TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUSTAFA KAMİL UZUNER VE MUSTAFA KADİR GÜL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/3371)
Karar Tarihi: 9/3/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Raportör
Recep ÜNAL
Başvurucu
1. Mustafa Kamil UZUNER
Vekili
Av. Nermin DOĞRUÖZ
2. Mustafa Kadir GÜL
Av. Filiz KERESTECİOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltında işkenceye maruz kalınması ve cezaevi koşulları nedeniyle işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının, yargılamanın adil yürütülmemesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Mustafa Kamil Uzuner'in (birinci başvurucu) 2013/3371 numaralı bireysel başvurusu, 10/5/2013 tarihinde Bakırköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi; Mustafa Kadir Gül'ün (ikinci başvurucu) 2013/3418 numaralı bireysel başvurusu ise 16/5/2013 tarihinde İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemeleri neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına ayrı ayrı karar verilmiştir.
4. 23/2/2015 tarihinde, 2013/3418 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/3371 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2013/3371 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, 2013/3371 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Birinci başvurucu, vekili aracılığıyla sunduğu 25/2/2015 tarihli dilekçe ile başvurusundan feragat ettiğini bildirmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
8. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/5/2015 tarihinde ikinci başvurucuya ve 6/5/2015 tarihinde birinci başvurucuya tebliğ edilmiştir. İkinci başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 14/5/2015 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
10. Birinci başvurucu, 10/7/1980 tarihinde silahlı sokak gösterisine katıldığı şüphesiyle gözaltına alınmış ve 23/7/1980 tarihinde tutuklanmıştır. Tutukluluğu devam ederken 30/4/1981 tarihinde başvuruya konu dosya kapsamında tutuklanan birinci başvurucu, 25/7/1991 tarihinde salıverilmiştir.
11. İkinci başvurucu ise 17/9/1980 tarihinde gözaltına alınmış, 14/10/1980 tarihinde tutuklanmış ve 24/7/1991 tarihinde tahliye edilmiştir.
12. 1. Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığının (İstanbul) 24/8/1981 tarihli ve 1981/1676 sayılı iddianamesi ile ikinci başvurucu hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesi uyarınca cezalandırılması talebiyle dava açılmıştır. Birinci başvurucu hakkında da bilinmeyen bir tarihte dava açılmış ve bu davalar "Dev-Sol ana davası" ile birleştirilmiştir.
13. 1. Ordu Komutanlığı 2. No.lu Sıkıyönetim Askerî Mahkemesinin 1/11/1991 tarihli ve E.1981/654, K.1991/12 sayılı kararı ile başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiştir.
14. Anılan mahkûmiyet kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 18/6/2003 tarihli ve E.2002/2346, K.2003/4166 sayılı ilamı ile bozulmuştur.
15. Sıkıyönetim mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle başvurucuların da aralarında bulunduğu çok sayıda sanığın yargılanmasına Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir.
16. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/12/2009 tarihli ve E.2004/393, K.2009/390 sayılı kararı ile başvurucuların 765 sayılı mülga Kanun'un 146. maddesinin birinci fıkrası gereğince cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
17. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ve E.2012/7907, K.2013/128 sayılı ilamıyla başvurucular hakkında açılan kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
18. Anılan düşme kararından, birinci başvurucu 8/5/2013, ikinci başvurucu ise 19/4/2013 tarihinde haberdar olmuştur.
19. Birinci başvurucu 10/5/2013, ikinci başvurucu ise 16/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 765 sayılı mülga Kanun’un zamanaşımı sürelerini düzenleyen 102. maddesi şöyledir:
"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1- Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
2- Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,
3- Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,
4- Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,
5- Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz liradan ziyade hafif para cezasını müstelzim fiillerde iki sene,
6- Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur."
21. 765 sayılı mülga Kanun’un zamanaşımını kesen sebepleri düzenleyen 104. maddesi şöyledir:
"Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz."
22. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Türkiye Cumhuriyet Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olur."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 9/3/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
1. Birinci Başvurucunun İddiaları
24. Birinci başvurucu; cezaevinde işkence ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muameleye maruz kalması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğini, uzun süre haksız yere tutuklu kalması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin ihlal edildiğini, sıkıyönetim mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmadığını, doğal hâkim güvencesine aykırılık oluşturduğunu, Yargıtayın bozma kararının kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle pek çok duruşmaya katılamadığını, adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde yargılanmadığını, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, bu nedenle Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.
2. İkinci Başvurucunun İddiaları
25. İkinci başvurucu; cezaevi koşulları nedeniyle kronik hastalıklara yakalandığını ve yaşamına yönelik ciddi tehlikelerle karşılaştığını, işkence iddialarının adli makamlarca araştırılmadığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğini, diğer yandan sonradan genel mahkemelere devredilmiş olsa da yargılama kapsamında sonuca etkili önemli işlemlerin sıkıyönetim mahkemelerinin faal olduğu dönemde yapıldığını, avukatı olmaksızın işkence sonucu verdiği ifadeleri de dâhil olmak üzere hukuka aykırı delillere dayanılarak suçlu bulunduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, bu nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İkinci başvurucu ayrıca, görüşlerini açıklamaktan çekinerek yaşamak zorunda kalması nedeniyle Anayasa'nın 26. maddesinin; baştan suçlu ilan edilmesi, ispat yükünün kendisine yüklenmesi, mahkemelerin ön yargılı yaklaşması, beraat ettirilmeksizin hakkındaki dava düşürüldüğünden aklanma hakkının ortadan kaldırılması nedenleriyle Anayasa'nın 38. maddesinin; başvuruya konu davanın siyasi nitelikte olması ve bu kapsamındaki davalara ilişkin etkili bir başvuru yolu bulunmaması nedeniyle Anayasa'nın 40. maddesinin, "devlete karşı suç işlemekten" yargılanması gerekçe gösterilerek üniversiteye kaydının yapılmaması nedeniyle Anayasa'nın 42. maddesinin; sağ görüşlü kişiler hakkında açılan davalar daha kısa sürelerde sonuçlandırılırken sol görüşlü kişiler hakkındaki yargılamaların daha uzun sürede sonuçlandırılması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesi ile bağlantılı olarak 10. maddesinin; uzun süre tutuklu kalmasının ve yargılamasının devam etmesinin, hakkında açılan boşanma davasında velayet hakkının kendisine verilmemesi için bir delil olarak kullanılması ve mahkemenin de bu yönde karar vermesi nedeniyle Anayasa'nın 20. maddesi ile bağlantılı olarak 10. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Birinci Başvurucunun Başvurusu
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Davadan feragat hâlinde, düşme kararı verilir.”
27. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) “Düşme kararı” başlıklı 80. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bölümler ya da komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hallerde düşme kararı verilebilir:
a) Başvurucunun davadan açıkça feragat etmesi
…
(2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir.”
28. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (5) numaralı fıkrası ve İçtüzük'ün 80. maddesine göre başvurucunun, başvurunun her aşamasında başvurudan feragat etmesi mümkündür. Böyle bir durumda kural olarak düşme kararı verilmesi gerekmektedir. Ancak Anayasa'nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsam ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edilmesi mümkün olup bu husus Anayasa Mahkemesinin takdirindedir.
29. Birinci başvurucu, vekili vasıtasıyla sunduğu 25/2/2015 tarihli dilekçe ile başvurusundan feragat ettiğini bildirmiştir.
30. Başvurunun feragat nedeniyle düşmesine karar verilmesi gerekir.
2. İkinci Başvurucunun Başvurusu
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
i. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Temyiz Aşamasında Verilen Düşme Kararı ile Aklanma Hakkının Ortadan Kaldırıldığına İlişkin İddia
32. İkinci başvurucu, hakkında beraat kararı verilmesi yerine, yargılandığı davanın Yargıtayca verilen kararla zamanaşımı gerekçesiyle düşürülmesi ile aklanma hakkının ortadan kaldırıldığını, bu nedenle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Bakanlık görüşünde, başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği konusunda görüş bildirilmemiştir.
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). İkinci başvurucunun şikâyetinin özü, düşme kararının beraat yönündeki bir karara erişimi engellediği iddiasına dayanmaktadır. Benzer iddialar bireysel başvuru incelemesine konu olmuş ve Anayasa Mahkemesince mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir. Somut başvurunun da mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
35. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ."
37. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını "hukukun üstünlüğü" ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
38. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde de herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
39. Herkes, kişisel hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanması için bir mahkemeye erişme ya da dava açma hakkına sahiptir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, suç isnadı altındakilere veya medeni haklarını icra etmesine yapılan müdahalenin keyfî olduğunu savunulabilir şekilde öne süren ve bu şikâyetini, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının sağladığı güvencelere sahip bulunan bir mahkeme nezdinde öne süremediğini iddia eden herkese açıktır (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229).
40. Mahkemeye erişim hakkı, cezai uyuşmazlıklarda da uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişim hakkı, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin, bu isnat hakkında bir mahkeme tarafından bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, § 49). Ancak suç ithamlarıyla ilgili karar elde etme hakkı mutlak değildir (Ramazan Yıldız, B. No: 2014/2354, 16/10/2014, § 29).
41. Diğer taraftan mahkemeye erişim hakkı, suçlanan kişiye davasının mutlaka devam etmesini isteme hakkı değil, hakkındaki isnadın bir hâkim veya bir mahkeme tarafından karara bağlanmasını isteme hakkı anlamına gelir. Bu bakımdan Sözleşme'nin 6. maddesi, ceza davalarının mutlaka bir mahkûmiyet ya da beraat hükmü ile sonuçlandırılmasını isteme hakkını içermez (Ramazan Yıldız, § 30).
42. Başvuruya konu yargılama kapsamında Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/12/2009 tarihli kararı ile ikinci başvurucunun 765 sayılı mülga Kanun'un 146. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ilamıyla başvurucu hakkındaki ceza davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
43. Bu çerçevede ikinci başvurucunun mahkûmiyet kararına ilişkin temyiz incelemesi sonucunda verilen düşme kararının, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı açıktır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin Diğer İddialar
45. Başvurucu; sonradan genel mahkemelere devredilmiş olsa da yargılama kapsamında sonuca etkili önemli işlemlerin sıkıyönetim mahkemelerinin faal olduğu dönemde yapılması, avukatı olmaksızın işkence sonucu verdiği ifadeleri de dâhil olmak üzere hukuka aykırı delillere dayanılarak suçlu bulunması ve Mahkemenin kendisine ön yargılı yaklaşması nedenleriyle Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
46. Bakanlık görüşünde, başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği konusunda görüş bildirilmemiştir.
47. Anayasa’nın “Görev ve yetkileri” kenar başlıklı 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ...”
48. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”
49. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”
50. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmıştır. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar; başvurucunun, kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı “güncel bir hakkının ihlal edildiği iddiasında”bulunması, iddia edilen ihlalden kişinin “kişisel olarak” ve “doğrudan” etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun “mağdur” olduğunu iddia etmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
51. Bir başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilebilmesi için başvurucunun mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp iddia edilen ihlalden doğrudan etkilendiğini, bir başka ifadeyle mağduriyetini kanıtlaması gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi mağdurluk statüsünün mevcudiyetinin kabulü için yeterli değildir (Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/6/2014, § 24).
52. Diğer yandan bir şüpheli hakkında yürütülen ceza soruşturmasının, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanması veya açılmış olan davanın ertelenmesi, düşürülmesi ya da sanığın beraatine hükmedilmesi hâlinde, makul sürede yargılanma hakkına ilişkin iddialara halel gelmemek şartıyla bu kişilerin, adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle mağdur olduklarının kabulü mümkün değildir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Eğinlioğlu/Türkiye (k.k.), B. No: 31312/96, 21/10/1998; Koç ve Tambaş/Türkiye (k.k.), B. No: 46947/99, 24/2/2005; İsak Tepe/Türkiye, B. No: 17129/02, 21/10/2008, § 30; Bouglame/Belçika (k.k.), B. No: 16147/08, 2/3/2010; Juge ve Ducamp/Fransa (k.k.), B. No: 66170/09, 12/4/2011). Ancak bu durum, soruşturma veya kovuşturmaların yukarıda belirtilen sonuçlarının adil yargılanma hakkı dışındaki haklara etkisinin incelenmesine engel teşkil etmez.
53. Somut olayda başvurucu hakkında kamu davası açılmış ise de öngörülen zamanaşımı sürelerinin dolması nedeniyle nihai olarak davanın düşmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun, bahse konu iddiaları bakımından mağdur sıfatı bulunmamaktadır.
54. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Diğer Anayasal Hak ve Özgürlüklerin İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
55. Başvurucu; ceza infaz kurumu koşulları nedeniyle kronik hastalıklara yakalandığını ve yaşamına yönelik ciddi tehlikelerle karşılaştığını, işkence iddialarının adli makamlarca araştırılmadığını, bu nedenle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca görüşlerini açıklamaktan çekinerek yaşamak zorunda kalması nedeniyle Anayasa'nın 26. maddesinin, baştan suçlu ilan edilmesi ve ispat yükünün kendisine yüklenmiş olması nedeniyle Anayasa'nın 38. maddesinin, başvuruya konu davaya karşı başvurulabilecek etkili bir yol bulunmaması nedeniyle Anayasa'nın 40. maddesinin, "devlete karşı suç işlemekten" yargılanması gerekçe gösterilerek üniversiteye kaydının yapılmaması nedeniyle Anayasa'nın 42. maddesinin, sağ görüşlü kişiler hakkında açılan davaların daha kısa sürede sonuçlandırılması nedeniyle Anayasa'nın 36. ve 10. maddelerinin, uzun süre tutuklu kalmasının ve yargılanmasının, hakkında açılan boşanma davasında velayet hakkının kendisine verilmemesi için bir kanıt unsuru olarak kullanılması ve mahkemece buna itibar edilmesi nedeniyle Anayasa'nın 20. ve 10. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
56. Bakanlık görüşünde başvurucunun, işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının 23/9/2012 tarihinden önceye ilişkin olduğu, bu iddalarla ilgili olarak açılmış herhangi bir soruşturma veya kovuşturma bulunmadığı bildirilmiştir.
57. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Başvuru dilekçesinde … işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, … belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.”
58. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.
(2) Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
59. İçtüzük'ün bireysel başvuruların içeriğini düzenleyen “Bireysel başvuru formu ve ekleri” kenar başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:
d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.
e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.
…”
60. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun, başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 38; Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
61. Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesince başvurunun, açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.
62. İkinci başvurucu; yaşam hakkı ve işkence yasağının ihlal edildiği iddiaları kapsamında hangi merci önünde, hangi işlem sırasında, hangi iddiaları ileri sürdüğüne ve sonraki aşamalarda hangi başvuru yollarına müracaat ettiğine; eğitim hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında ilgili idari işlemin hangi tarihte tesis edildiği ve bu işleme karşı açtığı dava ve verilen nihai karara, yargılanma süresi konusunda uygulandığını iddia ettiği ayrımcılığı kanıtlayan somut örneklere, özel hayata saygı hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiası kapsamında bahsi geçen dava ve verilen nihai karara ilişkin bilgi ve belgeleri sunmamıştır.
63. İkinci başvurucu ayrıca, yargılandığı davanın "darbe sonrası açılan ... siyasinitelikli" bir dava olduğunu, bu tür davalarda sonuç alıcı bir hukuki başvuru yolu bulunmadığını ileri sürmüştür. Ancak başvurucu, bulunmadığını ileri sürdüğü etkili başvuru yolunun, hangi anayasal hak ve özgürlüğe ilişkin olduğunu ortaya koymamıştır.
64. İkinci başvurucu son olarak bir siyasi görüşe sahip olduğunu, bu görüşünü doğrudan veya siyasi parti veya dernek faaliyeti kapsamında ifade etmek istemesine rağmen sürekli ceza tehdidi altında olması ve daima sakınarak, görüşlerini açıklamaktan çekinerek yaşamak zorunda bırakılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ancak başvurucu, özgürlüğüne yönelik somutlaşmış bir müdahaleyi temsil eden müşahhas olay veya olguları ve bunlara ilişkin somut bilgi ve belgeleri ortaya koymak suretiyle ihlal iddialarının incelenmesini mümkün kılacak bir çerçeve çizmemiştir.
65. Özetle ihlal iddiaları ve bu iddiaların temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan ikinci başvurucunun, belirtilen iddialarını kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
67. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
68. Bakanlık tarafından, 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (2) numaralı fırkası ve İçtüzük'ün 71. maddesi çerçevesinde, başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği konusundaki şikayetlerine ilişkin olarak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
69. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
70. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
71. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda ikinci başvurucu hakkında 765 sayılı mülga Kanun'un 146. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olan "Türkiye Cumhuriyet Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucuya isnat olunan suç, Kanun'da hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır (B.E., § 32).
72. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 17/9/1980'dir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, Yargıtayca düşme kararının verildiği 8/1/2013 olduğu anlaşılmaktadır.
73. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde yürütülen soruşturma kapsamında 17/9/1980 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, 14/10/1980 tarihinde tutuklanmış ve 24/7/1991 tarihinde tahliye edilmiştir. Askerî Savcılığın 24/8/1981 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmış, benzer davalar "Dev-Sol Ana Davası" olarak birleştirilmiştir. Sıkıyönetim Askerî Mahkemesinin 1/11/1991 tarihli kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan mahkûmiyet kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 18/6/2003 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Sıkıyönetim mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda sanığın yargılanmasına Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/12/2009 tarihli kararı ile başvurucunun 765 sayılı mülga Kanun'un 146. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ilamıyla başvurucu hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
74. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
75. Toplam 67 sanığın yargılandığı davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği ve davanın diğer özel koşulları dikkate alındığında başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğu söylenebilir ise de davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve süresi 32 yılı aşmış olan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
76. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
c. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
77. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
78. İkinci başvurucu 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
79. Başvuruda, ikinci başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80. Makul sürede yargılanmamış olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ikinci başvurucuya, aynı davada yargılanan sanık sayısı da nazara alınarak net 13.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin ikinci başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Birinci başvurucunun başvurusunun feragat nedeniyle DÜŞMESİNE,
2. Yargılama giderlerinin birinci başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
B. İkinci başvurucu tarafından ileri sürülen;
1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Temyiz aşamasında verilen düşme kararı ile aklanma hakkının ortadan kaldırıldığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin diğer iddiaların kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Diğer anayasal hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. İkinci başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucu Mustafa Kadir Gül'e net 13.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucu Mustafa Kadir Gül'e ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/3/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.