TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
GÜR-SEL İNŞAAT MALZEMELERİ SAN. TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/4324)
Karar Tarihi: 7/7/2015
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu
Gür-Sel İnşaat Malzemeleri San. Tic. Ltd. Şti.
Temsilcisi
Ali Kemal SONGÜR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, sahte fatura kullandığı iddiasıyla adına yapılan vergi ziyaı cezalı tarhiyata karşı açtığı davanın reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, Anayasa'nın 12. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/6/2013 tarihinde anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön inceleme neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 22/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 6/2/2015 tarihli yazısı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu şirketin 2002 yılı hesapları üzerinde 2007 yılında yapılan vergi incelemesinde, sahte fatura ticareti yapan bir mükelleften aldığı faturaları kullanarak haksız yere katma değer vergisi indiriminden yararlandığı ve bu şekilde vergi ziyaına yol açtığı tespiti yapılmıştır.
8. Söz konusu incelemeye istinaden başvurucu şirket adına 2002 yılı Kasım ayı dönemi için vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılmış ve özel usulsüzlük cezası kesilmiş, ihbarname 17/12/2007 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
9. Başvurucu şirket tarafından 15/1/2008 tarihli dilekçe ile cezalı tarhiyata karşı dava açılmış, Ankara 2. Vergi Mahkemesi 15/9/2008 tarihli ve E.2008/66, K.2008/1255 sayılı kararıyla davanın özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısmını kabul etmiş, vergi ziyaı cezalı tarhiyata ilişkin kısmını ise reddetmiştir. Kararın ret ile sonuçlanan kısmı şöyledir:
“Davacı şirketin 2002 yılında bir kısım mal ve hizmet alımında bulunduğu Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü mükellefi F. İ. M. ve Y. P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic. Ltd. Şti hakkında düzenlenen 28.04.2006 gün ve VDENR-2006-928/13 sayılı vergi tekniği raporunun incelenmesinden ise;
- Şirket ortakları olarak S. Y. ve T. P.'nın gözükmekte olduğu, şirketin vergi dairesinde bulunan dosyasının incelenmesinden A. Y. tarafından S. Y. ve C. A.'a şirket kurmak, devretmek ve devralmayı da içeren genel bir vekaletname verildiği, S. Y.'ın şirketteki hisselerini 19.04.2002 tarih ve 5601 yevmiye numarası ile A. Y. adına vekaleten C. Y.'ın aldığı, yine aynı şekilde T. P.'nın şirkette olan hisselerinin N. P. tarafından şirket kurma, devretme ve devralma yetkilerini de içerir genel bir vekaletname ile yetkilendirilen C. A. tarafından vekaleten devralındığı,
- Şirket ortağı T. P.’da C. A. ve S. Y.'a şirket kurma, devretme ve devralma yetkilerini de içerir genel vekaletname verdiği,
- Mükellef şirket ortağı A.Y.'ın 12 tane şirketin ortağı olduğu, bunlardan 4 tanesinde şirket ortağının yine N.P. olduğu, asıl işinin işportacılık olduğu, 15-20 YTL cep haçlığına trilyonluk beyannamelere imza attığı, ortağı olduğu şirketlerin hangi iş ile dahi iştigal ettiğini bilmediği, bu şirketlerin de haklarında düzenlenen vergi tekniği raporları ile sahte fatura ticareti yaptığının tespit edildiği,
- Mükellef şirketin diğer ortağı N.P.’de 14 tane şirkete ortak olduğu, N.P.'in Kırşehir'in Karaduraklı köyünde çiftçi olduğu, herhangi bir şirketle ilişkisinin bulunmadığı, 2000 yılında nüfus cüzdanını kaybettiği, nüfus cüzdan kaybı ile ilgili Kırşehir Memleket Gazetesinde kayıp ilanı verdiği, Ankara 6.Ağır Ceza Mahkemesinde bu hususla ilgili olarak dava açtığını(İdarenin savunmasında davanın beraatle sonuçlandığı belirtilmiş), ortağı olduğu şirketlerin hangi iş ile dahi iştigal ettiğini bilmediği, bu şirketlerin de haklarında düzenlenen vergi tekniği raporları ile sahte fatura ticareti yaptığının tespit edildiği,
- Söz konusu şirketin vekaletnamelere istinaden kurulduğu, C.A. tarafından iki ortak adına şirket kuruluşunun yapıldığı, söz konusu sahte fatura ticaretini C. .A. ile S. Y. organize ettiği, S. Y.'ın da N. P.'in ortağı olduğu diğer şirketleri bu şirkette olduğu gibi vekaleten kurduğu ve sahte fatura işini C. A. ile birlikte organize ettikleri tespit edilmiş, dolayısıyla mükellefiyetin sahte fatura ticareti yapmak amacıyla tesis ettirildiği sonucuna varıldığı belirtilmiştir.
Davacı hakkında düzenlenen 28.06.2007 gün ve VDENR-2007-VI-148/11 sayılı vergi inceleme raporunda; mükellefin, Kızılbey Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün 385 028 9870 nolu mükellefi F. İ. M. ve Y. P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic. Ltd. Şti hakkında yapılan inceleme sonucu düzenlenen 28.04.2006 gün ve VDENR-2006-928/13 sayılı vergi tekniği raporu ile söz konusu şirketin sahte fatura düzenleyicisi olduğunu ve bu şirket tarafından düzenlenen tüm faturaların sahte kabulü ile mükellefin bu faturalar dolayısıyla elde etmiş olduğu kdv indirimlerinin reddi ve ilgili dönem kdv'nin vergi ziyaı cezalı olarak aranması gerektiği belirtilmiştir.
Bu durumda; davacının mal alımında bulunduğu F. İ. M. ve Y. P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic. Ltd. Şti'nin kuruluşunda izlenen yöntem ve ortaklık yapısı ile ortaklardan N. P.'in nüfus cüzdanını kaybettikten sonra adına kurulan şirketlerle fiili bağlantısı olmadığına ilişkin Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin E:2003/356 sayılı kararı ile beraat etmiş olması, N. P.'in anılan şirketle ilişiği olmadığını göstermekle beraber N. P., A. Y. ve T. P.'nın 10'u aşkın şirkette ortak olduğu, bu şirketlerin bilakis bu kişilerce değil bu kişiler tarafından vekaletname verilen C. A. ve S. Y. tarafından kurulduğu, bu kişilerce bu şirket dışında N. P., A. Y. ve T. P.'nın da dahil olduğu bir grup kişi adına vekaletname ile onlarca şirket kurulduğu ve bu şirketler aracılığıyla sahte fatura ticareti yapıldığı ve F. İ. M. ve Y. P. Al. D. A. S. İ. ve D. Tic. Ltd. Şti'nin sahte fatura ticareti yapmak amacıyla kurulduğu Mahkememizce de kabul edilmiş olup bu şirket tarafından düzenlenen faturaların sahte kabulü ile bu belgelerle elde edilen kdv indirimlerinin reddi suretiyle davacı hakkında yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”
10. Danıştay Dördüncü Dairesinin 26/1/20012 tarihli ve E.2009/941, K.2012/93 sayılı kararıyla davanın reddine ilişkin kısım aynı gerekçeyle, özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısım ise gerekçe değiştirilmek suretiyle onanmış, vekalet ücretine ilişkin kısmı ise bozulmuştur.
11. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 9/4/2013 tarihli ve E.2012/4152, K.2013/2062 sayılı kararıyla reddedilmiş, ret kararı 22/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
12. Anayasa Mahkemesine yapılan 21/6/2013 tarihli bireysel başvuru tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesi kararının vekalet ücretine ilişkin kısmının henüz kesinleşmediği, bunun dışındaki kısmının ise kesinleştiği anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
13. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 30. maddesi şöyledir:
“…
Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.
…
4. Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihticaca salih bulunmazsa…”
14. 213 sayılı Kanun’un 134. maddesi şöyledir:
“Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır.
İncelemeye yetkili olanlar tarafından lüzum görüldüğü takdirde inceleme, işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin fiili envanterinin yapılmasına ve beyannamelerde gösterilmesi gereken unsurların tetkikına da teşmil edilebilir. Fiili envanterin yapılmasının gerektirdiği ve incelemeyi yapan tarafından tasdik edilen giderler Hazinece mükellefe ödenir.”
15. 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 34. maddesi şöyledir:
“1. Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir.
2. Katma Değer Vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda ayrıca gösterilmesine gerek görülmeyen işlemlerde Vergi indiriminin nasıl belgelendirileceği Maliye ve Gümrük Bakanlığınca tespit olunur.”
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/6/2013 tarihli ve 2013/4324 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, vergi dairesinde kaydı bulunan bir mükelleften satın alınan emtiaya ilişkin verilen faturayı kullandığını, söz konusu emtia alınırken vergi mahremiyeti nedeniyle mükellefin sahte fatura düzenlediğini bilemeyeceğini, sahte fatura kullanmadığını, alınan malların ve ödemelerin gerçek olduğunu, uzlaşma teklifini dahi kabul etmediğini, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan eksik inceleme üzerine karar verildiğini, tarhiyatın ve tarhiyata karşı açılan davanın reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa'nın 12. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu kapsamda başvurucu iddialarının, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları yönünden değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
20. Başvurucu, davanın vergi ziyaı cezalı tarhiyata ilişkin kısmını reddedilmesi nedeniyle, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
21. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
23. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
24. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
25. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
26. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
27. Başvuru konusu olayda, başvurucu, vergi dairesine kaydı bulunan bir mükelleften satın alınan emtiaya ilişkin verilen faturayı kullandığını, söz konusu emtia alınırken vergi mahremiyeti nedeniyle mükellefin sahte fatura düzenlediğini bilemeyeceğini, sahte fatura kullanmadığını, alınan malların ve ödemelerin gerçek olduğunu, uzlaşma teklifini dahi kabul etmediğini, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan eksik inceleme üzerine karar verildiğini, tarhiyatın ve tarhiyata karşı açılan davanın reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş, İlk Derece Mahkemesi ise başvurucunun emtia satın aldığı şirketin kuruluşunda izlenen yöntem ve ortaklık yapısı ve Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi kararını dikkate alarak şirketin sahte fatura ticareti yapmak amacıyla kurulduğunu kabul etmiş ve bu şirket tarafından düzenlenen faturaların sahte olması nedeniyle başvurucu hakkında yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
28. Somut olayda başvurucunun, yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bilgi ya da belge sunmadığı, açtığı davada iddialarını ileri sürebildiği ve karşı tarafın delil ve görüşlerinden haberdar olduğu ve bunlara cevap verme imkânı verilmediğine dair bir iddiada bulunmadığı görülmektedir.
29. Bu durumda, başvurucunun iddialarının mevzuatın yorumlanmasına, delillerin değerlendirilmesine ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
31. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup, bu şikâyet açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi şikâyette diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
34. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, §§ 41–45).
35. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır.
36. Makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucuya vergi ziyaı cezalı tarhiyatlara ilişkin ihbarnamelerin tebliğ edildiği, 17/12/2007 tarihidir (E.T.Y.İ. A.Ş., B. No: 2013/596, 8/5/2014, § 52).
37. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve Diğerleri, § 52).
38. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatına ilişkin ihbarname 17/12/2007 tarihinde tebliğ edilmiş, 15/1/2008 tarihinde tarhiyatın kaldırılması için dava açılmış, 15/9/2008 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi 26/1/2012 tarihinde temyiz talebini kısmen kabul ederek İlk Derece Mahkemesi kararının vekalet ücretine ilişkin kısmını bozmuş, 9/4/2013 tarihli kararı ile karar düzeltme talebinin de reddine karar vermiş olup, bireysel başvuru tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesi kararının vekalet ücretine ilişkin kısmının henüz kesinleşmediği, bunun dışındaki kısmının ise kesinleştiği anlaşılmaktadır.
39. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 16).
40. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
41. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yılı aşan yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
42. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
43. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır.
44. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
45. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, başvurucu tarafından uzun yargılama nedeniyle tazminat talebinde bulunulmadığından yalnızca adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespitinin yapılması gerekmiştir.
46. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
C. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
7/7/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.