logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Uğur Sağlamtaş ve diğerleri [1.B.], B. No: 2013/2960, 23/3/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

UĞUR SAĞLAMTAŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2960)

 

Karar Tarihi: 23/3/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 5/5/2016-29703

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Uğur SAĞLAMTAŞ

 

 

2. Hayrullah SAĞLAMTAŞ

 

 

3. Kalime SAĞLAMTAŞ

Vekili

:

Av. Nurten ÜNAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kalp ameliyatı olan Uğur Sağlamtaş’ın doktor kusuru neticesinde %98 oranında özürlü hâle gelmesi ve söz konusu olayın üzerinden yaklaşık on beş yıl geçmesine rağmen gerekli giderimin sağlanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkı ile yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/5/2013 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/8/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sisteminden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş, diğer iki başvurucunun oğludur. Uğur Sağlamtaş, Adana SSK Hastanesinde (Hastane) olduğu kalp ameliyatı sonrasında bitkisel hayata girmiştir. Antakya Devlet Hastanesinden alınan raporda, Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü olduğu belirtilmektedir.

1. İlgili Doktorlar Hakkında Açılan Kamu Davasına İlişkin Süreç

9. Bireysel başvuru formunda doktorlar hakkında kamu davası açıldığı belirtilmesine rağmen buna ilişkin başvuru dosyasına her hangi bir karar eklenmemekle birlikte olay hakkında Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/719 Esas sayılı dava dosyasıyla açılan hukuk davasında verilen kararın gerekçesinden ameliyatı yapan Dr. G.A., Hastanenin Başhekim Yardımcısı Dr. Z.B.E. ve Anestezi Uzmanı Dr. M.Z. aleyhine taksirle yaralamaya sebebiyet vermek suçundan Adana 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 1998/1371 Esas sayılı dava dosyasıyla kamu davasının açıldığı, Dr. B.S. imzalı raporda sanıklara kusur izafe edilmeyeceğinin bildirildiği, Yüksek Sağlık Şurasına ait 10236 karar sayılı raporda sanıkların kusursuz olduklarına oybirliği ile karar verildiği, Mahkemenin 2001/936 sayılı karar ile açılan kamu davasının 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava Ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun gereği ertelenmesine karar verildiği anlaşılmıştır.

2. Hukuk Mahkemelerinde Açılan Tazminat Davalarına İlişkin Süreç

10. Uğur Sağlamtaş’a velayeten Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş, 26/3/1999 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada (asıl dava) özetle Uğur Sağlamtaş’ın rahatsızlığı nedeniyle 27/4/1998 tarihinde Hastaneye götürüldüğünü, tedavisi için Hastaneye yatırılarak kalp ameliyatına alındığını, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi (Ç.Ü.T.F.) Balcalı Hastanesine sevki konusunda heyet raporu olmasına rağmen ilgili doktorlar tarafından sevkinin yapılmadığını ve ameliyata alındığını, ameliyatta ortaya çıkan sorun üzerine küçük Uğur’un koma vaziyetinde iken annesinin kucağına bırakılarak Ç.Ü.T.F.ye sevkinin yapıldığını, küçük Uğur’un ameliyattan itibaren bitkisel hayata girdiğini ve yaşayan bir ölü hâline geldiğini, küçüğün sadece tıbbi cihazlar yardımı ile nefes alabildiğini belirterek SSK Genel Müdürlüğü, ameliyatı yapan Dr. G.A., Hastanenin Başhekim Yardımcısı Dr. Z.B.E. ve Anestezi Uzmanı Dr. M.Z. aleyhine tazminat davası açmış ve 2.000 TL maddi, 8.000 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir.

11. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30/5/2001 tarihli ve E.1999/271, K.2001/391 sayılı kararı ile davalı SSK Genel Müdürlüğünün görev itirazının kabulüne, dosyanın Adana İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dava dosyasının gönderildiği Adana 1. İş Mahkemesi tarafından 15/11/2001 tarihli ve E.2001/838, K.2001/601 sayılı karar ile Mahkemenin görevsizliğine ve görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Yargıtay ilgili hukuk dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay incelemesi sırasında Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 30/5/2001 tarihli kararın kesinleşmediğinin anlaşılması üzerine anılan karar taraflara tebliğ edilmiş; tebliğ sonrasında temyiz edilen karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin E.2002/14573, K.2003/4914 sayılı ilamı ile davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.

12. Bozma kararı sonrasında yargılamaya, Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/719 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir. Olay hakkında Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan alınan 17/1/2005 tarihli ve 205 sayılı raporda özetle Uğur Sağlamtaş adına düzenlenmiş tüm tıbbi ve adli belgelere göre Patent Ductus Artcrous (PDA) ameliyatı sırasında duktus rüptürüne bağlı ortaya çıkan kanamanın tıbben beklenebilir bir komplikasyon olmadığı, bu kanamanın Dr. G.A.nın dikkatsiz davranışı sonucu ortaya çıktığı, kusur oranının 4/8 düzeyinde olduğu, Hastane Başhekim Yardımcısı Dr. Z.B.E. ve Anestezi Uzmanı Dr. M.Z.nin kusursuz olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporu ile Yüksek Sağlık Şurası raporu arasındaki çelişkinin giderilmesi için dosyanın Adli Tıp Kurumu Genel Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu 22/5/2005 tarihli ve 276 sayılı raporunda özetle meydana gelen kanamanın Dr. G.A.nın tedbirsiz davranışı sonucu ortaya çıktığı, kusur oranının 2/8 düzeyinde olduğu, diğer doktorların kusurunun bulunmadığı, Uğur Sağlamtaş’ın %100 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağı yönünde görüş bildirmiştir.

13. Mahkeme tarafından alınan 13/10/2006 tarihli bilirkişi raporunda, 2/8 oranındaki kusura göre Uğur Sağlamtaş’ta yaşanan güç kaybından dolayı 60.192,80 TL maddi tazminat alacağının mevcut olduğu bildirilmiştir. Bu rapor üzerine başvurucular vekili 24/11/2006 tarihli dilekçe ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dava değerini 60.192,80 TL olarak ıslah etmiştir. Başvurucular vekili 27/12/2006 tarihli dilekçe ile manevi tazminat talebini 20.000 TL olarak ıslah etmiştir. Davalılardan Dr. G.A. süresi içerisinde ıslah edilen kısma yönelik zamanaşımı def’inde bulunmuştur.

14. Mahkeme 12/4/2007 tarihli ve E.2003/719, K.2007/134 sayılı karar ile yargılama sırasında SSK’ya ait hastanelerin Sağlık Bakanlığına devredilmesi nedeniyle SSK hakkında karar verilmesine yer olmadığına, olayda davalı Dr. G.A.nın kişisel kusuru bulunduğundan 6/1/2005 tarihli ve 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum Ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun gereği husumet yöneltilen Sağlık Bakanlığı hakkındaki davanın reddine, Dr. Z.B.E. ile Dr. M.Z.nin kusurları bulunmadığından haklarındaki davanın reddine, Dr. G.A. hakkındaki davanın ise maddi tazminat talebi yönünden kabulüne, manevi tazminat talebi yönünden ise kısmen kabul kısmen reddine karar vermiş; 5.000 TL manevi, 60.192.80 TL maddi tazminatın Dr. G.A.dan alınarak başvuruculara verilmesine hükmetmiştir.

15. Anılan kararın başvurucular vekili ile Dr. G.A. tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 17/4/2008 tarihli ve E.2008/3107, K.2008/5460 sayılı ilamı ile Sağlık Bakanlığı hakkındaki davanın görüm ve çözüm yeri idari yargı olduğundan Sağlık Bakanlığı yönünden Mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmesi gerekirken işin esası yönünden istemin reddedilmiş olmasının usul ve yasaya uygun düşmediği gerekçesiyle Sağlık Bakanlığı hakkındaki davanın bozulmasına karar vermiştir. Aynı ilam ile ıslah edilen tutara karşı Dr. G.A. tarafından süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunulduğu fakat Mahkemece ıslah edilen bölüme yönelik zamanaşımı defi konusunda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeden ıslah ile istenilen tazminatın kabulüne karar verilmiş olmasının doğru görülmediği gerekçesiyle Dr. G.A. hakkındaki kararın da bozulmasına karar verilmiştir. Diğer temyiz talepleri ise reddedilmiştir.

16. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 10/2/2009 tarihli ve E.2008/823, K.2009/39 sayılı karar ile bozma kararına uyarak Sağlık Bakanlığı hakkındaki davanın Mahkemenin görevsizliği nedeniyle reddine; ıslah dilekçesinin reddedilmesi nedeniyle Dr. G.A. hakkındaki davanın ise ıslahtan önceki miktarlar yönünden kısmen kabul kısmen reddine karar vermiş ve 5.000 TL manevi, 2.000 TL maddi tazminatın Dr. G.A.dan alınarak başvuruculara verilmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “…

 Dava haksız eyleme dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. B.K.’nın 60/1.maddesine göre haksız eylemlerde zamanaşımı faili ve zararı öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl, her halükarda fiilin gerçekleşmesinden itibaren 10 yıldır. Yine maddenin 2.cümlesine göre ceza kanunları gereğince daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüş ise bu zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Davacılar olayın faili olan davalıyı olay gününden bu yana bilmektedir. Sürekli iş gücü kaybını ise 17.11.2005 tarihli duruşmada (22.09.2005 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu 17.11.2005 tarihli celsede tebliğ edilmiştir.) öğrenmişlerdir. Buna göre davacıların 24.11.2006 tarihinde ıslah dilekçelerini verdikleri, zararı öğrenme tarihi ile ıslah tarihi arasında 1 yıldan fazla bir sürenin geçtiği, öte yandan uzamış ( ceza ) zaman aşımı süresi olan 5 yıllık sürenin de ıslah tarihinden önce dolduğu anlaşılmakla, davalı G. vekilinin zaman aşımı definin kabulü, ıslah dilekçesinin reddi ile aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.”

17. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 15/10/2009 tarihli ve E.2009/10370, K.2009/11373 sayılı ilam ile başvurucular vekilinin temyiz itirazlarının reddine; başvurucuların ilk dava dilekçesinde istediği maddi tazminat tutarından, davalı Dr. G.A.nın 2/8 kusuru oranında sorumlu tutulması gerektiğinin gözetilmemiş olmasının usul ve yasaya uygun düşmediği gerekçesiyle davalılardan Dr. G.A.nın temyiz itirazlarının bu yönden kabulüne karar vermiştir. Başvurucular vekilinin karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 15/2/2010 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.

18. Bozma kararı sonrasında yargılamaya Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/163 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmiştir.

19. Uğur Sağlamtaş’a velayeten Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş, Adana İş Mahkemesine sundukları 7/9/2006 tarihli dilekçe ile SGK Genel Müdürlüğü ile Dr. G.A. aleyhine Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde devam eden davadan ayrı bir dava daha açmışlar (birleşen dava) ve 100.000 TL malüllük tazminatı talep etmişlerdir. Açılan ek davaya ilişkin olarak Adana 3. İş Mahkemesi 27/3/2007 tarihli ve E.2006/88, K.2007/139 sayılı karar ile görevsizlik kararı vermiş ve bu karar 5/4/2007 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucuların 12/4/2007 havale tarihli dilekçeleri üzerine dosya, 12/3/2009 tarihinde Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemelerine gönderilmiştir. Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 20/4/2010 tarihli ve E.2009/155, K.2010/240 sayılı karar ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle dava dosyasının Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2010/163 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine ve yargılamanın Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2010/163 Esas sayılı dava dosya üzerinden devamına karar vermiştir.

20. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 29/7/2010 tarihli ve E.2010/163, K.2010/535 sayılı karar ile asıl dava yönünden bozma kararına uyarak Dr. G.A. hakkındaki davanın kısmen kabulüne kısmen reddine ve Dr. G.A.nın 2/8 kusur durumuna göre 5.000 TL manevi ve 500 TL maddi tazminatı başvurucuya ödemesine karar vermiştir. Mahkeme, birleşen dava yönünden ise SGK Genel Müdürlüğü hakkındaki davada karar verilmesine yer olmadığına, Sağlık Bakanlığı aleyhine yöneltilen davanın görevsizlik nedeniyle reddine, Dr. G.A. hakkındaki davanın kısmen kabulüne ve karşılanamayan 59.692,80 TL zararının başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.

21. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 31/1/2011 tarihli ve E.2010/14911, K.2011/863 sayılı ilam ile başvurucular vekilinin temyiz itirazlarının reddine; davalılardan Dr. G.A.nın ise birleşen dava hakkındaki itirazlarının kabulüne ve sadece bu yönden kararın bozulmasına karar vermiştir. Başvurucular vekilinin karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 16/6/2011 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Yargıtayın bozma gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

 Davacılar, eldeki dava dosyası ile birleştirilen Adana Asliye 1. Hukuk Hakimliği'nin 2009/155 Esas sayılı davayı Adana İş Mahkemesine verdikleri 07.09.2006 havale günlü dilekçe ile açmışlar, Adana 3. İş Mahkemesince verilen 27.03.2007 gün ve 2006/388-2007/139 sayılı görevsizlik kararı taraflarca temyiz edilmeksizin 05.04.2007 günü kesinleşmiştir.

 Davacılar vekili 02.04.2007 gün ve yazı işleri müdürünün 12.04.2007 havale tarihli dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemini içeren dilekçesini dosyaya sunmuştur. Ancak, İş Mahkemesi Hakimliğince düzenlenen 12.03.2009 günlü yazıda; davacı vekilinin 12.03.2009 gününde dosyayı sorduğu, dosyanın incelenmesi sonucu istek dilekçesi dosyada olmadığından gereğinin yapılmadığı, davacı vekili elindeki gölge dosya içindeki 12.04.2007 günlü istek dilekçesi üzerine dosyanın gönderildiği belirtilmiştir.

 Görevsizlik kararı veren mahkeme, görevsizlik kararında dava dosyasının görevli mahkemeye gönderme kararı vermekle yetinir. Dava dosyasını kendiliğinden görevli mahkemeye gönderemez. Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 193/2, 3 ve 4. maddeleri gereğince görevsizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli mahkemede tebligat yaptırması zorunlu olup kararın kesinleştiği günden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kâğıdı tebliğ ettirilmesi gerekir. Ancak, davalıya bu on gün içinde davetiyenin tebliğ edilmesini sağlamak davacının elinde olmadığından on gün içinde mahkemeye başvurarak davetiye tebliğ giderini yatırması yeterli görülmüştür. Bu işlemlerin süresinde yapılmaması durumunda dava açılmamış sayılır. Yasada yer alan 10 günlük süre hak düşürücü nitelikte olup mahkemelerce kendiliğinden gözetilir.

 Yerel mahkemece, dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve on günlük hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu kendiliğinden gözetilerek, birleştirilen Adana Asliye 1. Hukuk Hakimliği'nin 2009/155 Esas sayılı davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, bu dosya yönünden de işin esası incelenerek yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

 Dava konusu olayda, davacıların vekilleri vasıtasıyla dosyaya sundukları 12.04.2007 havale tarihli dilekçelerinde davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye giderlerini karşılamadıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacıların, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye giderini yatırmadığından on günlük süre içinde görevli mahkemeye başvurmuş sayılmazlar.”

22. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 21/12/2011 tarihli ve E.2011/639, K.2011/685 sayılı karar ile bozma kararına uyarak birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

 …birleşen 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/155 E. 2010/240 K. dava dosyasında; görevsizlik kararı veren mahkeme, görevsizlik kararında dava dosyasının görevli mahkemeye gönderme kararı vermekle yetineceği, dava dosyasını kendiliğinden görevli mahkemeye gönderemeyeceği, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 193/2, 3 ve 4. maddeleri gereğince görevsizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli mahkemede tebligat yaptırması zorunlu olup kararın kesinleştiği günden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kâğıdı tebliğ ettirilmesi gerektiği, ancak, davalıya bu on gün içinde davetiyenin tebliğ edilmesini sağlamak davacının elinde olmadığından on gün içinde mahkemeye başvurarak davetiye tebliğ giderini yatırması yeterli görülmüştür. Bu işlemlerin süresinde yapılmaması durumunda dava açılmamış sayılacağı, yasada yer alan 10 günlük süre hak düşürücü nitelikte olup mahkemelerce kendiliğinden gözetileceği dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve on günlük hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu anlaşıldığından davanın açılmamış sayılmasına karar vermek gerekmiştir.”

23. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, gerekçeli kararın arka kısmına açılan asıl davanın Yargıtay tarafından onandığını belirtmiş ve bu davanın kesinleştiği şerhini koymuştur.

24. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 7/5/2012 tarihli ve E.2012/4188, K.2012/7981 sayılı ilam ile başvurucular vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar vermiştir.

25. Başvurucular vekilinin karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 15/1/2013 tarihli ve E.2012/16952, K.2013/238 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

26. Anılan karar 5/4/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

27. Başvurucular 3/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

3. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç

28. İdari yargıda açılan tam yargı davasına ilişkin olarak bireysel başvuru formu ve eklerinde herhangi bir bilgi verilmemiş olmakla birlikte Bakanlığın başvuru hakkındaki 11/8/2015 tarihli görüş yazısından başvuruculardan Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın söz konusu olay sebebiyle Adana 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açtıkları anlaşılmıştır.

29. UYAP üzerinden yapılan araştırma neticesinde Uğur Sağlamtaş’a velayeten Hayrulah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş tarafından söz konusu olay sebebiyle Sağlık Bakanlığı, SGK Genel Müdürlüğü ve Çukurova Devlet Hastanesi aleyhine 31/8/2010 tarihinde Adana 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açıldığı görülmüştür.

30. Adana 2. İdare Mahkemesi 2/9/2010 tarihli ve E.2010/1293, K.2010/967 sayılı karar ile davacıların kimler olduğunun ve talep edilen tazminat miktarlarının tam olarak anlaşılamadığı gerekçesiyle dilekçe ret kararı vermiştir.

31. Dilekçe ret kararı üzerine Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş 13/10/2010 tarihinde dilekçelerini yenileyerek kendilerini davacı olarak göstermiş ve Uğur Sağlamtaş’ın bitkisel hayata girmesi ile neticelenen olay sebebiyle toplam 140.000 TL maddi, 60.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Davalı idare, iş bu davadaki taleplerin Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davadaki taleplerle mükerrer olması nedeniyle reddedilmesi gerektiği itirazını ileri sürmüştür.

32. Adana 2. İdare Mahkemesi 20/9/2011 tarihli ve E.2010/1585, K.2011/1603 sayılı karar ile Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesindeki davanın Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş tarafından Uğur Sağlamtaş adına velayeten açılan bir dava olduğu gerekçesiyle davalı idarenin itirazını reddetmiş ve bilirkişi raporlarına göre 2/8 oranında kusurlu olduğu kabul edilen doktoru istihdam eden idarenin söz konusu ameliyatta ağır hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve toplam 18.110,38 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir.

33. Anılan karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi 12/12/2013 tarihli ve E.2013/4237, K.2013/10653 sayılı ilam ile İlk Derece Mahkemesi kararının davacılara toplam 18.110,38 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine ilişkin kısmının onanmasına ancak eksik hesaplanan destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin kısmı ile manevi tazminatın reddedilen kısmının yeniden hüküm kurulmak üzerine bozulmasına karar vermiştir.

34. Bozma kararı üzerine Adana 2. İdare Mahkemesi 22/1/2015 tarihli ve E.2014/2870, K.2015/97 sayılı kararı ile idarenin 2/8 oranında kusurlu kabul edildiği varsayılarak yapılan maddi tazminat miktarı hesaplanmasında hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmadığı, böyle bir durumda davacıların zararının 6/8’ini kimin karşılayacağı sorusunun yanıtsız kaldığı 6/8 kusur oranına tekabül eden maddi zarara davacıların katlanması gerektiği yönündeki bir düşüncenin de hakkaniyet icabı mümkün olmadığı gerekçeleriyle taleple bağlı kalarak 12/12/2013 tarihli kararda belirlenen 18.110,38 TL maddi tazminata ek olarak 121.889,62 TL maddi tazminata hükmetmiştir.

35. Anılan karar, taraflarca temyiz edilmiş ancak Danıştay tarafından hâlihazırda bir karar verilmemiştir.

B. İlgili Hukuk

36. 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesi şöyledir:

 “Davacı, iptaline karar verilen dilekçenin yerine yeni bir dilekçe düzenleyip vermek zorundadır.

 Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli veya yetkili mahkemede tebligat yaptırması zorunludur.

 Her iki hâlde kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kâğıdı tebliğ ettirilmesi gerekir.

 Aksi takdirde dava açılmamış sayılır. Kanunda belirtilen ayrık hükümler saklıdır.”

37. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/3/2007 tarihli ve E.2007/1-147, K.2007/154, sayılı kararı şöyledir:

 “ (…)

 …görevsizlik kararı veren mahkeme, görevsizlik kararında; “dava dosyasının talep halinde görevli mahkemeye gönderilmesine” karar vermekle yetinir. Dava dosyasını resen görevli mahkemeye gönderemez. Dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve davaya görevli mahkemede devam edilebilmesi için, davacının 10 gün içinde görevli (yada görevsizlik kararı veren) mahkemeye başvurarak davalıya tebligat yaptırması gerekir. Aksi halde dava açılmamış sayılır. (HUMK.m.193)

 Görevli mahkemeye başvurma süresi olan 10 günlük süre hak düşürücü nitelikte bir süre olup, mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerekir.

 Görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvuru bir dilekçe ile olur. Bu dilekçe için bir şekil öngörülmemiştir. Bu dilekçe bir dava dilekçesi değildir. Dilekçede, davanın görevli mahkemede görülmesi için gerekli işlemlerin yapılması istenir.

 Sözü edilen 10 günlük başvuru süresi içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurarak, karşı tarafa yapılacak tebligat giderinin ve varsa dosya gönderme masrafının ödenmesi gerekli ve yeterlidir.

 Dava dosyasını alan görevli mahkeme, ilk olarak, 10 günlük süre içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurulmuş olup olmadığını resen inceler. Mahkeme, 10 gün içinde başvurulmadığını tespit ederse, başkaca bir işlem yapmadan, resen davanın açılmamış sayılmasına karar verir.

 Bu şekilde, 10 gün içinde başvurulması üzerine görevli mahkemede görülmeye başlanan dava, yeni bir dava olmayıp görevsiz mahkemede açılmış olan davanın devamı olduğundan, görevli mahkemede yeni bir harç alınmaz.

 Bu açıklamaların ışığında somut olay incelendiğinde;

 Tapulama Mahkemesinin kararının taraflara tebliğ edilip, 25.5.1988 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihte HUMK.m.193’te öngörülen sürenin başlayıp, 6.6.1988 tarihinde dolduğu, buna karşılık davacının uzunca bir süre sonra, 31.7.1990 tarihinde görevsiz mahkemeye başvurarak HUMK.m.193 gereğince dosyanın görevli mahkemeye gönderilerek davaya devam edilmesini istediği anlaşılmaktadır. Açıklanan bu durum karşısında HUMK.m.193’te öngörülen 10 günlük “Hak Düşürücü Sürenin” dolduğu, bu süre dolduktan sonra harç yatırılarak dahi sürenin yeniden ihyasının usule ve kanuna ve istikrar kazanmış Yargıtay uygulamasına uygun düşmeyeceği anlaşıldığından, Yerel Mahkemenin bu yönleri amaçlayan direnme kararı doğru olup onanmalıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6.2.2002 gün ve 2002/8-72-60 sayılı kararı, 10.3.1999 gün ve 1999/12-128-132 sayılı kararı, 8.12.1984 gün ve 1981/15-616-75 sayılı kararı, 20.4.1983 gün ve 1980/15-1854-395 sayılı kararı da aynı yöndedir.)”

38. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

39. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:

“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”

40. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

41. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarihli ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı şöyledir:

“…

Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.76.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (BK. 386-390) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (BK.321/1.md.) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1.maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.

…”

42. Danıştay İdari Dava Daireler Kurulunun 22/5/2003 tarihli ve E.2002/619, K.2003/350 sayılı kararı şöyledir:

“(…)

Ankara 6. İdare Mahkemesi bozma kararına uymayarak 21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı kararıyla, uyuşmazlığın davacının uğradığı ses kaybının hatalı operasyon sonucunda oluşup oluşmadığının tespitine ilişkin olduğundan, Mahkemelerinin 17.3.1999 günlü ara kararıyla, davacının geçirdiği operasyonlara ilişkin bilgi ve belgelerin bulunduğu "Hasta Dosyaları" istenilmiş ise de; söz konusu dosyaların Ankara Numune Hastanesi arşivinde bulunamadığının (kaybolduğunun) bildirilmesi üzerine, Mahkemece davacı tarafından dosyaya sunulan belgeler ile davacının muayenesi sonucunda elde edilecek bilgiler ışığında bilirkişi incelemesine karar verildiği, bilirkişi tarafından hazırlanan 22.11.1999 ve 27.12.1999 günlü raporlarda, hastada, 8.11.1991 tarihindeki ilk operasyonu sırasında Bilateral Kord Vokal felci geliştiği, bu sebebin sinir kesisi veya basısına bağlı olarak gelişebileceği, zaman içinde sinir fonksiyonlarının geri dönebileceği, ancak hastada, erken dönemde solunum yetersizliği oluştuğu ve zaman içinde kalıcı hale geldiği, bu tür rahatsızlıklarda, ilk amacın yeterli hava girişinin sağlanması olduğu, ses kalitesi bozulması ihtimalinin göze alınabileceği, bu amaçla yapılan 2. ve 3. operasyonlarda ses kalitesinin düzeltilmediği ve kalıcı sekel niteliğinde uzuv kaybının oluştuğunun belirtildiği, 24.2.2000 günlü naip tezkeresi ile A.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı'na gönderilen davacının yapılan muayenesi sonucunda düzenlenen raporda, davacının, uzuv kaybının (çalışma gücü oranının) %63 olduğunun belirlendiği, bu oran göz önüne alınarak 10.4.2000 günlü raporda, davacının fizik bütünlüğü, iktisadi geleceği ve sosyal konumu göz önüne alınarak 12.857.657.785.lira maddi zararın hesaplandığı, bu durumda davacının hatalı ameliyatlar sonucu uğradığı zararların hizmet kusuruna dayalı olarak davalı idarece tazmini gerektiği, davacının, istemde bulunduğu maddi tazminat miktarı göz önüne alınarak ve istemle sınırlı olarak 1.000.000.000. lira maddi tazminatın davalı idarece tazminine, maddi tazminata olay tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi istenmekte ise de, idarenin gecikmesine karşılık ödenen yasal faizin, başvuru tarihinden itibaren hesaplanacağı, önceki döneme ilişkin faiz isteminin de reddi gerekeceğinin açık olduğu, manevi tazminat istemi yönünden ise, manevi zararlar da, Anayasanın 125. maddesinde ifadesini bulan şekliyle, tazmin edilmesi gereken zararlardan olup, hukuka aykırı eylem veya işlemlerden dolayı ilgililerin duyduğu elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmek amacını taşıdığı, buna göre, davacının %63 oranında kayba uğrayan uzvunun sosyal yaşamdaki fonksiyonları, kayıp oranı ve hükmedilen maddi tazminat tutarı göz önüne alınarak mahkemelerince takdiren 5.000.000.000.- lira manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine, öte yandan, davacı vekilince verilen 1.5.2000 günlü dilekçe ile maddi tazminat miktarının 13.000.000.000.- liraya çıkarılması istenmiş ise de, davanın genişletilmesi niteliğindeki istemin kabulünün mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 1.000.000.000.- lira maddi, 5.000.000.000.- lira manevi tazminat olmak üzere 6.000.000.000.- lira tazminatın davacıya ödenmesine, maddi tazminat tutarına, davalı idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine, başvuru tarihinden önceki döneme ilişkin yasal faiz isteminin reddine ilişkin bulunan ilk kararında ısrar etmiştir.

Davalı idare Ankara 6. İdare Mahkemesinin 21.3.2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı ısrar kararını temyiz etmek ve bozulmasını istemektedir.

 Temyiz edilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve dilekçede ileri sürülen temyiz sebeplerinin kararın kabule ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından davalı idarenin temyiz isteminin reddine…”

43. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarihli ve E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:

“…

Dava konusu olay nedeniyle davacıların Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 53. maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

44. Mahkemenin 23/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

45. Başvurucular; Uğur Sağlamtaş’ın Ç.Ü.T.F. Balcalı Hastanesine sevki konusunda heyet raporu olmasına rağmen yeterli donanıma sahip olmayan Adana SSK Hastanesinde kalp ameliyatına alındığını, Dr. G.A.nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranışı sebebiyle Uğur Sağlamtaş’ın komaya girdiğini, koma hâlinde Ç.Ü.T.F. Balcalı Hastanesine gönderilen hastanın bitkisel hayata girdiğini, yaşanan olay sebebiyle açtıkları tazminat davalarının reddedildiğini, bilirkişi raporlarında 2/8 oranında Dr. G.A.nın kusurlu olduğu belirtilmesine rağmen 6/8 oranındaki kusurun kimde olduğunun belli olmadığını, asıl davadaki ıslah taleplerinin zararın meydana geldiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılmadığı gerekçesiyle kabul edilmediğini, davanın hangi mahkemede görüleceği dahi beş yıl sonra belirlenmişken zararın meydana geldiği tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine riayet edilmediği gerekçesiyle ıslah taleplerinin reddinin hukuka aykırı olduğunu, zarar miktarı öğrenilmeden dava değerinin ıslahının zaten mümkün olmadığını, açtıkları ek davanın tebligat masrafları eklenmediği gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra 12/4/2007 tarihinde dosyanın Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesini talep etmelerine rağmen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin dava açma haklarını yok ettiğini, on beş yıl süren yargılama nedeniyle telafisi imkânsız zararlar doğduğunu, bu süreçte ailenin kısıtlı imkanları ile Uğur Sağlamtaş’ın bakım masraflarının karşılanmaya çalışıldığını belirterek yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

46. Yukarıda yer verilen iddialar dikkate alındığında başvurucuların temel olarak asıl davadaki ıslah taleplerinin reddedilmesinden, birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinden, görevli doktorların kusuru neticesinde Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü hâle gelmesinden ve bu olay üzerinden yaklaşık on beş yıl geçmesine rağmen gerekli tazminin sağlanamamasından şikâyet ettikleri anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının adil yargılanma hakkı ile yaşam hakkı kapsamında olduğunu değerlendirilmiştir. Başvurucuların asıl davadaki ıslah taleplerinin reddedilmesi ile birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi, adil yargılanma hakkı ile ilişkili görülerek bu kapsamda inceleme yapılmıştır. Başvurucuların yaşam hakkına ilişkin şikâyetlerinin ise yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiası yönünden ve yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddiası yönünden ayrı ayrı incelenmesine karar verilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

47. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

48. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

50. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir”

51. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu önkoşullar; başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun “güncel bir hakkının ihlal edilmesi”, bu ihlalden kişinin “kişisel olarak ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin “mağdur” olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, § 42).

52. Medeni hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekil olan taraf ehliyeti, davada taraf olma yeteneğini ifade eder ve hak ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin, davada taraf ehliyetine sahip olduğunu belirtir. Medeni hukuktaki fiil ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekil olan dava ehliyeti ise bir davayı takip edebilme ve usul işlemlerini yapabilme ehliyetini ifade eder. Ayırt etme gücü ve bu nedenle dava ehliyeti bulunmayan kişiler, tarafı oldukları davalarda kanuni temsilcileri tarafından temsil edilir. Temsil ettiği kişi adına hareket eden kanuni temsilci, davada taraf değildir.

53. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde başvuru konusu yapılan asıl ve birleşen davanın Uğur Sağlamtaş adına velayeten Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş tarafından açıldığı anlaşılmaktadır. Başvuruculardan Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş, başvuru konusu davalarda Uğur Sağlamtaş’ın kanuni temsilcisi konumunda olup söz konusu davalara taraf değillerdir. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi dikkate alındığında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır.

54. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu davalarda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri süren Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın, söz konusu yargılama dosyalarında taraf veya müdahil sıfatı bulunmadığı, bu açıdan başvuruya konu yapılan yargılama faaliyeti nedeniyle adil yargılanma hakkı yönünden güncel ve kişisel bir hakkının doğrudan etkilenmediği anlaşıldığından Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın başvurusunun adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

55. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın ise başvuru konusu davalarda taraf sıfatının bulunduğu ve bu bağlamda bireysel başvuru ehliyetine sahip olduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetleri aşağıda iki başlık altında incelenmiştir:

 i. Asıl Davaya İlişkin Şikâyetler Yönünden

56. Başvurucu vekili; Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü hâle gelmesine sebep olan olayda kusuru bulunan kişiler aleyhine tazminat davası açıldığını, ıslah taleplerinin zararın meydana geldiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılmadığı gerekçesiyle kabul edilmediğini, davanın hangi mahkemede görüleceği dahi beş yıl sonra belirlenmişken zararın meydana geldiği tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine riayet edilmediği gerekçesiyle ıslah taleplerinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, zarar miktarı öğrenilmeden dava değerinin ıslahının zaten mümkün olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

57. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

58. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012’dir. Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Niteliği itibarıyla kamu düzenine ilişkin olan bu başvuru şartını taşımayan bireysel başvuruların incelenebilmesi mümkün değildir.

59. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No. 2012/51, 25/12/2012, § 18).

60. Somut olaya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde asıl davanın 26/3/1999 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığı, Mahkemenin 12/4/2007 tarihli ve 10/2/2009 tarihli kararlarının Yargıtay tarafından bozulduğu, son bozma kararı sonrasında 26/3/1999 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan asıl dava ile 7/9/2006 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde açılan davanın birleştirildiği, birleştirme kararı sonrasında yargılamaya devam eden Mahkemenin 29/7/2010 tarihli ve E.2010/163, K.2010/535 sayılı karar ile asıl dava yönünden bozma kararına uyduğu, birleşen davanın ise kısmen kabulüne karar vererek 59.692,80 TL tazminatın başvuruculara ödenmesine karar verdiği, tarafların asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının Yargıtay tarafından yerinde görülmediği ancak birleşen dava yönünden bozma kararı verildiği, aynı konuda yapılan karar düzeltme talebinin ise 16/6/2011 tarihli ilam ile reddedildiği anlaşılmaktadır. Birleşen davanın bozulması üzerine yargılamaya 2011/639 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam eden İlk Derece Mahkemesi, 21/12/2011 tarihli gerekçeli kararının son sayfasına “…kısmi bozma sonrası yeniden dosya mahkememizin 2011/639 esasına kaydı yapıldı. Yapılan yargılama sonunda verilen kararın hüküm kısmının 1. maddesi (asıl davaya ilişkin kısım) Yargıtayca onanmış olduğundan kesinleşmiştir.” şerhini koymuştur. Başvurucu, birleşen davanın 15/1/2013 tarihinde kesinleşmesinden sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu durumda başvurucu vekilinin başvuru dilekçesinde dile getirdiği asıl davaya yönelik şikâyetlerine konu yargılamanın Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruları kabul etmeye başladığı 23/9/2012 tarihinden önce 16/6/2011 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin karar ile kesinleştiği anlaşılmaktadır.

61. Açıklanan nedenlerle asıl davada verilen kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun, bu davaya konu şikâyetler bakımından diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 ii. Birleşen Davaya Yönelik Şikâyetler Yönünden

62. Başvurucu vekili, görevsizlik kararı verilmesinden sonra 12/4/2007 tarihinde dosyanın Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesini talep etmelerine rağmen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin dava açma haklarını yok ettiğini, açtıkları ek davanın tebligat masrafları eklenmediği gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Söz konusu iddia, uyuşmazlığın esasının yargı önüne taşınabilmesi ile ilgili olduğundan mahkemeye erişim hakkı kapsamında inceleme yapılmıştır.

63. Bakanlığın görüş yazısında birleşen dava ile ilgili olarak davanın Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesinde öngörülen on günlük süre içerisinde davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye giderinin yatırılmaması nedeniyle reddedildiği, on günlük süre kuralının emredici bir hüküm olduğu, kanunlarda düzenlenen emredici hükümlerin kamu düzenini korumaya yönelik olduğu belirtilmiştir.

64. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

65. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. …”

66. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Hukuki konularda mahkemelerde dava açma hakkı anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı "mahkemeye gitme hakkı" da kapsamaktadır (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 47).

67. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Hüseyin Gönel, B. No: 2013/2491, 17/7/2014, § 35). Bu nedenle mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Neriman Polat, B. No: 2012/1223, 5/11/2014, § 36)

68. Somut olayda 7/9/2006 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde açılan davada, 27/3/2007 tarihinde görevsizlik kararı verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin 5/4/2007 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu vekili, dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemini içeren 12/4/2007 havale tarihli dilekçeyi Adana 3. İş Mahkemesine sunmuştur. Akabinde dava dosyası 12/3/2009 tarihinde Adana Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemelerine gönderilmiş, sonrasında ise Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2010/163 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmiştir. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesince birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, temyiz edilen karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 31/1/2011 tarihli ilamı ile görevsizlik kararı verilmesi üzerine davacının 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesinin 2., 3. ve 4. gereğince karşı tarafa görevli mahkemede tebligat yaptırmasının zorunlu olduğu, görevsizlik kararının kesinleştiği tarihten itibaren on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kağıdı tebliğ ettirilmesi gerektiği ancak davalıya bu on gün içinde davetiyenin tebliğ edilmesini sağlamak davacının elinde olan bir husus olmadığından, davacının on gün içinde mahkemeye başvurarak davetiye tebliğ giderini yatırmasının yeterli görüldüğü, bu işlemlerin süresinde yapılmaması durumunda davanın açılmamış sayılacağına karar verileceği, davacı vekilinin 12/4/2007 tarihinde dava dosyasına sunduğu dilekçede davalılara tebligat yapılması için gerekli davetiye giderini karşılamadığı, bu sebeple davacı vekilinin on günlük hak düşürücü süre içinde görevli mahkemeye başvurmuş sayılamayacağı gerekçeleriyle (bkz. § 21) bozulmuştur. Bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesi, birleşen davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş ve söz konusu karar kanun yollarından geçerek 15/1/2013 tarihinde kesinleşmiştir.

69. Derece Mahkemelerinin kararları (bkz. §§ 21-25) dikkate alındığında başvurucu vekilinin görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra dava dosyasının görevli asliye hukuk mahkemesine gönderilmesini bir dilekçe ile Adana 1. İş Mahkemesinden talep ettiği, yani davaya görevli mahkemede devam edilmesi iradesini ortaya koyduğu ancak davalılara davetiye tebliğ ettirmek için gerekli tebligat masraflarını yatırmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Derece Mahkemeleri, görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on günlük hak düşürücü süre içinde başvuru yapılmadığı gerekçesiyle değil on günlük hak düşürücü süre içinde gerekli davetiye giderlerinin yatırılmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Bu durumda gerekli davetiye giderinin yatırılmasının, yatırılmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin öngörülebilir bir durum olup olmadığı incelenmelidir.

70. Davanın açılmamış sayılması kararına dayanak teşkil eden 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesi “(1)Davacı, iptaline karar verilen dilekçenin yerine yeni bir dilekçe düzenleyip vermek zorundadır. (2)Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine davacının karşı tarafa görevli veya yetkili mahkemede tebligat yaptırması zorunludur. (3)Her iki hâlde kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kâğıdı tebliğ ettirilmesi gerekir. (4)Aksi takdirde dava açılmamış sayılır. Kanunda belirtilen ayrık hükümler saklıdır.” şeklindedir.

71. Yargıtayın 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesinin yorumuna ilişkin yerleşik içtihatlarında görevsizlik kararı veren mahkemenin dava dosyasını kendiliğinden görevli mahkemeye göndermesinin gerekmediği, dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve davaya görevli mahkemede devam edilebilmesi için davacıların on günlük başvuru süresi içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurarak karşı tarafa yapılacak tebligat giderini ve varsa dosya gönderme masrafını ödemesinin gerekli ve yeterli olduğu, 1086 sayılı Kanun’da geçen 10 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte bir süre olduğu ve bu sürenin mahkemelerce kendiliğinden gözetilmesi gerektiği, on gün içinde başvuru yapılmadığının tespit edilmesi hâlinde mahkemelerce resen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği kabul edilmektedir (bkz. § 37). Yargıtay, 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesi ile ilgili birçok kararında, görevsizlik kararı sonrasında dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve davaya görevli mahkemede devam edilebilmesi için davacıların on günlük başvuru süresi içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurarak karşı tarafa yapılacak tebligat giderini ödemesinin gerekli olduğunu belirtmiş yani davacıların hem görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on gün içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurmaları hem de bu süre içinde gerekli tebligat giderlerini yatırmaları gerektiğini kabul etmiş ve 1086 sayılı Kanun’un 193. maddesinin nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiğini bu şekilde açıklığa kavuşturmuştur. Nitekim anılan yorum ve uygulama doğrultusunda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on gün içinde tebligat giderleri yatırılmadığı gerekçesiyle başvurucunun davasının açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

72. 1086 sayılı (mülga) Kanun’un 193. maddesinin ikinci fıkrasında davacının karşı tarafa görevli veya yetkili mahkemede tebligat yaptırmasının zorunlu olduğunun belirtildiği, üçüncü fıkrasında görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on gün içinde çağrı kâğıdının tebliğ ettirilmesi gerektiğinin hükme bağlandığı dikkate alındığında ve bu hükümlerin Yargıtay tarafından nasıl yorumlandığına ve uygulandığına dair yerleşik içtihat bulunduğu gözönüne alındığında görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on gün içinde tebligat giderlerinin yatırılması gerektiğinin öngörülebilir bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Derece Mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası ya da açıkça keyfîlik içerdiği de söylenemez. Bu sebeplerle somut başvuruda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

73. Açıklanan nedenlerle mahkemeye erişim hakkına ilişkin iddialar yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yaşam hakkının İhlal Edildiğine İlişkin iddialar

74. Anayasa Mahkemesi, Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü hâle gelmesine neden olan başvuru konusu olayın ölümle sonuçlanabilecek potansiyele sahip olduğunu ve başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın hayatını tehlikeye attığını dikkate alarak yaşam hakkı kapsamında bir inceleme yapmanın uygun olduğu sonucuna varmıştır. Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın yaşanan olaya ilişkin yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları değerlendirildiğinde, çocuklarının ölüm potansiyeli içeren bir müdahaleye maruz kalmasından şikâyet ettikleri anlaşılmıştır. Bu sebeple %98 oranında özürlü olan Uğur Sağlamtaş’ın annesi ve babası olan Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın, yaşam hakkı bağlamında başvuru ehliyeti açısından bir eksikliğinin bulunmadığı değerlendirilmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akdemir ve Evin/Türkiye, B. No: 58255/08 ve 29725/09, 17/3/2015).

75. Anayasa’nın başlıklı 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

76. Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş yaşam hakkı bağlamında başvuru ehliyetine sahip olmakla birlikte anılan başvurucuların başvuru yollarını tüketip tüketmediklerinin de incelenmesi gerekmektedir.

77. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ihlaline neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.

78. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun, ihlal iddialarını öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması, dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekir (Mustafa Bülent Erten, B. No: 2012/649, 26/3/2013, §§ 18,19).

79. Somut olayda başvuruculardan Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın, yaşanan olaya ilişkin şikâyetlerini kendi inisiyatifleriyle açabilecekleri tazminat ya da tam yargı davasında dile getirmeleri mümkündür. Nitekim adı geçen başvurucuların, Adana 2. İdare Mahkemesinde kendi adlarına açtığı bir tam yargı davası da bulunmaktadır (bkz. §§ 28-35). Ancak Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın hâlihazırda Danıştay önünde derdest olan Adana 2. İdare Mahkemesindeki dava dışında kendi adlarına açtığı bir dava bulunmamaktadır. Anılan başvurucuların, başvuru konusu yapılan asıl ve birleşen davanın tarafı olmadığı, bu anlamda adı geçen başvurucuların hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarına müracaat etmeden ve başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.

80. Açıklanan nedenlerle Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın başvurusunun yaşam hakkına ilişkin kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

81. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın ise yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerini tarafı olduğu davalarda dile getirdiği görülmektedir. Bu nedenle başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın yaşam hakkına ilişkin şikâyetleri aşağıda iki başlık altında incelenmiştir.

 i. Yaşam Hakkının Korunması İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiaları Yönünden

82. Başvurucu vekili, Uğur Sağlamtaş’ın Ç.Ü.T.F. Balcalı Hastanesine sevki konusunda heyet raporu olmasına rağmen yeterli donanıma sahip olmayan Adana SSK Hastanesinde kalp ameliyatına alındığını, Dr. G.A.nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranışı sebebiyle Uğur Sağlamtaş’ın komaya girdiğini, koma hâlinde Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine gönderilen hastanın bitkisel hayata girdiğini, yaşanan olay sebebiyle açılan tazminat davalarının reddedildiğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

83. Bakanlığın görüş yazısında kabul edilebilirlik incelemesi ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına göre yaşam hakkı ve işkence yasağı bağlamında negatif yükümlülük yönünden ihlal oluşturan eylemler, Sözleşme’nin onaylandığı ya da bireysel başvuru hakkının taraf devletçe tanındığı tarihten önce meydana gelmiş ise bu kapsamda ileri sürülen şikâyetlerin zaman bakımından yetkisizlik gerekçesiyle kabul edilemez bulunduğu ancak ileri sürülen şikâyetlerin ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmadığı iddiasına ilişkin olduğu durumlarda, ölüm olayı kritik tarihten önce meydana gelmiş olsa bile kritik tarihten sonra kesinleşen karar yönünden etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediği iddiası bakımından bir incelemenin yapılabileceği, başvuru konusu olayın 27 Nisan 1998 tarihinde gerçekleştiği diğer yandan Anayasa Mahkemesinin 2013/293, 2013/841 ve 2012/848 numaralı başvurulara ilişkin verdiği kararlarda 23 Eylül 2012 tarihinden önce meydana gelmiş olaylara ilişkin esas incelemesi yapıldığı, anılan hususların kabul edilebilirlik incelemesi bakımından gözönünde tutulması gerektiği belirtilmiştir.

84. Anayasa Mahkemesi, 23 Eylül 2012 tarihinden önce gerçekleşmiş ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin başlatılan soruşturma veya kovuşturma 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşmişse ölüm/yaralama olayını ve bu olay hakkında yürütülen soruşturma ya da kovuşturma sürecini zaman bakımından yetkisi kapsamında görmektedir. Bakanlık görüşünde belirtilen kararlardan da anlaşılacağı üzere ölüm/yaralama olayı 23 Eylül 2012 tarihinden önce meydana gelmiş olsa bile olaya ilişkin soruşturma ya da kovuşturma kritik tarihten sonra kesinleşmiş ise Anayasa Mahkemesince yaşam hakkı ve işkence yasağı bağlamında hem negatif hem de pozitif yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediği yönünden bir inceleme yapılmaktadır. Bu sebeple başvuru konusu olayın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak somut başvurunun incelemesinin, anılan olay hakkında 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen yahut devam eden yargı kararları ile sınırlı olarak yapılacağı belirtilmelidir.

85. Somut olayda başvurucular, Uğur Sağlamtaş’ın %98 oranında özürlü hâle gelmesiyle neticelenen olay sebebiyle uğradıkları zararların tazmini istemiyle hukuk ve idare mahkemelerinde üç farklı dava açmışlardır. Bu davalar, Uğur Sağlamtaş adına velayeten açılan başvuru konusu asıl ve birleşen dava ile Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş adına Adana 2. İdare Mahkemesinde açılan fakat başvuru konusu yapılmayan davadır. Bu bağlamda öncelikle belirtmek gerekir ki başvuru konusu olay tıbbi hataya ilişkindir ve tıbbi hata sonucu meydana geldiği iddia edilen zararlar nedeniyle hukuk veya idare mahkemelerinde açılan tazminat ya da tam yargı davaları, hem ilgili personelin veya idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek potansiyele sahip olduğundan başvurucuların mağduriyetini giderebilecek niteliktedir (Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, § 45).

86. Açılan davalar bu kapsamda incelendiğinde 26/3/1999 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan asıl dava, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/6/2011 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin karar ile kesinleştiğinden Anayasa Mahkemesi’nin zaman bakımından yetkisi dışında kalmaktadır. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi’nin, 23 Eylül 2012 tarihinden önce kesinleşen söz konusu davada yaşam hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen şikâyetleri incelemesi mümkün değildir.

87. Adana 3. İş Mahkemesinde 7/9/2006 tarihinde açılan ve sonrasında asıl dava ile birleşen dava ise on günlük hak düşürücü süre içinde gerekli davetiye gideri yatırılmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesiyle neticelenmiştir. Bu dava hakkında yapılan şikâyetler yukarıda incelenmiş ve mahkeme kararının öngörülebilir olduğu ve açıkça keyfîlik içermediği değerlendirilmiştir. Bu hususular dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği ileri sürülmekte ise de dava usulden reddedildiğinden uyuşmazlığın esasının ve ihlal iddialarının Derece Mahkemeleri tarafından incelenmediği, dolayısıyla yaşam hakkının ihlali iddialarının hukuk sisteminin belirlediği usul ve şartlar dâhilinde ileri sürülmediği ve bu dava yönünden başvuru yollarının usulünce tüketilmediği anlaşılmaktadır.

88. Ayrıca, Uğur Sağlamtaş’ın bitkisel hayata girmesi ile neticelenen olay sebebiyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş adına Adana 2. İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının hâlihazırda Danıştay önünde derdest olduğunu belirtmek gerekir.

89. Açıklanan nedenlerle başvurunun yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığı iddiasını içeren bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiaları Yönünden

90. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

91. Başvurucu, yaklaşık on beş yıl süren yargılamalar nedeniyle telafisi imkânsız zararlara maruz kaldığını, uzun süren yargılamalar nedeniyle adalete olan inancının sarsıldığını belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

92. Bakanlık görüşünde yaşam hakkı ile ilgili davaların hızlı bir şekilde incelenmesinin gerektiği, başvurucuların hukuk mahkemeleri nezdinde açmış oldukları tazminat davalarının yaklaşık on dört yıl devam ettiği, takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

93. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu, yaşanan ölüm olayının veya bireylerin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan vakaların tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).

94. Bir olayda usul yükümlülüğünün gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

95. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59). Bu ilke, kural olarak tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları ile maddi ve manevi varlığa verilen zarar hâlleri için de geçerlidir (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 37).

96. Bununla birlikte ölüm olayını aydınlatmak üzerine yürütülen ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi inisiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın, ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

97. Yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızda gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı özel durumlarda, soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29).

98. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki yargı sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

99. Tıbbi ihmallerden kaynaklandığı ileri sürülen ihlal iddiaları açısından ayrıca belirtmek gerekir ki sağlık kurumlarında işlenen kusurlu eylemlerin bilinmesi, ilgili kurumlara ve sağlık personeline, potansiyel kusurlarını giderme ve benzer hataların meydana gelmesini önleme imkânı vermesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu tür olaylara ilişkin soruşturma veya davaların hızlı bir şekilde incelenmesi, sağlık hizmetlerinden faydalanan tüm bireylerin güvenliği için son derece önemlidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Süleyman Ege/Türkiye, B. No: 45721/09, 25/6/2013, § 53).

100. Açılan iki farklı davanın toplam yargılama süresinin yaklaşık on beş yıl olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyeti dile getirilmekle beraber zaman bakımından yetkisizlik kararı verilen bölümde ifade edildiği üzere 26/3/1999 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan asıl dava, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/6/2011 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin karar ile kesinleştiğinden bu davada ileri sürülen şikâyetler zaman bakımından yetki nedeniyle kabul edilmez bulunmuştur. Bu sebeple yargılamanın uzun sürdüğü şikâyeti 7/9/2006 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde açılan birleşen dava yönünden incelenecektir.

101. Başvuru dosyasının incelenmesinden, başvurucu vekilinin 7/9/2006 tarihinde SGK Genel Müdürlüğü ile Dr. G.A. aleyhine Adana 3. İş Mahkemesinde açtığı davanın 27/3/2007 tarihinde görev yönünden reddedildiği, bu karar üzerine başvurucu vekili tarafından dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemini içeren 12/4/2007 havale tarihli dilekçenin Adana 3. İş Mahkemesine sunulduğu, dava dosyasının 12/3/2009 tarihinde Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiği, Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/4/2010 tarihli kararı ile dava dosyasının Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2010/163 Esas sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği, Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/7/2010 tarihli kararı ile birleşen davanın kısmen kabulüne karar verildiği, temyiz edilen kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 31/1/2011 tarihli ilamı ile bozulduğu, bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesinin 21/12/2011 tarihli kararı ile davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anılan karara karşı yapılan temyiz ve karar düzeltme taleplerinin ise Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 7/5/2012 ve 15/1/2013 tarihli ilamlarıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.

102. Yukarıda ortaya konulan ilkeler ve tespitler kapsamında başvuru konusu olayın koşullarına bakıldığında yargılamanın uzun sürmesinde başvurucular vekilinin görevli olmayan mahkemede dava açmasının ve görevsizlik kararı akabinde on gün içinde görevli mahkemeye başvurmasına rağmen gerekli davetiye giderlerini yatırmamasının rol oynadığı söylenebilecek olmakla birlikte görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olduğu ve davanın her aşamasında mahkemelerce kendiliğinden gözetilmesi gerektiği, ayrıca görevsizlik kararı sonrasında yapılan başvurular üzerine dava dosyasını alan görevli mahkemenin, görevsizlik kararının kesinleşmesinden itibaren on günlük süre içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurulup başvurulmadığını resen incelemesinin gerektiği, on gün içinde başvuru yapılmadığını veya gerekli tebligat giderlerinin yatırılmadığını tespit etmesi hâlinde başkaca bir işlem yapmadan resen davanın açılmamış sayılmasına karar vermesi gerektiği hususlarının gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır. Başvuru konusu olayda 7/9/2006 tarihinde Adana 3. İş Mahkemesinde açılan dava hakkında yaklaşık yedi ay sonra görevsizlik kararı verildiği, görevsizlik kararı üzerine başvurucular vekili tarafından dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi istemini içeren 12/4/2007 havale tarihli dilekçenin Adana 3. İş Mahkemesine sunulduğu ancak dava dosyasının yaklaşık iki sene sonra 12/3/2009 tarihinde Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiği, dosyanın gönderildiği tarihten 1 yılı aşkın bir süre sonra Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesince birleştirme kararı verildiği, birleştirme kararından üç ay sonra verilen esas hakkındaki kararın Yargıtayca bozulduğu ve bozma kararına uyan İlk Derece Mahkemesince davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği ve bu kararın temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek toplamda 6 yıl 4 ayda kesinleştiği görülmektedir.

103. Yapılan bu tespitler bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut olayda, tazminat talebinin reddine ilişkin Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kesinleşmesinin 6 yıl 4 ayda gerçekleştiği, bu gecikmede başvurucunun herhangi bir dahlinin bulunmadığı, dosyanın çözümünün tıbbi işlemdeki sorumluluğun tespitine yönelik olması nedeniyle kısmen karmaşık bir nitelik arz etmesine rağmen bu konunun aydınlatılabilmesi amacıyla zaman bakımından yetkisizlik kararı verilen asıl davada daha önceden bilirkişi raporunun alındığı, kaldı ki nihayetinde davanın esası hakkında bir karar verilmediği, derece mahkemelerince resen incelenmesi gereken bir sebebe dayanılarak davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği dikkate alındığında başvuru konusu dava sürecinin makul özen ve hız içerisinde gerçekleştiği söylenemeyecektir. İki dereceli yargılama sürecinde başvurucunun davaların hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaatinin varlığı ve gecikmesinde esaslı bir etkisinin olmaması, davanın taraflarının çok fazla kişiden oluşmaması ve davanın çok karmaşık olmaması gibi hususlar gözönünde bulundurulduğunda bir bütün olarak altı yıl dört ayı aşkın süren yargılama sürecinin çok uzun olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği hız ve yeterlilikte bir inceleme içermediği sonucuna ulaşılmıştır.

104. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun gerektirdiği makul derecede ivedilik ve özen şartının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

105. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

106. Başvurucular, yaklaşık on beş yıl süren yargılamalar sonucunda davalarının reddedilmesi nedeniyle telafisi imkânsız zararlar doğduğunu belirterek 400.000 TL maddi, 450.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

107. Mevcut başvuruda, başvurucu Uğur Sağlamtaş yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği tespit edilmiş, başvurucuların diğer iddiaları hakkında ise kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucuların maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte yaşanan olay sonrasında açılan tazminat davasının çok uzun sürmesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucu Uğur Sağlamtaş’a net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

108. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucu Uğur Sağlamtaş’a (kabul edilemezlik kararı verilen başvurucular Hayrullah Sağlamtaş ve Kalime Sağlamtaş dışındaki) ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvuruculardan Hayrullah Sağlamtaş ile Kalime Sağlamtaş’ın;

a. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

b. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’ın;

a. Tarafı olduğu asıl davada Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

b. Tarafı olduğu birleşen davada Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

c. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına ilişkin iddiasının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

d. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucu Uğur Sağlamtaş yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculardan Uğur Sağlamtaş’a net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCU UĞUR SAĞLAMTAŞ’A ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

23/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Uğur Sağlamtaş ve diğerleri [1.B.], B. No: 2013/2960, 23/3/2016, § …)
   
Başvuru Adı UĞUR SAĞLAMTAŞ VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2013/2960
Başvuru Tarihi 3/5/2013
Karar Tarihi 23/3/2016
Resmi Gazete Tarihi 5/5/2016 - 29703

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, kalp ameliyatı olan Uğur Sağlamtaş’ın doktor kusuru neticesinde %98 oranında özürlü hâle gelmesi ve söz konusu olayın üzerinden yaklaşık on beş yıl geçmesine rağmen gerekli giderimin sağlanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkı ile yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Yaşam hakkı Tıbbi ihmal veya sağlık hizmetlerine erişememe sonucu ölüm İhlal Manevi tazminat
Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Mahkemeye erişim hakkı (hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kişi Bakımından Yetkisizlik
Zaman Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 193
6098 Türk Borçlar Kanunu 49
74
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 13
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi