TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELİM ADIYAMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/8846)
|
|
Karar Tarihi: 9/3/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 27/4/2016-29696
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucu
|
:
|
Selim ADIYAMAN
|
Vekili
|
:
|
Av.Esra KATIMAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, boşanma davasında, çocuk ile kişisel ilişki
kurulması yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 9/12/2013 tarihinde Urla Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca kabul edilebilirlik
incelemesi Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/11/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
9/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 28/12/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
ilgili olaylar özetle şöyledir.
8. Başvurucu aleyhine 1/2/2013 tarihinde İzmir 12. Aile
Mahkemesinin E.2013/90 sayılı dosyasına kayden açılan davada, tarafların
boşanmaları talebinin yanı sıra müşterek çocuğun velâyetinin davacı anneye
verilmesi ve başvurucunun davacıya yönelttiği iddia edilen tehditlerden dolayı
4/8/2007 doğumlu müşterek çocuk ve başvurucu baba arasında kişisel münasebet
tesisinden kaçınılması ile gerekirse uzman raporu temininden sonra bu hususun
karara bağlanması talep edilmiş olup Mahkemece 6/2/2013 tarihinde tensip
tutanağı düzenlenmiştir.
9. Başvurucu tarafından ibraz edilen 5/3/2013 havale
tarihli dilekçe ile dava tarihinden beri çocuğunu göremediği, davacı annenin de
çocuğu kendisine göstermeme yönünde bir iradeye sahip olduğu, kişisel ilişki
tesisine karar verilmemesi durumunda uzun bir süre daha çocuğunu göremeyeceği,
çocuğuna dönük görev ve sorumluluklarını sürdürme kararlılığı içinde olduğu,
boşanma sürecinin çocuğu ile olan bağına zarar vermesini istemediği, baba ile
çocuk arasındaki ilişkilerin zaman içinde zedelenmemesi için kişisel ilişki
düzenlemesinin uygun olacağı, bu ilişkinin kurulma koşullarının tespitinin,
güvenilir üçüncü kişi nezaretinde görüşme şartı da dahil olmak üzere mahkemenin
takdirine bırakıldığı belirtilerek, karar verilirken başvurucunun çalışıyor
olmasının gözönünde tutularak görüşme günlerinin hafta sonu olarak tayin
edilmesi ve bayram gibi özel günlerde de görüşme imkânı sağlanması talebinde
bulunulmuştur.
10. Mahkemece 6/3/2013 tarihli duruşmada, müşterek
çocuğun dava süresince tedbiren davacı anne yanında kalmasına; çocuk ile
tedbiren şahsi ilişki hususunun ön inceleme aşaması, karşılıklı dilekçelerin
verilmesi ve delillerin bildirilmesi işlemleri tamamlandıktan sonra
değerlendirilmesine karar verilmiştir.
11. Mahkemece9/4/2013 tarihli duruşmada, başvurucu ile
çocuk arasında tedbiren şahsi ilişki kurulması yönündeki talebin, aşamalarda
değişecek duruma göre tekrar değerlendirilmek üzere reddine karar verilmiştir.
12. Başvurucu tarafından 22/4/2013 havale tarihli dilekçe
ile çocuğun ebeveynini görme ve kişisel ilişki kurma hakkı ile anne babanın
çocuk ile kişisel ilişki kurma hakkının anayasal olarak koruma altında olduğu,
belirtilen haklar arasında Mahkemece denge kurulması ve bu kapsamda orantılı
ölçüde tedbirler uygulanması gerektiği belirtilerek kişisel ilişki kurulması
talebinin reddine dair kararın tekrar gözden geçirilmesi suretiyle karardan
dönülmesi ve serbest kişisel ilişki kurulması noktasında tereddüt var ise
görüşmelerin üçüncü kişi nezaretinde gerçekleştirilmesinin sağlanması talep
edilmiştir.
13. 4/6/2013 tarihli ön inceleme duruşmasında, başvurucu
tarafından şahsi ilişki talebi yinelenmiştir. Mahkemece 4/6/2013 tarihli ara
kararı ile çocuk hazır edildiğinde mahkeme uzmanından tedbiren şahsi ilişki
konusunda rapor alınmasına ve şahsi ilişki talebinin ilgili rapor sunulduktan
sonra değerlendirilmesine karar verilmiştir.
14. Mahkemece görevlendirilen pedagog tarafından,
taraflar ve müşterek çocuk ile yapılan görüşme sonrasında tanzim edildiği
anlaşılan 8/7/2013 tarihli sosyal inceleme raporunda; başvurucu gibi annenin de
çocuk ve baba arasında şahsi ilişki kurulmasını arzu ettiği ancak güvenlik
kaygıları nedeniyle bunun uygun şartlarda gerçekleştirilmesini istediği, çocuk
ve babanın görüştürülmesi esnasında çocuğun çekingen tavırları nedeniyle
başvurucunun agresif davranmasının çocuk üzerinde olumsuz etki oluşturduğu,
çocuğun baba figürüne güvenmediği, zarar vereceği endişesi taşıdığı, mevcut
yaşı itibarıyla babası ile yalnız olarak aynı ortamda bulunmak istemediğinin
anlaşıldığı, bu nedenle tedbiren anne yanında bulunan çocuğun psikososyal
gelişimi açısından başvurucu baba ile güvenli bir bağ kurulabilmesi için dava
sürecinde iki haftada bir Pazar günleri 13:00-16:00 saatleri arasında şahsi
ilişki kurulmasının, bu süreçte çocuğa bir kolluk görevlisinin eşlik etmesinin
çocuğun yüksek yararına olacağı ve baba ile çocuk arasındaki münasebetin çocuk
üzerindeki etkilerine göre görüşme süresinin daha sonra tekrar
değerlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir.
15. Başvurucu tarafından 9/7/2013 tarihli dilekçe ile
belirtilen rapor dikkate alınarak çocuk ile arasında kişisel ilişki tesisi
talep edilmiş olup mahkemece 12/7/2013 tarihli celsede belirtilen talep
reddedilmiş ve ara kararında, uzman raporu içeriğine göre çocuğun kolluk
görevlisi nezaretinde başvurucu ile tedbiren görüştürülmesinin henüz beş
yaşındaki bir çocuğun yüksek yararına olmayacağı anlaşıldığından, değişen ve
toplanan delillere göre ileride yeniden değerlendirilmek üzere şahsi ilişki talebinin
reddedildiği belirtilmiştir.
16. Foça Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından
mahkemeye gönderilen yazıda, başvurucunun 9/11/2013 tarihinde ilgili Cezaevine
girişinin yapıldığı bildirilmiştir.
17. 7/11/2013 tarihli duruşmada başvurucu vekilince başvurucunun
cezaevine gireceği belirtilerek çocuk ile başvurucu arasında cezaevinde belirli
günlerde görüşme sağlanması talep edilmiş, mahkemece çocuğun yaşı gözönünde
bulundurulduğunda bu yaştaki bir çocuğun cezaevinde babası ile şahsi ilişki
kurmasının uygun olmayacağı belirtilerek başvurucu vekilinin talebi
reddedilmiş; 9/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
18. Bireysel başvuru sonrasında ve yargılamanın 11/2/2014
tarihli celsesinde, celse arasında başvurucunun cezaevinden çıktığının bildirilmesi
durumunda, tedbiren şahsi ilişki kurulması hususunda değerlendirme yapılmasına,
8/9/2014 tarihli celsede ise müşterek çocuk hazır edildiğinde başvurucunun
cezaevinde bulunması da dikkate alınarak şahsi ilişki yönünden davanın esasına
yönelik olarak mahkeme uzmanından rapor alınmasına, rapor sonucuna göre çocuk
ile başvurucu arasında tedbiren görüşme tesis edilmesi hususunun
değerlendirilmesine ve ilgili cezaevinden başvurucunun açık görüş günlerinin ve
saatlerinin sorulmasına karar verilmiştir.
19. 10/9/2014 tarihli sosyal inceleme raporunda; çocuk
ile baba arasında cezaevinde yapılan görüşmelerden çocuğun olumlu yönde
etkilendiği, her ne kadar çocuğun yaşı ve gelişimi gözönüne alındığında cezaevi
ziyaretlerinden olumsuz yönde etkilenme ihtimali bulunuyor ise de çocuğun
babaannesi eşliğinde babası ile yapacağı görüşmenin psikososyal gelişimi
açısından fayda sağlayacağı, çocuğun baba çocuk diyaloğunu yeni yakalamaya
başladığı ve babası ile kurduğu bu ilişkiyi kaybetmekten korktuğu, birarada
geçirdikleri süreçten keyif aldığı belirtilerek çocuğun her ay bir defa
babaannesi eşliğinde babası ile cezaevinde görüşmesinin uygun olacağı ifade
edilmiştir.
20. Takip eden 10/10/2014 tarihli celsede, çocuğun
yargılama aşamasında başvurucunun o ayki ilk açık görüş gün ve saatlerinde
tedbiren başvurucu ile görüştürülmesine karar verilmiştir.
21. Yargılamanın ertelendiği 28/10/2014 tarihli celsede
mahkemenin E.2013/90 sayılı kararıyla davanın kabulü ile tarafların
boşanmalarına, müşterek çocuğun velâyetinin anneye verilmesine, başvurucu
şartla tahliye olana kadar çocuğun her ay başvurucunun o ayki ilk açık görüş
gün ve saatlerinde başvurucu ile görüştürülmesi suretiyle şahsi ilişki
tesisine, başvurucu şartla tahliye olduktan sonra ise çocuğun her ayın 1. ve 3.
Cumartesi günleri saat 09.00 ile Pazar günleri saat 17.00 arası, dinî
bayramların ilk günü saat 09.00 ile 2. günü saat 09.00 arası ve her yıl Temmuz
ayının ilk günü saat 09.00 ile son günü saat 17.00 arası başvurucu yanına
verilerek şahsi iliski tesisine karar verilmiştir. Hüküm, yasal süresi içinde
taraflarca temyiz yoluna başvurulmamış olması nedeniyle 13/1/2015 tarihi
itibarıyla kesinleşmiştir. Gerekçeli kararda, yargılama sırasında ileri sürülen
şahsi ilişki taleplerinin reddine ilişkin olarak başvurucunun cezaevinde
bulunması ve çocuğun yaşı da dikkate alınarak o yaştaki bir çocuğun cezaevinde
babası ile şahsi ilişki kurmasının uygun olmayacağı kanaatine varıldığı, söz
konusu talebin başvurucu tanıklarının dinlenilmesinden ve bu yönde uzman raporu
alınmasının ardından değerlendirilmesinin uygun olacağının düşünüldüğü, zira
çocuğun cezaevinde bulunan babasının orada bulunma sebebi ile ilgili
tereddütler yaşayacağı ve yaşı itibarıyla bunu anlayamayabileceğinin
değerlendirildiği belirtilmiştir. Gerekçede yukarıdaki değerlendirmeden sonra
aradan geçen süre de dikkate alınarak çocuğun velâyeti ve şahsi ilişki yönünden
uzman raporu alındığı, söz konusu 10/9/2014 tarihli raporda çocuğun
başvurucunun annesi tarafından cezaevine götürüldüğünün ve babası ile
görüşmesinin sağlandığının; çocuğun babasının daha önce kendisi ile bu kadar
ilgilenmediği, şu anki ilgisinden mutlu olduğu, babaannesi ile babasını görmeye
gitmeye devam etmek istediği yönünde beyanda bulunduğunun, her ne kadar çocuğun
yaşı ve gelişimi gözönüne alındığında cezaevi ziyaretlerinden etkilenme
ihtimali bulunuyor ise de babaannesi eşliğinde babası ile görüşebileceğinin
belirlendiğinin ifade edildiği ve bu kapsamda 10/10/2014 tarihli celsede çocuk
ve baba arasında tedbiren kişisel ilişki kurulmasına karar verildiği
belirtilmiştir.
B. İlgili Hukuk
22. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun “Geçici önlemler” kenar başlıklı 169. maddesi şöyledir:
“Boşanma
veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan,
özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve
çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.”
23. 4721 sayılı Kanun’un “Kural” kenar başlıklı
323. maddesi şöyledir:
“Ana
ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan
çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir.”
24. 4721 sayılı Kanun’un “Sınırları” kenar
başlıklı 324. maddesi şöyledir:
“Ana
ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun
eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.
Kişisel
ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını
birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk
ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel
ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.”
25. Türkiye açısından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve
27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)Kamusal
ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama
organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde,
çocuğun yararı temel düşüncedir.”
26. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 9. maddesinin
ilgili fıkraları şöyledir:
“(1)Yetkili
makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak,
ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf
Devletler, çocuğun; ana–babasından, onların rızası dışında ayrılmamasını
güvence altına alırlar. Ancak, ana–babası tarafından çocuğun kötü muameleye
maruz bırakılması ya da ihmâl edilmesi durumlarında ya da ana–babanın
birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgâhının belirlenmesi amacıyla
karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir.
(2)Bu
maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara
işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır.
(3)Taraf
Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen
çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana babanın ikisiyle de
düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı
gösterirler.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/3/2016 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
28. Başvurucu, çocuğu ile şahsi ilişki kurması isteminin
gerekçe gösterilmeksizin Mahkemece reddedildiğini, bilirkişi tarafından
hazırlanan raporun dikkate alınmadığını, ceza infaz kurumunda kalacağı bir yıl
boyunca çocuğunu görmesinin engellendiğini, cezaevinde bulunmasına ve geçmişte
birtakım suçlar işlediğine dair adli sicil kaydı bulunmasına rağmen çocuğuna
karşı daima sevgi dolu olduğunu, hiçbir zaman menfi bir davranış tarzı
sergilemediğini, mahkemenin kişisel ilişki tesisine ilişkin talepleri ret kararlarının
çocuğun üstün menfaatine de hizmet etmediğini, zira kişisel ilişki tesis
edilmeksizin geçen sürenin baba ile çocuk arasındaki bağı tamamen yok etme
tehlikesi taşıdığını, bu durumun çocuğu ile yapıcı bir ilişki kurma imkânını da
engellediğini, mahkemenin ret kararı gerekçelerinin anayasal haklarının
sağladığı güvenceler bakımından yeterli olmadığını, mahkemenin çocuğu ile
kişisel ilişki kurmasının uygun olduğunu belirten bilirkişi raporuna itibar
etmemesi durumunda dahi yeni bir rapor alma yoluna gitmesi gerektiğini, verilen
kararın cezaevinde olan şahısların hiçbir şart altında çocukları ile görüşme
imkânı elde edemeyecekleri anlamına geldiğini; olgusal, duygusal, psikolojik,
maddi ve tıbbi nitelikteki bütün faktörler ile ailenin durumunun mahkemece
derinlemesine incelenmediğini ve çocuğun üstün menfaatine dayanılmakla birlikte
baba ile çocuğun üçüncü bir kişi nezaretinde görüşmesinin bu menfaate nasıl bir
aykırılık oluşturacağının açıklanmadığını, söz konusu uygulamada ilgili
menfaatler arasında adil bir denge gözetilmediğini ve bu suretle ilgili
anayasal güvencelerin tamamen ortadan kaldırıldığını, taleplerinin makul
sürelerde incelenerek değerlendirilmediğini, başvurunun incelenmesi için
yargılamanın bitmesi şartının aranmayacağını çünkü çocuğu ile kişisel ilişki
kurulması yönünde karar verilmemesi ile ihlalin devam eder nitelikte olduğunu
belirterek Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Başvurucu tarafından Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber ihlal iddialarının
mahiyeti gereği, başvurunun aile hayatına saygı hakkı kapsamında incelenmesi
uygun görülmüştür.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
30. Somut başvuru, müdahale iddiasına konu ara kararı
üzerine ve ilgili yargılamanın derdest olduğu süreçte yapılmış olmakla beraber
başvurucu tarafından5/3/2013 tarihli dilekçe ile yöneltilen şahsi ilişki
talebinin mahkemenin 9/4/2013 tarihli kararı ile reddedilmesi üzerine söz
konusu ara kararına yapılan itirazın da reddedildiği ve başvurucu tarafından
devam eden yargılama sürecinde aynı hususta yöneltilen taleplerin de mahkemece
kabul edilmediği anlaşılmaktadır. Başvurucu tarafından, verilen son ret kararı
ile çocuğunu cezaevinde bulunacağı gelecek bir yıl içinde de görme ihtimalinin
ortadan kalktığı ve yapılan ısrarlı itirazlar değerlendirmeye alınmadığından
yeni bir karar beklemenin faydasız olacağı düşünülerek 7/11/2013 tarihli ret
kararından sonra başvuruda bulunulduğu ifade edilmiştir.
31. Bu kapsamda, çocuk ile şahsi ilişki kurulması
hususunda müteaddit defalar talepte bulunulduğu ve verilen ret kararlarına
yapılan itirazın da kabul görmediği, son defa 7/11/2013 tarihli celsede ileri
sürülen talebin mahkemece aynı tarihli ara kararı ile reddedildiği
görülmektedir. Başvurucu tarafından, ara kararından dönülmesi talebinin etkisiz
olacağı değerlendirilerek bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.
Mahkemenin, başvurucu ile çocuk arasında şahsi ilişki kurulması noktasında
ileri sürülen talepleri ret ve ara kararlarından dönülmesi yönünde yapılan
itirazları kabul etmeme noktasındaki ısrarlı tutumu, başvurucunun son olarak
verilen ara kararının tekrar değerlendirilmesi talebiyle yapılacak itirazı
etkisiz görme hususundaki kanaatini makul göstermektedir.
32. Bunun yanı sıra bireysel başvuru tarihinde
uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmemiş olmakla birlikte baba ve çocuk
arasındaki bağa ilişkin tehlikede olan menfaatin niteliği gözönünde
bulundurulduğunda söz konusu ara kararları bağlamında, iddiaya konu temel hak
üzerindeki etkinin, yargılamanın sonucundan bağımsız olarak doğması söz konusu
olduğundan, başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği
sonucuna ulaşılmıştır.
33. Başvurunun incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka
bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
34. Başvurucu, boşanma davası sürecinde çocuğu ile
arasında kişisel ilişki tesis edilmesi hususundaki taleplerin reddedildiğini
belirterek aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
35. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun gerekçeli
karar hakkı ve makul sürede yargılanma hakkına ilişkin ihlal iddiaları için
daha önce benzer hususlarda verilen görüşlere atfen ayrıca görüş sunulmadığı
bildirilmiştir. Aile hayatına saygı hakkının ihlali iddiası kapsamında ise
Anayasa Mahkemesinin aile hayatına saygı hakkı bağlamında verdiği kararlarda
yer alan tespitlere yer verilerek bu tespitler çerçevesinde çocuk ile başvurucu
arasında kişisel ilişki tesisi ile ilgilikararlardaki gerekçelerin; aile
hayatına saygı hakkı bağlamında ilgili ve yeterli olup olmadığı, kurulması
öngörülen kişisel ilişkinin uygulanabilir ve etkili olmasını temin edecek
şekilde hareket etme yükümlülüğü açısından etkisiz kalıp kalmadığı ve
başvurucunun çocuğu ile kişisel ilişki kurma hakkının yerine getirilmesinde
kamusal makamlarca gereken çabanın gösterilip gösterilmediği hususundaki
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğuifade edilmiştir.
a. Genel İlkeler
36. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile
30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre
Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi
için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da
güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi
gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında
kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No. 2012/1049,
26/3/2013, § 18).
37. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar
başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes,
özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî
güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel
ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim
kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin
üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili
merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim,
kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el
koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle
ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların
düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
38. Anayasa’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları”
kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile,
Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet,
ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile
planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
teşkilatı kurar.
Her
çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça,
ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
Devlet,
her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
39. Sözleşme’nin “Özel ve aile hayatına saygı hakkı”
kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1)
Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi
hakkına sahiptir.
(2)
Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin
yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği,
ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi,
sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için
gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
40. Aile yaşamına saygı hakkı, Anayasanın 20. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate
alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi
ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi
gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme Sözleşme’nin 8.
maddesi çerçevesinde korunan aile yaşamına saygı hakkının Anayasa'daki
karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, özellikle aile yaşamına saygı hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır.
41. Aile yaşamındaki temel ilişkiler, kadın ve erkek ile
ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmî evlilik birliklerinin aile
hayatı kapsamında korunduğu kuşkusuz olup evlilik içinde doğan çocuklar da
kendiliğinden evlilik ilişkisinin bir parçası sayılırlar.Bu çerçevede, çocuğun
doğumundan itibaren çocuk ve ebeveyn arasında aile yaşamı anlamına gelen bir
bağ kurulduğunun kabulü gerekir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047,
7/5/2015, § 23; N.Ö., B. No: 2013/19725, 19/11/2015, § 33. Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09,
12/4/ 2011, §§54, 60). Başvuru konusu olayda, başvurucunun çocuğu evlilik
içinde dünyaya gelmiş olup hukuken mevcut olan ailenin bir parçasıdır. Bu
bağlamda, başvurucu ile çocuğu arasındaki söz konusu ilişki, aile yaşamının
kurulması için yeterlidir.
42. Aile yaşamının temel unsuru, aile ilişkilerinin
normal bir şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile fertlerinin birlikte
yaşama hakkıdır. Bu hakkın kapsamının ise aile yaşamına saygı yükümlülüğünden
ayrı düşünülmesi mümkün değildir (Murat Atılgan, § 24; Marcus Frank
Cerny, § 38).
43. Ebeveyn ile çocukların birlikte yaşama istekleri aile
yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olup boşanma veya ayrılık davaları kapsamında
aile ilişkisine müdahalede bulunulmuş olması, aile yaşamını ortadan kaldırmaz.
Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile yaşamının anne ve babanın boşanmasının
ardından da devam edeceği açıktır. Buna bağlı olarak anne babanın ve çocuğun aile
yaşamlarına saygı hakları, belirtilen durumlarda ailenin yeniden
birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir. Söz konusu yükümlülük,
yalnızca çocukların kamusal makamlarca koruma altına alınması bağlamındaki
uyuşmazlıklar açısından değil, ebeveyn veya diğer aile bireyleri arasındaki
velâyet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar için de geçerlidir (Murat
Atılgan, § 25; N.Ö.,§ 35. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Berrehab/Hollanda,
B. No: 10730/84, 21/6/1988, § 21; Gluhakovic/Hırvatistan, §§56, 57).
44. Aile yaşamına saygı hakkı kapsamında devlet için söz
konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden
kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak aile
yaşamına etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif
yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler
arası ilişkiler alanında olsa da aile yaşamına saygıyı sağlamaya yönelik
tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Murat Atılgan, § 26; N.Ö.,
§ 36. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No:
8978/80, 26/3/1985, § 23).
45. Devletin pozitif tedbirler alma yükümlülüğü konusunda
Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri; ebeveynin, mevcut olayda babanın, çocuğuyla
bütünleşmesinin sağlanması amacıyla tedbirler alınmasını isteme hakkını ve
kamusal makamların bu tür tedbirleri alma yükümlülüğünü içermektedir. 41.
maddede her çocuğun yüksek yararına aykırı olmadıkça anne ve babasıyla kişisel
ve doğrudan ilişki kurma ve ilişkiyi sürdürme hakkına sahip olduğu açıkça
belirtilmektedir. Söz konusu yükümlülüğün uluslararası sözleşmelerde de yer
bulduğu görülmektedir (bkz. § 26). Bu noktada anne ve baba ile düzenli bir
kişisel ilişki sürdürülmesinde çocuğun üstün menfaatinin bulunduğu da gözardı
edilmemelidir.
46. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de önüne gelen
birçok davada, aile yaşamına saygının kamu makamlarına, ebeveynler ve
çocuklarını bir araya getirmek şeklinde pozitif bir görev yüklediğini ve bu
durumun, ayrılığa devletin değil ebeveynin yol açtığı durumlarda dahi geçerli
olduğunu, bu alandaki pozitif yükümlülüğün bireyler arasındaki ilişkiler
alanında dahi aile yaşamına saygıyı güvence altına almak için tasarlanmış ve
hem bireylerin haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve
oluşturulmasını hem de fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını
gerektirdiğini ifade etmektedir (Hokkanen/Filnadiya, B. No: 19823/92,
23/9/1994, § 58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §
63; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, § 52).
47. Bununla birlikte aile yaşamına saygı hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin, hangi koşullarda olumlu edimde bulunmayı
gerektirdiğinin kesin çizgilerle belirlenmesi, söz konusu hak kapsamındaki
ilişkilerin mahiyeti gereği kolay değildir (Murat Atılgan, § 28; N.Ö.,
§ 39). AİHM de özellikle pozitif yükümlülükler söz konusu olduğunda saygı
kavramının çok kesin bir tanımının bulunmadığını ve taraf devletlerde
karşılaşılan durumlar ve izlenen uygulamalardaki farklılıklar dikkate
alındığında bu kavramın gereklerinin olaydan olaya önemli ölçüde değiştiğini
kabul etmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Abdulaziz, Cabales ve
Balkani/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67).
b. Müdahalenin Mevcudiyeti
48. Anne-baba ve çocukların birlikte yaşama hakkı aile
hayatının esaslı bir unsuru olup, anne ve baba arasındaki ilişkinin sona ermesi
durumunda hukuksal düzenlemelerden kaynaklanan ve bu ilişkiyi kısıtlayan ya da
engelleyen tedbirler, aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturur (Murat
Atılgan, § 29; N.Ö., § 40. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hoppe/Almanya,
B. No: 28422/95, 5/12/2002, § 44; Johansen/Norveç, B. No: 17383/90,
7/8/1996, § 52; Elsholz/Almanya, B. No: 25735/94 13/7/2000, § 43). Somut
başvuru açısından, boşanma davası sürecinde velâyeti tedbiren anneye verilen
çocuk ile görüşme hususunda başvurucuya imkân tanınmaması ve kişisel ilişki
konusundaki kısıtlamaların, başvurucunun aile hayatına saygı hakkına müdahale
oluşturduğu açıktır.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
49. Anayasa’nın 20. maddesinde, bu hakkın tüm boyutlarına
ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla
beraber özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından
kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde
yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün
olabilmektedir. Bu noktada Anayasanın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri
işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Ekşi, B. No: 2013/2187,
19/12/2013, § 33).
50. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
51. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri
sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer
alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlanabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın bütünselliği
ilkesi çerçevesinde, Anayasa kurallarının birarada ve hukukun genel kuralları
gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan, belirtilen düzenlemede yer
alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin,
Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Ekşi, § 35).
i. Kanunilik
52. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü
anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale
söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren
bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup
olmadığıdır (Sevim Akat Ekşi, § 36).
53. Kişisel ilişkinin tesisine ilişkin olarak 4721 sayılı
Kanun’un 169., 323. 324. maddelerinde ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiş olup
başvurucunun aile yaşamının uygulamada ve etkili bir şekilde korunmasını
güvence altına alan yasal bir çerçevenin mevcut olduğu ve velâyet hakkı ile
kişisel ilişki tesisine dair somut başvuruya konu uygulamanın, belirtilen hüküm
temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
ii. Meşru Amaç
54. Anayasa'nın 41. maddesinde her çocuğun yüksek
yararına aykırı olmadıkça anne ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve
ilişkiyi sürdürme hakkına sahip olduğu açıkça belirtilmektedir. 4721 sayılı
Kanun’un ilgili maddelerinde de velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen
eşin, çocuk ile kişisel ilişkisi düzenlenirken çocuğun özellikle sağlık, eğitim
ve ahlâk bakımından yararlarının esas tutulacağı ifade edilmiştir. Bu bağlamda,
velâyet ile kişisel ilişkiye ilişkin düzenlemeler kapsamında alınan
tedbirlerin; çocuğun eğitimi, sağlığı ve ahlakı ile çocuk ve ebeveynin hak ve
özgürlüklerini koruma şeklindeki meşru temellere dayandığı anlaşılmaktadır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve
Ölçülülük
55. Belirtilen meşru temellere rağmen bireyin temel
haklarına yapılan müdahale ile bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında bir
orantı bulunması zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesinde, bu orantının
değerlendirilmesi noktasında nazara alınmak üzere, demokratik toplumda
gereklilik, hakkın özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç
ayrı güvence ölçütüne daha yer verilmiştir.
56. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en
geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve
özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle
kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı
kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak
olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması
gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları,
nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların
tamamı, demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Murat
Atılgan, § 37; N.Ö., § 48).
57. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve
özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel
hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu
çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz
hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul
edilmelidir. Aile hayatına saygı hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan
kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede
güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği
açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden
fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca
ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını
gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin
sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve
araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz
bir yükümlülük getirmemesini deyimleyen orantılılık unsurlarını içermektedir (Murat
Atılgan, § 38; N.Ö., § 49; AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
58. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer
alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması hususunda geçerli olan bu
denge, aile hayatına saygı hakkının sınırlanmasında da gözönünde
bulundurulmalıdır. Aile hayatına saygı hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında
orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek yarar ile temel hak
ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına
özen gösterilmelidir. Bu noktada, belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlama
yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve aile hayatına
saygı hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç
karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının gözönünde bulundurulması ve
özellikle velâyet ve kişisel ilişki tesisine dair uyuşmazlıklar söz konusu
olduğunda ebeveyn ve çocuğun menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulup
kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir (Murat Atılgan, § 39; N.Ö.,
§ 50).
59. Başvuruya konu yargısal uygulamanın yukarıda
belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte başvurucunun aile
hayatına bir müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamanın, belirtilen hakkın
özüne dokunarak onu anlamsız kılacak ölçüde olmaması gerekmektedir.
60. Kamusal makamların izlenen meşru amaçlar bağlamında
bir hakkın sınırlanması sürecinde takdir yetkisi bulunmakla birlikte belirtilen
takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence
altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından
önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta veya
genişlemektedir.
61. Aile hayatına saygı hakkı kapsamındaki negatif ve
pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin biçimde tanımlamak mümkün
olmayıp ilgili makamların, her iki yükümlülük çerçevesinde de belirli bir
takdir alanına sahip olduğu kabul edilmekle birlikte her iki yükümlülük
kapsamında da benzer ilkelerin gözönünde bulundurulması, özellikle her iki
durumda da kamusal makamlarca olayın bağlamı ve müdahalenin türüne göre birey
menfaatleri ile toplum menfaatleri ve çocuk ile ebeveyn menfaatleri arasında
adil bir denge kurulmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu dengenin
tesisinde niteliği gereği çocuğun menfaatlerine özel bir önem verilmesi
gerektiği açıktır (Murat Atılgan, § 53; N.Ö., § 42. Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, § 55; Hoppe/Almanya,
§ 49). Kamu makamları, söz konusu uyuşmazlıklarda, ebeveyn arasındaki
işbirliğini kolaylaştıracak tedbirleri almakla yükümlüdür. Ebeveyn ile
görüşmenin aile yaşamına saygı hakkı kapsamındaki menfaatleri tehdit ettiği
durumlarda ilgili makamların görevi, söz konusu menfaatler arasında gereken
dengenin tesisi olacaktır. Bu dengenin kurulmasında ilgili kamu makamları
belirli bir takdir alanına sahip olmakla birlikte burada önemli olan husus,
ilgili makamların ailenin yeniden bütünleşmesini kolaylaştırmak için olayın
özel şartlarının gerektirdiği her türlü tedbiri almış bulunup
bulunmadıklarıdır.
62. Şüphesiz çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin
tespit, bu tür davalarda dikkate alınması gereken en önemli unsurdur. Bu
bağlamda ilgili taraflarla doğrudan temas hâlinde olan yargısal organların,
belirtilen hususun tespiti noktasında daha avantajlı konumda olduğu açıktır. Bu
nedenle Anayasa Mahkemesinin görevi, derece mahkemelerinin yerine geçerek
koruma ve kişisel ilişki tesisine ilişkin davalarda, belirtilen hususun bizzat
tanzim ve tespiti olmayıp ilgili Anayasal normlar bağlamında, derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış olan takdir yetkileri çerçevesinde hareket
edip etmediklerinin denetlenmesidir.
63. Özellikle müdahalenin ölçülülüğü noktasında, derece
mahkemelerinin takdir yetkilerini makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp
kullanmadıkları hususunu değerlendirme durumunda olan Anayasa Mahkemesi, bu
bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığını incelemek durumundadır(Murat Atılgan, § 44; N.Ö.,
§ 55. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Johansen/Norveç, § 64).
64. Derece mahkemelerinin; takdirlerinin gerekçelerini,
ilgili ebeveynin kanun yoluna müracaat imkânını da etkili şekilde
kullanabilmelerini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları ve
ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi
objektif verilere dayandırılması gerekmektedir (Murat Atılgan, § 56; N.Ö.,
§ 45. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Saviny/Ukrayna, B. No:
39948/06, 18/12/2008, §§ 56-58; Gluhakovic/Hırvatistan, § 62).
65. Derece mahkemelerinin, kendisine velâyet hakkı
tanınmayan anne veya baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesis ettiği
durumlarda, kurulması öngörülen ilişkinin uygulanabilir ve etkili olmasını
temin edecek şekilde hareket etmesi zaruridir. Bu anlamda lehine kişisel ilişki
tesis edilen anne veya babanın çalışma saatlerinin ve sair öznel durumlarının gözetilmediği
veya görüşme için uygun ortam tespitinin dikkate alınmadığı kararların, aile
hayatının korunması noktasında etkisiz kalacağı açıktır (Murat Atılgan,
§ 57; N.Ö., § 46. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gluhakovic/Hırvatistan,
§§ 60-80).
66. AİHM de benzer başvurular açısından ilgili
müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığının denetlenmesinde,
müdahalenin haklılığını ortaya koymak üzere ileri sürülen nedenlerin,
Sözleşme’nin 8. maddesinin ikinci fıkrası bağlamında ilgili ve yeterli olup
olmadığını dikkate almaktadır (Hoppe/Almanya, § 48).
67. Başvuru konusu yargısal sürecin
değerlendirilmesinden, başvurucu ve eşi arasında devam eden boşanma davası
neticesinde tedbiren velâyet hakkı anneye tanınan müşterek çocuk ile başvurucu
baba arasında kişisel ilişki tesisine ilişkin ilk talebin 5/3/2013 havale
tarihli dilekçe ile mahkemeye iletildiği; mahkemece 6/3/2013 tarihli duruşmada
çocuk ile tedbiren şahsi ilişki hususunun ön inceleme aşaması, dilekçelerin
karşılıklı verilmesi ve delillerin bildirilmesi işlemleri tamamlandıktan sonra
değerlendirilmesine karar verildiği ve 9/4/2013 tarihli duruşmada, başvurucu
ile çocuk arasında tedbiren şahsi ilişki kurulması yönündeki talebin,
aşamalarda değişecek duruma göre tekrar değerlendirilmek üzere reddine karar
verildiği; başvurucu tarafından çocuğun ebeveynini görme ve kişisel ilişki
kurma hakkı ile anne babanın çocuk ile kişisel ilişki kurma hakkının anayasal
olarak koruma altında olduğu, mahkemece belirtilen haklar arasında denge
kurulması ve bu kapsamda orantılı ölçüde tedbirler uygulanması gerektiği
belirtilerek kişisel ilişki kurulması talebinin reddine dair kararın tekrar
gözden geçirilmesi suretiyle karardan dönülmesi ve serbest kişisel ilişki
kurulması noktasında tereddüt var ise görüşmelerin üçüncü kişi nezaretinde
gerçekleştirilmesinin sağlanması hususunda 22/4/2013 havale tarihli dilekçe ile
ileri sürülen itirazın da reddedildiği görülmektedir. Devam eden yargılama
sürecinde 4/6/2013 tarihli ön inceleme duruşmasında, başvurucu tarafından şahsi
ilişki talebi yinelenmiş ancak mahkemece çocuk hazır edildiğinde mahkeme
uzmanından tedbiren şahsi ilişki konusunda rapor alınmasına ve şahsi ilişki
talebinin ilgili rapor sunulduktan sonra değerlendirilmesine karar verilmiştir.
Mahkemece görevlendirilen pedagog tarafından taraflar ve müşterek çocuk ile
yapılan görüşme sonrasında tanzim edildiği anlaşılan 8/7/2013 tarihli sosyal
inceleme raporunda, tedbiren anne yanında bulunan çocuğun psikososyal gelişimi
açısından başvurucu baba ile güvenli bağlanmasının oluşabilmesi için dava
sürecinde iki haftada bir Pazar günleri 13.00 ile 16.00 saatleri arasında şahsi
ilişki kurulmasının, bu süreçte çocuğa bir kolluk kuvvetinin eşilik etmesinin
çocuğun yüksek yararına olacağı ve baba ile çocuk arasındaki münasebetin çocuk
üzerindeki etkilerine göre görüşme süresinin daha sonra tekrar
değerlendirilmesinin uygun olacağının ifade edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu
tarafından 9/7/2013 tarihli dilekçe ile belirtilen rapor dikkate alınarak çocuk
ile arasında kişisel ilişki tesisi talep edildiği, ancak mahkemece 12/7/2013
tarihli celsede talebin reddedildiği ve ara kararda, uzman raporu içeriğine
göre çocuğun kolluk görevlisi nezaretinde başvurucu ile tedbiren
görüştürülmesinin henüz beş yaşındaki bir çocuğun yüksek yararına olmayacağı
anlaşılmakla, değişen ve toplanan delillere göre ileride yeniden
değerlendirilmek üzere şahsi ilişki talebinin reddedildiğinin belirtildiği
anlaşılmaktadır. Başvurucunun bir ceza hükmü nedeniyle (hakaret, memura
mukavemet suçları kapsamında) cezaevine girişini müteakip 7/11/2013 tarihli
duruşmada başvurucu vekilince başvurucunun cezaevine gireceği belirtilerek
çocuk ile başvurucu arasında cezaevinde belirli günlerde görüşme sağlanması
talep edilmiştir. Mahkemece çocuğun yaşı gözönünde bulundurulduğunda bu yaştaki
bir çocuğun cezaevinde babası ile şahsi ilişki kurmasının uygun olmayacağı
belirtilerek başvurucu vekilinin talebi reddedilmiş, 9/12/2013 tarihinde
bireysel başvuruda bulunulmuştur.
68. Bireysel başvuru sonrasında devam eden süreçte alınan
uzman raporunu takiben 10/10/2014 tarihli celsede, çocuğun yargılama aşamasında
başvurucunun o ayki ilk açık görüş gün ve saatlerinde tedbiren başvurucu ile
görüştürülmesine karar verilmiş ve yargılama neticesinde verilen nihai karar
ile velâyeti anneye bırakılan çocuk ile baba arasında, başvurucu şartla tahliye
olana kadar çocuğun her ay başvurucunun o ayki ilk açık görüş gün ve
saatlerinde başvurucu ile görüştürülmesi suretiyle şahsi ilişki tesisine,
başvurucu şartla tahliye olduktan sonra ise çocuğun her ayın 1. ve 3. Cumartesi
günleri saat 09.00 ile Pazar günleri saat 17.00 arası, dinî bayramların ilk
günü saat 09.00 ile 2. günü saat 09.00 arası ve her yıl Temmuz ayının ilk günü
saat 09.00 ile son günü saat 17.00 arası başvurucu yanına verilerek şahsi ilişki
tesisine hükmedilmiştir.
69. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca kişisel
ilişki kurulması talebinin ilk defa mahkemeye iletildiği 5/3/2013 tarihi ile
mahkemece başvurucu ve çocuğu arasında tedbiren kişisel ilişki tesisine
hükmedilen 10/10/2014 tarihli ara kararı arasında ve bir yıl yedi ayı aşkın bir
süre, mahkemenin şahsi ilişki taleplerini reddeden muhtelif tarihli ara
kararlarına istinaden başvurucuya çocuğu ile görüşme imkânı sağlanmadığı
anlaşılmaktadır.
70. Söz konusu karar gerekçeleri değerlendirildiğinde
bazı ara kararlarında, talebin aşamalarda ortaya çıkacak duruma göre yeniden
değerlendirilmek üzere reddedildiğinin ifade edildiği, son olarak verilen
7/11/2013 tarihli ret kararında ise çocuğun yaşı gözönünde bulundurulduğunda bu
yaştaki bir çocuğun cezaevinde babası ile şahsi ilişki kurmasının uygun
olmayacağının belirtildiği görülmektedir.
71. Bu bağlamda son ara kararı öncesinde dosyaya sunulan
ve mahkemece görevlendirilen pedagog tarafından taraflar ve müşterek çocuk ile
yapılan görüşme sonrasında tanzim edildiği anlaşılan 8/7/2013 tarihli sosyal
inceleme raporunda; başvurucu gibi annenin de çocuk ve baba arasında şahsi
ilişki kurulmasını arzu ettiğinin ancak güvenlik kaygıları nedeniyle bunun
uygun şartlarda gerçekleştirilmesini istediğinin, tedbiren anne yanında bulunan
çocuğun psikososyal gelişimi açısından başvurucu baba ile güvenli bir bağ
kurulabilmesi için dava sürecinde iki haftada bir Pazar günleri 13.00 ile 16.00
saatleri arasında şahsi ilişki kurulmasının, bu süreçte çocuğa bir kolluk
kuvvetinin eşlik etmesinin çocuğun yüksek yararına olacağının ve baba ile çocuk
arasındaki münasebetin çocuk üzerindeki etkilerine göre görüşme süresinin daha
sonra tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiş olmasına rağmen
söz konusu rapora neden itibar edilmediğinin ve çocuk ile baba arasındaki
muhtemel bir kişisel ilişkinin çocuğun sağlık ve güvenliği açısından nasıl bir
menfi etki doğurabileceği kanaatinin, belirtilen rapordan ayrılmayı haklı
kılabilecek hangi nedenlere dayanılarak edinildiğinin gerekçede belirtilmediği
görülmektedir.
72. Bu noktada başvurucunun, çocuğun ebeveynini görme ve
kişisel ilişki kurma hakkı ile anne babanın çocuk ile kişisel ilişki kurma hakkının
anayasal olarak koruma altında olduğu, mahkemece belirtilen haklar arasında
denge kurulması ve bu kapsamda orantılı tedbirler uygulanması gerektiği
belirtilerek kişisel ilişki kurulması talebinin reddine dair kararın tekrar
gözden geçirilmesi suretiyle karardan dönülmesi ve serbest kişisel ilişki
kurulması noktasında tereddüt var ise görüşmelerin üçüncü kişi nezaretinde
gerçekleştirilmesinin sağlanması hususundaki taleplerinin de mahkemece dikkate
alınmamış olması, bunun yanı sıra bireysel başvuru sonrasında devam eden
yargısal süreçte alınan ve daha önce temin edilen raporla benzer tespitler
içeren bilirkişi raporunda çocuğun, başvurucunun annesi tarafından cezaevine
götürüldüğünün ve babası ile görüşmesinin sağlandığının; çocuğun, babasının
daha önce kendisi ile bu kadar ilgilenmediği, şu anki ilgisinden mutlu olduğu,
babaannesi ile babasını görmeye gitmeye devam etmek istediği yönünde beyanda
bulunduğunun, her ne kadar çocuğun yaşı ve gelişimi gözönüne alındığında
cezaevi ziyaretlerinden etkilenme ihtimali bulunuyor ise de babaannesi
eşliğinde babası ile görüşebileceğinin belirlendiğinin ifade edildiği yönündeki
tespitlere istinaden 10/10/2014 tarihli celsede çocuk ve baba arasında tedbiren
kişisel ilişki kurulmasına karar verilmesi ve aynı kanaatin nihai karara da
yansıtılmış olması dikkate değerdir.
73. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvurucunun
çocuğu ile kişisel ilişki tesis edilmesi hususunda ileri sürdüğü taleplerin
reddine ilişkin olarak söz konusu takdirin gereklerinin derece mahkemesi
kararlarında somut verilerle bağlantı kurulmak suretiyle yeterli şekilde ortaya
konulmadığı görülmektedir.
74. Bu çerçevede çocuk ile başvurucu arasında kişisel
ilişki kurulmasına imkân vermeyen kararlardaki gerekçelerin aile hayatına saygı
hakkı bağlamında ilgili ve yeterli olmadığı, ebeveyn ve çocuğun bütünleşmesini
temin edecek şekilde hareket etme yükümlülüğü açısından etkisiz kaldığı, sonuç
olarak başvurucunun çocuğu ile kişisel ilişki kurma hakkının yerine
getirilmesinde kamusal makamlarca gereken çabanın gösterilmemiş olduğu
anlaşılmaktadır.
75. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
77. Başvurucu, kendisi ve çocuğunun aile hayatına saygı
hakkının ihlal edildiği iddiasıyla toplam 30.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
78. Somut başvuruda aile hayatına saygı hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
79. Aile hayatına saygı hakkının ihlali nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve
1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile
hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE
9/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.