logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hilmi Yıldız [1.B.], B. No: 2013/299, 4/2/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HİLMİ YILDIZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/299)

 

Karar Tarihi: 4/2/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Şebnem NEBİOĞLU ÖNER

Başvurucu

:

Hilmi YILDIZ

Vekili

:

Av. Coşkun ATILĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamu görevlilerinin tabi olduğu soruşturma usulüne aykırı olarak yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu ve bu bağlamda yapılan soruşturma ile devamındaki kovuşturma işlemlerinin adil olmadığı, elde edilen delillerin haberleşme hürriyetinin ihlali suretiyle temin edildiği ve tutukluluk süresinin makul süreyi aştığı iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 11/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 14/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 16/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/1/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu İstanbul ili Akfırat beldesi belediye başkanı iken yürütülen soruşturma kapsamında görevinden alınmıştır.

9. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı dosyası üzerinde yapılan talepler neticesinde, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/21 sayılı kararı ile üç ay süreyle iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı kararı ile de, farklı bir GSM numarası itibarıyla, iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin kararın birinci kez 4/11/2008 tarihinden itibaren üç ay süre uzatılmasına karar verilmiştir.

10. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimliğine gönderilen 12/1/2009 tarihli tutuklama talebi üzerine, Mahkemenin 12/1/2009 tarihli ve 2009/10 sorgu sayılı kararı ile başvurucunun birden fazla suç kapsamında (ihaleye fesat karıştırma, zimmet, görevi kötüye kullanma, suç işlemek amacıyla örgüt kurma vd.) tutuklanmasına karar verilmiştir.

11. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı dosyası üzerinde diğer bir kısım soruşturma evrakları da birleştirilmek suretiyle yürütülen soruşturma neticesinde, 25/2/2009 tarihli ve 2009/145 sayılı iddianame ile birden fazla suç isnadı ile kamu davası açılmıştır.

12. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) E.299/69 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılamada, başvurucunun birçok defa serbest bırakılma talebi reddedilerek tutukluluk halinin devamına hükmedilmiş ve başvurucunun da sanıkları arasında bulunduğu bir kısım dosyalar da dahil olmak üzere, farklı yargılama evrakları belirtilen dosya üzerinde birleştirilmiştir.

13. Başvurucunun 29/3/2012 tarihli duruşmada tutukluluk halinin devamına, belirtilen celseyi takiben yapılan 19/6/2012 tarihli duruşmada ise tahliyesine karar verilmiş ve başvurucunun İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/1/2009 tarihli ve 2009/10 sorgu sayılı tutuklama müzekkeresinden bihakkın tahliyesine ilişkin yazı, aynı tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

14. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/3/2014 tarihli ve E.2006/69, K.2014/115 sayılı dosya inceleme ve devir kararı ile, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi gereğince, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesi ile görevlendirilen Mahkemenin görevinin sona erdiği belirtilerek, dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

15. Belirtilen yargılama evrakının İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/114 sayılı dosyasına kaydı yapılmıştır. İlgili yargılamanın 28/1/2016 tarihli celsesinde, duruşmanın 16/4/2016 tarihine bırakılmasına karar verilmiş olup, davanın derdest olduğu anlaşılmaktadır.

16. Başvurucu tarafından, soruşturma kapsamında yapılan delil toplama işlemlerinin hukuka aykırı olduğundan bahisle ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.

17. İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığının 2/10/2012 tarihli yazısı ile görevlendirilen bilirkişi tarafından, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı dosyası kapsamında alınan iletişimin dinlenmesi, tespiti, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ile arayan ve aranan numaralar ile baz istasyonlarını gösterir görüşme dökümleri talep kararları incelenmiş olup, 10/10/2012 tarihli raporunda, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı uzatma kararı içerisinde bulunan hedeflerin daha önce takibe alındığını gösteren bir karara dosya kapsamında yapılan incelemede rastlanılmadığı, Adalet Bakanlığının 14/2/2007 tarihli ve 26434 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 7. maddesinin 6. fıkrası kapsamında yer alan, dinleme ve kayda alma işleminin yerine getirilmesi sırasında şüphelinin başka bir iletişim aracını kullandığı belirlendiğinde buna ilişkin verilecek karar ya da kararların süresinin önceki tedbir kararında verilen sürenin bitiş tarihini geçmeyeceği hükmüne aykırı olarak, başvurucu hakkında, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/21 sayılı kararı ile üç ay süreyle iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı kararı ile de 4/11/2008 tarihinden itibaren üç ay süre iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verildiği, başvurucu hakkında verilen 2008/21 sayılı kararda öngörülen sürenin bitiş tarihi 28/1/2009 olduğu halde, daha sonra verilen 2008/20 kararın üç aylık süre sonundaki bitiş tarihinin, birinci kararın bitiş tarihi olan 28/1/2009 tarihini geçtiği ve bu suretle yedi gün süre ile fazla dinleme ve tespit yapıldığı belirtilmiştir.

18. İstanbul Valiliği İl Jandarma Komutanlığının 12/10/2012 tarihli ve 2012/9 sayılı kararı ile, iletişimin tespiti ile ilgili evrakların incelenmesi sonucunda bazı kararlarda süre aşımı olduğu ve abone bilgilerinde hata yapıldığı, bu evrakların tamamında o dönemde Ümraniye İlçe Jandarma Komutanı olan bir asker kişinin imzasının bulunduğunun bilirkişi raporu ile tespit edildiği, ancak yapılan bu işlemlerin personel atama dönemine rastlaması, tayin olan personelin henüz yeni görevine intibak edememiş olması sebebiyle her hangi bir kasıt olmaksızın sehven yapıldığı, bu kapsamda haklarında soruşturma izni istenen Jandarma personelinin görevlerini ifa ederken kasıt veya ihmal şeklinde kusurları bulunmadığı belirtilerek, 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 6. maddesi uyarınca soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

19. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 11/12/2012 tarihli ve E.2012/722, K.2012/748 sayılı kararı ile, başvurucu hakkında yürütülen soruşturmada usulsüzlük yapıldığı iddiaları kapsamında ilgili kolluk görevlileri hakkında yapılan ön inceleme sonucunda, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibarıyla mevcut olmadığı belirtilerek, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olması nedeniyle onanmasına karar verilmiştir.

20. Karar başvurucu vekiline 7/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 11/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

21. İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen 2014/114 sayılı yazıda, başvurucu hakkında 2008/20 sayılı iletişimin tespiti kararından başka ayrıca 2008/108 sayılı ve 04/08/2008-04/11/2008 tarihlerini kapsayacak şekilde verilmiş bir iletişimin tespiti kararı daha bulunduğunun tape dökümlerinin üst kısmında bulunan bilgilerden anlaşıldığı, ancak bu kararın klasörler içerisinde bulunmadığı ve 2008/20 sayılı iletişimin tespiti kararının sanığın tutuklandığı 12/01/2009 tarihinden sonra kaldırıldığına ilişkin herhangi bir karara dosya içerisinde rastlanılmadığı belirtilmiştir.

B. İlgili Hukuk

22. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun, olay tarihinde yürürlükte olan şekliyle, "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı 135. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 “(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.

 (2) Şüphelinin tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.

 (3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.

 (4) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, kullanmakta olduğu mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, kullanılan mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.

 (5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.

 (6) Bu Madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:

 a) Türk Ceza Kanununda yer alan;

 ...

 11. İhaleye fesat karıştırma (madde 235),

 

 (7) Bu Maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.”

23. 5271 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan şekliyle, “Kararların yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi” başlıklı 137. maddesi şöyledir:

 “(1) 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır.

 (2) 135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir.

 (3) 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir.

 (4) Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.”

24. 14/2/2007 tarihli ve 26434 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’in 7. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Dinleme ve kayda alma kararının yerine getirilmesi sırasında şüphelinin başka bir iletişim aracını kullandığı belirlendiğinde buna ilişkin verilecek karar ya da kararların süresi önceki tedbir kararında verilen sürenin bitiş tarihini geçemez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/1/2013 tarihli ve 2013/299 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu, belediye başkanı ve büyükşehir meclis üyesi olarak görev yaptığını, bu kapsamda kamu görevlisi statüsü konusunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte kamu görevlilerinin tabi olduğu soruşturma usulüne aykırı olarak yürütülen soruşturma kapsamında hukuka aykırı delillere dayalı olarak tutuklandığını, söz konusu tutukluluk durumunun makul süreyi aştığı, hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca verilmiş bir soruşturma izni bulunmadığı halde başvuruya konu soruşturma sürecinde hakkında delil toplanarak kamu davası açıldığını, bu nedenle toplanan tüm delillerin ve yapılan soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yok hükmünde sayıldığını ve toplanan delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu, soruşturmada görev alan kolluk personelinin hukuka aykırı işlem ve eylemlerine yönelik olarak yaptığı şikâyet neticesinde ilgililer hakkında soruşturma izni verilmediğini, özellikle soruşturma aşamasında verilen iletişimin tespiti kararlarının hukuka aykırı olduğunu beyan ederek, Anayasa’nın 19., 22., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucu tarafından Anayasa’nın 19., 22., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber, ihlal iddialarının mahiyeti gereği, Anayasa’nın 19., 22. ve 36. maddeleri açısından değerlendirme yapılması uygun görülmüştür.

1. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası

28. Başvurucu, hukuka aykırı olan tutukluluk halinin makul süreyi aştığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

29. Adalet Bakanlığı görüşünde, devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikayetin amacının, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespiti olduğu, başvurucunun tahliye edilmiş olması veya hakkında ilk derece mahkemesince hüküm kurulmuş olması durumunda ise, bireysel başvurunun amacının hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belirli bir miktar tazminata hükmedilmesi olduğu, ayrıca bireysel başvurunun kabul edilebilir bulunması için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmemiş olması gerektiği belirtilmiş, bu kapsamda somut başvuru açısından başvurucunun 18/6/2012 tarihinde tahliye edildiği, bahse konu ceza davasının derdest olduğu ve başvurucunun tutuklulukla ilgili şikayetlerinin bir bütün olarak hakkında hüküm kurulmadan önce verilen kesinleşmiş kararlara ilişkin olduğu hususunun göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir.

30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

31. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme'nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

32. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde, ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).

33. Ancak başvurucu hali hazırda tahliye olmuş ya da hakkında ilk derece mahkemesinde hüküm kurulmuş ise bireysel başvuru açısından talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru yapılmalıdır (Korcan Pulatsü, § 31).

34. Bununla birlikte başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde, ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, § 32).

35. Somut olayda başvurucu, isnat edilen suçlar kapsamında 12/1/2009 tarihinde tutuklanmış ve 19/6/2012 tarihinde tahliye edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun tutukluluk hali, tahliye kararının verildiği 19/6/2012 tarihinde sona ermiştir. Bu bağlamda başvurucunun bireysel başvuruya konu ettiği kararların, söz konusu tahliye kararı öncesinde verilen tutuklamaya ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlar olduğu anlaşılmaktadır.

36. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda tutuklamaya ilişkin nihai kararların, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

37. Başvurucu kamu görevlilerinin tabi olduğu soruşturma usulüne aykırı olarak ve 4483 sayılı Kanun uyarınca verilmiş bir soruşturma izni bulunmadığı halde, başvuruya konu soruşturma sürecinde hakkında delil toplanarak kamu davası açıldığını, bu nedenle toplanan tüm delillerin ve yapılan soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yok hükmünde sayıldığını ve toplanan delillerin hukuka aykırı delil statüsünde olduğunu beyan ederek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

38. Adalet Bakanlığı görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin görüş bildirilmemiştir.

39. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19-20; Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

40. Başvuru konusu olayda, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında birden fazla suç kapsamında yürütülen soruşturma neticesinde kamu davası açıldığı, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına konu yargılamanın ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğu ve Mahkemece henüz uyuşmazlığın esasına dair bir karar verilmediği görülmektedir. Derdest olan yargılama faaliyeti nazara alındığında, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının incelenebilmesi için, kanunda öngörülmüş olan yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmemiş olduğu anlaşılmaktadır.

41. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak kanunen öngörülmüş olan başvuru yolları tüketilmeksizin bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Haberleşme Hürriyetinin İhlali İddiası

42. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma sürecinde verilen iletişimin tespiti kararlarının ve söz konusu soruşturma işlemi neticesinde elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğunu belirterek, haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

43. Adalet Bakanlığı görüşünde, haberleşme hürriyetinin ihlali iddiasına ilişkin görüş bildirilmemiştir.

44. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

45. Anayasa’nın “Haberleşme hürriyeti” kenar başlıklı 22. maddesi şöyledir:

 “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.

 Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.

 İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.”

46. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

 “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

 (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

47. Anayasa’nın “Haberleşme hürriyeti” kenar başlıklı 22. maddesinde, herkesin haberleşme özgürlüğüne sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu hüküm altına alınmıştır. Sözleşme’nin 8. maddesinde de herkesin haberleşmesine (correspondence) saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu düzenlemesine yer verilmiştir (Yasemin Çongar ve Diğerleri, B. No: 2013/7054, 6/1/2015, § 48).

48. Bu kapsamda, haberleşme hürriyeti ve haberleşmenin gizliliğine saygı hakkı, gerek Anayasa’da gerekse Sözleşme’de güvence altına alınmaktadır. Anılan düzenlemelerde ifade edilen haberleşme kavramının, telefon vasıtasıyla yapılan iletişimi de içine aldığı, dolayısıyla başvurucunun, telefonunun hukuka aykırı olarak dinlendiği ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında yer aldığı konusunda tereddüt yoktur.

49. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı, haberleşme özgürlüğünün yanı sıra, içeriği ve biçimi ne olursa olsun, haberleşmenin gizliliğini de güvence altına almaktadır. Haberleşme bağlamında, bireylerin karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve görsel iletişimlerine konu olan ifadelerinin gizliliğinin sağlanması gerekir (Yasemin Çongar ve Diğerleri, § 49).

50. Posta, elektronik posta, telefon, faks ve internet aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetlerinin, haberleşme hürriyeti ve haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Kamu makamlarının, bireyin haberleşme hürriyetine ve haberleşmesinin gizliliğine keyfi bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Anayasa ve Sözleşme ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Haberleşmenin içeriğinin denetlenmesi, haberleşmenin gizliliğine ve dolayısıyla haberleşme hürriyetine yönelik ağır bir müdahale oluşturur. Telekomünikasyon yoluyla iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması da bu kapsamdaki müdahaleler arasındadır (Yasemin Çongar ve Diğerleri, § 50).

51. Somut olayda, başvurucunun kullandığı iddia edilen ve farklı şahıslar adına kayıtlı iki farklı GSM numarası itibarıyla iletişiminin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verilmiş olup, başvurucu hakkında uygulanan bu tedbirlerin, haberleşme hürriyetine yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.

52. Haberleşme hürriyeti, mutlak nitelikte olmayıp, meşru bir takım sınırlamalara tabidir. Bu kapsamdaki özel sınırlama ölçütleri, Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında sıralanmaktadır.

53. Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasına göre, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak ve usulüne göre verilmiş hâkim kararı ile veya aynı sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri ile haberleşme hürriyetine ve haberleşmenin gizliliğine müdahale edilebilir. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim kararını kırk sekiz saat içinde açıklar, aksi halde karar kendiliğinden kalkar.

54. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

55. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, Anayasa’nın 22. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin meşruluğunun denetlenmesinde de, Anayasanın 13. maddesinde yer alan başta yasa ile sınırlama hükmü olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, B. No. 2013/2187, 19/12/2013, § 35).

56. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, § 36).

57. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 8. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz. Y.F./Türkiye, B. No. 24209/94, 22/7/2003, § 44).

58. Anayasa’nın 22. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için, müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zaruridir. Bununla birlikte, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup, bu noktada yasanın niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte, böylece uygulayıcının keyfi davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta, bu yönüyle hukuk güvenliği güvencesi sağlamaktadır.

59. Kanunun, bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi için, yeterince ulaşılabilir olması, yani vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfiliğe karşı uygun bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, § 86-88; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, § 66-68; Rotaru/Romanya, [B. D.], B. No. 28341/95, 4/5/2000, § 55).

60. Hukukun kendisi, beraberinde getireceği idari pratiğin dışında, yetkili makamlara bırakılan takdir yetkisinin kapsamını, söz konusu işlemin meşru amacını da göz önünde tutarak, keyfi müdahalelere karşı bireyi korumak için yeterince açık bir şekilde göstermelidir. Hukuk sistemi vatandaşlara, kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde haberleşme hürriyetini konu alan ve potansiyel olarak haberleşmenin gizliliğine karşı tehlike oluşturabilecek müdahalelerde bulunma yetkisi verdiğini, yeterince açık ifadelerle gösterecek nitelikte olmalıdır.

61. Bununla birlikte, her ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal mevzuatın gereken koruma seviyesi, büyük ölçüde, ilgili metnin düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte, muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından bağlantılıdır. Bu nedenle, kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi ve bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hale gelmesi, tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya sunabilir. Fakat bu takdir alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik içermesi zaruridir.

62. Bu kapsamda ilgili kanuni düzenlemenin, söz konusu sınırlamaya ilişkin temel çerçeveyi ortaya koymakla birlikte, özellikle uygulama koşulları ve prosedürel ayrıntıları düzenleyici işlemlere bırakması mümkündür. Ancak bu ihtimalde de söz konusu düzenleyici işlemin, yine muhataplarınca ulaşılabilir olması ve içeriği hakkında ilgilileri yeterince aydınlatacak nitelik ve açıklıkta olması gerekmektedir.

63. Gizli uygulanmaları nedeniyle kötüye kullanılma riski barındıran, haberleşmenin gizliliğine yönelik tedbirlerin uygulama alanı ve prosedürünün de çok açık kanun hükümleri ile düzenlenmesi şarttır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Amann/İsviçre, B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 56).

64. Gizli tedbirlere ilişkin kanun hükümlerinin barındırması gereken asgari koşullar kapsamında; izleme kararı verilmesine yol açabilecek suçların niteliği, iletişimleri izlenecek kişi kategorisi, izleme sürelerinin sınırları, elde edilen verilerin inceleme, değerlendirme ve saklanmalarına ilişkin esaslar, verilerin başkalarıyla paylaşılmasına ilişkin önlemler ve elde edilen verilerin ortadan kaldırılmasına ilişkin koşulların kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi zaruridir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz The Association For European Integration And Human Rights ve Ekimdzhiev/Bulgaristan, B. No: 62540/00, 28/6/2007, §§ 76-77).

65. 5271 sayılı Kanun’un 135. ve 137. maddelerinde telefon görüşmelerinin dinlenmesine yönelik açık ve detaylı kurallar ortaya konulmuş, kamu makamlarının değerlendirme yetkisinin kapsam ve sınırları net bir şekilde belirtilmiştir. Aynı şekilde dinleme tedbirinin hangi suçlar için verileceği, süresi, kayıtların saklanma ve imha edilme şartları belirlenmiştir. Ayrıca, acele hallerde dahi dinleme tedbirinin uygulanmasının, keyfiliğe karşı yeterli bir güvence sağlayacak şekilde hâkim onayına tabi tutulması öngörülmüştür. Bunu yanı sıra, Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik hükümlerinde, söz konusu tedbir kararlarının kapsam ve uygulanması ile ilgili prosedürel ayrıntılar düzenlenmiştir. Buna göre, müdahalenin dayanağı olan kanun ve yönetmelik hükümlerinin, haberleşme hürriyeti ve haberleşmenin gizliliğine yönelen müdahalelerin sınırlarını yeterli açıklıkta ortaya koyan, erişilebilir ve öngörülebilir nitelikte düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır.

66. AİHM tarafından yapılan değerlendirmelerde de, iletişimin tespitine ilişkin mevzuatın, Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaları Önleme Komitesi tarafından incelendiği, herhangi bir eleştiriye maruz kalmadığı, hükümlerin yapılan herhangi bir haksız müdahaleye karşı yerinde koruma sağlayabilecek derecede açık ve ayrıntılı olduğu tespit edilmiştir (Gülmez/Türkiye, B. No:16330/02, 20/5/2008, § 51).

67. Somut başvuru açısından da, 5271 sayılı Kanun’da öngörülen koşullar nazara alınarak iletişimin denetlenmesi tedbirine hükmedildiği anlaşılmaktadır.

68. Ancak, söz konusu tedbirlerin kapsam ve uygulanmasına ilişkin prosedürün düzenlendiği Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik hükümlerinde, dinleme ve kayda alma kararının yerine getirilmesi sırasında şüphelinin başka bir iletişim aracını kullandığı belirlendiğinde buna ilişkin verilecek karar ya da kararların süresinin önceki tedbir kararında verilen sürenin bitiş tarihini geçemeyeceğinin belirtilmiş olmasına rağmen, söz konusu düzenlemeye aykırı ve ilk kararın bitiş süresini yedi gün aşacak şekilde tedbir kararı verildiği görülmektedir.

69. Bu bağlamda, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı dosyası üzerinden yapılan talepler neticesinde, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/21 sayılı kararı ile üç ay süreyle başvurucunun iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verildiği, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı kararı ile de, başvurucunun farklı bir GSM numarası itibarıyla, iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin kararın birinci kez 4/11/2008 tarihinden itibaren üç ay süre ile uzatılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. 2008/21 sayılı kararda belirtilen GSM numarasından farklı bir numara üzerinden iletişimin denetlenmesine hükmedilen 2008/20 sayılı kararda, her ne kadar, iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin kararın birinci kez 4/11/2008 tarihinden itibaren üç ay süre uzatılmasına karar verildiği belirtilmiş ise de, İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığının 2/10/2012 tarihli yazısı ile görevlendirilen bilirkişi tarafından ibraz edilen raporda yer alan, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı uzatma kararı içerisinde bulunan hedeflerin daha önce takibe alındığını gösteren bir karara dosya kapsamında yapılan incelemede sırasında rastlanılmadığı yönündeki tespit ve dosya kapsamında daha önce bu GSM numarası itibarıyla temin edilen bir iletişimin tespiti kararının yer almadığı nazara alındığında (bkz. § 21), başvurucu hakkında verilen 2008/21 sayılı kararda öngörülen sürenin bitiş tarihi 28/1/2009 olduğu halde, farklı bir GSM numarası itibarıyla verilen 2008/20 kararın üç aylık süre sonundaki bitiş tarihinin, diğer tedbir kararının bitiş tarihi olan 28/1/2009 tarihini geçtiği anlaşılmaktadır.

70. Bununla birlikte, bahse konu soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimliğine gönderilen 12/1/2009 tarihli tutuklama talebi üzerine, Mahkemenin 12/1/2009 tarihli ve 2009/10 sorgu sayılı kararı ile başvurucunun tutuklanmasına karar verildiği, başvurucunun bu tarih itibarıyla ceza infaz kurumuna alınarak söz konusu iletişimin tespiti kararının hukuka aykırı olmasına yol açtığı iddia edilen yedi günlük zaman dilimini de içerecek şekilde ceza infaz kurumunda bulunduğu, bu bağlamda belirtilen karar kapsamında yedi gün süre ile fazla dinleme ve tespit yapılmasının fiilen mümkün olmadığı, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç kanıtlarının elde edilmesi amacına yönelik olarak 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesi uyarınca ve Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla başvurucunun telefon görüşmelerinin dinlenildiği, anılan mahkeme kararında iletişimin tespiti ve kayda alınması tedbirine esas olmak üzere, şüphelilerin suç işlemek amacıyla örgüt kurdukları şüphesine ve soruşturma konusu olayın aydınlatılabilmesi için bu aşamada başkaca delil elde etme imkânı bulunmadığı gerekçesine yer verildiği, 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesinde, iletişimin denetlenmesi tedbiri karşısında kişilerin özel hayatlarının ve haberleşme hürriyetlerinin korunması bağlamında yeterli güvencelere yer verildiği, başvurucu hakkında anılan Kanun'un 135. maddesinde sınırlı sayıda sayılmış olan suç isnadı dolayısıyla iletişimin denetlenmesi tedbirine başvurulduğu (bkz. § 10) ve üç aylık bir süreyle sınırlı olacak şekilde ilgili tedbire hükmedilmiş olduğu nazara alındığında, başvurucunun Anayasa'nın 22. maddesinde güvence altına alınan haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine yönelik iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

4/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Hilmi Yıldız [1.B.], B. No: 2013/299, 4/2/2016, § …)
   
Başvuru Adı HİLMİ YILDIZ
Başvuru No 2013/299
Başvuru Tarihi 11/1/2013
Karar Tarihi 4/2/2016

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, kamu görevlilerinin tabi olduğu soruşturma usulüne aykırı olarak yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu ve bu bağlamda yapılan soruşturma ile devamındaki kovuşturma işlemlerinin adil olmadığı, elde edilen delillerin haberleşme hürriyetinin ihlali suretiyle temin edildiği ve tutukluluk süresinin makul süreyi aştığı iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (süre) Zaman Bakımından Yetkisizlik
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (hukuka aykırı deliller, bariz takdir hatası vs.) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı Haberleşme-İletişimin tespiti, dinlenmesi Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 135
137
Yönetmelik 14/2/2007 Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına ilişkin Yönetmelik 7
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi