TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HİLMİ YILDIZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/299)
|
|
Karar Tarihi: 4/2/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Hilmi YILDIZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Coşkun ATILĞAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, kamu görevlilerinin
tabi olduğu soruşturma usulüne aykırı olarak yürütülen soruşturma kapsamında
elde edilen delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu ve bu bağlamda
yapılan soruşturma ile devamındaki kovuşturma işlemlerinin adil olmadığı, elde
edilen delillerin haberleşme hürriyetinin ihlali suretiyle temin edildiği ve tutukluluk
süresinin makul süreyi aştığı iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 11/1/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
14/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği görüş
için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 16/12/2014
tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 5/1/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle
şöyledir:
8. Başvurucu İstanbul ili
Akfırat beldesi belediye başkanı iken yürütülen soruşturma kapsamında
görevinden alınmıştır.
9. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı dosyası üzerinde yapılan talepler
neticesinde, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/21
sayılı kararı ile üç ay süreyle iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti
ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin
28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı kararı ile de, farklı bir GSM numarası
itibarıyla, iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin kararın birinci kez 4/11/2008 tarihinden
itibaren üç ay süre uzatılmasına karar verilmiştir.
10. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimliğine
gönderilen 12/1/2009 tarihli tutuklama talebi üzerine, Mahkemenin 12/1/2009
tarihli ve 2009/10 sorgu sayılı kararı ile başvurucunun birden fazla suç
kapsamında (ihaleye fesat karıştırma, zimmet, görevi kötüye kullanma, suç
işlemek amacıyla örgüt kurma vd.) tutuklanmasına karar verilmiştir.
11. Başvurucu ve diğer
şüpheliler hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı
dosyası üzerinde diğer bir kısım soruşturma evrakları da birleştirilmek
suretiyle yürütülen soruşturma neticesinde, 25/2/2009 tarihli ve 2009/145
sayılı iddianame ile birden fazla suç isnadı ile kamu davası açılmıştır.
12. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) E.299/69 sayılı dosyası üzerinde
yürütülen yargılamada, başvurucunun birçok defa serbest bırakılma talebi
reddedilerek tutukluluk halinin devamına hükmedilmiş ve başvurucunun da
sanıkları arasında bulunduğu bir kısım dosyalar da dahil olmak üzere, farklı
yargılama evrakları belirtilen dosya üzerinde birleştirilmiştir.
13. Başvurucunun 29/3/2012
tarihli duruşmada tutukluluk halinin devamına, belirtilen celseyi takiben
yapılan 19/6/2012 tarihli duruşmada ise tahliyesine karar verilmiş ve
başvurucunun İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/1/2009 tarihli ve 2009/10
sorgu sayılı tutuklama müzekkeresinden bihakkın tahliyesine ilişkin yazı, aynı
tarihte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
14. İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesinin 7/3/2014 tarihli ve E.2006/69, K.2014/115 sayılı dosya inceleme ve
devir kararı ile, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve
Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına Dair Kanun’un
1. maddesi gereğince, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin
Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın
Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un
geçici 2. maddesi ile görevlendirilen Mahkemenin görevinin sona erdiği
belirtilerek, dosyanın görevli ve yetkili İstanbul Anadolu Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
15. Belirtilen yargılama
evrakının İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/114 sayılı dosyasına
kaydı yapılmıştır. İlgili yargılamanın 28/1/2016 tarihli celsesinde, duruşmanın
16/4/2016 tarihine bırakılmasına karar verilmiş olup, davanın derdest olduğu
anlaşılmaktadır.
16. Başvurucu tarafından,
soruşturma kapsamında yapılan delil toplama işlemlerinin hukuka aykırı
olduğundan bahisle ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda
bulunulmuştur.
17. İstanbul Jandarma Bölge
Komutanlığının 2/10/2012 tarihli yazısı ile görevlendirilen bilirkişi
tarafından, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı dosyası
kapsamında alınan iletişimin dinlenmesi, tespiti, kayda alınması ve sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesi ile arayan ve aranan numaralar ile baz
istasyonlarını gösterir görüşme dökümleri talep kararları incelenmiş olup,
10/10/2012 tarihli raporunda, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008
tarihli ve 2008/20 sayılı uzatma kararı içerisinde bulunan hedeflerin daha önce
takibe alındığını gösteren bir karara dosya kapsamında yapılan incelemede
rastlanılmadığı, Adalet Bakanlığının 14/2/2007 tarihli ve 26434 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon
Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla
İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 7. maddesinin 6.
fıkrası kapsamında yer alan, dinleme ve kayda alma işleminin yerine getirilmesi
sırasında şüphelinin başka bir iletişim aracını kullandığı belirlendiğinde buna
ilişkin verilecek karar ya da kararların süresinin önceki tedbir kararında
verilen sürenin bitiş tarihini geçmeyeceği hükmüne aykırı olarak, başvurucu
hakkında, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/21
sayılı kararı ile üç ay süreyle iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti
ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin
28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı kararı ile de 4/11/2008 tarihinden
itibaren üç ay süre iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesine karar verildiği, başvurucu hakkında verilen
2008/21 sayılı kararda öngörülen sürenin bitiş tarihi 28/1/2009 olduğu halde,
daha sonra verilen 2008/20 kararın üç aylık süre sonundaki bitiş tarihinin,
birinci kararın bitiş tarihi olan 28/1/2009 tarihini geçtiği ve bu suretle yedi
gün süre ile fazla dinleme ve tespit yapıldığı belirtilmiştir.
18. İstanbul Valiliği İl
Jandarma Komutanlığının 12/10/2012 tarihli ve 2012/9 sayılı kararı ile,
iletişimin tespiti ile ilgili evrakların incelenmesi sonucunda bazı kararlarda
süre aşımı olduğu ve abone bilgilerinde hata yapıldığı, bu evrakların tamamında
o dönemde Ümraniye İlçe Jandarma Komutanı olan bir asker kişinin imzasının
bulunduğunun bilirkişi raporu ile tespit edildiği, ancak yapılan bu işlemlerin
personel atama dönemine rastlaması, tayin olan personelin henüz yeni görevine
intibak edememiş olması sebebiyle her hangi bir kasıt olmaksızın sehven
yapıldığı, bu kapsamda haklarında soruşturma izni istenen Jandarma personelinin
görevlerini ifa ederken kasıt veya ihmal şeklinde kusurları bulunmadığı
belirtilerek, 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 6. maddesi uyarınca soruşturma
izni verilmemesine karar verilmiştir.
19. İstanbul Bölge İdare
Mahkemesinin 11/12/2012 tarihli ve E.2012/722, K.2012/748 sayılı kararı ile,
başvurucu hakkında yürütülen soruşturmada usulsüzlük yapıldığı iddiaları
kapsamında ilgili kolluk görevlileri hakkında yapılan ön inceleme sonucunda,
hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı
itibarıyla mevcut olmadığı belirtilerek, soruşturma izni verilmemesine ilişkin
kararın usul ve yasaya uygun olması nedeniyle onanmasına karar verilmiştir.
20. Karar başvurucu vekiline
7/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 11/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
21. İstanbul Anadolu 8. Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından Anayasa Mahkemesine hitaben gönderilen 2014/114
sayılı yazıda, başvurucu hakkında 2008/20 sayılı iletişimin tespiti kararından
başka ayrıca 2008/108 sayılı ve 04/08/2008-04/11/2008 tarihlerini kapsayacak
şekilde verilmiş bir iletişimin tespiti kararı daha bulunduğunun tape dökümlerinin üst kısmında bulunan bilgilerden
anlaşıldığı, ancak bu kararın klasörler içerisinde bulunmadığı ve 2008/20
sayılı iletişimin tespiti kararının sanığın tutuklandığı 12/01/2009 tarihinden
sonra kaldırıldığına ilişkin herhangi bir karara dosya içerisinde rastlanılmadığı
belirtilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
22. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun, olay tarihinde yürürlükte olan şekliyle,
"İletişimin tespiti, dinlenmesi ve
kayda alınması" kenar başlıklı 135. maddesinin ilgili bölümleri
şöyledir:
“(1) Bir suç
dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması
durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının
kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit
edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir. Cumhuriyet savcısı kararını
derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört
saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi
halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
(2) Şüphelinin
tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda
alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar
derhâl yok edilir.
(3) Birinci fıkra
hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak
kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim
bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi
belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha
uzatılabilir.
(4) Şüpheli veya
sanığın yakalanabilmesi için, kullanmakta olduğu mobil telefonun yeri, hâkim
veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına
istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda,
kullanılan mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit
işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.
(5) Bu Madde
hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli
tutulur.
(6) Bu Madde
hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk
Ceza Kanununda yer alan;
...
11. İhaleye fesat
karıştırma (madde 235),
…
(7) Bu Maddede
belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon
yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.”
23. 5271 sayılı Kanun’un olay tarihinde
yürürlükte olan şekliyle, “Kararların yerine
getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi” başlıklı 137.
maddesi şöyledir:
“(1) 135 inci maddeye
göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî
kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların
yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin
yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak
istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor
kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi
yapanın kimliği bir tutanakla saptanır.
(2) 135 inci maddeye
göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca
görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı
dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye
çevrilir.
(3) 135 inci maddeye
göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre
hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı
tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye
ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde
yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir.
(4) Tespit ve
dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin
bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde,
Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında
ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.”
24. 14/2/2007 tarihli ve 26434
sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen
Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve
Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’in 7.
maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Dinleme ve kayda
alma kararının yerine getirilmesi sırasında şüphelinin başka bir iletişim
aracını kullandığı belirlendiğinde buna ilişkin verilecek karar ya da
kararların süresi önceki tedbir kararında verilen sürenin bitiş tarihini
geçemez.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25. Mahkemenin 4/2/2016 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 11/1/2013 tarihli ve 2013/299 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
26. Başvurucu, belediye başkanı
ve büyükşehir meclis üyesi olarak görev yaptığını, bu kapsamda kamu görevlisi
statüsü konusunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte kamu görevlilerinin tabi
olduğu soruşturma usulüne aykırı olarak yürütülen soruşturma kapsamında hukuka
aykırı delillere dayalı olarak tutuklandığını, söz konusu tutukluluk durumunun
makul süreyi aştığı, hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca verilmiş bir
soruşturma izni bulunmadığı halde başvuruya konu soruşturma sürecinde hakkında
delil toplanarak kamu davası açıldığını, bu nedenle toplanan tüm delillerin ve
yapılan soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yok hükmünde sayıldığını ve
toplanan delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu, soruşturmada
görev alan kolluk personelinin hukuka aykırı işlem ve eylemlerine yönelik
olarak yaptığı şikâyet neticesinde ilgililer hakkında soruşturma izni
verilmediğini, özellikle soruşturma aşamasında verilen iletişimin tespiti
kararlarının hukuka aykırı olduğunu beyan ederek, Anayasa’nın 19., 22., 36. ve
40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
27. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir.
Başvurucu tarafından Anayasa’nın 19., 22., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber, ihlal iddialarının
mahiyeti gereği, Anayasa’nın 19., 22. ve 36. maddeleri açısından değerlendirme
yapılması uygun görülmüştür.
1. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
28. Başvurucu, hukuka aykırı
olan tutukluluk halinin makul süreyi aştığını belirterek kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
29. Adalet Bakanlığı görüşünde,
devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel
başvurularda şikayetin amacının, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da
devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespiti olduğu,
başvurucunun tahliye edilmiş olması veya hakkında ilk derece mahkemesince hüküm
kurulmuş olması durumunda ise, bireysel başvurunun amacının hukuka aykırılığın
tespiti ve gerekiyorsa belirli bir miktar tazminata hükmedilmesi olduğu, ayrıca
bireysel başvurunun kabul edilebilir bulunması için ihlal iddiasına dayanak
teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşmemiş
olması gerektiği belirtilmiş, bu kapsamda somut başvuru açısından başvurucunun
18/6/2012 tarihinde tahliye edildiği, bahse konu ceza davasının derdest olduğu
ve başvurucunun tutuklulukla ilgili şikayetlerinin bir bütün olarak hakkında
hüküm kurulmadan önce verilen kesinleşmiş kararlara ilişkin olduğu hususunun
göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir.
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme,
23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine
yapılacak bireysel başvuruları inceler."
31. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme'nin zaman
bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu
düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları
da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
32. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde,
ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki
sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu
açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, başvuru yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
33. Ancak başvurucu hali hazırda
tahliye olmuş ya da hakkında ilk derece mahkemesinde hüküm kurulmuş ise
bireysel başvuru açısından talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa
belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu
tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel
başvuru yapılmalıdır (Korcan Pulatsü, § 31).
34. Bununla birlikte başvurunun
kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya
kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları gerekmektedir.
Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit
edildiği takdirde, ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu
tespitin, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür
(Korcan Pulatsü, § 32).
35. Somut olayda başvurucu,
isnat edilen suçlar kapsamında 12/1/2009 tarihinde tutuklanmış ve 19/6/2012
tarihinde tahliye edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun tutukluluk hali, tahliye
kararının verildiği 19/6/2012 tarihinde sona ermiştir. Bu bağlamda başvurucunun
bireysel başvuruya konu ettiği kararların, söz konusu tahliye kararı öncesinde
verilen tutuklamaya ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlar olduğu
anlaşılmaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetlerine konu olayda tutuklamaya ilişkin nihai kararların, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce
verildiği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
37. Başvurucu kamu
görevlilerinin tabi olduğu soruşturma usulüne aykırı olarak ve 4483 sayılı
Kanun uyarınca verilmiş bir soruşturma izni bulunmadığı halde, başvuruya konu
soruşturma sürecinde hakkında delil toplanarak kamu davası açıldığını, bu
nedenle toplanan tüm delillerin ve yapılan soruşturma ve kovuşturma
işlemlerinin yok hükmünde sayıldığını ve toplanan delillerin hukuka aykırı
delil statüsünde olduğunu beyan ederek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
38. Adalet Bakanlığı görüşünde,
adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin görüş bildirilmemiştir.
39. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
uyarınca, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu
protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini
iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı
tanınmıştır. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise, bireysel başvuruda
bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi
koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19-20; Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
40. Başvuru konusu olayda,
başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında birden fazla suç
kapsamında yürütülen soruşturma neticesinde kamu davası açıldığı, adil yargılanma
hakkının ihlali iddiasına konu yargılamanın ilk derece mahkemesi önünde derdest
olduğu ve Mahkemece henüz uyuşmazlığın esasına dair bir karar verilmediği
görülmektedir. Derdest olan yargılama faaliyeti nazara alındığında, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının incelenebilmesi için, kanunda
öngörülmüş olan yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmemiş olduğu
anlaşılmaktadır.
41. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak
kanunen öngörülmüş olan başvuru yolları tüketilmeksizin bireysel başvuruda
bulunulduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin "başvuru
yollarının tüketilmemesi" nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
3. Haberleşme Hürriyetinin İhlali İddiası
42. Başvurucu, hakkında
yürütülen soruşturma sürecinde verilen iletişimin tespiti kararlarının ve söz
konusu soruşturma işlemi neticesinde elde edilen delillerin hukuka aykırı
olduğunu belirterek, haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
43. Adalet Bakanlığı görüşünde,
haberleşme hürriyetinin ihlali iddiasına ilişkin görüş bildirilmemiştir.
44. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin
taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle,
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali
iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün
değildir (Onurhan Solmaz, B. No. 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
45. Anayasa’nın “Haberleşme hürriyeti” kenar başlıklı 22.
maddesi şöyledir:
“Herkes, haberleşme
hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu
düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya
birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve
gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar
kendiliğinden kalkar.
İstisnaların
uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.”
46. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın
kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla
öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin
ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir
tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
47. Anayasa’nın “Haberleşme hürriyeti” kenar başlıklı 22.
maddesinde, herkesin haberleşme özgürlüğüne sahip olduğu ve haberleşmenin
gizliliğinin esas olduğu hüküm altına alınmıştır. Sözleşme’nin 8. maddesinde de
herkesin haberleşmesine (“correspondence”) saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahip olduğu düzenlemesine yer verilmiştir (Yasemin Çongar ve Diğerleri, B. No: 2013/7054, 6/1/2015, § 48).
48. Bu kapsamda, haberleşme
hürriyeti ve haberleşmenin gizliliğine saygı hakkı,
gerek Anayasa’da gerekse Sözleşme’de güvence altına
alınmaktadır. Anılan düzenlemelerde ifade edilen haberleşme kavramının, telefon
vasıtasıyla yapılan iletişimi de içine aldığı, dolayısıyla başvurucunun,
telefonunun hukuka aykırı olarak dinlendiği ve haberleşme hürriyetinin ihlal
edildiği iddiasının, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında yer
aldığı konusunda tereddüt yoktur.
49. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı, haberleşme özgürlüğünün yanı sıra, içeriği ve biçimi ne
olursa olsun, haberleşmenin gizliliğini de güvence altına almaktadır.
Haberleşme bağlamında, bireylerin karşılıklı ve toplu olarak sözlü, yazılı ve
görsel iletişimlerine konu olan ifadelerinin gizliliğinin sağlanması gerekir (Yasemin Çongar ve Diğerleri, § 49).
50. Posta, elektronik posta,
telefon, faks ve internet aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetlerinin, haberleşme
hürriyeti ve haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Kamu
makamlarının, bireyin haberleşme hürriyetine ve haberleşmesinin gizliliğine
keyfi bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Anayasa ve Sözleşme ile
sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Haberleşmenin içeriğinin
denetlenmesi, haberleşmenin gizliliğine ve dolayısıyla haberleşme hürriyetine
yönelik ağır bir müdahale oluşturur. Telekomünikasyon yoluyla iletişimin
dinlenmesi ve kayda alınması da bu kapsamdaki müdahaleler arasındadır (Yasemin Çongar ve Diğerleri, § 50).
51. Somut olayda, başvurucunun
kullandığı iddia edilen ve farklı şahıslar adına kayıtlı iki farklı GSM
numarası itibarıyla iletişiminin dinlenmesi, kayda alınması, tespiti ve sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesine karar verilmiş olup, başvurucu hakkında
uygulanan bu tedbirlerin, haberleşme hürriyetine yönelik bir müdahale
oluşturduğu açıktır.
52. Haberleşme hürriyeti, mutlak
nitelikte olmayıp, meşru bir takım sınırlamalara
tabidir. Bu kapsamdaki özel sınırlama ölçütleri, Anayasa’nın 22. maddesinin
ikinci fıkrasında sıralanmaktadır.
53. Anayasa’nın 22. maddesinin
ikinci fıkrasına göre, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi,
genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak ve
usulüne göre verilmiş hâkim kararı ile veya aynı sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri ile haberleşme hürriyetine ve haberleşmenin gizliliğine müdahale
edilebilir. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin
onayına sunulur. Hâkim kararını kırk sekiz saat içinde açıklar, aksi halde
karar kendiliğinden kalkar.
54. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
55. Belirtilen Anayasa hükmü,
hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip
olup, Anayasada yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından
hangi ölçütler göz önünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya
koymaktadır. Anayasanın bütünselliği ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının
bir arada ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanması zorunlu
olduğundan, Anayasa’nın 22. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin
meşruluğunun denetlenmesinde de, Anayasanın 13.
maddesinde yer alan başta yasa ile sınırlama hükmü olmak üzere tüm güvence
ölçütlerinin gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim
Akat Eşki, B. No. 2013/2187, 19/12/2013, §
35).
56. Hak ve özgürlüklerin yasayla
sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da
özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus,
müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir
temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim
Akat Eşki, § 36).
57. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM
içtihadı uyarınca da, Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir
müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca
gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik
unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşmenin 8. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin
ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz. Y.F./Türkiye, B. No. 24209/94, 22/7/2003,
§ 44).
58. Anayasa’nın 22. maddesi
kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için,
müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zaruridir. Bununla birlikte, temel
hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması
yeterli değildir. Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de
gerektirmekte olup, bu noktada yasanın niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla
sınırlama ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve
kesinliğini ifade etmekte, böylece uygulayıcının keyfi davranışlarının önüne
geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta, bu yönüyle hukuk
güvenliği güvencesi sağlamaktadır.
59. Kanunun, bu gerekliliklere
uygun olduğunun söylenebilmesi için, yeterince ulaşılabilir olması, yani
vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının
varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun
keyfiliğe karşı uygun bir koruma sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin
genişliğini ve icra edilme biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması
gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B.
No: 5947/72, 25/3/1983, § 86-88; Malone/Birleşik
Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, § 66-68; Rotaru/Romanya, [B. D.], B. No. 28341/95, 4/5/2000, § 55).
60. Hukukun kendisi, beraberinde
getireceği idari pratiğin dışında, yetkili makamlara bırakılan takdir
yetkisinin kapsamını, söz konusu işlemin meşru amacını da göz önünde tutarak,
keyfi müdahalelere karşı bireyi korumak için yeterince açık bir şekilde
göstermelidir. Hukuk sistemi vatandaşlara, kamu makamlarına hangi koşullarda ve
hangi sınırlar içinde haberleşme hürriyetini konu alan ve potansiyel olarak
haberleşmenin gizliliğine karşı tehlike oluşturabilecek müdahalelerde bulunma
yetkisi verdiğini, yeterince açık ifadelerle gösterecek nitelikte olmalıdır.
61. Bununla birlikte, her
ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal mevzuatın gereken koruma seviyesi,
büyük ölçüde, ilgili metnin düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte,
muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından bağlantılıdır. Bu nedenle,
kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi ve bu nedenle
hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hale gelmesi, tek başına hukuken
öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe
müdahale eden kural belirli ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya
sunabilir. Fakat bu takdir alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta
belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik içermesi zaruridir.
62. Bu kapsamda ilgili kanuni
düzenlemenin, söz konusu sınırlamaya ilişkin temel çerçeveyi ortaya koymakla
birlikte, özellikle uygulama koşulları ve prosedürel
ayrıntıları düzenleyici işlemlere bırakması mümkündür. Ancak bu ihtimalde de
söz konusu düzenleyici işlemin, yine muhataplarınca ulaşılabilir olması ve
içeriği hakkında ilgilileri yeterince aydınlatacak nitelik ve açıklıkta olması
gerekmektedir.
63. Gizli uygulanmaları
nedeniyle kötüye kullanılma riski barındıran, haberleşmenin gizliliğine yönelik
tedbirlerin uygulama alanı ve prosedürünün de çok açık kanun hükümleri ile
düzenlenmesi şarttır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Amann/İsviçre, B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 56).
64. Gizli tedbirlere ilişkin
kanun hükümlerinin barındırması gereken asgari koşullar kapsamında; izleme
kararı verilmesine yol açabilecek suçların niteliği, iletişimleri izlenecek
kişi kategorisi, izleme sürelerinin sınırları, elde edilen verilerin inceleme,
değerlendirme ve saklanmalarına ilişkin esaslar, verilerin başkalarıyla paylaşılmasına
ilişkin önlemler ve elde edilen verilerin ortadan kaldırılmasına ilişkin
koşulların kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi zaruridir (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz The Association For European Integration And Human Rights ve Ekimdzhiev/Bulgaristan, B. No: 62540/00,
28/6/2007, §§ 76-77).
65. 5271 sayılı Kanun’un 135. ve
137. maddelerinde telefon görüşmelerinin dinlenmesine yönelik açık ve detaylı
kurallar ortaya konulmuş, kamu makamlarının değerlendirme yetkisinin kapsam ve
sınırları net bir şekilde belirtilmiştir. Aynı şekilde dinleme tedbirinin hangi
suçlar için verileceği, süresi, kayıtların saklanma ve imha edilme şartları
belirlenmiştir. Ayrıca, acele hallerde dahi dinleme tedbirinin uygulanmasının,
keyfiliğe karşı yeterli bir güvence sağlayacak şekilde hâkim onayına tabi
tutulması öngörülmüştür. Bunu yanı sıra, Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen
Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve
Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik
hükümlerinde, söz konusu tedbir kararlarının kapsam ve uygulanması ile ilgili prosedürel ayrıntılar düzenlenmiştir. Buna göre,
müdahalenin dayanağı olan kanun ve yönetmelik hükümlerinin, haberleşme
hürriyeti ve haberleşmenin gizliliğine yönelen müdahalelerin sınırlarını
yeterli açıklıkta ortaya koyan, erişilebilir ve öngörülebilir nitelikte
düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır.
66. AİHM tarafından yapılan
değerlendirmelerde de, iletişimin tespitine ilişkin
mevzuatın, Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya
Cezaları Önleme Komitesi tarafından incelendiği, herhangi bir eleştiriye maruz
kalmadığı, hükümlerin yapılan herhangi bir haksız müdahaleye karşı yerinde
koruma sağlayabilecek derecede açık ve ayrıntılı olduğu tespit edilmiştir (Gülmez/Türkiye, B. No:16330/02, 20/5/2008,
§ 51).
67. Somut başvuru açısından da, 5271 sayılı Kanun’da öngörülen koşullar nazara alınarak
iletişimin denetlenmesi tedbirine hükmedildiği anlaşılmaktadır.
68. Ancak, söz konusu
tedbirlerin kapsam ve uygulanmasına ilişkin prosedürün düzenlendiği Ceza
Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin
Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin
Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik hükümlerinde, dinleme ve kayda alma kararının
yerine getirilmesi sırasında şüphelinin başka bir iletişim aracını kullandığı
belirlendiğinde buna ilişkin verilecek karar ya da kararların süresinin önceki
tedbir kararında verilen sürenin bitiş tarihini geçemeyeceğinin belirtilmiş
olmasına rağmen, söz konusu düzenlemeye aykırı ve ilk kararın bitiş süresini
yedi gün aşacak şekilde tedbir kararı verildiği görülmektedir.
69. Bu bağlamda, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının S.2008/1891 sayılı dosyası üzerinden yapılan talepler
neticesinde, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/21
sayılı kararı ile üç ay süreyle başvurucunun iletişimin dinlenmesi, kayda
alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verildiği,
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı kararı
ile de, başvurucunun farklı bir GSM numarası itibarıyla, iletişimin dinlenmesi,
kayda alınması, tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin
kararın birinci kez 4/11/2008 tarihinden itibaren üç ay süre ile uzatılmasına
karar verildiği anlaşılmaktadır. 2008/21 sayılı kararda belirtilen GSM
numarasından farklı bir numara üzerinden iletişimin denetlenmesine hükmedilen
2008/20 sayılı kararda, her ne kadar, iletişimin dinlenmesi, kayda alınması,
tespiti ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin kararın birinci kez
4/11/2008 tarihinden itibaren üç ay süre uzatılmasına karar verildiği
belirtilmiş ise de, İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığının 2/10/2012 tarihli
yazısı ile görevlendirilen bilirkişi tarafından ibraz edilen raporda yer alan,
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/10/2008 tarihli ve 2008/20 sayılı uzatma
kararı içerisinde bulunan hedeflerin daha önce takibe alındığını gösteren bir
karara dosya kapsamında yapılan incelemede sırasında rastlanılmadığı yönündeki
tespit ve dosya kapsamında daha önce bu GSM numarası itibarıyla temin edilen
bir iletişimin tespiti kararının yer almadığı nazara alındığında (bkz. § 21),
başvurucu hakkında verilen 2008/21 sayılı kararda öngörülen sürenin bitiş
tarihi 28/1/2009 olduğu halde, farklı bir GSM numarası itibarıyla verilen
2008/20 kararın üç aylık süre sonundaki bitiş tarihinin, diğer tedbir kararının
bitiş tarihi olan 28/1/2009 tarihini geçtiği anlaşılmaktadır.
70. Bununla birlikte, bahse konu
soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hakimliğine gönderilen 12/1/2009 tarihli tutuklama
talebi üzerine, Mahkemenin 12/1/2009 tarihli ve 2009/10 sorgu sayılı kararı ile
başvurucunun tutuklanmasına karar verildiği, başvurucunun bu tarih itibarıyla
ceza infaz kurumuna alınarak söz konusu iletişimin tespiti kararının hukuka
aykırı olmasına yol açtığı iddia edilen yedi günlük zaman dilimini de içerecek
şekilde ceza infaz kurumunda bulunduğu, bu bağlamda belirtilen karar kapsamında
yedi gün süre ile fazla dinleme ve tespit yapılmasının fiilen mümkün olmadığı,
suç işlenmesinin önlenmesi ve suç kanıtlarının elde edilmesi amacına yönelik
olarak 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesi uyarınca ve Sulh Ceza Mahkemesi
kararıyla başvurucunun telefon görüşmelerinin dinlenildiği, anılan mahkeme
kararında iletişimin tespiti ve kayda alınması tedbirine esas olmak üzere,
şüphelilerin suç işlemek amacıyla örgüt kurdukları şüphesine ve soruşturma
konusu olayın aydınlatılabilmesi için bu aşamada başkaca delil elde etme imkânı
bulunmadığı gerekçesine yer verildiği, 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesinde,
iletişimin denetlenmesi tedbiri karşısında kişilerin özel hayatlarının ve
haberleşme hürriyetlerinin korunması bağlamında yeterli güvencelere yer
verildiği, başvurucu hakkında anılan Kanun'un 135. maddesinde sınırlı sayıda
sayılmış olan suç isnadı dolayısıyla iletişimin denetlenmesi tedbirine
başvurulduğu (bkz. § 10) ve üç aylık bir süreyle sınırlı olacak şekilde ilgili
tedbire hükmedilmiş olduğu nazara alındığında, başvurucunun Anayasa'nın 22.
maddesinde güvence altına alınan haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine
yönelik iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın "zaman bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına,
4/2/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.