TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞERİF ESEN VE DİĞERLERİ
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/3282)
|
|
Karar Tarihi: 23/1/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Mehmet ERTEN
|
|
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
|
Başvurucular
|
:
|
Şerif ESEN
|
|
|
Cemil ESEN
|
|
|
Sadun ESEN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali AYDEMİR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucular, 1978 tarihinde
aleyhlerine açılan tespite itiraz davasının hâlihazırda ilk derece mahkemesi
önünde derdest olduğunu ve uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazdan
yararlanamadıklarını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle
uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep
etmişlerdir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 20/5/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona
sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün Birinci
Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere,
dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 24/10/2013 tarihinde
yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 11/11/2013 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Diyarbakır ili Çınar ilçesi
Kürekli köyü Şark mevkiinde kain 84 parsel sayılı taşınmaz başvurucular adına,
aynı yerde kain 79 ve 81 parsel sayılı taşınmazlar ise başvurucuların da
aralarında bulunduğu bir kısım şahıslar adına tespit görmüştür.
8. Hazine tarafından 84 parsel
sayılı taşınmaza ilişkin olarak, Çınar Kadastro Mahkemesinin E.1978/26 sayılı
dosyasında tespite itiraz davası açılmıştır.
9. Hazine tarafından 79 parsel
sayılı taşınmaza yönelik olarak açılan, aynı Mahkemenin E.1978/27 sayılı ve 81
parsel sayılı taşınmazı konu alan E.1978/28 sayılı dava dosyaları, E.1978/26
sayılı dosya ile birleştirilmiştir.
10. Çınar Kadastro Mahkemesinin
tespitin kısmen iptaline hükmettiği 11/3/2008 tarih ve E.1978/26, K.2008/2
sayılı kararı temyiz edilmekle, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 16/10/2010 tarih
ve E.2010/3190, K.2010/8527 sayılı kararı ile kısmen onama kısmen bozma hükmü
kurulması neticesinde, bozmaya konu kısım açısından Çınar Kadastro Mahkemesinin
E.2010/2 sayılı dosyası üzerinde yargılamaya devam edildiği ve davanın
halihazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğu anlaşılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
11. 12/1/2011 tarih ve 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi
şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın
makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını
sağlamakla yükümlüdür.”
12. 21/6/1987 tarih ve 3402
sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı 25. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“Kadastro mahkemesi; taşınmaz
mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek
veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü
uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve
özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile
ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine
veraset belgesi de verebilir.”
13. 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul”
kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro
müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro
tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava
dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile
uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili
dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara
Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.”
14. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar
başlıklı 29. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma
yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya
işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan
delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.
…
Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan
hallerde basit yargılama usulü uygulanır.
Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.”
15. 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin
takdiri” kenar başlıklı 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Kadastro
tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe
gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim,
kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında
çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri
tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.
Kadastro
komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen
dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının
dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak
taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. …”
16. 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun
yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı 32.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kadastro mahkemesi
kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.”
17. 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro
harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasının
son cümlesi şöyledir:
“Bu Kanun gereğince
resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler,
ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten
karşılanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
18. Mahkemenin 23/1/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 20/5/2013 tarih ve 2013/3282
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
19. Başvurucular, 1978 tarihinde
aleyhlerinde açılan tespite itiraz davasının hâlihazırda ilk derece mahkemesi
önünde derdest olduğunu, kendilerinin yargılamanın uzamasında herhangi bir
kusurlarının olmadığını, muhtelif nedenlerle keşiflerin tehiri, dosyanın
tetkike alınması, usul işlemlerinde gerekli özenin gösterilmemesi, uzayan
yazışmalar ve beklenen müzekkere cevapları nedeniyle yargılama süresinin
uzadığını, verilen bozma kararı sonrasında da yargılamanın daha uzun bir süre
sonuçlandırılamayacağının açık olduğunu, ayrıca uzun süren yargılama nedeniyle
taşınmazdan yararlanamadıkları gibi taşınmaz nedeniyle sağlanan gelir
desteklerinden de mahrum kaldıklarını belirterek, Anayasa’nın 35. ve 36.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
20. Başvurucu, somut başvuruya ilişkin
olarak ilk derece mahkemesince yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte bir
karar mevcut olmadığını belirtmiştir.
21. Başvuru konusu dava, Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce
açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun
incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca,
bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte hukuk sistemimizde,
yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul
sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik
taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından,
başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir.
(B. No.2012/13, 2/7/2013, §§ 21-30).
22. Açıklanan nedenlerle, açıkça
dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
23. Başvurucular, 1978 tarihinde
aleyhlerine açılan hukuk davasının hâlihazırda ilk derece mahkemesi önünde
derdest olması ve uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazdan yararlanamamaları
nedeniyle makul sürede yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
24. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası
hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No.2012/1049,
26/3/2013, § 18)
25. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması”
kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
27. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir
süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme
hakkına sahiptir.”
28. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 38).
29. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.
30. Makul sürede yargılanma
hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz
kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin
gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki
uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama
faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup
olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B.
No.2012/13, 2/7/2013, § 40).
31. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir. Ancak,
belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına
belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı
ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi
unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B.
No.2012/13, 2/7/2013, §§ 41, 45, 46).
32. Yargılama faaliyetinin makul
sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın
türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi
gereklidir.
33. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu
olayda, iki adet taşınmaz hakkında açılan tespitin iptali ve tescil davasının
söz konusu olduğu görülmekle, 3402 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer
alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak
ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B.
No.2012/13, 2/7/2013, § 49).
34. Medeni hak ve
yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği
tarih olup, başvuruya konu davada, başvuruculardan Cemil Esen’in 6/3/1978
havale tarihli dava dilekçesine istinaden davada yer aldığı, başvurucular Sadun
Esen ve Şerif Esen’in ise 6/11/1984 tarihli ara karara istinaden davada yer
almayan tespit malikleri olarak yargılamaya dâhil edildikleri anlaşılmakla,
belirtilen tarihlerin başvurucular açısından uyuşmazlığın başlangıç tarihi
olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
35. Davanın ikame edildiği tarih
ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman
bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No.2012/13,
2/7/2013, § 51).
36. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B.
No.2012/13, 2/7/2013, § 52).
37. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başlangıçta bir adet taşınmaza
ilişkin tespitin iptali ve tescil talebi olduğu, yargılama sırasında Çınar
Kadastro Mahkemesinin E.1978/27 ve 1978/28 sayılı dosyalarının da başvuruya
konu dosyayla birleştirilmesine karar verildiği ve dava dosyası kapsamında dava
konusu olan taşınmaz sayısının nihai olarak üç adet taşınmaz olduğu anlaşılmaktadır.
Hazine vekili tarafından verilen 6/3/1978 havale tarihli dava dilekçesi üzerine
Çınar Kadastro Mahkemesinin E.1978/26 sırasına kaydı yapılan davanın 10/3/1978
tarihli tensip zaptı sonrasında, dava konusu taşınmazlara ilişkin tespit
tutanağı ve krokilerin bölge tapu müdürlüğünden talep edilmesine karar
verilerek celsenin günsüz olarak tehir edildiği ve yaklaşık beş yıl dört ay
sonra talep edilen belgelerin geldiği belirtilmekle yeniden duruşma açıldığı,
vergi kaydı, kroki ve mahalli bilirkişi isim listesi gibi evrakın temini
hususunda bir yıl üç aylık bir zaman diliminin geçtiği, 6/11/1984 tarihli
celsede başvuruculardan Sadun Esen ve Şerif Esen’in de aralarında bulunduğu bir
kısım tespit maliklerinin davaya dâhil edilmesine karar verilerek, belirtilen
hususun ve bazı yargılama evrakının temini için bir yıl üç aylık bir sürenin
geçtiği, akabinde beş yıl dokuz aylık bir süreçte defalarca verilen keşif ara
kararları icra edilmeyerek, dosyanın muhtelif defa keşif günü verilmek üzere
veya hâkim değişikliği nedeniyle tetkike alındığı görülmektedir. Verilen keşif
ara kararlarının icra edilmemesini müteakip, on ay boyunca, vefat eden davalı
mirasçılarının dâhili dava edilmesine çalışıldığı, takip eden on bir ay
süresince yeniden muhtelif celselerde verilen keşif ara kararlarının yerine
getirilmediği ve bu süreçte birçok defa keşif kararı verilmek üzere celselerin
tehir edildiği, 24/8/1993 tarihli celse itibariyle yeniden, vefat ettiği tespit
edilen davalı mirasçılarının davaya dâhil edilmesi işlemlerine başlanıldığı ve
akabinde bazı yargılama evrakının teminine çalışıldığı, özellikle dava konusu
taşınmazlara ait hava fotoğraflarının temininin onu aşkın celse boyunca
sağlanamadığı ve belirtilen tebligat ve evrak temini işlemlerinin ikmali için
beş yıl sekiz aylık bir yargılama süresinin geçtiği anlaşılmaktadır.
38. Devam eden yargılama
sürecinde, üç yıl beş ay süreyle, verilen keşif ara kararlarının icra
edilmediği, yaklaşık dört ay vefat ettiği tespit edilen davalı mirasçılarının
davaya dâhil edilmelerine ve yargılama evrakı teminine çalışıldığı, verilen iki
keşif ara kararının yerine getirilmemesini takiben 14/5/2003 tarihinde keşif
icra edildiği, keşfi müteakip on celsenin bilirkişi raporlarının beklenilmesi,
raporlara karşı beyanda bulunmak üzere taraflara süre verilmesi, dava konusu
parsellere ilişkin başka bir yargılama olup olmadığının tetkiki ve ek rapor
alınması işlemleriyle geçtiği, akabinde davanın orman işletme müdürlüğüne
ihbarı, taşınmazların kuru veya sulu tarım arazisi niteliğinin belirlenmesi ve
kıymet takdir çizelgelerinin temini için ilgili kurumlarla yazışma yapılması
hususunda üç yıl altı aylık bir sürenin geçtiği ve bu süreçte, birçok celsede
taraf vekillerine dosya hakkında beyanda bulunmak üzere süreler verildiği,
taraf vekili mazeretlerinin kabul olunduğu ve dosyanın muhtelif celselerde
tetkike alındığı görülmektedir.
39. Belirtilen işlemlerin
tamamlanmasını müteakip 11/3/2008 tarihinde uyuşmazlık ilk derece mahkemesince
karara bağlanarak, dava konusu 79 parsel sayılı taşınmaza ilişkin davanın
kısmen kabulüne, 81 ve 84 parsel sayılı taşınmazlara yönelik talebin reddine
dair hüküm kurulmuştur. Karar temyiz edilmekle Yargıtay 16. Hukuk Dairesine
gönderilmiş, belirtilen Dairenin 15/1/2009 tarih ve E.2008/7067, K.2009/108
sayılı kararıyla dosya, görevli olduğu belirtilen Yargıtay 20. Hukuk Dairesine
gönderilmiştir. İlgili Dairenin 10/2/2009 tarihli kararına istinaden dosya,
tespit edilen bir kısım eksikliklerin ikmali için mahalline iade edilmiş ve
kararda belirtilen hususların tamamlanmasını müteakip 23/2/2010 tarihinde
temyiz incelemesi için tekrar Yargıtay 20. Hukuk Dairesine gönderilmiştir.
Dairenin 16/6/2010 tarih ve E.2010/3190, K.2010/8527 sayılı kararıyla, ilk
derece mahkemesinin 79 parsel sayılı taşınmaza ilişkin hükmünün onanmasına,
kararın 81 ve 84 parsellere ilişkin kısmının bozulmasına hükmedilmiştir. Bozma
kararı sonrasında 81 ve 84 parseller hakkındaki dosyanın, Çınar Kadastro
Mahkemesinin E.2010/2 sırasına kaydı yapılmıştır. 15/10/2010 tarihli tensip
zaptı sonrasında, yaklaşık bir yıl yedi ay taraflara tebligat işlemlerinin
ikmaline çalışıldığı, bu süreçte birçok defa taraf vekillerine vekaletname
sunmaları ve dosya hakkında beyanda bulunmaları hususunda süre verildiği ve beş
celse boyunca ek rapor temini ile uğraşıldığı, ek raporun sunulmasını müteakip
yargılamanın son celsesinde dosyanın tetkike alınmasına karar verilerek,
duruşmanın 25/12/2013 tarihine tehir edildiği anlaşılmaktadır.
40. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, özellikle yargılama evrakının ilgili kurumlardan kısım kısım talep edildiği, ara karar gereklerinin yerine
getirilmediği muhtelif celselerde taraf vekillerinin mazeretlerinin kabulüne
dair karar tesisi ile yetinildiği, celse harcı tayini gibi usuli
imkânların yargılama makamlarınca kullanılmadığı, bazı usuli
işlemlerin ikmali veya dosya hakkında beyanda bulunmak üzere taraflara ve taraf
vekillerine defalarca kesin olmayan mahiyette süreler verilerek başka usuli işlem yapılmadığı anlaşılmaktadır. 3402 sayılı
Kanun’da yer alan ve yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümleri nazara alınmaksızın, Mahkemece defalarca taraf vekillerine dâhili
dava işlemleri ve masraflarının ikmali hususunda süreler verildiği, verilen
onlarca keşif ara kararının müracaat yokluğu, mahkemenin keşif ve
duruşmalarının yoğun olması ile hava muhalefeti gibi nedenlerle yerine
getirilmediği ve belirtilen bu uygulamanın davada yer alan taraf sayısı da
nazara alındığında yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır.
41. Başvurunun değerlendirilmesi
neticesinde, başvuruya konu yargılamanın üç adet taşınmazın şahıslar adına
yapılan tespitine itiraz ve hazine adına tescili talebine ilişkin bir
uyuşmazlık olduğu, davanın taraflarında elliyi aşkın kişinin bulunduğu,
yargılamanın özellikle taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle,
keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak
karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikme
periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, özelikle Kadastro Mahkemesinde
geçen yargılama sürecinde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe
sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların
birçoğunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verilerek,
yapılması gereken işlemlerin müracaat yokluğu ve masraf ikmal edilmemesi gibi
nedenlerle yerine getirilmediği, bunun yanı sıra birçok kez dosyanın tetkike
alındığı anlaşılmaktadır.
42. 3402 sayılı Kanun’da yer
alan özel usul hükümleri ile bu Kanunda hüküm bulunmaması durumunda uygulama
alanı bulacak olan ve medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu
alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede
çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
43. Özellikle Kadastro
Mahkemesinde geçen somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca
hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı nazara alındığında, yargılama
makamlarının davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünün daha dikkatli bir
şekilde ele alınması gerekmektedir ((B. No.2012/12, § 58, 17/9/2013; Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Ümmühan
Kaplan/Türkiye, B. No.24240/07, 20/3/2012, § 22; Veli Uysal/Türkiye, B. No:57407/02,
4/3/2008; Namlı ve Diğerleri/Türkiye,
B. No:51963/99, 05/12/2006; Nalbant/Türkiye,
B. No:61914/00, 10/8/2006).
44. Başvuru konusu yargılamada
söz konusu olduğu gibi, verilen birleştirme kararlarının hak ve adaletin tesisi
için gerekli olduğu değerlendirilebilirse de, bu tür
kararların yargılamayı uzatacağı göz önünde bulundurularak, yargılamanın diğer
aşamalarında sürecin hızlandırılması hususunda daha fazla gayret ve özen
gösterilmesi gerektiği açıktır.
45. Yargılama sürecinde
başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve
davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul
edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri
engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, başvurucular vekili de dâhil
olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri
sunulduğu görülmekle birlikte, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri
nedeniyle başvurucuların tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi
olduğu tespit edilememiştir.
46. Davada yer alan kişi sayısı
ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği
başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya
bütün olarak bakıldığında söz konusu yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle,
başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
48. Başvurucular tarafından
ayrıca, uzun süren yargılama nedeniyle taşınmazlardan yararlanamadıkları gibi
taşınmazlar nedeniyle sağlanan gelir desteklerinden de mahrum kaldıkları
belirtilerek, Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet haklarının ihlal
edildiği iddia edilmiş olmakla beraber, somut yargılama bağlamında
başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönünde
yukarıda yer verilen tespitler ışığında, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
49. Başvurucular, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle 250.000,00 TL maddi ve başvurucuların
her biri için 150.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
50. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
51. Başvurucular Sadun Esen ve
Şerif Esen açısından yirmi dokuz, başvurucu Cemil Esen açısından ise yaklaşık
otuz altı yıllık yargılama süreleri nazara alındığında, başvurucuların
yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında her bir başvurucuya takdiren 9.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
52. Başvurucular tarafından
maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle
iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
53. Başvurucular tarafından
yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00
TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara
müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
54. Başvuruya konu yargılamanın
yaklaşık otuz altı yıl sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını
ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir
yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü
zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa
sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir
örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
nedenlerle;
A. Başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği
yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucular Şerif Esen, Cemil Esen ve Sadun Esen’e ayrı ayrı
9.500,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
D. Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin müştereken
BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
23/1/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.