logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Bedri Balaban [1.B.], B. No: 2013/3168, 21/1/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BEDRİ BALABAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3168)

 

Karar Tarihi: 21/1/2015

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Murat ŞEN

Başvurucu

:

Bedri BALABAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, tutuklulukta geçirdiği sürenin uzun olduğunu, müdafi yardımından faydalandırılmadığını, gereğinden daha uzun süre yüksek güvenlikli cezaevinde tutulduğunu ve denetimli serbestlik hükümlerinden faydalanması gerekirken faydalandırılmadığını bu nedenle özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 2/5/2013 tarihinde Bakırköy 15. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 24/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 26/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 4/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ancak başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, başvuru tarihinde Silivri 4 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır.

9. Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüt yöneticisi olmak, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapmak suçlamaları ile 2/5/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve Balıkesir 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 5/5/2008 tarihli kararı ile tutuklanmıştır.

10. Başvurucu ve yedi arkadaşı hakkındaki dosya Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığının 25/6/2008 tarihli fezlekesi ile haklarında iddianame düzenlenerek kamu davası açılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK 250. Maddesi ile Görevli ve Yetkili) gönderilmiştir.

11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/7/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucunun örgüt yöneticisi olmak, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapmak suçlarından cezalandırılması için İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK 250. Maddesi ile Görevli ve Yetkili) kamu davası açılmıştır.

12. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 5/12/2008 tarihli kararı ile yetkisizlik kararı ile dosyayı Van 3. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK 250. Maddesi ile Görevli ve Yetkili) göndermiştir. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 4/2/2009 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vererek olumsuz yetki uyuşmazlığını çözmek amacıyla dosyayı Yargıtay 5. Ceza Dairesine göndermiştir. Daire, 8/6/2009 tarihli ilamı ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna karar vermiştir.

13. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/5/2011 tarih ve E.2009/208, K.2011/79 sayılı kararı ile başvurucunun toplam 8 yıl 9 ay hapis cezasına mahkûm edilmesine ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 27/7/2011 tarihinde kararı temyiz etmiştir.

14. Başvurucun cezaevinde bulunduğu sırada 5/4/2012 tarihli ve 6291 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a eklenen 105/A maddesi ve 24/1/2013 tarihli ve 6411 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile aynı Kanun’a eklenen geçici madde 4 ve 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici 3. maddesi çerçevesinde hükümlülerin herhangi bir süre öngörülmeden açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaları ve koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına imkân tanıyan düzenlemeler yapılmıştır.

15. Başvurucu, tutuklu olduğu mahkûmiyet kararının onanması halinde 27/2/2014 tarihinde koşullu salıverilmeye hak kazanacağını ve anılan yasal düzenlemelerden yararlanması halinde koşullu salıverilme tarihinden bir yıl önce denetimli serbestlik tedbirinden yararlanarak cezaevinden çıkması gerektiğini belirterek 18/11/2012 tarihinde Silivri İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur.

16. İnfaz hâkimliği, 9/11/2012 tarihli kararı ile yasal düzenlemelerin hükümlüler için olduğu ve tutukluları kapsamadığı gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir.

17. Başvurucunun ret kararına yaptığı itiraz da Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

18. Bunun üzerine başvurucu, temyiz talebini inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesine hitaben yazdığı 11/2/2013 tarihli dilekçesi ile denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin infaz hâkimliğince reddedildiğini ve bu düzenlemeden yararlanması için ilgili mercilere bildirimde bulunulmasını ve bihakkın tahliyesini talep etmiştir. Dilekçeye herhangi bir cevap verilmemiştir.

19. Başvurucunun temyiz talebine ilişkin olarak Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 23/1/2013 tarihli ilamı ile mahkûmiyet kararını onamıştır. Karar, 6/3/2013 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince kesinleştirilerek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

20. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Silivri Ceza infaz Kurumlarının devredilmesi üzerine 14/3/2013 tarihinde ilamı Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İlam, başvurucuya 3/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu, 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

22. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra Silivri İnfaz Hâkimliğinin 17/5/2013 tarihli kararı ile başvurucunun koşullu salıverme tarihi olan 27/2/2014 tarihine kadar kalan süresinin denetimli serbestlik tedbiri altında infaz etmesine karar verilmiştir. Başvurucunun uyumlu tutum ve davranış sergilemesi üzerine de Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2014 tarihli kararı ile başvurucu 27/2/2014 tarihinden itibaren koşullu salıverilmiştir.

B. İlgili Hukuk

23. 5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;

a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren,

b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan,

koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir.”

24. 6411 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde 4 şöyledir:

“Bu Kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve ikinci fıkrasında belirtilen altı aylık süre şartı ile birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen cezanın belirli bir süre infaz edilmesine ilişkin şart 31/12/2015 tarihine kadar uygulanmaz.”

25. 6352 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(2) Terör suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hariç olmak üzere;

a) Kasıtlı suçlardan toplam üç yıl veya daha az hapis cezasına mahkûm olanların,

b) Taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm olanların,

c) Adli para cezasının infazı sürecinde tazyik hapsine tabi tutulanların,

cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir. Bu fıkra hükümleri 3l/l2/2017 tarihine kadar uygulanır."

26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesi şöyledir:

“(Değişik madde: 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un 21.md)

(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”

27. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar- hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.”

28. 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un ile değiştirilmeden önce başvurucu hakkında yapılan yargılama tarihinde yürürlükte olan 5237 sayılı Kanun’un 188. maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:

“…

(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.

(4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.

(5) Yukarıdaki fıkralarda gösterilen suçların, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 21/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 2/5/2013 tarih ve 2013/3618 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu, gözaltına alındığı 2/5/2008 tarihinden ilk celsenin yapıldığı 4/12/2009 tarihe kadar geçen 19 aylık tutukluluk süresinde kendisinin hâkim veya mahkeme huzuruna çıkarılmaksızın haksız yere uzun tutulduğunu, ayrıca hakkında yapılan yargılamada ilk celseden kararın onandığı tarihe kadar Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uyarınca kendisine müdafi tayin edilmesi gerekirken müdafi yardımından faydalandırılmadığını, maddi durumu olmadığından bahisle avukat atanması talebinin de karşılanmadığını, 2/7/2012 tarihinde açık cezaevine çıkmaya hak kazanması gerektiği halde Yargıtay’da bulunan dosyanın görüşülüp karara bağlanamaması nedeniyle açık cezaevine ayrılamadığını ve 1/3/2013 tarihinde denetimli serbestlik hükümlerinden faydalanıp serbest bırakılması gerektiği halde denetimli serbestlik hükümlerinden faydalandırılmadığını, Yargıtay Dairesinin 23/1/2013 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onadığı halde kesinleştirme ve diğer işlemlerin geç yapılması nedeniyle başvurunun yapıldığı 2/5/2013 tarihi itibariyle hiçbir infaz işleminin yapılmadığını ve böylelikle gereğinden daha uzun süre yüksek güvenlikli cezaevinde tutulduğunu belirterek Anayasa’nın 19., 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma haklarının ve suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

31. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurunun, tutukluluk ve bunun infazı ile yargılamada kendisine müdafii atanmamasına ilişkin olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucu her ne kadar Anayasa’nın 38. maddesinde düzenlenen suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de bu iddianın özü, tutukluluk kararının infazında daha erken cezaevinden çıkabileceğinin gözetilmeyerek olması gerekenden daha uzun süre cezaevinde tutulması iddiası ile ilgilidir. Bu kapsamda, başvurunun konusu, koşullu salıverme tarihine bir yıl ve daha az kalan hükümlülerin denetimli serbestlik tedbirinden yararlanabilmelerine rağmen başvurucunun tutuklu olması nedeniyle açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve daha sonra denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma taleplerinin reddedilmesi ve ilam kesinleşip hükümlü statüsüne geçtikten sonra başvuru tarihi itibarıyle denetimli serbestlikten yararlandırılmamasıdır.

32. 6291 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun’a eklenen 105/A maddesi, cezaların infazına ilişkin olarak belirli şartlar altında koşullu salıverme tarihinden bir yıl önce hükümlüleri denetimli serbestlik tedbirinden yararlandırarak bazı yükümlülükler altında erken tahliyesini öngörmektedir. Anılan kuralın uygulanması, mahkûmiyet kararının infazının bir kısmının ceza infaz kurumu dışında yapılmasını öngördüğünden hükümlülerin ceza infaz kurumunda kalacağı sürenin belirlenmesi açısından önemlidir (B.No: 2013/1711, 23/7/2014, § 24).

33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), hükümlü olup olmadığına bakılmaksızın herkesin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesi kapsamında kişi özgürlüğü ve güvenliğine sahip olduğunu, bunun da 5. maddenin birinci fıkrasında belirlenen istisnalar dışında özgürlükten yoksun bırakmama veya yoksun bırakmanın devamının engellenmesi ve uygun olduğu ölçüde tutuklama veya gözetim altına alınma durumlarında 5. maddenin (2), (3) ve (4) numaralı fıkralarının sağladığı çeşitli koruma mekanizmalarının sağlanması anlamına geldiğini belirtmiştir. Hükümlülerin infaz rejimi kapsamında yararlandıkları koşullu salıverme gibi cezanın infazının ceza infaz kurumları dışında gerçekleştirilmesine dair bir uygulama da Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında değerlendirilmiştir (B.No: 2013/1711, 23/7/2014, § 25).

34. Bu çerçevede hükümlülerin, ceza infaz kurumlarında kalacağı süreyi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen durumların Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Başvurucunun şikâyet biçimi dikkate alındığında, başvurucunun iddialarının özü, hakkında denetimli serbestlik tedbirinin geç uygulanması nedeniyle ceza infaz kurumunda kalacağı sürenin kendisiyle aynı süre hapis cezası alan mahkûmlara göre daha fazla olması hususu ile ilgili olduğundan başvurucunun bu konuya ilişkin iddialarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan başvurucunun, yargılama sürecinde müdafi atanmamasına yönelik şikayeti de Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmelidir.

1. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı Yönünden

35. Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüt yöneticisi olmak ve uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapmak suçlamaları ile hakkında verilen tutuklama kararı nedeniyle uzun süre hâkim veya mahkeme huzuruna çıkarılmadan haksız yere 19 ay süre ile tutuklu kaldığını ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının kesinleştirmesinin geç yapılarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlanmasının engellendiğini ve tutukluluk nedeniyle açık cezaevine ayrılamayarak ağır koşullarda tutulduğunu iddia etmiştir. Başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiaları tutukluluğa dair iddialar ve tutukluluğun infazına ilişkin iddialar yönünden ayrı ayrı değerlendirilmiştir.

a. Tutukluluğa Dair İddialar

36. Başvurucu gözaltına alındığı 2/5/2008 tarihinden savunmasının alındığı 4/12/2009 tarihine kadar geçen 19 aylık sürede mahkeme veya hâkim karşısına çıkartılmaksızın uzun süre ve haksız tutuklu kaldığını ileri sürmüştür.

37. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânının 23/9/2012 tarihinde başladığını ve başvurucunun iddialarının bu tarihten önce olan tutukluluk durumuna ilişkin olduğunu belirterek zaman bakımından yetki incelemesi yapılırken bu hususun göz önüne alınması gerektiğini ifade etmiştir.

38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

39. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

40. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).

41. Ancak kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).

42. Somut olayda başvurucu 5/5/2008 tarihinde Balıkesir 2. Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmış ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince yargılandığı davada mahkûmiyet kararının verildiği 6/5/2011 tarihinde başvurucunun “suç isnadına bağlı olarak tutukluluk” hali sona ermiştir.

43. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının” ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda tutuklamaya ilişkin nihai kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Tutukluk Kararının İnfazı Sürecindeki İşlemler Yönünden

44. Başvurucu, tutuklu olması nedeniyle açık ceza infaz kurumuna ayrılma taleplerinin reddedilmesinin ve ilk derece mahkemesi kararının kesinleşmesinin gecikmesi nedeniyle denetimli serbestlik hükümlerinden faydalanamamasının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun iddiaları iki ayrı başlık altında incelenmiştir.

45. Bakanlık görüşünde, başvurunun kabul edilemezliğe dair herhangi bir iddia ileri sürülmemiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarına atıfta bulunarak şikâyetin incelenmesinde anılan kararlarda belirtilen ilkelerin gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

i. Tutukluluk Nedeniyle Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Talebinin Reddedilmesi Yönünden

46. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."

47. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Başvuru süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."

48. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).

49. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde yorumlanması, bir takım başvurular açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle, olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20).

50. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmeyen durumlarda, ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmekle birlikte, başvuru süresinin başlangıç tarihinin belirlenmesi noktasında, başvurucunun ihlal oluşturan işlem, eylem veya kararla ilgili yeterince bilgi sahibi olması aranacaktır. Bu kapsamda, ilgili nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde tebliğ tarihinin, tebliğ öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun kararın içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 21).

51. Başvurucu, 8/11/2012 tarihli dilekçesi ile 6291 ve 6352 sayılı Kanunlardan yararlanma talebiyle Silivri İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimlik 9/11/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının henüz kesinleşmediği ve anılan kanuni düzenlemelerden hükümlülerin yararlanabileceği gerekçesiyle talebin reddine hükmetmiştir. Karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz, Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin ret kararının başvurucuya ne zaman tebliğ edildiği dosya kapsamından anlaşılmamakla birlikte başvurucunun, karardan en geç 11/2/2013 tarihli Yargıtay’a yazdığı dilekçe ile haberdar olduğu kabul edilmelidir.

52. Dolayısıyla başvurucunun, açık ceza infaz kurumuna ayrılma taleplerinin tutuklu olması nedeniyle en son itiraz mercii olan Silivri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmesi ile başvuru yollarının tüketildiği açıktır. Bu bağlamda başvurucu, anılan mahkemenin kararını öğrendiği 11/2/2013 tarihinden sonra 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunması gerekirken 3/5/2013 tarihinde bireysel başvuru yaptığı gözetilerek başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.

53. Açıklanan nedenlerle, başvurunun "kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının" ihlal edildiği yönündeki bu kısmının "süre aşımı" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmiştir.

ii. Mahkûmiyet Kararının Kesinleşme İşlemlerinin Geciktirilmesi Yönünden

54. Başvurucu, başvuru tarihi itibariyle Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 23/1/2013 tarihli onama ilamının kendisine 3/4/2013 tarihinde tebliğ edildiğini, böylelikle kesinleşme işlemleri süresinde yapılsaydı 27/2/2013 tarihinde denetimli serbestlik tedbirinden yararlanarak cezaevinden erken tahliye olacağını ileri sürmüştür.

55. Anayasa'nın 19. maddesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Şekil ve şartları kanunda gösterilen:

Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; . halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz."

56. Sözleşme'nin 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:

a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;

..."

57. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

58. Anayasa'nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ilk istisnası "Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda yargı organlarınca verilecek mahkûmiyet kararlarının sonucu olarak hapis cezası veya güvenlik tedbirlerinin uygulanması kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali kabul edilmeyecektir. Diğer taraftan "suç şüphesine bağlı tutma" kapsamında olan durumdan farklı olarak anılan istisna "bir mahkûmiyet kararına bağlı olarak tutmayı" ifade etmektedir. (Benzer kararlar için bkz. B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 41, B. No: 2014/912, 6/3/2014, § 70).

59. Bir mahkûmiyet kararının nasıl infaz edileceğine ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi açık bir hüküm içermemektedir. Bununla birlikte herkesin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olması ve bu hakka getirilebilecek sınırlamaların ayrıntılı olarak madde metinlerinde belirtilmesi, "keyfi bir biçimde" bu haktan kimsenin mahrum bırakılmaması amaçlanmaktadır. Yetkili bir mahkeme tarafından verilen bir mahkûmiyet kararının infazının sağlanması ve ceza infaz kurumunda tutma süresi de bu hak kapsamında değerlendirilmelidir. Ceza mahkemelerinin kararına uygun hareket edilmesi de hakkın korunması açısından bir zorunluluktur. Dolayısıyla hükümlülerin ceza infaz kurumunda kalacakları sürenin mahkûmiyet kararına uygun olması Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi ve Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında güvence altına alınmıştır (B.No: 2013/1711, 23/7/2014, § 32).

60. Diğer taraftan, Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi bir mahkûmun af yasasından ya da erkenden şartlı tahliye veya kesin tahliye durumlarından yararlanması gibi hususları güvence altına almamaktadır. Ancak AİHM, ulusal mahkemelerin, bu tür bir tedbirden faydalanmak için kanunda belirtilen koşulları yerine getiren herkese, herhangi bir takdir yetkisi bulunmadan, bu tedbiri uygulamakla yükümlü olmaları halinde durumun farklı olacağını belirtmektedir (B.No: 2013/1711, 23/7/2014, § 33).

61. Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet kararının kesinleştirme işlemlerinin geç yapılmasından dolayı 6411, 6352 sayılı Kanun hükümleri ile 5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesinden geç yararlanması nedeniyle cezaevinden geç tahliye olduğunu ileri sürmüştür.

62. 6291 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun'a eklenen 105/A maddesi, hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla şartla tahliyelerine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi halinde, cezalarının şartla tahliye tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebileceğini hükme bağlamaktadır. Sonuç olarak anılan maddenin, hükümlülerin ceza infaz kurumunda geçirecekleri süreyi kısalttığı açıktır (B.No: 2013/1711, 23/7/2014, § 36).

63. 5275 sayılı Kanun'un 105/A maddesi uyarınca bir hükümlünün, kapalı ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken süreyi geçirdikten veya doğrudan açık ceza infaz kurumuna ayrıldıktan sonra denetimli serbestlik tedbirinden yararlanmasına infaz hâkimi tarafından karar verilebilir ve koşullu salıverilme tarihinden önce serbest kalabilir. Bu durumda denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilmesinin yetkili infaz hâkiminin takdirine bırakılıp bırakılmadığının tespiti, denetimli serbestlik tedbirinden yararlanarak koşullu salıverme tarihinden önce hükümlünün serbest kalmasının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi kapsamında güvence altına alınıp alınmadığı hususu açısından önemlidir (B.No: 2013/1711, 23/7/2014, § 39).

64. 5275 sayılı Kanun'un 105/A maddesi infaz hâkiminin takdir yetkisi ve belirlenecek yükümlülükler çerçevesinde hükümlülerin infaz rejiminin şeklini belirleyip cezalarının bir kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak ceza infaz kurumu dışında geçirmelerini sağlamaktadır. Anılan kural uyarınca, hükümlünün talebi ve kanuni şartlar oluşmuş olsa dahi infaz hâkimi keyfi olmadığı sürece tedbirin uygulanması talebini reddedebilecektir. Dolayısıyla bütün hükümlüler için Anayasa'nın 19. maddesi kapsamında hapis cezasının tamamının veya bir kısmının denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması suretiyle infaz edilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Başka bir ifade ile denetimli serbestlik tedbiri kararının yetkili infaz hâkiminin takdir yetkisinde olduğundan Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi ve Sözleşme’nin 5. maddesi birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında güvence altına alındığından bahsetmek mümkün değildir (§ 60). Ancak bu durumun kişi hürriyeti ve güvenliği açısından infaz hâkimlerine açıkça keyfi bir şekilde karar vermesi sonucunu doğurduğu da söylenemez. Öte yandan başvurucunun denetimli serbestlikten yararlanamaması hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün süresini de uzatmamaktadır.

65. Somut olayda başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 23/1/2013 tarihli ilamı ile onanmış ve 6/3/2013 tarihinde de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince kesinleştirilerek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Silivri Ceza İnfaz Kurumlarının devredilmesi üzerine ilamı 14/3/2013 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İlam başvurucuya 3/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Daha sonra başvurucu, başvuru tarihi ile denetimli serbestlikten yararlanamamış ise de Silivri İnfaz Hâkimliğinin 17/5/2013 tarihli kararı ile başvurucunun koşullu salıverme tarihi olan 27/2/2014 tarihine kadar kalan süresinin denetimli serbestlik tedbiri altında infaz etmesine karar verilmiş ve başvurucunun uyumlu tutum ve davranış sergilemesi üzerine Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2014 tarihli kararı ile başvurucu 27/2/2014 tarihinden itibaren koşullu salıverilmiştir.

66. Başvurucu, 27/2/2014 tarihinde koşullu salıverilmeye hak kazanacağından 5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesi uyarınca 27/2/2013 tarihinde denetimli serbestlik tedbirinden yararlanması mümkündü. Ancak denetimli serbestlik tedbiri mahkûmlar için Anayasa’nın 19. maddesi gereğince mutlak olarak güvence altına alınmış bir tedbir değildir. Bununla birlikte tedbirin uygulanmasında kanuna aykırı ve keyfi bir tutum içinde bulunulmamalıdır. Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı kesinleştirilip ceza infaz kurumuna gönderildikten sonra başvurucu denetimli serbestlik tedbirinden yararlandırılmıştır. Başvurucunun denetimli serbestlik tedbirinden yararlanacağı süre başvurucunun koşullu salıverilmeden yararlanacağı süreyi de aşmamıştır. Bu bağlamda denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasında ilama ilişkin posta ve yetkili savcılığın değişmesi gibi usuli işlemlerden kaynaklanan yaklaşık üç aylık sürenin koşullu salıverme süresini de aşmadığı gözetilerek keyfi olduğu söylenemez.

67. Açıklanan nedenlerle, "kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının" ihlal edildiği yönündeki başvurunun bu kısmının açık ve görünür bir ihlal olmadığı anlaşılmakla "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden

68. Başvurucu, hakkında yapılan yargılamada isnat edilen suç için öngörülen mahkûmiyet süresine göre zorunlu müdafi atanması gerekirken atanmadığını, ayrıca maddi durumu olmadığından avukat atanmasını talep ettiğini ancak Yargıtay aşaması da dâhil talebinin karşılanmadığını ve savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür.

69. Bakanlık görüşünde, başvurucunun yargılandığı davada ilk duruşmada haklarının hatırlatıldığını, ancak başvurucunun müdafi talebinde bulunmayarak savunmasını yaptığını, diğer taraftan müdafi hakkının kanun yolları aşamasını da kapsadığını belirtmiştir.

70. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

71. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”

72. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).

73. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunmak, kendisinin seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983).

74. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (B. No: 2014/3836, 17/9/2014, §29).

75. Sözleşme’nin anılan maddesi herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamaktadır ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendinin etkinliğinden söz edilebilmesi için yargılama öncesi işlemler bakımından da söz konusu düzenlemenin uygulama alanı bulmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, § 33). Diğer taraftan AİHM, müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını (Can/Avusturya, B. No: 9300/81, 30/9/1985, § 57), geçerli bir nedene dayanılıyorsa, davanın açılmasından önceki aşamada avukata erişimin kısıtlanmasının mümkün olabileceğini (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63), önemli olanın yargılamaya bir bütün halinde bakıldığında soruşturma aşamasında bu hükme aykırılığın, ciddi bir şekilde adil yargılanma hakkına engel olması durumunda hak ihlalinin ortaya çıkabileceğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, § 36). Bu kapsamda mutlak bir hak olarak kabul edilmese de, suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel özelliklerinden biridir (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34).

76. Müdafi yardımından yararlanma hakkının adil yargılanma hakkı temelinde önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi devletleri, suç isnadı altındaki kişiyi, bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırma yükümlülüğü altına sokmuştur (B. No: 2014/3836, 17/9/2014, §31).

77. Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında açılan kamu davasının ilk celsesinden mahkûmiyet kararının Yargıtay 10. Ceza Dairesinin onama kararına kadar geçen sürede kendisine talebi olmasına rağmen müdafii atanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, ayrıca, 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları kapsamında yasal zorunluluk olmasına rağmen müdafi yardımından yararlandırılmamasının savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

78. Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı olan müdafi ile temsil edilme hakkının bir gereği olarak, 5271 sayılı Kanun 150. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanık için istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. Diğer yandan, aynı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince de şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. Dolayısıyla 5271 sayılı Kanun, yasal zorunluluk dışındaki hallerde müdafi yardımından yararlanmak için suç isnadı altındaki kişinin talebini aramıştır.

79. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK 250. Maddesi ile Görevli ve Yetkili) suç işlemek amacıyla kurulan örgüt yöneticisi olmak, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapmak suçlamaları ile 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve 188. maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları ile cezalandırılması için kamu davası açılmıştır. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre örgüt yöneticisi olmak suçunun gerektirdiği ceza iki yıldan altı yıla kadar hapis cezasıdır. 5237 sayılı Kanun’un 188. maddesinin (3), (4) ve (5) numaralı fıkralarına göre uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapmak suçunun gerektirdiği ceza, başvurucu hakkında yapılan yargılama tarihi itibarıyle, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasıdır. Dolayısıyla, zorunlu müdafi tayininin alt sınırı beş yılın üzerinde hapis cezasını gerektiren bir suç olması şartına bağlı olduğu gözetildiğinde soruşturma konusu suçlar, müdafi görevlendirmesini zorunlu kılan suçlardan değildir.

80. Diğer taraftan, başvurucu İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin yaptığı yargılamada kendisinin talebi olmasına rağmen müdafi atanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun sunduğu belgeler ve UYAP üzerinden yapılan incelemede, yapılan altı duruşmaya ilişkin tutanaklar ve başvurucunun savunmasına ilişkin dilekçeler çerçevesinde başvurucunun müdafi talebinde bulunduğuna dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır. 4/12/2009 tarihinde yapılan ilk duruşmada da başvurucuya hakları hatırlatılmış ve talebi halinde kendisine müdafi atanacağı bildirilmiştir. Buna rağmen başvurucu müdafi talebinde bulunmamıştır. Başvurucu, 27/7/2011 tarihli temyiz dilekçesinde şu hususları ileri sürmüştür;

“Bu davayla ilgili yargılandığım özel yetkili Beşiktaş 14. Ağır Ceza Mahkemesinde, yargılamanın başladığı 4/12/2009 tarihinden kararı verildiği, 6/5/2011 tarihine kadar devam eden duruşmaların (6) hiçbirinde avukatım olmamış, avukatın hukuki desteğini alamadım, bundan dolayı yeterince etkili savunulmadığım kanaatindeyim. Mahkeme barodan avukat temin etme cihetine girmemiştir.”

81. Sonuç olarak başvurucuya isnat edilen suçlar açısından zorunlu müdafii atanması gerekmediği gibi başvurucunun kovuşturma ve temyiz aşamasında müdafi talep ettiğine dair herhangi bir hususa da rastlanmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun müdafi yardımından yararlanma hakkının engellendiğine dair herhangi bir durum tespit edilememiştir.

82. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının bir ihlal içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun,

1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiası kapsamında,

a. Tutukluluğa dair iddialar yönünden “zaman bakımından yetkisizlik”,

b. Tutukluluk kararının infazı sürecindeki işlemler yönünden,

i. Tutukluluk nedeniyle açık ceza infaz kurumuna ayrılma talebinin reddedilmesine dair iddialarının "süre aşımı",

ii. Mahkûmiyet kararının kesinleşme işlemlerinin geciktirilmesine dair iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

2. Adil yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” ,

 nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

 21/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Bedri Balaban [1.B.], B. No: 2013/3168, 21/1/2015, § …)
   
Başvuru Adı BEDRİ BALABAN
Başvuru No 2013/3168
Başvuru Tarihi 2/5/2013
Karar Tarihi 21/1/2015

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, tutuklulukta geçirdiği sürenin uzun olduğunu, müdafi yardımından faydalandırılmadığını, gereğinden daha uzun süre yüksek güvenlikli cezaevinde tutulduğunu ve denetimli serbestlik hükümlerinden faydalanması gerekirken faydalandırılmadığını bu nedenle özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı Tutukluluk (süre) Zaman Bakımından Yetkisizlik
İnfaz, koşullu salıverme Süre Aşımı
Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Müdafi yardımından yararlanma hakkı (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5275 Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun 105/A
geçici 4
6411 Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına dair Kanun 13
6352 Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun geçici 3
5237 Türk Ceza Kanunu 220
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 150
5237 Türk Ceza Kanunu 188
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi