TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CENGİZ KILIÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3181)
|
|
Karar Tarihi: 3/2/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 16/3/2016-29655
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Basvurucu
|
:
|
Cengiz KILIÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; çocuk ile başvurucu baba arasında kişisel ilişki
kurulması yönünde verilmiş mahkeme kararlarına rağmen kişisel ilişki tesis
edilememesi, buna neden olan şahısların cezalandırılmaması ve konu ile ilgili
olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 6/12/2011 tarihinde
verilen ihlal kararı gereklerinin iç hukukta yerine getirilmemesi nedenleriyle
aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/4/2013 tarihinde Denizli 1. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Yapılan inceleme neticesinde konu bakımından aynı nitelikte
olmaları nedeniyle 2015/12127 numaralı başvurunun 2013/3181 numaralı başvuruyla
birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/6/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
16/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 23/6/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
1. AİHM Kararı Öncesi Süreç
9. Başvurucu baba tarafından 1996 tarihinde evlendiği eşi ve
aynı zamanda evlilik birliği içinde doğan müşterek çocuk 18/5/2001 doğumlu E.C.K.nın annesi olan S.K.ya karşıilk olarak 23/11/2001
tarihinde Bakırköy 2. Aile Mahkemesinde boşanma davası açılmış ve çocuğun
velayetinin kendisine verilmesi talep edilmiştir. Dava sürecinde eşler ortak
bir yaşam sürmediklerinden müşterek çocuk davalı anne yanında ikamet etmeye
devam etmiş, başvurucu baba ile çocuk arasındaki ilişkinin devamının sağlanması
amacıyla başvurucuya belli zamanlarda ziyaret hakkı tanınmıştır. Davalı anne,
başvurucunun kendisine şiddet uyguladığını ancak boşanmak istemediğinden
davanın reddedilmesini; başvurucu ise çocuğu ile kişisel ilişki kurma
girişimlerine davalı tarafından engel olunduğunu ileri sürmüş, yapılan
yargılama neticesinde Bakırköy 2. Aile Mahkemesinin 13/12/2005 tarihli ve
E.2003/415, K.2005/1034 sayılı kararı ile başvurucunun aile içi şiddet
eyleminde bulunması sebebiyle aldığı mahkûmiyet hükmü gerekçe gösterilerek
boşanma davası reddedilmiştir. Karar temyiz edilmediğinden kesinleşmiştir.
10. Başvurucu baba, davalı anne ile evlilik birliğinin uzun
süredir fiilen bitmiş olduğu ve ortak yaşamın devamında fayda bulunmadığı
gerekçesiyle 15/6/2006 tarihli dava dilekçesi ile yeniden boşanma davası açmış;
çocuğu ile arasında öncelikle kişisel ilişki kurulmasını, dava sonunda
velayetinin kendisine verilmesini ve lehine tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir. Davalı anne tarafından ise nafaka talebiyle karşı dava açılmıştır.
Belirtilen davaların birleştirildiği Şişli 2. Aile Mahkemesine anne tarafından
sunulan cevap dilekçesinde, başvurucunun boşanma isteğine karşı çıkılmış;
velayet hakkının anneye tanınması ile kendisi ve müşterek çocuk için tedbir,
iştirak ve yoksulluk nafakasına hükmedilmesi talep edilmiştir. Bu süreçte çocuk
annesi ile birlikte ikamet etmektedir.
11. Mahkeme 21/9/2006 tarihli ara kararı ile, annenin tedbir
nafakası talebini kabul etmiş ve çocukla başvurucu arasında Mahkemece
belirlenmiş zamanlarda kişisel ilişki kurulmasına, kişisel ilişkinin bitiş
saatinde çocuğun anneye teslim edilmesine karar vermiştir. Kişisel ilişki
kararının icrası için başvurucu baba tarafından İstanbul 29. İcra Müdürlüğünün
E.2007/14669 numaralı dosyasında takip başlatılmıştır.
12. Başvurucu 1/3/2007 tarihli dilekçesi ile kişisel ilişki
kurulması yönünde verilmiş Mahkeme kararı olmasına rağmen çocuğu ile görüşme ve
ziyaret hakkının davalı anne tarafından engellendiğini, bu nedenle çocuk ile
kişisel ilişki kuramadığını, engellemelerin kaldırılmasını ve kişisel ilişki
kapsamının genişletilmesini talep etmiştir. Başvurucu, süreç içinde farklı
zamanlarda sunduğu benzer içerikli dilekçeler ile oğlunun annesinin tesiri
altında kaldığından onun istekleri doğrultusunda kendisine karşı saldırgan bir
tutum sergilediğini, annenin uzlaşmaz tavırları nedeniyle oğlu ile arasındaki
bağların kopma noktasına geldiğini, ayrıca bu durumun sorumlusu olarak
gösterdiği annenin psikolojik rahatsızlıklarının bulunduğunu, kişisel ilişkinin
gerçekleşmesi için tüm önlemlerin alınması gerektiğini belirterek şikâyetlerini
yinelemiştir. Bu talepler karşısında Mahkeme, çocuk ile başvurucu arasında
kişisel ilişki kurulması yönündeki hükmünü tekrarlayarak kişisel ilişkinin
kapsamına ve şekline yönelik farklı zamanlarda birden fazla karar vermiştir.
13. 27/6/2008 tarihinde başvurucu baba, kişisel ilişki kurulması
hakkı kapsamında kendisine tanınan ziyaret hakkını bir polis memuru, bir
psikolog ve bir icra memuru eşliğinde kullandığında çocuğu ile yarım saat kadar
görüşebilmiş ancak çocuk kendisi ile gelmek istememiştir. Tavsiyeler
neticesinde ertesi gün çocuk ile görüşebilmek için tekrar davalı annenin evine
gittiğini belirten başvurucu, davalı eşinin ailesi tarafından darbedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 30/6/2008
tarihinde kişisel ilişkinin kurulması talebiyle tedbir alınması için yeniden
talepte bulunmuştur. Davalı anne ise başvurucunun oğluna şiddet uyguladığını ve
onu kaçırmak istediğini ileri sürerek babaya tanınan kişisel ilişki imkânının
kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, velayet hakkının hangi tarafa
verileceğini belirlemek üzere atanacak uzmanların ebeveyn ve çocuk ile görüşüp
haklarında rapor hazırlamaları yönünde ara kararı vermiş ve bu doğrultuda
hazırlanan iki farklı bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur.
14. Tarafların tümü ile gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde
Mahkemece atanan psikolog tarafından hazırlanan 17/12/2008 tarihli raporda,
tarafların ayrılık sürecinden sonra birbirlerine karşı devam ettirdikleri uzun
süren çeşitli davaların, zaman zaman şiddete varan tartışmaların ve tarafların
birbirlerine gösterdiği olumsuz tutumların çocuğu duygusal yönde olumsuz
şekilde etkilediği, tarafların arasında devam eden uzun süreli çatışma hâlinin
tarafların birbirlerine olan güvenlerinin sarsılmasına neden olduğu, bu durumun
da çocuğun ebeveyn algısının olumsuz yönde etkilenmesine, birlikte yaşadığı
ebeveyne daha çok yakınlaşmasına, diğer ebeveynden ise uzaklaşmasına neden
olduğu; çocuğun, birlikte yaşadığı annesinden ve çevresinden etkilenmesi
nedeniyle anneye karşı bağlılık geliştirdiği, uzun süredir görüşmediği babaya
karşı ise aşırı reddedici tutum gösterdiği, bu durumun çocuğun babadan duygusal
olarak uzaklaşmasına neden olacağı, dolayısıyla çocuğun ruhsal gelişimini
olumsuz yönde etkileyeceği, bu olumsuz durum ile taraflar arasındaki
gerginliğin çocuğa aktarılmaması için çocuk ve ebeveynin uzman yardımı almaları
gerektiği, mevcut durumda uzun süredir annesi ile birlikte yaşayan çocuğun
alışmış olduğu yaşam şartlarının, ev ve okul düzeninin şu an değiştirilmesinin
doğru olmayacağı, bu nedenle çocuğun velayet hakkının annede kalmasının ve
farklı şehirde yaşayan baba ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasının
uygun olacağı yönünde değerlendirmelere yer verilmiştir. Yine tarafların tümü
ile gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde Mahkemece atanan pedagog tarafından
hazırlanan 17/12/2008 tarihli raporda, çocuğun doğduğundan itibaren annesi ile
yaşamış olması nedeniyle alışmış olduğu düzenin değiştirilmesinin onu olumsuz
etkileyeceği düşünüldüğünden velayet hakkının anneye tanınmasının uygun olacağı
ancak anne tarafından çocuğun babası ile iletişim kurmasının dolaylı olarak
engellenmesi amacıyla çocuğun yanında baba ile ilgili eleştiriler ve düşmanca
düşünceler dile getirildiği, çocuğun annenin bu yaklaşım ve yönlendirmesinden
etkilendiği, babanın çocuk ile görüşmesine yönelik annenin engelleyici davranışlarının
devam etmesi durumunda velayet hakkının kötüye kullanımı söz konusu olacağından
anneye tanınan bu hakkın kendisinden alınması hususunun yeniden
değerlendirilmesinin gerekeceği, mevcut durumda çocuk ile babanın kişisel
ilişkilerinin düzenli olarak devam ettirilmesinin uygun olacağı yönünde kanaat
bildirilmiştir.
15. Şişli 2. Aile Mahkemesinin 19/3/2009 tarihli ve E.2007/596,
K.2009/191 sayılı kararı ile tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun
velayetinin davalı anneye verilmesine, başvurucuyla çocuk arasında, aynı
şehirde yaşamaları hâlinde her ayın birinci ve üçüncü cuma akşamı saat
18.00'den pazar akşamı saat 18.00'e kadar, dinî bayramların ikinci günü saat
10.00'dan üçüncü günü saat 18.00'e kadar, Millî Eğitim Bakanlığınca
belirlenecek yarı yıl tatillerinde tatilin ilk hafta başı olan pazartesi günü
saat 10.00'dan ikinci hafta başı olan pazartesi günü saat 10.00'a kadar, ayrıca
her yıl yaz tatillerinde 1 temmuz saat 10.00'dan 31 temmuz saat 18.00'e kadar,
ayrı şehirlerde yaşamaları hâlinde her ayın son cuma akşamı saat 18.00'den
pazar akşamı saat 18.00'e kadar, dinî bayramların birinci günü saat 18.00'den
üçüncü günü saat 18.00'e kadar, Millî Eğitim Bakanlığınca belirlenecek yarı yıl
tatillerinde tatilin ilk hafta başı pazartesi günü saat 10.00'dan ikinci hafta
başı pazartesi saat 10.00'a kadar, ayrıca her yıl yaz tatillerinde 1 temmuz
saat 10.00'dan 31 Temmuz saat 18.00'e kadar kişisel ilişki tesisine karar
verilmiştir. Ayrıca başvurucunun davalı anne ve müşterek çocuk için yoksulluk
ve iştirak nafakası ödemesine hükmedilmiştir. Mahkeme, velayet hakkının anneye
tanınmasının gerekçesini ise küçüğün yaşına ve uzman raporlarına
dayandırmıştır.
16. İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin
7/6/2010 tarihli ve E.2009/9989, K.2010/11204 sayılı ilamı ile boşanma, velayet
hakkının tayini, kişisel ilişki tesisi ve nafakanın belirlenmesi yönünden
onanmış; aynı Dairenin 2/11/2010 tarihli ve E.2010/16541, K.2010/18182 sayılı
ilamıyla karar düzeltme isteminin reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir.
17. Boşanma davasının kesinleşme sürecinde başvurucu baba ile
davalı anne, birbirleri hakkında farklı zamanlarda karşılıklı suç duyurularında
bulunmuşlardır. 17/3/2003 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesince başvurucu
aleyhine aile içi şiddet uyguladığı gerekçesiyle yaralama suçundan mahkûmiyet
hükmü kurulmuş, temyiz incelemesi neticesinde kararın bozulmasına karar
verilmesi nedeniyle dosyayı yeniden inceleyen İlk Derece Mahkemesince
zamanaşımı gerekçesiyle davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Bu defa
başvurucu tarafından davalı anne ve yakınları aleyhine çocuğun hayatının
tehlikeye düşürüldüğü, Mahkeme kararına rağmen çocuğun gösterilmediği gibi
hakaret edilip kendisinin darbedildiği, çocuğun
teslimi emrine muhalefet edildiği, yalan yere tanıklık yapıldığı gerekçeleriyle
8/8/2005, 2/6/2006, 28/7/2007, 25/8/5007, 3/10/2007, 3/4/2008 tarihlerinde suç
duyurularında bulunulmuştur.
18. Davalı anne 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas
Kanunu’nun “Çocuk teslimi emrine muhalefetin
cezası” başlıklı 341. maddesinde düzenlenen ve çocuk teslimi
hakkındaki ilamın veya ara kararının gereğini yerine getirmeyen veya yerine
getirilmesini engelleyen kişi hakkında tazyik hapsi cezası verilmesine hükmeden
düzenleme gereğince başvurucunun şikâyeti üzerine Şişli İcra Ceza Mahkemesinde
yargılanmış ise de Mahkeme 13/3/2008 tarihli kararıyla çocuğun babasını görmeyi
reddetmiş olmasını gerekçe göstererek anne hakkında beraat kararı vermiştir. Bu
karara karşı yapılan itiraz reddedildiğinden hüküm kesinleşmiştir.
19. Çocuk teslimi emrine muhalefette bulunduğu gerekçesiyle
davalı anne aleyhine farklı zamanlarda başvurucu tarafından birçok defa
şikâyette bulunulmuş, bu şikâyetlerin bir kısmı davalı annenin başvurucunun
ziyaret hakkını engelleyici bir davranış sergilemediği gerekçesiyle
reddedilmiştir. Yine benzer bir şikâyette, 1/7/2009 tarihinde başvurucu
babanın, ziyaret hakkı kapsamında psikolog ve icra memuru eşliğinde davalı anne
ile müşterek çocuğun birlikte yaşadıkları eve gittiği ancak çocuğun baba ile görüşmek
istemediği, tutulan tutanakta çocuğun annesi tarafından etki altına alınması
neticesinde bu tepkiyi verdiği, çocuğun babası ile kişisel ilişkinin
gerçekleşmesi için davalı anne tarafından bir hazırlık yapılmadığının
gözlemlendiği tespitine yer verilmesi nedeniyle davalı anne hakkında 2004
sayılı Kanun’un 341. maddesinde yer alan düzenleme gereği annenin
cezalandırılması talep edilmiştir. Sanık anne hakkında yapılan yargılamada,
Şişli 4. İcra Ceza Mahkemesinin 15/4/2011 tarihli ve E.2009/518, K.2011/432
sayılı kararı ile çocuğu teslimden kaçınması suretiyle kişisel ilişki
kurulmasına engel olduğu, tebliğe rağmen belirtilen gün ve saatte çocuğu teslim
etmediği gerekçesiyle annenin altı ay süreli tazyik hapsi ile
cezalandırılmasına hükmedilmiş ise de itiraz üzerine inceleme yapan Şişli 1.
İcra Ceza Mahkemesi 31/5/2011 tarihli ve 2011/260 Değişik iş sayılı ilamı ile
bu hükmü kaldırmış; annenin beraatinekarar vermiştir.
2. AİHM Süreci (Cengiz Kılıç/Türkiye, B. No:
16192/06, 6/12/2011)
20. Başvurucu; çocuğu ile kişisel ilişki kurması yönünde
kesinleşmiş Mahkeme kararları olmasına rağmen davalı annenin engellemeleri, bu
engellemelerin şahsi girişimlerine rağmen kaldırılmaması, sorumluların
cezalandırılmaması ve çocuğu ile kişisel ilişki kararlarının icrasını
sağlayacak imkânların sunulmaması ya da etkin tedbirlerin alınmaması
nedenleriyle çocuğuyla olan aile bağlarının kopmak üzere olduğunu, aile
hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 3/4/2006 tarihinde AİHM'e başvuruda bulunmuştur.
21. 6/12/2011 tarihinde aldığı karar ile AİHM; her iki boşanma
davası sürecinde başvuranın oğlu ile kişisel ilişkilerinin devamının sağlanması
içinen az on kez talepte ya da kendisine tanınan
ziyaret hakkının çocuğun annesi tarafından engellendiği yönünde şikâyetlerde
bulunduğunu, baba ile çocuğun çok sınırlı bir temas kurduğunu ya da hiç
kuramadığını, ebeveynin ve çocuğun psikolojik muayenelerinin ilk olarak çiftin
fiilî olarak ayrı yaşamaya başlamalarının üzerinden yaklaşık yedi yıl geçtikten
sonra gerçekleştirildiğini; uzman psikolog raporlarına göre çocuğun babasına
karşı olan isteksiz tavrının önemli bir nedeninin başvurucu baba ile oğlu
arasında uygun bir kişisel ilişki kurulamadan geçen süre olduğunun
anlaşıldığını; velayet, ziyaret ve misafir etme haklarında karşılaşılan
direnmelerin mahkemeler kanalıyla çözülmesinin zor olduğunun kabulüyle birlikte
Aile Mahkemesinin tarafları uzlaştırma ve bu uzlaşma neticesinde Mahkeme
kararlarının tarafların kendi istekleriyle icra edilmesini sağlama yönünde
tedbirler aldığını gösteren unsurların bulunmadığını, kendisine kişisel ilişki
kurma hakkı tanınan başvurucu baba ile oğlunun aile bağlarının yeniden tesisini
sağlayacak tedbirler alınmasının hassas bir alan oluşturduğunu, çocuklara karşı
zorlayıcı tedbirler uygulanmasının istenen bir durum olmadığını ancak
gerektiğinde çocuğun birlikte yaşadığı ebeveynin açıkça kanun dışı
davranışlarının cezalandırılmasından kaçınılmaması gerektiğini hatırlatarak
çocuğun annesinin davranışlarının cezalandırılması konusunda ulusal
mahkemelerin tedbir almakta çekingen davrandığını, ulusal makamlarca dava
koşullarına uygun olarak kendisinden beklenen makul tüm tedbirlerin
alınmadığını belirtmiş ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme) 8.
maddesinde yer alan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir
(Cengiz Kılıç/Türkiye, B. No:
16192/06, 6/12/2011). Diğer yandan AİHM, ebeveyn ile çocuğun bir araya
getirilmesi konusunda devletin üzerine düşen pozitif tedbir alma yükümlülüğünün
mutlak olmadığını hatırlatmış; tüm tarafların anlayış ve iş birliği içinde
olmalarının yanı sıra barışcıl, uygun ve çocuğun
psikolojik durumunu dikkate alan bir çözüm yöntemi belirlenmesinin önemli
olduğunu ve aile içi sorunların çözümünde rol alacak ara buluculuk yöntemlerinin
ulusal makamlarca değerlendirilmesi gerektiğine atıfta bulunmuştur.
22. AİHM, Sözleşme'nin 8. maddesinin yanı sıra 6. maddesinin ve
6. madde ile bağlantılı olarak 13. maddesinin de ihlal edildiğini tespit ederek
başvurucuya 17.000 euro manevi tazminat ödenmesine
hükmetmiştir.
3. AİHM Kararı Sonrası Süreç
a. Velayet Hakkına ve Kişisel İlişkinin
İcrasına Yönelik Yargısal Kararlar
23. Başvurucu baba tarafından, müşterek çocuğun annesi aleyhine
13/12/2010 tarihinde nafakanın kaldırılması talebiyle İstanbul 7. Aile
Mahkemesinde ve 21/12/2010 tarihinde velayetin değiştirilmesi talebiyle
İstanbul 5. Aile Mahkemesinde açılan davalar bağlantılı görüldüğünden İstanbul
7. Aile Mahkemesinde birleştirilmiş ve Mahkemenin 22/1/2013 tarihli ve
E.2010/1038, K.2013/32 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Velayetin
değiştirilmesi talebinin reddi gerekçesinde Mahkeme, değişiklik için velayet
hakkına sahip olan tarafın ya da velayet hakkına konu çocuğun durumunda
boşanmadan sonra önemli, sürekli ve esaslı değişikliklerin olması gerekliliğini
esas almış ve dava konusu olayda davacı tanıklarının görgüye dayalı bir beyanda
bulunmadıklarını, Mahkemece atanmış uzmanlarca hazırlanan raporlarda davalı
annenin velayet görevini gereği gibi yerine getirmediğine ilişkin bir olgudan bahsedilmediğini,
davalı annenin davacı baba ve çocuk arasındaki kişisel ilişkiyi engellediğine
dair iddia olunan olayların ise velayet hakkının düzenlenmesine ilişkin hükmün
kesinleşmesinden önceki döneme ait olduğunu, ayrıca bu yönde yapılan
suçlamaların tamamından davalının beraat ettiğini, beraat kararlarının da
usulünce kesinleştiğini, sonuç olarak boşanma kararı ile birlikte tayin edilen
velayet hakkı sahibinin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir durumun
oluştuğunun kanıtlanamadığı gibi küçüğün menfaatinin de böyle bir değişikliği
gerektirdiğine ilişkin bir sebebin de ortaya konulamadığından velayet
değişikliğine ilişkin davanın reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir.
24. İlk Derece Mahkemesi kararı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin
24/12/2013 tarihli ve E.2013/10321, K.2013/30601 sayılı ilamıyla onanmış;
karar, düzeltme isteminin aynı Dairenin 20/3/2014 tarihli ve E.2014/3803,
K.2014/6299 sayılı ilamıyla reddedilmesi neticesinde kesinleşmiştir.
25. Müşterek çocuk, bu davanın kesinleşmesi sürecinde 2011
yılının Temmuz ayında kişisel ilişki kapsamında
uzmanlar eşliğinde anneden teslim alınmış ve başvurucunun evinde bir ay süreyle
misafir edilmiştir.
26. Müşterek çocuğun annesi tarafından 26/2/2013 tarihli dilekçe
ile çocuk ve baba arasında kurulan kişisel ilişkinin kaldırılması ve nafakanın
artırılması talebiyle İstanbul 4. Aile Mahkemesinde dava açılmıştır. Dava devam
ederken bu defa başvurucu tarafından velayetin değiştirilmesi ve nafakanın
kaldırılması talebiyle İstanbul 5. Aile Mahkemesinde başka bir dava açılmıştır.
Bağlantılı olan davalar, İstanbul 4. Aile Mahkemesinde devam eden E.2013/141
sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir.
27. Başvurucu baba tarafından sunulan cevap dilekçesinde,
çocuğuyla kişisel ilişki kuramamasının çocuk ile annesi arasındaki ilişkilerden
kaynaklandığı ve çocuğun sağlığının annesi tarafından bozulduğundan kişisel
ilişki kurabilmesi için bu konuda Mahkemece etkin önlemlerin alınması talep
edilmiştir. Uzman raporlarına başvuran Mahkeme, talebi değerlendirmiş ve
12/7/2013 tarihli ara kararı ile çocuk ile görüşme neticesinde hazırlanan uzman
raporunda çocuğun babasıyla görüşmek istemediğinin ve bu konuda çocukta aşırı
olumsuz yaklaşım belirlendiğinin tespit edilmesi üzerine 8/3/2012 tarihli ve
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair
Kanun’un 5. maddesinin 3. fıkrası ile 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk
Koruma Kanunu’nun 5. maddesinin 1. fıkrası gereğince anne ve çocuk hakkında
danışmanlık ve sağlık tedbiri uygulanmasına, tedbir kararının gereğinin yerine
getirilmesi için alınan ara kararı örneğinin İstanbul Valiliği Aile ve Sosyal
Politikalar İl Müdürlüğüne (İl Müdürlüğü) gönderilmesine hükmetmiştir.
28. Sağlık tedbiri kararı gereğince çocuk hakkında hazırlanan
raporlar, İstanbul Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü Şişli Toplum Sağlığı
Merkezinin 26/3/2014 tarihli ve 2170 sayılı yazısı ve Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi
Polikliniğinin 25/3/2014 tarihli ve 1394 sayılı yazısı ile Mahkemeye sunulmuş,
yine danışmanlık tedbiri kararı gereğince İl Müdürlüğünce talimatlandırılan
Beyoğlu Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğünün 8/7/2014 tarihli ve 494 numaralı
raporu İl Müdürlüğünce Mahkemeye ulaştırılmıştır.
29. Yine Mahkemece taraflar ve müşterek çocuk hakkında İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim
Dalı Başkanlığına müzekkere yazılarak çocuk ile babası arasındaki kişisel
ilişkinin durumu hakkında tıbbi değerlendirme yapılması ve rapor düzenlenmesi
istenmiştir. Anılan Başkanlık tarafından hazırlanan 24/10/2013 tarihli raporda,
çocuk hakkında klinik ortamında psikiyatrik değerlendirme ve muayenenin
yapıldığı, babası ile 2011 yılında görüştüğünde kendisine şiddet uyguladığını
ifade ettiği, annesi ile mutlu olduğunu ve babasıyla kesinlikle görüşmek
istemediğini söylediği, psikiyatrik muayene ve değerlendirmede çocuğun
görünümünün yaşına uygun olduğu, görüşmeye kısmen istekli olduğu, tutumunun iş
birliğine kısmen açık olduğu; bilincinin açık, kişi, yer ve zaman yöneliminin
yaşı ile uyumlu olduğu, çocukta algısal bir patoloji saptanmadığı,
duygulanımının zaman zaman kaygılı olduğu, çocuğun babası tarafından fiziksel
istismara maruz kaldığını dile getirmesi ve sonrasında bazı anksiyete
bozukluğu belirtilerinin gelişmiş olması nedeniyle babayla görüşmekten
kaçındığının tespit edildiği, bu durumda baba ile görüşme şekil ve sıklığının
minimum tutularak küçüğün isteğine bırakılmasının uygun olduğu
değerlendirilmiştir.
30. Bu rapora karşı başvurucu baba tarafından yapılan itiraz
üzerine bu defa İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı
Başkanlığınca bir rapor hazırlanmıştır. Taraflar ve müşterek çocuk hakkındaki
tıbbi değerlendirmeler, ayrıntılı ruhsal durum muayenelerinden elde edilen
bulgular, velayet durumu hakkında dava dosyasında yer alan raporlar ve çocuk
hakkında düzenlenmiş tıbbi belgelerden elde edilen bilgi ve bulgular birlikte
değerlendirildiğinde çocuğun annesiyle yaşamak ve zamanının büyük bölümünü
annesiyle paylaşmak istediği, annesinin yanında kendisini daha mutlu ve huzurlu
hissettiğini açık olarak ifade ettiğinin belirlendiği, Türkiye açısından
14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme
gereği algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği yetişmiş çocukların
kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınmasının ve bu görüşe önem
verilmesinin gerektiğinin bildirildiği, velayet hakkı ile ilgili düzenlemede
asıl olanın çocukların üstün yararı olduğu, bunlar dikkate alındığında on dört
yaşında ve ergen olan çocuğun bedensel, zihinsel ve cinsel gelişimi ile
anlatımlarının değerlendirilmesi sonucunda velayetinin annesinde kalmasının ve
babası ile kurulacak kişisel ilişkide her ay on beş günde bir yatılı olmaksızın
sadece gündüz saatlerinde görüştürülmesinin ve bunun beş ila yedi saat ile
sınırlı bırakılmasının uygun olduğu bildirilmiştir.
31. 28/1/2014 tarihli duruşmada müşterek çocuk Mahkeme huzurunda
psikolog eşliğinde dinlenmiş ve “Ben Cengiz
Kılıç'ta kalmak istemediğimi söylemek için geldim. İstemiyorum. Cengiz Kılıç
benim babam olur ama babalığını yapmıyor. Benimle ilgilenmiyor. Bana kötü
davranıyor. Ben babamla kalmak istemiyorum. Onunla yaşamak istemiyorum. Babamla
en son 2011 yılının Temmuz ayında görüşmüştük. Ben
istemiyordum ama pedagoglar geldi. Beni korkutup götürdüler. Pedagoglar bana
annemin 6 ay hapis yatacağını söylediler. Ben de annemin hapis yatmasını
istemediğim için istemeyerek gittim.” şeklindeki ifadeleri duruşma
tutanağına aktarılmıştır.
32. Neticede İstanbul 4. Aile Mahkemesi 10/2/2015 tarihli ve
E.2013/141, K.2015/70 sayılı kararı ile Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 12.
maddesine göre görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip her çocuğa kendisini
ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkı tanınmasının
-çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak- taraf devletlerin özen
yükümlülüğü altında olduğu, müşterek çocuğun 18/5/2001 doğumlu olduğu ve
28/1/2014 tarihli oturumda Mahkemece dinlendiği sırada kendini ifade edebilecek
durumda olduğunun anlaşıldığı, düzenlenen uzman raporlarında da çocuğun
annesinin yanında kendisini daha mutlu ve huzurlu hissettiğini açıkça ifade
ettiğinin belirlendiği gerekçelerine dayanılarak çocuğun velayeti konusunda
isteği dikkate alınmış ve velayetin değiştirilmesi talebinin reddine
hükmedilmiştir. Baba ile çocuk arasındaki kişisel ilişki kurulması kararının
kaldırılması talebi ise kişisel ilişkinin devamlılığının baba ile çocuk
arasındaki ilişkinin kopmaması için gerekli olduğu, mevcut zayıf ilişkinin daha
da zarar görmemesi için kişisel ilişkinin devam etmesi gerektiği yönünde
Mahkemede oluşan kanaat gereğince reddedilmiştir.
33. Son olarak İl Müdürlüğünce İstanbul 4. Aile Mahkemesine
sunulan 29/6/2015 havale tarihli yazı ile 12/7/2013 tarihinde çocuk hakkında
verilen danışmanlık tedbiri kararının yapılan sosyal incelemeler ve periyodik
takipler sonucu elde edilen sonuçlara göre sonlandırılmasının uygun olacağı
kanaatine ulaşıldığından tedbir kararının kaldırılması talep edilmiştir. Talep
yazısının ekinde yer alan 8/7/2014 tarihli ve 494 numaralı raporda çocuğun
annesi ile birlikte yaşamaktan mutlu olduğu, annenin çocuğun bakım ve
sorumluluğu ile ilgilenebilecek entelektüel kapasiteye sahip bir yetişkin
olduğu, çocuğun iletişime açık olduğu, konuşurken göz kontağı kurulabildiği,
fiziksel ve zihinsel yaşının takvim yaşı ile orantılı görüldüğü, kendini ifade
edebildiği, öz bakımının iyi olduğunun gözlemlendiği, öte yandan çocuğun babası
ile görüşmek istemediği, baba-çocuk ilişkisi açısından kaliteli bir ilişki
biçiminin bulunmadığı, çocuğun babası ile birlikte geçirdiği zamanlarda
babasından şiddet gördüğünü dile getirdiği, babası ile ilgili konuşurken anksiyete seviyesinin arttığı, bu durumun çocuğu
endişelendirdiğinin gözlemlendiği; çocuğun yüksek yararı gözetilerek babası ile
görüşme sıklığının en düşük düzeye indirilmesi, görüşme yapıldığı takdirde
bunun yetişkin bir birey veya uzman eşliğinde gerçekleşmesi, baba ile görüşme
durumunun çocuğun kanaatine bırakılmasının uygun olduğu, çocuğun fizyolojik ve
psikolojik ihtiyaçlarının annesi tarafından bire bir ilgilenilerek karşılandığı
ve takibinin sağlandığı, çocuğun örgün eğitime devam etmesi ve yoğun bir
akademik temposu olması sebebi ile çocuğun eğitim yaşamının sekteye uğramaması
için danışmanlık tedbiri kararının sonlandırılmasının uygun olacağının
anlaşıldığı, yapılan tespit ve değerlendirmeler sonucunda çocuğun yaşamını aile
ortamında sürdürmeye devam etmesi nedeniyle çocuk hakkında bir tedbir
alınmasına gerek olmadığı yönünde değerlendirmelerde bulunulmuştur.
34. 1/7/2015 tarihli ara kararı ile Mahkeme, danışmanlık tedbiri
uygulanmasına rağmen çocuğun babası ile arasında düzenli kişisel ilişki tesis
edilmediğinin anlaşılması nedeniyle tedbirin amacının gerçekleşmediğini
belirterek bu talebi reddetmiştir. Danışmanlık tedbiri uygulaması devam
etmektedir.
b. Ceza Yargılamaları
35. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının S.2010/130155 sayılı
evrakı üzerinde hazırlanan 3/10/2011 tarihli ve K.2011/47933 sayılı
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda Mahkeme kararına rağmen annenin
müşterek çocuğu ile babası arasında kişisel ilişki kurulmasına kasten engel
olduğu, bu sebeple çocuk teslimi emrine muhalefet suçunu işlediği başvurucu
baba tarafından her ne kadar ileri sürülmüş ise de toplanan delil, bilgi ve
belgelerden soyut iddia dışında şüpheli anneye yüklenen suçun işlendiğini
gösteren dava açmaya yeterli herhangi bir kanıt ve emarenin bulunmadığı
belirtilmiştir.
36. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz
üzerine Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2012 tarihli ve 2012/1225
Değişik İş sayılı kararı ile iddianın niteliğine ve ileri sürülüş şekline,
dosyada mevcut kanıt durumuna göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu
gerekçesiyle şikâyetçi başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir. Söz
konusu karar 5/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
37. Yine başvurucu tarafından, farklı tarihlerde Mahkeme emrine
rağmen çocuğunun teslim edilmediği ve kişisel ilişki tesisini sağlayacak
tedbirlerin alınmadığı şikâyetiyle anne hakkında icra ceza mahkemesine
başvuruda bulunulmuştur. Çocuk teslimi ile ilgili olarak icra takibinin derdest
olduğu İstanbul 29. İcra Dairesinin E.2007/14669 sayılı dosya üzerinden
gerçekleştirilen girişimlere engel olunduğu, bu durumun en son 2/7/2012
tarihinde yaşandığı gerekçesiyle 29/11/2012 tarihinde başvurucu tarafından
verilen şikâyet dilekçesi ile annenin cezalandırılması ve kişisel ilişkinin
sağlanmasına yönelik tedbirler alınması talep edilmiştir.
38. Şikâyeti inceleyen İstanbul 3. İcra Ceza Mahkemesinde sanık
sıfatıyla savunma yapan anne, müşteki baba ile boşanmalarına karar verildiğini
ve bu kararın kesinleştiğini, boşanma kararı ile birlikte müşterek çocuğun
velayetinin kendisine verildiğini, ayrıca müşterek çocuk ile müşteki babanın
kişisel ilişkilerinin ne şekilde sürdürüleceğini düzenleyen Mahkeme kararı
bulunduğunu, bu karara aykırı davranmasının söz konusu olmadığını, müştekinin
icra marifeti ile gelip çocuğunu görebileceğini ancak pedagog yardımıyla
yapılan görüşme sırasında müşterek çocuğun babası ile görüşmek istemediğini,
kendisinin şahsi olarak bu konuda herhangi bir eyleminin bulunmadığını ileri
sürmüştür.
39. 2/12/2014 tarihli ve E.2012/368, K.2014/946 sayılı kararı
ile Mahkeme, ilama dayalı olarak müşteki babanın müşterek çocukla kişisel
ilişkisinin temini için icra takibi yapıldığı, en son 2/7/2012 tarihinde
gerçekleşen infaz işleminde tutulan tutanak içeriğine göre ise çocuğun davranışları
nedeniyle baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesisinin sağlanamadığı, bunda
sanığa atfedilecek bir kusurun olmadığı, bu nedenle somut olayda sanığa isnat
edilen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine karar vermiştir.
40. Başvurucu tarafından yapılan itiraz, İstanbul 4. İcra Ceza
Mahkemesinin 19/6/2015 tarihli ve 2015/48 Değişik İş sayılı ilamıyla yerinde
görülmeyerek reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.
41. Çocuk teslimi emrine muhalefet suçunun dışında başvurucu
baba ile anne, birbirleri aleyhine farklı suç tiplerine ilişkin farklı
zamanlarda suç duyurularında bulunmuşlardır. Anne S.K. yaralama, tehdit, resmi belgeyi bozma suçlarından yargılanmış; yaralama
suçundan kısa süreli hapis cezasına mahkûm olmuş ve hakkındaki hapis cezası
ertelenmiş, başvurucu baba yaralama suçundan yargılanmış ancak yargılandığı
davada düşme kararı verilmiş, ayrıca nafaka borcunu ödemediği gerekçesiyle
hakkında yapılan şikâyetler neticesinde ise birden fazla kez tazyik hapsi ile
cezalandırılmıştır.
B. İlgili Hukuk
42. 22/11/2007 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Hâkimin takdir yetkisi" kenar
başlıklı 182. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar
verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında
ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın
haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.
Velâyetin
kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin
düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları
esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak
zorundadır."
43. 4721 sayılı Kanun’un “Koruma
önlemleri” kenar başlıklı 346. maddesi şöyledir:
“Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve baba
duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse hâkim, çocuğun korunması için
uygun önlemleri alır.”
44. 6284 sayılı Kanun’un “Hâkim
tarafından verilecek önleyici tedbir kararları” başlıklı 5.
maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“(3) Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3/7/2005 tarihli
ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici
tedbirler ile 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve
kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye yetkilidir.”
45. 5395 sayılı Kanun’un “Amaç”
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen
çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına
ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir.”
46. 5395 sayılı Kanun’un “Temel
ilkeler” başlıklı 4. maddesi şöyledir:
“(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;
a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence
altına alınması,
b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,
c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması,
d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine
katılımlarının sağlanması,
e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum
kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,
f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi,
g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel
ihtimam gösterilmesi,
h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve
gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu
geliştirmesinin desteklenmesi,
i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına
en son çare olarak başvurulması,
j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare
olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal
sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,
k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı
kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,
l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların
yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik
önlemler alınması,
İlkeleri gözetilir.”
47. 5395 sayılı Kanun’un “Koruyucu
ve destekleyici tedbirler” başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“(1) Koruyucu ve destekleyici tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile
ortamında korunmasını sağlamaya yönelik danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve
barınma konularında alınacak tedbirlerdir. Bunlardan;
a) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere çocuk
yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili
sorunlarının çözümünde yol göstermeye,
b) Eğitim tedbiri, çocuğun bir eğitim kurumuna gündüzlü veya yatılı
olarak devamına; iş ve meslek edinmesi amacıyla bir meslek veya sanat edinme
kursuna gitmesine veya meslek sahibi bir ustanın yanına yahut kamuya ya da özel
sektöre ait işyerlerine yerleştirilmesine,
c) Bakım tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimsenin herhangi bir
nedenle görevini yerine getirememesi hâlinde, çocuğun resmî veya özel bakım
yurdu ya da koruyucu aile hizmetlerinden yararlandırılması veya bu kurumlara
yerleştirilmesine,
d) Sağlık tedbiri, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve
tedavisi için gerekli geçici veya sürekli tıbbî bakım ve rehabilitasyonuna,
bağımlılık yapan maddeleri kullananların tedavilerinin yapılmasına,
e) Barınma tedbiri, barınma yeri olmayan çocuklu kimselere veya hayatı
tehlikede olan hamile kadınlara uygun barınma yeri sağlamaya,
Yönelik tedbirdir.
(2) Hakkında, birinci fıkranın (e) bendinde tanımlanan barınma tedbiri
uygulanan kimselerin, talepleri hâlinde kimlikleri ve adresleri gizli tutulur.
(3) Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında
bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu
kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması
hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk
hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar
verilebilir.”
48. 24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk Koruma Kanunu’na Göre Verilen Koruyucu ve
Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması Hakkında Yönetmelik’in
(Yönetmelik) “Danışmanlık Tedbiri” başlıklı
12. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“(1) Danışmanlık tedbiri, çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere
çocuk yetiştirme konusunda; çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili
sorunlarının çözümünde yol göstermeye yönelik rehberlik tedbirleridir.
(2) Danışmanlık tedbirleri, çocuğun ailesi yanında korunmasını sağlamak
veya çocuk hakkında verilen tedbir kararlarının uygulanması sırasında onu
desteklemek ya da uygulanması muhtemel tedbirler hakkında bilgilendirmek
amacıyla uygulanır.
(3) Özel veya kamu sosyal hizmet kurum veya kuruluşlarında ya da ailesi
yanında kalmakta olan ve hakkında danışmanlık tedbirine karar verilen
çocukların bedensel, zihinsel, psiko-sosyal, duygusal
gelişimini desteklemek, okul, aile ve sosyal çevresi ile uyumunu güçlendirmek
ve yeteneklerine uygun bir meslek sahibi olarak hayata hazırlanmalarını
sağlamak amacıyla okul başarısını arttırma, madde kullanımı, davranış
bozukluğu, ergenlik sorunları, aile içi iletişim gibi çocuğun, ailesinin ve
çocuğun bakımını üstlenen kişilerin ihtiyaçlarına uygun konularda uzmanlaşmış
bir veya birden fazla kişi danışman olarak görevlendirilebilir.
(4) Çocuğun bakımından sorumlu olan kimselere; anne baba eğitimi, aile
danışmanlığı, aile tedavisi gibi konularda danışmanlık hizmetleri sunulur.
Ayrıca, davranış değişikliği için bu anne ve babalar aile eğitimi programlarına
yönlendirilebilir.”
49. Yönetmelik’in “Tedbir
kararlarının uygulanması, takibi ve denetimi” başlıklı 18.
maddesinin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“(1) Tedbir kararlarını yerine getirmekle görevli kişi, kurum veya
kuruluşlarca, bu tedbir kararlarının nasıl yerine getirileceği konusunda bir
plân hazırlanarak uygulamaya konulur. Bu plân çocuğun teslim edildiği ya da
teslim alındığı tarihten itibaren en geç on gün içerisinde mahkeme veya çocuk
hâkiminin onayına sunulur. Mahkeme veya çocuk hâkimi, gerektiğinde uygulama
plânının değiştirilmesini isteyebilir.
(2) Uygulama plânı hazırlanırken çocuk hakkında düzenlenmiş sosyal
inceleme raporundan da yararlanılabilir.
(3) Uygulama plânında, kararın uygulanmasından sorumlu kişi, tedbirin
türü ve süresi, tedbirin uygulanmasında hangi kurumlarla işbirliği
yapılacağı ve hangi hizmetlerin sağlanacağı, nelerin amaçlandığı ve ilerlemenin
nasıl ölçüleceğine ilişkin bilgilere yer verilir.
(4) Tedbir kararını veren mahkeme veya çocuk hâkimi, tedbir
kararlarının uygulanmasını, tedbirden beklenen gayenin gerçekleşip
gerçekleşmediğini, uygulanan tedbirin çocuğun gelişimini hangi yönde
etkilediğini en geç üçer aylık sürelerle incelettirir.”
50. 25/10/2008 tarihli ve 27035 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Danışmanlık Tedbiri Kararlarının Uygulama Usul ve
Esasları Hakkında Tebliğ’in “Danışmanlık
tedbiri süreci” başlıklı 9. maddesi şöyledir:
“(1) Danışmanlık tedbiri süreci aşağıdaki hususları içerecek biçimde
yapılır:
a) Çocuk, aile, bakmakla yükümlü kişi veya kişiler ile ilgili bilgiler ve
dosya bilgileri toplanarak incelenir.
b) Çocuk, aile, bakmakla yükümlü kişi veya kişiler ile tanışılır.
c) Danışman, görev ve sorumlulukları hakkında çocuğu, aileyi, bakmakla
yükümlü kişi veya kişileri bilgilendirir.
ç)
Sorunun tarafları olabilecek aile, öğretmen, idareci ve bunun gibi kimselerle
görüşülerek problemin sınırları belirlenir.
d) Çocuğa ve aileye mahkeme kararı ve yükümlülüklerinin tanıtımı, uymama
halinde ve devamının kesilmesinde sonuçları ile aileye çocuğuyla ilgili
sorumlulukları anlatılır.
e) Danışmanlık hizmeti ile ilgili bir uygulama planı hazırlanır.
Çocuğun ailesinin yanında yaşadığı durumlarda çocuk ve aile sürece birlikte
dahil edilir, ilgili kişilerle de görüşme sağlanır. Çocuğun ailesinin yanında
yaşamadığı ve ailesinden uzak olduğu durumlarda ailenin sürecin gelişiminden ve
üstüne düşen görevlerden haberdar edilmesi için gerekli önlemler alınarak
danışmanlık hizmeti başlatılır. En az, çocukla haftada bir kez, aileyle iki
haftada bir kez gerçekleştirilecek görüşmeler planlanır ve bu plan
doğrultusunda takip edilir. Ayrıca duruma göre öğretmen ya da ilgili kişilerle
de görüşme sağlanır.
f) Danışmanlık tedbirinin uygulama sürecinin değerlendirilmesinde
kullanılacak izleme kriterleri, bu hizmeti sunacak danışman tarafından
belirlenerek uygulama planında gösterilir.
g) Uygulama planı doğrultusunda üçer aylık periyotlarla sürecin
değerlendirmesine ve varsa tedbirin değiştirilmesine ilişkin öneriyi de içeren
rapor; Yönetmeliğin 18 inci maddesinde belirtilen usule göre mahkeme veya çocuk
hâkimi tarafından, incelettirilmek üzere mahkemeye ulaştırılır.
h) Danışmanlık hizmeti, danışmanın, bu tedbirde istenen amaca
ulaşıldığına dair raporu üzerine mahkeme veya çocuk hâkiminin vereceği kararla
sona erer.
(2) Danışmanlık tedbirlerini uygulayan görevlilerin; mahkeme veya çocuk
hâkimine sunulan uygulama planı doğrultusunda yaptıkları işlem ya da görevlerin
izlenmesi, tedbirle ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirecek etkinlik ve
verimlik için gerekli desteğin sağlanması bu tedbiri yerine getirmekle yükümlü
kurumların sorumluluğundadır.”
51. 2004 sayılı Kanun’un “Çocuk
teslimi” başlıklı 25. maddesi şöyledir:
“Çocuk teslimine dair olan ilam icra dairesine verilince icra memuru 24 üncü maddede yazılı şekilde bir icra emri tebliği
suretiyle borçluya yedi gün içinde çocuğun teslimini emreder. Borçlu bu emri
tutmazsa çocuk nerede bulunursa bulunsun ilam hükmü zorla icra olunur.
Çocuk teslim edildikten sonra diğer taraf haklı bir sebep olmaksızın
çocuğu tekrar alırsa ayrıca hükme hacet kalmadan zorla elinden alınıp öbür
tarafa teslim olunur.”
52. 2004 sayılı Kanun’un “Çocuk
teslimine ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilâmların icrasında uzman
bulundurulması” başlıklı 25/b. maddesi şöyledir:
“Çocukların teslimine ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair
ilâmların icrası, icra müdürü ile birlikte Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu tarafından görevlendirilen sosyal çalışmacı, pedagog, psikolog veya
çocuk gelişimcisi gibi bir uzmanın, bunların bulunmadığı yerlerde bir
eğitimcinin hazır bulunması suretiyle yerine getirilir.”
53. 2004 sayılı Kanun'un “Çocuk
teslimi emrine muhalefetin cezası” başlıklı 341. maddesi şöyledir:
“Çocuk teslimi hakkındaki ilâmın veya ara kararının gereğini yerine
getirmeyen veya yerine getirilmesini engelleyen kişinin, lehine hüküm verilmiş
kimsenin şikâyeti üzerine, altı aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin
tatbikine başlandıktan sonra ilâmın veya ara kararının gereği yerine
getirilirse, kişi tahliye edilir.”
54. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 3. maddesi şöyledir:
“(1) Kamusal ya da özel sosyal yardım
kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından
yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel
düşüncedir.
(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da
kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı
sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
(3) Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu
kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı
ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan
ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
55. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 9. maddesinin ilgili
fıkraları şöyledir:
“(1) Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz
yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar
vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana–babasından, onların rızası dışında
ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana–babası tarafından çocuğun kötü
muameleye maruz bırakılması ya da ihmâl edilmesi durumlarında ya da ana–babanın
birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgâhının belirlenmesi amacıyla
karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir.
(2) Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili
bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır.
(3) Taraf Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına
karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, anababanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki
kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.”
56. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:
“(1) Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun
kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu
görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen
gösterilmek suretiyle tanırlar.
(2) Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari
kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir
makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına
uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.”
57. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 18. maddesi şöyledir:
“(1) Taraf Devletler, çocuğun
yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana–babanın birlikte sorumluluk
taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun
yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum
gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler herşeyden
önce çocuğun yüksek yararını gözönünde tutarak
hareket ederler.
(2) Bu Sözleşme’de belirtilen hakların
güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun
yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana–baba ve yasal
vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli
kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar.
(3) Taraf Devletler, çalışan ana–babanın, çocuk bakım hizmet ve
tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden yararlanma hakkını
sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
58. Mahkemenin 3/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
59. Başvurucu; kendisine Mahkeme kararları ile tanınan çocuğu
ile kişisel ilişki kurma hakkının, çocuğun kendisiyle görüştürülmemesi ve
kendisine yabancılaştırılması suretiyle velayet hakkı sahibi eski eşi
tarafından engellendiğini, başta müşterek çocuğunun annesi olmak üzere Mahkeme
kararlarının icrasını engelleyen sorumluların etkin şekilde cezalandırılmadığını,
AİHM tarafından 6/12/2011 tarihinde verilen ve çocuğu ile kişisel ilişki kurma
hakkının icra edilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal
edildiğine hükmedilen kararın gereklerinin kamusal makamlarca yerine
getirilmediğini, çocuğu ile kişisel ilişki hakkının icrası için başvurduğu
yargısal süreçlerde Mahkemelerce verilen kararların gerekçelerinin yetersiz
olduğunu ve ileri sürdüğü uyuşmazlık konusunun etkili şekilde çözümünü
sağlayacak itiraz imkânının bulunmadığını, taraflara eşit muamelede bulunma
ilkesinin göz ardı edildiğini, uzun süredir görüştürülmediği çocuğu ile aile
bağlarının kopmak üzere olduğunu belirterek Anayasa'nın 10., 20., 36., 41. ve
141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
60. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).Başvurucunun
Anayasa’nın 10., 20., 36., 41. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiği iddiasının ihlal iddialarının mahiyeti gereği Anayasa’nın 20. ve 41.
maddeleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
61. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
62. Başvurucu baba; çocuğu ile kişisel ilişki kurma hakkı
bulunmasına rağmen çocuğunun kendisi ile görüştürülmemesi, hakkın yerine
getirilmesini engelleyen kişilerin kamu makamlarınca cezalandırılmaması ve
çocuğu ile kişisel ilişki kurma hakkı tanıyan mahkeme kararının icra edilememesi
nedeniyle Anayasa’nın 20. ve 41. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
63. Bakanlık görüş yazısında benzer başvurularda AİHM tarafından
Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında değerlendirme yapıldığı, bu kapsamda görüş hazırlandığı
ifade edilmiş; Sözleşme’nin 8. maddesinin devlete negatif yükümlülüklerin yanı
sıra her zaman mutlak olmayan pozitif yükümlülükler de yüklediği, çocuklar
hakkında alınan tedbirler ve koruma kararlarıyla ilgili davalarda müdahalenin
demokratik bir toplumda gerekliliği denetlenirken gösterilen gerekçelerin
ilgili ve yeterli oluşu ile karar verme sürecinin adil olup olmadığının ve bu
süreçte başvurucunun Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamındaki haklarına saygı
gösterilip gösterilmediğinin denetlendiği, anne ve babanın ayrılması sonrasında
da anne, baba ve çocuk arasında uygun ilişkiler kurulması gerektiği
belirtilmiş; başvurucu hakkında verilen 6/12/2011 tarihli AİHM kararının
başvurucu ile eski eşinin boşanması sürecindeki yargılamaya ilişkin olduğuna,
bu başvurunun konusunun ise velayete ve çocukla kişisel ilişki tesisine ilişkin
artık kesinleşen Mahkeme kararı olduğuna değinilmiş ve AİHM önüne benzer ihlal
iddialarıyla gelen dava ve karar örneklerine yer verilmiştir.
64. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru dilekçesindeki
görüş ve taleplerini tekrar etmiştir.
65. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın, Anayasa’da güvence
altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
66. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık
ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim
kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin
üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili
merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin
onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
67. Anayasa’nın “Ailenin
korunması ve çocuk hakları” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça
aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme
hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirleri alır.”
68. Sözleşme’nin “Özel ve
aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
69. Aile yaşamına saygı hakkı, Anayasa’nın 20. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate
alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi
ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi
gereğine işaret edildiği görülmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8.
maddesi çerçevesinde korunan aile yaşamına saygı hakkının Anayasa’daki
karşılığını oluşturmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin -Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği- özellikle aile yaşamına saygı hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında dikkate alınması gerektiği
açıktır (Murat Atılgan, B. No:
2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus Frank Cerny,
[GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36).
70. Aile yaşamındaki temel ilişkiler kadın ve erkek ile ebeveyn
ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmi evlilik birliklerinin aile hayatı
kapsamında korunduğu kuşkusuz olup evlilik içinde doğan çocuklar da
kendiliğinden evlilik ilişkisinin bir parçası sayılır.Bu çerçevede çocuğun doğumundan itibaren
çocuk ve ebeveyn arasında aile yaşamı anlamına gelen bir bağ kurulduğunun
kabulü gerekir (Murat Atılgan, §
23; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011,
§§54, 60). Başvuru konusu olayda, başvurucunun çocuğu evlilik içinde dünyaya
gelmiş olup hukuken mevcut olan ailenin bir parçasıdır. Bu bağlamda başvurucu
ile çocuğu arasındaki söz konusu ilişki, aile yaşamının kurulması için yeterlidir.
71. Aile yaşamının temel unsuru, aile ilişkilerinin normal bir
şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile fertlerinin birlikte yaşama hakkıdır.
Bu hakkın kapsamının ise aile yaşamına saygı yükümlülüğünden ayrı düşünülmesi
mümkün değildir (Murat Atılgan, §
24; Marcus Frank Cerny, §
38).
72. Ebeveyn ile çocukların birlikte yaşama istekleri, aile
yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olup anne ve baba arasında ortak yaşamın
kurulamaması veya hukuken ya da fiilen sona ermiş olması aile yaşamını ortadan
kaldırmaz. Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile yaşamının, anne ve babanın birlikte
yaşamamaları veya ortak yaşama son vermelerinin ardından da devam edeceği açık
olup anne, baba ve çocuğun aile yaşamlarına saygı hakkı, belirtilen durumlarda
ailenin yeniden birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir. Söz
konusu yükümlülük, yalnızca çocukların kamusal makamlarca koruma altına
alınması bağlamındaki uyuşmazlıklar açısından değil; ebeveyn veya diğer aile
bireyleri arasındaki velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar
açısından da geçerlidir (Murat Atılgan,
§ 25; Marcus Frank Cerny, §
39; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 55; Berrehab/Hollanda, B. No: 10730/84, 21/6/1988, §
21; Gluhakovic/Hırvatistan, §§56-57).
73. Aile yaşamına saygı hakkı kapsamında devlet için söz konusu
olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette müdahaleden kaçınmakla
sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak aile yaşamına
etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de
içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler
alanında olsa da aile yaşamına saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını
zorunlu kılar (Murat Atılgan, §
26; Marcus Frank Cerny, §
40; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. X
ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 23; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
74. Devletin pozitif tedbirler alma yükümlülüğü konusunda
Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri, ebeveynin -mevcut olayda babanın- çocuğuyla
kişisel ilişki kurmasının sağlanması amacıyla tedbirler alınmasını isteme
hakkını ve kamusal makamların bu tür tedbirleri alma yükümlülüğünü
içermektedir. 41. maddede, her çocuğun yüksek yararına aykırı olmadıkça anne ve
babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve ilişkiyi sürdürme hakkına sahip
olduğu açıkça belirtilmektedir. Söz konusu yükümlülüğün uluslararası
sözleşmelerde de yer bulduğu görülmektedir (bkz. § 55). Ancak bu yükümlülük
mutlak olmayıp her olayın özel koşullarına bağlı olarak alınacak tedbirlerin
nitelik ve kapsamı farklılaşabilmektedir (Marcus Frank Cerny, § 41; M.M.E. ve T.E., B. No: 2013/2910,
5/11/2015, § 121; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hokkanen/Finlandiya, § 58; Ignaccolo-Zenide/Romanya, B. No: 31679/96, 25/1/2000, §
94; İlker Ensar Uyanık/Türkiye,
B. No: 60328/09, 3/5/2012, § 49).
75. AİHM de önüne gelen birçok davada aile yaşamına saygının
kamu makamlarına, ebeveyn ve çocuklarını bir araya getirmek şeklinde pozitif
bir görev yüklediğini ve bu durumun, ayrılığa devletin değil ebeveynin yol
açtığı durumlarda dahi geçerli olduğunu; bu alandaki pozitif yükümlülüğün,
bireyler arasındaki ilişkiler alanında dahi aile yaşamına saygıyı güvence
altına almak için tasarlanmış, hem bireylerin haklarını koruyan düzenleyici
yargısal bir çerçeve oluşturulmasını hem de fiilen hayata geçirilecek uygun
tedbirlerin alınmasını gerektirdiğini ifade etmektedir (Hokkanen/Finlandiya, § 58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, § 63; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006,
§ 52).
76. Bununla birlikte aile yaşamına saygı hakkı kapsamındaki
pozitif yükümlülüklerin hangi koşullarda olumlu edimde bulunmayı
gerektirdiğinin kesin çizgilerle belirlenmesi, söz konusu hak kapsamındaki
ilişkilerin mahiyeti gereği kolay değildir. AİHM de -özellikle pozitif
yükümlülükler söz konusu olduğunda- saygı kavramının çok kesin bir tanımının
bulunmadığını ve taraf devletlerde karşılaşılan durumlar ve izlenen
uygulamalardaki farklılıklar dikkate alındığında bu kavramın gereklerinin
olaydan olaya önemli ölçüde değiştiğini kabul etmektedir (Marcus Frank Cerny, § 43; M.M.E. ve T.E., §123; Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Abdulaziz, Cabales ve Balkani/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80,
28/5/1985, § 67).
77. Anne, baba ve çocukların birlikte yaşama hakkı aile
hayatının esaslı bir unsuru olup anne ve baba tarafından diğer eşe tanınan
velayet ve kişisel ilişki haklarının hukuka aykırı şekilde engellenmesi
durumunda da devletin bireylerin haklarını koruyan düzenleyici yargısal bir çerçeve
oluşturulmasını ve fiilen hayata geçirilecek uygun tedbirlerin alınmasını
sağlama yükümlülüğü, aile hayatına saygı hakkı bağlamındaki pozitif
yükümlülüklerinin bir görünümünü oluşturmaktadır. Bu bağlamda velayet ve
kişisel ilişki tesisine dair kararların icrasına ilişkin problemler, aile
hayatına saygı hakkı bağlamında değerlendirme yapılmasını gerektiren önemli bir
dava grubudur (Marcus Frank Cerny, §
44; M.M.E. ve T.E., §124).
78. Söz konusu dava grubu açısından kamusal makamlarca alınan
tedbirin yeterliliği, ilgili tedbirin uygulanma hızı ile doğru orantılıdır.
Velayet ve kişisel ilişkiye ilişkin ebeveyn sorumluluklarının tespiti ve elde
edilen nihai kararın uygulanması, kaybedilen zamanın çocuk ve onunla birlikte
yaşamayan ebeveyn arasındaki ilişkiler üzerinde geri dönülmez sonuçlar ortaya
koyabileceği gözetilerek ivedi olarak harekete geçmeyi gerektirmektedir (Maire/Portekiz, B. No: 48206/99, 26/9/2003, §
74). Bu nedenle velayete ve kişisel ilişkiye ilişkin hükümlerin infazı
sürecinde alınan bir tedbirin yeterli olup olmadığı, tedbirin hızla
uygulanmasıyla birlikte değerlendirilmelidir. Söz konusu kararların usulüne
uygun şekilde ve ivedi olarak yerine getirilmesinin hem çocuklar hem de ebeveyn
üzerinde çeşitli etkileri bulunmakla birlikte söz konusu eksiklik ve
gecikmeler, özellikle karar gereklerinin yerine getirilmediği her an ebeveyn
ile ilişkileri daha da sınırlanan veya kopan çocuk açısından telafisi imkânsız
zararların doğmasına neden olabilmekte ve aile hayatına saygı hakkı bağlamında
ciddi sorunları gündeme getirmektedir (M.M.E.
ve T.E., § 125; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Santos Nunes/Portekiz, B.
No: 61173/08, 22/5/2012, §§ 56,57).
79. AİHM de birçok kararında; Sözleşme’nin 6. maddesi ve
ağırlıklı olarak makul sürede yargılanma hakkı kapsamında velayet ve kişisel
ilişki tesisine dair yargılama ve icra prosedürlerini değerlendirmekte; yapılan
inceleme sırasında makul süre koşulu değerlendirilirken kullanılan davanın
karmaşıklığı, tarafların tutumu, yetkili makamların tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriterlerinden
özellikle son ölçüte vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır. AİHM’e
göre belirtilen dava grubu ve bu kapsamda elde edilen yargı kararlarının
icrası, işte tam da bu nedenle süratle neticelendirilmesi gereken
prosedürlerdir (Hokkanen/Finlandiya, § 72; Maire/Portekiz, § 74; Neulinger ve Shuruk/İsviçre, B. No:
41615/07, 6/7/2010, §§ 131, 132).
80. Karar gereklerinin ivedi olarak yerine getirilmesi
zorunluluğunun nedeni, çocuğun birlikte olduğu ebeveynin yaşam şartlarına
alışmasının, bu suretle çocuk için mahkeme kararlarına aykırı şekilde yeni bir
yaşam alanı oluşmasının, velayet veya kişisel ilişki hakkı hukuka aykırı olarak
fiilen elinden alınan anne ve baba ile çocuk arasında sürdürülmesi gereken
ilişkilerin zarar görmesinin engellenmesi ile hukuka aykırı şekilde çocuğu
uhdesinde bulunduran ebeveynin durumuna yasal olarak tanıma şeklinde bir himaye
sağlanmamasıdır (M.M.E. ve T.E.,
§ 127).
81. AİHM de ebeveynin çocuk ile birlikte yaşamaya devam
etmesinin, Sözleşme’nin 8. maddesinin birinci paragrafı kapsamında aile
hayatının temel bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Sözleşme’nin 8.
maddesi, ebeveynin çocuğu ile yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin
alınmasını talep hakkının yanı sıra ulusal makamların bu önlemleri alma
yükümlülüğünü de kapsamaktadır. Bu husustaki belirleyici nokta, ulusal
makamların, uygulamadaki mevzuat ya da mahkeme kararlarıyla ebeveyne tanınan
velayet, ziyaret ya da birlikte yaşama hakkının icrasını kolaylaştırma
noktasında kendilerinden beklenilen bütün makul önlemleri alıp almadığıdır (Hokkanen/Finlandiya, § 55; Neulinger ve Shuruk/İsviçre, § 132).
82. Söz konusu pozitif yükümlülükler bağlamında kamusal
makamlar, velayet ve kişisel ilişki tesisine dair kararların icrasını sağlamak
üzere uygun bütün önlemleri almakla ve bu amaçla en süratli usullere
başvurmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, ilgili vakalarda aile hayatına saygı
hakkının öngördüğü pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi açısından oldukça
önemlidir (M.M.E. ve T.E., §
129).
83. Özellikle çocukların zorunlu olarak kamu korumasına alındığı
ve çocuklara koruma tedbirlerinin uygulandığı durumlarda AİHM; ebeveynin,
çocuğu ile yeniden bütünleşmesini sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını
talep hakkına sahip olduğunu, devletin ise aynı doğrultuda tedbirler alma
yükümlülüğü altında olduğunu sıklıkla ifade etmektedir (M.M.E. ve T.E., § 130; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
84. Davanın özel koşulları içinde kamu makamlarının ailenin
yeniden bütünleşmesini kolaylaştırma noktasında kendilerinden beklenilen tüm
makul tedbirleri alması gerekir. Ancak bu yükümlülük mutlak olmayıp özellikle
belirli bir süre başka şahıslarla yaşayan, bir kurumda barındırılan, anne veya
babadan biri ile yaşamış olan çocuğun ebeveynin diğeri ile bütünleşmesinin söz
konusu olduğu durumlarda bu ilişki derhal tesis edilemeyebilir ve bu durum
birtakım hazırlayıcı tedbirlerin alınmasını gerektirebilir. Bu önlemlerin
nitelik ve kapsamı davanın koşullarına bağlı olmakla birlikte olayın tüm
taraflarının anlayış ve iş birliği içinde olması önemlidir. Ancak velayet veya
kişisel ilişkiye ilişkin karar aleyhine olduğu hâlde çocuğu hukuka aykırı
olarak uhdesinde bulunduran ebeveynin tutumu, kamusal makamların kararın icrası
için tüm uygun önlemleri almamasının mazereti olamaz (M.M.E. ve T.E., § 131; Maire/Portekiz, § 76).
85. Kamu makamlarının zorlayıcı tedbirler alma yükümlülüğü,
hukukun ve mahkeme kararlarının göz ardı edilerek çocuğun fiilen tutulduğu
durumlarda elbette daha ağırlıklı olarak üzerinde durulması gereken bir
husustur. Özellikle ilgili tedbirlerin alınması noktasındaki gecikme, söz
konusu durumun meşru bir hâl almasına zemin hazırlayabilecektir (M.M.E. ve T.E., § 132).
86. Çocuğa karşı zorlayıcı tedbirler alınması bu hassas alan açısından
kabul edilebilir olmamakla birlikte çocuğu açıkça hukuka aykırı şekilde
uhdesinde bulunduran ebeveyne karşı müeyyideler uygulanması yükümlülüğü gözden
uzak tutulmamalıdır (M.M.E. ve T.E., §
127; Maire/Portekiz, § 76). Kamusal makamlar, söz
konusu aile ilişkilerinin sürdürülebilirliği ve olayın tarafları arasında iş
birliğinin tesisi noktasında kendilerinden beklenen en üstün gayreti göstermek
zorunda olmakla birlikte bu alanda zorlayıcı tedbirlere başvurma yükümlülüğü;
tüm tarafların menfaati, özellikle de çocuğun üstün yararı karşısında sınırlı
olmalıdır. Anne veya baba ile iletişimin bu menfaatleri tehlikeye soktuğunun
tespiti hâlinde de kamusal makamların söz konusu menfaatler arasında adil bir
denge tesis etme yükümlülükleri bulunmaktadır (M.M.E.
ve T.E., § 127; Hokkanen/Finlandiya, § 58; Maire/Portekiz, § 71).
87. Çocuğun, söylemlerinin dikkate alınabileceği belirli bir
olgunluk düzeyine erişmiş olması durumunda ve üstün menfaatine aykırı olmamak
koşulu ile kişisel ilişki sürecinde çocuğun istek ve söylemlerinin de dikkate
alınması zaruridir (M.M.E. ve T.E., §
134; Hokkanen/Finlandiya, § 61). Bu husus uluslararası
sözleşme metinlerinde de açıkça ifade edilmektedir (bkz. § 56).
88. Mevzuatın yorumlanmasıyla ilgili sorunları çözmek, öncelikle
derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Çocuğun üstün yararı söz
konusu dava grubu açısından en önemli unsur olup olayın tüm tarafları ile
doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını
değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu da tartışmasızdır.
Anayasa Mahkemesinin rolü ise bu kuralların yorumunun Anayasa’ya uygun olup
olmadığını belirlemekle sınırlıdır.Bu
nedenle Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından izlenen usulü
denetleme ve özellikle mahkemelerin kişisel ilişki kurulmasına ve velayete
ilişkin mevzuat hükümlerini yorumlayıp uygularken Anayasa’nın 20. ve 41.
maddelerindeki güvenceleri gözetip gözetmediğini belirlemektir. Bu kapsamda
Anayasa Mahkemesinin görevi, kişisel ilişki kurulması kararlarının
uygulanmasını sağlamak hususunda derece mahkemelerinin yerini almak olmayıp
kamusal makamların takdir hakları kapsamında aldıkları kararların aile hayatına
saygı hakkı bağlamında söz konusu olan güvenceler açısından değerlendirmektir (M.M.E. ve T.E., § 135; Bronda/İtalya, B. No: 22430/93, 9/6/1998, § 59; Hokkanen/Finlandiya, § 55).
89. Bu bağlamda AİHM de ulusal mahkemeler tarafından izlenen
usulü denetleme ve özellikle ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerini yorumlayıp
uygularken Sözleşme’deki ve özellikle 8. maddedeki
güvenceleri gözetip gözetmediğini belirleme yetkisine sahip olduğunu
vurgulamakta; yaptığı denetime temel aldığı önemli bir ilke olan ikincillik
ilkesi gereği, ulusal mahkemelerin mevzuat hükümlerinin yorumlanmasına ilişkin
takdirini değerlendirmeye tabi tutmamakta ancak ulusal mahkemeler tarafından
ulaşılan sonucun Sözleşme’nin 8. maddesinde öngörülen standartlara uygun bir
denge sağlayıp sağlamadığını ve ulaşılan sonucun bu yönüyle aile hayatının
korunması hakkının ihlali anlamına gelip gelmediğini incelemektedir (M.M.E. ve T.E., § 136).
90. Velayet ve kişisel ilişkiye ilişkin hükümlerin icrası
problemi adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına sıklıkla konu olmakla
birlikte sürecin ivedi olarak yürütülmesi de dâhil olmak üzere ilgili
prosedürün icrasına ilişkin işlem ve eylemlerin aile hayatına saygı hakkı
bağlamında meydana getirdiği sonuçlar dikkate alındığında söz konusu iddiaların
aile hayatına saygı hakkı bağlamında ele alınması uygun görülmektedir (Marcus Frank Cerny, §
82; M.M.E. ve T.E., § 137; Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Maire/Portekiz,
§ 62; Santos Nunes/Portekiz,
§§ 56, 57).
91. Velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar
açısından verilen kararların kesin hüküm etkisi olmakla birlikte özellikle
çocuğun üstün menfaati dikkate alınarak velayet ve kişisel ilişki konusunun
ilerleyen süreçte yeniden ele alınması ve farklı şekilde tanzimin mümkün olduğu
da unutulmamalıdır. (M.M.E. ve T.E.,
§ 138).
92. Yukarıda da ifade edildiği üzere aile yaşamına saygı hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin sınırı ve hangi koşullarda olumlu edimde
bulunmayı gerektirdiğinin kesin çizgilerle belirlenmesi, söz konusu hak
kapsamındaki ilişkilerin mahiyeti gereği kolay değildir. AİHM de özellikle
pozitif yükümlülükler söz konusu olduğunda saygı kavramının çok kesin bir
tanımının bulunmadığını, taraf devletlerde karşılaşılan durumlar ve izlenen
uygulamalardaki farklılıklar dikkate alındığında bu kavramın gereklerinin
olaydan olaya önemli ölçüde değiştiğini kabul etmektedir (Murat Atılgan, § 28; Marcus Frank Cerny, § 43;Abdulaziz, Cabales ve Balkani/Birleşik
Krallık, § 67).
93. Başvuru konusu olayda da başvurucunun çocuğu ile kişisel
ilişki tesisinde kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini ne derecede yerine
getirdiği değerlendirilirken bireylerin haklarını koruyan düzenleyici yargısal
bir çerçeve oluşturulup oluşturulmadığı, ebeveyn ile çocuğun yeniden bir araya
gelebilmesi amacıyla olaya özgü etkin tedbirlerin makul şekilde alınıp
alınmadığı ve bu tedbirlerin hızla uygulanıp uygulanmadığı irdelenmelidir.
94. Başvurucu baba tarafından, çocuğu ile kişisel ilişki kurma
hakkının müşterek çocuğun annesince engellendiği, bu engellemelerin kamusal
makamlarca cezalandırılmaması ve aile bağlarının yeniden tesisini sağlayacak
uygun tedbirlerin alınmaması nedeniyle hakkın icrasının gerçekleştirilmediği
iddia edilmektedir. Bu iddia karşısında söz konusu icra sürecindeki takip
işlemleri, ilgili icra ve kolluk görevlilerinin tutumu, velayet ve kişisel
ilişki kurma haklarına yönelik hak sahibinin değiştirilmesi talebiyle
karşılıklı açılan davalar, bu davalarda verilen koruyucu ve destekleyici tedbir
kararlarının içeriği, tedbir kararlarının uygulanması ve takibi, çocuğun
psikolojik ve pedagojik durumunun uzmanlarca gözlemlenmesi neticesinde
hazırlanan raporlar, anne hakkında çocuk teslimi emrine muhalefette bulunduğu
iddiasıyla yürütülen soruşturma ve kovuşturma süreçleri gibi bir dizi kamusal
işlem ve eylemlerin bir bütün hâlinde değerlendirilmesi gerekir. Bu şekilde
yapılacak değerlendirme, kişisel ilişki tesisinde kamusal makamlarca
üstlenilmesi gereken pozitif yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğini
sağlıklı biçimde ortaya koyabilir.
95. Başvuru konusu yargısal süreçler bir bütün olarak
değerlendirildiğinde boşanma davası neticesinde müşterek çocuğun velayetinin
davalı anneye verildiği, başvurucuyla çocuk arasında ise kişisel ilişki
tesisine karar verildiği, bu kararın temyiz ve karar düzeltme aşamalarından
geçerek kesinleştiği (bkz. §§15, 16), boşanma davası sürecinde kişisel ilişki
tesisi için gerçekleştirilen icra takip işlemlerinde başvurucunun çocuğu ile
görüşemediği, bu nedenle Mahkemeden çocuğuyla görüşebilmesini sağlayacak
tedbirlerin alınmasını talep ettiği, ayrıca görüşmelere engel olan kişilerin
cezalandırılması istemiyle şikâyetlerde bulunduğu; yine bu süreçte alınan uzman
raporunda taraflar arasındaki gerginliğin çocuğa aktarılmaması için çocuk ve
ebeveynin uzman yardımı alması gerektiği şeklinde değerlendirmelerde bulunulmasına
rağmen Mahkemece herhangi bir tedbire başvurulmadığı görülmüştür (bkz. § 14).
96. Boşanma davası sürecinde başvurucu baba ile davalı anne,
birbirleri aleyhine farklı zamanlarda karşılıklı suç duyurularında bulunmuşlar
ve bu kapsamda hem başvurucu hem de anne S.K. hakkında birbirinden farklı
soruşturma ve kovuşturma süreçleri yürütülmüştür (bkz. §§ 17-19). Ayrıca
başvurucu, çocuğu ile kişisel ilişki kurabilmesini sağlayacak imkânların
kendisine tanınmadığı gerekçesiyle AİHM'e başvurmuş
ve yukarıda anılan nedenlerle AİHM tarafından başvurucunun aile hayatına saygı
hakkının ihlal edildiğine hükmedilmiştir (bkz. § 21).
97. AİHM kararından sonraki süreçte başvurucu baba tarafından
velayetin değiştirilmesi, anne tarafından ise kişisel ilişkinin kaldırılması
talepli davalar açılmıştır. Başvurucu babanın, çocuğu ile kişisel ilişki kurma
hakkının engellendiği yönündeki şikâyetleri bu süreçte de devam etmiştir.
98. Somut olayda, özel hayata saygı hakkının pozitif gereklerine
ilişkin AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olmasına rağmen Anayasa
Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için başvurucunun
mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması veya ihlale neden durumun
düzeltilmemiş olması ya da değişen koşullardan dolayı farklı nedenlerle devam
eden ihlalin giderilmesine dönük adımların atılmamış olması gerekir. Anılan
başvuruda, AİHM önünde dile getirilen şikâyetlerin sürdüğü ve kişisel ilişki
kurulması amacıyla yürütülen yargısal sürecin devam ettiği görülmektedir. Bu
durumda Anayasa Mahkemesi, ihlale neden olan koşulların zaman içinde
değişebileceğini de dikkate alarak AİHM kararından sonraki süreçte kamusal
makamlarca pozitif yükümlülüklerin gereğinin yerine getirilip getirilmediğini
inceleme imkânı bulacaktır.
99. Başvurucunun devam eden şikâyetleri kapsamında İstanbul 4.
Aile Mahkemesi tarafından şikâyetlerin muhatabı olan annenin bu anlamda üzerine
düşen özen yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğinin tespiti ile çocuğun ve
annenin mevcut durumu hakkında uzman raporlarına başvurulmuştur. Çocuğun
babasıyla görüşmek istemediğinin ve bu konuda çocukta aşırı olumsuz yaklaşım
belirlendiğinin tespit edilmesi üzerine Mahkemenin 12/7/2013 tarihli ara kararı
ile 6284 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 3. fıkrası ve 5395 sayılı Kanun’un 5. maddesinin
1. fıkrası gereğince anne ve çocuk hakkında danışmanlık ve sağlık tedbiri
uygulanmasına, tedbir kararının gereğinin yerine getirilmesi için alınan ara
kararı örneğinin İl Müdürlüğüne gönderilmesine hükmedilmiştir.
100. Sağlık tedbiri kararı gereğince hazırlanan İstanbul
Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü Şişli Toplum Sağlığı Merkezinin 26/3/2014
tarihli ve Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğinin 25/3/2014 tarihli raporlarında ve
danışmanlık tedbiri kararı gereğince hazırlanan İstanbul Valiliği Beyoğlu
Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğünün 8/7/2014 tarihli değerlendirme raporunda;
çocuğun babasına karşı tepkili olduğu, annesi ile mutlu olduğunu ve babasıyla
görüşmek istemediğini söylediği ifade edilmiştir. Ayrıca İstanbul Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı
Başkanlığının 24/10/2013 tarihlitıbbi değerlendirme
içerikli raporu ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı
Başkanlığınca hazırlanan raporundaki psikiyatrik muayene ve değerlendirmede
çocuğun görünümünün yaşına uygun olduğu, görüşmeye kısmen istekli olduğu,
tutumunun iş birliğine kısmen açık olduğu; bilincinin açık, kişi, yer ve zaman
yöneliminin yaşı ile uyumlu olduğu, çocukta algısal bir patoloji saptanmadığı,
duygulanımının zaman zaman kaygılı olduğu; çocuğun, babası tarafından fiziksel
istismara maruz kaldığını dile getirmesi ve sonrasında bazı anksiyete
bozukluğu belirtilerinin gelişmiş olması nedeniyle babayla görüşmekten kaçındığının
tespit edildiği, bu durumda baba ile görüşme şekil ve sıklığının minimum
tutularak küçüğün isteğine bırakılmasının uygun olduğu, çocuğun annesiyle
yaşamak ve zamanının büyük bölümünü annesiyle geçirmek istediğini, annesinin
yanında kendisini daha mutlu ve huzurlu hissettiğini açık olarak ifade
ettiğinin belirlendiği, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gereğince algılama ve
davranışlarını yönlendirme yeteneği gelişmiş çocukların kendilerini
ilgilendiren konularda görüşünün alınmasının ve bu görüşe önem verilmesinin
gerektiğinin bildirildiği, velayet hakkı ile ilgili düzenlemede asıl olanın
çocukların üstün yararı olduğu, bunlar dikkate alındığında on dört yaşında ve
ergen olan çocuğun bedensel, zihinsel ve cinsel gelişimi ile anlatımlarının
değerlendirilmesi sonucunda velayetinin annesinde kalmasının uygun olduğu
sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. Neticede İstanbul 4. Aile Mahkemesinin
10/2/2015 tarihli kararında, baba ile çocuk arasında kişisel ilişkinin devamı
yönünde hüküm kurulmuştur.
101. İl Müdürlüğünün 29/6/2015 havale tarihli dilekçesi ile İl
Müdürlüğüne bağlı Beyoğlu Ek Hizmet Birimince yapılan sosyal incelemeler ve
periyodik takipler sonucunda başlatılan danışmanlık tedbirinin sonlandırılması
talep edilmiştir. Söz konusu talep, dilekçe ekinde yer alan İstanbul Valiliği
Beyoğlu Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğünün 8/7/2014 tarihli ve 494 numaralı
raporun içeriğine dayandırılmıştır. İki psikoloğun, anne ve çocuğun ikamet
adreslerine giderek onlarla yüz yüze görüşme neticesinde hazırladığı söz konusu
raporda annenin ve çocuğun ekonomik durumu, öğrenim durumu, sağlık durumu, aile
ve sosyal yaşantısı ve yaşadıkları konutun durumu hakkındaki gözlemlerine yer
verilmiş, değerlendirme ve sonuç kısmında ise çocuğun annesi ile birlikte
yaşamaktan mutlu olduğu, annenin çocuğun bakım ve sorumluluğu ile
ilgilenebilecek entelektüel kapasiteye sahip bir yetişkin olduğu, çocuğun
iletişime açık olduğu, konuşurken göz kontağı kurulabildiği, fiziksel ve
zihinsel yaşının takvim yaşı ile orantılı görüldüğü, kendini ifade edebildiği,
öz bakımının iyi olduğunun gözlemlendiği, öte yandan çocuğun babası ile
görüşmek istemediği, baba çocuk ilişkisi açısından kaliteli bir ilişki
biçiminin bulunmadığı, çocuğun babası ile birlikte geçirdiği zamanlarda
babasından şiddet gördüğünü dile getirdiği, babası ile ilgili konuşurken anksiyete seviyesinin arttığı, bu durumun çocuğu
endişelendirdiğinin gözlemlendiği, çocuğun yüksek yararı gözetilerek babası ile
görüşme sıklığının en düşük düzeye indirilmesi, görüşme yapıldığı takdirde
bunun yetişkin bir birey veya uzman eşliğinde gerçekleşmesi, baba ile görüşme
durumunun çocuğun kanaatine bırakılmasının uygun olduğu, çocuğun fizyolojik ve
psikolojik ihtiyaçlarının annesi tarafından bire bir ilgilenilerek karşılandığı
ve takibinin sağlandığı, çocuğun örgün eğitime devam etmesi ve yoğun bir
akademik temposu olması sebebi ile çocuğun eğitim yaşamının sekteye uğramaması
için danışmanlık tedbiri kararının sonlandırılmasının uygun olacağının
anlaşıldığı, yapılan tespit ve değerlendirmeler sonucunda çocuğun yaşamını aile
ortamında sürdürmeye devam etmesi nedeniyle çocuk hakkında bir tedbir
alınmasına gerek olmadığı yönünde değerlendirmelerde bulunulmuştur.
102. 1/7/2015 tarihli ara kararı ile Mahkeme 8/7/2014 tarihli
rapora dayanarak danışmanlık tedbiri uygulanmasına rağmen çocuğun babası ile
arasında düzenli kişisel ilişki tesis edilmediğini, bu nedenle tedbirin
amacının gerçekleşmediğini belirterek bu talebi reddetmiştir. Danışmanlık
tedbiri uygulaması devam etmektedir.
103. Tüm bu süreçte, başvurucuya tanınan kişisel ilişki kurma
hakkının kaldırılması yönünde Mahkemelerce bir kanaate varılmamıştır. Aksine
anneye karşı bağlılık geliştiren çocuğun uzun süredir görüşmediği başvurucudan
duygusal olarak uzaklaşmasının çocuğun ruhsal gelişimini olumsuz yönde
etkileyeceği, kişisel ilişkinin devamlılığının baba ile çocuk arasındaki
ilişkinin kopmaması için gerekli olduğu, mevcut zayıf ilişkinin daha da zarar
görmemesi için kişisel ilişkinin devam etmesi gerektiği şeklinde görüşler
içeren raporlar doğrultusunda kişisel ilişkinin devamına karar verilmiştir.
Denizli 3. Aile Mahkemesinin T.2013/38 numaralı dosyasına sunulan ve başvurucu
ile yüz yüze gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda hazırlanan 16/5/2013 tarihli
uzman raporunda da müşterek çocukta var olan sevilmediği algısının
kırılabilmesi için başvurucu ile ilişkisinin sürdürülmesi gerektiği
belirtilmiştir. Gerek çocuk gerekse başvurucu hakkında düzenlenen uzman
raporlarının içeriği, yasal yöntemlerin kişisel ilişkinin tesisi amacıyla
usulünce kullanılması ve başvurucunun şiddet uyguladığına dair aleyhine
verilmiş herhangi bir hükmün olmayışı gibi faktörler dikkate alındığında çocuk
ile başvurucu arasında kişisel ilişki kurulmasının çocuk için zararlı etkiler
doğuracağı şeklindeki iddianın dayanaksız kaldığı ve kararın icra edilmemesini
haklı gösterecek bir durumun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla
başvurucu ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasına yönelik olarak çocuğun
üstün yararı da gözetilerek kamusal makamlarca tedbir alınmasına engel bir
durum bulunmamaktadır.
104. İstanbul 4. Aile Mahkemesi 12/7/2013 tarihli ara kararı ile
danışmanlık ve sağlık tedbirinin uygulanmasına hükmederken çocuğun başvurucuyla
görüşmek istememesinin çocukta başvurucuya karşı var olan aşırı olumsuz
yaklaşımdan kaynaklandığını, bu olumsuz yaklaşımın giderilmesi amacıyla anne ve
çocuk hakkında koruyucu ve destekleyici mahiyette danışmanlık ve sağlık
tedbirinin uygulanmasına ihtiyaç bulunduğu gerekçesiyle hareket etmiş; tedbir
kararının gereğinin yerine getirilmesi için İl Müdürlüğüne yetki vermiştir.
105. Koruyucu ve destekleyici tedbirler; çocuğun öncelikle kendi
aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik olup danışmanlık, eğitim, bakım,
sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirleri içerir. 5395 sayılı Kanun’un
5. maddesinde danışmanlık tedbirinin amacı; çocuğun bakımından sorumlu olan
kişilere çocuk yetiştirmede, çocuklara da eğitim ve gelişimleri ile ilgili
sorunlarının çözümünde yol gösterilmesi olarak açıklanmıştır. Sağlık tedbirinin
amacı ise çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması ve tedavisi için
gerekli geçici veya sürekli tıbbi bakım ve rehabilitasyon sağlamaktır.
Doğduğundan itibaren yalnızca annesiyle yaşayan çocuğun başvurucu ile ortak
yaşanmışlıklarının olmaması ve başvurucuya karşı çocukta var olan ve anneden
kaynaklandığı uzman raporlarında tespit edilen aşırı olumsuz tepki nedeniyle
kişisel ilişkinin kurulmasına yönelik girişimlerin neredeyse tümünde çocuk,
başvurucuyla görüşmeyi reddetmiştir. Bu kapsamda çocuk ile anne hakkında verilen
ve zorlayıcı nitelikte olmayan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile anne ve
çocuğa uzmanlarca danışmanlık ve takip hizmeti verilmesi, çocuğun tutumunun
başvurucu ile kişisel ilişki kurulmasına imkân sağlayabilecek seviyeye gelmesi,
bunun için gerektiğinde başvurucu ve çocuğun uzmanlar eşliğinde görüştürülmesi
de dâhil olmak üzere uygun tüm adımların atılması ve böylece kopmak üzere olan
aile bağlarının yeniden tesis edilmesi amaçlanmıştır.
106. Çocukta var olan aşırı olumsuz tepki giderilmeden kişisel
ilişkinin gerçekleşmeyeceğinin açık olduğu, bu engelin aşılması için öncelikle
olayın tarafları arasında iş birliğinin tesisi noktasında kendilerinden
beklenen en üstün gayreti göstermelerinin ve kamusal makamlarca bu yönde
hazırlayıcı tedbirlerin süratle hayata geçirilmesinin gerekli olduğu
anlaşılmaktadır.
107. AİHM kararından sonraki süreçte de kişisel ilişkinin
kurulması amacıyla başvurucunun girişimleri devam etmiş, bu girişimlerin
başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olan engellerin kaldırılmaması yönündeki
şikâyetleri İstanbul 7. Aile Mahkemesinde ve İstanbul 4. Aile Mahkemesinde
devam eden yargılamalarda dile getirilmiş ve başvucu,
kişisel ilişki tesisi için uygun önlemlerin alınması talebinde bulunmuştur.
Başvurucunun bu yönde gayret içinde olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu ile
müşterek çocuk arasındaki ilişkinin mevcut durumu ortaya konmasına rağmen
ilişkinin tesisine yönelik hazırlayıcı tedbirler alınmasına ilk kez İstanbul 4.
Aile Mahkemesinin 12/7/2013 tarihli ara kararı ile hükmedilmiştir. Çocuk ve
anne hakkında uygulanmasına karar verilen koruyucu ve destekleyici nitelikteki
danışmanlık ve sağlık tedbirlerinin somut olayın içeriğine uygun hazırlayıcı
bir tedbir olduğu konusunda şüphe yoktur. Özellikle danışmanlık tedbiri ile
aile içi iletişim problemleri; ailede parçalanma, ailede çocuğun değeri
konusunda yeterli duyarlılığın olmaması gibi konularda korunma ihtiyacı olan
çocuk ile aile ve çocuğun bakımından ve eğitiminden sorumlu kişiler bir arada
sistematik bir şekilde ele alınmakta; mağduriyetin tekrarlanmasını engellemek
üzere riskleri ve koruyucu önlemleri değerlendiren ve normal gelişimi
destekleyen, müdahale eden psiko-sosyal ve eğitsel
destek hizmetleri sunulmakta; böylece aile bireylerinin sorunlarına çözüm
önerileri getirilerek aile bağlarının güçlenmesine katkıda bulunulması
hedeflenmektedir.
108. Bununla birlikte danışmanlık tedbirlerinden beklenen amacın
gerçekleşebilmesi için tedbirin etkin bir şekilde uygulanması gerekir. Bu
kapsamda kararların uygulanması, takibi ve denetimine ilişkin ölçütler
Yönetmelik’in 18. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre tedbir kararlarını
yerine getirmekle görevli kişi, kurum veya kuruluşlarca, bu tedbir kararlarının
nasıl yerine getirileceği konusunda bir plan hazırlanarak planın hayata geçirilmesi;
uygulama planında kararın uygulanmasından sorumlu kişi, tedbirin türü ve
süresi, tedbirin uygulanmasında hangi kurumlarla iş birliği yapılacağı ve hangi
hizmetlerin sağlanacağı, nelerin amaçlandığı ve ilerlemenin nasıl ölçüleceğine
ilişkin bilgilere yer verilmesi gerekir. Ayrıca ilgili mevzuat gereği çocuk ve
ailenin sürece birlikte dâhil edilmesi, duruma göre öğretmen ya da ilgili
kişilerle de görüşmelerin sağlanması için gerekli önlemler alınarak danışmanlık
hizmetinin başlatılması, çocukla haftada en az bir kez, aileyle ise iki haftada
bir kez gerçekleştirilecek görüşmeler planlanması ve bu plan doğrultusunda
durumun takip edilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca tedbir kararını veren mahkemece;
tedbir kararlarının uygulanması, tedbirden beklenen gayenin gerçekleşip
gerçekleşmediği, uygulanan tedbirin çocuğun gelişimini hangi yönde etkilediği
hususları en geç üçer aylık sürelerle incelettirilmeli ve tedbirin amacı
doğrultusunda çocuğun gelişimi de dikkate alınarak koruyucu ve destekleyici
tedbirin kaldırılması ya da devamına ilişkin değerlendirmelerde bulunulmalıdır
(§ 49-50)
109. Bu yöndeki düzenlemeler, aile yaşamına etkili bir biçimde
saygının sağlanması bağlamında bireylerin haklarını koruyan düzenleyici
yargısal bir çerçeve oluşturulmasını sağlamış ise de söz konusu yükümlülüğün
gereklerinin fiilen hayata geçirilmesi için uygun tedbirlerin alınıp alınmadığı
ve bu tedbirlerin hızla uygulanıp uygulanmadığı ayrıca incelenmelidir.
110. Sağlık tedbiri kapsamında psikiyatrik muayene ve
değerlendirme sonucunda elde edilen bulguları içeren İstanbul Valiliği Halk
Sağlığı Müdürlüğü Şişli Toplum Sağlığı Merkezinin 26/3/2014 tarihli ve Şişli
Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk
Psikiyatrisi Polikliniğinin 25/3/2014 tarihli raporları hazırlanarak Mahkemeye sunulmuştur.
Kişisel ilişki sağlanması için uygun şartların oluşturulması amacıyla
hükmedilen hazırlayıcı tedbir mahiyetindeki danışmanlık tedbiri uygulaması
kapsamında ise tedbir kararının verildiği 12/7/2013 tarihinden davada altıncı
oturumun gerçekleştirildiği 12/6/2014 tarihine dek herhangi bir rapor
sunulmamıştır. Söz konusu oturumda İl Müdürlüğüne müzekkere yazılarak
danışmanlık tedbiri ile ilgili olarak yapılan işlemler konusunda bilgi
verilmesi istenmiştir. Bu kapsamda İstanbul Valiliği Beyoğlu Sosyal Hizmet
Merkezi Müdürlüğünün 8/7/2014 tarihli değerlendirme raporu düzenlenmiş ve
Mahkemeye sunulmuştur. Bu raporda da tedbirden beklenen amaç doğrultusunda
girişimlerde bulunulduğuna ilişkin herhangi bir ibare bulunmamakta, önceki
tarihlerde alınmış uzman raporlarındaki tespitlerin yinelenmesiyle
yetinilmektedir. Söz konusu rapor içeriğinde bilgi kaynağının çocuk ile yapılan
periyodik görüşmeler olduğu belirtilmişse de çocuk hakkında düzenli bir takip
yapıldığını gösteren olgular olmadığı gibi bu raporun tedbir kararının
üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra düzenlenen ilk rapor olduğu
anlaşılmış, tedbirin amacı doğrultusunda hareket edilmeden yalnızca bu tespit
raporuna dayanılarak 29/6/2015 tarihinde tedbirin kaldırılması talebinde
bulunulmuş ancak bu zaman diliminde tedbirin gereklerinin yerine getirilmesine
yönelik olarak herhangi bir işlem gerçekleştirilmemiş ve tedbirin denetimine
ilişkin Mahkemece herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.
111. Söz konusu tedbirlerin usulüne uygun şekilde ve ivedi
olarak yerine getirilmesinin hem çocuk hem de ebeveyn üzerinde olumlu sonuçlar
ortaya koyabileceği makul bir öngörü olmakla birlikte bu öngörülen faydanın
gerçekleşebilmesi için usule ilişkin gereklerin kamusal makamlarca yerine
getirilmesi beklenir. Eksikliklerin ve gecikmelerin yaşanması, özellikle karar
gereklerinin yerine getirilmemesi durumunda her an ebeveyn ile ilişkileri daha
da sınırlanan veya kopan çocuk açısından telafisi imkânsız zararlar ortaya
çıkabilmekte ve aile hayatına saygı hakkı bağlamında ciddi sorunlar
yaşanabilmektedir.
112. Bu bağlamda kamusal makamlarca tedbirin gerekleriyle ve
kişisel ilişki tesisinin sağlanması amacıyla uyumlu ve süratli adımlar
atılmamıştır. Özellikle en son 2011 yılının Temmuz ayında müşterek çocuk ile
kişisel ilişki kurmuş başvurucu ile eski eşi arasında iş birliğine olanak
verecek imkânların sağlanmadığı, ebeveyn ile olan bağların neredeyse kopma
aşamasına gelmesine ve uzun süre geçmesine rağmen makul tedbirlerin alınmadığı,
yetkili kılınan İl Müdürlüğü bünyesinde istihdam edilen sosyal hizmetler
konusunda uzman kişiler ile psikolog ve çocuk psikiyatrlarının sürece dâhil
edilmediği, tarafların aile ilişkilerinin düşük seviyede de olsa devamına dönük
tedbirin amacına uygun görüşmeler gerçekleştirilmediği ve tüm bu hususların
tedbir kararına hükmeden Mahkemece sorgulanmadığı, sürece ilişkin takibin etkin
şekilde gerçekleştirilmediği görülmektedir.
113. Ayrıca kişisel ilişkinin icra edilmeme nedeninin annenin
cezalandırılmamış olmasından kaynaklandığı ileri sürülmüş ise de beyanının
dikkate alınmasını gerektiren olgunluğa ulaştığı anlaşılan çocuğun sözlü ve
fiilî tepki ve direnişleri dikkate alınarak ve üstün yararı gözetilerek
teslimin gerçekleştirilmediği, bu durumda kusur atfedilemeyen annenin
cezalandırılmasının baba ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasına tek
başına yetmeyeceği, zira artık yaşı itibarıyla belirli olgunlukta bulunan
çocuğun tercihlerinin ön planda tutulduğu, bu nedenle annenin
cezalandırılmadığı anlaşılmaktadır. Anne S.K. tazyik hapsi nedeniyle cezaevinde
bulunduğu dönemde de başvurucu, çocuk ile kişisel ilişki kuramamıştır. Anne
hakkında yapılan soruşturmalarda kovuşturmaya yer olmadığı, kovuşturmalarda ise
beraat kararı verilmesinde kamusal makamlarca çocuğun beyanlarına vurgu
yapıldığı, bu nedenle yeterli ve ilgili gerekçeler ortaya koyulduğu
değerlendirilmiştir. Ayrıca yürütülen soruşturma ve kovuşturma süreçleri
açısından şikâyetleri takiben makul sürelerde işlemlere başlanıldığı,
tarafların sürece dâhil edildiği, iddia ve savunmalarının gereği gibi
değerlendirildiği, usule ilişkin güvenceleri içeren süreç sonunda söz konusu
kararların verilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda başvurucunun eski eşi
hakkında yapılan soruşturmaların etkisiz ve yetersiz olmadığı, kovuşturma
neticesinde verilen beraat kararının gerekçesinin ise ilgili ve yeterli olduğu
açıktır.
114. Mevcut başvuru açısından kamusal makamların üstlenmesi
gereken pozitif yükümlülükler, yalnızca annenin cezalandırılmasına yönelik
tedbirler alma çabası içinde olmak değildir. Zira AİHM kararından sonraki
süreçte kişisel ilişkiye engel olan faktörün, annenin davranışlarından ziyade
belirli bir yaş ve olgunluğa erişen çocuğun tutumu olduğu anlaşılmaktadır.
AİHM, çocuğun birlikte yaşadığı ebeveynin açıkça kanun dışı davranışlarının
cezalandırılmamasının ulusal makamların pozitif yükümlülüğünün ihmali anlamına
geldiği gerekçesiyle ihlal kararı vermiş olsa da mevcut başvuruda söz konusu
koşullar değişmiş ve kişisel ilişkinin kurulmasına engel olan en önemli neden,
belirli olgunluğa erişen çocuğun başvurucuya karşı olan olumsuz tutumu
olmuştur. Dolayısıyla somut başvuru açısından kamusal makamların üstlenmesi
gereken pozitif yükümlülük, öncelikle çocuk ile başvurucuyu bir araya getirmeye
yönelik hazırlayıcı birtakım tedbirler alınmasını gerekli kılmaktadır.
115. Ancak başvuruya konu olayların bütününde kişisel ilişki
tesisine yönelik tedbirlere hükmedilmesine rağmen tedbirin gereklerinin etkin
bir şekilde yerine getirilmediği, çocuğun başvurucu ile görüşmek istemediği
tespitinde bulunulmakla yetinildiği; çocuğun, üstün yararı göz ardı edilmeden
baskı hissetmeyeceği uygun bir ortamda uzman desteği alınarak başvurucu ile
görüşmesine yönelik bir girişimde dahi bulunulmadığı, bu şekilde elde edilecek
deneyime göre yeni tedbirler üzerinde bir planlama yapılmadığı, amaca uygun
denetimlerin gerçekleştirilmediği, çeşitli yollarla etkin tedbirler alarak
kişisel ilişkinin tesisini sağlayabilecek imkânları elinde bulunduran kamusal
makamlarca yeterli bir çaba gösterilmediği, Mahkemece denetlemelerin
yapılmadığı ve tüm bunların çocukla ebeveyn arasındaki ilişkide her geçen gün
daha fazla telafisi imkânsız zararlara neden olacağı gözetilmeden hareket
edildiği görülmektedir.
116. Tüm bu süreçte kamusal makamlarca gerçekleştirilen eylem ve
işlemler incelendiğinde özellikle danışmanlık tedbiri kapsamında süratle
hareket edilmediği, tedbiri uygulamakla görevli kamusal makam tarafından
Mahkemeye bir uygulama planı sunulmadığı, çocuk ve anne dışında kimsenin sürece
dâhil edilmediği, mevzuatta öngörülen sıklıkta çocuk ve ailesi ile görüşmeler
gerçekleştirilmediği, tedbirin denetimininMahkemece
yapılmadığı, çocuğun gelişiminin belirli aralıklarla da olsa tedbir kapsamında
gözlemlenmediği ve tedbirin amacının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun
değerlendirilmediği, bu suretle başvurucunun çocuğu ile kişisel ilişki
kurmasına imkân sağlayabilecek gereklerin kamusal makamlarca yerine
getirilmediğinden aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır.
117. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
118. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
119. Başvurucu, ihlalin tespiti ile sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına ve toplam 80.000 TL maddi ile 180.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
120. Bakanlık, ihlal tespit edilmesi ve ihlalin sonuçlarının giderimine ilişkin başka bir yöntem izlenmemesi durumunda
hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağı şeklinde
görüş bildirmiştir.
121. Mevcut başvuruda Anayasa'nın 20. maddesinde düzenlenen aile
hayatına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
122. Aile hayatına saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için danışmanlık tedbiri kapsamında gerekli etkin tedbirlerin
alınmasını sağlamak üzere kararın İstanbul 4. Aile Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
123. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla birlikte, danışmanlık tedbiri kapsamında gerekli etkin
tedbirlerin alınmasını sağlamak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin
reddine karar verilmesi gerekir.
124. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL ve 226,90 TL
tutarında iki ayrı harçtan oluşan toplam 425,25 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile
hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin aile hayatına saygı hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekli etkin tedbirlerin alınmasını
sağlamak üzere İstanbul 4. Aile Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
E. 425,25 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
3/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.