TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YÜKSEL YİĞİT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3050)
|
|
Karar Tarihi: 10/3/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Cüneyt DURMAZ
|
Başvurucu
|
:
|
Yüksel YİĞİT
|
Vekili
|
:
|
Av. Halis YILDIRIM
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir park içerisinde Belediye tarafından inşaatı
sürdürülen su deposuna düşen ve akabinde vefat eden başvurucunun babasının ölüm
olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı ile etkili
başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 22/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/6/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 16/11/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından 7/12/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş 16/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 31/12/2015 tarihinde ibraz
etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri, soruşturma ve yargılama dosyası
içeriği ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle
şöyledir:
7. Başvurucunun babası Besim Yiğit (B.Y.), 6/5/2009 tarihinde
İstanbul Bahçelievler'de bulunan Kocasinan Semt Parkı ve Kadir Has Parkı yeşil
alanının sulama ihtiyacını karşılamak amacıyla Bahçelievler Belediyesi Park ve
Bahçeler Müdürlüğü tarafından inşa edilmekte olan eden su deposuna düşmüştür.
8. Olay yerinde bulunan kişilerce düştüğü yerden çıkarılan B.Y.,
yaralı olarak Kadıköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesine (Hastane) götürülmüştür.
9. Hastanenin 6/5/2009 tarihli adli vaka raporunda özetle üç
dört metre derinlikteki çukura düşen hastanın uykuya meyilli olduğu, gözlerinin
her yöne doğal olduğu, hayati tehlikesinin mevcut olduğu belirtilmiştir. B.Y.,
tedavi görmekte iken 19/5/2009 tarihinde vefat etmiştir.
10. Olay hakkında 2009/51465 Soruşturma sayılı dosya ile
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından
soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısı, olayın
gerçekleştiği gün Bahçelievler Kaymakamlığı İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli
polis memurlarına kazıyı yapan görevlilerin ifadelerinin alınması, olay yerinde
gerekli incelemenin yapılması ve kuyuya düşen B.Y.nin
ifadesinin alınması talimatlarını vermiştir.
11. Olayın yaşandığı gün, Bahçelievler Kaymakamlığı İlçe Emniyet
Müdürlüğü polisleri tarafından görgü tanıklarının ifadeleri alınmıştır. Semt
Parkı'nın işletmeciliğini yapan F.A. ve E.A. ifadelerinde özetle kazı alanı
çevresine Belediye tarafından güvenlik bariyerleri konulduğunu, B.Y.nin güvenlik şeridinden içeriye girdiğini, kendisine
"Çalışma alanına girme." dediklerini ancak “Tamam.” demesine rağmen
girdiğini ve demir güvenlik bariyerinin üzerine tırmanarak kafasını uzatıp
kuyuya baktığı esnada aşağıya düştüğünü belirtmişlerdir. Kalıp ustası M.Ş.
ifadesinde özetle kuyudan uzakta bulunduğu sırada bir bağırma sesi duyduğunu,
kuyunun bulunduğu yere gittiğinde B.Y.nin kuyuya
bakmak isterken bariyerin üzerinden aşağı düştüğünü gördüğünü, hemen B.Y.nin düştüğü yerdeki kalıpları sökerek B.Y.yi dışarı çıkardığını
belirtmiştir. Bahçelievler Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü A.A. ifadesinde
özetle kepçeyle kazı yapılan yere görevliler tarafından her zaman güvenlik
bariyerlerinin konulduğunu ve vatandaşlara konuyla ilgili ikazların
yapıldığını, şahsın kendi hatasından dolayı bariyerleri aşıp düştüğünü
düşündüğünü beyan etmiştir.
12. İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından olayın yaşandığı gün
müşteki sıfatıyla başvurucunun da ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde
özetle babasının Kocasinan Parkı'na gezmek amaçlı gittiğini, park içerisindeki
barikatların bulunduğu yere gittiğinde barikatlardan tuttuğunu, barikat olan
demirler birbirine bağlı olmadığından babasının Belediyenin kazdığı kuyuya
düştüğünü, barikatlarla ilgili ihmalin söz konusu olduğunu düşündüğünü belirtmiştir.
Anılan tarihte yoğun bakımda olan B.Y.nin ifadesi
alınamamıştır. İfadesininalınamadığına dair üç ayrı
gün için tutanak tanzim edilmiştir.
13. Görevli polis memurları tarafından olay yerinin fotoğrafları
çekilmiş, olay yeri krokisi çizilmiş ve olay yeri inceleme raporu
hazırlanmıştır. Polis Memuru H.D. ile R.Ç. tarafından imzalanan olay yeri
inceleme raporunda okunabildiği kadarıyla şu ifadelere yer verilmiştir:
“…Olay yerine intikal
edildiğinde olay yerinin güvenlik … altında olduğu, … kod nolu
ekibin olay yerinde olduğu görüldü. Olay yerinin park ve çay bahçesi olduğu çay
bahçesinin alt kısmında Bahçelievler Belediyesi'ne ait su deposu inşaatı olduğu
çalışmaların sürdüğü görüldü. İnşaat çevresinde 25 adet yerden yüksekliği 120
santim olan demir bariyerlerle (kenetlenmiş) çevrili olduğu ve demir
bariyerlerin gerisinde eski ve yeni şeritlerle çevrili olduğu görüldü. Bariyer
içindeki inşaatta çalışmaların … görüldü. Çeşme sokağa yakın yerde yola yakın
bariyerler üzerinde “SU DEPOSU İNŞ. ALANI GİRMEK TEHLİKELİ VE YASAKTIR” ibareli
pankart olduğu görüldü İnşaat alanının derinliğinin 3.90
m olduğu ölçüldü. Bariyerler üzerinde Bahçelievler Belediyesi Zabıta
ibarelerinin olduğu görüldü. Demir bariyerlerle tahta kalıp arasının 2.50 (m)(tutanakta cm olarak yazılı olsa da krokide 2.50 m. olduğu
ifade edilmiş) olduğu … görüldü. (…)”
14. B.Y.nin düşmesinden önceki bir
tarihte Park Görevlisi M.S., Park İşletmecisi Ö.A. ve Bölge Şefi H.A.
tarafından imzalı 27/4/2009 tarihli tutanakta “Belediyemiz
park ve bahçeler müdürlüğü tarafından Kocasinan semt parkı ve Kadirhas parkı otomatik su sistemi için yaptırılan yer altı
betonarme su deposu inşaat çalışması için inşaat alanında demir bariyerlerle
her türlü güvenlik önlemi alınmış olup tarafımızdan resimlenip tutanak ekine
iliştirilmiştir.” ifadelerine yer verilmiştir.
15. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 11/9/2009 tarihli
otopsi raporunun sonuç kısmında “Kişinin
ölümünün genel beden travmasına bağlı kafatası kırıkları ile birlikte, beyin
kanaması, beyin doku harabiyeti ve beraberinde
gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu…” kanaati
bildirilmiştir.
16. Cumhuriyet Başsavcılığı, 19/11/2009 tarihli yazı ile
Kocasinan Parkı içindeki su deposunun kim tarafından ne zaman kazıldığının,
önlemlerin alınıp alınmadığının ve 6/5/2009 tarihi itibarıyla kimlerin sorumlu
olduğunun tespit edilmesini ve bu tespitlere ilişkin düzenlenecek evrakın
gönderilmesini Bahçelievler Belediye Başkanlığından talep etmiştir.
Bahçelievler Belediye Başkanlığı Park ve Bahçeler Müdürlüğü; 15/12/2009 tarihli
yazı ile tüm çalışmaların Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından yürütüldüğünü,
depo alanının hafriyat çalışmalarının taraflarınca yapılmış olduğunu, bütün
çalışma alanının demir bariyer ve emniyet şeridi ile çevrilmiş olduğunu ve
uyarıcı pankartlar asılarak tüm emniyet tedbirlerinin alındığını, olayla ilgili
tüm bilgi ve belgelerin karakola sunulmuş olduğunu ve güvenlik önlemleri ile
ilgili tüm resimlerin ekte sunulduğunu belirtmiştir. Anılan yazıda ayrıca B.Y.nin söz konusu alanda çalışan kişilerce uyarılmış
olmasına rağmen bariyeri aşarak kazanın meydana geldiği alana gittiği ifade
edilmiştir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/8/2010 tarihli yazı ile Adli Tıp
Kurumu Başkanlığından B.Y.in, Bahçelievler Belediyesinin su deposu için kazmış
olduğu kuyuya düşüp yaralanması neticesinde gerçekleşen ölüm olayında şahsın
kesin ölüm sebebinin belirlenmesi ve şahsın ölümüne sebep olan kişi veya
kişilerin kusur durumlarının tespit edilmesi konularında rapor hazırlanmasını
istemiştir. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu, B.Y. hakkında düzenlenmiş adli
ve tıbbi belgeleri incelemiş ve sonuç olarak “(…)
ileri derecede kalp-damar hastalığı bulunan ve bu nedenle by-pass
operasyonu geçirmiş olan kişinin ölümünün, yüksekten düşmeye bağlı kafatası
kırığı, beyin kanaması ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,
olayın meydana gelmesindeki kusur durumlarının adli tıbbi bir konu olmadığı …”
mütalaasında bulunmuştur.
18. Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/12/2010 tarihli ve Soruşturma
No: 2009/51465, K.2010/76289 sayılı karar ile kamu davası açmaya yeterli kanuni
ve inandırıcı deliller elde edilemediği gerekçesine yer vererek kovuşturmaya
yer olmadığına (KYO) karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı
itirazın, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 9/3/2011 tarihli ve 2011/324
Değişik İş sayılı kararı ile “Olay yeri
aynen duruyorsa mahallinde biri İnşaat Mühendisi, biri Hukuk Fakülteleri Ceza
Kürsüsünden ve birinin de Makine Fakültesinden seçilecek bilirkişi marifetiyle olay
yerinde inceleme yapılarak, olayda ölen ve Belediye’nin kusuru olup olmadığı,
olay yeri muhafaza edilmemişse olay yerini bilen tanıklar dinlenerek, dosya
üzerinden bilirkişi yapılmasının gerektiği, eksik soruşturma ile karar
verildiği (…)” gerekçesiyle kabul edilmesi üzerine soruşturmaya
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/28312 Soruşturma sayılı dosyası
üzerinden devam edilmiştir.
19. Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi
kararı doğrultusunda olay hakkında bilirkişi raporu almış ve “Olayla ilgili bilirkişi istenmiş olup bilirkişi
raporunda "ilgili kuyunun kapatıldığı, dosya muhteviyatına göre bu konuda
karar verilebileceği, maktulün olayda kusurlu olduğu" belirtilmiştir. Zira
şüpheli kurumun gerekli tedbirleri aldığı ve "gerek dosyadaki mevcut
fotoğraflarda gerekse olay yer inceleme raporu ve krokisinde olay gününde ve
saatinde su deposu temel kazısı/çukuru hafriyat alanı etrafının 2-2,5 metre
gerisinden başlamak üzere çepeçevre 4 etrafının birbirine kenetlenmiş, her biri
iki noktadan yere basan toplam 25 adet, 186cm genişliğindeki 1,20metre
yüksekliğindeki düşey parmaklıklı zabıta bariyeri tabir edilen demir
korkuluklarla çevrili olduğu, bunlardan bir tanesi üzerinde bez afiş şeklinde
bir pankartın asılı olduğu, bu pankartta "su deposu inşaat alanı girmek
tehlikeli ve yasaktır. Park ve Bahçeler Müdürlüğü" ibaresinin büyük
harflerle yazılı olduğu, yazının uzaktan seçilebildiği, ayrıca bu bariyerlerin
gerisinde hafriyat sahasının 4 tarafında ikinci bir emniyet şeridinin çekili
olduğu görülmektedir.” gerekçesine yer vererek 9/12/2011 tarihli ve
Soruşturma No: 2011/28312, K.2011/41678 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermiştir.
20. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş ve itirazı inceleyen
İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi, 17/2/2012 tarihli ve 2012/146 Değişik İş
sayılı kararı ile “Dosyanın ve itiraz
dilekçesinin incelenmesinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın, İstanbul
2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 09.03.2011 tarih, 2011/324 değişik iş sayılı kararı
ile kaldırılmasına dair verilen karar, şikayetçi ve vekiline tebliğ edilmeden,
müşteki ve vekili tarafından bildirilecek tüm deliller değerlendirilmek
suretiyle karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile kovuşturmaya yer
olmadığına karar verilmesi[nin] usul ve yasaya aykırı
olduğu” gerekçesine dayanarak kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararın kaldırılmasına karar vermiştir.
21. Anılan karar üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının
2011/28312 Soruşturma sayılı dosyası ile soruşturmaya devam edilmiştir. Cumhuriyet
Başsavcılığı, 28/6/2012 tarihli yazısıyla İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler
Genel Müdürlüğünden Bahçelievler Belediye Başkanı O.D. hakkında görevi kötüye
kullanmak suçundan 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 3. ve 6. maddeleri gereğince
inceleme yapılarak soruşturma izni verilip verilmeyeceğine dair kararın
gönderilmesini talep etmiştir.
22. İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü, “Olay günü Bahçelievler Emniyet Müdürlüğünde görevli
polis memurlarınca tutulan olay yeri inceleme raporunda ve çizilen krokide;
inşaatın yerden yüksekliği 120 cm olan 25 adet demir bariyerle (kenetlenmiş)
çevrili olduğu ve demir bariyerlerin gerisinde eski ve yeni şeritlerle çevrili
olduğunun belirtildiği, 21/11/2011 tarihli bilirkişi raporunda ise; “ölümcül
olaya sebebiyet veren kazanın kendi dikkatsizliğinden ve buna bağlı kusurundan
kaynaklandığının dosyadaki bilgi, belge ve görgü tanığı anlatımlarıyla ve
tutanaklarla sabit olduğu, olayın meydana gelmesinde belediye yetkililerinin
kusurunun bulunmadığı, belediyenin hizmetleri zımnında vücuda getirilmeye
çalıştığı park içi gömme su deposu inşaatını yaparken her türlü güvenlik
önlemlerini aldığının görüldüğü, bu nedenle olayın meydana gelmesinde belediye
yetkililerinin kusurunun bulunduğuna dair herhangi bir delile rastlanmadığı”
ifade edildiği (…)” gerekçesine yer vererek Bahçelievler Belediye
Başkanı O.D. hakkındaki iddianın işleme konulmamasına karar vermiştir.
23. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Danıştay Birinci
Dairesinin 15/1/2013 tarihli ve E.2013/5, K.2013/9 sayılı kararıyla “dosyanın incelenmesinden, söz konusu olay nedeniyle
Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan tazminat davasında temin
edilen bilirkişi raporunda, olayın meydana gelmesinde Belediyenin % 75 oranında
kusurlu olduğu sonucuna ulaşılmış ise de, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca
yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda, Belediye
yetkililerinin olayda kusurunun bulunmadığının belirtildiği, olay günü emekli
öğretmen Besim Yiğit'in çevredekilerin uyarılarına rağmen Parkın içinde
bulunan, etrafı yere sabitlenmeyen demir bariyerlerle çevrili su deposu
inşaatına yaklaşarak bariyerin üstünden uzanmak suretiyle inşaat çukuruna bakmak
istediği sırada bariyerin devrildiği ve adı geçenin çukura düştüğü,
çevredekilerin yardımıyla çukurdan çıkarılarak ambulansla Hastaneye götürülen
kişinin bir süre komada kaldıktan sonra hayatını kaybettiği, çukura düşme
olayının Belediyenin güvenlik önlemi almamasından değil, adı geçenin merak saikiyle çukura bakmakta ısrarcı davranmasından
kaynaklandığı hususunun görgü tanıklarının ifadelerinden anlaşıldığı”
gerekçesiyle reddedilmiştir.
24. Söz konusu karar, 22/3/2013 tarihinde başvurucu vekiline
tebliğ edilmiş ve 22/4/2013 tarihinde, süresi içinde bireysel başvuru
yapılmıştır.
25. Bakanlık görüşünde de yer verildiği üzere başvuruya konu
olayla ilgili olarak başvurucu ayrıca, ölenin yasal mirasçıları ile birlikte
30/12/2009 tarihinde İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde Bahçelievler
Belediye Başkanlığı aleyhine tazminat davası açmıştır.
26. Yerel mahkeme, E.2009/470 sayılı dosyada görülen davada
olayla ilgili olarak tanık ifadelerine başvurmuştur. Davacı tanıkları olay
anını görmediklerini belirtmekle birlikte olay yeri ile ilgili bilgi
vermişlerdir.
27. Tanık İ.E. ifadesinde olayın meydana geldiği çukurun
çevresinin tamamen kapalı ve muhafazalı olmadığını, yeterli güvenlik önlemi
alınmadığını beyan etmiştir.
28. T.D.Y. ise su kuyusunun, üzerinde "zabıta" yazılı
iki metre genişliğindeve bir metre yüksekliğinde
sabit olmayan demir bariyerlerle bir tarafından çevrildiğini, bariyeri eliyle
kaldıran bir kişinin rahatlıkla inşaat sahasına girebileceğini belirtmiştir.
29. Davalı idarenin tanıklarından F.A. olayı şu şekilde
aktarmıştır:
“Dava konusu edilen parktaki çay bahçesini
benim çocuklar işletir. Ben de o gün oradaydım. Olay günü yanında 9-10
yaşlarında bir çocukla yaşlı bir bey parka geldi. Belediyenin açtığı bu çukurun
hemen yanında çim vardı. Çimden önce tretuar kısmında
emniyet şeridi kısmında bant çekiliydi. Bu bey çimin üzerindeydi. Emniyet
şeridini geçmişti. Amacı inşaatı izlemekti, ben öyle tahmin ediyorum. Ben
kendisini ikaz ettim. Orası tehlikeli diye söyledim. Hem emniyet şeridi vardı.
Bana sesini çıkartmadı. Ben arkada çalışmaya gittim. Birden insanların
koştuğunu gördüm. İşçiler kalıbı söküyordu. Bu adam kalıpların arasındaki dar
çukura düşmüş. Aşağıdaki demirlere yüzüstü düşerek başını demirlere çarpmış.
Kendisini oradan çıkardık ve ambulansla hastaneye götürdük. Çukurun etrafında
demir bariyerler vardı. Ben olay yerine gittiğimde bu bariyerlerden bir kısmı
inşaata doğru yatık durumdaydı. Oraya çoluk çocuk girmekteydi ancak biz ikaz
ediyorduk.”
30. Tanık E.A.nın
verdiği ifade ise şöyledir:
“Olay günü bir bey yanında küçük bir çocukla
parkta geziyordu. İnşaat alanındaki bantı geçmemek
için sürekli parka gelenleri ikaz ederiz. Bu beyi de ikaz ettik. Daha sonra bir takım sesler duydum. Çukurun oraya gittiğimde bariyerin
üstünden bu beyin aşağıya çukura düştüğünü ve bariyerin yatık olduğunu gördüm.
Çukurdan yaralı olarak çıkartıldı ve ambulansla hastaneye götürüldü. Bana göre
aklı başında olan kimse bu bandın arkasına gitmenin tehlikeli olduğunu
düşünebilir, ayrıca birbirine takılı bariyerlerde vardı. Ayrıca parkın
girişinde inşaat sahasına girmenin tehlikeli ve yasak olduğuna ilişkin tabela
da vardı. Okuma yazma bilen çocuklar da bunu bilebilir.”
31. İlk Derece Mahkemesi olay yerinde keşif yapıp
bilirkişilerden rapor almıştır. Bilirkişi heyetince düzenlenen raporda
başvurucunun babasının ölümü ile sonuçlanan olayda tedbirsiz ve dikkatsiz
davranan ölenin %25 oranında sorumlu olduğu ve (temel olarak yere sabitlenmeyen
bariyerlerin kullanılmasına dayanılarak) yeterli güvenlik önlemlerini almayan
davalı Belediyenin %75 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir.
32. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucu ve diğer mirasçılar
tarafından açılan tazminat davasının kısmen kabul kısmen reddine karar
vermiştir.
33. Yargıtay söz konusu davada görevli mahkemenin idare
mahkemesi olduğunu belirterek kararı bozmuştur. Yerel mahkeme E.2013/192 sayılı
dosyada yeniden görülen davada, hizmet kusurundan doğan davalarda idari yargı
yerinde tam yargı davası açılması gerektiğini belirterek davanın reddine karar
vermiştir.
34. Başvurucu ve diğer mirasçılar 16/5/2014 tarihinde İdare
Mahkemesine tam yargı davası açmışlardır. İstanbul 8. İdare Mahkemesinin
E.2014/1017 sayılı dosyasında görülen davada Mahkeme, Asliye Hukuk Mahkemesince
alınan bilirkişi raporunu yeterli kabul ederek 8/4/2015 tarihinde davanın
kısmen kabulüne karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesi başvurucuya 5.000 TL
maddi tazminat verilmesine hükmetmiştir.
35. Başvurucu ve diğer mirasçılar tarafından 14/7/2015 tarihinde
temyiz edilen davanın Danıştay incelemesi devam etmektedir.
B. İlgili Hukuk
36. 4483 sayılı Kanun’un “İzin
vermeye yetkili merciler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
(e) bendi ile son fıkrası şöyledir:
“Soruşturma izni yetkisi
…
h) Büyükşehir belediye başkanları, il ve ilçe
belediye başkanları; büyükşehir , il ve ilçe belediye
meclisi üyeleri ile il genel meclisi üyeleri hakkında İçişleri Bakanı,
…”
37. 4483 sayılı Kanun’un “Ön
inceleme” başlıklı 5. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci
tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim
elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu
görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme
yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya
kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci,
anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla
yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi,
ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.”
38. Anılan Kanun’un “Ön
inceleme yapanların yetkisi ve rapor” başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya
kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün
yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya
diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde
bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor
düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden
çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı
ayrı belirtilir.
Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni
verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi
zorunludur.”
39. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
40. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi
şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
41. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin
Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
42. Mahkemenin 10/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
43. Başvurucu; babasının ölümünde kusuru bulunan görevliler
hakkında gerekli tahkikatın yapılmadığını, usul ve yasaya aykırı hareket
edilmesi suretiyle sorumluların cezalandırılmasının önüne geçildiğini, Danıştay
Birinci Dairesinin gerekçesiz bir şekilde Hukuk Mahkemesi yargılaması sırasında
alınan bilirkişi raporu yerine ceza soruşturması kapsamında alınan raporu esas
aldığını, yetkilerini aşarak tabii hâkim ilkesini ihlal ettiğini ve adeta
Belediye Başkanı O.D. hakkında beraat kararı verdiğini belirterek adil
yargılanma ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, özetle olay hakkında etkili
bir ceza soruşturması yürütülmediğinden bahisle ileri sürdüğü iddialarının
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
B. Değerlendirme
45. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği
iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin kabul
edilebilirliği açısından yapılacak değerlendirmede Anayasa Mahkemesi ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göndermelerde bulunularak yaşam
hakkı kapsamında devletin “etkili bir
yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğünün her olayda
cezai işlem başlatmayı gerektirmediği, yaşam hakkına yönelik ihlal iddialarının
kasıtlı bir eylem ile gerçekleştirilmediği durumlarda mağdurlara hukuki, idari
ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği,
temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin
gidermekle yükümlü olmasının kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu
kıldığı, somut olayda başvurucu ve diğer yasal mirasçılar tarafından İdare
Mahkemesinde Belediye aleyhine açılan tam yargı davasının henüz kesinleşmediği,
başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği konusunda karar verilirken bu
hususların da dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
46. Bakanlığın kabul edilebilirlik konusundaki anılan görüşüne
karşı başvurucu; başvurunun asıl konusunun Danıştay Birinci Dairesinin kararı
sonrasında yürütülemeyen ceza soruşturması olduğunu, yaşam hakkına ilişkin
iddialar açısından yetkili kişilerin cezai sorumluluklarının tespiti
zorunluluğu bulunmadığına dayanak olarak gösterilen AİHM kararlarının somut
olaya uygun olmadığını,bu
hususun her somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini ifade
etmiştir.
1. Ceza Soruşturmasına
İlişkin İddialar
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
47. Yaşam hakkı kapsamında etkili bir ceza soruşturması
yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarının 6216 sayılı Kanun'un 48.
maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görüldüğünden, başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
48. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
49. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
50. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip
olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin
sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında
Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda
ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri
korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri
alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam
hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
51. Yaşamı koruma pozitif yükümlülüğü; devlete, egemenlik
alanında bulunan bireylerin tehlikeli faaliyetlere karşı yaşamını korumak için
önleyici genel güvenlik tedbirleri alma görevini de yüklemektedir (Salih Ülgen ve diğerleri, B. No:
2013/6585, 18/9/2014, §§ 40, 41).Dolayısıyla somut olayın konusunu oluşturan,
inşaat alanlarında gerekli güvenlik önlemlerinin alınması da yaşamı koruma
yükümlülüğünün kapsamına girmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pereira Henriques ve
diğerleri/Lüksemburg, B. No: 60255/00, 26/9/2003)
52. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif
yükümlülüklerin bir de usul yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü
çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının
belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî
bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı,
yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvence altına
almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların
sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
54).
53. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma
türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım
gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre genel
olarak ihmal suretiyle ortaya çıkan diğer ölümlerde olduğu gibi gerekli
güvenlik tedbirlerinin alınmaması sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm
olaylarında “etkili bir yargısal sistem
kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda ceza davası
açılmasını gerektirmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Alaatin Alp ve Necla Alp/Türkiye, B. No:3757/09,
9/7/2013, §§ 30, 31). Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
54. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm
olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme
hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların
farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri
göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek
için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda bireyler kendi
inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların
hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine etkili bir ceza
soruşturması yürütülmemesi, hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin
yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 59-62, Bilal Turan ve diğerleri, B. No:
2013/1942, 4/12/2013, § 59; kamu alanlarındaki bireylerin güvenliklerinin
sağlanması açısından benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Banel/Litvanya, B. No: 14326/11, 18/6/2013, §§ 65-72).
55. Soruşturma kapsamında elde edilen bilgilere göre olayın
gelişiminin şu şekilde olduğu anlaşılmaktadır: 5 yaşındaki torunu ile inşaatın
bulunduğu parkta gezmekte olan B.Y. inşaat alanına yaklaşmıştır. Tanık
beyanlarında da birbiri ile örtüşür şekilde belirtildiği üzere B.Y., inşaata
yaklaşmama konusunda uyarılmıştır. Olay yeri inceleme raporu, görgü tanıkları
ve müşteki sıfatıyla başvurucunun beyanlarından anlaşıldığı üzere inşaat
alanının etrafını çevreleyen demir bariyerler ve bariyerlerin dışında da
güvenlik şeridi bulunmaktadır. Bariyerlerin üzerinde uyarı yazısı
bulunmaktadır. Tanık beyanlarında bariyerlerin üzerine çıktığı da belirtilen
B.Y., bir şekilde bariyerlerin arkasında bulunan kalıp ile toprak arasındaki
bölüme düşmüştür. Daha sonra orada bulunanlarca kalıp sökülerekB.Y.
düştüğü yerden çıkarılmış ve Hastaneye kaldırılmıştır.
56. Başvurucu, bariyerlerin birbiri ile bağlı olmadığını ileri
sürerken olay yeri inceleme raporunda bariyerlerin “kenetlenmiş” olduğu ifade edilmektedir(bkz.§
13). Bunun dışında olayın gelişiminin başka bir yönde olabileceğine ilişkin
başvurucunun herhangi birsomutiddiası
bulunmamaktadır.
57. Olayın gelişimine ilişkin yapılan bu tespitler karşısında
parkın ve inşaatın yönetim ve kontrolünden sorumlu olan kişilerin, su deposu
için kazılan inşaat çukurunun, (etrafında sokak, park yolu ve çay bahçesi
bulunması ve insanlar tarafından belli bir yoğunlukta kullanılması dikkate alınarak)
civarda dolaşan kişiler açısından tehlike oluşturabileceğini öngörerek o alana
girilmesini önlemek için belli bir seviyede tedbir aldıkları, inşaatın tehlike
arz ettiğini belirten uyarılar koydukları (bkz.§ 55) anlaşılmaktadır.
58. Tanık anlatımları, kolluk görevlilerince hazırlanan olay
yeri inceleme raporu ve bilirkişi raporu dikkate alındığında başvuru konusu
olayda yaşanan ölümün, kasıtlı bir eylem sonucu meydana gelmediği
anlaşılmaktadır. Bu durumda somut olayda öncelikli olarak inşaat alanında gerekli
güvenlik önlemlerinin alınması konusunda yetkili olan kişilerin, yaşanan ölümde
yukarıdaki paragraf (bkz. § 54) kapsamında değerlendirilebilecek bir rollerinin
bulunup bulunmadığının ve bu hususun belirlenmesini sağlayabilecek etkili bir
ceza soruşturmasının yürütülüp yürütülmediğinin incelenmesi gerekmektedir.
59. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı
kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul
boyutuna bakıldığındabu yükümlülüğün temel olarak
yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin
belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirdiği
görülmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94). Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini
temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını
aydınlatabilecek, sorumluların tespitine imkân sağlayacak bütün delillerin
toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri, § 56).
60. Somut olaydakine benzer şekilde önleyici tedbirlerin
alınmaması sonucu meydana gelen can kayıplarında devletin sorumluluğunu
gerektiren durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince oluşturulması gereken
“etkili bir yargısal sistem”in kapsamında, etkinliğe
dair belirlenmiş asgari standartları karşılayan ve soruşturmanın bulguları
çerçevesinde adli cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir
resmî soruşturma usulünün bulunması gerekir. Bu gibi davalarda yetkili makamlar
büyük bir gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş
koşulları ile denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları, ikinci olarak da
söz konusu olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan devlet
görevlileri ya da makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 61;
benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008,§
142).
61. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan
hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği
sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır.
Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının, meşru menfaatlerini
korumak için gerekli olduğu ölçüde bu sürece katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).
62. Başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki
işlemler incelendiğinde ölüm olayının gerçekleştiği gün resen soruşturmanın
başlatıldığı, olay yeri incelemesi yapılarak rapor hazırlandığı, bu kapsamda
olay yerinin fotoğraflarının çekilip krokisinin çizildiği; olayın gerçekleştiği
gün görgü tanıklarının, Belediyenin ilgili birim amirinin, müşteki sıfatıyla
başvurucunun ifadelerinin alındığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin
uygulandığı, Belediyeden olaya ilişkin bilgi ve belge talebinde bulunulduğu,
Adli Tıp Kurumundan ölüm sebebinin ve kusur durumunun tespitine ilişkin rapor
alındığı, 10/12/2010 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yeterli delil
bulunmadığı gerekçesiyle KYO kararı verildiği; bu kararın, başvurucunun itirazı
sonrasında Ağır Ceza Mahkemesince olaya ilişkin bilirkişi incelemesi
yapılmaması nedeniyle eksik soruşturmaya dayalı karar verildiği gerekçesiyle
kaldırıldığı, kaldırma kararı doğrultusunda olay hakkında bilirkişi raporu
alındığı, alınan rapora dayalı olarak yeniden KYO kararı verildiği, önceki
kararın müştekiye tebliğ edilmediği gerekçesiyle kararın Ağır Ceza Mahkemesince
yeniden kaldırıldığı, sonrasında ilgili Belediye Başkanı hakkında İçişleri
Bakanlığından soruşturma izni talep edildiği, bu talebin soruşturma kapsamında
alınan bilirkişi raporuna istinaden reddedildiği, bu karara başvurucunun
yaptığı itirazın Danıştay 1. Dairesince temel olarak ceza soruşturmasında
alınan bilirkişi raporunun içeriği ve görgü tanıklarının beyanı esas alınarak
reddedildiği anlaşılmaktadır.
63. Soruşturma süreci, yukarıda yer verilen etkili soruşturma
yükümlülüğünün temel ilkeleri (bkz. §§ 59-61) açısından değerlendirildiğinde
soruşturmanın, resen başlatılarak ve bir bütün olarak ölüm olayının
aydınlatılması açısından önemli olduğu değerlendirilebilecek tüm delillerin
toplanmasına imkân sağladığı öncelikli olarak söylenebilecektir. Olayın nasıl
bir ortamda gerçekleştiği, B.Y.nin ölüm nedeninin ne
olduğu, ölümden sorumlu tutulabilecek kişilerin kimler olduğu tereddütsüz bir
şekilde ortaya konulmuş ve nihai olarak yetkili makamların somut bulgular
üzerinden yaptıkları değerlendirmeler sonucunda bu kişilerin cezai
sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
64. Diğer yandan soruşturma makamlarınca resen elde edilen
delillerin ve soruşturmaya müdahil olan mağdurların ileri sürdüğü delillerin,
soruşturma konusunda sahip oldukları takdir yetkileri kapsamında, soruşturma
Savcılığı ve soruşturma izni verme konusunda yetkilendirilmiş idari merciler
tarafından değerlendirildiği, anılan makamlar tarafından verilen kararlar
üzerine mağdurların ileri sürdüğü itirazların, itiraz mercilerince yine sahip
oldukları takdir yetkisi kapsamında karşılandığı da kaydedilmelidir. Soruşturma
sürecinde verilen iki KYO kararının, başvurucunun ileri sürdüğü itirazlar
üzerine (eksik araştırma yapıldığı, alınan kararın müştekilere bildirilmediği
ve deliller üzerinde değerlendirmeleri alınmadığından bahisle) eksik soruşturma
yapıldığı gerekçesiyle kaldırılması ve kaldırma kararları üzerine gereğinin
yapılması (bkz. §§ 18, 20) bu hususun somut örneğini oluşturmaktadır.Dolayısıyla
mağdurların soruşturma sürecine kendi menfaatlerini koruma yönünden müdahil
olamadıkları da söylenemez.
65. Başvurucunun bu çerçevede soruşturma sürecine ilişkin somut
olarak sadece Danıştay Dairesinin, soruşturma izni verilmemesi kararına yapılan
itiraz üzerine verdiği kararda, gerekçesiz bir şekilde ceza soruşturması
kapsamında elde edilen bilirkişi raporunu esas aldığı, bu suretle de ceza
mahkemesinin yerine geçerek cezai sorumluluk hakkında karar verecek makamın
yerine geçtiği iddiasını ileri sürdüğü görülmektedir.
66. Temyiz veya itiraz mercilerinin kararlarının tamamen
gerekçeli olması zorunlu değildir. İtiraz merciinin soruşturmayı yürüten adli
veya idari makamın kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi
kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli
olan husus, itiraz merciinin bir şekilde itirazda dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, adli veya idari merciin soruşturma iznine ilişkin kararını
inceleyerek itirazda yer alan talebi reddettiğini veya kabul ettiğini
göstermesidir (Bilal Turan ve diğerleri (2),
§ 81; Ahmet Sağlam, B. No:
2013/3351, 18/9/2013, § 50).
67. Bahse konu Danıştay Daire kararına (bkz. § 23) bakıldığında
Dairenin cezai sorumluluğun belirlenmesi açısından idarenin verdiği kararın
incelenmesinde sahip olduğu takdir yetkisi kapsamında, hukuk yargılaması
sürecinde alınan bilirkişi raporu yerine görgü tanıklarının olayın gerçekleşme
şekline yönelik ifadelerini de dikkate alarak ceza soruşturmasında alınan
bilirkişi raporunu esas aldığı ve bir sonuca ulaştığı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle anılan Dairenin kararının başvurucunun iddiası açısından gerekçesiz olduğundan
söz edilemez.
68. Gerçekleşen bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin
değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Anayasa Mahkemesi,
ancak başvuru konusu yapılmış bir olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve
başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılmasına yönelik
olarak ileri sürdüğü hususlar açısından, soruşturma makamları ve derece
mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde
değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No:
2013/2782, 11/3/2015, § 68).
69. Bu çerçevede somut olaya bakıldığında ceza soruşturmasının
olayın gerçekleşme koşullarını ortaya koyma ve olası sorumlu kişileri belirleme
açısından esaslı bir eksiklik olmadan yürütüldüğü, soruşturma sonucunda alınan
kararın somut kanıtlarla çelişecek ve açıkça hukuka aykırılık oluşturacak
şekilde gerekçesiz ve keyfî verildiğinden söz edilemeyeceği dolayısıyla
soruşturmanın yetersiz ve çelişkili olduğunun kabul edilmesinin mümkün olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
70. Yukarıda yer verildiği şekilde (bkz.§ 55) tedbirler
alınmasına rağmen ölümün gerçekleşmiş olması, somut olayın koşullarında yetkili
kişilerin muhakeme hatasını veya dikkatsizliğini aşan bir ihmali olduğunu
ortaya koymamaktadır. Bu durumda da insanların hayatının tehlikeye girmesine
neden olduğu ileri sürülen kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmamasının
ya da bu kişilerin yargılanmamasının 17. maddenin ihlaline neden olduğundan söz
edilemeyecektir (bkz. § 54).
71. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki kararlarında sıklıkla
belirtildiği üzere yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza
soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir
şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve
sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır.
Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür.
Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir
suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, devlete de tüm
yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma
yükümlülüğü verdiği anlamına gelmemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
72. Açıklanan nedenlerle yaşam hakkı kapsamında güvence altına
alınan etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
2. Yaşamı Koruma
Yükümlülüğüne İlişkin İddialar
73. Başvuruda ileri sürülen gerekli tedbirlerin alınmaması
suretiyle yaşamı koruma yükümlülüğünün (bkz. § 51) ihlal edildiği iddiaları
açısından yaşam hakkına ilişkin bir ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi
öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (Bilal Turan ve diğerleri (2), § 75).
74. Ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere
karşı kusura ve hatta kusursuz sorumluluğa dayalı olarak Anayasa’nın 125.
maddesinin son fıkrası uyarınca idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı Kanun ve 6098
sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen (bkz. §§ 39, 40) hükümleri ile -husumetin
yöneltileceği kişiye bağlı olarak- hukuk ve idare mahkemeleri önünde uğranılan
zararları tazmin yolları düzenlenmiştir (Bilal
Turan ve diğerleri (2),
§ 74).
75. Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece
mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması
suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve
yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri
sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru
mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme
yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin
şikâyetler açısından kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul
bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru
yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 61, 74; Sadık Koçak ve diğerleri, § 83).
76. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği
ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu
kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların devam edip etmediğine
bağlıdır. Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı
kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği gözönünde bulundurularak dava koşullarının tamamının
değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun
mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda,
idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da
bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri,§
84).
77. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önce bu konuda verdiği
kararlarında (Sadık Koçak ve diğerleri;
Rıfat Bakır ve diğerleri; Metin Dilmaç ve diğerleri, B. No:
2013/1439, 14/10/2015; İlker Başer ve
diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015) etkili bir ceza
soruşturmasını müteakip idare mahkemelerinin ve AYİM’in,
ihmal sonucu meydana gelen ölümlere ilişkin idarenin sorumlu olduğunu tespit
etmeleri ve kendi takdir ettikleri ölçüler çerçevesinde tazminata
hükmetmelerinin, başvurucuların yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan
kaldırdığı sonucuna ulaşmıştır.
78. Somut olayda başvurucunun, İdare Mahkemesi nezdinde açmış
olduğu, yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamındaki iddiaları açısından etkili
olduğu kabul edilebilecek tam yargı davasının temyiz incelemesi aşamasında
olduğu ve henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Başvurucunun mağdur sıfatı
açısından belirleyici nitelikteki yargılamanın sonucunun beklenmesi
gerekmektedir.
79. Açıklanan nedenlerle başvurucunun yaşamı koruma
yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarının başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin
iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı
kapsamında etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.