anlaşılamadığı gerekçesiyle dilekçe ret
kararı vermiştir.
31. Dilekçe ret kararı üzerine Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş 13/10/2010 tarihinde dilekçelerini
yenileyerek kendilerini davacı olarak göstermiş ve Uğur Sağlamtaş’ın bitkisel
hayata girmesi ile neticelenen olay sebebiyle toplam 140.000 TL maddi, 60.000
TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Davalı idare, iş bu davadaki
taleplerin Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davadaki taleplerle
mükerrer olması nedeniyle reddedilmesi gerektiği itirazını ileri sürmüştür.
32. Adana 2. İdare Mahkemesi 20/9/2011 tarihli ve
E.2010/1585, K.2011/1603 sayılı karar ile Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesindeki
davanın Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş
tarafından Uğur Sağlamtaş adına velayeten açılan bir
dava olduğu gerekçesiyle davalı idarenin itirazını reddetmiş ve bilirkişi
raporlarına göre 2/8 oranında kusurlu olduğu kabul edilen doktoru istihdam eden
idarenin söz konusu ameliyatta ağır hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle davanın
kısmen kabulüne karar vermiş ve toplam 18.110,38 TL maddi, 20.000 TL manevi
tazminata hükmetmiştir.
33. Anılan karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 12/12/2013 tarihli ve E.2013/4237,
K.2013/10653 sayılı ilam ile İlk Derece Mahkemesi kararının davacılara toplam
18.110,38 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine ilişkin kısmının
onanmasına ancak eksik hesaplanan destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin
kısmı ile manevi tazminatın reddedilen kısmının yeniden hüküm kurulmak üzerine
bozulmasına karar vermiştir.
34. Bozma kararı üzerine Adana 2. İdare Mahkemesi 22/1/2015
tarihli ve E.2014/2870, K.2015/97 sayılı kararı ile idarenin 2/8 oranında
kusurlu kabul edildiği varsayılarak yapılan maddi tazminat miktarı hesaplanmasında
hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmadığı, böyle bir durumda davacıların
zararının 6/8’ini kimin karşılayacağı sorusunun yanıtsız kaldığı 6/8 kusur
oranına tekabül eden maddi zarara davacıların katlanması gerektiği yönündeki
bir düşüncenin de hakkaniyet icabı mümkün olmadığı gerekçeleriyle taleple bağlı
kalarak 12/12/2013 tarihli kararda belirlenen 18.110,38 TL maddi tazminata ek
olarak 121.889,62 TL maddi tazminata hükmetmiştir.
35. Anılan karar, taraflarca temyiz edilmiş ancak Danıştay
tarafından hâlihazırda bir karar verilmemiştir.
B. İlgili Hukuk
36. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesi şöyledir:
“Davacı, iptaline
karar verilen dilekçenin yerine yeni bir dilekçe düzenleyip vermek zorundadır.
Görevsizlik veya
yetkisizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli veya
yetkili mahkemede tebligat yaptırması zorunludur.
Her iki hâlde kararın
kesinleşmesi tarihinden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya
yeniden çağrı kâğıdı tebliğ ettirilmesi gerekir.
Aksi takdirde dava
açılmamış sayılır. Kanunda belirtilen ayrık hükümler saklıdır.”
37. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/3/2007 tarihli ve
E.2007/1-147, K.2007/154, sayılı kararı şöyledir:
“ (…)
…görevsizlik kararı
veren mahkeme, görevsizlik kararında; “dava dosyasının talep halinde görevli
mahkemeye gönderilmesine” karar vermekle yetinir. Dava dosyasını resen görevli
mahkemeye gönderemez. Dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve
davaya görevli mahkemede devam edilebilmesi için, davacının 10 gün içinde görevli (yada
görevsizlik kararı veren) mahkemeye başvurarak davalıya tebligat yaptırması
gerekir. Aksi halde dava açılmamış sayılır. (HUMK.m.193)
Görevli mahkemeye
başvurma süresi olan 10 günlük süre hak düşürücü nitelikte bir süre olup,
mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerekir.
Görevli (veya
görevsiz) mahkemeye başvuru bir dilekçe ile olur. Bu dilekçe için bir şekil
öngörülmemiştir. Bu dilekçe bir dava dilekçesi değildir. Dilekçede, davanın
görevli mahkemede görülmesi için gerekli işlemlerin yapılması istenir.
Sözü edilen 10 günlük başvuru süresi içinde görevli
(veya görevsiz) mahkemeye başvurarak, karşı tarafa yapılacak tebligat giderinin
ve varsa dosya gönderme masrafının ödenmesi gerekli ve yeterlidir.
Dava dosyasını alan
görevli mahkeme, ilk olarak, 10 günlük süre içinde görevli (veya görevsiz)
mahkemeye başvurulmuş olup olmadığını resen inceler. Mahkeme, 10 gün içinde
başvurulmadığını tespit ederse, başkaca bir işlem yapmadan, resen davanın
açılmamış sayılmasına karar verir.
Bu şekilde, 10 gün
içinde başvurulması üzerine görevli mahkemede görülmeye başlanan dava, yeni bir
dava olmayıp görevsiz mahkemede açılmış olan davanın devamı olduğundan, görevli
mahkemede yeni bir harç alınmaz.
Bu açıklamaların
ışığında somut olay incelendiğinde;
Tapulama Mahkemesinin
kararının taraflara tebliğ edilip, 25.5.1988 tarihinde kesinleştiği ve bu
tarihte HUMK.m.193’te öngörülen sürenin başlayıp, 6.6.1988 tarihinde dolduğu,
buna karşılık davacının uzunca bir süre sonra, 31.7.1990 tarihinde görevsiz
mahkemeye başvurarak HUMK.m.193 gereğince dosyanın görevli mahkemeye
gönderilerek davaya devam edilmesini istediği anlaşılmaktadır. Açıklanan bu
durum karşısında HUMK.m.193’te öngörülen 10 günlük “Hak Düşürücü Sürenin”
dolduğu, bu süre dolduktan sonra harç yatırılarak dahi sürenin yeniden ihyasının
usule ve kanuna ve istikrar kazanmış Yargıtay uygulamasına uygun düşmeyeceği
anlaşıldığından, Yerel Mahkemenin bu yönleri amaçlayan direnme kararı doğru
olup onanmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6.2.2002 gün ve 2002/8-72-60
sayılı kararı, 10.3.1999 gün ve 1999/12-128-132 sayılı kararı, 8.12.1984 gün ve
1981/15-616-75 sayılı kararı, 20.4.1983 gün ve 1980/15-1854-395 sayılı kararı
da aynı yöndedir.)”
38. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi
şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
39. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
40. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam
yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
41. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve
E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:
“…
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal
açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak
HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen
bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını
ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik
sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (BK. 386-390) Vekil
vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden
sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için
gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli
olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel
olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle
davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (BK.321/1.md.) O
nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa,
sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar
görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi
açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği
önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip
uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve
bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri
arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde
tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en
emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta
), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında
titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken
özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1.maddesi hükmü
uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve
kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu
tutulmamalıdır.
…”
42. Danıştay İdari Dava Daireler Kurulunun 22/5/2003 tarihli
ve E.2002/619, K.2003/350 sayılı kararı şöyledir:
“(…)
Ankara 6. İdare Mahkemesi bozma kararına
uymayarak 21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı kararıyla,
uyuşmazlığın davacının uğradığı ses kaybının hatalı operasyon sonucunda oluşup
oluşmadığının tespitine ilişkin olduğundan, Mahkemelerinin 17.3.1999 günlü ara
kararıyla, davacının geçirdiği operasyonlara ilişkin bilgi ve belgelerin
bulunduğu "Hasta Dosyaları" istenilmiş ise de; söz konusu dosyaların
Ankara Numune Hastanesi arşivinde bulunamadığının (kaybolduğunun) bildirilmesi
üzerine, Mahkemece davacı tarafından dosyaya sunulan belgeler ile davacının
muayenesi sonucunda elde edilecek bilgiler ışığında bilirkişi incelemesine
karar verildiği, bilirkişi tarafından hazırlanan 22.11.1999 ve 27.12.1999 günlü
raporlarda, hastada, 8.11.1991 tarihindeki ilk operasyonu sırasında Bilateral Kord Vokal felci
geliştiği, bu sebebin sinir kesisi veya basısına
bağlı olarak gelişebileceği, zaman içinde sinir fonksiyonlarının geri dönebileceği,
ancak hastada, erken dönemde solunum yetersizliği oluştuğu ve zaman içinde
kalıcı hale geldiği, bu tür rahatsızlıklarda, ilk amacın yeterli hava girişinin
sağlanması olduğu, ses kalitesi bozulması ihtimalinin göze alınabileceği, bu
amaçla yapılan 2. ve 3. operasyonlarda ses kalitesinin düzeltilmediği ve kalıcı
sekel niteliğinde uzuv kaybının oluştuğunun belirtildiği, 24.2.2000 günlü naip
tezkeresi ile A.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı'na
gönderilen davacının yapılan muayenesi sonucunda düzenlenen raporda, davacının,
uzuv kaybının (çalışma gücü oranının) %63 olduğunun belirlendiği, bu oran göz
önüne alınarak 10.4.2000 günlü raporda, davacının fizik bütünlüğü, iktisadi
geleceği ve sosyal konumu göz önüne alınarak 12.857.657.785.lira maddi zararın
hesaplandığı, bu durumda davacının hatalı ameliyatlar sonucu uğradığı
zararların hizmet kusuruna dayalı olarak davalı idarece tazmini gerektiği,
davacının, istemde bulunduğu maddi tazminat miktarı göz önüne alınarak ve
istemle sınırlı olarak 1.000.000.000. lira maddi tazminatın davalı idarece
tazminine, maddi tazminata olay tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi
istenmekte ise de, idarenin gecikmesine karşılık ödenen yasal faizin, başvuru
tarihinden itibaren hesaplanacağı, önceki döneme ilişkin faiz isteminin de
reddi gerekeceğinin açık olduğu, manevi tazminat istemi yönünden ise, manevi
zararlar da, Anayasanın 125. maddesinde ifadesini bulan şekliyle, tazmin
edilmesi gereken zararlardan olup, hukuka aykırı eylem veya işlemlerden dolayı
ilgililerin duyduğu elem ve ızdırabı kısmen de olsa
hafifletmek amacını taşıdığı, buna göre, davacının %63 oranında kayba uğrayan
uzvunun sosyal yaşamdaki fonksiyonları, kayıp oranı ve hükmedilen maddi
tazminat tutarı göz önüne alınarak mahkemelerince takdiren
5.000.000.000.- lira manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine, öte yandan,
davacı vekilince verilen 1.5.2000 günlü dilekçe ile maddi tazminat miktarının
13.000.000.000.- liraya çıkarılması istenmiş ise de, davanın genişletilmesi
niteliğindeki istemin kabulünün mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen
kabulüne, 1.000.000.000.- lira maddi, 5.000.000.000.- lira manevi tazminat
olmak üzere 6.000.000.000.- lira tazminatın davacıya ödenmesine, maddi tazminat
tutarına, davalı idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
başvuru tarihinden önceki döneme ilişkin yasal faiz isteminin reddine ilişkin
bulunan ilk kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare Ankara 6. İdare Mahkemesinin
21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı ısrar kararını temyiz etmek ve
bozulmasını istemektedir.
Temyiz
edilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve dilekçede ileri sürülen temyiz
sebeplerinin kararın kabule ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı anlaşıldığından davalı idarenin temyiz isteminin reddine…”
43. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve
E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:
“…
Dava konusu olay nedeniyle davacıların
Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda
bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı
değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile
bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava açılmış
ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir karar
verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
45. Başvurucular; Uğur Sağlamtaş’ın Ç.Ü.T.F. Balcalı
Hastanesine sevki konusunda heyet raporu olmasına rağmen yeterli donanıma sahip
olmayan Adana SSK Hastanesinde kalp ameliyatına alındığını, Dr. G.A.nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranışı sebebiyle Uğur
Sağlamtaş’ın komaya girdiğini, koma hâlinde Ç.Ü.T.F. Balcalı Hastanesine
gönderilen hastanın bitkisel hayata girdiğini, yaşanan olay sebebiyle açtıkları
tazminat davalarının reddedildiğini, bilirkişi raporlarında 2/8 oranında Dr. G.A.nın kusurlu olduğu belirtilmesine rağmen 6/8 oranındaki
kusurun kimde olduğunun belli olmadığını, asıl davadaki ıslah taleplerinin
zararın meydana geldiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılmadığı gerekçesiyle
kabul edilmediğini, davanın hangi mahkemede görüleceği dahi beş yıl sonra
belirlenmişken zararın meydana geldiği tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı
süresine riayet edilmediği gerekçesiyle ıslah taleplerinin reddinin hukuka
aykırı olduğunu, zarar miktarı öğrenilmeden dava değerinin ıslahının zaten
mümkün olmadığını, açtıkları ek davanın tebligat masrafları eklenmediği
gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu,
görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra 12/4/2007 tarihinde dosyanın
Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesini talep etmelerine rağmen davanın
açılmamış sayılmasına karar verilmesinin dava açma haklarını yok ettiğini, on
beş yıl süren yargılama nedeniyle telafisi imkânsız zararlar doğduğunu, bu
süreçte ailenin kısıtlı imkanları ile Uğur Sağlamtaş’ın bakım masraflarının
karşılanmaya çalışıldığını belirterek yaşam hakkının ve adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
46. Yukarıda yer verilen iddialar dikkate alındığında
başvurucuların temel olarak asıl davadaki ıslah taleplerinin reddedilmesinden,
birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinden, görevli doktorların
kusuru neticesinde Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü hâle gelmesinden ve bu
olay üzerinden yaklaşık on beş yıl geçmesine rağmen gerekli tazminin
sağlanamamasından şikâyet ettikleri anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi,
olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp
olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvurucuların iddialarının adil yargılanma hakkı ile yaşam hakkı
kapsamında olduğunu değerlendirilmiştir. Başvurucuların asıl davadaki ıslah taleplerinin
reddedilmesi ile birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi, adil
yargılanma hakkı ile ilişkili görülerek bu kapsamda inceleme yapılmıştır.
Başvurucuların yaşam hakkına ilişkin şikâyetlerinin ise yaşam hakkının
korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiası yönünden ve yaşam
hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddiası yönünden ayrı ayrı incelenmesine
karar verilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddialar
47. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
48. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız
ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete
uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak
ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından,
ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
50. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan
etkilenenler tarafından yapılabilir”
51. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin
bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı
fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi
için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu önkoşullar;
başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya
işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan”
etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, §
42).
52. Medeni hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukukunda
büründüğü şekil olan taraf ehliyeti, davada taraf olma yeteneğini ifade eder ve
hak ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin, davada taraf ehliyetine sahip
olduğunu belirtir. Medeni hukuktaki fiil ehliyetinin medeni usul hukukunda
büründüğü şekil olan dava ehliyeti ise bir davayı takip edebilme ve usul
işlemlerini yapabilme ehliyetini ifade eder. Ayırt etme gücü ve bu nedenle dava
ehliyeti bulunmayan kişiler, tarafı oldukları davalarda kanuni temsilcileri
tarafından temsil edilir. Temsil ettiği kişi adına hareket eden kanuni
temsilci, davada taraf değildir.
53. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde
başvuru konusu yapılan asıl ve birleşen davanın Uğur Sağlamtaş adına velayeten Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime
Sağlamtaş tarafından açıldığı anlaşılmaktadır. Başvuruculardan Hayrullah Sağlamtaş
ve Kalime Sağlamtaş, başvuru konusu davalarda Uğur
Sağlamtaş’ın kanuni temsilcisi konumunda olup söz konusu davalara taraf
değillerdir. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi dikkate
alındığında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel
başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle
ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı
hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır.
54. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu davalarda adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri süren Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın, söz konusu yargılama dosyalarında
taraf veya müdahil sıfatı bulunmadığı, bu açıdan başvuruya konu yapılan
yargılama faaliyeti nedeniyle adil yargılanma hakkı yönünden güncel ve kişisel
bir hakkının doğrudan etkilenmediği anlaşıldığından Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın başvurusunun adil yargılanma hakkına
ilişkin kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
55. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın ise başvuru konusu
davalarda taraf sıfatının bulunduğu ve bu bağlamda bireysel başvuru ehliyetine
sahip olduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle
başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri
aşağıda iki başlık altında incelenmiştir:
i. Asıl Davaya İlişkin Şikâyetler
Yönünden
56. Başvurucu vekili; Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü
hâle gelmesine sebep olan olayda kusuru bulunan kişiler aleyhine tazminat
davası açıldığını, ıslah taleplerinin zararın meydana geldiği tarihten itibaren
bir yıl içinde yapılmadığı gerekçesiyle kabul edilmediğini, davanın hangi
mahkemede görüleceği dahi beş yıl sonra belirlenmişken zararın meydana geldiği
tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine riayet edilmediği gerekçesiyle
ıslah taleplerinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, zarar miktarı
öğrenilmeden dava değerinin ıslahının zaten mümkün olmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
57. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
58. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012’dir. Mahkeme ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilir. Niteliği itibarıyla kamu düzenine ilişkin olan bu başvuru
şartını taşımayan bireysel başvuruların incelenebilmesi mümkün değildir.
59. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin
bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde
uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No. 2012/51, 25/12/2012, § 18).
60. Somut olaya konu yargılama sürecinin incelenmesi
neticesinde asıl davanın 26/3/1999 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde
açıldığı, Mahkemenin 12/4/2007 tarihli ve 10/2/2009 tarihli kararlarının
Yargıtay tarafından bozulduğu, son bozma kararı sonrasında 26/3/1999 tarihinde
Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan asıl dava ile 7/9/2006 tarihinde
Adana 3. İş Mahkemesinde açılan davanın birleştirildiği, birleştirme kararı
sonrasında yargılamaya devam eden Mahkemenin 29/7/2010 tarihli ve E.2010/163,
K.2010/535 sayılı karar ile asıl dava yönünden bozma kararına uyduğu, birleşen
davanın ise kısmen kabulüne karar vererek 59.692,80 TL tazminatın başvuruculara
ödenmesine karar verdiği, tarafların asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının
Yargıtay tarafından yerinde görülmediği ancak birleşen dava yönünden bozma
kararı verildiği, aynı konuda yapılan karar düzeltme talebinin ise 16/6/2011
tarihli ilam ile reddedildiği anlaşılmaktadır. Birleşen davanın bozulması
üzerine yargılamaya 2011/639 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam eden İlk
Derece Mahkemesi, 21/12/2011 tarihli gerekçeli kararının son sayfasına “…kısmi bozma sonrası yeniden dosya mahkememizin
2011/639 esasına kaydı yapıldı. Yapılan yargılama sonunda verilen kararın hüküm
kısmının 1. maddesi (asıl davaya ilişkin kısım) Yargıtayca onanmış
olduğundan kesinleşmiştir.” şerhini koymuştur. Başvurucu, birleşen
davanın 15/1/2013 tarihinde kesinleşmesinden sonra Anayasa Mahkemesi’ne
bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu durumda başvurucu vekilinin başvuru
dilekçesinde dile getirdiği asıl davaya yönelik şikâyetlerine konu yargılamanın
Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları kabul etmeye başladığı 23/9/2012
tarihinden önce 16/6/2011 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin
karar ile kesinleştiği anlaşılmaktadır.
61. Açıklanan nedenlerle asıl davada verilen kararın Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce
kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun, bu davaya konu şikâyetler
bakımından diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Birleşen Davaya Yönelik
Şikâyetler Yönünden
62. Başvurucu vekili, görevsizlik kararı verilmesinden sonra
12/4/2007 tarihinde dosyanın Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesini talep
etmelerine rağmen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin dava açma
haklarını yok ettiğini, açtıkları ek davanın tebligat masrafları eklenmediği
gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu
belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Söz
konusu iddia, uyuşmazlığın esasının yargı önüne taşınabilmesi ile ilgili
olduğundan mahkemeye erişim hakkı kapsamında inceleme yapılmıştır.
63. Bakanlığın görüş yazısında birleşen dava ile ilgili
olarak davanın Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde öngörülen on
günlük süre içerisinde davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye
giderinin yatırılmaması nedeniyle reddedildiği, on günlük süre kuralının emredici
bir hüküm olduğu, kanunlarda düzenlenen emredici hükümlerin kamu düzenini
korumaya yönelik olduğu belirtilmiştir.
64. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
65. Sözleşme’nin “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”
66. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52). Hukuki konularda mahkemelerde dava açma hakkı
anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı "mahkemeye
gitme hakkı"nı
da kapsamaktadır (Hüseyin Sezen,
B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 47).
67. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili
erişim hakkını “hukukun üstünlüğü”
ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili
erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını
ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili
fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki
belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye
erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir
(Hüseyin Gönel,
B. No: 2013/2491, 17/7/2014, § 35). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını
uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı
şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının
ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Neriman Polat, B. No: 2012/1223,
5/11/2014, § 36)
68. Somut olayda 7/9/2006 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde
açılan davada, 27/3/2007 tarihinde görevsizlik kararı verilmiş ve bu karar
temyiz edilmeksizin 5/4/2007 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesi
üzerine başvurucu vekili, dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemini
içeren 12/4/2007 havale tarihli dilekçeyi Adana 3. İş Mahkemesine sunmuştur.
Akabinde dava dosyası 12/3/2009 tarihinde Adana Nöbetçi Asliye Hukuk
Mahkemelerine gönderilmiş, sonrasında ise Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesine ait
2010/163 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Adana 5. Asliye Hukuk
Mahkemesince birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, temyiz edilen
karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 31/1/2011 tarihli ilamı ile görevsizlik
kararı verilmesi üzerine davacının 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesinin
2., 3. ve 4. gereğince karşı tarafa görevli mahkemede tebligat yaptırmasının
zorunlu olduğu, görevsizlik kararının kesinleştiği tarihten itibaren on gün
içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kağıdı tebliğ ettirilmesi
gerektiği ancak davalıya bu on gün içinde davetiyenin tebliğ edilmesini
sağlamak davacının elinde olan bir husus olmadığından, davacının on gün içinde
mahkemeye başvurarak davetiye tebliğ giderini yatırmasının yeterli görüldüğü,
bu işlemlerin süresinde yapılmaması durumunda davanın açılmamış sayılacağına
karar verileceği, davacı vekilinin 12/4/2007 tarihinde dava dosyasına sunduğu
dilekçede davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye giderini
karşılamadığı, bu sebeple davacı vekilinin on günlük hak düşürücü süre içinde
görevli mahkemeye başvurmuş sayılamayacağı gerekçeleriyle (bkz. § 21) bozulmuştur.
Bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesi, birleşen davanın açılmamış
sayılmasına karar vermiş ve söz konusu karar kanun yollarından geçerek
15/1/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
69. Derece Mahkemelerinin kararları (bkz. §§ 21-25) dikkate
alındığında başvurucu vekilinin görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra
dava dosyasının görevli asliye hukuk mahkemesine gönderilmesini bir dilekçe ile
Adana 1. İş Mahkemesinden talep ettiği, yani davaya görevli mahkemede devam
edilmesi iradesini ortaya koyduğu ancak davalılara davetiye tebliğ ettirmek
için gerekli tebligat masraflarını yatırmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Derece
Mahkemeleri, görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on günlük hak
düşürücü süre içinde başvuru yapılmadığı gerekçesiyle değil on günlük hak
düşürücü süre içinde gerekli davetiye giderlerinin yatırılmadığı gerekçesiyle
davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Bu durumda gerekli davetiye
giderinin yatırılmasının, yatırılmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına
karar verilmesinin öngörülebilir bir durum olup olmadığı incelenmelidir.
70. Davanın açılmamış sayılması kararına dayanak teşkil eden
1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesi “(1)Davacı, iptaline karar verilen dilekçenin yerine yeni bir
dilekçe düzenleyip vermek zorundadır. (2)Görevsizlik
veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli veya
yetkili mahkemede tebligat yaptırması zorunludur. (3)Her
iki hâlde kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren on gün içinde yeniden
dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kâğıdı tebliğ ettirilmesi gerekir. (4)Aksi takdirde dava açılmamış sayılır. Kanunda belirtilen
ayrık hükümler saklıdır.” şeklindedir.
71. Yargıtayın 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193.
maddesinin yorumuna ilişkin yerleşik içtihatlarında görevsizlik kararı veren
mahkemenin dava dosyasını kendiliğinden görevli mahkemeye göndermesinin
gerekmediği, dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve davaya
görevli mahkemede devam edilebilmesi için davacıların on günlük başvuru süresi
içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurarak karşı tarafa yapılacak
tebligat giderini ve varsa dosya gönderme masrafını ödemesinin gerekli ve
yeterli olduğu, 1086 sayılı Kanun’da geçen 10 günlük sürenin hak düşürücü
nitelikte bir süre olduğu ve bu sürenin mahkemelerce kendiliğinden gözetilmesi
gerektiği, on gün içinde başvuru yapılmadığının tespit edilmesi hâlinde
mahkemelerce resen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği
kabul edilmektedir (bkz. § 37). Yargıtay, 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193.
maddesi ile ilgili birçok kararında, görevsizlik kararı sonrasında dava
dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve davaya görevli mahkemede devam
edilebilmesi için davacıların on günlük başvuru süresi içinde görevli (veya
görevsiz) mahkemeye başvurarak karşı tarafa yapılacak tebligat giderini
ödemesinin gerekli olduğunu belirtmiş yani davacıların hem görevsizlik
kararının kesinleşmesinden itibaren on gün içinde görevli (veya görevsiz)
mahkemeye başvurmaları hem de bu süre içinde gerekli tebligat giderlerini
yatırmaları gerektiğini kabul etmiş ve 1086 sayılı Kanun’un 193. maddesinin
nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiğini bu şekilde açıklığa
kavuşturmuştur. Nitekim anılan yorum ve uygulama doğrultusunda, görevsizlik
kararının kesinleşmesinden itibaren on gün içinde tebligat giderleri
yatırılmadığı gerekçesiyle başvurucunun davasının açılmamış sayılmasına karar
verilmiştir.
72. 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesinin ikinci
fıkrasında davacının karşı tarafa görevli veya yetkili mahkemede tebligat
yaptırmasının zorunlu olduğunun belirtildiği, üçüncü fıkrasında görevsizlik
kararının kesinleşmesinden itibaren on gün içinde çağrı kâğıdının tebliğ
ettirilmesi gerektiğinin hükme bağlandığı dikkate alındığında ve bu hükümlerin
Yargıtay tarafından nasıl yorumlandığına ve uygulandığına dair yerleşik içtihat
bulunduğu gözönüne alındığında görevsizlik kararının
kesinleşmesinden itibaren on gün içinde tebligat giderlerinin yatırılması
gerektiğinin öngörülebilir bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Derece Mahkemesi
kararlarının bariz bir takdir hatası ya da açıkça keyfîlik
içerdiği de söylenemez. Bu sebeplerle somut başvuruda mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
73. Açıklanan nedenlerle mahkemeye erişim hakkına ilişkin
iddialar yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yaşam hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
iddialar
74. Anayasa Mahkemesi, Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü
hâle gelmesine neden olan başvuru konusu olayın ölümle sonuçlanabilecek
potansiyele sahip olduğunu ve başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın hayatını
tehlikeye attığını dikkate alarak yaşam hakkı kapsamında bir inceleme yapmanın
uygun olduğu sonucuna varmıştır. Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime
Sağlamtaş’ın yaşanan olaya ilişkin yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları
değerlendirildiğinde, çocuklarının ölüm potansiyeli içeren bir müdahaleye maruz
kalmasından şikâyet ettikleri anlaşılmıştır. Bu sebeple %98 oranında özürlü
olan Uğur Sağlamtaş’ın annesi ve babası olan Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın, yaşam hakkı bağlamında başvuru
ehliyeti açısından bir eksikliğinin bulunmadığı değerlendirilmiştir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Akdemir ve
Evin/Türkiye, B. No: 58255/08 ve 29725/09, 17/3/2015).
75. Anayasa’nın başlıklı 17.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
76. Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime
Sağlamtaş yaşam hakkı bağlamında başvuru ehliyetine sahip olmakla birlikte
anılan başvurucuların başvuru yollarını tüketip tüketmediklerinin de
incelenmesi gerekmektedir.
77. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temel hak ve
özgürlüklerin ihlaline neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
78. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun,
ihlal iddialarını öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun
olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması,
dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekir (Mustafa Bülent Erten, B. No: 2012/649,
26/3/2013, §§ 18,19).
79. Somut olayda başvuruculardan Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın, yaşanan olaya ilişkin şikâyetlerini
kendi inisiyatifleriyle açabilecekleri tazminat ya da tam yargı davasında dile getirmeleri
mümkündür. Nitekim adı geçen başvurucuların, Adana 2. İdare Mahkemesinde kendi
adlarına açtığı bir tam yargı davası da bulunmaktadır (bkz. §§ 28-35). Ancak
Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın
hâlihazırda Danıştay önünde derdest olan Adana 2. İdare Mahkemesindeki dava
dışında kendi adlarına açtığı bir dava bulunmamaktadır. Anılan başvurucuların,
başvuru konusu yapılan asıl ve birleşen davanın tarafı olmadığı, bu anlamda adı
geçen başvurucuların hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarına müracaat
etmeden ve başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu
anlaşılmıştır.
80. Açıklanan nedenlerle Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın başvurusunun yaşam hakkına ilişkin
kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
81. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın ise yaşam hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerini tarafı olduğu davalarda dile getirdiği
görülmektedir. Bu nedenle başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın yaşam hakkına
ilişkin şikâyetleri aşağıda iki başlık altında incelenmiştir.
i. Yaşam Hakkının Korunması İçin
Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiaları Yönünden
82. Başvurucu vekili, Uğur Sağlamtaş’ın Ç.Ü.T.F. Balcalı
Hastanesine sevki konusunda heyet raporu olmasına rağmen yeterli donanıma sahip
olmayan Adana SSK Hastanesinde kalp ameliyatına alındığını, Dr. G.A.nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranışı sebebiyle Uğur
Sağlamtaş’ın komaya girdiğini, koma hâlinde Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Balcalı Hastanesine gönderilen hastanın bitkisel hayata girdiğini, yaşanan olay
sebebiyle açılan tazminat davalarının reddedildiğini belirterek yaşam hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
83. Bakanlığın görüş yazısında kabul edilebilirlik incelemesi
ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına göre yaşam
hakkı ve işkence yasağı bağlamında negatif yükümlülük yönünden ihlal oluşturan
eylemler, Sözleşme’nin onaylandığı ya da bireysel başvuru hakkının taraf
devletçe tanındığı tarihten önce meydana gelmiş ise bu kapsamda ileri sürülen
şikâyetlerin zaman bakımından yetkisizlik gerekçesiyle
kabul edilemez bulunduğu ancak ileri sürülen şikâyetlerin ölüm olayının etkili
bir şekilde soruşturulmadığı iddiasına ilişkin olduğu durumlarda, ölüm olayı
kritik tarihten önce meydana gelmiş olsa bile kritik tarihten sonra kesinleşen
karar yönünden etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediği iddiası bakımından
bir incelemenin yapılabileceği, başvuru konusu olayın 27 Nisan 1998 tarihinde
gerçekleştiği diğer yandan Anayasa Mahkemesinin 2013/293, 2013/841 ve 2012/848
numaralı başvurulara ilişkin verdiği kararlarda 23 Eylül 2012 tarihinden önce
meydana gelmiş olaylara ilişkin esas incelemesi yapıldığı, anılan hususların
kabul edilebilirlik incelemesi bakımından gözönünde
tutulması gerektiği belirtilmiştir.
84. Anayasa Mahkemesi, 23 Eylül 2012 tarihinden önce
gerçekleşmiş ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin başlatılan soruşturma veya
kovuşturma 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşmişse ölüm/yaralama olayını
ve bu olay hakkında yürütülen soruşturma ya da kovuşturma sürecini zaman
bakımından yetkisi kapsamında görmektedir. Bakanlık görüşünde belirtilen
kararlardan da anlaşılacağı üzere ölüm/yaralama olayı 23 Eylül 2012 tarihinden
önce meydana gelmiş olsa bile olaya ilişkin soruşturma ya da kovuşturma kritik
tarihten sonra kesinleşmiş ise Anayasa Mahkemesince yaşam hakkı ve işkence
yasağı bağlamında hem negatif hem de pozitif yükümlülüklerin yerine getirilip
getirilmediği yönünden bir inceleme yapılmaktadır. Bu sebeple başvuru konusu
olayın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğu
hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak somut başvurunun incelemesinin, anılan
olay hakkında 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen yahut devam eden yargı
kararları ile sınırlı olarak yapılacağı belirtilmelidir.
85. Somut olayda başvurucular, Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında
özürlü hâle gelmesiyle neticelenen olay sebebiyle uğradıkları zararların
tazmini istemiyle hukuk ve idare mahkemelerinde üç farklı dava açmışlardır. Bu
davalar, Uğur Sağlamtaş adına velayeten açılan
başvuru konusu asıl ve birleşen dava ile Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş adına Adana 2. İdare Mahkemesinde açılan fakat
başvuru konusu yapılmayan davadır. Bu bağlamda öncelikle belirtmek gerekir ki
başvuru konusu olay tıbbi hataya ilişkindir ve tıbbi hata sonucu meydana
geldiği iddia edilen zararlar nedeniyle hukuk veya idare mahkemelerinde açılan
tazminat ya da tam yargı davaları, hem ilgili personelin veya idarenin
mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini
sağlayabilecek potansiyele sahip olduğundan başvurucuların mağduriyetini
giderebilecek niteliktedir (Saadet Ergün ve
diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, § 45).
86. Açılan davalar bu kapsamda incelendiğinde 26/3/1999
tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan asıl dava, Yargıtay 4.
Hukuk Dairesinin 16/6/2011 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin
karar ile kesinleştiğinden Anayasa Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisi
dışında kalmaktadır. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi’nin, 23 Eylül 2012 tarihinden
önce kesinleşen söz konusu davada yaşam hakkı ile bağlantı kurularak ileri
sürülen şikâyetleri incelemesi mümkün değildir.
87. Adana 3. İş Mahkemesinde 7/9/2006 tarihinde açılan ve
sonrasında asıl dava ile birleşen dava ise on günlük hak düşürücü süre içinde
gerekli davetiye gideri yatırılmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış
sayılmasına karar verilmesiyle neticelenmiştir. Bu dava hakkında yapılan
şikâyetler yukarıda incelenmiş ve mahkeme kararının öngörülebilir olduğu ve
açıkça keyfîlik içermediği değerlendirilmiştir. Bu
hususular dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkının ihlal edildiği ileri sürülmekte ise de dava usulden
reddedildiğinden uyuşmazlığın esasının ve ihlal iddialarının Derece Mahkemeleri
tarafından incelenmediği, dolayısıyla yaşam hakkının ihlali iddialarının hukuk
sisteminin belirlediği usul ve şartlar dâhilinde ileri sürülmediği ve bu dava
yönünden başvuru yollarının usulünce tüketilmediği anlaşılmaktadır.
88. Ayrıca, Uğur Sağlamtaş’ın bitkisel hayata girmesi ile
neticelenen olay sebebiyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle
Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş adına Adana
2. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının hâlihazırda Danıştay önünde
derdest olduğunu belirtmek gerekir.
89. Açıklanan nedenlerle başvurunun yaşam hakkının korunması
için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiasını içeren bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal
Edildiği İddiaları Yönünden
90. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda
yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
91. Başvurucu, yaklaşık on beş yıl süren yargılamalar
nedeniyle telafisi imkânsız zararlara maruz kaldığını, uzun süren yargılamalar
nedeniyle adalete olan inancının sarsıldığını belirterek yaşam hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
92. Bakanlık görüşünde yaşam hakkı ile ilgili davaların hızlı
bir şekilde incelenmesinin gerektiği, başvurucuların hukuk mahkemeleri nezdinde
açmış oldukları tazminat davalarının yaklaşık on dört yıl devam ettiği,
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.
93. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ile
maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında devletin yerine getirmek
zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu, yaşanan ölüm olayının veya
bireylerin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan vakaların tüm
yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan
bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841,
23/1/2014, § 94).
94. Bir olayda usul yükümlülüğünün gerektirdiği soruşturma
türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 55).
95. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün
ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili
bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her
olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari
hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59). Bu
ilke, kural olarak tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm
olayları ile maddi ve manevi varlığa verilen zarar hâlleri için de geçerlidir (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 37).
96. Bununla birlikte ölüm olayını aydınlatmak üzerine
yürütülen ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi inisiyatifleri ile hukuk
veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece hukuken mevcut
bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve
başvurulan makamın, ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması
gereklidir. Ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse
sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun
için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz
etmek mümkün olabilir (Tahir Canan,
§ 26; Filiz Aka, B. No:
2013/8365, 10/6/2015, § 39).
97. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda
gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki
bazı özel durumlarda, soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan
unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında
yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların
daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne
olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya
da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir
öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B.
No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29).
98. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı
kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu
ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da
makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece
mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp
yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda
gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki yargı sisteminin, daha sonra ortaya
çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli
rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil
Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).
99. Tıbbi ihmallerden kaynaklandığı ileri sürülen ihlal
iddiaları açısından ayrıca belirtmek gerekir ki sağlık kurumlarında işlenen
kusurlu eylemlerin bilinmesi, ilgili kurumlara ve sağlık personeline,
potansiyel kusurlarını giderme ve benzer hataların meydana gelmesini önleme
imkânı vermesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu tür
olaylara ilişkin soruşturma veya davaların hızlı bir şekilde incelenmesi,
sağlık hizmetlerinden faydalanan tüm bireylerin güvenliği için son derece
önemlidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Süleyman Ege/Türkiye, B. No: 45721/09, 25/6/2013, § 53).
100. Açılan iki farklı davanın toplam yargılama süresinin
yaklaşık on beş yıl olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyeti
dile getirilmekle beraber zaman bakımından yetkisizlik kararı verilen bölümde
ifade edildiği üzere 26/3/1999 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde
açılan asıl dava, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/6/2011 tarihli karar düzeltme
talebinin reddine ilişkin karar ile kesinleştiğinden bu davada ileri sürülen
şikâyetler zaman bakımından yetki nedeniyle kabul edilmez bulunmuştur. Bu
sebeple yargılamanın uzun sürdüğü şikâyeti 7/9/2006 tarihinde Adana 3. İş
Mahkemesinde açılan birleşen dava yönünden incelenecektir.
101. Başvuru dosyasının incelenmesinden, başvurucu vekilinin
7/9/2006 tarihinde SGK Genel Müdürlüğü ile Dr. G.A. aleyhine Adana 3. İş
Mahkemesinde açtığı davanın 27/3/2007 tarihinde görev yönünden reddedildiği, bu
karar üzerine başvurucu vekili tarafından dosyanın görevli mahkemeye
gönderilmesi istemini içeren 12/4/2007 havale tarihli dilekçenin Adana 3. İş
Mahkemesine sunulduğu, dava dosyasının 12/3/2009 tarihinde Adana 1. Asliye
Hukuk Mahkemesine gönderildiği, Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/4/2010
tarihli kararı ile dava dosyasının Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesine ait
2010/163 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği, Adana
5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/7/2010 tarihli kararı ile birleşen davanın
kısmen kabulüne karar verildiği, temyiz edilen kararın Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin 31/1/2011 tarihli ilamı ile bozulduğu, bozma kararına uyan İlk
Derece Mahkemesinin 21/12/2011 tarihli kararı ile davanın açılmamış sayılmasına
karar verildiği, anılan karara karşı yapılan temyiz ve karar düzeltme
taleplerinin ise Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 7/5/2012 ve 15/1/2013 tarihli
ilamlarıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.
102. Yukarıda ortaya konulan ilkeler ve tespitler kapsamında
başvuru konusu olayın koşullarına bakıldığında yargılamanın uzun sürmesinde
başvurucular vekilinin görevli olmayan mahkemede dava açmasının ve görevsizlik
kararı akabinde on gün içinde görevli mahkemeye başvurmasına rağmen gerekli
davetiye giderlerini yatırmamasının rol oynadığı söylenebilecek olmakla
birlikte görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu ve davanın her
aşamasında mahkemelerce kendiliğinden gözetilmesi gerektiği, ayrıca görevsizlik
kararı sonrasında yapılan başvurular üzerine dava dosyasını alan görevli
mahkemenin, görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on günlük süre
içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurulup başvurulmadığını resen
incelemesinin gerektiği, on gün içinde başvuru yapılmadığını veya gerekli
tebligat giderlerinin yatırılmadığını tespit etmesi hâlinde başkaca bir işlem
yapmadan resen davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi gerektiği
hususlarının gözönünde bulundurulması gerektiği
açıktır. Başvuru konusu olayda 7/9/2006 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde
açılan dava hakkında yaklaşık yedi ay sonra görevsizlik kararı verildiği,
görevsizlik kararı üzerine başvurucular vekili tarafından dosyanın görevli
mahkemeye gönderilmesi istemini içeren 12/4/2007 havale tarihli dilekçenin Adana
3. İş Mahkemesine sunulduğu ancak dava dosyasının yaklaşık iki sene sonra
12/3/2009 tarihinde Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiği, dosyanın
gönderildiği tarihten 1 yılı aşkın bir süre sonra Adana 1. Asliye Hukuk
Mahkemesince birleştirme kararı verildiği, birleştirme kararından üç ay sonra
verilen esas hakkındaki kararın Yargıtayca bozulduğu
ve bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesince davanın açılmamış sayılmasına
karar verildiği ve bu kararın temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek
toplamda 6 yıl 4 ayda kesinleştiği görülmektedir.
103. Yapılan bu tespitler bir bütün olarak
değerlendirildiğinde somut olayda, tazminat talebinin reddine ilişkin Asliye
Hukuk Mahkemesi kararının kesinleşmesinin 6 yıl 4 ayda gerçekleştiği, bu
gecikmede başvurucunun herhangi bir dahlinin bulunmadığı, dosyanın çözümünün
tıbbi işlemdeki sorumluluğun tespitine yönelik olması nedeniyle kısmen karmaşık
bir nitelik arz etmesine rağmen bu konunun aydınlatılabilmesi amacıyla zaman
bakımından yetkisizlik kararı verilen asıl davada daha önceden bilirkişi
raporunun alındığı, kaldı ki nihayetinde davanın esası hakkında bir karar
verilmediği, derece mahkemelerince resen incelenmesi gereken bir sebebe
dayanılarak davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği dikkate alındığında
başvuru konusu dava sürecinin makul özen ve hız içerisinde gerçekleştiği
söylenemeyecektir. İki dereceli yargılama sürecinde başvurucunun davaların
hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaatinin varlığı ve
gecikmesinde esaslı bir etkisinin olmaması, davanın taraflarının çok fazla
kişiden oluşmaması ve davanın çok karmaşık olmaması gibi hususlar gözönünde bulundurulduğunda bir bütün olarak altı yıl dört
ayı aşkın süren yargılama sürecinin çok uzun olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği hız ve yeterlilikte bir inceleme içermediği sonucuna ulaşılmıştır.
104. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun gerektirdiği makul derecede
ivedilik ve özen şartının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
105. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
106. Başvurucular, yaklaşık on beş yıl süren yargılamalar
sonucunda davalarının reddedilmesi nedeniyle telafisi imkânsız zararlar
doğduğunu belirterek 400.000 TL maddi, 450.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
107. Mevcut başvuruda, başvurucu Uğur Sağlamtaş yönünden
Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal
edildiği tespit edilmiş, başvurucuların diğer iddiaları hakkında ise kabul
edilemezlik kararı verilmiştir. Tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar
arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucuların maddi tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte yaşanan olay
sonrasında açılan tazminat davasının çok uzun sürmesi nedeniyle yalnızca ihlal
tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut
olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucu Uğur Sağlamtaş’a net 20.000 TL
manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
108. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve
1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvurucu Uğur Sağlamtaş’a (kabul edilemezlik kararı verilen başvurucular
Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş dışındaki)
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvuruculardan Hayrullah
Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın;
a.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddialarının kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b.
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddialarının başvuru
yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın;
a.
Tarafı olduğu asıl davada Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b.
Tarafı olduğu birleşen davada Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
c.
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının korunması için
gerekli tedbirlerin alınmadığına ilişkin iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedenleriyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
d.
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun
ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucu Uğur Sağlamtaş yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’a net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D.
198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCU UĞUR SAĞLAMTAŞ’A ÖDENMESİNE,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ
UYGULANMASINA,
F.
Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
23/3/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.