TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
SERDAR ÖZTÜRK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/7532)
Karar Tarihi: 4/2/2016
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör Yrd.
Yusuf Enes KAYA
Başvurucu
Serdar ÖZTÜRK
Vekili
Av. Demet Reçber ÖZTÜRK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun hastalığı nedeniyle hayati tehlike içinde bulunmasına rağmen cezaevinde tutulması ve formül gerekçelerle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesinin yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvurucu tutukluluğunun makul süreyi aştığı gerekçesiyle 30/9/2013 tarihinde 2013/7568 sayılı başvuruyu, hastalığı nedeniyle hayati tehlike içinde bulunmasına rağmen Cezaevinde tutulmasının yaşam hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle 10/10/2013 tarihinde 2013/7532 sayılı başvuruyu yapmıştır.
5. Başvurucu tarafından yapılan 2013/7568 sayılı bireysel başvuru dosyası ile 2013/7532 sayılı bireysel başvuru dosyası aralarındaki hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2013/7532 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir.
6. Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı yasal süresi içinde bir beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucunun Tutuklanması ve Yargılanmasına İlişkin Süreç
10. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında 5/6/2009 tarihinde gözaltına alınmış; 7/6/2009 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır.
11. Toplam yedi şüphelinin yer aldığı 13/4/2010 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, açıklanması yasaklanan gizli bilgileri temin etme, devletin savaş imkânlarını tehlikeye sokma, devletin güvenliğine ilişin belgeleri tahrip etme ve amacı dışında kullanma, hile ile çalma ve ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma ya da bulundurma suçlarından kamu davası açılmıştır.
12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan söz konusu iddianame ile “Ergenekon” adıyla iddia edilen suç örgütünün üyesi olmakla suçlamıştır. Bu iddiaları desteklemek için başvurucunun evinde gerçekleştirilen aramalar esnasında el konulan belgeler, DVD ve bilgisayar kayıtları ile telefon dinleme raporları delil unsurları olarak sunulmuştur.
13. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucu ve diğer sanıklar hakkında düzenlediği 13/4/2010 tarihli iddianamesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş; “Ergenekon” ana dosyası ile aralarında hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle dava dosyalarının birleştirilmesine karar verilerek başvurucunun yargılanmasına başlanılmıştır.
14. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/191 sayılı “Ergenekon” ana davası ile aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunan yirmi iki ayrı dava, hâlihazırda yürütülen bir kısım diğer dava dosyası ile birleştirilmiştir.
15. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/191 sayılı dosyasında yürütülen yargılama sürecinde başvurucunun tahliye talepleri; dosya kapsamı, her sanığa iddianamede ayrı ayrı isnat olunan suçlamalar ve bunlarla ilgili sevk maddeleri, delillerin tamamen toplanmamış olması, delillerin karartılması şüphesinin bulunması, atılı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığının devam etmesi ve bu suçların 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması gerekçeleriyle reddedilmiştir.
16. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararıyla başvurucunun; silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 12 yıl hapis cezası, devletin gizli belgelerini temin etme suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası, yasaklanan bilgileri temin etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet suçundan 2 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
17. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 12/7/2013 tarihli ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
18. Başvurucunun bu karara 1/8/2013 tarihinde itiraz etmesi üzerine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/8/2013 tarihli ve 2013/543 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 2/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Bu karar üzerine başvurucu 30/9/2013 tarihinde 2013/7568 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır.
20. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendirerek şöyle karar vermiştir:
“a- Sanık hakkında 29/3/2008 tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava, özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu, bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının 10 yıl olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, inceleme raporları, ele geçen devlete ait gizli belgelerle ilgili olarak alman kurum yazıları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda ve diğer sanıklann bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler, sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz onüne alındığında, sanığın atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına…”
21. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararıyla başvurucunun; silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 12 yıl hapis cezası, devletin gizli belgelerini temin etme suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası, yasaklanan bilgileri temin etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan 2 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir.
22. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli karar duruşmasında, sanıkların haklarında verilen ceza miktarı ve adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı gibi hususları dikkate alarak başvurucu ile birlikte bir kısım sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
23. Başvurucu 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
2. Başvurucunun Tedavi Süreci
24. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 19/2/2014 tarihli ve 387/29261 sayılı yazısına göre başvurucu, Silivri 5 No.lu Ceza İnfaz Kurumunda kalmakta iken 28/02/2011 tarihinde Silivri 1 No.lu Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş ve bu Ceza İnfaz Kurumunun standart koğuşları olan B-1, B-2, B-3 üst, B-6 üst ve B-4 koğuşlarında barındırılmıştır.
25. B-1, B-2 ve B-4 koğuşlarının alanı ortalama 83 m² büyüklüğünde olup içinde 48 m²lik ortak alan bulunmaktadır. Bu ortak alandan 65 m² büyüklüğündeki havalandırma alanına çıkılabilmektedir.
26. B-3 üst ve B-6 üst koğuşları ise 11 m²lik dört odası, 22 m²lik holü ve 63 m²lik bahçesi bulunan koğuşlardan oluşmaktadır.
27. Başvurucunun kalmış olduğu koğuşların bazıları yirmi sekiz kişilik, bazıları ise dört kişilik olarak düzenlenmiştir.
28. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün yazısında, Kurumdaki görevli psikologların başvurucuya psikolojik destek sağlama hususunda yardımcı oldukları, Kurum reviri ve kampüs bünyesinde bulunan semt polikliniğinde görevli sağlık personelinin diğer tutuklu ve hükümlülerle birlikte başvurucunun da sağlık problemleriyle ilgilendiği belirtilmiştir.
29. Başvurucu, değişik sağlık problemleri nedeniyle muhtelif tarihlerde Silivri Devlet Hastanesinin birden fazla polikliniğinde tedavi görmüştür. Bu kapsamda başvurucu, Silivri Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun 6/2/2013 tarihli kararına istinaden Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi Uyku Polikliniğine sevk edilmiştir.
30. Bu poliklinik tarafından başvurucuya 12/9/2013 tarihine randevu verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu idaresinin talebi üzerine randevu tarihi öne alınmış ancak başvurucunun 12/9/2013 tarihinden önce hastaneye gitmek istemediğine dair dilekçe vermesi sebebiyle bu tarih beklenmiştir.
31. 12/9/2013 tarihinde söz konusu uyku polikliniğine yatışı yapılıp 13/9/2013 tarihinde taburcu edilen başvurucuya obstrüktif uyku apne hipopne sendromu (OSAS) teşhisi konmuştur.
32. 23/09/2013 tarihinde aynı polikliniğe yeniden sevk edilen başvurucunun 12/9/2013 tarihinde yapılan polisanografik testi incelenerek kendisinde ağır OSAS saptanmış ve CPAP titrasyon için 3/4/2014 tarihinde başvurucuya yatış randevusu verilmiştir.
33. Başvurucu 3/12/2013 tarihinde kendi isteği ile Sincan 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş, 31/12/2013 tarihinde Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümüne sevk edilmiştir.
34. Başvurucu GATA Göğüs Hastalıkları Bölümünde 31/12/2013 - 7/1/2014 tarihleri arasında tedavi görmüştür. Hastalığının tedavisinde OTAT-CPAP cihazı kullanılması planlanarak cihaz raporu düzenlenmiş ve 7/1/2014 tarihinde başvurucu taburcu edilmiştir.
35. Başvurucu 26/9/2013 tarihli dilekçesiyle kendisi hakkında obstruktif uyku apne hipopne sendromu tanısı konulduğunu, ani ölüm riski taşıdığını ve bu nedenle tahliyesini talep etmiştir.
36. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 30/9/2013 tarihli ve 2013/567 Değişik İş sayılı kararlarıyla davanın kovuşturma aşamasının 5/8/2013 tarihinde sona erdiğini, bu tarihte verilen kararlara itiraz süresinin ise 12/8/2013 tarihinde dolduğunu ve ayrıca kararda usul ve yasaya aykırı bir durumun olmadığını belirterek itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 2/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
37. Bu karar üzerine başvurucu 10/10/2013 tarihinde 2013/7532 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
38. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Tutukluların Yükümlülükleri” kenar başlıklı 116. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Kanunun; … hastalık nedeniyle nakil,… muayene ve tedavi istekleri,… muayene ve tedavileri,… sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, …konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.”
39. 5275 sayılı Kanun’un 16. maddesi şöyledir:
“(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.
(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.
…
(6) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./3. mad) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”
40. 5275 sayılı Kanun’un ilgili diğer maddeleri şöyledir:
“Hastalık nedeniyle nakil
Madde 57- (1) Hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılır.
(2) Bu hastanelere gönderilen hükümlülerin başka yerlerdeki hastanelere sevki, sağlık kurulu raporuyla, acil ve yaşamsal tehlikesi bulunması hâlinde, varsa biri hastalığın uzmanı olmak üzere iki uzman hekim tarafından verilip, başhekim tarafından onaylanan ve hastalığın sebebi, tedavinin hangi sebeple bulunduğu hastanede gerçekleştirilemediği, hastaya nerede ve ne tür bir tedavi gerektiğini açıkça belirten bir raporla mümkündür. Bu durumda da en yakın ve hükümlü koğuşu bulunan Devlet veya üniversite hastaneleri tercih edilir.
(3) Hükümlünün bu hastanelerde kontrol ve tedavisinin devam edip etmeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi gerekir; aksi hâlde hükümlü ait olduğu kuruma iade edilir.
(4) Hükümlü, acil hâller dışında özel sağlık kuruluşlarında tedavi edilemez. Acil hâllerin varlığı hâlinde Adalet Bakanlığına bilgi verilir.
(5) Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir.
Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri
Madde 71- (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.
Hükümlünün muayene ve tedavisi
Madde 78- (1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.
(2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.
Hastaneye sevk
Madde 80- (1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir.
İnfazı engelleyecek hastalık hâli
Madde 81- (1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.”
41. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin (2) ve 327. maddesinin (1) numaralı fıkraları.
42. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi şöyledir:
“Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),”
43. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.
(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.
(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar resen de verilebilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
44. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 10/10/2013 tarihli ve 2013/7532 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
45. Başvurucu; hastalığı nedeniyle hayati tehlike içinde bulunmasına rağmen Cezaevinde tutulması, yaşam ve formül gerekçelerle uzun süredir tutuklu bulundurulması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tedbiren tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
46. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
47. Başvurucu formül gerekçelerle uzun süredir tutuklu bulundurulmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
48. Bakanlık; tutukluluk süresinin hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı tarih olduğunu, kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesi kararıyla da olsa bir mahkeme kararıyla mahkûmiyetine karar verildiği tarihte tutukluluğun sona ereceğini, bu tarihten itibaren tutmanın nedeninin “bir suç şüphesi üzerine tutma” olmaktan çıkıp “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” hâline dönüşeceğini, başvurucunun gözaltına alınması ile Derece Mahkemesince karar verilmesi arasında 5 yıl 4 ay 11 gün tutukluluk süresinin olduğunu, suç işlediği şüphesiyle bir kişinin hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgilinin atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin bulunmasının gerekli olduğunu, bu koşulun kişinin tutukluluğunun devam ettirildiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini ve makul şüphenin ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini belirtmiştir.
49. Bakanlık ayrıca belirli bir sürenin ötesine geçen bir tutukluluk süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınarak öncelikle makul şüphenin varlığını sürdürüp sürdürmediğinin, derece mahkemelerinin kararlarında gösterilen tutuklama nedenleri için yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona erdirmesi açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının, davanın karmaşıklığının, suçlamaların niteliği ve yargılama süresince yargılamayı uzatma ya da makul sürede sona erdirme açısından başvurucunun tutum ve davranışlarının dikkate alınması gerektiğini; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) özellikle organize suçla mücadelede tutuklu yargılanan bazı başvurucuların 4 yıl 3 güne kadar uzayan tutukluluk sürelerini makul kabul ettiğini, Almanya’ya karşı yapılan ve yaklaşık 5 yıl 6 ay süren bir tutukluluk süresine ilişkin başvuruda olayın istisnai koşullarını, karmaşıklığını ve başvurucunun soruşturulmasına neden olan eylemlerin ağırlığını dikkate alarak söz konusu süreyi makul bulduğunu belirtmiştir.
50. Bakanlık son olarak başvurucunun yargılandığı davanın kapsamlı ve karmaşık olduğunu, başvurucuyla beraber toplam 275 sanığın yargılandığını, dava dosyası kapsamında 3500 ek klasör delil bulunduğunu, 22 davanın aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirildiğini, Derece Mahkemesince haftanın dört günü duruşma yapıldığını, yetkili mahkemenin tutuklamanın devamına karar verirken belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağını, yüklenen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması gerekçelerine dayandığını ancak 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından yargılamayı yapan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tahliye talebinin değerlendirildiğini belirtmiştir.
51. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı yasal süresi içinde bir beyanda bulunmamıştır.
52. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.”
53. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır.
54. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
55. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, § 62).
56. Tutuklama tedbirine; kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Murat Narman, § 63).
57. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde esas olarak serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman,§§ 63, 64).
58. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın tutuklanmasının keyfî olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46).
59. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, § 46).
60. Bakanlık görüşüne göre derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verirken belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması şeklindeki gerekçelere dayanmıştır.
61. Somut olayda 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendirerek şöyle karar vermiştir:
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, inceleme raporları, ele geçen devlete ait gizli belgelerle ilgili olarak alman kurum yazıları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda ve diğer sanıklann bilgisayarlarında ele geçen bilgi ve belgeler, sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da göz onüne alındığında, sanığın atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli gorüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atili suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına…”
62. Bakanlık bu tarihten sonraki değerlendirmelerde Derece Mahkemesinin 27/7/2012 tarihli kararına atıfla başvurucunun tutukluluk durumunun değerlendirildiğini belirtilmiştir.
63. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin tutuklu olarak yargılanmakta olduğu davada mahkûmiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hâli sona erer (Ahmet Soysal, B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).
64. Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi 5/6/2009 tarihinde gözaltına alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı üzerine hapis cezası ile cezalandırılması arasındaki 4 yıl 2 aydır.
65. Tutuklamanın devamına karar verilirken davanın genel durumu yanında tahliyesini talep eden kişinin durumunun da dikkate alınması bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini inceleyen Mahkeme, ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
66. Mahkemenin 6352 sayılı Kanun kapsamında tutukluluk hâlinin yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği 27/7/2012 tarihli kararında yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde bulunması şeklindeki gerekçeleri diğer sanıkların da bunları yapabileceğine dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği açıktır. Bu nedenle aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak tutukluluk gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz. Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 117).
67. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren başvurucu lehine de uygulanma imkânı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen anılan kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu durumda tutukluluğun devamına karar verilirken yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır (Veli Küçük, B. No: 2013/6099, 16/7/2014, § 63).
68. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun olduğu yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
2. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
69. Başvurunun incelenmesi neticesinde kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
70. Başvurucu, hastalığı nedeniyle hayati tehlike içinde bulunmasına rağmen Cezaevinde tutulması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
71. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu Cezaevinde tutulmasının yaşamını tehlikeye sokmasının yaşam hakkını ihlal ettiği ileri sürülmüş ise de tutukluluğun infazı sürecinde tutulma koşullarına dair şikâyetin, insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma/ceza verilmesi yasağı çerçevesinde Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
72. Bakanlık görüşünde başvurucunun Silivri 1 No.lu Ceza İnfaz Kurumunun standart odalarında barındırıldığı, Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi tarafından muayene edilen başvurucuya obstruktif uyku apne hipopne sendromu teşhisi konulduğu, bu hastalığa ilişkin olarak Cezaevi idaresi tarafından rahatsızlığın teşhis ve tedavisi için başvurucuya gerekli tıbbi imkânların sağlandığı, hastalığın Cezaevinde tutulma koşullarına bağlı olarak ortaya çıktığına veya bu koşullar yüzünden daha da kötüye gittiğine dair herhangi bir tıbbi veriye rastlanılmadığı belirtilmiştir.
73. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı yasal süresi içinde bir beyanda bulunmamıştır.
74. Demokratik toplumların en temel değerlerinden biri olan herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı yasağı getirilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
75. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi herhangi bir sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. madde- sinde benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
76. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun’un “İnfazda temel ilke” başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.” ve yine Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde “Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir.” şeklinde düzenleme ile açıkça vurgulanmıştır. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar ve tutuklular için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).
77. Hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutukluluk koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma koşullarının kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini kabul etmek gerekir. (Fatih Hilmioğlu, B. No: 2014/648, 18/9/2014, § 65). Ayrıca Anayasa’nın tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir “genel zorunluluk” getirmediğini ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının, yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebileceğini belirtmek gerekir (Fatih Hilmioğlu, § 66).
78. Somut olayda başvurucu, değişik sağlık problemleri nedeniyle muhtelif tarihlerde Silivri Devlet Hastanesinin birden fazla polikliniğinde tedavi görmüştür. Bu kapsamda Silivri Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun 6/2/2013 tarihli kararına istinaden Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi Uyku Polikliniğine sevk edilmiştir. Bu poliklinik tarafından başvurucuya 12/9/2013 tarihine randevu verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu idaresinin talebi üzerine randevu tarihi öne alınmış ancak başvurucunun 12/9/2013 tarihinden önce hastaneye gitmek istemediğine dair dilekçe vermesi sebebiyle bu tarih beklenmiştir. 12/9/2013 tarihinde söz konusu uyku polikliniğine yatışı yapılıp 13/9/2013 tarihinde taburcu edilen başvurucuya obstrüktif uyku apne hipopne sendromu (OSAS) teşhisi konulmuştur. 23/9/2013 tarihinde aynı polikliniğine yeniden sevk edilen başvurucunun 12/9/2013 tarihinde yapılan polisanografik testi incelenerek kendisinde ağır OSAS saptanmış ve CPAP titrasyon için 3/4/2014 tarihinde başvurucuya yatış randevusu verilmiştir. Başvurucu 3/12/2013 tarihinde kendi isteği ile Sincan 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. 31/12/2013 tarihinde Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümüne sevk edilmiştir. Başvurucu GATA Göğüs Hastalıkları Bölümünde 31/12/2013-7/1/2014 tarihleri arasında tedavi görmüştür. Hastalığının tedavisinde OTAT-CPAP cihazı kullanılması planlanarak cihaz raporu düzenlenmiş ve 7/1/2014 tarihinde taburcu edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi raporlara bakıldığında başvurucunun rahatsızlığının geri dönülmez bir noktaya ulaştığı ve başvurucunun Cezaevinde kalmasının uygun olmadığı yönünde bir tespit bulunmamaktadır. Diğer taraftan başvurucu, Cezaevinde sağlık şartlarının hastalığına nasıl etki ettiğine dair herhangi bir rapor sunmadığı gibi buna ilişkin Cezaevi idaresine yaptığı herhangi bir başvurudan da bahsetmemektedir.
79. Başvurucunun tutuklu ve hükümlü olarak bulunduğu Cezaevinde geçirdiği rahatsızlıklara ilişkin hastaneye sevk edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu, uygulanan tedavinin yeterli olmadığına ilişkin herhangi bir delil ortaya koymamıştır. Bu kapsamda başvurucu, rahatsızlığının Cezaevi şartları veya yetkililerin uygulamalarından kaynaklanan nedenlerle kötüleştiği ve bu nedenlerle doğal olarak özgürlükten yoksun bırakılma nedeniyle ortaya çıkanın ötesinde bir ızdırap ve acıya maruz kaldığı yönünde bir kanıt da sunmadığı gibi tedavi veya kontrollerinin ihmal edilmesi nedeniyle başvurucunun hastalığının ilerlediği yönünde bir tespit de bulunmamaktadır.
80. Başvurucunun sağlık durumuna rağmen Cezaevinde tutulmasının, insanlık dışı veya aşağılayıcı bir ceza/muamele olarak değerlendirilmesine neden olabilecek bir olgunun bulunmadığı görülmektedir. Başvurucu, Cezaevinde tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği şikâyetine ilişkin olarak gerek cezaevi koşulları gerekse yetkililerce yapılan uygulamalarla ilgili somut bir delil sunmamıştır.
81. Suç isnadına veya mahkûmiyet kararına bağlı olarak özgürlüğünden yoksun bırakılan bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir “genel zorunluluk” bulunmadığı, hasta bir kişinin cezaevinde tutulmasının ancak cezaevi şartları veya uygulanan tedbirlerin kişiyi olağanın üzerinde sıkıntıya sokacak nitelikte olması hâlinde insanlık dışı veya aşağılayıcı bir muamele olarak nitelendirilebileceği, bu kapsamda incelemeye konu başvuruda başvurucunun Cezaevinde kalmasının uygun olmadığına ilişkin tıbbi rapor ve somut bir delil olmadığı dikkate alındığında başvurucunun rahatsızlığına rağmen Cezaevinde tutulması kötü muamele yasağının ihlali olarak görülemez.
82. Açıklanan nedenlerle kötü muamele yasağının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
84. Başvuruda, Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
85. Başvurucu, başvuru dilekçelerinde tazminat hakkını saklı tuttuğunu belirtmiştir. Bu şekildeki bir istemin bir tazminat talebi olarak görülmesi mümkün değildir.
86. Başvurucunun tutukluluk hâli sona erdiğinden Anayasa Mahkemesince hükmolunan hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir işlem bulunmamaktadır. Başvuru sonucunun bildirilmesi amacıyla karar örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesi yeterlidir.
87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 396,70 (iki ayrı başvuru için) TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.196,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. 396,70 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.196,70 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın Yargıtay 16. Ceza Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
4/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.