TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÜR-SEL İNŞAAT MALZEMELERİ SAN. TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/4324)
|
|
Karar Tarihi: 7/7/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Bahadır YALÇINÖZ
|
Başvurucu
|
:
|
Gür-Sel İnşaat Malzemeleri San. Tic. Ltd. Şti.
|
Temsilcisi
|
:
|
Ali Kemal SONGÜR
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, sahte fatura
kullandığı iddiasıyla adına yapılan vergi ziyaı
cezalı tarhiyata karşı açtığı davanın reddedildiğini ve yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, Anayasa'nın 12. ve 36. maddelerinde
düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 21/6/2013 tarihinde
anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön inceleme
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 11/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
22/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 6/2/2015
tarihli yazısı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu şirketin 2002 yılı
hesapları üzerinde 2007 yılında yapılan vergi incelemesinde, sahte fatura
ticareti yapan bir mükelleften aldığı faturaları kullanarak haksız yere katma
değer vergisi indiriminden yararlandığı ve bu şekilde vergi ziyaına
yol açtığı tespiti yapılmıştır.
8. Söz konusu incelemeye
istinaden başvurucu şirket adına 2002 yılı Kasım ayı dönemi için vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılmış ve özel
usulsüzlük cezası kesilmiş, ihbarname 17/12/2007 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
9. Başvurucu şirket tarafından
15/1/2008 tarihli dilekçe ile cezalı tarhiyata karşı dava açılmış, Ankara 2.
Vergi Mahkemesi 15/9/2008 tarihli ve E.2008/66, K.2008/1255 sayılı kararıyla
davanın özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısmını kabul etmiş, vergi ziyaı cezalı tarhiyata ilişkin kısmını ise reddetmiştir.
Kararın ret ile sonuçlanan kısmı şöyledir:
“Davacı şirketin 2002 yılında bir kısım mal ve hizmet
alımında bulunduğu Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü
mükellefi F. İ. M. ve Y. P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic. Ltd. Şti hakkında
düzenlenen 28.04.2006 gün ve VDENR-2006-928/13 sayılı vergi tekniği raporunun
incelenmesinden ise;
- Şirket ortakları olarak S. Y. ve T. P.'nın
gözükmekte olduğu, şirketin vergi dairesinde bulunan dosyasının incelenmesinden
A. Y. tarafından S. Y. ve C. A.'a şirket kurmak,
devretmek ve devralmayı da içeren genel bir vekaletname verildiği, S. Y.'ın şirketteki hisselerini 19.04.2002 tarih ve 5601 yevmiye
numarası ile A. Y. adına vekaleten C. Y.'ın aldığı, yine
aynı şekilde T. P.'nın şirkette olan hisselerinin N.
P. tarafından şirket kurma, devretme ve devralma yetkilerini de içerir genel
bir vekaletname ile yetkilendirilen C. A. tarafından vekaleten devralındığı,
- Şirket ortağı T. P.’da C. A. ve
S. Y.'a şirket kurma, devretme ve devralma
yetkilerini de içerir genel vekaletname verdiği,
- Mükellef şirket ortağı A.Y.'ın
12 tane şirketin ortağı olduğu, bunlardan 4 tanesinde şirket ortağının yine
N.P. olduğu, asıl işinin işportacılık olduğu, 15-20 YTL cep haçlığına
trilyonluk beyannamelere imza attığı, ortağı olduğu şirketlerin hangi iş ile
dahi iştigal ettiğini bilmediği, bu şirketlerin de haklarında düzenlenen vergi
tekniği raporları ile sahte fatura ticareti yaptığının tespit edildiği,
- Mükellef şirketin diğer ortağı N.P.’de
14 tane şirkete ortak olduğu, N.P.'in Kırşehir'in Karaduraklı köyünde çiftçi olduğu, herhangi bir şirketle
ilişkisinin bulunmadığı, 2000 yılında nüfus cüzdanını kaybettiği, nüfus cüzdan
kaybı ile ilgili Kırşehir Memleket Gazetesinde kayıp ilanı verdiği, Ankara
6.Ağır Ceza Mahkemesinde bu hususla ilgili olarak dava açtığını(İdarenin
savunmasında davanın beraatle sonuçlandığı
belirtilmiş), ortağı olduğu şirketlerin hangi iş ile dahi iştigal ettiğini
bilmediği, bu şirketlerin de haklarında düzenlenen vergi tekniği raporları ile
sahte fatura ticareti yaptığının tespit edildiği,
- Söz konusu şirketin vekaletnamelere istinaden kurulduğu,
C.A. tarafından iki ortak adına şirket kuruluşunun yapıldığı, söz konusu sahte
fatura ticaretini C. .A. ile S. Y. organize ettiği, S.
Y.'ın da N. P.'in ortağı
olduğu diğer şirketleri bu şirkette olduğu gibi vekaleten kurduğu ve sahte
fatura işini C. A. ile birlikte organize ettikleri tespit edilmiş, dolayısıyla
mükellefiyetin sahte fatura ticareti yapmak amacıyla tesis ettirildiği sonucuna
varıldığı belirtilmiştir.
Davacı hakkında düzenlenen 28.06.2007 gün ve
VDENR-2007-VI-148/11 sayılı vergi inceleme raporunda; mükellefin, Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün 385 028 9870 nolu mükellefi F. İ. M. ve Y. P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic.
Ltd. Şti hakkında yapılan inceleme sonucu düzenlenen 28.04.2006 gün ve
VDENR-2006-928/13 sayılı vergi tekniği raporu ile söz konusu şirketin sahte
fatura düzenleyicisi olduğunu ve bu şirket tarafından düzenlenen tüm
faturaların sahte kabulü ile mükellefin bu faturalar dolayısıyla elde etmiş
olduğu kdv indirimlerinin reddi ve ilgili dönem kdv'nin vergi ziyaı cezalı olarak
aranması gerektiği belirtilmiştir.
Bu durumda; davacının mal alımında bulunduğu F. İ. M. ve Y.
P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic. Ltd. Şti'nin
kuruluşunda izlenen yöntem ve ortaklık yapısı ile ortaklardan N. P.'in nüfus cüzdanını kaybettikten sonra adına kurulan
şirketlerle fiili bağlantısı olmadığına ilişkin Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin
E:2003/356 sayılı kararı ile beraat etmiş olması, N. P.'in
anılan şirketle ilişiği olmadığını göstermekle beraber N. P., A. Y. ve T. P.'nın 10'u aşkın şirkette ortak olduğu, bu şirketlerin
bilakis bu kişilerce değil bu kişiler tarafından vekaletname verilen C. A. ve
S. Y. tarafından kurulduğu, bu kişilerce bu şirket dışında N. P., A. Y. ve T.
P.'nın da dahil olduğu bir grup kişi adına
vekaletname ile onlarca şirket kurulduğu ve bu şirketler aracılığıyla sahte
fatura ticareti yapıldığı ve F. İ. M. ve Y. P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic. Ltd. Şti'nin sahte fatura ticareti yapmak amacıyla kurulduğu
Mahkememizce de kabul edilmiş olup bu şirket tarafından düzenlenen faturaların
sahte kabulü ile bu belgelerle elde edilen kdv
indirimlerinin reddi suretiyle davacı hakkında yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatında hukuka
aykırılık bulunmamaktadır.”
10. Danıştay Dördüncü Dairesinin
26/1/20012 tarihli ve E.2009/941, K.2012/93 sayılı kararıyla davanın reddine
ilişkin kısım aynı gerekçeyle, özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısım ise
gerekçe değiştirilmek suretiyle onanmış, vekalet ücretine ilişkin kısmı ise
bozulmuştur.
11. Karar düzeltme istemi aynı
Dairenin 9/4/2013 tarihli ve E.2012/4152, K.2013/2062 sayılı kararıyla
reddedilmiş, ret kararı 22/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
12. Anayasa Mahkemesine yapılan
21/6/2013 tarihli bireysel başvuru tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesi
kararının vekalet ücretine ilişkin kısmının henüz kesinleşmediği, bunun
dışındaki kısmının ise kesinleştiği anlaşılmaktadır.
B. İlgili
Hukuk
13. 4/1/1961 tarihli ve 213
sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 30. maddesi şöyledir:
“…
Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda,
vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni
ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.
…
4. Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi
matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan,
usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihticaca salih bulunmazsa…”
14. 213 sayılı Kanun’un 134.
maddesi şöyledir:
“Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin
doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır.
İncelemeye yetkili olanlar tarafından lüzum görüldüğü
takdirde inceleme, işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin fiili envanterinin
yapılmasına ve beyannamelerde gösterilmesi gereken unsurların tetkikına da teşmil edilebilir. Fiili envanterin
yapılmasının gerektirdiği ve incelemeyi yapan tarafından tasdik edilen giderler
Hazinece mükellefe ödenir.”
15. 25/10/1984 tarihli ve 3065
sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 34. maddesi şöyledir:
“1. Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve
hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve
gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere
kaydedilmek şartıyla indirilebilir.
2. Katma Değer Vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda
ayrıca gösterilmesine gerek görülmeyen işlemlerde Vergi indiriminin nasıl
belgelendirileceği Maliye ve Gümrük Bakanlığınca tespit olunur.”
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14.
maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası,
49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 7/7/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/6/2013 tarihli ve 2013/4324
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, vergi dairesinde
kaydı bulunan bir mükelleften satın alınan emtiaya ilişkin verilen faturayı
kullandığını, söz konusu emtia alınırken vergi mahremiyeti nedeniyle mükellefin
sahte fatura düzenlediğini bilemeyeceğini, sahte fatura kullanmadığını, alınan
malların ve ödemelerin gerçek olduğunu, uzlaşma teklifini dahi kabul
etmediğini, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan eksik inceleme üzerine karar
verildiğini, tarhiyatın ve tarhiyata karşı açılan davanın reddedilmesinin
hukuka aykırı olduğunu, davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek
Anayasa'nın 12. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu kapsamda başvurucu
iddialarının, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı ve makul sürede
yargılanma hakkının ihlali iddiaları yönünden değerlendirilmesi uygun
görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
20. Başvurucu, davanın vergi ziyaı cezalı tarhiyata ilişkin kısmını reddedilmesi
nedeniyle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un 49.
maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı
yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal
edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile
sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapılamaz.”
24. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
25. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013,
§ 26).
26. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası
veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013,
§ 22).
27. Başvuru konusu olayda,
başvurucu, vergi dairesine kaydı bulunan bir mükelleften satın alınan emtiaya
ilişkin verilen faturayı kullandığını, söz konusu emtia alınırken vergi
mahremiyeti nedeniyle mükellefin sahte fatura düzenlediğini bilemeyeceğini,
sahte fatura kullanmadığını, alınan malların ve ödemelerin gerçek olduğunu, uzlaşma
teklifini dahi kabul etmediğini, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan eksik
inceleme üzerine karar verildiğini, tarhiyatın ve tarhiyata karşı açılan
davanın reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş, İlk Derece
Mahkemesi ise başvurucunun emtia satın aldığı şirketin kuruluşunda izlenen
yöntem ve ortaklık yapısı ve Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi kararını dikkate
alarak şirketin sahte fatura ticareti yapmak amacıyla kurulduğunu kabul etmiş
ve bu şirket tarafından düzenlenen faturaların sahte olması nedeniyle başvurucu
hakkında yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer
vergisi tarhiyatında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
28. Somut olayda başvurucunun,
yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bilgi ya da belge
sunmadığı, açtığı davada iddialarını ileri sürebildiği ve karşı tarafın delil
ve görüşlerinden haberdar olduğu ve bunlara cevap verme imkânı verilmediğine
dair bir iddiada bulunmadığı görülmektedir.
29. Bu durumda, başvurucunun
iddialarının mevzuatın yorumlanmasına, delillerin değerlendirilmesine ve esas
itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir
keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul
Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
31. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup, bu
şikâyet açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi şikâyette diğer kabul
edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle,
başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi
gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, açtığı davanın
makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Anayasa ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak
ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi
mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
34. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, §§ 41–45).
35. Anayasa’nın 36. maddesi ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer
alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu
hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki
haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan
davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6.
maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen
düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği
iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da
uygulanacaktır.
36. Makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama
sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda
girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki
bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, §
24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, §
21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde
nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucuya vergi ziyaı cezalı tarhiyatlara ilişkin ihbarnamelerin tebliğ
edildiği, 17/12/2007 tarihidir (E.T.Y.İ.
A.Ş., B. No: 2013/596, 8/5/2014, § 52).
37. Sürenin bitiş tarihi ise,
çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme
tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin
devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas
alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52).
38. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, vergi ziyaı cezalı KDV
tarhiyatına ilişkin ihbarname 17/12/2007 tarihinde tebliğ edilmiş, 15/1/2008
tarihinde tarhiyatın kaldırılması için dava açılmış, 15/9/2008 tarihinde
davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi 26/1/2012
tarihinde temyiz talebini kısmen kabul ederek İlk Derece Mahkemesi kararının
vekalet ücretine ilişkin kısmını bozmuş, 9/4/2013 tarihli kararı ile karar
düzeltme talebinin de reddine karar vermiş olup, bireysel başvuru tarihi
itibarıyla İlk Derece Mahkemesi kararının vekalet ücretine ilişkin kısmının henüz
kesinleşmediği, bunun dışındaki kısmının ise kesinleştiği anlaşılmaktadır.
39. İlgili yargılama evrakının
incelenmesinden, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir
yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları
konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli
hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların
makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 16).
40. Hukuk sistemimizde idari
yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama
süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal
kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar
ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun
yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu
kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul
hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin
Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
41. Başvuruya konu davaya bir
bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi
bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yılı aşan
yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
43. Başvurucu, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir tazminat talebinde
bulunmamıştır.
44. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
45. Başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit
edilmiş olmakla beraber, başvurucu tarafından uzun yargılama nedeniyle tazminat
talebinde bulunulmadığından yalnızca adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
tespitinin yapılması gerekmiştir.
46. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya
ÖDENMESİNE,
C. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
7/7/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.