TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SERDAR ÖZTÜRK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7532)
|
|
Karar Tarihi: 4/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Serdar ÖZTÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Demet Reçber ÖZTÜRK
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun hastalığı nedeniyle hayati tehlike içinde
bulunmasına rağmen cezaevinde tutulması ve formül gerekçelerle tutukluluk
hâlinin devamına karar verilmesinin yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 10/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/12/2013 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Başvurucu tutukluluğunun makul süreyi aştığı gerekçesiyle
30/9/2013 tarihinde 2013/7568 sayılı başvuruyu, hastalığı nedeniyle hayati
tehlike içinde bulunmasına rağmen Cezaevinde tutulmasının yaşam hakkını ihlal
ettiği gerekçesiyle 10/10/2013 tarihinde 2013/7532 sayılı başvuruyu yapmıştır.
5. Başvurucu tarafından yapılan 2013/7568 sayılı bireysel başvuru
dosyası ile 2013/7532 sayılı bireysel başvuru dosyası aralarındaki hukuki ve
fiilî irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2013/7532 sayılı bireysel
başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir.
6. Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/3/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı yasal süresi içinde bir
beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
1. Başvurucunun Tutuklanması ve Yargılanmasına İlişkin Süreç
10. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan
soruşturma kapsamında 5/6/2009 tarihinde gözaltına alınmış; 7/6/2009 tarihinde
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır.
11. Toplam yedi şüphelinin yer aldığı 13/4/2010 tarihli iddianame
ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, açıklanması yasaklanan
gizli bilgileri temin etme, devletin savaş imkânlarını tehlikeye sokma,
devletin güvenliğine ilişin belgeleri tahrip etme ve amacı dışında kullanma,
hile ile çalma ve ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma
ya da bulundurma suçlarından kamu davası açılmıştır.
12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesine sunulan söz konusu iddianame ile “Ergenekon” adıyla iddia edilen suç örgütünün üyesi olmakla
suçlamıştır. Bu iddiaları desteklemek için başvurucunun evinde gerçekleştirilen
aramalar esnasında el konulan belgeler, DVD ve bilgisayar kayıtları ile telefon
dinleme raporları delil unsurları olarak sunulmuştur.
13. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucu ve diğer sanıklar
hakkında düzenlediği 13/4/2010 tarihli iddianamesi, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesi tarafından kabul edilmiş; “Ergenekon”
ana dosyası ile aralarında hukuki ve fiilî irtibat bulunması nedeniyle dava
dosyalarının birleştirilmesine karar verilerek başvurucunun yargılanmasına
başlanılmıştır.
14. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/191 sayılı “Ergenekon” ana davası ile aralarında
fiili ve hukuki irtibat bulunan yirmi iki ayrı dava, hâlihazırda yürütülen bir
kısım diğer dava dosyası ile birleştirilmiştir.
15. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/191 sayılı dosyasında
yürütülen yargılama sürecinde başvurucunun tahliye talepleri; dosya kapsamı,
her sanığa iddianamede ayrı ayrı isnat olunan suçlamalar ve bunlarla ilgili
sevk maddeleri, delillerin tamamen toplanmamış olması, delillerin karartılması
şüphesinin bulunması, atılı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığının devam etmesi ve bu suçların 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
sayılan suçlardan olması gerekçeleriyle reddedilmiştir.
16. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararıyla
başvurucunun; silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 12 yıl hapis cezası,
devletin gizli belgelerini temin etme suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası,
yasaklanan bilgileri temin etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası ve 10/7/1953
tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanun’a muhalefet suçundan 2 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
hükmetmiştir.
17. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 12/7/2013 tarihli ve 2013/435
Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar
vermiştir.
18. Başvurucunun bu karara 1/8/2013 tarihinde itiraz etmesi üzerine
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/8/2013 tarihli ve 2013/543 Değişik İş
sayılı kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya
2/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
19. Bu karar üzerine başvurucu 30/9/2013 tarihinde 2013/7568 sayılı
bireysel başvuruyu yapmıştır.
20. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2012 tarihli 210. celsede
başvurucunun tutukluluk durumunu değerlendirerek şöyle karar vermiştir:
“a- Sanık hakkında 29/3/2008
tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının
henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri
konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve
bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt
yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların
haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma
aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs
iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında
yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma
şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu
yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava,
özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak
belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve
nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa
atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul
edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının 10 yıl
olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları,
sanığın tutuklulukta geçirdiği süre ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da
göz önüne alındığında, tutuklu kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın
başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı
dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz
yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok
ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi
halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç
şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, inceleme
raporları, ele geçen devlete ait gizli belgelerle ilgili olarak alman kurum
yazıları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda
ve diğer sanıklann bilgisayarlarında ele geçen bilgi
ve belgeler, sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da
göz onüne alındığında, sanığın atılı suçları
işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli
görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı
suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan sanık hakkında daha hafif
koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı
anlaşıldığından tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına…”
21. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararıyla
başvurucunun; silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 12 yıl hapis cezası,
devletin gizli belgelerini temin etme suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası,
yasaklanan bilgileri temin etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası ve 6136 sayılı
Kanun’a muhalefet suçundan 2 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
hükmetmiştir.
22. Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli karar duruşmasında,
sanıkların haklarında verilen ceza miktarı ve adli kontrol hükümlerinin
yetersiz kalacağı gibi hususları dikkate alarak başvurucu ile birlikte bir
kısım sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
23. Başvurucu 11/3/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.
2. Başvurucunun Tedavi Süreci
24. Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğünün 19/2/2014 tarihli ve 387/29261 sayılı yazısına göre başvurucu,
Silivri 5 No.lu Ceza İnfaz Kurumunda kalmakta iken 28/02/2011 tarihinde Silivri
1 No.lu Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş ve bu Ceza İnfaz Kurumunun standart
koğuşları olan B-1, B-2, B-3 üst, B-6 üst ve B-4 koğuşlarında barındırılmıştır.
25. B-1, B-2 ve B-4 koğuşlarının alanı ortalama 83 m² büyüklüğünde
olup içinde 48 m²lik ortak alan bulunmaktadır. Bu ortak alandan 65 m²
büyüklüğündeki havalandırma alanına çıkılabilmektedir.
26. B-3 üst ve B-6 üst koğuşları ise 11 m²lik dört odası, 22 m²lik
holü ve 63 m²lik bahçesi bulunan koğuşlardan oluşmaktadır.
27. Başvurucunun kalmış olduğu koğuşların bazıları yirmi sekiz
kişilik, bazıları ise dört kişilik olarak düzenlenmiştir.
28. Ceza ve Tevkifevleri Genel
Müdürlüğünün yazısında, Kurumdaki görevli psikologların başvurucuya psikolojik
destek sağlama hususunda yardımcı oldukları, Kurum reviri ve kampüs bünyesinde
bulunan semt polikliniğinde görevli sağlık personelinin diğer tutuklu ve
hükümlülerle birlikte başvurucunun da sağlık problemleriyle ilgilendiği
belirtilmiştir.
29. Başvurucu, değişik sağlık problemleri nedeniyle muhtelif
tarihlerde Silivri Devlet Hastanesinin birden fazla polikliniğinde tedavi
görmüştür. Bu kapsamda başvurucu, Silivri Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun
6/2/2013 tarihli kararına istinaden Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi Uyku
Polikliniğine sevk edilmiştir.
30. Bu poliklinik tarafından başvurucuya 12/9/2013 tarihine randevu
verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu idaresinin talebi üzerine randevu tarihi öne
alınmış ancak başvurucunun 12/9/2013 tarihinden önce hastaneye gitmek
istemediğine dair dilekçe vermesi sebebiyle bu tarih beklenmiştir.
31. 12/9/2013 tarihinde söz konusu uyku polikliniğine yatışı yapılıp
13/9/2013 tarihinde taburcu edilen başvurucuya obstrüktif uyku apne hipopne sendromu (OSAS) teşhisi konmuştur.
32. 23/09/2013 tarihinde aynı polikliniğe yeniden sevk edilen
başvurucunun 12/9/2013 tarihinde yapılan polisanografik
testi incelenerek kendisinde ağır OSAS saptanmış ve CPAP titrasyon
için 3/4/2014 tarihinde başvurucuya yatış randevusu verilmiştir.
33. Başvurucu 3/12/2013 tarihinde kendi isteği ile Sincan 1 No.lu F
Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş, 31/12/2013 tarihinde Ankara Gülhane
Askeri Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümüne sevk
edilmiştir.
34. Başvurucu GATA Göğüs Hastalıkları Bölümünde 31/12/2013 - 7/1/2014 tarihleri arasında tedavi görmüştür.
Hastalığının tedavisinde OTAT-CPAP cihazı kullanılması planlanarak cihaz raporu
düzenlenmiş ve 7/1/2014 tarihinde başvurucu taburcu edilmiştir.
35. Başvurucu 26/9/2013 tarihli dilekçesiyle kendisi hakkında obstruktif uyku apne hipopne sendromu tanısı konulduğunu, ani ölüm
riski taşıdığını ve bu nedenle tahliyesini talep etmiştir.
36. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 30/9/2013 tarihli ve 2013/567
Değişik İş sayılı kararlarıyla davanın kovuşturma aşamasının 5/8/2013 tarihinde
sona erdiğini, bu tarihte verilen
kararlara itiraz süresinin ise 12/8/2013 tarihinde dolduğunu ve ayrıca kararda
usul ve yasaya aykırı bir durumun olmadığını belirterek itirazın reddine karar
vermiştir. Bu karar 2/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
37. Bu karar üzerine başvurucu 10/10/2013 tarihinde 2013/7532 sayılı
bireysel başvuruyu yapmıştır.
B. İlgili
Hukuk
38. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun’un “Tutukluların
Yükümlülükleri” kenar başlıklı 116. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bu Kanunun; … hastalık nedeniyle nakil,… muayene ve tedavi istekleri,… muayene ve
tedavileri,… sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık
hâli, …konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve
78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır
nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.”
39. 5275 sayılı Kanun’un 16. maddesi şöyledir:
“(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı
geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza
Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık
kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler
cezaevinde geçmiş sayılır.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık
kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda
bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil
ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.
(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı,
Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam
teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca
onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca
verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek
suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma
süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili
Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma
kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu
veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen
sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada
yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri
bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip
etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet
Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler,
bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine
getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde
geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu
karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.
…
(6) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./3. mad) Maruz kaldığı
ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında
hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike
oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada
belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”
40. 5275 sayılı Kanun’un ilgili diğer maddeleri şöyledir:
“Hastalık nedeniyle nakil
Madde 57- (1) Hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü,
bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesinin
hükümlü koğuşuna yatırılır.
(2) Bu hastanelere gönderilen hükümlülerin başka yerlerdeki
hastanelere sevki, sağlık kurulu raporuyla, acil ve yaşamsal tehlikesi
bulunması hâlinde, varsa biri hastalığın uzmanı olmak üzere iki uzman hekim
tarafından verilip, başhekim tarafından onaylanan ve hastalığın sebebi,
tedavinin hangi sebeple bulunduğu hastanede gerçekleştirilemediği, hastaya
nerede ve ne tür bir tedavi gerektiğini açıkça belirten bir raporla mümkündür.
Bu durumda da en yakın ve hükümlü koğuşu bulunan Devlet veya üniversite
hastaneleri tercih edilir.
(3) Hükümlünün bu hastanelerde kontrol ve tedavisinin devam
edip etmeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi gerekir; aksi
hâlde hükümlü ait olduğu kuruma iade edilir.
(4) Hükümlü, acil hâller dışında özel sağlık kuruluşlarında
tedavi edilemez. Acil hâllerin varlığı hâlinde Adalet Bakanlığına bilgi
verilir.
(5) Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda
kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği
üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara
nakledilebilir.
Hükümlünün
muayene ve tedavi istekleri
Madde 71- (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması,
hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan
yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde,
mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm
koğuşlarında tedavi ettirilir.
Hükümlünün muayene ve tedavisi
Madde 78- (1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün
acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel
veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme
kartına işlenir ve dosyasında saklanır.
(2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından
gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.
…
Hastaneye sevk
Madde 80- (1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine
gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz
kurumu yönetimine bildirilir.
İnfazı engelleyecek hastalık hâli
Madde 81- (1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından
yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine
engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.”
41. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314.
maddesinin (2) ve 327. maddesinin (1) numaralı fıkraları.
42. 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesi şöyledir:
“Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya
güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
…
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
(madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),”
43. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesi şöyledir:
“(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.
(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya
salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz
edilebilir.
(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya
geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya
Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde
yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar resen de verilebilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
44. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvurucunun 10/10/2013 tarihli ve 2013/7532 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
45. Başvurucu; hastalığı nedeniyle hayati tehlike içinde bulunmasına
rağmen Cezaevinde tutulması, yaşam ve formül gerekçelerle uzun süredir tutuklu
bulundurulması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve tedbiren tahliyesine karar
verilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
a. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
46. Başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı,
ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden
başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
47. Başvurucu formül gerekçelerle uzun süredir tutuklu
bulundurulmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
48. Bakanlık; tutukluluk süresinin hesaplanmasında başlangıç
noktasının başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı tarih olduğunu,
kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesi kararıyla da olsa bir
mahkeme kararıyla mahkûmiyetine karar verildiği tarihte tutukluluğun sona
ereceğini, bu tarihten itibaren tutmanın nedeninin “bir suç şüphesi üzerine tutma” olmaktan çıkıp “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların
ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” hâline dönüşeceğini,
başvurucunun gözaltına alınması ile Derece Mahkemesince karar verilmesi
arasında 5 yıl 4 ay 11 gün tutukluluk süresinin olduğunu, suç işlediği
şüphesiyle bir kişinin hürriyetinden mahrum bırakılabilmesi için ilgilinin
atılı suçu işlediği yönünde makul şüphe ya da inandırıcı nedenlerin
bulunmasının gerekli olduğunu, bu koşulun kişinin tutukluluğunun devam
ettirildiği her aşamada varlığını sürdürmesi gerektiğini ve makul şüphenin
ortadan kalktığı anda ilgilinin serbest bırakılması gerektiğini belirtmiştir.
49. Bakanlık ayrıca belirli bir sürenin ötesine geçen bir tutukluluk
süresinin makul olup olmadığını değerlendirirken somut olayın kendine özgü
koşullarının dikkate alınarak öncelikle makul şüphenin varlığını sürdürüp
sürdürmediğinin, derece mahkemelerinin kararlarında gösterilen tutuklama
nedenleri için yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona erdirmesi
açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının
adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının, davanın
karmaşıklığının, suçlamaların niteliği ve yargılama süresince yargılamayı
uzatma ya da makul sürede sona erdirme açısından başvurucunun tutum ve
davranışlarının dikkate alınması gerektiğini; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
(AİHM) özellikle organize suçla mücadelede tutuklu yargılanan bazı
başvurucuların 4 yıl 3 güne kadar uzayan tutukluluk sürelerini makul kabul
ettiğini, Almanya’ya karşı yapılan ve yaklaşık 5 yıl 6 ay süren bir tutukluluk
süresine ilişkin başvuruda olayın istisnai koşullarını, karmaşıklığını ve
başvurucunun soruşturulmasına neden olan eylemlerin ağırlığını dikkate alarak
söz konusu süreyi makul bulduğunu belirtmiştir.
50. Bakanlık son olarak başvurucunun yargılandığı davanın kapsamlı
ve karmaşık olduğunu, başvurucuyla beraber toplam 275 sanığın yargılandığını,
dava dosyası kapsamında 3500 ek klasör delil bulunduğunu, 22 davanın
aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirildiğini, Derece Mahkemesince
haftanın dört günü duruşma yapıldığını, yetkili mahkemenin tutuklamanın
devamına karar verirken belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil
durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağını,
yüklenen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında
sayılan suçlardan olması gerekçelerine dayandığını ancak 2/7/2012 tarihli ve
6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından yargılamayı yapan İstanbul
13. Ağır Ceza Mahkemesince 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun tahliye
talebinin değerlendirildiğini belirtmiştir.
51. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı yasal süresi içinde bir
beyanda bulunmamıştır.
52. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.”
53. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede
bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme hakları güvence altına alınmıştır.
54. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir
ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir sanığın tutuklu olarak
bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine
göre değerlendirilmelidir. Anayasa’nın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama
süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını
gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen
Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda
haklı bulunabilir (Murat Narman, B.
No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61).
55. Bir davada tutukluluğun belli bir süreyi aşmamasını sağlamak,
öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla yukarıda belirtilen kamu
yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından
incelenmesi ve serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve
olayların ortaya konulması gerekir (Murat
Narman, § 62).
56. Tutuklama tedbirine; kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok
etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla başvurulabilir.
Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı
için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin
kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte
gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde
yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Murat
Narman, § 63).
57. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal
edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde esas olarak serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan
kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler
çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate
alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya
birkaçının varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar
tutukluluk hâlinin makul kabul edilmesi gerekir (Murat Narman,§§
63, 64).
58. Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla
tutuklanması ve tutukluluğun uzatılması kabul edilemez. Bununla beraber
tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek bir zanlı ya da sanığın
tutuklanmasının keyfî olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı derecede
kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek
ya da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir (Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No:
2014/85, 3/1/2014, § 46).
59. İtiraz veya temyiz merciinin, itiraz veya temyiz incelemesine
konu mahkeme kararına ve bu karardaki gerekçelere katıldığı durumlarda buna
ilişkin kararını ayrıntılı olarak gerekçelendirmemesi, kural olarak gerekçeli
karar hakkına aykırılık teşkil etmez (Kemal
Aktaş ve Selma Irmak, § 46).
60. Bakanlık görüşüne göre derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk
hâlinin devamına karar verirken belirli bir süre suçun vasıf ve mahiyeti,
mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz
kalacağı, yüklenen suçun 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında sayılan suçlardan olması şeklindeki gerekçelere dayanmıştır.
61. Somut olayda 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2012 tarihli 210. celsede başvurucunun
tutukluluk durumunu değerlendirerek şöyle karar vermiştir:
“a- Sanık hakkında 29/3/2008
tarihli tutuklama sebeplerinin henüz ortadan kalkmamış olması,
b- Tanık beyanlarının mahkemece alınmasının
henüz tamamlanmamış olması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bazı sanıklar
tarafından tanıklar ve itirafçı sanıklara yönelik beyanlarını değiştirmeleri
konusunda menfaat, baskı ve tehdit uyguladıkları yönünde soruşturma ve
bulguların bulunması nedeniyle de delilleri karartma şüphesinin devam ettiği,
c- Mahkememizce yargılaması yapılan, örgüt
yöneticisi ve örgüt üyesi oldukları iddia edilen bir kısım sanıkların
haklarında henüz tahkikat başlamadan, bir kısmının da soruşturma ve kovuşturma
aşamasında yurt dışına kaçarak firari durumunda olması ve firar etmeye teşebbüs
iddiasıyla soruşturma açılmış olması nedeniyle, aynı örgüt kapsamında
yargılanan ve hakkında ağır cezai yaptırımlar istenen sanığın da kaçma
şüphesinin bulunduğu,
d- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde tutuklu
yargılama için azami bir süre şartı getirilmediği, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamasının da buna uygun olduğu, makul sürenin her bir dava,
özellikle bu dava gibi karmaşık kabul edilebilecek davalar için özel olarak
belirlenmesi gerektiği, görülmekte olan davanın kendine özgü yapısı, nitelik ve
nicelik olarak ulaştığı devasa boyut, birleşen dava ve sanık sayısı, sanığa
atılı suçun CMK 100. maddesinde düzenlenen ve katalog suçlar kapsamında kabul
edilen Devletin güvenliğine karşı suçlar ve Anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine karşı suçlar ile ayrıca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olduğu,
bu suçlar için kanunda öngörülen tutukluluk süresinin üst sınırının 10 yıl
olması, atılı suçların kanunda düzenlenen ceza miktarının alt ve üst sınırları, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre
ve benzer yargılamalardaki uygulamalar da göz önüne alındığında, tutuklu
kalınan bu sürenin makul olduğu,
e- Dosyadaki toplam sanık sayısı, davanın
başlangıcındaki tutuklu sanık sayısı ile halen tutuklu olan sanık sayısı
dikkate alındığında, mahkememizin şimdiye kadarki uygulamalarında, tutuksuz
yargılamanın asıl olup, tutukluluğun istisna olarak uygulandığının görüldüğü,
f- Sanık hakkında tutuklama gerekçelerinin çok
ayrıntılı, somut olarak ve delillerin tartışılması suretiyle belirtilmesi
halinde ihsas-ı rey itirazlarının söz konusu olabileceği, bu nedenle suç
şüphesinin tespitinde bu durumun göz önünde bulundurulduğu,
g- Dosyamızda mevcut yakalama ve arama tutanakları, inceleme
raporları, ele geçen devlete ait gizli belgelerle ilgili olarak alman kurum
yazıları, telefon kayıtları, ses ve görüntü kayıtları, sanığa ait bilgisayarda
ve diğer sanıklann bilgisayarlarında ele geçen bilgi
ve belgeler, sanığa ait aşama ifadeleri ile diğer sanık ve tanık beyanları da
göz onüne alındığında, sanığın atılı suçları
işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli gorüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu
nedenlerle atili suçları işlediğine dair kuvvetli suç
şüphesi bulunan sanık hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol
tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından tahliye taleplerinin
reddi ile tutukluluk halinin devamına…”
62. Bakanlık bu tarihten sonraki değerlendirmelerde Derece
Mahkemesinin 27/7/2012 tarihli kararına atıfla başvurucunun tutukluluk
durumunun değerlendirildiğini belirtilmiştir.
63. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun
daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan
tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak
kişinin serbest bırakıldığı tarihtir. Ancak kişinin tutuklu olarak
yargılanmakta olduğu davada mahkûmiyetine karar verilmiş ise mahkûmiyet tarihi
itibarıyla da tutukluluk hâli sona erer (Ahmet
Soysal, B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66, 67).
64. Somut olayda başvurucunun tutukluluk süresi 5/6/2009 tarihinde
gözaltına alınması ile İlk Derece Mahkemesinin 5/8/2013 tarihli kararı üzerine
hapis cezası ile cezalandırılması arasındaki 4 yıl 2 aydır.
65. Tutuklamanın devamına karar verilirken davanın genel durumu
yanında tahliyesini talep eden kişinin durumunun da dikkate alınması bir
zorunluluktur. Başvurucunun tahliye talebini inceleyen Mahkeme, ret
gerekçesinde başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair
inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.
66. Mahkemenin 6352 sayılı Kanun kapsamında tutukluluk hâlinin
yeniden değerlendirilmesi talebi üzerine verdiği 27/7/2012 tarihli kararında
yer alan, dava kapsamında yargılanan sanıklardan birkaçının kaçması ya da
kaçmaya teşebbüs etmesi, yine bazı sanıkların delilleri karartma girişiminde
bulunması şeklindeki gerekçeleri diğer sanıkların da bunları yapabileceğine
dair karine olarak değerlendirilemez. Aksi takdirde masumiyet karinesi ve
bununla bağlantılı olarak kişi hürriyetine ilişkin ilkelerin zedelenebileceği
açıktır. Bu nedenle aynı davada yargılanan bazı sanıkların durumlarından
hareketle genelleme yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini
varsaymak tutukluluk gerekçelerinin somutlaştırılmasını engellediği gibi
özgürlüğün esas, tutukluluğun istisna olduğu yönündeki anlayışla da bağdaşmaz.
Bu çerçevede tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ileri sürülen
gerekçelerin “ilgili” ve “yeterli” olduğu söylenemez (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 117).
67. Özellikle 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında tutuklama yerine öngörülen adli kontrol hükümlerinin 6352 sayılı
Kanunla yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği 5/7/2012 tarihinden itibaren
başvurucu lehine de uygulanma imkânı ortaya çıkmıştır. Buna rağmen anılan
kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi
gereken denge açısından mevcut adli kontrol tedbirlerinin yeterince dikkate
alınmadığı görülmektedir. Bu durumda tutukluluğun devamına karar verilirken
yargılamanın tutuklu sürdürülmesinden beklenen kamu yararı ile başvurucunun
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında ölçülü bir denge kurulmadığı ve bu
nedenle tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığı sonucuna varılmıştır (Veli Küçük, B. No: 2013/6099, 16/7/2014, §
63).
68. Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin uzun
olduğu yönündeki şikâyeti ile ilgili olarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
2. Kötü Muamele
Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
69. Başvurunun
incelenmesi neticesinde kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas
Yönünden
70. Başvurucu,
hastalığı nedeniyle hayati tehlike içinde bulunmasına rağmen Cezaevinde
tutulması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
71. Anayasa
Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile
bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu
Cezaevinde tutulmasının yaşamını tehlikeye sokmasının yaşam hakkını ihlal
ettiği ileri sürülmüş ise de tutukluluğun infazı sürecinde tutulma koşullarına
dair şikâyetin, insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma/ceza
verilmesi yasağı çerçevesinde Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası
kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
72. Bakanlık
görüşünde başvurucunun Silivri 1 No.lu Ceza İnfaz Kurumunun standart odalarında
barındırıldığı, Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi tarafından muayene edilen
başvurucuya obstruktif uyku apne hipopne sendromu teşhisi konulduğu, bu hastalığa
ilişkin olarak Cezaevi idaresi tarafından rahatsızlığın teşhis ve tedavisi için
başvurucuya gerekli tıbbi imkânların sağlandığı, hastalığın Cezaevinde tutulma
koşullarına bağlı olarak ortaya çıktığına veya bu koşullar yüzünden daha da
kötüye gittiğine dair herhangi bir tıbbi veriye rastlanılmadığı belirtilmiştir.
73. Başvurucu,
Bakanlık görüşüne karşı yasal süresi içinde bir beyanda bulunmamıştır.
74. Demokratik
toplumların en temel değerlerinden biri olan herkesin maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına
alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması
amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence”
ve “eziyet” yapılamayacağı,
kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi
tutulamayacağı yasağı getirilmiştir (Cezmi
Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
75. Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi herhangi bir sınırlama
öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların
yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak
mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun
varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna
öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. madde- sinde benzer bir düzenleme
ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B.
No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).
76. Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de
geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun’un “İnfazda
temel ilke” başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane,
insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.”
ve yine Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde “Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı
hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve
manevî koşullar altında çektirilir.” şeklinde düzenleme ile açıkça
vurgulanmıştır. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet veya tutuklama kararının
infazında mahkûmlar ve tutuklular için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı
koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).
77. Hukuka
uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutukluluk
koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma
koşullarının kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü
seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini kabul etmek
gerekir. (Fatih Hilmioğlu, B. No:
2014/648, 18/9/2014, § 65). Ayrıca Anayasa’nın tutuklu bir kimsenin sağlık
gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir “genel zorunluluk” getirmediğini
ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan
kaynaklanan acının, yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk
koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebileceğini belirtmek
gerekir (Fatih Hilmioğlu, § 66).
78. Somut olayda
başvurucu, değişik sağlık problemleri nedeniyle muhtelif tarihlerde Silivri
Devlet Hastanesinin birden fazla polikliniğinde tedavi görmüştür. Bu kapsamda
Silivri Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun 6/2/2013 tarihli kararına istinaden
Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi Uyku Polikliniğine sevk edilmiştir. Bu
poliklinik tarafından başvurucuya 12/9/2013 tarihine randevu verilmiştir. Ceza
İnfaz Kurumu idaresinin talebi üzerine randevu tarihi öne alınmış ancak
başvurucunun 12/9/2013 tarihinden önce hastaneye gitmek istemediğine dair
dilekçe vermesi sebebiyle bu tarih beklenmiştir. 12/9/2013 tarihinde söz konusu
uyku polikliniğine yatışı yapılıp 13/9/2013 tarihinde taburcu edilen
başvurucuya obstrüktif uyku apne hipopne sendromu (OSAS) teşhisi konulmuştur.
23/9/2013 tarihinde aynı polikliniğine yeniden sevk edilen başvurucunun
12/9/2013 tarihinde yapılan polisanografik testi
incelenerek kendisinde ağır OSAS saptanmış ve CPAP titrasyon
için 3/4/2014 tarihinde başvurucuya yatış randevusu verilmiştir. Başvurucu
3/12/2013 tarihinde kendi isteği ile Sincan 1 No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna
nakledilmiştir. 31/12/2013 tarihinde Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA)
Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümüne sevk edilmiştir. Başvurucu GATA Göğüs
Hastalıkları Bölümünde 31/12/2013-7/1/2014 tarihleri arasında tedavi görmüştür.
Hastalığının tedavisinde OTAT-CPAP cihazı kullanılması planlanarak cihaz raporu
düzenlenmiş ve 7/1/2014 tarihinde taburcu edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu
hakkında düzenlenen tıbbi raporlara bakıldığında başvurucunun rahatsızlığının
geri dönülmez bir noktaya ulaştığı ve başvurucunun Cezaevinde kalmasının uygun
olmadığı yönünde bir tespit bulunmamaktadır. Diğer taraftan başvurucu, Cezaevinde
sağlık şartlarının hastalığına nasıl etki ettiğine dair herhangi bir rapor
sunmadığı gibi buna ilişkin Cezaevi idaresine yaptığı herhangi bir başvurudan
da bahsetmemektedir.
79. Başvurucunun
tutuklu ve hükümlü olarak bulunduğu Cezaevinde geçirdiği rahatsızlıklara
ilişkin hastaneye sevk edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu, uygulanan tedavinin
yeterli olmadığına ilişkin herhangi bir delil ortaya koymamıştır. Bu kapsamda
başvurucu, rahatsızlığının Cezaevi şartları veya yetkililerin uygulamalarından
kaynaklanan nedenlerle kötüleştiği ve bu nedenlerle doğal olarak özgürlükten
yoksun bırakılma nedeniyle ortaya çıkanın ötesinde bir ızdırap
ve acıya maruz kaldığı yönünde bir kanıt da sunmadığı gibi tedavi veya
kontrollerinin ihmal edilmesi nedeniyle başvurucunun hastalığının ilerlediği
yönünde bir tespit de bulunmamaktadır.
80. Başvurucunun
sağlık durumuna rağmen Cezaevinde tutulmasının, insanlık dışı veya aşağılayıcı
bir ceza/muamele olarak değerlendirilmesine neden olabilecek bir olgunun
bulunmadığı görülmektedir. Başvurucu, Cezaevinde tutulma nedeniyle kötü muamele
yasağının ihlal edildiği şikâyetine ilişkin olarak gerek cezaevi koşulları
gerekse yetkililerce yapılan uygulamalarla ilgili somut bir delil sunmamıştır.
81. Suç isnadına veya
mahkûmiyet kararına bağlı olarak özgürlüğünden yoksun bırakılan bir kimsenin
sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir “genel zorunluluk”
bulunmadığı, hasta bir kişinin cezaevinde tutulmasının ancak cezaevi şartları
veya uygulanan tedbirlerin kişiyi olağanın üzerinde sıkıntıya sokacak nitelikte
olması hâlinde insanlık dışı veya aşağılayıcı bir muamele olarak
nitelendirilebileceği, bu kapsamda incelemeye konu başvuruda başvurucunun
Cezaevinde kalmasının uygun olmadığına ilişkin tıbbi rapor ve somut bir delil
olmadığı dikkate alındığında başvurucunun rahatsızlığına rağmen Cezaevinde
tutulması kötü muamele yasağının ihlali olarak görülemez.
82. Açıklanan
nedenlerle kötü muamele yasağının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
83. 30/3/2011 tarihli
ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
84. Başvuruda, Anayasa’nın
19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
85. Başvurucu, başvuru
dilekçelerinde tazminat hakkını saklı tuttuğunu belirtmiştir. Bu şekildeki bir
istemin bir tazminat talebi olarak görülmesi mümkün değildir.
86. Başvurucunun
tutukluluk hâli sona erdiğinden Anayasa Mahkemesince hükmolunan hak ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gereken bir işlem
bulunmamaktadır. Başvuru sonucunun bildirilmesi amacıyla karar örneğinin ilgili
Mahkemesine gönderilmesi yeterlidir.
87. Dosyadaki
belgelerden tespit edilen 396,70 (iki ayrı başvuru için) TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.196,70 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. İşkence ve kötü muamele
yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Tutukluluk süresinin
makul olmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2.
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve
kötü muamele yasağının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. 396,70 TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.196,70 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört
ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın Yargıtay 16. Ceza
Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
4/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.